Kimseden çekmedim avukatlardan çektiğim kadar
Kimseden çekmedim avukatlardan çektiğim kadar
http://www.gunisigihukuk.com/images/...ekmedim_bu.jpg
Figen Erbek
Avukat, İstanbul Barosu
Her yıl 5 Nisan’da avukatlar gününü kutluyoruz. Her 5 Nisan’da yargıdan, adliyelerden bahsediyor, şikayet ediyor ya da olması gerekenleri söylüyoruz. Bu 5 Nisan’da ise mesleki yaşamımızdaki sorunlardan bahsedelim biraz. Yargının içler acısı halinden, duruşma kapılarında beklemekten, hakim ve savcıların avukatlara karşı olan tutumlarından ya da İstanbul’da her ilçede bir adliye olması nedeniyle yaşadığımız sıkıntılardan değil; avukatlar olarak birbirimizle olan mesleki ilişkilerimizden bahsedelim. Daha doğrusu avukatlar arasında yaşanan/yaşadığımız ve son zamanlarda hukuk fakültelerinin artmasıyla da giderek artan mesleki deformasyondan bahsedelim.
Öyle ya; hep “dışımızdakilerden” şikayet ediyor, avukatların davranışlarından kaynaklı şikayetlerimizi ise sadece dost sohbetlerine konu ediyoruz.
Öncelikle avukatların, stajyer avukatlara-meslektaş adaylarına- karşı olan tutumlarına değinmek gerekir. Ne de olsa ağaç yaş iken eğdirilir(!) Stajyer avukatların hemen hepsi avukatlık stajlarını yeterli kalite ve düzeyde yapamadıklarından şikayet ederler. Stajyer avukatlar, yasal mevzuat ve Türkiye Barolar Birliği’nin uygulamaları nedeniyle yaşadıkları sorunların yanında, bir de staj yaptıkları avukatların yanında pek çok sorunla karşılaşmaktadırlar.
Mesleğe çoğunlukla, “bayan stajyer avukat” arayan iş ilanlarıyla ilk adımlarını atan stajyerler mesleğe hazırlık için çok önemli bu dönemi ya sekreterlik yaparak, telefonlara bakarak, ofis boy vasfında çalıştırılarak ya da icra hukuku yoğunluklu bürolarda tüm dönemleri boyunca takip memuru gibi görevlendirilerek geçirmektedirler. Öncelikle biz avukatlar tarafından yok sayılır ve hiçbir şekilde, yarın kendileri ile meslektaş olarak karşılaşacakları düşünülmez. Müvekkil ile ilişki kurması, dava dilekçesi hazırlaması, meslek etiği ve avukatlık mesleğinin temel ilkeleri öğretilmez.
Hemen hepimiz, staj dönemlerimizde, bizleri mesleğe karşı olumsuz düşündüren veya mesleği bırakmamıza neden olacak bir süreç yaşamışızdır.
Avukat yanında çalışan işçi avukatların durumu ise daha vahimdir. Avukatlar emir eri gibi görülürler neredeyse. Vekil olarak takip ettikleri davalarda hukuki ve cezai sorumlulukları olmasına rağmen yetkileri aldıkları talimatlarla sınırlıdır, inisiyatif kullanamazlar. Sabah sekiz, akşam altı mesaisi yaptırılır, tıpkı parça başı çalışan işçiler gibi. Avukatlıkta önemli olan işin sorumluluk bilinci ve disiplin içinde yapılması gerektiği gözetilmez, öğretilmez. Çalışılan bürolarda patron avukatların talimatları önemlidir.
Kurum avukatları dahi hasım vekalet ücretlerini alırlarken işçi avukatlar sadece aldıkları maaşla yetinirler, dava almaları engellenir. Avukatların özgür çalışmaları gerektiği gözardı edilir ve bazen almak istemeyecekleri davaları reddetme şansları olmadığı için bağımsız çalışılması halinde kabul etmeyecekleri dava dosyalarını takiple görevlendirilirler. Sigortalı olarak çalışmalarına rağmen, bazen sigorta açılışı Kuruma bildirilmez ve sigorta bedelleri ödenmez. Dolayısıyla mesleğe başladıklarında topluluk sigortasına borçlu olduklarını barolarda öğrenirler. Yani mesleğe borçlu başlarlar.
