Atatürk de Vahdettin'e bağlıydı
Benzetme çok iyi oturmuş bence. Vahdettin' de vatan toprağını satmaya meraklıydı. Vatan toprağı halkın malı nasıl satılır AKPli Çömez'in ağzından aşağıda.
AKP'nin muhalifi Turhan Çömez, Cumhuriyet'e konuştu: "Başbakan Genelkurmay bana bağlı dedi ama Atatürk te Vahdettin'e bağlıydı"
AKP'den tekrar aday olmayacağını açıklayan Turhan Çömez Cumhuriyet Gazetesi'ne konuştu:
Dr.Turhan Çömez AKP liderliğinin sivri dili yüzünden eleştirdiği isim. Parti içi demokrasinin yetersizliğini ve hükümetin pek çok icraatını eleştirdiği için epeyce bir süredir AKP içinde muhalif ses olarak biliniyordu. Sonunda kararını verdi ve bu seçimlerde partisiyle yollarını ayıracağını duyurdu. Şimdiki kararı bir süre siyasetten uzak durmak. Çömez'le bu kararı almasına yol açan nedenleri, hükümetin yarattığı sanal tartışma gündemlerini, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde izlenen siyaseti ve Genelkurmay'ın bildirisini konuştuk. Çömez, özellikle izlenen ekonomik politikadan rahatsız olduğunu gizlemiyor ve cari açıklar konusunda Devlet Bakanı Abdüllatif Şener 'le aynı görüşte olduğunu söylüyor. Tayyip Erdoğan 'ın "Genelkurmay Başkanı bana bağlıdır" cümlesine ise şu göndermeyi yapıyor: "Atatürk de Vahdettin'e bağlıydı."
- Siz bu seçimlerde neden AKP'den yeniden adaylığınızı koymuyorsunuz?
ÇÖMEZ - Aslında bu soruların başka versiyonlarını zaman zaman eleştiri, zaman zaman da tavsiye olarak uzun zamandır duyuyordum. Bugünlerde "Neden hâlâ o partidesin" diye soranların yanı sıra "Neden o partiden aday olmuyorsun" diye de soranlar var.
Ben TBMM'ye bir siyasi partinin çatısı altında girdim. Benim siyaset, etik anlayışım o partinin çatısı içinde, fevkalade bir şey olmadığı takdirde süreci tamamlamayı gerektirir. O nedenle son güne kadar partimin çatısı altında, milletin bana verdiği sorumluluğu yerine getirmeye özen gösterdim.
Siyasete girerken beni bağlayan partimin programı, tüzüğü ve hükümetin programıydı. Ancak geçen zaman dilimi içinde bazı politikalarda, bazı yaklaşım biçimlerinde, bazı projelerde benim tecrübelerim, vizyonum ve algımla örtüşmeyen bir süreç yaşanmaya başlandı. Sorumluluğum gereği yanlış bulduklarımı önce tartışmaya, sonra da eleştirmeye başladım. Zaman zaman bunlar kamuoyunda farklı çıkışlar ya da parti içi muhalefet gibi değerlendirildi.
- Peki, parti içi muhalefet yapmadınız mı?
- Öyle değil. Bu tamamıyla parti içi, olgun demokrasinin gereğiydi. Ben tüm bu söylemlerimi ve davranışlarımı yine millet adına yaptım. Fakat geçen zaman içinde partimin bazı yöneticilerinin uygulamalarıyla benim görüşlerim arasında ciddi ayrılıklar ortaya çıktı; derin fay hatları oluştu. Bu nedenle aynı çatı altında siyaset yapmamın doğru olmayacağı kanısına vardım. Dolayısıyla da önümüzdeki dönem AKP'den milletvekili adayı olmama kararı aldım.
Talan ve ahlak dışılık düzeni
- Siz, seçmenleriniz Balıkesirlilere bir veda mektubu yazarak "Benim gördüklerimi ve yaşadıklarımı siz de yaşamış ve görmüş olsaydınız siz de böyle bir karar alırdınız" dediniz. Neler gördünüz ve yaşadınız ki bunlar sizi böyle bir karar almaya sevk etti?
