HUKUK GENEL KURULU E. 1996/19-609 K. 1996/764 T. 13.11.1996
rehnin alacaklı adına 3. Şahsa teslimi, rehin sözleşmesinin kurulmasına aykırı değildir. Sıra cetvelinin, satış bedelinin öncelikle rehinli alacaklıya ödenecek şekilde düzenlenmesi doğrudur.
Davada uyuşmazlık, menkul rehninden kaynaklanmaktadır.
Türk Hukuk Sistemi içinde Menkul Rehni, gerek Medenî Yasamızda ve gerekse diğer kanun ve tüzüklerde pozitif bir düzenlemeye tabi kılınmıştır. Bunun yanı sıra doktrinde kabul edilen değişik rehin çeşitleri de bulunmaktadır. O halde menkul rehninin kavram ve hukukî mahiyetini; uyuşmazlık konusu somut olayda sınırlı olarak açıklamak gerekirse; MENKUL REHNİ, bir alacağı temine yarayan, başkasına ait mal veya hak üzerinde müesses mahdud ayni hak olup, alacaklıya boçludan alacağını almaması halinde rehnedilenin ( merhunun ) satış bedelinden alacağını tahsil yetkisini verir.
Bu tanıma göre, alacaklı, yalnız satış bedelinden alacağını alma hakkına sahip olmakla beraber rehin hakkı tesisine rağmen, alacağın tamamı rehnin bedeli ile karşılanamadığı durumda borçlu tüm malvarlığı ile borçtan kişisel olarak sorumludur.
İstisnası dışında kural olarak rehin, rehin alanın zilyetliğinde olup, menkul rehni hakkı tam bir fer'ilik arzeder. Hak düşünce, rehin hakkı da düşmüş olur.
Medeni Yasamızın 853. maddesi, rehin akdinin kurulmasını düzenlemekle birlikte esas prensibini de açıklamıştır. Menkul rehni hukukunun esas prensibi, aleniliktir. Bu ayni hakkın varlığı, dışarıya karşı görünüş şekli temelde zilyetliktir. Zilyetliğe bağlı rehin hakkına "teslimi meşrut" ( teslim şartlı ) menkul rehni denir ve mutad olan çeşidi de budur.
Menkul rehninin tesisi için yasa herhangi bir şekil şartı ( alacak üzerine rehin hakkı hariç ) öngörmemiştir. Menkul rehnini düzenleyen M.Y. m. 853/1. "Kanunen muayyen istisnalar haricinde bir menkul ancak teslimi meşrut şekilde rehin edilebilir" demekle, rehin hakkının ancak rehin verilenin rehin alana zilyetliğin geçirilmesi suretiyle kurulabileceğini hükme bağlamış ve son fıkrasında, "rehin merhunu fiilen ve hasren kendi yedinde bulundurdukça, mürtehin için rehin hakkı sabit olmaz" hükmü ile de, teslim şartlı menkul rehni ilkesi benimsenmiştir.
Şurasını hemen belirtelim ki; rehnin tesliminden münhasıran alacaklıya teslimi manası çıkarılmamalıdır. Rehin zilyetliği teslimle kurulabileceği gibi teslimsiz de kurulabilmektedir ( M.Y. 890-892 ).
Az önce açıklandığı gibi, teslim şartlı rehnin doğması için kaide olarak merhunun ( rehnedilenin ) bir tasarruf muamelesi ile rehin alana teslimi gerekmektedir. Fakat, teslim olayı maddi manada eşyanın tesliminden başka şekillerde de geçirilebilmekte ve bu hallerde rehin alan rehni fiilen teslim almadığı halde yine rehin zilyedi olabilmektedir. Önemli olan rehin verenin rehinden uzak bulundurulmasıdır. O halde, merhun ( rehin ), mürtehinde ( rehin alanda ) veya onun adına rehin zilyetliğini kullanan üçüncü bir şahısta bulunabilir. Işte rehin hakkının, rehin teslim edilmeden doğması bir istisna oluşturmakta ve hukuken rehin hakkının tesisi için yeterli bulunmaktadır. Aynı görüşte ( Bakınız, Dr. E.C. Türk Menkul Rehni, 1967 sh. 90 ve devamı - Dr. - B.D. Rehin Hukuku Dersleri - 1967 sh. 78 ve devam ).
Bunlardan biri de, rehin verilenin zilyetliğinin temsil yolu ile nakledilmesidir. Teslim şartlı menkul rehninin pratik hayatın ihtiyaçlarına gerekli şekilde cevap vermediği bir gerçektir. O nedenle, zilyetliğin temsil yolu ile nakledilebileceğini kabul zorunluluğu vardır. Nitekim, M.Y. m. 891 "Gaipler arasındaki zilyetliğin nakli, bir şeyin iktisap edene veya mümessiline teslimi ile tamam olur" hükmü zilyetliğin temsil yolu ile intikalinin kanunen mümkün olduğunu vurgulamıştır.
Bir de, üçüncü şahsın mümessil olarak değil, fakat alacaklının mutemedi olarak rehin edileni elinde bulundurması hali vardır. Mutemet ( yediemin ) dediğimiz bu şahsa rehin muhafaza için verilir. Görevi, nesneyi rehin verenin müdahalesinden uzak tutmak, fiili hakimiyetinden çıkarmaktır. Aynı zamanda rehni alacaklıya izafeten rehin zilyedi sıfatıyla elinde bulundurmaktadır. Bu kişi alacaklı veya rehin veren tarafından tayin edilebilir. Bu şekilde rehin yedieminin hukuki ve cezai sorumluluğuna bırakılmıştır.