Peki avukatların birbirleri ile ilişkileri nasıldır?
Düşündüğümüz zaman pratikte yaşanan sorunların büyük kısmının biz avukatlardan kaynaklı olduğu sonucuna varmak zor değil. Mesleğe, meslek etiğine ve meslek kurallarına ne kadar uyuyor, en önemlisi örgütlü olarak ne kadar hareket ediyoruz.
Avukatlık bir mesleki deformasyon süreci yaşamaktadır. Mahkeme kapılarında duruşma beklerken, duruşma sırasında, icra dairelerinde işimizi yaparken, hacizlerde, mahkeme kalemlerde gün geçmiyor ki bir sorun yaşanmasın. Karşılaşılan sorunu, sadece sorunu birebir yaşayan meslektaşımızın meselesi olarak görmek, yaşanan sıkıntıların kaynaklarından birini teşkil etmektedir. Hepimiz bir şeylerden şikayet ederiz, ama şikayeti gidermek için neredeyse hiçbirimiz bir şey yapmayız. Bir mahkeme salonunda ya da kalem de yaşanan bir olumsuzluğa müdahale etmek ve meslektaşlarla dayanışmak yerine, ilişkilerimiz bozmamak düşüncesiyle sorunu gözmezlikten geliriz. O sorunun bizim asli sorunumuz olduğunu asla anlamayız.
Hakim, savcı ya da memur tarafından olumsuz bir davranışla karşılaşan meslektaşlarımız olduğunda genellikle üç maymunu oynamakta kalmaz, bu meslektaşımız bağıra bağıra derdini anlatmaya çalışırken ‘gereksiz gereksiz konuşuyorsunuz’ hissine kapılmasına neden olacak bakışlarla süzeriz.
Cezaevi kapılarında üstünün aranmasını istemeyen bir avukata rastlandığında, genellikle avukatın yasal olarak haklılığını savunup onu desteklemek yerine “ne olacak, üstünde ne var ki, üstün aransa ne olur, hem herkesi meşgul ediyorsunuz işimiz gücümüz var, hemen geçin de bizde geçip işimizi yapalım” tavrı takınılır. Veya daha kötüsü siz üstünüzün neden aranmaması gerektiğini görevli memura anlatırken bir meslektaş size ders verircesine hemen yanı başınızda üstünü aratarak görüşe geçer. Bu nedenledir ki üst arama tartışması sırasında bazı meslektaşlarımız haksız yere yargılanmaya maruz kalmıştır. Meslektaşlarımızın tümü öncelikle kendilerine tanınan hak ve yetkileri kullanmak için mücadele etmeyi göze alabilseydi avukatları yargılamak bu kadar rahat olmazdı.
Mahkemelerde, -avukatların tüm işleri kapılarda beklemektir ya!- aynı saate 40 iş konulduğu duruşma listesinde yer aldığında, kapıda bekleyen avukatların tümü söylenir, kızar, şikayet eder ama “duruşma salonuna girip hakimle konuşalım”, ya da “duruşmaya girdiğimiz saati zapta geçirelim ve baroya bildirelim” önerisi geldiğinde kimse buna yanaşmaz; “Baro yapsın, baro neden var ki?” denir, ancak baroya şikayet dilekçesi yazılması zahmetine dahi girişilmez. Duruşma sırasında hakim meslektaşa haksız yere çıkışırsa seyreder, hemen hiçbir destek çıkmaz; bir avukat hakimle veya memurla tartışıyorsa araya girmek, tartışmaya karışmak “bananecilik” ile geçiştirilir, herkes kendi işinin “yürümesi” çabasında olur. Oysa ki orada onların desteğini, sizin konumunuzda kendilerinin de olabileceğini düşünmelerini istersiniz.
Hacze gitmişsinizdir, işinizi yapmaktasınız, borçlu, avukatı olduğunu ve onunla görüşmenizi beyan eder. Önce sevinirsiniz, meslektaşımızla muhatap olmak sizi sevindirir. Ama hayır meslektaşınız karşınıza dikilir, kendisi borçlu gibi hareket eder, yasalardan bihaber gibi tavırlar takınır, bazen işi tehdit etmeye kadar götürür, vekil gibi değil taraf gibi davranır.