- Ben farklı ideallerle siyasete girdim. Benim siyasetteki tek beklentim ülkeme hizmet edebilmekti. Benim geldiğim yer belli. Küçük bir Anadolu köyünde hayata başladım. Hayatımın her evresi bir cam gibi berrak ve nettir. O köyden beni buralara taşıyan milletime karşı çok önemli bir sorumluluğumun olduğuna inandım. Hep bu duyguyla hareket ettim. Ancak Türkiye'de siyaset yapılanması ne yazık ki bizim ideallerimizin çok dışında gerçekleşmiş.
- Nasıl?
- Millet adına ne kadar hizmet etmeye özen de gösterseniz, ne kadar da doğruları söyleseniz, ne kadar özgün, gerçekçi ve yararlı projeler de ortaya koysanız, siyasetin genel dokusu bunu zaman zaman reddediyor. Bu reddediş sürecinde hem siz hem de mensup olduğunuz kurum zarar görüyor. Çok örnek yaşadım. Bu yaşadığım örnekler esnasında hem ben önemli ölçüde örselendim hem mensubu bulunduğum parti bundan yara aldı. Oysa daha akıllı yöntemlerle farklı düşünce, vizyon, bilgi birikimi ve tecrübeyi biz hem ülkenin hem partinin lehine kullanabilirdik. Ama mensubu bulunduğum parti bu samimi duruşu, iyi niyetli ikazları zaman zaman farklı algıladı. Sanıyorum onlar da benim ortaya koyduğum tavırlardan önemli ölçüde rahatsız oldular. O nedenle yüksek perdeden eleştirdiğim politikalarla aynı kulvarda olmanın siyasal etik bakımından doğru olmayacağını düşündüm.
- Devlet Bakanı Nimet Çubukçu'yla bir anlaşmazlığınız oldu. Çocuk yuvaları ve yurtlarında kayıp çocuklar bulunduğunu ortaya çıkardığınız için parti içinde epeyce tartışmaya neden olmuş, "Ne üstünüze vazife bu?" gibi tepkilerle karşılaşmıştınız.
- Siz bile bunu Nimet Çubukçu 'yla yaşadığım bir sorunmuş gibi algılamışsınız. Türkiye'de bir soruna parmak bastığınız zaman herkes bunun arkasında bazı bireysel sürtüşmeler arıyor. Benim niyetim ne Nimet Çubukçu'nun şahsıyla mücadele etmek ne de bir başkasını hedef haline getirmek. Bunların hepsi benim arkadaşlarım. Birlikte siyaset yaptık. Ama ortada bir gerçek, bir yara var. Bu ülkenin çocuk yurtlarında 1400 yavrumuz kayıpsa ve bunlar resmi kayıtla kanıtlanmışsa ortada ciddi bir dram vardır. Benim parmak bastığım bu. Ben milletvekili kimliğimle ziyaret ettiğim bir yurtta 33 yavrunun orada olmadığını belgeleriyle ortaya koydumsa bunun hesabını sormak benim siyasal yükümlülüğümdür.
- Siz kendi bölgenizde de bazı karışık, kirli işleri ortaya çıkardınız. Bu yüzden de parti yönetiminin kızgınlık şimşeklerini üzerinize çektiniz. Bunlardan örnekler anlatabilir misiniz?
- Benim bölgemde birkaç yıl önce devlete ait bir arsa bana göre ederinin çok altında bir parayla satıldı. Alan kişileri biliyorum. Bu satış işlemi sırasında alan kişilerin yakın çevresiyle görüştüm. Hukuka ve ahlaka aykırı bir duruma tanık olursam bunun hesabını size sorarım, dedim. Arsa dört yüz milyar liraya satıldı.
- Ne kadar büyüklükte ve nasıl konumda bir arsa bu?
