İki Analiz
Politika sosyoloğu Gürbüz EVREN in iki mektubu geçti elime Bazı yerlerini sakıncalı olduğundnan kendisi çıkarmış ama analizler çok güzel bilmem siz ne düşüneceksiniz. Önce ilki....
Birinci Mektup
28 Haziran 1999
Değerli büyüğüm Sayın Başbakan Bülent Ecevit,
18 Nisan 1999 seçiminin sonuçları mutlaka doğru okunmalıdır. Aksi takdirde Türkiye’yi çok büyük bir tehlike beklemektedir. Siyasal İslam her geçen gün alan kazanmakta, önümüzdeki seçime kadar tek başına iktidara gelmenin hesaplarını yapmaktadır. Yanlış okumadınız, “Tek başına iktidar” ifadesini kullandım. Bu, kabul edilmesi mümkün olmayan bir iddia gibi gelebilir. Belki de bu düşüncemi deli saçması sayabilirsiniz.
Öncelikle belirteyim ki, 18 Nisan 1999 seçiminin galibi, oyların % 22’sini alan DSP değildir. Yerel seçimin de 18 Nisan’da yapıldığını anımsarsak, bu seçimin gerçek galibi milletvekili sayısı düşmesine karşın, yerel seçimde % 23 oy oranına ulaşarak birinci parti olan ve elindeki belediye sayısını arttıran (Refah Partisi) Fazilet Partisi’dir.
Siyasal İslam, halkla en yakın ilişkilerin belediye yönetimleri aracılığıyla kurulacağı bilinciyle hareket etmektedir. Çünkü bu kesim, diğer siyasi partilere göre toplumdaki değişimin sosyolojik, psikolojik ve ekonomik analizlerini daha iyi yaparak, özellikle anakentlerde artan yoksulluğu seçim sandığında oya dönüştürmenin yöntemlerini belirlemiş, belediyeleri de bu yönde kullanmaktadır.
Türkiye, 1980’li yıllardan itibaren çok önemli iki değişim yaşamıştır.
12 Eylül darbesinin ardından toplum çok ciddi bir depolitizasyon sürecine itilmiş, kitlelerin apolitikleştirilmesi hedeflenmiş, özellikle sol büyük bir baskı altına alınarak ezilmiş, Amerikan yanlısı İslamcı gruplar kollanmış, Türk siyasetindeki dengeler hızla değişmeye başlamıştır.
Yükselen bölücü terör nedeniyle Doğu ve Güneydoğu bölgelerinden anakentlere göç başlamıştır. Anakentler ayrıca, kırsal kesimde yaşanan yoksulluk nedeniyle, ülkenin diğer bölgelerinden de göç almıştır, almaya devam etmektedir.
Şimdi bu iki önemli maddeyi biraz açalım. İç göç nedeniyle anakentleri kuşatan varoşlar sürekli büyümüş, buralarda yaşayan insanların büyük bir bölümü kent yaşamıyla bütünleşemediği için “kent köylü” olarak adlandıracağımız kitleler ortaya çıkmıştır. Diğer yandan depolitizasyon süreci de şov, magazin, eğlence, dedikodu, arabesk, futbol gibi kitleleri uyuşturmaya, düşündürmemeye yönelik programlara ağırlık veren bir medyanın katkısıyla daha da hızlanmıştır.
Ülke nüfusunun yoğunlaştığı İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Bursa, Mersin gibi anakentlerin çıkardığı toplam milletvekilli sayısına bakılırsa, bu illerde çoğunluğu sağlayan siyasi partinin seçimlerden birinci parti olarak çıkabileceği görülecektir. İşte bu nedenle iç göçün tetiklediği bir diğer değişiklik de, siyasi partiler arasındaki dengelerinin belirlenmesinde yaşanmaya başlanmıştır.
Varoş olarak adlandırılan kenar mahallelerde oturanlar, artık anakentlerin seçmen nüfusunun yüzde 65’ini oluşturuyor. Ve bu kitlelerin yöneldiği siyasi partinin, seçimlerden başarıyla çıkması kaçınılmazdır. Buna karşın, sayısal azınlığa düştüğü gözlemlenen Atatürkçü, cumhuriyet ilkelerine bağlı kesimler ise, anakentlerin belirli merkezlerine sıkışmakta ya da yeni kurulan uydu kentlerde yoğunlaşmaktadır. Bu, aynı kentlerde, yaşam tarzları, siyasi tercihleri, dünya görüşleri birbirinden farklı iki toplumun doğmasına ve giderek daha belirgin bir şekilde birbirinden ayrılması gibi sıkıntılı bir duruma neden olmaktadır.
