İşbirlikçilere
Türk Devrimi (I)
Öncelikle bilim insanlarının çok iyi bilmesi, özümsemesi gereken evrensel bir koşul vardır:
- Tarihsel olay ya da olgular, ancak dönemlerinin koşulları içinde değerlendirilebilir. Ancak o zaman bir anlam taşır, bilimsel değere ulaşabilir...
Prof. Atilla Yayla , geçen hafta köşemde yer alan mektubunda geliştirdiği "Ortak Medeniyet Paradigması" na göre 1925-1945 yılları arasının yeteri kadar medenileştirici olmadığını (gerici olduğunu), 1950-60 döneminin daha ilerici olduğunu ileri sürüyordu...
Bir saptamayla başlayalım; burada konu edilecek dönem 1923-1938 arasıdır. Bu dönem Atatürk 'ün ölümüyle noktalanan Kemalist dönemdir. Ardından gelen İnönü dönemi, bir ölçüde devrimlerin bekçiliğinin üstlenildiği, ancak devrimci atılımların durduğu, 46'dan itibaren de devrimin temel doğrultusundan önemli ödünlerin verildiği bir dönemdir. 1950'den bugüne dek yaşanan süreç ise Kurucu Meclis ve 61 Anayasası dışarıda tutulursa "Karşıdevrim" dönemidir.
Şimdi yukarıda sözünü ettiğim bilimsel kritere göre soralım:
- Mustafa Kemal, hangi amaca ulaşmak için yola çıktı?. O tarihte, Türkiye ve dünya koşulları nelerdi? Kemalist devrimciler o amaca yönelik olarak neleri gerçekleştirdi?. Ve Atatürk devrimi ya da Türk devrimi nereye ulaştı?
***
Önce hem dünyada hem de Türkiye'de 1923 koşullarına bakalım:
Dünya savaşından henüz çıkmış ve var gücüyle 2. Dünya Savaşı'na hazırlanılan bir dönem söz konusudur. Bu dönem, Milletler Cemiyeti'nin varlığına karşın emperyalizmin en azgın, en acımasız olduğu dönemdir. Birinci savaşın sonunda otoriter monarşiler ve hanedanlıklar sona ermiştir. Dünya üzerinde azgelişmiş olup da bağımsız kalabilmiş pek az ülke vardır ve bunların ikisi hariç (tampon bölge olan Tayland ve Afganistan), diğerleri ya ikinci savaş öncesi ya da savaş içinde emperyalistlerin çizmeleri altında ezilmiştir. Ayakta kalan tek ülke Türkiye Cumhuriyeti'dir... Üstelik aynı dönem bugünün demokratik ülkelerinin durumuna da bakmak gerekir; İtalya 1922, Portekiz 1927, Japonya 1930, Almanya 1933, İspanya 1938 yılında faşizme geçiş yaptı. Fransa ise hızla o yola kayıyordu. Diğer tarafta ise 1917 devrimini yapmış olan Sovyet Rusya, Marksizm deneyimini yaşıyordu. 1919 Versailles Barış Anlaşması yapılırken Alman heyetinde bulunan ünlü toplumbilimci Max Weber 'in şu tanımı, demokrasiye hangi gözle bakıldığını anlatmak açısından çarpıcıdır:
- Demokraside halk güvendiği bir önder seçer. Seçilen önder, "Şimdi sesinizi kesin ve bana itaat edin" der. Artık halk ve parti onun işine karışamazlar!..
Gelelim Türkiye'nin koşullarına; 1923'te nüfusun yaklaşık yüzde 90'ı, yoksulluk sınırı altında yaşayan, örgütsüz, dağınık köylülerdi. Söz konusu olan, 11 milyonluk bir ümmet toplumuydu. Ulaşım yok denecek kadar az, pazar ilişkileri ise neredeyse sıfırdı. Otomobil, kamyon gibi araçlar Anadolu'da bilinmiyordu. Toplumun ancak yüzde 5'i okuryazardı.