- Denize sıfır ve içinde dinlenme tesisleri bulunan 30 bin metrekarelik bir arsa. Kamuoyunun yakından bildiği Maliye Bakanı Sayın Unakıtan 'a uzun bir mektup yazdım. O mektubun içine de o arsaya dair küçük bir cümle yerleştirdim. Mektubu yazmamın hemen ardından Bandırma Tapusu kayıtlarına baktım. Gördüm ki arsa el değiştirmiş. Hem de 1 trilyon 650 milyar liraya. Yani 1 trilyon 250 milyar liralık bir kârla başkasına devredilmiş. Bandırma'nın Edincik beldesi sınırları içinde olan bir arsa bu. Ben beş yıldır milletvekilliği yapıyorum ve beş yıldır Edincik'in o yoksul halkına zeytinlerini sulamak için gölet parası bulmaya çalışıyorum. Bunun için de 1 trilyon liraya ihtiyacım var. Ama öte yandan bir kişi bir arsayı devletten alıp bir başkasına satma yoluyla akşamdan sabaha 1 trilyon 250 milyar lirayı cebine indiriyor. Turhan Çömez olarak ben bu işin üzerine gitmeli miyim, gitmemeli miyim? Gitmezsem milletle ve kendimle kavga ederim. Üzerine gittiğim zaman da başkalarıyla kavga ediyorum. Ben milletle ve kendimle kavga etmek yerine başkalarıyla kavga etmeyi tercih ediyorum.
- Garip bir Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci yaşadık. Hatta yurtdışından, Avrupa Parlamentosu'ndan kimileri bu seçimin bir oyuna dönüştürüldüğünü bile söylediler. Şimdi öğreniyoruz ki Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül'ün aday gösterildiği günün sabahı evinden çıkarken Gül'ün aday olacağını bir tek karısına söylemiş. Siz bunu devlet mekanizmalarına uygun bir Cumhurbaşkanlığı seçimi olarak değerlendiriyor musunuz?
- Cumhurbaşkanlığı seçim süreci daha iyi sevk ve idare edilebilirdi. Ülkenin gündemi dar bir koridora sıkıştırılmayabilirdi. Bunun için Türkiye'nin temel dinamikleri ve değerlerinin iyi görülmesi, iyi hesaplanması, herkesin yetki ve sorumluluklarını iyi değerlendirebilmesi gerekirdi. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde adayların çok önceden ortaya çıkmasını, milletvekilleriyle ve halkla yakın temas sağlanmasını ve her şeyin kamuoyu tarafından bütün netliğiyle bilinmesini tercih ederdim. Parlamentoda grubu bulunan ve bulunmayan siyasi partilerle öncesinden yeteri ve gereği kadar pozitif diyalog kanallarının kurulabilmesini arzu ederdim. Bu, Türkiye'de uzlaşı kültürünün varlığını insanlara hissettirirdi. Bugün istemediğimiz, ama birileri tarafından provoke edilen bu kamplaşma zemininden de uzaklaşma olanağımız olurdu. Güç benim ve ben her şeyi yaparım, diyebilirsiniz. Ama aslolan uzun vadeli, gerçekçi ve yararlı sonuçlar alabilmektir.
- İstenilen aday seçilmediği için yeniden mazlum ve mağduru oynarlar mı?
- İnsanlar, "Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde AKP mağdur edildi" diyebilir. Ama "AKP bu süreci iyi yönetemedi. Biz onlara anayasayı değiştirebilecek güç ve kudreti verdik. Ama bunu değerlendirmedi" de diyebilir. Terazinin ne tarafının ağır basacağını önümüzdeki sandık gösterecek. Ama ne olursa olsun biz bu ülkede uzlaşı kültürünü tesis etmeliyiz. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde yaşanan olayların her biri siyasal tarih tarafından değerlendirilecektir. Ben bu sürecin böyle yaşanmamış olmasını arzu ederdim.
Demokrasi hedef tahtası değil
- Kamuoyunda Erdoğan'ın Gül'ü aday göstererek bir taşla iki kuş vurduğu ve hem Gül hem de Arınç'ı etkisizleştirdiği gibi bir kanı var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
- Ben buna katılmıyorum. Çünkü Sayın Başbakan'la hem Gül hem de Arınç 'ın çok eskiye dayanan ilişkileri var.
Ama tabii siyasal sonuç olarak kim ne kazanmıştır, kim kaybetmiştir? Bunu bugünden irdelemek ve değerlendirmek çok kolay değil.