Siyasal İslamcı kesim, anakentlerde yaşayan seçmen kitlelerinin büyük bölümünün yoksullardan oluştuğu gerçeğini kavramış ve bu insanların somut taleplerinin özellikle günlük ihtiyaçları kapsadığını anlamıştır. Bu nedenle var gücüyle belediye yönetimlerini ele geçirmeye ve belediyelerin olanaklarını yoksullar için kullanmaya çalışan Siyasal İslam’ın her geçen gün büyüyen yeşil sermayeyi de arkasına alması tehlikenin boyutlarını büyütmektedir.
Siyasal İslamcı kesim Türkiye’de, Mısır kökenli bir örgüt olan “Müslüman Kardeşler” modelini yerleştirmeye çalışmaktadır. Bu model, “Toplum içinde alternatif toplum” yaratmayı hedefler. Modele göre, yoksul yığınlar ve az gelirli kesimlerin en temel gereksinimleri belirlenir. Ardından, ücretsiz sağlık hizmeti sunan hastaneler ve sağlık merkezleri kurulur, öğrencilere sürekli artan sayıda burs sağlanır, dini eğitim veren kuruluşlar yaygınlaştırılır, daha çok insanı doyuracak aşevi açılır, daha geniş yığınları giydiren, maddi yardım dağıtan hayır kuruluşları çoğaltılır. Düğün, bayram, doğum gibi özel günlerde insanlara yalnız olmadıklarını hissettirecek ziyaretler yapılır, hediyeler verilir. Kısacası bir süre sonra, mevcut düzenin sorunlarını çözemediğine, kendilerine devletin değil de, İslam Dini’nin sahip çıktığına inandırılmış, giyimiyle, yaşam tarzıyla ülke toplumunun bir bölümünden farklı, dini motiflerle süslenmiş, giderek toplumun geri kalanına etki etmeye, baskı altına almaya çalışan bir toplum yaratılır.
Türkiye’de, Siyasal İslam’ın sahip olduğu özel hastaneler, dershaneler, özel okullar, Kur’an kursları, yurtlar, işadamları, fabrikalar, hayır kuruluşları, aşevleri, medya kuruluşları, yukarıdaki tablonun bir benzeri değil mi? Siyasal İslam, sıraladığım alanlarda her geçen gün daha da güçlenmiyor mu?
Değerli büyüğüm Sayın Ecevit, bilinmesi gereken bir başka gerçek ise, önümüzdeki dönemde Türkiye’deki Siyasal İslam’ın ABD tarafından kontrol altına alınmak ve sonra da kullanılmak isteneceğidir. Bu, “Amerikan usulü İslam” ya da “Ilımlı İslam” olarak tanımlanan modelin yaşama geçirilmesi için Türkiye’ye yönelik yeni politikalar anlamına gelir. İşte bu nedenle, büyük bir olasılıkla Refah ve Fazilet partilerinin kadrolarından yeni bir parti kurabilir.
28 Şubat sonrası söz konusu partilerin kadroları içinde şimdilik su yüzüne çıkmayan bir ayrışma sürecinin başladığını görüyorum. ABD’nin bu süreci kontrol altına aldığı ve yönlendirdiğine ilişkin ciddi bulgular var. ABD, Ilımlı İslam modelinin Türkiye’deki savunucularını Refah ve Fazilet kadrolarının içinden çıkarmanın peşindedir. ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nden ve özellikle İstanbul Konsolosluğu’ndan yetkililer Siyasal İslam’ın elindeki İstanbul Belediyesi yöneticileriyle çok sık görüşmeleri, yakın temas içinde olmaları hayra yorulacak bir durum değildir. Bu durum, aradıkları isimler İstanbul Belediyesi’nde mi var sorusunu aklıma getirmiyor değil.
