Kovalamaca
İstem dışı isteyerek el ele, her gün biraz daha yaklaşmak vardır ölüme... Her gün kapımızı yoklayan, Allah aşkını körükleyen bir misafir; birlikte yolculuk yaptığımız evrende her saniye yüreğimizden sessizce geçip giden bir yolcu! Her gün kovalamak vardır ölümü, bir gün ansızın onun bizi yakalayacağını bile bile yine de kovalamak!..
Bazen titreyen yüreklerde, sevgi ve umut arap saçı olsada, dingin sıcaklıkların elleri birleştirdiği, nedenli nedensiz sevinçlerle sarhoş olunan vakitler... Bazende dar gelen bu dünyada duaların kabulü için yalvarışlarla, gözyaşlarıyla ıslanarak duman duman süzülen vakitler... Öyle ya da böyle, ama her gün bir şekilde her saniye kovalamak vardır ölümü...
Problemler içinde fikirleri dağ olan kocaman bir kitap ve bu kitapta sadece kovalayan en müşgül bir virgül olmak! Büzülmüş, susan, mahzun bir hakikat var bu kovalamacada. Belli yasalar çerçevesinde çığlıklar, sevinçler, mutluluklar kovalar birbirini... Ama yine de ilkelerimize bağlı kovalar, herşeyden habersiz sürüp gider bilinmeyene doğru.
Bilinmeyeni üç dünya olarak tanımak:
Birincisi; yağmur ciseleriyle damla damla beslenen arzu ve kasvetle akan bir akarsunun nehirlere akıp denizlerden okyanuslara karışması gibidir; bedenen bastığımız toprakta, soluduğumuz havada, içtiğimiz sudadır.
İkincisi; bu kovalamaca oyununda rol alan hiç kimsenin göremediği sadece ve sadece her bireyin içinde yaşattığı dünyadır...
Üçüncüsü; günün ilk ayıdınlığıyla başlayan gecenin sonsuzluğuna merhaba deyip kayan yıldızlara karıştığımız dünya!
Birincisi; yağmur ciseleriyle damla damla beslenen arzu ve kasvetle akan bir akarsunun nehirlere akıp denizlerden okyanuslara karışması gibidir; bedenen bastığımız toprakta, soluduğumuz havada, içtiğimiz sudadır.
İkincisi; bu kovalamaca oyununda rol alan hiç kimsenin göremediği sadece ve sadece her bireyin içinde yaşattığı dünyadır...
Üçüncüsü; günün ilk ayıdınlığıyla başlayan gecenin sonsuzluğuna merhaba deyip kayan yıldızlara karıştığımız dünya!
Şimdilerde ikinci dünyamla el ele tutuşup çıplak ayaklarla toprak ve ıslak çimenleri ürkütmeden kovalıyorum; siyah saçlarımla serin esen bir yelin çimenleri okşadığı gibi okşuyorum ölümü... Bir sesin titreşimiyle okunan güzel sözler eşliğinde, yanarak içilen bir yudum su gibi mutluluğu kucaklayarak özlenen bir ağacın gölgesine rüzgâr gibi esiveriyorum.
Esiveriyorum şimdilerin sonrasına; bulutlar yastığım olacak, benim için söylenen şarkıları uzaktan sessizce dinleyerek yıldızlarla dans edeceğim. Yeni günün ışıltıları için güneşi; çocuklar için gökkuşağını boyayacağım; sevenler için gülistan diyârından mis kokular yayacağım; ay ışığıyla birlikte karanlığa meydan okurken, yenik düşen koca dalgalar yakamozlarla barışacak ve deniz kızları tebessümle el sallayacaklar bana...
İşte o vakit, üç dünyanın en mutlu insanı ben olacağım.