- Yine AKP yöneticilerinin mağdur ve mazlumu oynamaları konusuna dönersek... Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda CHP'nin Anayasa Mahkemesi'ne başvurusunu yaptığı günün akşamı Genelkurmay Başkanlığı'ndan e-muhtıra denilen bildiri geldi. Bunun üzerine, "Asker yeniden müdahale ediyor" gibi yakınmalar geldi. Sizce bu haklı bir yakınma mıydı?
- Gelişmiş demokrasilerde tüm kurumların yetki ve sorumlulukları bellidir. Gelişmiş demokrasilerde tüm kurumlar açık biçimde çalışırlar, birbirleriyle rekabet etmezler, birbirleriyle sinerji oluştururlar. Kurumlar ve güç merkezleri birbirinin ne rakibidir ne alternatifidir.
Siyaset kurumunun, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK), yargının, üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının (STK), bürokrasi kademesinin, sanat dünyasının, medyanın yetki ve sorumluluğu bellidir. Birbirimizin alanlarına müdahale etmezsek ve birbiri-
mizin alanlarına müdahale edebilecek zeminleri oluşturmazsak, birbirimize güvenip birbirimizle sinerji oluşturursak ancak bu ülkeye yararlı hale gelebiliriz. Hiç kimsenin demokrasiyi hedef alma lüksü olamaz. Ve fakat hiç kimsenin de demokrasiyi hedef tahtası haline getirme lüksü de olamaz. Yine Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecine dönersek... Benim çok açık bir iddiam var. Türkiye'de seçim yasası ve siyasi partiler yasası bugünkü gibi olmasaydı biz böyle bir Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci yaşamazdık.
- Neden?
- Bir seçime gidiyoruz. Şu anda her siyasi parti adaylarını belirliyor. Ama tabanda ve arazide çalışan yok. Herkes Ankara'da, genel merkezlerin önünde. Milletvekillerini genel başkanlar ve lider kadrosu belirleyecek. Millet de 22 Temmuz'da sandık başına giderek belirlenmiş olan bu listeleri bir noter gibi onaylamak zorunda kalacak. Bir kere bu sistemin ne kadar demokratik olduğunu tartışmamız lazım. Sadece bu dönemde seçim ve siyasi partiler yasalarını biraz daha demokratik hale getirseydik, sadece tercihli sistemi getirseydik, bugün parlamentonun formasyonu çok daha başka olurdu. O tercihli sistemden gelebilecek seçilmişler o zaman kaderlerini liderlerinin iki dudağı arasına hapsetmeyecek, milletin beklenti ve talepleriyle hareket edeceklerdi. Öyle seçilmiş bir parlamento, Cumhurbaşkanlığı krizini bu ülkeye yaşatmazdı.
- Demokrasiyi hedef tahtası haline getirmeyelim, dediniz. İyi de bu hükümet erken seçime karar verince birden birtakım reformlara da özendi. Cumhurbaşkanını halk seçsin, seçimlerde iki sandık koyalım, gibi açıklamalar yaptı. Bu kararı verinceye kadar aradan beş yıla yakın zaman geçti. Daha önce sizce akılları neredeydi?
- Ben cumhurbaşkanını halkın seçmesini doğru buluyorum. Ama bu, sistemi tepeden tırnağa yeniden ele almayı gerektirecek bir süreç. Bunun tüm sonuçlarını en ince ayrıntılarına kadar devletin tüm kademelerinde ve sivil toplumda tartışabilmemiz gerekirdi.
Biz bu tartışmayı iktidarımızın başında yapsaydık çok sağlıklı sonuçlar elde ederdik. Ama tıkanmış bir sürecin ardından bir nefes almak adına atılan bu adımı çok da gerçekçi bulmuyorum. O nedenle de yaptığımız ve yapacağımız işleri gerçekçi zeminlere oturtmak zorundayız.
