Alıntı:
zeus1907 rumuzlu üyeden alıntı
bir yakınımızın (çocuk anne baba eş kardeş..) psikolojik bir rahatsızlığı var ise (kliptomani,mitomani,şizofreni...) onun arzusu olmadan tedavi ettirmek kanunen mümkünmü?
Sayın zeus 1907
İşiniz ,epey gayret , özveri ve insancıl bir yaklaşım gerektiriyor.
Geçmiş olsun.
__________________________________________________ _______________
Psikiyatride Hasta Hakları
Alıntı :Tanıl. M. Başkan, Y.Tunç Demircan
I.Ü. Adli Tip Enstitüsü, Cerrahpaşa/İstanbul
Psikiyatrik sorunları olan bir kişinin bu durumunun tespiti, rahatsızlığının teşhisi ve tedavi cihetine gidilebilmesi mevzuca Hasta Hukuku açısından baktığımızda önemli bir sorun olarak karsımıza çıkar.
Uygulamaya baktığımızda, akli dengesinin yerinde olmadığından bahisle henüz tıbbi durumu sarahat kazanmamış kimselerin, emniyet birimlerine bildirildiği ve yaratabileceği tehlikeye binaen ruh ve sinir hastalıkları hastanelerine yatırılmalarının yollarının arandığı yahut kişi kamu sektöründe görevli ise 657 sayili Devlet Memurları Yasası uyarınca açığa alındığı ve /
veya hastaneye başvurması hususunda ikna edilmeye çalışıldığı gözlenmektedir.
Tıbbi seyri hafif olan yahut zaman şiddetli arazlar gösteren psikiyatrik sorunlarda, pek çok saik ile kişilerin hasta hakları ve hukuku bir yana öncelikle insan haklarına ve hukuka aykırı birtakım metoda ve usullerle hürriyetlerinden mahrum bırakıldıkları, tecrit edildikleri ve pek çok gayri insani ve adeta zalimane muamelelere maruz bırakıldıkları görülebilmektedir.
Psikiyatrik teşhis ve tedavinin seyri boyunca ileride ele alınacağı üzere hasta hukuku yönünden üzerinde durulmaya değer çok fazla mevzu söz konusu olmakla beraber,
bu sürecin başlayabilmesi yani akli melekelerinde sorunlar olduğu düşünülen kimselerin bir hekim önüne getirilebilmeleri noktasında neyin nasıl yapılması gerektiğinin hukuka uygun ve etik açıdan da kabul görecek bir kabul tarzının tespit edilebilmesi için meri mevzuatın tetkiki icap etmektedir.
Medeni Kanunda inceleme konumuz bazında ele alındığında "Akil hastalığı veya zayıflığı" bir vesayeti (kısıtlılığı) gerektiren hal; "Medeni haklarını kullanmak yetkisinden kısmen mahrum edilmenin kişinin menfaati gereği bulunması" hali de bir müsaveret gerektiren durum olarak düzenlenmiştir.
Nitekim Medeni Kanunun 355. Maddesi, "Akil hastalığı veya akil zayıflığı sebebiyle islerini görmekten acız veya daimi muavenet tekayyüde muhtaç olan yahut başkasının emniyetini tehdit eden her reşit için bir vasi naspolunur. Adliye ve idare memurları, resmi muameleleri dolayısıyla muttali oldukları hacri müstelzim halleri, Sulh Mahkemesine hemen ihbar ile mükelleftirler." Seklinde bir düzenlemeye sahiptir.
Türk Medeni Kanununun Velayet, Vesayet ve Miras Hükümlerinin Uygulanmasına Dair Tüzüğün 7. Maddesi de bu hüküm ile ayni paralelde ve tamamlayıcı bir vasfa sahiptir. Böyle bir durumun varlığı halinde herkesin, akli sıhhat durumu şüpheli bu şahsin ikametgâhının bulunduğu yerdeki Sulh Hâkimine haber vermek (ihbarda bulunmak) yetki ve görevi bulunduğunu zikretmektedir. Nitekim, psikiyatrik durumu şüpheli kimsenin bu prosedür içerisinde durumunun muhakkak suretle hekim muayenesi ve raporu ile tespit edileceği ve istimalinin (dinlenilmesinin) gerekli olabileceği yine Medeni Kanunun 359. Maddesinde sarahaten belirtilmiş bulunmaktadır. (1)
Tüm bu mevzuat hükümleri bir arada ele alındığında, akli durumu itibariyle muayenesi gerekli olduğu düşünülen bir kimsenin hukuken öncelikle ikametgâhı Sulh Mahkemesine bu durumun bildirilmesi, bunu müteakip kolluk güçlerinden istifade yetkisine sahip Mahkemenin kişiyi huzura çağırarak öncelikle dinlemesi ve gerekiyorsa bir müsaade kararı vererek belirli süreyle sıhhi bir müessesede gerekli tetkikler gerçekleştirilmek üzere muhafaza altına alınmasını sağlaması tercihe sayan ve hukuki yoldur. Ahkâmı sahsiyeye ilişkin gayet önemli böyle bir hususta objektif ve yargısal bir makamın kontrol ve amirliğinde hastanın hekim ile buluşturulması merasiminin icrası insan hakları ve hasta hukuku yönünden en uygun yol olarak kabul edilmek gerekir. (2)
Bu yolla hekim huzuruna getirilmiş psikiyatrik hastalara, hatta özellikle psikotik tipte olan akil hastalarına tatbik edilecek tıbbi ameliyelerde "Aydınlatılmış rıza (onam)" olarak adlandırılan temel hasta hakkinin uygulanması ise büyük bir önem arz etmektedir. Zira hekimin müdahalesini hukuki/hukuka uygun kılan yegâne sebep hastanın rızasıdır. Bu rızanın geçerli olmasının şartını ise hastanın aydınlatılması oluşturmaktadır.
