Hiç Yaşanmamış Özgürlüğe Ağıt
HİÇ YAŞANMAMIŞ ÖZGÜRLÜĞE AĞIT
1) Önce küçücük bireysel özgürlüklerimizi ayaklar altına aldılar. Günlük
yasantimizda ayirtina bile aramadigimiz o kücücük özgürlüklerimizi
cignediler. "Mümin kadını başını örter" dediler, "birer eşarp örteriz" diye
düşündü pek çok kisi. Ne çıkardı bundan? Eğreti birer eşarp
örtüveriyorlardı sokağa çıkarken.
2) Üç - bes gün, belki birkaç hafta böyle geçti. Alışmıştı pek çok kişi.
Ancak, unuttuklari bir nokta vardı, vidayi yavaş yavaş, diş diş sıkarlar,
çekiçle çakmazlar! Birkac molla fetva verdi bir gün, "kısa kollu giysiler
mümin kadınlar için uygun değildir!" dileyen uydu, dilemeyen kısa kollu
giysilerini yine giymeyi sürdürdü.... Ancak, sadece birkac gün.
3) Sokaklarda yüzlerine, kollarına kezzap atılınca, yüzlerini tükürülüp
saçlarından yerlerde sürüklenince, onlar da fetvaya uymak zorunda kaldilar.
4) Gün geldi, giysilerinin üzerine bir de manto giymekle yükümlü kılındı. 9
yaşını geçmis erişkin (!) tüm kadınlar (!) yine de bir seçenek daha
tanınmıştı onlara: kara çarşaf..... Doğaldır ki artık başörtüleri eğreti
takılamazdı. Saçının bir tek teli bile görünmemeliydi. Hem, daha gecenlerde
İran Radyo-TV Kurumu Baskani Ghodbzadeh (Kurtbzade) dememis miydi
"kadınların saçlarındaki ışıltı, insanda sehevi duygular uyandirir" diye.
5) Bundan böyle dogum günü partilerinde, dügünlerde kadın - erkek bir arada
eglenmek haram, böyle fesat yuvası haline gelen evleri basmak, caizdi.
Ruhani lider de buna uygun olarak "aglayiniz, aglayiniz ki günahlarınızdan
arınasınız. Ağlamak imaninizi tazeler" demisti bir gün. (Bir an Fethullah
Hoca efendinin (!) ayni tümceyi kullandigini animsadim da .....).
6) Özgürlükleri küçücüktü, minicikti, güçsüz ve çelimsizdi. Bir gün
avuçlarının içinden kayıp yitince ayırtına varıyorlardı değerinin.
7) Hıncahınc dolu bir stadyumda kaybolan minik cocuklar gibi ayaklar altinda
eziliyor, yobazligin pencelerinde can veriyordu.
8) Tek tek, sessizce yok edildiler. Sabah işyerine gidip, bir daha evlerine
dönemediler.
9) Vedalaşma şanslari bile olmamıştı sevdikleriyle, kardeşleri, anası,
babası, ya da eşiyle. Yarının koynundan koparıldı yine pek çoğu, bir gece
vakti. Onlar bir daha asla evlerini göremediler.
10) Yüzler, binler, onbinler bir sabah ezanında kursuna dizildiler. Evin
zindanlarindan çıkan kamyonların kasalarına üst-üste yığıldılar. En altta
kalın süngerler döşeliydi, kanlar yollara sızmasın, yolları kirletmesin
diye. Hepsi birbirinin sevgilisiydiler, kimi ana-babasinin, kimi
yavrusunun, kimi yavuklusunun.....
11) Bir sabah "Lanetabad"a sessizce gömüldüler. "İktidara kanlı mı
girecegiz, yoksa kansız mi?...." diyenler bunları çok iyi bilirler,
hesapları bunun üzerinedir.
12) Bağımsızlık-özgürlük söylemleri ile yürüdüler, demokrasi istiyoruz
diyerek geldiler.
13) Sol' dan bu söylemlerle geniş bir destek aldılar. Ancak, Şah
devrilince önce demokrasinin üzerine yürüdüler.
14) Daha yeni yeni filizlenen demokrasi çiçeğini eze eze, yok ettiler.
15) Öyle ya demokrasiye iktidara gelinceye kadar gereksinmeleri vardi.
