Elbette Olur Ev Yıkanın Hanesi Viran
http://www.culturechange.org/images/iraq-wandc.jpg
Savaşın çıkma ihtimali olduğu daha ilk zamanlarki yazımda, Türkiye’nin aslında seçim yapma gibi bir şansı olmadığını, sadece verilen ödevleri kusursuz yapması gerektiğini söylemiştim.
Görünürde kendi insiyatifini kullanacak bir güç olduğu izlenimi verilmek istense de adım adım taleplerin yerine getirildiği aşikardı.
Gelinen nokta da bunu açıkça ortaya koyuyor.
Pazarlıklar, alınacak kararların mahiyetleri vs. ABD’nin tesbit edeceğinden öteye gidemez. O nedenle biz sadece kendimizi kandırıyoruz diye düşünüyorum.
Ama bana “çok yanılıyorsun, bak işte yanıldın” denmesini ne kadar isterim bir bilseniz.
Bu kirli savaşa, dünyanın dört bir tarafından her ne ideolojiye sahip olsun, farklı dinlerden, kültürlerden insanlar biraraya gelip, hepyekün “hayır” diyebiliyorsa, bu tepkileri görmezden gelmek olmaz.
Bu savaşda Türkiye’nin yeri olmaması lazım.
Şu anda ve ileride de açıklanacak bir durum değil. Bizim böyle karanlık ve utanç verici tarih sahnesinde yer almamız gerek.
‘Türkiye’nin ulusal çıkarları bunu gerektirirse savaşa destek vermek gerekir’ düşüncesine sahip olmak anlaşılır gibi değil.
Olmazsak ciddi sorunlar ortaya çıkabilir mantığıyla hareket etmek de saçma. Açık olan, faraziye dayalı olmayan bir durum var ki, o da masum sivil insanların böyle bir savaştan birinci dereceden zarar görecek olmalarıdır.
‘Bu benim umrumda değil’ diyen vicdan sahibi bir kişi olamaz.
Eğer umrumda diyorsa ilk planda değerlendirilmesi gereken, gerçekçi olan budur.
Maddi, stratejik, politik, siyasi, bu sahalarda her ne kazanılma düşüncesi varsa, insanların ölümü üzerine kurulu olan bu düşünceler ahlaken bozuktur.
Hak ve hukukla da taban tabana zıttır.
İnsan öldürmekten bahsediyoruz, bir yerinden elimizi kana bulaştırırsak kolay kolay o kanlı eller temizlenemez..İster suyla, ister çamaşır suyuyla yıka, kan kokusunu, rengini hafızalardan silemezsiniz. Hafızalardan silindiğini düşünenler ise kabuslarından o haykırışları, feryatları silemez.
Bir insanın yaşamı dünyada mevcut tüm değerlerden üstündür. Geçen gün Hürriyet’te Irak doğumlu bir Türk gencinin savaş hakkındaki yorumlarını kapaktan vermişlerdi.
Okuyunca “yazıklar olsun” dedim. Bunu söylemek istemezdim ama düşüncemi iyi vurgulayacak bir kelime olsa gerek onu da söyleyeyim, “yuh” dedim, “bu kadar da olmaz” dedim.
Ne miydi röportajda kızdıran “ne yapalım ben de vururum birkaç Iraklı” cümlesiydi. Yazı benim gibi daha bir çok kişinin dikkatini çekmiştir.
Gazeteci Kürşat Bumin’de Hürriyet’te çıkan bu haber üzerine yazı yazmış. Bu yazının üzerine söylenecek pek fazla bir şey yok. Tüm düşüncelerimi hakkıyla dile getirmiş...Lütfen yazıyı vakit ayırıp, dikkatlice okuyun.
[hl]Küçük hesaplar içinde olmak bizlere göre değil, adalet, hak ve hukuk anlayışına sahip olan bir millet olduğumuzu herkese gösterelim. Olan bitene seyirci kalmayalım....</span id='hl'>
<center>http://www.doncasterstopwar.net/images/ninpost.gif</center>
---------------------
[hl]"Adam öldürmeyi oyun mu sandın..." </span id='hl'>
Geçen gün Ankara'da, bir yemek masası etrafında olduğumuz bir emekli subay ilginç hikayeler anlatıyor, önemli tespitler yapıyor... "Hikayeler" dediysem, öyle "askerlik hatıraları" türünde şeyler aklınıza gelmesin; ordunun "özel" bir kuvvetinde tanık olunmuş aşağı yukarı 20 yıllık "özel" hikayeler bunlar...
Masada söz dönüp dolaşıp "Ordu ve iman" meselesine gelince, emekli subay yemek arkadaşımız hepinizin katılacağını tahmin ettiğim şöyle bir tespitte bulundu: "Hele de kritik görevler için, bir subay her zaman emrinde tabii ki imanı güçlü askerler ister. 'Şehitlik' gibi savaşa ilişkin kavramlar imanı güçlü genç askerler tarafından tabii ki çok daha ciddiye alınır."