İşte bu halde, alacaklının rehin hakkı sükut etmez. Zira, alacaklı dolayısıyla, üçüncü kişi doğrudan doğruya merhuna zilyet bulunmaktadır ( Bakınız, Dr. E.C. - Türk Menkul Rehni Hukuku - 1967/Ank. sh. 111 - Prof.Dr. B.K., Prof.Dr. S.K. - Sınırlı Ayni Haklar - 1982-198/İst. sh. 486 ).
Üçüncü kişiye teslim suretiyle rehnin tesisi uygulamada, bankadan alınacak kredilerle kendini daha çok göstermektedir. Bankalar açtığı krediler için teminat teşkil eden emtiayı güvenilir bir üçüncü kişiye teslim ile emtia karşılığı kredi uygulamasını yaygın bir biçimde sürdürmektedir. Böyle bir durumda kredi açan bankanın, güvenilir kişiden ( yediemin ) malı teslim aldığına, banka adına muhafaza edeceğine ve bankanın izni olmaksızın kimseye teslim etmeyeceğine ilişkin bir taahhütname aldığı görülmektedir.
Yaygın olan bu uygulama rehin hakkının doğumu için yeterli görülmekte ve bilinmektedir ( Bakınız Prof. E.Ö., Bankacılık Yönünden Medeni Hukuk Kuralları 1978 sh. 413 ).
Somut olayımızda, rehin alacaklısı banka, yediemin senedi ile menkulü ( otomobili ) kredi kefili ve yediemin ( mutemet kişi ) olarak asıl borçlu dışında 3. kişi B.......'e teslim etmiş olmakla rehin sözleşmesinin, yukarıda anlatılan kurallar karşısında oluşmuş bulunduğunun kabulü gerekir. Mahkemenin rehin sözleşmesinin oluşmadığına dair düşüncesi yerinde değildir.
Bu durumda açıklanması gereken bir husus da yukarıda belirtilen biçimde kurulan rehin sözleşmesi, aracın ( otomobilin ) yediemin tarafından borçluya teslimi ile sükut etmiş sayılıp sayılamayacağıdır. Özel Daire ile mahkeme arasındaki ikinci uyuşmazlık da bu noktadadır.
Medeni Yasanın 857. maddesi, rehin hakkının vazgeçme, rehnin yok olması, sürenin dolması, cebri satış, alacaklı ve malik sıfatının birleşmesi gibi diğer sükut sebepleri dışında "zilyetliğin zayi edilmesi" halinde rehin hakkının sükutunu düzenlemiştir. Anılan madde hükmüne göre, rehin alacaklısı rehin üzerindeki zilyetliğini ve üçüncü kişiden geri isteme hakkını yitirdiği, diğer bir anlatımla rehinli alacaklının nesneyi açık iradesi ile kesin olarak geri vermesi veya bir başka kişinin rehin üzerinde iyi niyetli müktesip olması ( M.Y. md. 901-903 ), durumunda rehin hakkı sükut eder. Mürtehinin rehin ( alacaklısının ) zilyetlik ( M.Y. m. 895 ) zilyetliğe haklılık davası ( M.Y. m. 902 ) açma hakkı mevcut oldukça ve zilyetliğin isteği dışında elinden çıkmış olması gibi hallerde rehin hakkı sükut etmez. 857. maddenin 2. fıkrası ise rehin hükümlerinin askıda kalma halini düzenlemiştir. Bu fıkra "rehin, mürtehinin rızasıyla merhun üzerinde fiilen yedini idame ettikçe, rehnin hükümleri muallak kalır" hükmünü koymuştur. Burada rehnin zilyetliği yitirilmiş olmasına rağmen rehin sona ermemekte, askıya alınmaktadır. Başka bir anlatımla, rehnin ( nesnenin ) zilyetliği eylemli biçimde ve alacaklının rızası ile geçici olarak rehin verene geçmesi yasanın aradığı koşuldur.
Yukarıda açıklanan yasal olgular karşısında olaya baktığımızda, rehnin alacaklı adına üçüncü şahsa ( mutemet-yediemin ) teslimi, rehin sözleşmesinin oluşumuna, dolayısıyla M.Y.'nun 853. maddesine aykırı değildir. Bu şekilde teessüs etmiş rehin sözleşmesinin, yediemin tarafından aracın anahtarı ve aracın borçluya teslimi ile rehin hakkının sükut ettiği, ortadan kalktığı kabul edilemez. Yediemin sözleşmesinin borçlunun yakını ile yapılmış olması, peşinen alacaklının aracın borçluya teslimine açıkça rıza göstermiş olduğunun da kabulü mümkün değildir. Rehnin borçluya teslim edileceği ancak bir varsayımdır. Bütün yediemin sözleşmelerinde bu ihtimali düşünmek olasıdır. Ne var ki, yedieminin teslim keyfiyeti alacaklı bankanın açık rızası dışındadır. O nedenle M.Y. m. 857. maddesi koşullarının somut olayda gerçekleştiğini kabul etmek mümkün değildir.
Hal böyle olunca, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına bu nedenlerle uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. O halde direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı banka vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA.....