İktidara gelince demokrasi ayak bağı olacaktı.
16) Düne kadar, yanlışlıkla ayaklarına bassanız, demakrasi diye feryat eden
mollalar, iktidara gelince demokrasinin ne kadar gereksiz oldugunu, din
devletinde yeri olmadığını şıp diye kavradılar.
17) "Düşünce ayrılığı olamaz, biz hepimiz hizbullah (Allahın partisi)
üyesiyiz" diyerek konuyu netlestirdiler. Sanki ana babasına sırtını dönen
bir arsız evlat gibi, bir kaşık suda degil, demokrasiyi kan gözyaslarinda
bogdular.
18) Bitmedi, bir gün geldi rejim aleyhinde konutan kitilerin ihbar edilmesi
istendi Radyo-TV'lerden. Sizlerin de henüz belleklerinde olan "sayin muhbir
vatandaslar" türü bildirilerle.
19) Baktılar yine de bitiremiyorlar, özgürlük isteyen sesleri çabucak
boğamıyorlar, bir fetva patladi kulaklarda. Atom bombasi gibi bir yikici
gücle.....: "Küfr içinde olanın katli -kaçarken, sırtı dönükte olsa, yaralı,
hasta döşeğinde de olsa, hatta aman bile dilese- vaciptir."
20) Kisisel anlasmazlik sonucu bir arkadasini bicaklayarak öldüren o igrenc
yaratigin savunmasina tanik oldum "rehberimize, ruhullaha küfedince
dayanamadim, beni tahrik etti."
21) Sonuç: bir madalya takmadiklari kaldi o igrenc yaratiga (Sivas'ta
yakilan canlarimizi ve sonrasi gelisen olaylari animsadiginizdan eminim).
22) Öyle ya öldürülen zaten rejim taraftarı değildi, oysa öldüren devrim
muhafızıydı. Tanrının temsilcisine küfreden, tanrıya küfretmiş olmaz mı?
Buyurun size bir tahrik nedeni. Emin olun ne bu anlattığım olay ilkti, ne
de Sivas son olacak. Yobazlar her zaman bir tahrik nedeni bulacaklar.
__________________
HİÇ YAŞANMAMIS ÖZGÜRLÜĞE AĞIT - II
Tahran'da yeni açılan Kayali Park (Park-e Sengi), dogal yapisi ve güzel
bitki dokusu nedeniyle son derece ilgi duydugum bir parktır.
Parkın en sevdigim köşesi ise büyük bir blok taş'tan dudak şekli verilerek
oyulmuş çeşmenin yakınındaki banktı.
79 Subatinda İran'da gerçekleşen ve adına "islami devrim" denen o felakete
dogru hızla sürüklenen 2500 yıllık bir uygarlığın çöküşüne tanık olmak, bir
ulusun daha yeni yeni filizlenen özgürlük umudunun ve onurunun ayaklar
altına alınması, son derece acı bir deneyimler dizisini yasatmistir bana. O
sürecte, bir daha Kayalı Park'a gitme şansım olmadı. Ancak sonradan duydugum
kadarı ile, "böyle sanatın içine tüküreyim" kafasında olanlar o güzelim
dudak şekilli çeşmenin suyunu kesmekle kalmayıp, genel ahlaka uygun
olmadığı icin, bir gün ortadan kaldırıvermişler. Siz o dudaklarda
susuzlugunuzu gideremediniz.
Peki, şöyle gönlünüzce istediginiz müzigi, istediginiz yerde ve zamanda
dinleme hakkından yoksun kaldınız mı?
Ya, eşinizle (sevgilinizle, flörtünüzle demiyorum) elele sonbaharda bir
orman yolunda yürümenize kimse engel oldu mu?
Güzelim yaz aylarının sıcağında denize mayo ile girdiginiz icin tekme -
tokat bir araca bindirilip, günlerce hakarete uğrayacağınız gözalti
hücresine atıldınız mı?
Kısa pantolonunuzla evinizin bahçesindeki çimleri biçerken, kendilerini
sizin namus bekçiniz olarak görenlerin saldırgan söz ve davranışlarına
hedef oldunuz mu?