Bu durumdaki hastanın her ne kadar kendisi üzerinde yapılacak tıbbi ameliyelere muvafakat edebilme yeteneği olmasa da hekim bu kişinin sırf insan olması dolayısıyla psikososyal ve manevi değerleri açısından saygı görme hakki olduğunu göz önünde bulundurmalıdır.
Hekim, akli sıhhat durumunun muayene ve tedavi edilmesi talebi ile getirilen hastaya müdahale ederken bu müdahalenin acili yet gerektirip gerektirmediğini tayin ve tespit etmeli ve buna göre aydınlatma mükellefiyetini yerine getirmelidir. Bu husus, Hasta Hakları Yönetmeliğinin 24. Maddesinde "Tıbbi müdahalelerde hastanın rızası gerekir. Hasta küçük veya mahcur ise velisinden veya vasisinden izin alınır. Hastanın velisinin veya vasisinin olmadığı veya hazır bulunmadığı veya ifade gücünün bulunmadığı hallerde bu Sart aranmaz." seklinde belirtilmiş, aydınlatmanın kapsamı ise 31. Maddede açıklanmıştır. Yine, 22. Maddede rıza olmasızın tıbbi ameliyeye tabi tutulmama kuralı getirilmiştir. (3)
Burada dikkat edilirse 24. Madde ile hekime hastayı aydınlatma mükellefiyeti getirilmiş ama bazı sınırlamalar/istisnalar koymak sureti ile bu sorumluluğun etkisi azaltılmıştır. Öyle ki, bu hükmün her şartta uygulanması durumunda, ortaya hasta haklarına aykırı uygulamalar çıkacağı ve etik dişi davranış göstermesi ihtimali olan sağlık personeline karsı hastanın korunmasız kalacağı aşikârdır. Dolayısıyla hekim ikili bir ayırıma gitmeli ve müdahale acili yet gerektirmiyorsa mutlak suretle veli veya vasisinin iznini almalıdır. Bu hususta Hasta Hakları Yönetmeliği biraz daha ileri giden bir düzenleme ile mümkün olduğu ölçüde küçük veya mahcur olan hastanın dinlenmesi sureti ile tıbbi müdahaleye iştirakinin sağlanmasını aramıştır. Durumun acil olduğu hallerde dahi sağlık görevlisinin sinirsiz bir özgürlüğü olmadığı gibi; bu durumlarda ortaya çıkan, çözüm bekleyen ve bazı ölçüler getirilmesini bekleyen pek çok husus vardır. Örneğin, hangi acil vak`ada, ne zaman ve hangi şartlarda hasta veya yakininin aydınlatılmış rızası aranmalı ya da aranmamalıdır? Acil vakalarda sır sorumluluğu kalkar mı? Vakanın acil olması, acil müdahale sırasında belirlenen ve acil olmayan müdahaleleri de yapma hakkini doktora verir mi? Hastanın acil durumu ne zaman sona erer? Bu gibi soruların cevapları aranmalı ve ilgililer tarafından uygulamaları yönlendiren belli ölçüler konmalıdır. (4)
daha büyük bir problem teşkil eden psikiyatrik yarıdım alması gereken bir küçük yahut kısıtlı kimse söz konusu ise kanuni temsilcilerin çekimser kalmaları durumunda şahsin bulunduğu yerdeki Sulh Hakimine ihbarda bulunularak temsilcinin belirli harekat tarzına (hastaya tıbbi yardim sağlamak, vs.) zorlanması mümkün hale gelmiştir. (6)
KAYNAKÇA
1. ÖZMEN, I., Vesayet Hukuku Davaları, Ankara 1989
2. FEYZiOGLU, F. N., Aile Hukuku, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1986
3. Hasta Hakları Yönetmeliği, 01.08.1998 tarih ve 23420 şayili Resmi Gazete, s. 67-76
4. SARI, N., Acil tıbbi Vakalara Etik Yaklaşım, III. tıbbi Etik Sempozyumu, 23-25 Ekim 1997, Ankara, Biyoetik Derneği Yayınları No.2, s. 32
5. BAYRAKTAR, K., Hekimin Tedavi Nedeni ile Cezai Sorumluluğu, İstanbul Üniversitesi Yayınları No. 768, 1972
6. BASKAN, T. M., Adli tıbbi ve Hukuki Açıdan Çocuk İstismarı ve İhmali Olgularında Velayet Hakkına Müdahale, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, I.Ü. Adli Tip Enstitüsü, 1994