Değerli büyüğüm Sayın Başbakan, yoksulluk Türkiye’nin en önemli gerçeklerinden biridir. Siyasal İslamcı kesim “sadaka” gibi dağıttığı erzak torbaları, odun, kömür, çeyrek altın, giyecek, cep harçlığı, kırtasiye gibi yardımlarla kendisine muhtaç halk yığınları yaratmaktadır. Süreç, söz konusu kitlelerin Siyasal İslam’a bağımlı olması yönünde hızla işlemektedir. Siyasal İslamcı kesimin, yoksul kitleleri cemaatleşmeye götüren çalışmaları zaman zaman kesintiye uğrayıp, katıldığı seçimlerde bir miktar oy yitirse de, her seçimde kemikleşmiş oy olarak tanımlanan seçmen kitlesi büyümektedir. Siyasal İslam için önemli olan da, dönemsel nedenlerden ötürü kendisine oy verenler değil, kemikleşmiş, yani artık hiçbir siyasi partiye gitmesi mümkün olmayan fanatik kesimi büyütmek ve çoğunluk yapmaktır.
Siyasal İslam’ın yoksulları cemaatleştirmeye götüren ve bugüne kadar da başarıyla sürdüğünü gördüğümüz çalışmasının önüne geçmek ve ne yapmalı sorusuna yanıt vermek için uzun süredir üzerinde çalıştığım bir projeyi, aşağıda birkaç başlık altında sıralıyorum. Sizden tek beklentim, projenin uygulanması için gerekli grubu oluşturmama müsaade etmeniz ve beni proje sorumlusu olarak görevlendirmenizdir.
Çalışma modeli:
…………….
Değerli büyüğüm Sayın Ecevit, bu yazı elinize ulaşır da okursanız, lütfen beni makam peşinde koşan, komplo teorileri üreten birisi olarak değerlendirmeyin. Benim gibi gerçekleri gören, geleceği okuyan sorumlu vatandaşlar var. Tek farkım, birçok insanın düşündüğünü satırlara dökmem olabilir. Size ve Sayın Rahşan Ecevit’e daha önce de birçok kez yazdım. DSP Genel Merkezi’ne ve Başbakanlık Özel Kalemi’ne gönderdiğim yazılarımın hiçbirine yanıt alamadım. Buna kendim için değil, ülkemin geleceği adına üzülüyorum. Yakın çevrenizi aşarak size ulaşmanın ne kadar zor olduğunu görüyorum, ama çocukluğumdan buyana Ecevit sevgisiyle yetiştirilmiş bir Türk genci olarak 1998’de döndüğüm ülkemde, keşke tek bir yazım ciddiye alınsa da, bana yanıt ve görev verilse diye bekliyorum. Birgün bir şeyler yapalım denildiğinde çok ama çok geç olabilir.
Gürbüz Evren
Politika Sosyoloğu
Birinci Mektup
28 Haziran 1999
Değerli büyüğüm Sayın Başbakan Bülent Ecevit,
18 Nisan 1999 seçiminin sonuçları mutlaka doğru okunmalıdır. Aksi takdirde Türkiye’yi çok büyük bir tehlike beklemektedir. Siyasal İslam her geçen gün alan kazanmakta, önümüzdeki seçime kadar tek başına iktidara gelmenin hesaplarını yapmaktadır. Yanlış okumadınız, “Tek başına iktidar” ifadesini kullandım. Bu, kabul edilmesi mümkün olmayan bir iddia gibi gelebilir. Belki de bu düşüncemi deli saçması sayabilirsiniz.
Öncelikle belirteyim ki, 18 Nisan 1999 seçiminin galibi, oyların % 22’sini alan DSP değildir. Yerel seçimin de 18 Nisan’da yapıldığını anımsarsak, bu seçimin gerçek galibi milletvekili sayısı düşmesine karşın, yerel seçimde % 23 oy oranına ulaşarak birinci parti olan ve elindeki belediye sayısını arttıran (Refah Partisi) Fazilet Partisi’dir.
Siyasal İslam, halkla en yakın ilişkilerin belediye yönetimleri aracılığıyla kurulacağı bilinciyle hareket etmektedir. Çünkü bu kesim, diğer siyasi partilere göre toplumdaki değişimin sosyolojik, psikolojik ve ekonomik analizlerini daha iyi yaparak, özellikle anakentlerde artan yoksulluğu seçim sandığında oya dönüştürmenin yöntemlerini belirlemiş, belediyeleri de bu yönde kullanmaktadır.
Türkiye, 1980’li yıllardan itibaren çok önemli iki değişim yaşamıştır.
12 Eylül darbesinin ardından toplum çok ciddi bir depolitizasyon sürecine itilmiş, kitlelerin apolitikleştirilmesi hedeflenmiş, özellikle sol büyük bir baskı altına alınarak ezilmiş, Amerikan yanlısı İslamcı gruplar kollanmış, Türk siyasetindeki dengeler hızla değişmeye başlamıştır.
