Kişisel Veriler Burada, Koruması Nerede?
Bilişim alanında suçlar, ilginçtir, 1991 yılından beri düzenleme altında. Yani 17 yıldır Türk Ceza Hukuku mevzuatında bilişim suçları var. Elektronik ticaret konusunda olsun, elektronik imza alanında olsun bir çok hukuki düzenlemeler çoktandır hukukumuzda yerlerini aldılar. Uzun zamandır boşlukta olan ve düzenlenmesi gereken elektronik yayıncılık konusu dahi (eksiklikler ve yanlışlıklar içerse de) 5651 sayılı yasayla düzenlenmiş durumda.
Ancak, her alanda olduğu gibi hukuk alanında da altyapı olmadan üstyapılar kurmaya devam ediyoruz. Nasıl ki, binalar yapıldıktan sonra yol ve altyapı yapılıyorsa, kanuni düzenlemelerde de aynısını yapmaya devam ediyoruz. Kişisel veriler konusu düzenlenmeden elektronik yayıncılık konusunun düzenlenmesi gibi.
İşin içine Bilişim Teknolojileri (BT) girince, bazı değerlerin daha sıkı ve daha öncelikli korunması gerekiyor. Bu değerlerden birisi de “kişisel veriler”. Fiziki ortamlarda saklanan verilerin alınması, çalınması veya kopyalanması ne denli zorsa, BT ortamında saklanan verilerin alınması, çalınması ve kopyalanması bir o kadar kolay hale geldi. BT’nin sunmuş olduğu kolaylıklar, verilerin, özellikle kişisel verilerin korunması konusunda bizi daha fazla önlemler almaya itiyor. Kişiler ve kurumlar bilişim güvenliğine artık daha fazla önem vermek gerektiğini hissediyorlar ve stratejilerini buna göre belirliyorlar.
Pekala, kişisel verilerin fiziksel ve elektronik güvenliğini sağlayabiliriz. Ancak yasal koruması nerede derseniz bu soruya ne yazık ki olumlu bir cevap veremeyiz. Bankalarda, telefon ve sigorta şirketlerinde, hastanelerde, okullarda kendimizle ilgili bir çok bilgi (veri) bulunuyor. Devletin birçok kurumunda, özel hayatımıza ilişkin ve rızamızla verdiğimiz en ince ayrıntılarımız bulunuyor. Peki, bu kişisel verilerimiz bir yerlere satılırsa, bir yerlerde kullanılırsa ya da birileri tarafından dolandırıcılık maksadıyla kullanılırsa ne olacaktır?
Türk Ceza Kanunu’nda “kişisel verileri” hukuka aykırı olarak kaydetme, ele geçirme veya ifşa etme gibi yeni suç tanımları düzenlenmiş durumda. Ancak, bunun yeterli bir düzenleme olduğunu söyleyemeyiz, çünkü suçun tanımını yapan maddelerde “kişisel veri”nin ne olduğu açıklanmamış. “Kişisel veri”nin ne olduğu saptanmadan ve nelerin kişisel veri kapsamına girdiği bilinmeden bu maddelere göre yargılama yapılması hukuka aykırı bir durum oluşturabilir.
Ayrıca, kişisel verinin ne olduğu ve kapsamı bir yana, rızamız olsa dahi, hangi kurumun ya da şirketin ne tür kişisel verileri kaydedebileceği, ne tür kişisel verilere ihtiyaç duyabileceği ve ne tür kişisel verileri kimlerle paylaşabileceğinin standartlarının da belirlenmesi gerekiyor. Örneğin basit bir telefon aboneliğinde bile tüm nüfus kaydımızı, adreslerimizi, telefon numaralarımızı ve annemizin kızlık soyadını vermek zorundayız.Bu standartlar ve kimin ne kadar bilgi tutabileceği belirlenmediği takdirde, annemizin kızlık soyadından, oturduğumuz evlerin adreslerine kadar, üye olduğumuz derneklerden, geçirdiğimiz hastalıklara kadar birçok bilgiyi ortalıklarda dolaşırken bulabiliriz. Hatta, haberimiz olmadan birkaç şirkete ortak olmuş, bazı banka hesaplarını boşaltmış, adımıza kayıtlı telefonla uyuşturucu trafiğini yönetmiş, binlerce liralık çek kesmiş bile olabiliriz.
