Re: Deniz Yıldızları-Sokak Çocukları
Deniz yıldızlarını kurtarmak
Türkiye, 2015 yılına kadar çocuk işçiliğini bitirmek için dünyaya söz vermiş olsa da, çalışan çocuk sayısı 1,6 milyon civarında. İzmir’de Çalışma Bakanlığı’na bağlı bir grup bu projeye baş koymuş.
***
O minicik eller, ayakkabı üretimi, tekstil, oto tamiri, tarım gibi sektörler için çok önemli. Çünkü o minik eller, büyük ellerin ulaşmakta zorlandığı yerleri daha kolay parlatıyor, daha kolay yapıştırıyor. O minik eller büyük paralar da istemiyor; çünkü genellikle ebeveynleri işsiz çocukların elleri onlar. Evlerinde kendilerini bekleyen aç kardeşleri de var üstelik. Uluslararası Çalışma Örgütü’ne (ILO) göre, Türkiye’de o çalışan minik ellerden yaklaşık 1,6 milyon çift var. Çocuk nüfusunun neredeyse yüzde 10’u ekonomik faaliyete bulunuyor. Ama bu minik eller, tornavida, keser, iğne tutmak yerine, kâğıt kalem, kitap tutmak istiyor. Göç nedeniyle çalışan çocuk nüfusunun yoğun olduğu İzmir’de iş müfettişlerinden, psikolog, sosyolog ve sosyal hizmet uzmanlarından oluşan bir grup “cesur yürek” 2000 yılından beri bazı gönüllü kuruluşların ve ILO’nun da yardımıyla o minik ellerin hayatını değiştirmek için canla başla çalışıyor.
Hamdi 13 yaşında. İşsiz anne babası ve 11 yaşındaki kız kardeşi Fatma ile İzmir’in Mustafa Kemal Mahallesi’nde yaşıyor. Evleri yalnızca iki oda. Babasının anlattığına göre, zeminde kaya olmadığı için ev sürekli kayıyor. Yakın bir zamana kadar su olmadığı için bahçedeki depoyu kullanmış aile. İş müfettişleri Hamdi’yi, geçtiğimiz yaz tatilinde mobilya sektöründeki denetlemeler sırasında bulmuşlar. “Birçok işveren, çocuklara iş vererek onlara iyilik yaptığını düşünüyor. Onları sokaklardan kurtardıkları fikrindeler ama işverenlere çocuk işçiliğinin hem çocuklara hem de işe nasıl zarar verebileceğini anlatıyoruz.” diyor İş Teftiş İzmir Grup Başkanı Sıddık Topaloğlu. O ve ekibi 2000 yılından beri çocuk işçiliğinin sona erdirilmesi programı çerçevesinde önce minik eller avına çıkıyor, sonra aile ve işverenle görüşüyor. Amaç, çocukları eğitime yönlendirmek. Yönlendiremedikleri için daha iyi çalışma şartları sağlamaya çalışmak. Bir de buldukları her minik eli sürekli izleyip, desteklemek.
Türkiye’de 15 yaşın altındakilerin çalışması kesinlikle yasak. 15-18 yaş grubu da sağlıklarını, güvenliklerini ve ahlâklarını tehlikeye düşürecek işlerden uzak tutulmak zorunda. Mevzuata göre 15 yaşını tamamlamış çocuklar günde 8, haftada 40 saatten fazla çalıştırılamıyor; ama Türkiye’de çalışan çocukların şartları hiç de böyle değil. Mesela mobilya sektöründe çocuklar sabah 8’de başlayıp, akşam 8’de bırakıyorlar işlerini. İş yerlerinin birçoğunda çocuklar sağlıklarını koruyabilecek maskeler kullanmadığından sürekli toza, yanıcı uçucu maddelere maruz kalıyor.