Yükselen bölücü terör nedeniyle Doğu ve Güneydoğu bölgelerinden anakentlere göç başlamıştır. Anakentler ayrıca, kırsal kesimde yaşanan yoksulluk nedeniyle, ülkenin diğer bölgelerinden de göç almıştır, almaya devam etmektedir.
Şimdi bu iki önemli maddeyi biraz açalım. İç göç nedeniyle anakentleri kuşatan varoşlar sürekli büyümüş, buralarda yaşayan insanların büyük bir bölümü kent yaşamıyla bütünleşemediği için “kent köylü” olarak adlandıracağımız kitleler ortaya çıkmıştır. Diğer yandan depolitizasyon süreci de şov, magazin, eğlence, dedikodu, arabesk, futbol gibi kitleleri uyuşturmaya, düşündürmemeye yönelik programlara ağırlık veren bir medyanın katkısıyla daha da hızlanmıştır.
Ülke nüfusunun yoğunlaştığı İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Bursa, Mersin gibi anakentlerin çıkardığı toplam milletvekilli sayısına bakılırsa, bu illerde çoğunluğu sağlayan siyasi partinin seçimlerden birinci parti olarak çıkabileceği görülecektir. İşte bu nedenle iç göçün tetiklediği bir diğer değişiklik de, siyasi partiler arasındaki dengelerinin belirlenmesinde yaşanmaya başlanmıştır.
Varoş olarak adlandırılan kenar mahallelerde oturanlar, artık anakentlerin seçmen nüfusunun yüzde 65’ini oluşturuyor. Ve bu kitlelerin yöneldiği siyasi partinin, seçimlerden başarıyla çıkması kaçınılmazdır. Buna karşın, sayısal azınlığa düştüğü gözlemlenen Atatürkçü, cumhuriyet ilkelerine bağlı kesimler ise, anakentlerin belirli merkezlerine sıkışmakta ya da yeni kurulan uydu kentlerde yoğunlaşmaktadır. Bu, aynı kentlerde, yaşam tarzları, siyasi tercihleri, dünya görüşleri birbirinden farklı iki toplumun doğmasına ve giderek daha belirgin bir şekilde birbirinden ayrılması gibi sıkıntılı bir duruma neden olmaktadır.
Siyasal İslamcı kesim, anakentlerde yaşayan seçmen kitlelerinin büyük bölümünün yoksullardan oluştuğu gerçeğini kavramış ve bu insanların somut taleplerinin özellikle günlük ihtiyaçları kapsadığını anlamıştır. Bu nedenle var gücüyle belediye yönetimlerini ele geçirmeye ve belediyelerin olanaklarını yoksullar için kullanmaya çalışan Siyasal İslam’ın her geçen gün büyüyen yeşil sermayeyi de arkasına alması tehlikenin boyutlarını büyütmektedir.
Siyasal İslamcı kesim Türkiye’de, Mısır kökenli bir örgüt olan “Müslüman Kardeşler” modelini yerleştirmeye çalışmaktadır. Bu model, “Toplum içinde alternatif toplum” yaratmayı hedefler. Modele göre, yoksul yığınlar ve az gelirli kesimlerin en temel gereksinimleri belirlenir. Ardından, ücretsiz sağlık hizmeti sunan hastaneler ve sağlık merkezleri kurulur, öğrencilere sürekli artan sayıda burs sağlanır, dini eğitim veren kuruluşlar yaygınlaştırılır, daha çok insanı doyuracak aşevi açılır, daha geniş yığınları giydiren, maddi yardım dağıtan hayır kuruluşları çoğaltılır. Düğün, bayram, doğum gibi özel günlerde insanlara yalnız olmadıklarını hissettirecek ziyaretler yapılır, hediyeler verilir. Kısacası bir süre sonra, mevcut düzenin sorunlarını çözemediğine, kendilerine devletin değil de, İslam Dini’nin sahip çıktığına inandırılmış, giyimiyle, yaşam tarzıyla ülke toplumunun bir bölümünden farklı, dini motiflerle süslenmiş, giderek toplumun geri kalanına etki etmeye, baskı altına almaya çalışan bir toplum yaratılır.
Türkiye’de, Siyasal İslam’ın sahip olduğu özel hastaneler, dershaneler, özel okullar, Kur’an kursları, yurtlar, işadamları, fabrikalar, hayır kuruluşları, aşevleri, medya kuruluşları, yukarıdaki tablonun bir benzeri değil mi? Siyasal İslam, sıraladığım alanlarda her geçen gün daha da güçlenmiyor mu?