Her şeyi tartışalım. Ama sonuçta ortak bir akıl çıkaralım ve bu ortak akıl kimsenin siyasal çıkarlarına değil ulusa hizmet etsin. Biz bugün varız, yarın olmayacağız. Birey olarak da parti olarak da olmayacağız. Ama bu ülke hep var olacak. Bizim bugün Türkiye'nin on, on beş, elli yıl sonrasını hesap etmemiz lazım. Bugün hep tartıştığımız sanal gündemler. Bu sanal gündemlerle, bu sürtüşmelerle Türkiye'yi bir yere taşıyamayız
AKP'nin muhalifi Turhan Çömez, Cumhuriyet'e konuştu: "Başbakan Genelkurmay bana bağlı dedi ama Atatürk te Vahdettin'e bağlıydı"
AKP'den tekrar aday olmayacağını açıklayan Turhan Çömez Cumhuriyet Gazetesi'ne konuştu:
Dr.Turhan Çömez AKP liderliğinin sivri dili yüzünden eleştirdiği isim. Parti içi demokrasinin yetersizliğini ve hükümetin pek çok icraatını eleştirdiği için epeyce bir süredir AKP içinde muhalif ses olarak biliniyordu. Sonunda kararını verdi ve bu seçimlerde partisiyle yollarını ayıracağını duyurdu. Şimdiki kararı bir süre siyasetten uzak durmak. Çömez'le bu kararı almasına yol açan nedenleri, hükümetin yarattığı sanal tartışma gündemlerini, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde izlenen siyaseti ve Genelkurmay'ın bildirisini konuştuk. Çömez, özellikle izlenen ekonomik politikadan rahatsız olduğunu gizlemiyor ve cari açıklar konusunda Devlet Bakanı Abdüllatif Şener 'le aynı görüşte olduğunu söylüyor. Tayyip Erdoğan 'ın "Genelkurmay Başkanı bana bağlıdır" cümlesine ise şu göndermeyi yapıyor: "Atatürk de Vahdettin'e bağlıydı."
- Siz bu seçimlerde neden AKP'den yeniden adaylığınızı koymuyorsunuz?
ÇÖMEZ - Aslında bu soruların başka versiyonlarını zaman zaman eleştiri, zaman zaman da tavsiye olarak uzun zamandır duyuyordum. Bugünlerde "Neden hâlâ o partidesin" diye soranların yanı sıra "Neden o partiden aday olmuyorsun" diye de soranlar var.
Ben TBMM'ye bir siyasi partinin çatısı altında girdim. Benim siyaset, etik anlayışım o partinin çatısı içinde, fevkalade bir şey olmadığı takdirde süreci tamamlamayı gerektirir. O nedenle son güne kadar partimin çatısı altında, milletin bana verdiği sorumluluğu yerine getirmeye özen gösterdim.
Siyasete girerken beni bağlayan partimin programı, tüzüğü ve hükümetin programıydı. Ancak geçen zaman dilimi içinde bazı politikalarda, bazı yaklaşım biçimlerinde, bazı projelerde benim tecrübelerim, vizyonum ve algımla örtüşmeyen bir süreç yaşanmaya başlandı. Sorumluluğum gereği yanlış bulduklarımı önce tartışmaya, sonra da eleştirmeye başladım. Zaman zaman bunlar kamuoyunda farklı çıkışlar ya da parti içi muhalefet gibi değerlendirildi.
- Peki, parti içi muhalefet yapmadınız mı?
- Öyle değil. Bu tamamıyla parti içi, olgun demokrasinin gereğiydi. Ben tüm bu söylemlerimi ve davranışlarımı yine millet adına yaptım. Fakat geçen zaman içinde partimin bazı yöneticilerinin uygulamalarıyla benim görüşlerim arasında ciddi ayrılıklar ortaya çıktı; derin fay hatları oluştu. Bu nedenle aynı çatı altında siyaset yapmamın doğru olmayacağı kanısına vardım. Dolayısıyla da önümüzdeki dönem AKP'den milletvekili adayı olmama kararı aldım.
Talan ve ahlak dışılık düzeni
- Siz, seçmenleriniz Balıkesirlilere bir veda mektubu yazarak "Benim gördüklerimi ve yaşadıklarımı siz de yaşamış ve görmüş olsaydınız siz de böyle bir karar alırdınız" dediniz. Neler gördünüz ve yaşadınız ki bunlar sizi böyle bir karar almaya sevk etti?