Çalışan minik bir eli tespit etmek, çocuk emeğinin sömürülmesinde ilk; ama minicik bir adım. Tıpkı Hamdi’nin durumunda olduğu gibi. Onun çalıştığı tespit edildikten sonra, projenin sosyoloğu Hüseyin Bahçeci devreye giriyor. Önce çocukla görüşüyor, sonra ailesiyle… “Çocuk 15 yaşın altındaysa, derhal okula döndürmeye çalışıyoruz. 15 yaşın üzerindeyse de aileyi çocuğun eğitimine dönmesi için ikna etmeye çalışıyoruz.” diyor, Hüseyin Bey… Aile ikna edilemez ise çocuk çıraklık eğitimine yönlendiriliyor. Bir de açık öğretim tavsiye ediliyor. Türkiye’deki yasal düzenlemelere göre, çıraklık eğitimi almamış birisinin daha sonra kalfalık ve ustalık belgesi alması da, ileride bir işyeri açması da mümkün değil çünkü.
SIRA, AİLELERE GELECEK
Ailesi bütün imkânsızlıklarına rağmen, Hamdi’nin okula dönmesi konusunda çok hevesli olmuş. Annesi durup durup “Allah razı olsun” diyor projede görev alanlar için. Ancak, Hamdi’yi okula yönlendirmek de yetmiyor. Ailesinde çalışan olmaması onun yeniden işgücüne dönme riskini artırıyor çünkü. Dolayısıyla proje çerçevesinde ailelere kurslarla nitelik kazandırıp iş bulmalarına yardımcı olmak da var.
Proje, henüz Hamdi’nin ailesine nitelik kazandırmayı üstlenmemiş. Ama projede çalışanlar, tanıdıklarını, eş-dost ilişkilerini devreye sokup Hamdi’nin babasına bir iş arıyor. “Pratik olmak ve seri hareket etmek zorundasınız.” diyor Topaloğlu; “Zaten bu proje ancak gerçekten gönüllülerle sonuç alabilecek bir proje. Süratli hareket edemezseniz, çocuğu kaybetme riskiyle karşı karşıya kalırsınız.”
Çalışan çocukların ailelerinin büyük bir kısmı, yararlanabilecekleri sosyal yardımların farkında da değil. Tıpkı Hamdi’nin ailesi gibi. Proje kapsamında onlara nasıl yeşil kart alacakları, kaymakamlığın yoksulluk yardımlarına nasıl başvuracakları da anlatılmış. Hamdi’nin ailesi bu çerçevede işbirliği yapmaya istekli. Kimi aileleri ikna etmekte zorlandıklarını söylüyor Topaloğlu…
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın raporuna göre, Türkiye’de çocuk işçiliğinin sebepleri arasında geleneksel bakış açısı da var: “Tarım toplumuna has bir yaklaşımla ve sosyo-kültürel bakış açısı ile çocuk işçiliği normal karşılanmakta, bazen de gerekli görülmektedir. Kentlerde eğitim masraflarının yüksekliği ya da eğitimli işgücünde yaşanan işsizlik aileleri, çocuklarını meslek edinmeleri için çalıştırmaya yöneltmektedir.” Rapor çocuk işçiliğinin diğer nedenlerini de yoksulluk, göç, eğitim imkânlarının yetersizliği, işsizlik, işverenlerin çocuk işgücü talebi ve mevzuatın etkin uygulanmaması olarak sıralıyor.
Proje kapsamında, ailenin diğer fertlerine de yardım yapılıyor. Örneğin, Hamdi’nin kız kardeşi Fatma’nın kırtasiye masrafları karşılanıyor. Amaç, kardeşleri çalışma hayatına hiç başlatmamak. “Sanayi, masa gibidir çocuklar için.” diyor, Topaloğlu… “Çalışan çocukların sanayiden, yani masanın üstünden yere, yani sokağa düşme ihtimali yüksektir. Kardeşlerini ise masaya düşmeden yakalamak gerekir.”
Hamdi, 2004’te başlayıp Haziran 2007’de bitecek olan, “Mobilya sektöründe çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerinin sona erdirilmesi projesi” çerçevesinde eli şimdiye kadar tutulan 1260 çocuktan biri. Benzer bir proje de yine ILO desteği ile 2000-2004 yılları arasında oto tamir tekstil ve ayakkabı meslek dallarında yürütülmüş. Yine aynı ekip, bu projede de 6079 çalışan çocuğun ve onların 2191 kardeşinin elini tutmuş. Bu çocuklardan 5891’i de eğitime yönlendirilmiş. Tıpkı Pınar, Selda, Semra, Hakan ve Serkan Gün kardeşler gibi.
