Kadınların Brüksel Çıkarması
Türkiyeli kadınların "Brüksel Çıkarması"nı haberlerden izlemişsinizdir.
Aylardır hazırlığı yapılan bu çıkartmanın hedefi, Avrupa'da daha çok zina, türban gibi tartışmalarla gündeme gelen Türk kadınının çağdaş yüzünü göstermek şeklinde ifade edilmekteydi.
Ben dünkü toplantıda heyetimizin bunu hakkıyla yaptığından eminim.
Avrupalı kadınlar, Türkiye heyetini görünce Türk kadınının Avrupalıdan daha Avrupalı olduğu konusunda hiçbir kuşku duymamışlardır. Kadınlarımız öğrenimleri, yabancı dile hakimiyetleri, giyim kuşamları, hal ve tavırlarıyla Avrupalı hemcinslerinde hayranlık uyandırmayı başarmışlardır.
Onları misyonlarını başarıyla yerine getirdikleri için kutlarım.
Ama acaba bu mudur önemli olan? "Yok aslında birbirimizden farkımız" mesajı vermek midir ihtiyacımız?
Avrupalı, zaten Türkiye'de Tanzimat'tan beri, özellikle Cumhuriyet'ten bu yana, "batılı gibi" düşünen ve yaşayan kadınlar olduğunu bilmiyor mu? Bu fotoğrafı ona Kemalist kadınlar defalarca göstermediler mi? 150 yıllık Batılılaşma sürecinin ve Kemalist devrimin başardığı bu fotoğrafı onlara bir kez daha göstermekte ne gibi bir yenilik, bir çarpıcılık var?
Oysa bir fotoğrafta yüzümüzün bir yanını, öbür fotoğrafta diğer yanını gösterip durmaktansa, şöyle utanmadan, sıkılmadan, cepheden bir fotoğraf çektirme tutumu vardı bir de. Fotoğrafın bütününü kavratmaya çalışmak vardı.
Avrupalı kadın Emine Erdoğan'ı gördüğünde başka, Brüksel'deki heyeti gördüğünde başka bir Türkiye görüyor. Ve bunları Türkiye'nin çelişen yüzleri olarak algılıyor. Oysa bunlar aynı fotoğrafın parçası. Türbanlı kadınlar da aynı modernleşme sürecinin bir meyvesi olarak ortaya çıktı. Başka İslam ülkelerinde değil de Türkiye'de ortaya çıkması başka nasıl izah edilir ki?
Ama bunu onlara izah edecek birileri olması lazım.
Bu birilerinin bugün Brüksel'deki entelektüel kadınlar, öncü kadın kuruluşları olması gerekirdi.
Türban olgusunun, türban takmayan ama türbanın kültürel, sosyolojik ve siyasi anlamını anlamış kadınlar tarafından Avrupalı kadınlara anlatılması gerekirdi.
Türkiye'deki kadın haklarının konuşulduğu bir toplantıda, Türk heyeti "türbanlı kadınlar" fotoğrafını kedi pisliğini saklar gibi saklamaya, kendi "alafranga" fotoğrafıyla o fotoğrafı "bastırmaya" çalışmak yerine, türban olayını kadın hareketi açısından analiz etmeliydi.
Türbanın İslami kimliğinden soyunmadan kamu alanına çıkmak, modern dünyayla entegre olmak isteyen kadınların simgesi olduğunu anlatmalıydı, Avrupalı kadınlara... Bu anlamda (modernizmin terminolojisiyle söyleyecek olursak- gerici değil, ilerici bir simge olduğunu savunmalıydı.
Feminizmin o çok sözünü ettiği ve Batılı kadınların da yakından tanıdığı "patriarka"nın türban yasağıyla kadın nüfusun yüzde ellisine eğitim yapma, siyaset yapma, kamu alanında görev alma hakkı tanımamasını kınamalıydı. Evinin dört duvarı arasından çıkıp yüksek eğitim gören, meslek sahibi olan, sosyal hayata ve politikaya katılan bir başörtülünün, kutsal eş ve annelik rolü dışında hiçbir role talip olmayan bir başörtüsüzden daha "çağdaş" olduğunu kavratmaya çalışmalıydı.
Avrupalı kadınları, eğer bu meseleyi şimdiden iyi anlamazlar ve Avrupa'da boy gösteren yasakçı tavırlara dur demezlerse, önümüzdeki yıllarda Avrupa'nın da başının derde gireceği; tıpkı bizim gibi onların da kangrenleşmiş bir sorunla yüz yüze kalacakları konusunda uyarmalıydı.
Üstelik de Brüksel heyeti bütün bunları, savunma psikolojisiyle değil, üstten bir edayla, bir sosyoloji dersi verir gibi anlatmalıydı. Batılı kadınların kafasındaki modern kadın prototipinin sarsılması için, şablonların kırılması için, kaba saba modernleşmeci görüşlerle polemik yapmalı, onlara postmodernizmi anlatmalıydı.
Belki anlarlar belki anlamazlardı, ama eminim, klasik "Kemalist kadın çıkarması" yapmaktan, "yok aslında birbirimizden farkımız" mesajı vermeye çalışmaktan çok daha etkili olur, daha fazla saygı uyandırırdı.
X x x
Medeniyetler buluşmasından bahsetmek; çokkültürlüğe övgüler düzmek, Avrupa'nın bizden öğrenecekleri olduğunu söylemek pek moda oldu son zamanlarda, kulağa da hoş geliyor doğrusu.
Ama bütün bunlar, somut bir olayda örneklenmedikten; somut bir medeniyet farkının kavratılmasına ve Batı medeniyetinin bu noktada ortaya çıkan zaafının eleştirisine uygulanmadıktan sonra laf-ı güzaftan başka bir şey değildir.
Tabii, bu dediğimi yapabilmek için de önce bu lafları söyleyenlerin medeniyet ya da kültür farkları ortaya çıktığında bu farklardan utanmamaları gerekir.
Gülay GÖKTÜRK
kim