- Ben farklı ideallerle siyasete girdim. Benim siyasetteki tek beklentim ülkeme hizmet edebilmekti. Benim geldiğim yer belli. Küçük bir Anadolu köyünde hayata başladım. Hayatımın her evresi bir cam gibi berrak ve nettir. O köyden beni buralara taşıyan milletime karşı çok önemli bir sorumluluğumun olduğuna inandım. Hep bu duyguyla hareket ettim. Ancak Türkiye'de siyaset yapılanması ne yazık ki bizim ideallerimizin çok dışında gerçekleşmiş.
- Nasıl?
- Millet adına ne kadar hizmet etmeye özen de gösterseniz, ne kadar da doğruları söyleseniz, ne kadar özgün, gerçekçi ve yararlı projeler de ortaya koysanız, siyasetin genel dokusu bunu zaman zaman reddediyor. Bu reddediş sürecinde hem siz hem de mensup olduğunuz kurum zarar görüyor. Çok örnek yaşadım. Bu yaşadığım örnekler esnasında hem ben önemli ölçüde örselendim hem mensubu bulunduğum parti bundan yara aldı. Oysa daha akıllı yöntemlerle farklı düşünce, vizyon, bilgi birikimi ve tecrübeyi biz hem ülkenin hem partinin lehine kullanabilirdik. Ama mensubu bulunduğum parti bu samimi duruşu, iyi niyetli ikazları zaman zaman farklı algıladı. Sanıyorum onlar da benim ortaya koyduğum tavırlardan önemli ölçüde rahatsız oldular. O nedenle yüksek perdeden eleştirdiğim politikalarla aynı kulvarda olmanın siyasal etik bakımından doğru olmayacağını düşündüm.
- Devlet Bakanı Nimet Çubukçu'yla bir anlaşmazlığınız oldu. Çocuk yuvaları ve yurtlarında kayıp çocuklar bulunduğunu ortaya çıkardığınız için parti içinde epeyce tartışmaya neden olmuş, "Ne üstünüze vazife bu?" gibi tepkilerle karşılaşmıştınız.
- Siz bile bunu Nimet Çubukçu 'yla yaşadığım bir sorunmuş gibi algılamışsınız. Türkiye'de bir soruna parmak bastığınız zaman herkes bunun arkasında bazı bireysel sürtüşmeler arıyor. Benim niyetim ne Nimet Çubukçu'nun şahsıyla mücadele etmek ne de bir başkasını hedef haline getirmek. Bunların hepsi benim arkadaşlarım. Birlikte siyaset yaptık. Ama ortada bir gerçek, bir yara var. Bu ülkenin çocuk yurtlarında 1400 yavrumuz kayıpsa ve bunlar resmi kayıtla kanıtlanmışsa ortada ciddi bir dram vardır. Benim parmak bastığım bu. Ben milletvekili kimliğimle ziyaret ettiğim bir yurtta 33 yavrunun orada olmadığını belgeleriyle ortaya koydumsa bunun hesabını sormak benim siyasal yükümlülüğümdür.
- Siz kendi bölgenizde de bazı karışık, kirli işleri ortaya çıkardınız. Bu yüzden de parti yönetiminin kızgınlık şimşeklerini üzerinize çektiniz. Bunlardan örnekler anlatabilir misiniz?
- Benim bölgemde birkaç yıl önce devlete ait bir arsa bana göre ederinin çok altında bir parayla satıldı. Alan kişileri biliyorum. Bu satış işlemi sırasında alan kişilerin yakın çevresiyle görüştüm. Hukuka ve ahlaka aykırı bir duruma tanık olursam bunun hesabını size sorarım, dedim. Arsa dört yüz milyar liraya satıldı.
- Ne kadar büyüklükte ve nasıl konumda bir arsa bu?
