Sindirim
Diğer lokmalar gibi ben de küçücük, tazecik ve enerjiktim. Vücut beni işleyip hazmettiğinde beyni ve bünyeyi güçlendirecek, vücudu saygın ve yenilmez yapacaktım. Nasıl heyecanlıydım, nasıl mutluluk duyuyordum anlatamam. Beklenen an geldi, ağıza girdim. Sistem çalışmaya başladı.
Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat medeniyet tarikatıdır. “Türküm, doğruyum, çalışkanım...” ama o da ne ?
“Siz isterseniz hilafeti de getirirsiniz.”, “Hem müslüman hem laik olunmaz, laiklik elden gidiyor diyorlar, bu millet isterse elbette gidecek.” , “İlk önce ‘Türk’üm’ diyor. Çocuk Alman ise bu cümle yalan. İkinci cümle doğruyum. İlk cümlede yalan söyletiyorsunuz, ikinci cümlede ‘Doğruyum’ dedirtiyorsunuz. Biz elin çocuğuna, her sabah yalan söyletmek zorunda mıyız?” diyordu birileri... Özel okullarda Atatürk köşesi oluşturma şartını da kaldırıyordu. Velhasılı diğer gariplikleri anlatıp lafı uzatmadan söyleyeyim: Ağızda olması gerektiği şekilde öğütülemeden yutağa ve oradan yemek borusuna geçtim. Öğütülemeden yemek borusuna geçmenin etkisi ile takılı kaldım, beklerken birileri yanıma yaklaştı, bizim dersaneler, yurtlar çok ucuz, sana yardımcı oluruz dediler. Sistem iyi çalışsa, vücut asli görevini yapsa bunlara hiç ihtiyacım olmazdı ama çaresizdim. Yemek borusunda hırs ve nefretle Deccal olarak tanıttıkları; resmine her bakışımda mavi gözlerinde huzur bulduğum, gurur duyduğum, hasta vücudu yeniden dimdik ayağa kaldıran adam değil miydi? Ne oluyordu bize?
Mideye geldiğimde , mide asitleri işe koyuldular. Burada vücuda ne şekilde daha yararlı olacağım, vücuda nasıl güç vereceğim ortaya çıkacakken, birileri araya girdi ve “Adliye'de, Mülkiye'de veya başka bir hayati müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti, öyle ferdi mevcudiyetler şeklinde ele alınıp öyle değerlendirilmemelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir. Bir ölçüde onlar bizim varlığımızın teminatıdır." dedi.
Midedeki işlem sona erince bağırsaklara geçtim. Bağırsaklardan kana karışacak vücuda can verecektim, nitekim öyle oldu. Kana karıştım ve ilk iş olarak sindirime yardımcı organlardan karaciğer ve pankreasa yöneldim. Burada safra ve enzim salgılama görevi benimdi, artık sadece yeşil enzim salgılıyordum. Vücutta birşeyler olmaya başlamıştı. Vücut gittikçe takatsiz düşüyor, bakıma, korunmaya muhtaç hale geliyordu. Birden midedeki diğer lokmalardan birinin sözü aklıma geldi. “Belki yabancı manda altında inançlarımızı daha iyi yaşayabilirdik.”
Benim gibi nice tazecik lokmalar bu işlemler sonunda vali, kaymakam, hakim, savcı, avukat, doktor ve hatta Başbakan, Meclis Başkanı, Cumhurbaşkanı oldular.
Bir muhterem buyurdu : "Türkiye'nin bağırsakları temizleniyor."
Bazılarının bağırsaklar hakkındaki uzmanlığı yukarıda anlattığım sürecin sonucudur...
85 yıllık Cumhuriyeti ve değerlerini bir türlü sindiremediler...
Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat medeniyet tarikatıdır. “Türküm, doğruyum, çalışkanım...” ama o da ne ?
“Siz isterseniz hilafeti de getirirsiniz.”, “Hem müslüman hem laik olunmaz, laiklik elden gidiyor diyorlar, bu millet isterse elbette gidecek.” , “İlk önce ‘Türk’üm’ diyor. Çocuk Alman ise bu cümle yalan. İkinci cümle doğruyum. İlk cümlede yalan söyletiyorsunuz, ikinci cümlede ‘Doğruyum’ dedirtiyorsunuz. Biz elin çocuğuna, her sabah yalan söyletmek zorunda mıyız?” diyordu birileri... Özel okullarda Atatürk köşesi oluşturma şartını da kaldırıyordu. Velhasılı diğer gariplikleri anlatıp lafı uzatmadan söyleyeyim: Ağızda olması gerektiği şekilde öğütülemeden yutağa ve oradan yemek borusuna geçtim. Öğütülemeden yemek borusuna geçmenin etkisi ile takılı kaldım, beklerken birileri yanıma yaklaştı, bizim dersaneler, yurtlar çok ucuz, sana yardımcı oluruz dediler. Sistem iyi çalışsa, vücut asli görevini yapsa bunlara hiç ihtiyacım olmazdı ama çaresizdim. Yemek borusunda hırs ve nefretle Deccal olarak tanıttıkları; resmine her bakışımda mavi gözlerinde huzur bulduğum, gurur duyduğum, hasta vücudu yeniden dimdik ayağa kaldıran adam değil miydi? Ne oluyordu bize?
Mideye geldiğimde , mide asitleri işe koyuldular. Burada vücuda ne şekilde daha yararlı olacağım, vücuda nasıl güç vereceğim ortaya çıkacakken, birileri araya girdi ve “Adliye'de, Mülkiye'de veya başka bir hayati müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti, öyle ferdi mevcudiyetler şeklinde ele alınıp öyle değerlendirilmemelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir. Bir ölçüde onlar bizim varlığımızın teminatıdır." dedi.
Midedeki işlem sona erince bağırsaklara geçtim. Bağırsaklardan kana karışacak vücuda can verecektim, nitekim öyle oldu. Kana karıştım ve ilk iş olarak sindirime yardımcı organlardan karaciğer ve pankreasa yöneldim. Burada safra ve enzim salgılama görevi benimdi, artık sadece yeşil enzim salgılıyordum. Vücutta birşeyler olmaya başlamıştı. Vücut gittikçe takatsiz düşüyor, bakıma, korunmaya muhtaç hale geliyordu. Birden midedeki diğer lokmalardan birinin sözü aklıma geldi. “Belki yabancı manda altında inançlarımızı daha iyi yaşayabilirdik.”
Benim gibi nice tazecik lokmalar bu işlemler sonunda vali, kaymakam, hakim, savcı, avukat, doktor ve hatta Başbakan, Meclis Başkanı, Cumhurbaşkanı oldular.
Bir muhterem buyurdu : "Türkiye'nin bağırsakları temizleniyor."
Bazılarının bağırsaklar hakkındaki uzmanlığı yukarıda anlattığım sürecin sonucudur...
85 yıllık Cumhuriyeti ve değerlerini bir türlü sindiremediler...