Kırk yılın başı canınız çektiğinde içeceğiniz bir yudum biradan yoksun
kaldığınız icin, evde bira yapmasını, votka damıtmasını öğrenmek zorunda
kaldınız mı?
Evinizde ara sira oynadiginiz tavlanizi sömineye atip, müzik kasetlerinizi
tavan döşemelerini söküp gizlediniz mi?
Peki ya bir gün açıik renk takım giysilerinizi giymenin, kravat takmanin
yasak olabilecegini, kravatınızdan tutulup yerlerde sürükleneceginizi,
düşünüzde görseniz inanır mısınız?
Ya da, kısa kollu gömlek ile (bayanlardan söz etmiyorum) dolaştığınız için,
güvenlik güclerince gözaltina alınacağınız aklınıza gelir miydi?
Ya siz bayanlar, yazın gölgede 40 - 45 derece sıcaklıkların olağan olduğu
bir kentte dışarı gezmeye, alışverişe çıkarken kalın çorap, ayak
bileklerine kadar uzun bir manto, saçınızın bir tek teli bir görünmeyecek
şekilde başörtüsü takmak zorunda kalabileceginiz, hic aklınıza geldi mi?
Peki, ya miras hukukunda payınızın oğlan kardeşinizin payının yarısı kadar
olabilecegi?
Eşinizin cok eşlilik hakkını kullanmayı aklından geçirebileceği?
Tabii, bu sizi o kadar korkutmasin. İkinci ya da ücüncü kadını kendisine
hak gören eşiniz, yine de sizin "rızanızı" yani olurunuzu alma zorunda.
Yalnız unutulmaması gereken bir küçük nokta var. Eger rıza göstermezseniz,
evinizin reisi ailenizin karar vermede en yetkilisidir ve siz kocanızın
sözüne (kararina) karşı gelirseniz, sizin olurunuzu isteyen etiniz, sizi
yatakta yalnız bırakmaktan dövmeye, belki de boşanmaya kadar uzanabilecek
bir dizi yaptırım ile düşüncelerinizin değişmesine neden olabilir.
İşte, Türkiye'de de bazılarının istediği "İslamiyete dayalı düzen" eşittir
"Şeriat"tan küçük bir kesit okudunuz...
*Alıntıdır*
1) Önce küçücük bireysel özgürlüklerimizi ayaklar altına aldılar. Günlük
yasantimizda ayirtina bile aramadigimiz o kücücük özgürlüklerimizi
cignediler. "Mümin kadını başını örter" dediler, "birer eşarp örteriz" diye
düşündü pek çok kisi. Ne çıkardı bundan? Eğreti birer eşarp
örtüveriyorlardı sokağa çıkarken.
2) Üç - bes gün, belki birkaç hafta böyle geçti. Alışmıştı pek çok kişi.
Ancak, unuttuklari bir nokta vardı, vidayi yavaş yavaş, diş diş sıkarlar,
çekiçle çakmazlar! Birkac molla fetva verdi bir gün, "kısa kollu giysiler
mümin kadınlar için uygun değildir!" dileyen uydu, dilemeyen kısa kollu
giysilerini yine giymeyi sürdürdü.... Ancak, sadece birkac gün.
3) Sokaklarda yüzlerine, kollarına kezzap atılınca, yüzlerini tükürülüp
saçlarından yerlerde sürüklenince, onlar da fetvaya uymak zorunda kaldilar.
4) Gün geldi, giysilerinin üzerine bir de manto giymekle yükümlü kılındı. 9
yaşını geçmis erişkin (!) tüm kadınlar (!) yine de bir seçenek daha
tanınmıştı onlara: kara çarşaf..... Doğaldır ki artık başörtüleri eğreti
takılamazdı. Saçının bir tek teli bile görünmemeliydi. Hem, daha gecenlerde
İran Radyo-TV Kurumu Baskani Ghodbzadeh (Kurtbzade) dememis miydi
"kadınların saçlarındaki ışıltı, insanda sehevi duygular uyandirir" diye.
5) Bundan böyle dogum günü partilerinde, dügünlerde kadın - erkek bir arada
eglenmek haram, böyle fesat yuvası haline gelen evleri basmak, caizdi.