- Denize sıfır ve içinde dinlenme tesisleri bulunan 30 bin metrekarelik bir arsa. Kamuoyunun yakından bildiği Maliye Bakanı Sayın Unakıtan 'a uzun bir mektup yazdım. O mektubun içine de o arsaya dair küçük bir cümle yerleştirdim. Mektubu yazmamın hemen ardından Bandırma Tapusu kayıtlarına baktım. Gördüm ki arsa el değiştirmiş. Hem de 1 trilyon 650 milyar liraya. Yani 1 trilyon 250 milyar liralık bir kârla başkasına devredilmiş. Bandırma'nın Edincik beldesi sınırları içinde olan bir arsa bu. Ben beş yıldır milletvekilliği yapıyorum ve beş yıldır Edincik'in o yoksul halkına zeytinlerini sulamak için gölet parası bulmaya çalışıyorum. Bunun için de 1 trilyon liraya ihtiyacım var. Ama öte yandan bir kişi bir arsayı devletten alıp bir başkasına satma yoluyla akşamdan sabaha 1 trilyon 250 milyar lirayı cebine indiriyor. Turhan Çömez olarak ben bu işin üzerine gitmeli miyim, gitmemeli miyim? Gitmezsem milletle ve kendimle kavga ederim. Üzerine gittiğim zaman da başkalarıyla kavga ediyorum. Ben milletle ve kendimle kavga etmek yerine başkalarıyla kavga etmeyi tercih ediyorum.
- Garip bir Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci yaşadık. Hatta yurtdışından, Avrupa Parlamentosu'ndan kimileri bu seçimin bir oyuna dönüştürüldüğünü bile söylediler. Şimdi öğreniyoruz ki Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül'ün aday gösterildiği günün sabahı evinden çıkarken Gül'ün aday olacağını bir tek karısına söylemiş. Siz bunu devlet mekanizmalarına uygun bir Cumhurbaşkanlığı seçimi olarak değerlendiriyor musunuz?
- Cumhurbaşkanlığı seçim süreci daha iyi sevk ve idare edilebilirdi. Ülkenin gündemi dar bir koridora sıkıştırılmayabilirdi. Bunun için Türkiye'nin temel dinamikleri ve değerlerinin iyi görülmesi, iyi hesaplanması, herkesin yetki ve sorumluluklarını iyi değerlendirebilmesi gerekirdi. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde adayların çok önceden ortaya çıkmasını, milletvekilleriyle ve halkla yakın temas sağlanmasını ve her şeyin kamuoyu tarafından bütün netliğiyle bilinmesini tercih ederdim. Parlamentoda grubu bulunan ve bulunmayan siyasi partilerle öncesinden yeteri ve gereği kadar pozitif diyalog kanallarının kurulabilmesini arzu ederdim. Bu, Türkiye'de uzlaşı kültürünün varlığını insanlara hissettirirdi. Bugün istemediğimiz, ama birileri tarafından provoke edilen bu kamplaşma zemininden de uzaklaşma olanağımız olurdu. Güç benim ve ben her şeyi yaparım, diyebilirsiniz. Ama aslolan uzun vadeli, gerçekçi ve yararlı sonuçlar alabilmektir.
- İstenilen aday seçilmediği için yeniden mazlum ve mağduru oynarlar mı?
- İnsanlar, "Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde AKP mağdur edildi" diyebilir. Ama "AKP bu süreci iyi yönetemedi. Biz onlara anayasayı değiştirebilecek güç ve kudreti verdik. Ama bunu değerlendirmedi" de diyebilir. Terazinin ne tarafının ağır basacağını önümüzdeki sandık gösterecek. Ama ne olursa olsun biz bu ülkede uzlaşı kültürünü tesis etmeliyiz. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde yaşanan olayların her biri siyasal tarih tarafından değerlendirilecektir. Ben bu sürecin böyle yaşanmamış olmasını arzu ederdim.
Demokrasi hedef tahtası değil
- Kamuoyunda Erdoğan'ın Gül'ü aday göstererek bir taşla iki kuş vurduğu ve hem Gül hem de Arınç'ı etkisizleştirdiği gibi bir kanı var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
- Ben buna katılmıyorum. Çünkü Sayın Başbakan'la hem Gül hem de Arınç 'ın çok eskiye dayanan ilişkileri var.
Ama tabii siyasal sonuç olarak kim ne kazanmıştır, kim kaybetmiştir? Bunu bugünden irdelemek ve değerlendirmek çok kolay değil.
- Yine AKP yöneticilerinin mağdur ve mazlumu oynamaları konusuna dönersek... Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda CHP'nin Anayasa Mahkemesi'ne başvurusunu yaptığı günün akşamı Genelkurmay Başkanlığı'ndan e-muhtıra denilen bildiri geldi. Bunun üzerine, "Asker yeniden müdahale ediyor" gibi yakınmalar geldi. Sizce bu haklı bir yakınma mıydı?