Bazen de borçlu vekili uzlaşmacı gibi görünür ve perde arkasında müvekkiline nasıl mal kaçıracağını öğretir. Artık bundan sonra ders alınmıştır; karşı tarafın avukatı varsa temkinli olmak gerekmektedir. Avukat için referans aranır, tanıdıklara sorulur; “Tanıyor musun, nasıl bir avukattır, sözüne güvenilir mi?” Oysa muhatabın avukat olması güven duyulmasına yeterli bir sebep olmalı değil midir? Biz avukatlar bile birbirimize güvenimizi yitirecek noktaya gelmişsek vatandaşa söyleyecek ne sözümüz olabilir?
Kısaca meslek kurallarının, etik değerlerin bizim için değeri giderek erozyona uğramaktadır. Tam bu noktada avukatlık mesleğinin sadece ve sadece bir geçim kaynağı olup olmadığı tartışması ortaya çıkmaktadır. Mesleğin erozyona uğramasında önemli noktalardan birisi budur.
Maalesef meslek kurallarına uygun davranış sergileyen meslektaşlarımız azınlıkta. Yine de umudumuz tükenmiş değil.
Dileriz ki Baro Staj Eğitim Merkezlerinde mesleki etik değerleri ve meslek kurallarını öğretmeye, meslektaşlar arası ilişkileri kavratmaya, dayanışma bilinci geliştirmeye dayalı eğitime daha bir ağırlık verilir. Ve dileriz biz avukatlar, bu eğitimi pekiştirmeye uygun davranır, stajyerleri meslektaşlarımız olarak görür ve öyle yaklaşırız.
Bu yazıyı duruşma beklerken yapılan bir dost sohbeti olarak okuyun. Biraz karamsar ve fazla acımasız olabilir. Ama ne de olsa bir dost sohbeti. Biz birbirimizi anlarız ne de olsa.
günışığı dergisinden alınmıştır
http://www.gunisigihukuk.com/images/...ekmedim_bu.jpg
Figen Erbek
Avukat, İstanbul Barosu
Her yıl 5 Nisan’da avukatlar gününü kutluyoruz. Her 5 Nisan’da yargıdan, adliyelerden bahsediyor, şikayet ediyor ya da olması gerekenleri söylüyoruz. Bu 5 Nisan’da ise mesleki yaşamımızdaki sorunlardan bahsedelim biraz. Yargının içler acısı halinden, duruşma kapılarında beklemekten, hakim ve savcıların avukatlara karşı olan tutumlarından ya da İstanbul’da her ilçede bir adliye olması nedeniyle yaşadığımız sıkıntılardan değil; avukatlar olarak birbirimizle olan mesleki ilişkilerimizden bahsedelim. Daha doğrusu avukatlar arasında yaşanan/yaşadığımız ve son zamanlarda hukuk fakültelerinin artmasıyla da giderek artan mesleki deformasyondan bahsedelim.
Öyle ya; hep “dışımızdakilerden” şikayet ediyor, avukatların davranışlarından kaynaklı şikayetlerimizi ise sadece dost sohbetlerine konu ediyoruz.
Öncelikle avukatların, stajyer avukatlara-meslektaş adaylarına- karşı olan tutumlarına değinmek gerekir. Ne de olsa ağaç yaş iken eğdirilir(!) Stajyer avukatların hemen hepsi avukatlık stajlarını yeterli kalite ve düzeyde yapamadıklarından şikayet ederler. Stajyer avukatlar, yasal mevzuat ve Türkiye Barolar Birliği’nin uygulamaları nedeniyle yaşadıkları sorunların yanında, bir de staj yaptıkları avukatların yanında pek çok sorunla karşılaşmaktadırlar.