İleriki yıllarda (ve tabii bugün) Mustafa Kemal ve Kemalist dönemi, önce "sosyalizmi getirmediği" için, daha sonra da demokrasiyi uygulamadığı için eleştiren birtakım aydınlar, "Niçin referanduma gitmedi" diye sormayı da ihmal etmezler!.. Referandumla devrim yapıldığını (!) tarihin kaydetmemesi bir yana, insaf ve vicdan sahibi hiçbir aydın, böylesine bir istemi ileri süremez... Demokrasinin koşullarına kısaca bir göz atalım:
- Eğitim, sanayileşme, kentleşme, kişi başına düşen milli gelirin yoksulluğu geride bırakması, örgütlü toplum, yaygın ve etkili bir kitle iletişim ağı...
Aslında bunların tümünün olması bile demokrasinin kendiliğinden oluşacağı anlamına gelmez. Bir de öznel koşul vardır: Demokratik kültür!. Yaşam biçimine dönüşecek bir demokratik ortam ancak zamanla oluşur. O zamanın Anadolu'sunda saydıklarımın biri bile yoktu!. Yukarıda saydıklarıma eklemeliyim; kişi başına milli gelir 70 dolardı. Telefon, o da manyetolu olarak yalnızca devlet kurumlarında mevcuttu...
Peki, Mustafa Kemal ne yaptı, hangi yolu seçti ve nereye ulaştı?
İşbirlikçiye anlayacağı dilden bir yanıt vermek istediğim için devamı haftaya...
Türk Devrimi (II)
Geçen hafta, 1923'te dünyanın ve Türkiye'nin içinde bulunduğu koşulları anlatmıştım. Demokrasinin hemen her türlü koşuluna sahip ülkelerde bile faşizmin yükseldiği bir dünyada, bu koşulların hiçbirine sahip olmayan Türkiye'de Mustafa Kemal nasıl bir yönetim düşünüyordu?..
O günün dünyasında durum şuydu: Bir yanda dünyanın büyük bölümünü sömürgeleştirmiş ve bu sayede gelişmiş emperyalist ülkeler, diğer yanda yoksul sömürge ve yarı sömürge ülkeler... Ve bir de kendi özgün modelini oluşturan Sovyetler Birliği. Batı örnek alınabilir miydi?.. Hayır! Çünkü sosyal yapı Batı'nın kapitalist düzeyine taban tabana zıttı. Sermaye birikimi oluşmamış, sanayisi olmayan, işçi ve işveren sınıfları bulunmayan Türkiye'nin liberal kapitalizm ile kalkınması da mümkün değildi. Sosyalist kalkınma modeli de yine sanayi ve işçi sınıfı bulunmaması nedeniyle olabilir görünmüyordu. Kısacası, o zamanın bilinen tüm yolları, Türk toplumunun tarihsel, sınıfsal ve sosyal gerçeklerine uymuyordu..
Peki, Mustafa Kemal ne yaptı?
***
Kurtuluş Savaşı'nda ne yaptıysa onu yaptı!..
Antiemperyalist ve bağımsız çizgiden hiçbir ödün vermeden, halka ve ülke kaynaklarına dayanarak yeni bir yol bulmak... Bu yol, özgün bir örnek olarak ortaya çıktı:
- Özel girişimciliğe yer veren, ancak kapitalist olmayan, devletçiliği öne çıkaran, ancak sosyalist olmayan bir ekonomik kalkınma modeli. Yani karma ekonomi!..
İşte bu yeni yol, ülkenin silkinip kendine gelmesini ve 1929 Büyük Bunalımı'na rağmen kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomik kalkınmayı başarmasını sağladı. 1929-39 arasında tüm dünyada sanayi üretim artışı yüzde 19 iken Türkiye'de yüzde 96 olmuştu.
Gelelim devrimci kararlılığa ve Aydınlanma Devrimi'ne... Kemalist Devrim her şeyden önce bir kültür devrimidir. Amaç, çağın gereklerine uygun "yeni insanı" yaratmaktır. Batı'da koşullar, 400-500 yıllık bir süreçte yeni insanı yaratmış ve o insan da evrimi (devrimlerin de yardımıyla) gerçekleştirmiştir. Türkiye'nin ise ne böyle bir zamanı ne de lüksü vardı.. devrimin kendisi yeni insanı yaratmak zorundaydı.