Size göre de çok doğru bir tespit değil mi? Masa arkadaşımız bu çerçevede şu örneği vermeyi de unutmadı: "Bu nitelikleri taşıyan bir genç askere 'Şurada bekleyecek ve hiç kımıldamayacaksın' desek ve onu orada unutsak, bir gün sonra yanına vardığımızda bile o orada yine dimdik ayaktadır."
Bizim bu sohbeti yaptığımız günün akşamı (bu kez epeyce gecikmiş olarak) Hürriyet gazetesini elime aldım. Birinci sayfanın "yan manşeti"ndeki haberin başlığı şöyleydi: "Irak doğumlu Mehmetçik: Irak üç günlük iş." Haberin altbaşlığından meseleyi daha iyi anlıyorduk: "Acemi eğitimini Antalya'da tamamladıktan sonra Diyarbakır'daki birliğine katılmak için kente gelen Doğan Samur, Irak doğumlu."
Doğan Samur, size biraz önce emekli subayın ağzından aktardığım asker tipine hiç mi hiç benzemiyor. Gazetede yer alan fotoğrafından açıkca anlıyoruz ki, Samur'un "çok şehirli" bir görünümü var. "Çok şehirliler"in imanının çok güçlü olmadığını söylüyor değilim tabii ki; ama yine de, Samur'un "çok şehirli" bir görünümü var. Hatta öyle ki, Samur'la ilgili haber imzasını atan Hürriyet muhabiri Şenay Ordu, haberine şu satırlarla başlamış: "Ben onu Chris O'Donnel'a benzetiyorum. Çok yakışıklı. Konuşmak için yanına sokulduğumda, eminim bizi izleyenler tek nedenin onun yakışıklılığı olduğunu düşünmüşlerdir."
Peki ne diyor bu "çok yakışıklı" Doğan Samur? Samur'un tamamen bir tesadüften ibaret olan "Irak doğumluluğu"nu bir kenara bırakıp, bu genç askerin eli kulağında olan Irak savaşına ilişkin sözlerine bakalım: Samur, oğlunun Diyarbakır'ı çekmesi üzerine çok tabii olarak üzülen annesini şöyle teselli etmiş: "Türk askeri kayıp vermez anne, üç günlük iş."
[hl]Genç asker Hürriyet muhabirine, bu duygu ve düşünceleri paylaşan bir arkadaşının şu sözlerini de aktarmış: "Ne yapayım ben de vururum birkaç Iraklı." </span id='hl'>
Hürriyet muhabiri haberinin sonunda Doğan Samur'u şu sözlerle anlatmış: "Gözleri pırıl pırıl. Kendine güveni sonsuz. Geride aklında kalan hiçbir şey yok belli ki."
Şimdi isterseniz bir ara verelim ve önümüzdeki haberi yorumlamaya çalışalım:
Doğan Samur ve arkadaşının henüz birer "çocuk" oldukları muhakkak... İmanı çok ya da az güçlü olsun, "Irak üç günlük iş" ve "Ne yapalım ben de vururum birkaç Iraklı" diyebilen her gencin birer "çocuk" oldukları muhakkak...
[hl]Biz maalesef gençlerimizi, "Ne yapalım ben de vururum birkaç Iraklı" türünde bir söz ağızlarından çıkarken hiç değilse iki kere düşündürtmeyi beceremedik... </span id='hl'>
[hl]Gençlerimizi "Iraklı mıraklı farketmez; hiç adam öldüren biriyle öldürmeyen aynı insan olur mu?" diye düşündürebilmeyi beceremedik... </span id='hl'>
Bu beceriksizliğimizin üzerinde uzun uzun düşünmemiz gerektiğini düşünüyorum. Biz maalesef, günlük hayatın hergünü içinde, gençlerimize gerek kendi gerekse başkasının canını ciddiye almayı gerektiren pasifist ("pasifik" demiyorum) bir kültürün zerresini bile koklatamadık... Az biraz koklatabilseydik, gençlerimiz savaş hakkında bu derece "kolay" konuşabilirler miydi?
Tamam, diyelim ki gençlerimiz "savaş"ın ne demek olduğunu henüz bilmiyorlar. Peki Hürriyet'in "yaşlı" yazıişlerine ne demeli? Bu yazıişlerinin "Irak üç günlük iş" gibi sorumsuz başlıklarla militarizme karşı zaten yeteri kadar direnç kazanmamış gençleri zehirlemeye hakkı var mı? Bir ülkenin gençlerine bundan daha büyük bir kötülük yapılabilir mi?