Değerli büyüğüm Sayın Ecevit, bilinmesi gereken bir başka gerçek ise, önümüzdeki dönemde Türkiye’deki Siyasal İslam’ın ABD tarafından kontrol altına alınmak ve sonra da kullanılmak isteneceğidir. Bu, “Amerikan usulü İslam” ya da “Ilımlı İslam” olarak tanımlanan modelin yaşama geçirilmesi için Türkiye’ye yönelik yeni politikalar anlamına gelir. İşte bu nedenle, büyük bir olasılıkla Refah ve Fazilet partilerinin kadrolarından yeni bir parti kurabilir.
28 Şubat sonrası söz konusu partilerin kadroları içinde şimdilik su yüzüne çıkmayan bir ayrışma sürecinin başladığını görüyorum. ABD’nin bu süreci kontrol altına aldığı ve yönlendirdiğine ilişkin ciddi bulgular var. ABD, Ilımlı İslam modelinin Türkiye’deki savunucularını Refah ve Fazilet kadrolarının içinden çıkarmanın peşindedir. ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nden ve özellikle İstanbul Konsolosluğu’ndan yetkililer Siyasal İslam’ın elindeki İstanbul Belediyesi yöneticileriyle çok sık görüşmeleri, yakın temas içinde olmaları hayra yorulacak bir durum değildir. Bu durum, aradıkları isimler İstanbul Belediyesi’nde mi var sorusunu aklıma getirmiyor değil.
Değerli büyüğüm Sayın Başbakan, yoksulluk Türkiye’nin en önemli gerçeklerinden biridir. Siyasal İslamcı kesim “sadaka” gibi dağıttığı erzak torbaları, odun, kömür, çeyrek altın, giyecek, cep harçlığı, kırtasiye gibi yardımlarla kendisine muhtaç halk yığınları yaratmaktadır. Süreç, söz konusu kitlelerin Siyasal İslam’a bağımlı olması yönünde hızla işlemektedir. Siyasal İslamcı kesimin, yoksul kitleleri cemaatleşmeye götüren çalışmaları zaman zaman kesintiye uğrayıp, katıldığı seçimlerde bir miktar oy yitirse de, her seçimde kemikleşmiş oy olarak tanımlanan seçmen kitlesi büyümektedir. Siyasal İslam için önemli olan da, dönemsel nedenlerden ötürü kendisine oy verenler değil, kemikleşmiş, yani artık hiçbir siyasi partiye gitmesi mümkün olmayan fanatik kesimi büyütmek ve çoğunluk yapmaktır.
Siyasal İslam’ın yoksulları cemaatleştirmeye götüren ve bugüne kadar da başarıyla sürdüğünü gördüğümüz çalışmasının önüne geçmek ve ne yapmalı sorusuna yanıt vermek için uzun süredir üzerinde çalıştığım bir projeyi, aşağıda birkaç başlık altında sıralıyorum. Sizden tek beklentim, projenin uygulanması için gerekli grubu oluşturmama müsaade etmeniz ve beni proje sorumlusu olarak görevlendirmenizdir.
Çalışma modeli:
…………….
Değerli büyüğüm Sayın Ecevit, bu yazı elinize ulaşır da okursanız, lütfen beni makam peşinde koşan, komplo teorileri üreten birisi olarak değerlendirmeyin. Benim gibi gerçekleri gören, geleceği okuyan sorumlu vatandaşlar var. Tek farkım, birçok insanın düşündüğünü satırlara dökmem olabilir. Size ve Sayın Rahşan Ecevit’e daha önce de birçok kez yazdım. DSP Genel Merkezi’ne ve Başbakanlık Özel Kalemi’ne gönderdiğim yazılarımın hiçbirine yanıt alamadım. Buna kendim için değil, ülkemin geleceği adına üzülüyorum. Yakın çevrenizi aşarak size ulaşmanın ne kadar zor olduğunu görüyorum, ama çocukluğumdan buyana Ecevit sevgisiyle yetiştirilmiş bir Türk genci olarak 1998’de döndüğüm ülkemde, keşke tek bir yazım ciddiye alınsa da, bana yanıt ve görev verilse diye bekliyorum. Birgün bir şeyler yapalım denildiğinde çok ama çok geç olabilir.
Gürbüz Evren
Politika Sosyoloğu