Türk Devrimi, yüzlerce yıllık bir süreci 15 yıla sığdırarak "olanaksız" denileni gerçekleştirmiş, ümmetten çağdaş, bağımsız ve özgür bir ulus yaratmayı başarmıştır. Arka arkaya yapılan devrimler bunun kanıtıdır. Bu kısacık sürecin adı "Kuruluş Dönemi" dir ve tarihe Türkiye Cumhuriyeti'nin yüzünü ağartacak ilerici bir dönem olarak kazınmıştır...
Peki, bu dönem otoriter miydi? Evet, otoriterdi!.. Ama içinde demokratik unsurları olabildiğince taşıyarak!.. Ve asla zamandaşı Avrupa ülkeleri gibi totaliter (faşist) olmadı. Ayrıca o devrimler, sorarak, referandum yaparak gerçekleştirilemezdi!.. Kadının eşitliği erkeklere sorularak sağlanamazdı!.. Devrimci yönetimin otorite ve baskısı özellikle dinci gericiliği hedef almıştı ve sonuna dek doğruydu...
***
Siz hiç, demokrasi istemi dahi bulunmayan bir toplumda halka "özgürlük ve demokrasiyi" öğretmek için Medeni Bilgiler kitabı yazan bir diktatör gördünüz mü? Hiç düşündünüz mü; 20. yüzyılın büyük devrimcilerinden bazılarının heykelleri yerlerde sürüklenirken, bazılarının isimleri neredeyse tarihten silinirken Atatürk neden hâlâ halkının büyük çoğunluğunun sevgi ve saygısına sahip?.. Hollandalı profesörün hayretle sorduğu gibi, "Sovyetler yıkıldı, Yugoslavya parçalandı, Türkiye niçin hâlâ ayakta?!"
Yanıt açık; Atatürk, bir ortaçağ toplumundan yola çıktı. Yaşadığı 15 yıl gibi kısacık süreye ırk-din-cinsiyet-sınıf ayrımı olmaksızın tüm yurttaşlar arasında "hukuksal eşitliği" sığdırmayı başardı da ondan... Sevgili Ahmet Taner Kışlalı 'nın anlatımıyla, Atatürk dönemi, kendi koşulları içinde olabilecek en demokratik ve ilerici yönetimdi. Ve bu açıdan Türkiye'nin bugünkü yönetiminden daha demokratikti!..
Yine yerim bitti!.. Halbuki Kemalist devrimin etkileri, değerlendirmesi ve karşıdevrim sürecine gelemedik. Sabrınıza sığınarak, devamı haftaya...
Türk Devrimi (III)
Bu, küçük bir ders niteliğindeki dizinin son bölümüne gayet sade, bu nedenle de işbirlikçi aydınların rahatlıkla anlayabileceğini umut ettiğim iki tanımla başlayalım; ilk soru şu: Mustafa Kemal kimdir?
- Tarihin tanıdığı en cüretli, en büyük ve en kapsamlı kültür devriminin başmimarıdır.
Yerli, yabancı, eski, yeni, tanınmış, saygın tüm tarih ve siyaset bilimcilerin üzerinde birleştiği ortak görüş bu... Peki, Kemalizm (ya da Atatürkçülük) nedir?.
- Kemalizm, ilerici bir ideolojidir. Ne geçmişin bekçiliğidir, ne de kalıplaşmış bir inanç sistemi.. Değişen koşullar içinde, sürekli ve akılcı bir yenilenmeyi ve o yenilenmenin ilkelerini içerir. Kısacası Kemalizm, sürekli devrimciliktir...
Bakın, Kemalizmi demokrasi geleneği bulunmayan gelişmekte olan ülkeler için demokrasiye hazırlanma ve geçiş yolunda "en uygun ideoloji" olduğunu vurgulayan dünyaca ünlü siyaset bilimci Prof. Maurice Duverger ne diyor:
- Kemalist tek partinin birinci özelliği, demokratik bir ideolojiye sahip olmasıydı. Kemalizm tek parti rejimi olmakla birlikte asla faşizm ya da totaliterlik iddiasında bulunmadı, demokrasiyi hedeflediğini resmen hep tekrarladı... CHP hiçbir şekilde ne ideolojisi ne de yapısıyla bir faşist partiye benzemiyordu, daha çok Fransa'nın Radikal Sosyalist Partisi'ni andırıyordu...