(Kürşat Bumin- Y.Şafak-22.02.2003)
<center>http://www.geocities.com/agitators2002/nowariraq.jpg</center>
Give Justice A Hand
Savaşın çıkma ihtimali olduğu daha ilk zamanlarki yazımda, Türkiye’nin aslında seçim yapma gibi bir şansı olmadığını, sadece verilen ödevleri kusursuz yapması gerektiğini söylemiştim.
Görünürde kendi insiyatifini kullanacak bir güç olduğu izlenimi verilmek istense de adım adım taleplerin yerine getirildiği aşikardı.
Gelinen nokta da bunu açıkça ortaya koyuyor.
Pazarlıklar, alınacak kararların mahiyetleri vs. ABD’nin tesbit edeceğinden öteye gidemez. O nedenle biz sadece kendimizi kandırıyoruz diye düşünüyorum.
Ama bana “çok yanılıyorsun, bak işte yanıldın” denmesini ne kadar isterim bir bilseniz.
Bu kirli savaşa, dünyanın dört bir tarafından her ne ideolojiye sahip olsun, farklı dinlerden, kültürlerden insanlar biraraya gelip, hepyekün “hayır” diyebiliyorsa, bu tepkileri görmezden gelmek olmaz.
Bu savaşda Türkiye’nin yeri olmaması lazım.
Şu anda ve ileride de açıklanacak bir durum değil. Bizim böyle karanlık ve utanç verici tarih sahnesinde yer almamız gerek.
‘Türkiye’nin ulusal çıkarları bunu gerektirirse savaşa destek vermek gerekir’ düşüncesine sahip olmak anlaşılır gibi değil.
Olmazsak ciddi sorunlar ortaya çıkabilir mantığıyla hareket etmek de saçma. Açık olan, faraziye dayalı olmayan bir durum var ki, o da masum sivil insanların böyle bir savaştan birinci dereceden zarar görecek olmalarıdır.
‘Bu benim umrumda değil’ diyen vicdan sahibi bir kişi olamaz.
Eğer umrumda diyorsa ilk planda değerlendirilmesi gereken, gerçekçi olan budur.
Maddi, stratejik, politik, siyasi, bu sahalarda her ne kazanılma düşüncesi varsa, insanların ölümü üzerine kurulu olan bu düşünceler ahlaken bozuktur.
Hak ve hukukla da taban tabana zıttır.
İnsan öldürmekten bahsediyoruz, bir yerinden elimizi kana bulaştırırsak kolay kolay o kanlı eller temizlenemez..İster suyla, ister çamaşır suyuyla yıka, kan kokusunu, rengini hafızalardan silemezsiniz. Hafızalardan silindiğini düşünenler ise kabuslarından o haykırışları, feryatları silemez.
Bir insanın yaşamı dünyada mevcut tüm değerlerden üstündür. Geçen gün Hürriyet’te Irak doğumlu bir Türk gencinin savaş hakkındaki yorumlarını kapaktan vermişlerdi.
Okuyunca “yazıklar olsun” dedim. Bunu söylemek istemezdim ama düşüncemi iyi vurgulayacak bir kelime olsa gerek onu da söyleyeyim, “yuh” dedim, “bu kadar da olmaz” dedim.
Ne miydi röportajda kızdıran “ne yapalım ben de vururum birkaç Iraklı” cümlesiydi. Yazı benim gibi daha bir çok kişinin dikkatini çekmiştir.
Gazeteci Kürşat Bumin’de Hürriyet’te çıkan bu haber üzerine yazı yazmış. Bu yazının üzerine söylenecek pek fazla bir şey yok. Tüm düşüncelerimi hakkıyla dile getirmiş...Lütfen yazıyı vakit ayırıp, dikkatlice okuyun.
[hl]Küçük hesaplar içinde olmak bizlere göre değil, adalet, hak ve hukuk anlayışına sahip olan bir millet olduğumuzu herkese gösterelim. Olan bitene seyirci kalmayalım....</span id='hl'>
<center>http://www.doncasterstopwar.net/images/ninpost.gif</center>
---------------------
[hl]"Adam öldürmeyi oyun mu sandın..." </span id='hl'>
Geçen gün Ankara'da, bir yemek masası etrafında olduğumuz bir emekli subay ilginç hikayeler anlatıyor, önemli tespitler yapıyor... "Hikayeler" dediysem, öyle "askerlik hatıraları" türünde şeyler aklınıza gelmesin; ordunun "özel" bir kuvvetinde tanık olunmuş aşağı yukarı 20 yıllık "özel" hikayeler bunlar...
Masada söz dönüp dolaşıp "Ordu ve iman" meselesine gelince, emekli subay yemek arkadaşımız hepinizin katılacağını tahmin ettiğim şöyle bir tespitte bulundu: "Hele de kritik görevler için, bir subay her zaman emrinde tabii ki imanı güçlü askerler ister. 'Şehitlik' gibi savaşa ilişkin kavramlar imanı güçlü genç askerler tarafından tabii ki çok daha ciddiye alınır."