KENDİLERİNİ FEDA EDEN ABLALAR
Gün kardeşler İzmir’in Çamlıkule semtinde, bir iş kazası sonucu sakat kalan babaları ve anneleri ile birlikte yaşıyor. Gün ailesi Muş’tan göçmüş İzmir’e. Zaten şehirdeki çocuk işçiliğinin en önemli nedenlerinden birisi göç. Çoğu aile Doğu ve Güneydoğu’daki illerden gelmiş buraya. Özellikle Mardin’den. Gün ailesinin babası inşaat işçisi. Bir gün iskeleden düşüp de belden aşağısı tutmamaya başlayınca, çocuklar çalışmak zorunda kalmış. Şimdi evli olan en büyük abla Pınar, başlamış çalışmaya.
“Benim durumum nedeniyle çok sıkıntı çekiyorduk ama çocuklara her şeyden çok üzülüyorduk” diyor babaları. Anneleri Şerife Hanım da, “Ben en çok Selda’ya üzülmüştüm. Okul birincisiydi hep. Ama bana dedi ki, anne ailemizin durumu böyleyken aklıma ders girmiyor.” diye anlatıyor zor günlerin başlangıcını. İlk iki abla kardeşlerinin okuması ve ailenin ayakta kalabilmesi için kendilerini feda etmiş; üçüncü abla Semra da, bütün ısrarlara rağmen okula dönmemiş.
Sosyolog Hüseyin Bahçeci’ye göre, çalışmaya başlayan çocuklarla ilgili en belirgin özelliklerden biri onların okula döndürülmesinin zorlaşmaya başlaması. “Bu çocuklar para kazanmaya başlayınca birer birey oluyor artık. Okul motivasyonları azalıyor. Ayrıca kırılgan oluyorlar, çocuk olmalarına rağmen kendilerini yetişkin gibi algılamamaya başlıyorlar.” diyor.
Projedekiler, kızları meslek kurslarına yönlendirmişler; ama daha küçük olan Hakan’ı bölge yatılı okuluna gitmeye ikna etmişler. Serkan da ilköğretime devam ediyor. Her ikisi de büyüyünce polis ya da subay olmak istiyor. Çalışan çocuklar üzerinde yapılan bir ankete göre, emeğini kullanan çocukların en gözde meslekleri subaylık ve polislik. Bu anket, çalışan çocukların yüzde 25’inin polis veya subay, yüzde 20’sinin mühendis mimar, yüzde 19’unun avukat ve doktor, yüzde 8’inin hemşire, yüzde 19’unun öğretmen olmak istediğini ortaya koyuyor. İşverenlik konumundaki ticaret ya da işadamlılığını tercih etmek istediklerini söyleyen çocukların oranı ise yalnızca yüzde 3. Anne Şerife Hanım, “Çocukların ellerinden tutulmasaydı mendilci olurlardı, tinerci olurlardı, psikopat olurlardı, berduş olurlardı.” diyor. Projeyi hayata geçirenler, evin reisine iş kazası için açtığı davada yol göstermiş. Anne Şerife Hanım’a psikolojik destek sağlamış. Şerife Hanım, ayrıca, proje merkezinde ahşap boyama kurslarına katılmış.
Oto tamir, tekstil, konfeksiyon ve ayakkabı sektöründeki çocuk emeğinin sonlandırılması projesi çerçevesinde sekiz ayrı kurstan 166 aile büyüğü mezun olmuş. Kursları tamamlayanların yüzde 71’i işe yerleştirilmiş. Proje raporunda, istihdam garantili meslek kursları sayesinde vasıfsız işgücünün vasıflı hale dönüştürülmesinin ailenin gelir elde etmek için çocuk emeğine bağlı kalmasını engellediği anlatılıyor. Rapora göre, ailelere meslek eğitimi vermek çocuk işçiliğini sonlandırmak için yapılabilecek en yararlı faaliyetlerden biri.