Ergun Özbudun ise şöyle yazıyor: "Hiçbir totaliter rejim tasavvur edemeyiz ki, bir muhalefet yaratmak amacıyla kendiliğinden bir teşebbüste bulunsun.."
***
Örnek çok, yüzlerce, binlerce... Çok çarpıcı bir örnekle devam edelim; Almanya'da Nazi rejiminden kaçan 142 Yahudi ya da solcu öğretim üyesi, Batı'nın gelişmiş ve varlıklı ülkeleri dururken niçin Türkiye'ye gelmeyi tercih etti? Birçoğu dünya çapında seçkin bilim adamları olan bu kişiler niçin güç koşullar içindeki bir geri kalmış ülkede on yılı aşkın süre hizmet ettiler? Bu bilim adamlarının gelişmiş bir diktatörlükten geri kalmış bir diktatörlüğe kaçması düşünülebilir miydi?.. Geçiniz!..
Kanadalı ünlü ekonomist Prof. Michel Chossudovsky , birkaç yıl önce IMF ve Dünya Bankası marifetiyle emperyalizmin sömürgeleştirdiği gelişmekte olan ülkelere çıkış yolu olarak, "ulusal sanayinin koruma altına alınmasını, yerli üretimin teşvik edilmesini" öneriyordu. Polonyalı ünlü lider Walesa , "Sosyalizm ve kapitalizmi birlikte uygulamalı. İkisinden de yararlanarak şimdiye dek kimsenin bulamadığı yeni bir yol bulunmalı" diyordu. Halbuki, hem Kanadalı ekonomistin, hem de Walesa'nın önerileri, 1930'larda uygulanan Kemalizmin ta kendisiydi!.. Çin'in bugün uyguladığı ekonomik program ise Kemalist Kalkınma Modeli ile şaşırtıcı benzerlikler taşıyor... En önemli nokta ise; Mustafa Kemal önderliğindeki Türk Devrimi'ni halk benimsemiş ve katılmıştı. Halkın benimsemediği bir devrim hiçbir yasayla ya da zorlamayla ayakta duramaz!..
1950'den bu yana Türkiye, karşıdevrimin saflarında yer alanlar tarafından yönetiliyor. 12 Eylül ise karşıdevrimin zirveye ulaştığı dönemdir. Atatürk'ün putlaştırıldığı ama Kemalist devrimin kuyusunun kazıldığı bu dönemde resmi ideoloji olarak seçilen "Türk-İslam sentezi" ile devlet ırkçılara ve dincilere peşkeş çekilmiş ve ne yazık ki içinde yaşadığımız sürece ulaşılmıştır:
- Karanlığın kuşatmasında, aydınlığa hasret, köleliğin eşiğinde bir Türkiye!..
Bilinmelidir ki, son 50 yılın günahlarında, ihanetlerinde Kemalistlerin hiçbir sorumluluğu yoktur ve ülkeyi aydınlığa ulaştıracak olan yine onlardır...
Bu köşede yer alan birkaç örneğin bile Mustafa Kemal dönemine "gerici" etiketi yapıştırmaya çalışmanın yalnızca bilimsel değil, ahlaksal olarak da zavallı bir tutum olduğunu olanca açıklığıyla ortaya koyduğunu sanıyorum Prof. Atilla Yayla 'nın Avrupa fonlarından iki adet "ifade özgürlüğü projesi" için 450 bin Avro almasıyla ilgili yaptığı "ama başkaları da alıyor" şeklindeki savunmasını da okuyucunun takdirine bırakıyorum... Yine sevgili Kışlalı 'dan esinlenerek bitirmek istiyorum:
Öncelikle bilim insanlarının çok iyi bilmesi, özümsemesi gereken evrensel bir koşul vardır:
- Tarihsel olay ya da olgular, ancak dönemlerinin koşulları içinde değerlendirilebilir. Ancak o zaman bir anlam taşır, bilimsel değere ulaşabilir...
