ÜMİT ÖZDAĞ
Necef yahut cehalet
Irak’a yönelik ABD saldırısının ilk günlerinde ABD’nin güçlü bir direniş ile karşılaşacağı bekleniyordu. Gerçekten de gelen ilk haberler Irak ordusunun ve Cumhuriyet muhafızlarının ABD ordusuna karşı yer yer etkili bir direniş gösterdiğini ortaya koyuyordu. Ancak, Amerikan ordusu Bağdat kapılarına gelince Irak direnişi inanılmayacak kadar hızlı çöktü. Bu çöküşün arka planında ne olduğu henüz tam anlamı ile anlaşılmış değil. Bazı veriler, ABD ordusunun Bağdat havaalanı yakınlarında kullandığı geliştirilmiş napalm bombalarının çözülüşü getirdiğini ortaya koyuyor. Öte yandan diğer bazı kaynaklar ise ABD’nin Cumhuriyet Muhafızlarının önde gelenlerini satın aldığını gösteriyor.
Irak savaşı devam ederken özellikle Şiiler sessiz bir şekilde savaşın sonuna kadar beklediler. Kendilerine on yıllardan bu yana işkence eden bir diktatörü desteklememeleri anlaşılır bir husustu. Üstelik, Birinci Dünya Savaşı’nda Türk ordusunu destekledikleri için İngilizler tarafından yeni Irak’ın kurulması sürecinde dışlanmışlardı. En azından şimdi kaybedenin yanında olmak istemiyorlardı. Savaş sonrasındaki yeniden yapılanmada da yer almak konusunda gönüllü davrandılar ve söylemleri ne olur ise olsun ABD ile işbirliği geliştirdi, büyük bir bölümü “Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi” Amerikan işgal rejimi ile işbirliği yaparak yönetici konseyde yer aldı. Diğer tanınmış Şii örgüt davada Amerikalılarla uzlaştı. Güney Irak’da etkili olmaya başlayan küçük bir grup olan Hizbullah, İran ile ilişki içinde. Şii halkın büyük bir bölümü üzerinde etkili olan din adamları da Amerikalılarla açık - kapalı bir işbirliği geliştirdiler.
Bu arada Şiiler içinde gittikçe belirginleşen bir dinci - laik geriliminin sonucunda daha laik bir çizgiyi temsil eden Basra, Nâsiriye, Amara ve Samava illerinin temsilcileri 1 Ağustos 2004’de bir araya gelerek Irak Geçici Anayasası’nın 53. maddesinin C fıkrası uyarınca kendi aralarında bir eyalet yapılanması oluşturmak doğrultusunda görüşmeler başlattılar.
Şiilerin bu dağınıklığı ve ortak hedeften yoksunluğu süreci içinde Mukteda Sadr’ın liderliğini yaptığı ve bir ölçüde radikal yoksulların hareketi olarak nitelendirebileceğimiz Mehdi Ordusu hareketi ise, uzun süre Amerikalılar tarafından ciddiye alınmak ve Amerikalılar ile savaşmak seçenekleri arasında gidip geldikten sonra Necef’in bir mahallesinde gerçekleşen bir sokak çatışmasına girdi Amerikan güçleri ile. Kendisine karargâh olarak İmam Ali Camiini seçen Sadr ve Mehdi Ordusu, camiyi savunmaktan çok türbe tarafından savunulmak üzerine geliştirilmiş bir mücadele verdi. Necef’de çarpışmalar sürerken Kut’da, Sadr şehrinde, Hilla’da, Basra ve Kerbelâ’da da bazı çatışmalar oldu. Ancak bu çatışmalar bütün Irak halkının veya bütün Arapların ve hatta bütün Şiilerin değil, Şiiler içinde bütün gelişmesine rağmen küçük olan bir partinin direnişiydi.
Direnişin sonunda Amerikan ordusu geçici bir üstünlük sağlayarak da olsa Necef’deki direnişi sona erdirdi ve Sadr Mehdi ordusu mensuplarına silâhlarını teslim etme çağrısında bulundu. Muhakkak ki Amerikan ordusu çekilene kadar ve çekildikten sonra Irak’ta daha bir çok çatışma olacak. Irak’ta bunlar gerçekleşirken birileri kalkıp hiç ama hiç gereği yok iken Necef’teki çatışmaların Çanakkale Savaşı’ndan daha haysiyetli olduğunu ileri sürmüştür.
Irak’ta ve Necef’te gerçekleşen bu sokak çatışması boyutundaki direnişi Çanakkale Savaşı ile karşılaştırmak iki dinin, iki medeniyetin, 900 sene tek başına İslam’ın tek başına kılıcı ve kalkanı olmuş olan bir milletin Batı medeniyetinin öncü temsilcileri ile kanlı hesaplaşmasını, nihaî hesaplaşmasını karşılaştırmak büyük bir cehalettir.
Müslümanlığı, Arap’ın yaptığı her şeye hayran olmak şeklinde bir millî aşağılık duygusu şeklinde yanlış anlamak isteyenlere bir diyeceğimiz yok. Allah onları islah etsin. Ancak, bu süreçte Arap’ı haklı veya haksız bir şekilde övmek için Türk’ün zaferine dil uzatılmasına müsaade etmemiz mümkün değildir. Bu noktada Çanakkale’de gerçekleşen bir kesiti hatırlamakta yarar vardır. 57. Alay büyük bir ateş altında sürekli kayıp vermektedir. Alayın askerî tabibi olan Binbaşı Yorgo, alayın tamamen yok olacağının bilinci içinde Ahmet Çavuş’a seslenir. “Ahmet Çavuş, birazdan ben de şehit olacağım. Şehit olunca beni sakın gâvur diye başka yere gömmeye kalkmayın, aranıza gömün.” Binbaşı Yorgo, Çanakkale’ye dil uzatan, onun şerefi ile oynamaya kalkanlardan çok daha fazla Türk, çok daha iyi Müslümandır.
Tarih: 01.09.2004 20:23:53
ceteris paribus