- Gelişmiş demokrasilerde tüm kurumların yetki ve sorumlulukları bellidir. Gelişmiş demokrasilerde tüm kurumlar açık biçimde çalışırlar, birbirleriyle rekabet etmezler, birbirleriyle sinerji oluştururlar. Kurumlar ve güç merkezleri birbirinin ne rakibidir ne alternatifidir.
Siyaset kurumunun, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK), yargının, üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının (STK), bürokrasi kademesinin, sanat dünyasının, medyanın yetki ve sorumluluğu bellidir. Birbirimizin alanlarına müdahale etmezsek ve birbiri-
mizin alanlarına müdahale edebilecek zeminleri oluşturmazsak, birbirimize güvenip birbirimizle sinerji oluşturursak ancak bu ülkeye yararlı hale gelebiliriz. Hiç kimsenin demokrasiyi hedef alma lüksü olamaz. Ve fakat hiç kimsenin de demokrasiyi hedef tahtası haline getirme lüksü de olamaz. Yine Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecine dönersek... Benim çok açık bir iddiam var. Türkiye'de seçim yasası ve siyasi partiler yasası bugünkü gibi olmasaydı biz böyle bir Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci yaşamazdık.
- Neden?
- Bir seçime gidiyoruz. Şu anda her siyasi parti adaylarını belirliyor. Ama tabanda ve arazide çalışan yok. Herkes Ankara'da, genel merkezlerin önünde. Milletvekillerini genel başkanlar ve lider kadrosu belirleyecek. Millet de 22 Temmuz'da sandık başına giderek belirlenmiş olan bu listeleri bir noter gibi onaylamak zorunda kalacak. Bir kere bu sistemin ne kadar demokratik olduğunu tartışmamız lazım. Sadece bu dönemde seçim ve siyasi partiler yasalarını biraz daha demokratik hale getirseydik, sadece tercihli sistemi getirseydik, bugün parlamentonun formasyonu çok daha başka olurdu. O tercihli sistemden gelebilecek seçilmişler o zaman kaderlerini liderlerinin iki dudağı arasına hapsetmeyecek, milletin beklenti ve talepleriyle hareket edeceklerdi. Öyle seçilmiş bir parlamento, Cumhurbaşkanlığı krizini bu ülkeye yaşatmazdı.
- Demokrasiyi hedef tahtası haline getirmeyelim, dediniz. İyi de bu hükümet erken seçime karar verince birden birtakım reformlara da özendi. Cumhurbaşkanını halk seçsin, seçimlerde iki sandık koyalım, gibi açıklamalar yaptı. Bu kararı verinceye kadar aradan beş yıla yakın zaman geçti. Daha önce sizce akılları neredeydi?
- Ben cumhurbaşkanını halkın seçmesini doğru buluyorum. Ama bu, sistemi tepeden tırnağa yeniden ele almayı gerektirecek bir süreç. Bunun tüm sonuçlarını en ince ayrıntılarına kadar devletin tüm kademelerinde ve sivil toplumda tartışabilmemiz gerekirdi.
Biz bu tartışmayı iktidarımızın başında yapsaydık çok sağlıklı sonuçlar elde ederdik. Ama tıkanmış bir sürecin ardından bir nefes almak adına atılan bu adımı çok da gerçekçi bulmuyorum. O nedenle de yaptığımız ve yapacağımız işleri gerçekçi zeminlere oturtmak zorundayız.
Her şeyi tartışalım. Ama sonuçta ortak bir akıl çıkaralım ve bu ortak akıl kimsenin siyasal çıkarlarına değil ulusa hizmet etsin. Biz bugün varız, yarın olmayacağız. Birey olarak da parti olarak da olmayacağız. Ama bu ülke hep var olacak. Bizim bugün Türkiye'nin on, on beş, elli yıl sonrasını hesap etmemiz lazım. Bugün hep tartıştığımız sanal gündemler. Bu sanal gündemlerle, bu sürtüşmelerle Türkiye'yi bir yere taşıyamayız