Mesleğe çoğunlukla, “bayan stajyer avukat” arayan iş ilanlarıyla ilk adımlarını atan stajyerler mesleğe hazırlık için çok önemli bu dönemi ya sekreterlik yaparak, telefonlara bakarak, ofis boy vasfında çalıştırılarak ya da icra hukuku yoğunluklu bürolarda tüm dönemleri boyunca takip memuru gibi görevlendirilerek geçirmektedirler. Öncelikle biz avukatlar tarafından yok sayılır ve hiçbir şekilde, yarın kendileri ile meslektaş olarak karşılaşacakları düşünülmez. Müvekkil ile ilişki kurması, dava dilekçesi hazırlaması, meslek etiği ve avukatlık mesleğinin temel ilkeleri öğretilmez.
Hemen hepimiz, staj dönemlerimizde, bizleri mesleğe karşı olumsuz düşündüren veya mesleği bırakmamıza neden olacak bir süreç yaşamışızdır.
Avukat yanında çalışan işçi avukatların durumu ise daha vahimdir. Avukatlar emir eri gibi görülürler neredeyse. Vekil olarak takip ettikleri davalarda hukuki ve cezai sorumlulukları olmasına rağmen yetkileri aldıkları talimatlarla sınırlıdır, inisiyatif kullanamazlar. Sabah sekiz, akşam altı mesaisi yaptırılır, tıpkı parça başı çalışan işçiler gibi. Avukatlıkta önemli olan işin sorumluluk bilinci ve disiplin içinde yapılması gerektiği gözetilmez, öğretilmez. Çalışılan bürolarda patron avukatların talimatları önemlidir.
Kurum avukatları dahi hasım vekalet ücretlerini alırlarken işçi avukatlar sadece aldıkları maaşla yetinirler, dava almaları engellenir. Avukatların özgür çalışmaları gerektiği gözardı edilir ve bazen almak istemeyecekleri davaları reddetme şansları olmadığı için bağımsız çalışılması halinde kabul etmeyecekleri dava dosyalarını takiple görevlendirilirler. Sigortalı olarak çalışmalarına rağmen, bazen sigorta açılışı Kuruma bildirilmez ve sigorta bedelleri ödenmez. Dolayısıyla mesleğe başladıklarında topluluk sigortasına borçlu olduklarını barolarda öğrenirler. Yani mesleğe borçlu başlarlar.
Peki avukatların birbirleri ile ilişkileri nasıldır?
Düşündüğümüz zaman pratikte yaşanan sorunların büyük kısmının biz avukatlardan kaynaklı olduğu sonucuna varmak zor değil. Mesleğe, meslek etiğine ve meslek kurallarına ne kadar uyuyor, en önemlisi örgütlü olarak ne kadar hareket ediyoruz.
Avukatlık bir mesleki deformasyon süreci yaşamaktadır. Mahkeme kapılarında duruşma beklerken, duruşma sırasında, icra dairelerinde işimizi yaparken, hacizlerde, mahkeme kalemlerde gün geçmiyor ki bir sorun yaşanmasın. Karşılaşılan sorunu, sadece sorunu birebir yaşayan meslektaşımızın meselesi olarak görmek, yaşanan sıkıntıların kaynaklarından birini teşkil etmektedir. Hepimiz bir şeylerden şikayet ederiz, ama şikayeti gidermek için neredeyse hiçbirimiz bir şey yapmayız. Bir mahkeme salonunda ya da kalem de yaşanan bir olumsuzluğa müdahale etmek ve meslektaşlarla dayanışmak yerine, ilişkilerimiz bozmamak düşüncesiyle sorunu gözmezlikten geliriz. O sorunun bizim asli sorunumuz olduğunu asla anlamayız.
Hakim, savcı ya da memur tarafından olumsuz bir davranışla karşılaşan meslektaşlarımız olduğunda genellikle üç maymunu oynamakta kalmaz, bu meslektaşımız bağıra bağıra derdini anlatmaya çalışırken ‘gereksiz gereksiz konuşuyorsunuz’ hissine kapılmasına neden olacak bakışlarla süzeriz.