Prof. Atilla Yayla , geçen hafta köşemde yer alan mektubunda geliştirdiği "Ortak Medeniyet Paradigması" na göre 1925-1945 yılları arasının yeteri kadar medenileştirici olmadığını (gerici olduğunu), 1950-60 döneminin daha ilerici olduğunu ileri sürüyordu...
Bir saptamayla başlayalım; burada konu edilecek dönem 1923-1938 arasıdır. Bu dönem Atatürk 'ün ölümüyle noktalanan Kemalist dönemdir. Ardından gelen İnönü dönemi, bir ölçüde devrimlerin bekçiliğinin üstlenildiği, ancak devrimci atılımların durduğu, 46'dan itibaren de devrimin temel doğrultusundan önemli ödünlerin verildiği bir dönemdir. 1950'den bugüne dek yaşanan süreç ise Kurucu Meclis ve 61 Anayasası dışarıda tutulursa "Karşıdevrim" dönemidir.
Şimdi yukarıda sözünü ettiğim bilimsel kritere göre soralım:
- Mustafa Kemal, hangi amaca ulaşmak için yola çıktı?. O tarihte, Türkiye ve dünya koşulları nelerdi? Kemalist devrimciler o amaca yönelik olarak neleri gerçekleştirdi?. Ve Atatürk devrimi ya da Türk devrimi nereye ulaştı?
***
Önce hem dünyada hem de Türkiye'de 1923 koşullarına bakalım:
Dünya savaşından henüz çıkmış ve var gücüyle 2. Dünya Savaşı'na hazırlanılan bir dönem söz konusudur. Bu dönem, Milletler Cemiyeti'nin varlığına karşın emperyalizmin en azgın, en acımasız olduğu dönemdir. Birinci savaşın sonunda otoriter monarşiler ve hanedanlıklar sona ermiştir. Dünya üzerinde azgelişmiş olup da bağımsız kalabilmiş pek az ülke vardır ve bunların ikisi hariç (tampon bölge olan Tayland ve Afganistan), diğerleri ya ikinci savaş öncesi ya da savaş içinde emperyalistlerin çizmeleri altında ezilmiştir. Ayakta kalan tek ülke Türkiye Cumhuriyeti'dir... Üstelik aynı dönem bugünün demokratik ülkelerinin durumuna da bakmak gerekir; İtalya 1922, Portekiz 1927, Japonya 1930, Almanya 1933, İspanya 1938 yılında faşizme geçiş yaptı. Fransa ise hızla o yola kayıyordu. Diğer tarafta ise 1917 devrimini yapmış olan Sovyet Rusya, Marksizm deneyimini yaşıyordu. 1919 Versailles Barış Anlaşması yapılırken Alman heyetinde bulunan ünlü toplumbilimci Max Weber 'in şu tanımı, demokrasiye hangi gözle bakıldığını anlatmak açısından çarpıcıdır:
- Demokraside halk güvendiği bir önder seçer. Seçilen önder, "Şimdi sesinizi kesin ve bana itaat edin" der. Artık halk ve parti onun işine karışamazlar!..
Gelelim Türkiye'nin koşullarına; 1923'te nüfusun yaklaşık yüzde 90'ı, yoksulluk sınırı altında yaşayan, örgütsüz, dağınık köylülerdi. Söz konusu olan, 11 milyonluk bir ümmet toplumuydu. Ulaşım yok denecek kadar az, pazar ilişkileri ise neredeyse sıfırdı. Otomobil, kamyon gibi araçlar Anadolu'da bilinmiyordu. Toplumun ancak yüzde 5'i okuryazardı.