1991 yılından beri bekleyen “Kişisel verilerin korunması hakkında kanun tasarısı” bir an önce kamuoyunun tartışmasına açılmalı ve kısa zamanda meclisin gündemine gelerek kanunlaşmalıdır. Bu kanunla, özel hayatımızın gizliliğinin korunmasının yanı sıra, bu yolla suç işlenmesinin de önüne geçilebilir.
M.Gökhan Ahi
Ancak, her alanda olduğu gibi hukuk alanında da altyapı olmadan üstyapılar kurmaya devam ediyoruz. Nasıl ki, binalar yapıldıktan sonra yol ve altyapı yapılıyorsa, kanuni düzenlemelerde de aynısını yapmaya devam ediyoruz. Kişisel veriler konusu düzenlenmeden elektronik yayıncılık konusunun düzenlenmesi gibi.
İşin içine Bilişim Teknolojileri (BT) girince, bazı değerlerin daha sıkı ve daha öncelikli korunması gerekiyor. Bu değerlerden birisi de “kişisel veriler”. Fiziki ortamlarda saklanan verilerin alınması, çalınması veya kopyalanması ne denli zorsa, BT ortamında saklanan verilerin alınması, çalınması ve kopyalanması bir o kadar kolay hale geldi. BT’nin sunmuş olduğu kolaylıklar, verilerin, özellikle kişisel verilerin korunması konusunda bizi daha fazla önlemler almaya itiyor. Kişiler ve kurumlar bilişim güvenliğine artık daha fazla önem vermek gerektiğini hissediyorlar ve stratejilerini buna göre belirliyorlar.
Pekala, kişisel verilerin fiziksel ve elektronik güvenliğini sağlayabiliriz. Ancak yasal koruması nerede derseniz bu soruya ne yazık ki olumlu bir cevap veremeyiz. Bankalarda, telefon ve sigorta şirketlerinde, hastanelerde, okullarda kendimizle ilgili bir çok bilgi (veri) bulunuyor. Devletin birçok kurumunda, özel hayatımıza ilişkin ve rızamızla verdiğimiz en ince ayrıntılarımız bulunuyor. Peki, bu kişisel verilerimiz bir yerlere satılırsa, bir yerlerde kullanılırsa ya da birileri tarafından dolandırıcılık maksadıyla kullanılırsa ne olacaktır?
Türk Ceza Kanunu’nda “kişisel verileri” hukuka aykırı olarak kaydetme, ele geçirme veya ifşa etme gibi yeni suç tanımları düzenlenmiş durumda. Ancak, bunun yeterli bir düzenleme olduğunu söyleyemeyiz, çünkü suçun tanımını yapan maddelerde “kişisel veri”nin ne olduğu açıklanmamış. “Kişisel veri”nin ne olduğu saptanmadan ve nelerin kişisel veri kapsamına girdiği bilinmeden bu maddelere göre yargılama yapılması hukuka aykırı bir durum oluşturabilir.
Ayrıca, kişisel verinin ne olduğu ve kapsamı bir yana, rızamız olsa dahi, hangi kurumun ya da şirketin ne tür kişisel verileri kaydedebileceği, ne tür kişisel verilere ihtiyaç duyabileceği ve ne tür kişisel verileri kimlerle paylaşabileceğinin standartlarının da belirlenmesi gerekiyor. Örneğin basit bir telefon aboneliğinde bile tüm nüfus kaydımızı, adreslerimizi, telefon numaralarımızı ve annemizin kızlık soyadını vermek zorundayız.Bu standartlar ve kimin ne kadar bilgi tutabileceği belirlenmediği takdirde, annemizin kızlık soyadından, oturduğumuz evlerin adreslerine kadar, üye olduğumuz derneklerden, geçirdiğimiz hastalıklara kadar birçok bilgiyi ortalıklarda dolaşırken bulabiliriz. Hatta, haberimiz olmadan birkaç şirkete ortak olmuş, bazı banka hesaplarını boşaltmış, adımıza kayıtlı telefonla uyuşturucu trafiğini yönetmiş, binlerce liralık çek kesmiş bile olabiliriz.
1991 yılından beri bekleyen “Kişisel verilerin korunması hakkında kanun tasarısı” bir an önce kamuoyunun tartışmasına açılmalı ve kısa zamanda meclisin gündemine gelerek kanunlaşmalıdır. Bu kanunla, özel hayatımızın gizliliğinin korunmasının yanı sıra, bu yolla suç işlenmesinin de önüne geçilebilir.
M.Gökhan Ahi