Ruhani lider de buna uygun olarak "aglayiniz, aglayiniz ki günahlarınızdan
arınasınız. Ağlamak imaninizi tazeler" demisti bir gün. (Bir an Fethullah
Hoca efendinin (!) ayni tümceyi kullandigini animsadim da .....).
6) Özgürlükleri küçücüktü, minicikti, güçsüz ve çelimsizdi. Bir gün
avuçlarının içinden kayıp yitince ayırtına varıyorlardı değerinin.
7) Hıncahınc dolu bir stadyumda kaybolan minik cocuklar gibi ayaklar altinda
eziliyor, yobazligin pencelerinde can veriyordu.
8) Tek tek, sessizce yok edildiler. Sabah işyerine gidip, bir daha evlerine
dönemediler.
9) Vedalaşma şanslari bile olmamıştı sevdikleriyle, kardeşleri, anası,
babası, ya da eşiyle. Yarının koynundan koparıldı yine pek çoğu, bir gece
vakti. Onlar bir daha asla evlerini göremediler.
10) Yüzler, binler, onbinler bir sabah ezanında kursuna dizildiler. Evin
zindanlarindan çıkan kamyonların kasalarına üst-üste yığıldılar. En altta
kalın süngerler döşeliydi, kanlar yollara sızmasın, yolları kirletmesin
diye. Hepsi birbirinin sevgilisiydiler, kimi ana-babasinin, kimi
yavrusunun, kimi yavuklusunun.....
11) Bir sabah "Lanetabad"a sessizce gömüldüler. "İktidara kanlı mı
girecegiz, yoksa kansız mi?...." diyenler bunları çok iyi bilirler,
hesapları bunun üzerinedir.
12) Bağımsızlık-özgürlük söylemleri ile yürüdüler, demokrasi istiyoruz
diyerek geldiler.
13) Sol' dan bu söylemlerle geniş bir destek aldılar. Ancak, Şah
devrilince önce demokrasinin üzerine yürüdüler.
14) Daha yeni yeni filizlenen demokrasi çiçeğini eze eze, yok ettiler.
15) Öyle ya demokrasiye iktidara gelinceye kadar gereksinmeleri vardi.
İktidara gelince demokrasi ayak bağı olacaktı.
16) Düne kadar, yanlışlıkla ayaklarına bassanız, demakrasi diye feryat eden
mollalar, iktidara gelince demokrasinin ne kadar gereksiz oldugunu, din
devletinde yeri olmadığını şıp diye kavradılar.
17) "Düşünce ayrılığı olamaz, biz hepimiz hizbullah (Allahın partisi)
üyesiyiz" diyerek konuyu netlestirdiler. Sanki ana babasına sırtını dönen
bir arsız evlat gibi, bir kaşık suda degil, demokrasiyi kan gözyaslarinda
bogdular.
18) Bitmedi, bir gün geldi rejim aleyhinde konutan kitilerin ihbar edilmesi
istendi Radyo-TV'lerden. Sizlerin de henüz belleklerinde olan "sayin muhbir
vatandaslar" türü bildirilerle.
19) Baktılar yine de bitiremiyorlar, özgürlük isteyen sesleri çabucak
boğamıyorlar, bir fetva patladi kulaklarda. Atom bombasi gibi bir yikici
gücle.....: "Küfr içinde olanın katli -kaçarken, sırtı dönükte olsa, yaralı,
hasta döşeğinde de olsa, hatta aman bile dilese- vaciptir."
20) Kisisel anlasmazlik sonucu bir arkadasini bicaklayarak öldüren o igrenc
yaratigin savunmasina tanik oldum "rehberimize, ruhullaha küfedince
dayanamadim, beni tahrik etti."
21) Sonuç: bir madalya takmadiklari kaldi o igrenc yaratiga (Sivas'ta
yakilan canlarimizi ve sonrasi gelisen olaylari animsadiginizdan eminim).
22) Öyle ya öldürülen zaten rejim taraftarı değildi, oysa öldüren devrim
muhafızıydı. Tanrının temsilcisine küfreden, tanrıya küfretmiş olmaz mı?
Buyurun size bir tahrik nedeni. Emin olun ne bu anlattığım olay ilkti, ne
de Sivas son olacak. Yobazlar her zaman bir tahrik nedeni bulacaklar.