İleriki yıllarda (ve tabii bugün) Mustafa Kemal ve Kemalist dönemi, önce "sosyalizmi getirmediği" için, daha sonra da demokrasiyi uygulamadığı için eleştiren birtakım aydınlar, "Niçin referanduma gitmedi" diye sormayı da ihmal etmezler!.. Referandumla devrim yapıldığını (!) tarihin kaydetmemesi bir yana, insaf ve vicdan sahibi hiçbir aydın, böylesine bir istemi ileri süremez... Demokrasinin koşullarına kısaca bir göz atalım:
- Eğitim, sanayileşme, kentleşme, kişi başına düşen milli gelirin yoksulluğu geride bırakması, örgütlü toplum, yaygın ve etkili bir kitle iletişim ağı...
Aslında bunların tümünün olması bile demokrasinin kendiliğinden oluşacağı anlamına gelmez. Bir de öznel koşul vardır: Demokratik kültür!. Yaşam biçimine dönüşecek bir demokratik ortam ancak zamanla oluşur. O zamanın Anadolu'sunda saydıklarımın biri bile yoktu!. Yukarıda saydıklarıma eklemeliyim; kişi başına milli gelir 70 dolardı. Telefon, o da manyetolu olarak yalnızca devlet kurumlarında mevcuttu...
Peki, Mustafa Kemal ne yaptı, hangi yolu seçti ve nereye ulaştı?
İşbirlikçiye anlayacağı dilden bir yanıt vermek istediğim için devamı haftaya...
Türk Devrimi (II)
Geçen hafta, 1923'te dünyanın ve Türkiye'nin içinde bulunduğu koşulları anlatmıştım. Demokrasinin hemen her türlü koşuluna sahip ülkelerde bile faşizmin yükseldiği bir dünyada, bu koşulların hiçbirine sahip olmayan Türkiye'de Mustafa Kemal nasıl bir yönetim düşünüyordu?..
O günün dünyasında durum şuydu: Bir yanda dünyanın büyük bölümünü sömürgeleştirmiş ve bu sayede gelişmiş emperyalist ülkeler, diğer yanda yoksul sömürge ve yarı sömürge ülkeler... Ve bir de kendi özgün modelini oluşturan Sovyetler Birliği. Batı örnek alınabilir miydi?.. Hayır! Çünkü sosyal yapı Batı'nın kapitalist düzeyine taban tabana zıttı. Sermaye birikimi oluşmamış, sanayisi olmayan, işçi ve işveren sınıfları bulunmayan Türkiye'nin liberal kapitalizm ile kalkınması da mümkün değildi. Sosyalist kalkınma modeli de yine sanayi ve işçi sınıfı bulunmaması nedeniyle olabilir görünmüyordu. Kısacası, o zamanın bilinen tüm yolları, Türk toplumunun tarihsel, sınıfsal ve sosyal gerçeklerine uymuyordu..
Peki, Mustafa Kemal ne yaptı?
***
Kurtuluş Savaşı'nda ne yaptıysa onu yaptı!..
Antiemperyalist ve bağımsız çizgiden hiçbir ödün vermeden, halka ve ülke kaynaklarına dayanarak yeni bir yol bulmak... Bu yol, özgün bir örnek olarak ortaya çıktı:
- Özel girişimciliğe yer veren, ancak kapitalist olmayan, devletçiliği öne çıkaran, ancak sosyalist olmayan bir ekonomik kalkınma modeli. Yani karma ekonomi!..
İşte bu yeni yol, ülkenin silkinip kendine gelmesini ve 1929 Büyük Bunalımı'na rağmen kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomik kalkınmayı başarmasını sağladı. 1929-39 arasında tüm dünyada sanayi üretim artışı yüzde 19 iken Türkiye'de yüzde 96 olmuştu.
Gelelim devrimci kararlılığa ve Aydınlanma Devrimi'ne... Kemalist Devrim her şeyden önce bir kültür devrimidir. Amaç, çağın gereklerine uygun "yeni insanı" yaratmaktır. Batı'da koşullar, 400-500 yıllık bir süreçte yeni insanı yaratmış ve o insan da evrimi (devrimlerin de yardımıyla) gerçekleştirmiştir. Türkiye'nin ise ne böyle bir zamanı ne de lüksü vardı.. devrimin kendisi yeni insanı yaratmak zorundaydı.