Size göre de çok doğru bir tespit değil mi? Masa arkadaşımız bu çerçevede şu örneği vermeyi de unutmadı: "Bu nitelikleri taşıyan bir genç askere 'Şurada bekleyecek ve hiç kımıldamayacaksın' desek ve onu orada unutsak, bir gün sonra yanına vardığımızda bile o orada yine dimdik ayaktadır."
Bizim bu sohbeti yaptığımız günün akşamı (bu kez epeyce gecikmiş olarak) Hürriyet gazetesini elime aldım. Birinci sayfanın "yan manşeti"ndeki haberin başlığı şöyleydi: "Irak doğumlu Mehmetçik: Irak üç günlük iş." Haberin altbaşlığından meseleyi daha iyi anlıyorduk: "Acemi eğitimini Antalya'da tamamladıktan sonra Diyarbakır'daki birliğine katılmak için kente gelen Doğan Samur, Irak doğumlu."
Doğan Samur, size biraz önce emekli subayın ağzından aktardığım asker tipine hiç mi hiç benzemiyor. Gazetede yer alan fotoğrafından açıkca anlıyoruz ki, Samur'un "çok şehirli" bir görünümü var. "Çok şehirliler"in imanının çok güçlü olmadığını söylüyor değilim tabii ki; ama yine de, Samur'un "çok şehirli" bir görünümü var. Hatta öyle ki, Samur'la ilgili haber imzasını atan Hürriyet muhabiri Şenay Ordu, haberine şu satırlarla başlamış: "Ben onu Chris O'Donnel'a benzetiyorum. Çok yakışıklı. Konuşmak için yanına sokulduğumda, eminim bizi izleyenler tek nedenin onun yakışıklılığı olduğunu düşünmüşlerdir."
Peki ne diyor bu "çok yakışıklı" Doğan Samur? Samur'un tamamen bir tesadüften ibaret olan "Irak doğumluluğu"nu bir kenara bırakıp, bu genç askerin eli kulağında olan Irak savaşına ilişkin sözlerine bakalım: Samur, oğlunun Diyarbakır'ı çekmesi üzerine çok tabii olarak üzülen annesini şöyle teselli etmiş: "Türk askeri kayıp vermez anne, üç günlük iş."
[hl]Genç asker Hürriyet muhabirine, bu duygu ve düşünceleri paylaşan bir arkadaşının şu sözlerini de aktarmış: "Ne yapayım ben de vururum birkaç Iraklı." </span id='hl'>
Hürriyet muhabiri haberinin sonunda Doğan Samur'u şu sözlerle anlatmış: "Gözleri pırıl pırıl. Kendine güveni sonsuz. Geride aklında kalan hiçbir şey yok belli ki."
Şimdi isterseniz bir ara verelim ve önümüzdeki haberi yorumlamaya çalışalım:
Doğan Samur ve arkadaşının henüz birer "çocuk" oldukları muhakkak... İmanı çok ya da az güçlü olsun, "Irak üç günlük iş" ve "Ne yapalım ben de vururum birkaç Iraklı" diyebilen her gencin birer "çocuk" oldukları muhakkak...
[hl]Biz maalesef gençlerimizi, "Ne yapalım ben de vururum birkaç Iraklı" türünde bir söz ağızlarından çıkarken hiç değilse iki kere düşündürtmeyi beceremedik... </span id='hl'>
[hl]Gençlerimizi "Iraklı mıraklı farketmez; hiç adam öldüren biriyle öldürmeyen aynı insan olur mu?" diye düşündürebilmeyi beceremedik... </span id='hl'>
Bu beceriksizliğimizin üzerinde uzun uzun düşünmemiz gerektiğini düşünüyorum. Biz maalesef, günlük hayatın hergünü içinde, gençlerimize gerek kendi gerekse başkasının canını ciddiye almayı gerektiren pasifist ("pasifik" demiyorum) bir kültürün zerresini bile koklatamadık... Az biraz koklatabilseydik, gençlerimiz savaş hakkında bu derece "kolay" konuşabilirler miydi?
Tamam, diyelim ki gençlerimiz "savaş"ın ne demek olduğunu henüz bilmiyorlar. Peki Hürriyet'in "yaşlı" yazıişlerine ne demeli? Bu yazıişlerinin "Irak üç günlük iş" gibi sorumsuz başlıklarla militarizme karşı zaten yeteri kadar direnç kazanmamış gençleri zehirlemeye hakkı var mı? Bir ülkenin gençlerine bundan daha büyük bir kötülük yapılabilir mi?
(Kürşat Bumin- Y.Şafak-22.02.2003)
<center>http://www.geocities.com/agitators2002/nowariraq.jpg</center>
Give Justice A Hand