Gün ailesinin evinde proje yetkilileri olduğunu duyan Ömer ve annesi geliyor kapıya. Ömer ilkokul ikinci sınıfta. Ağrı’dan göçmüşler İzmir’e. Ailenin reisi işsiz. Yakınlarda yürüme mesafesinde okul olmadığından, Ömer’in okula gidebilmesi için mutlaka servise binmesi gerekiyor. Servis ücreti ise aylık 35 YTL. Ailenin bunu karşılayacak imkânı ise yok. Projeyi yürütenler, Ömer’in durumunu da not alıyor. Mevcut durum belli aslında. Onun çalışan çocuk olmaması için çözüm üretilmesi lazım. Nitekim, telefonlar ediliyor ve Ömer’in servis parası bulunuyor. Peki, sesini hiç duyuramayan Ömerler, eninde sonunda çocuk işçi olmak zorundalar mı?
PRATİK ÇÖZÜMLER, ZORUNLU HALLER
Çocuk işçilerle, aileleriyle, kardeşleriyle konuştukça, hemen hepsinin ihtiyaçlarının farklılaştığını görmek mümkün. Neredeyse her çocuk ayrı bir proje. Ayrıca çocukların ortaya çıkan “ilk” sorunlarını çözmek de yeterli değil. Sürekli izlenmeleri, desteklenmeleri gerekiyor. Bütün bunların yapılabilmesi için de çocuk işçiliğinin önlenmesi projesi çerçevesinde Sosyal Destek Merkezleri kurulmuş. Oto tamir, tekstil, konfeksiyon ve ayakkabı sektöründe çalışan çocuklar için açılan merkez, proje bitiminde İzmir Belediyesi’ne devredilmiş. Şimdi mobilya sektöründe çalışan çocuklara yönelik yeni bir merkez var İzmir’in Karabağlar mahallesinde. Projedekiler, çocukların hemen elinin altında olmak gerektiğini anlatıyorlar. Ayrıca işverenlerle yakın işbirliğinin de önemine dikkat çekerek…
Mevzuata göre, çocuk işçi çalıştırmak cezai işlem gerektiren bir durum. Çocuk işçi başına 844 YTL ceza ödeniyor ve bu ceza her seferinde katlanarak artıyor. Ancak projedekilerin temel bir ilkesi var: “Ceza yok.” Sıddık Topaloğlu, işverenlere ceza kesmek yerine onları ikna etmeyi daha doğru bulduklarını söylüyor: “Ama bu asla göz yummak değil. Bu projenin üçayağı var, çocuk, ailesi ve işvereni. Bunlardan birinin eksik olması sonuç almamızı engeller. İşverenin bize korkuyla karışık saygı duyması önemli.”
Projedekiler, çocuk fişçiliğinin zararlarını anlattıkça, işverenlerin işbirliği yapma hevesinin arttığını söylüyor. Projeyi incelemeye gelen yabancıların en hayret verici bulduğu alanlardan biri de işverenlerin işbirliğine hevesli olduğunu görmek olmuş zaten. Projedekiler, işverenlerin kendilerinden iş isteyen çocukları ya da yanlarında çalışan çocukları, çıraklık veya kalfalık eğitimi almak üzere ellerinden tutup merkeze getirdiklerini söylüyor. Tıpkı mobilya sektöründe işveren olan Turgay Varol gibi. Yanında çalıştırdığı Aykut’u çıraklık eğitimine verdiğini, sosyal destek merkezindeki faaliyetlere katılmasını özendirdiğini vurgulayarak, “Aykut büyüyünce bana ya küfür edecek ya da dua edecek.” diyor.
İşbirliği konusunda istekli olan işverenlere, zaman zaman kurslar düzenleniyor, işyerlerinde almaları gereken önlemler anlatılıyor. İşverenlere çocuk emeğini sömürmenin kötülüğünü anlatabilmek için her yöntem deneniyor. Sosyal Destek Merkezi’nde açılan takı yapma, ahşap boyama gibi kurslara isteyen işverenlerin ya da ailelerinin katılması teşvik ediliyor. Bir işveren hanımı olan Hatice Hanım, merkezin çocuk emeğinin engellenmesi konusunda bilinçlendirme düzeyini arttırdığını söylüyor. Söz konusu merkezler aynı zamanda çocukların sığınabilecekleri bir yer de aslında. Hüseyin Bahçeci, yatılı okula gönderdikleri bir çocuğun başına gelenleri şöyle anlatıyor: “Okulda bir arkadaşına şaka yapmak istemiş. Arkadaşının ağzında toplu iğne varmış ve çocuk iğneyi yutmuş. Üzüntüsünden okulu terk etmiş. Okul buraya neredeyse 20 km uzaklıkta. Buraya kadar yürüye yürüye geldi çocuğumuz.”