Türk Devrimi, yüzlerce yıllık bir süreci 15 yıla sığdırarak "olanaksız" denileni gerçekleştirmiş, ümmetten çağdaş, bağımsız ve özgür bir ulus yaratmayı başarmıştır. Arka arkaya yapılan devrimler bunun kanıtıdır. Bu kısacık sürecin adı "Kuruluş Dönemi" dir ve tarihe Türkiye Cumhuriyeti'nin yüzünü ağartacak ilerici bir dönem olarak kazınmıştır...
Peki, bu dönem otoriter miydi? Evet, otoriterdi!.. Ama içinde demokratik unsurları olabildiğince taşıyarak!.. Ve asla zamandaşı Avrupa ülkeleri gibi totaliter (faşist) olmadı. Ayrıca o devrimler, sorarak, referandum yaparak gerçekleştirilemezdi!.. Kadının eşitliği erkeklere sorularak sağlanamazdı!.. Devrimci yönetimin otorite ve baskısı özellikle dinci gericiliği hedef almıştı ve sonuna dek doğruydu...
***
Siz hiç, demokrasi istemi dahi bulunmayan bir toplumda halka "özgürlük ve demokrasiyi" öğretmek için Medeni Bilgiler kitabı yazan bir diktatör gördünüz mü? Hiç düşündünüz mü; 20. yüzyılın büyük devrimcilerinden bazılarının heykelleri yerlerde sürüklenirken, bazılarının isimleri neredeyse tarihten silinirken Atatürk neden hâlâ halkının büyük çoğunluğunun sevgi ve saygısına sahip?.. Hollandalı profesörün hayretle sorduğu gibi, "Sovyetler yıkıldı, Yugoslavya parçalandı, Türkiye niçin hâlâ ayakta?!"
Yanıt açık; Atatürk, bir ortaçağ toplumundan yola çıktı. Yaşadığı 15 yıl gibi kısacık süreye ırk-din-cinsiyet-sınıf ayrımı olmaksızın tüm yurttaşlar arasında "hukuksal eşitliği" sığdırmayı başardı da ondan... Sevgili Ahmet Taner Kışlalı 'nın anlatımıyla, Atatürk dönemi, kendi koşulları içinde olabilecek en demokratik ve ilerici yönetimdi. Ve bu açıdan Türkiye'nin bugünkü yönetiminden daha demokratikti!..
Yine yerim bitti!.. Halbuki Kemalist devrimin etkileri, değerlendirmesi ve karşıdevrim sürecine gelemedik. Sabrınıza sığınarak, devamı haftaya...
Türk Devrimi (III)
Bu, küçük bir ders niteliğindeki dizinin son bölümüne gayet sade, bu nedenle de işbirlikçi aydınların rahatlıkla anlayabileceğini umut ettiğim iki tanımla başlayalım; ilk soru şu: Mustafa Kemal kimdir?
- Tarihin tanıdığı en cüretli, en büyük ve en kapsamlı kültür devriminin başmimarıdır.
Yerli, yabancı, eski, yeni, tanınmış, saygın tüm tarih ve siyaset bilimcilerin üzerinde birleştiği ortak görüş bu... Peki, Kemalizm (ya da Atatürkçülük) nedir?.
- Kemalizm, ilerici bir ideolojidir. Ne geçmişin bekçiliğidir, ne de kalıplaşmış bir inanç sistemi.. Değişen koşullar içinde, sürekli ve akılcı bir yenilenmeyi ve o yenilenmenin ilkelerini içerir. Kısacası Kemalizm, sürekli devrimciliktir...
Bakın, Kemalizmi demokrasi geleneği bulunmayan gelişmekte olan ülkeler için demokrasiye hazırlanma ve geçiş yolunda "en uygun ideoloji" olduğunu vurgulayan dünyaca ünlü siyaset bilimci Prof. Maurice Duverger ne diyor:
- Kemalist tek partinin birinci özelliği, demokratik bir ideolojiye sahip olmasıydı. Kemalizm tek parti rejimi olmakla birlikte asla faşizm ya da totaliterlik iddiasında bulunmadı, demokrasiyi hedeflediğini resmen hep tekrarladı... CHP hiçbir şekilde ne ideolojisi ne de yapısıyla bir faşist partiye benzemiyordu, daha çok Fransa'nın Radikal Sosyalist Partisi'ni andırıyordu...