Cezaevi kapılarında üstünün aranmasını istemeyen bir avukata rastlandığında, genellikle avukatın yasal olarak haklılığını savunup onu desteklemek yerine “ne olacak, üstünde ne var ki, üstün aransa ne olur, hem herkesi meşgul ediyorsunuz işimiz gücümüz var, hemen geçin de bizde geçip işimizi yapalım” tavrı takınılır. Veya daha kötüsü siz üstünüzün neden aranmaması gerektiğini görevli memura anlatırken bir meslektaş size ders verircesine hemen yanı başınızda üstünü aratarak görüşe geçer. Bu nedenledir ki üst arama tartışması sırasında bazı meslektaşlarımız haksız yere yargılanmaya maruz kalmıştır. Meslektaşlarımızın tümü öncelikle kendilerine tanınan hak ve yetkileri kullanmak için mücadele etmeyi göze alabilseydi avukatları yargılamak bu kadar rahat olmazdı.
Mahkemelerde, -avukatların tüm işleri kapılarda beklemektir ya!- aynı saate 40 iş konulduğu duruşma listesinde yer aldığında, kapıda bekleyen avukatların tümü söylenir, kızar, şikayet eder ama “duruşma salonuna girip hakimle konuşalım”, ya da “duruşmaya girdiğimiz saati zapta geçirelim ve baroya bildirelim” önerisi geldiğinde kimse buna yanaşmaz; “Baro yapsın, baro neden var ki?” denir, ancak baroya şikayet dilekçesi yazılması zahmetine dahi girişilmez. Duruşma sırasında hakim meslektaşa haksız yere çıkışırsa seyreder, hemen hiçbir destek çıkmaz; bir avukat hakimle veya memurla tartışıyorsa araya girmek, tartışmaya karışmak “bananecilik” ile geçiştirilir, herkes kendi işinin “yürümesi” çabasında olur. Oysa ki orada onların desteğini, sizin konumunuzda kendilerinin de olabileceğini düşünmelerini istersiniz.
Hacze gitmişsinizdir, işinizi yapmaktasınız, borçlu, avukatı olduğunu ve onunla görüşmenizi beyan eder. Önce sevinirsiniz, meslektaşımızla muhatap olmak sizi sevindirir. Ama hayır meslektaşınız karşınıza dikilir, kendisi borçlu gibi hareket eder, yasalardan bihaber gibi tavırlar takınır, bazen işi tehdit etmeye kadar götürür, vekil gibi değil taraf gibi davranır.
Bazen de borçlu vekili uzlaşmacı gibi görünür ve perde arkasında müvekkiline nasıl mal kaçıracağını öğretir. Artık bundan sonra ders alınmıştır; karşı tarafın avukatı varsa temkinli olmak gerekmektedir. Avukat için referans aranır, tanıdıklara sorulur; “Tanıyor musun, nasıl bir avukattır, sözüne güvenilir mi?” Oysa muhatabın avukat olması güven duyulmasına yeterli bir sebep olmalı değil midir? Biz avukatlar bile birbirimize güvenimizi yitirecek noktaya gelmişsek vatandaşa söyleyecek ne sözümüz olabilir?
Kısaca meslek kurallarının, etik değerlerin bizim için değeri giderek erozyona uğramaktadır. Tam bu noktada avukatlık mesleğinin sadece ve sadece bir geçim kaynağı olup olmadığı tartışması ortaya çıkmaktadır. Mesleğin erozyona uğramasında önemli noktalardan birisi budur.
Maalesef meslek kurallarına uygun davranış sergileyen meslektaşlarımız azınlıkta. Yine de umudumuz tükenmiş değil.
Dileriz ki Baro Staj Eğitim Merkezlerinde mesleki etik değerleri ve meslek kurallarını öğretmeye, meslektaşlar arası ilişkileri kavratmaya, dayanışma bilinci geliştirmeye dayalı eğitime daha bir ağırlık verilir. Ve dileriz biz avukatlar, bu eğitimi pekiştirmeye uygun davranır, stajyerleri meslektaşlarımız olarak görür ve öyle yaklaşırız.
Bu yazıyı duruşma beklerken yapılan bir dost sohbeti olarak okuyun. Biraz karamsar ve fazla acımasız olabilir. Ama ne de olsa bir dost sohbeti. Biz birbirimizi anlarız ne de olsa.
günışığı dergisinden alınmıştır