Merkez, çocukların eğitimlerini tamamlaması için gerekli bir kurum. Mobilya sektöründe çalışan Saim, biz oradayken, öğretmeni Haluk Karaca ile okuma yazma öğrenmeye çalışıyordu. Karaca, merkezde yalnızca okuma yazma kursları olmadığını, tamamlayıcı kurslar da bulunduğunu söylüyor. Bu kursa gelen öğrencilerden birinin, matematik işlemlerini yanlışsız yaptığı bir kâğıdı gösteriyor: “Çalışan bir çocuğumuza ait bu. Çalışmak zorunda olmasaydı eminim, çok başarılı bir öğrenci olurdu.”
Merkezde öğle tatili arası saz kursu da veriliyor. Müzik öğretmeni Savaş Çaygül, görev almaktan mutlu olduğunu, çocukların her türlü eğitime çok daha fazla ihtiyaç duyduğunu belirtiyor. Çocukları merkeze ısındırmanın bir yolu da onlara öğle yemeği vermek. Yemeğe gelenlerden biri de Yakup. 11-12 yaşında gösteriyor ama, 15 yaşında olduğunu söylüyor. Çalışan çocukların bedenleri kavruk kalıyor çünkü. Sürekli solumak zorunda oldukları tozlar, uçucu maddeler, güneş görmeyen mekânlarda saatlerce çalışmak, büyümelerini de engelliyor. Yakup, yerinden kalktığında, oturduğu sandalyenin toz içinde kaldığını görünce iş müfettişlerinin daha önce söylediği bir şey geliyor aklımıza: “Mobilya sektöründe çalışan çocukları tespit etmek kolaydır. Kulaklarında ve burunlarında ne kadar temizlenirse temizlensin geçmeyen bir toz vardır çünkü.” Sosyal Destek Merkezleri’nde sağlık taramaları da yapılıyor. Hep gürültüye maruz kaldıklarından duyma testleri, solunum testleri ve verem taraması yapılıyor. Sonuçlara göre tedavi uygulanabiliyor. Sürekli uçucu maddelere maruz kalan bu çocuklara narkotik şubesi, bilinçlendirme eğitimi veriyor.
TOPLUMLA BÜTÜNLEŞME ŞUURU
Projedekiler, çocukların kendilerini topluma ait hissetmelerinin ne kadar önemli olduğunu anlatıyor. Bu çerçevede çocukları maçlara götürdüklerini, haftada bir kere merkezde sinema günleri yaptıklarını, satranç ve resim kursu verdiklerini belirtiyorlar. Bunların bir kısmı projenin kendi bütçesinden bir kısmı da gönüllü kuruluşların desteği ile yapılıyor. Projede görev alan herkesle konuştuğunuzda bir şey dikkatinizi çekiyor, “çocuklar” yerine “çocuklarımız” sözcüğünü tercih ediyorlar.
Türkiye’de çalışan bu kadar çok çocuk varken, çocuk işçiliğinin nedenleri olan göç, işsizlik makro ekonomik dengelerin bozukluğu devam ederken, 2015 yılına kadar çocuk işçiliğini bitirmek için dünyaya söz vermiş olan Türkiye bunu başarabilir mi? Sıddık Topaloğlu, bu soruyla sık sık karşılaştığını ve hep aynı cevabı verdiğini söylüyor: “Bir gün denizyıldızları vurmuş kıyıya. Bir çocuk da denizyıldızlarını tekrar denize atıyormuş. Oradan geçenler demişler ki, kaçını kurtarabilirsin, uğraşma. Çocuğun cevabı şu olmuş, kaçını kurtarabilirsem…” Topaloğlu duruyor burada ve ekliyor: “Kaçını kurtarabilirsek.”
| Ayşe Karabat - Sayı: 641 - 19.03.2007
AKSİYON DERGİSİ