__________________
HİÇ YAŞANMAMIS ÖZGÜRLÜĞE AĞIT - II
Tahran'da yeni açılan Kayali Park (Park-e Sengi), dogal yapisi ve güzel
bitki dokusu nedeniyle son derece ilgi duydugum bir parktır.
Parkın en sevdigim köşesi ise büyük bir blok taş'tan dudak şekli verilerek
oyulmuş çeşmenin yakınındaki banktı.
79 Subatinda İran'da gerçekleşen ve adına "islami devrim" denen o felakete
dogru hızla sürüklenen 2500 yıllık bir uygarlığın çöküşüne tanık olmak, bir
ulusun daha yeni yeni filizlenen özgürlük umudunun ve onurunun ayaklar
altına alınması, son derece acı bir deneyimler dizisini yasatmistir bana. O
sürecte, bir daha Kayalı Park'a gitme şansım olmadı. Ancak sonradan duydugum
kadarı ile, "böyle sanatın içine tüküreyim" kafasında olanlar o güzelim
dudak şekilli çeşmenin suyunu kesmekle kalmayıp, genel ahlaka uygun
olmadığı icin, bir gün ortadan kaldırıvermişler. Siz o dudaklarda
susuzlugunuzu gideremediniz.
Peki, şöyle gönlünüzce istediginiz müzigi, istediginiz yerde ve zamanda
dinleme hakkından yoksun kaldınız mı?
Ya, eşinizle (sevgilinizle, flörtünüzle demiyorum) elele sonbaharda bir
orman yolunda yürümenize kimse engel oldu mu?
Güzelim yaz aylarının sıcağında denize mayo ile girdiginiz icin tekme -
tokat bir araca bindirilip, günlerce hakarete uğrayacağınız gözalti
hücresine atıldınız mı?
Kısa pantolonunuzla evinizin bahçesindeki çimleri biçerken, kendilerini
sizin namus bekçiniz olarak görenlerin saldırgan söz ve davranışlarına
hedef oldunuz mu?
Kırk yılın başı canınız çektiğinde içeceğiniz bir yudum biradan yoksun
kaldığınız icin, evde bira yapmasını, votka damıtmasını öğrenmek zorunda
kaldınız mı?
Evinizde ara sira oynadiginiz tavlanizi sömineye atip, müzik kasetlerinizi
tavan döşemelerini söküp gizlediniz mi?
Peki ya bir gün açıik renk takım giysilerinizi giymenin, kravat takmanin
yasak olabilecegini, kravatınızdan tutulup yerlerde sürükleneceginizi,
düşünüzde görseniz inanır mısınız?
Ya da, kısa kollu gömlek ile (bayanlardan söz etmiyorum) dolaştığınız için,
güvenlik güclerince gözaltina alınacağınız aklınıza gelir miydi?
Ya siz bayanlar, yazın gölgede 40 - 45 derece sıcaklıkların olağan olduğu
bir kentte dışarı gezmeye, alışverişe çıkarken kalın çorap, ayak
bileklerine kadar uzun bir manto, saçınızın bir tek teli bir görünmeyecek
şekilde başörtüsü takmak zorunda kalabileceginiz, hic aklınıza geldi mi?
Peki, ya miras hukukunda payınızın oğlan kardeşinizin payının yarısı kadar
olabilecegi?
Eşinizin cok eşlilik hakkını kullanmayı aklından geçirebileceği?
Tabii, bu sizi o kadar korkutmasin. İkinci ya da ücüncü kadını kendisine
hak gören eşiniz, yine de sizin "rızanızı" yani olurunuzu alma zorunda.
Yalnız unutulmaması gereken bir küçük nokta var. Eger rıza göstermezseniz,
evinizin reisi ailenizin karar vermede en yetkilisidir ve siz kocanızın
sözüne (kararina) karşı gelirseniz, sizin olurunuzu isteyen etiniz, sizi
yatakta yalnız bırakmaktan dövmeye, belki de boşanmaya kadar uzanabilecek
bir dizi yaptırım ile düşüncelerinizin değişmesine neden olabilir.
İşte, Türkiye'de de bazılarının istediği "İslamiyete dayalı düzen" eşittir
"Şeriat"tan küçük bir kesit okudunuz...
*Alıntıdır*