Ergun Özbudun ise şöyle yazıyor: "Hiçbir totaliter rejim tasavvur edemeyiz ki, bir muhalefet yaratmak amacıyla kendiliğinden bir teşebbüste bulunsun.."
***
Örnek çok, yüzlerce, binlerce... Çok çarpıcı bir örnekle devam edelim; Almanya'da Nazi rejiminden kaçan 142 Yahudi ya da solcu öğretim üyesi, Batı'nın gelişmiş ve varlıklı ülkeleri dururken niçin Türkiye'ye gelmeyi tercih etti? Birçoğu dünya çapında seçkin bilim adamları olan bu kişiler niçin güç koşullar içindeki bir geri kalmış ülkede on yılı aşkın süre hizmet ettiler? Bu bilim adamlarının gelişmiş bir diktatörlükten geri kalmış bir diktatörlüğe kaçması düşünülebilir miydi?.. Geçiniz!..
Kanadalı ünlü ekonomist Prof. Michel Chossudovsky , birkaç yıl önce IMF ve Dünya Bankası marifetiyle emperyalizmin sömürgeleştirdiği gelişmekte olan ülkelere çıkış yolu olarak, "ulusal sanayinin koruma altına alınmasını, yerli üretimin teşvik edilmesini" öneriyordu. Polonyalı ünlü lider Walesa , "Sosyalizm ve kapitalizmi birlikte uygulamalı. İkisinden de yararlanarak şimdiye dek kimsenin bulamadığı yeni bir yol bulunmalı" diyordu. Halbuki, hem Kanadalı ekonomistin, hem de Walesa'nın önerileri, 1930'larda uygulanan Kemalizmin ta kendisiydi!.. Çin'in bugün uyguladığı ekonomik program ise Kemalist Kalkınma Modeli ile şaşırtıcı benzerlikler taşıyor... En önemli nokta ise; Mustafa Kemal önderliğindeki Türk Devrimi'ni halk benimsemiş ve katılmıştı. Halkın benimsemediği bir devrim hiçbir yasayla ya da zorlamayla ayakta duramaz!..
1950'den bu yana Türkiye, karşıdevrimin saflarında yer alanlar tarafından yönetiliyor. 12 Eylül ise karşıdevrimin zirveye ulaştığı dönemdir. Atatürk'ün putlaştırıldığı ama Kemalist devrimin kuyusunun kazıldığı bu dönemde resmi ideoloji olarak seçilen "Türk-İslam sentezi" ile devlet ırkçılara ve dincilere peşkeş çekilmiş ve ne yazık ki içinde yaşadığımız sürece ulaşılmıştır:
- Karanlığın kuşatmasında, aydınlığa hasret, köleliğin eşiğinde bir Türkiye!..
Bilinmelidir ki, son 50 yılın günahlarında, ihanetlerinde Kemalistlerin hiçbir sorumluluğu yoktur ve ülkeyi aydınlığa ulaştıracak olan yine onlardır...
Bu köşede yer alan birkaç örneğin bile Mustafa Kemal dönemine "gerici" etiketi yapıştırmaya çalışmanın yalnızca bilimsel değil, ahlaksal olarak da zavallı bir tutum olduğunu olanca açıklığıyla ortaya koyduğunu sanıyorum Prof. Atilla Yayla 'nın Avrupa fonlarından iki adet "ifade özgürlüğü projesi" için 450 bin Avro almasıyla ilgili yaptığı "ama başkaları da alıyor" şeklindeki savunmasını da okuyucunun takdirine bırakıyorum... Yine sevgili Kışlalı 'dan esinlenerek bitirmek istiyorum:
- Ölümünün 68. yıldönümünde, sağdan, sol(!)dan en aşağılık saldırılara hedef olan bir "diktatörü" (!) en içten saygı ve sevgilerimle selamlıyorum...
Ümit Zileli
www.haber3.com
Ümit Zileli
www.haber3.com