Re: Turkiyede solcu olmak
DİNDAR OLMAK AHLAKLI OLMAK İÇİN YETERLİ Mİ?
Son yıllarda ülkemizde yaşanan manevi bunalım fikir adamlarını derin derin düşündürmektedir. Bu bunalım ve sarsıntı yalnızca bize özgü değildir. Bütün dünya aşağı yukarı benzer bir bunalımı yaşamaktadır. Bunun nedenleri, her ülkede ayrı ayrı olmakla birlikte hepsinde ortak olan yanlar vardır.
Bu manevi bunalımı şu iki ana nedende aramak mümkündür.
Birincisi, her toplumda eski değerler yıkılmakta ve yerlerini yeni değerler almaktadır.
İkincisi, ekonomik etkenin manevi değerleri alt üst etmesi ve ön plana çıkarak toplumların değişiminde belirleyici rol oynamasıdır.
İşte bunalımın asıl nedenini bu ekonomik nedende aramak gerekir. Ekonomi niçin ve nasıl ön plana geçti?
Burada manevi değerlerin sarsılması ve din ile ahlak arasındaki ilişkinin üzerinde duracağız.
Hiç şüphe yok ki, manevi değerlerin sarsılmasından en çok etkilenen ahlaktır. Ahlak da din gibi bir inanma konusudur. Bu inanç bir kere sarsıldı mı, artık kolay kolay düzeltilemez.
İnanç alanına ne kanun, ne ferman, ne emir, ne de karar girebilir. Manevi değerlerin kanun ve zor yoluyla düzeltilmesine, değiştirilmesine de imkan yoktur. Her müdahale onu bir parça daha yıkar.
Bizde, ahlakı sağlamlaştırmak için, son zamanlarda herkes dinden yardım ummaktadır. Bu bir bakıma doğru, bir bakıma da yanlıştır.
Doğrudur, çünkü halk yığınları üzerinde hiç bir ahlak, din kadar etkili olamaz. Bundan dolayı bütün dinler, insanları ahlaki gayelere doğru götürdüğü sürece yararlı ve hayırlıdır. Çünkü dinin, özellikle İslamiyetin öğütlediği ahlak, bir vicdan ahlakı olmaktan çok bir “mükafat” ve “mücazat” (ödüller ve cezalar) ahlakıdır. Yani onda hukuki karakter, ahlaki karakterin üstünde ve önündedir.
Bütün insanları içine alması bakımından toplumsal gerçekliğe ve halkın anlayışına uygundur. Gerçi gerçek ahlak, “ceza” ve “mükafat” ötesindedir ve hiçbir vaad edilmiş ödülü, hiçbir tehdidi içermeyen bir vicdan ahlakıdır.
Ne var ki, bütün insanlarda yetkin bir vicdan oluşamıyor. Schappenhauer’in dediği gibi,
“İnsanların vicdanını inceleyecek olursak, orada ahlaki hareketlerimizi maskeleyen iğrenç manzaralar görürüz.”
Gerçi ahlakın amacı vicdanı yaratmak olmalıdır, ama vicdanı herkeste yaramadığımıza göre, toplumlarda hukuki karakterlerde –gıdasını ister örf ve adetlerden, ister dinden almış olsun- bir ahlakın geçerliliğini koruması zorunludur.
Bu bakımdan kalabalıkların ahlakını dizginleyen ve onları “iyi”ye doğru sürükleyen dinin pratik ahlaktaki değeri, rolünü inkar etmemize imkan yoktur.
Yalnız burada dinle ahlak arasında zorunlu bir bağlantı olmadığını daima hatırlamak gerekir. Çünkü din her insanı ahlaklı yapmadığı gibi, her ahlaklı insanında mutlaka dindar olması gerekmez. Dünyanın ve hiç şüphe yok ki bütün insanlığın en büyük ahlakçılarından olan SPİNOZA ve KANT dindar değildiler; hatta bir çok ahlak kahramanlarını da mahkum etmiştir.
Gerçi her din, kendine göre, ahlaki bir amaç güder, ama hiçbir din ahlaklılığın kendisi değildir. Ahlaktan hiçbir ahlaksızlık doğmadığı halde, dinler birçok ahlaksızlığa yataklık yapmıştır. Bunun nedeni her din kendi ümmetinden başkasını gözönüne almaz, kapalı bir ahlak sistemi kurar. Oysa ahlak, her türlü engeli yıkar ve emirlerinin bütün insanlığı kuşatmasını ister.
Görülüyor ki, din ile ahlak arasındaki bağ zorunlu bir ilişki değildir. Onun için dini duyguları geliştirmek, insanları mutlaka ahlaklı kılmaz.
“Ahlakımız elden gidiyor” diyerek dine sarılma bize bir şey sağlamaz. Çünkü bu, ahlak bunalımının gerçek nedenini saklamak için, dini bir maske olarak kullanmak gibi, dine ve ahlaka aykırı bir davranıştan başka bir şey değildir.
Hele bazı meczuplara uyarak, ahlak adına tekkeleri, türbeleri yeniden canlandırmaya kalkmak, bize çağdaş dünya içinde gülünç olmaktan başka bir şey kazandırmaz.
Bununla din eğitimine önem verilmesinin aleyhinde bulunduğumuz sanılmasın. Din eğitimini istemek başka, ahlakı düzeltmek başkadır. Ahlakı düzeltmek için bir çok araçtan olduğu gibi dinden de yararlanmak mümkündür. Çünkü bütün insanları yukarda işaret ettiğimiz gibi vicdanlı yapmaya imkan yoktur. Onları bir takım baskıların, yasakların alanına sokmak zorundayız.
Dinin emir ve yasak sistemi içinde, ahlak için de yararlı şeyler bulmak mümkündür. Ancak dün yoluyla ahlakı kuramayız.
Ahlak insanlara kendiliğinden, hiçbir koşula bağlı bulunmadan iyi hareket etmeyi emreder. Din ise “iyi”, “kötü” davranışın karşısına ödül ve cezayı koyar. Dine göre bu ödül ve cezayı veren Allah’tır. Bundan dolayı ahlakın varlığı için Allah’ın varlığına inanmak şarttır.
Böyle bir ahlakta, Allah’ın varlığına inanmakla ahlaklı olunmaz; aynı zamanda “ruhun ölmezliği”ne ve bir ahiretin varlığına, orada herkese yaptığı iyilik ve kötülüğe göre mükafat veya ceza verileceğine de inanmak gerekir.
Öyleyse dine dayanan ahlak, Allah’ın varlığını ve ruhun ölmezliğini şart koşar.
Görülüyor ki din, yaptırımını öldükten sonra yerine getiren bir hukuktur. Ahlaktan çok hukukla ilgilidir.
Bu hukukun yargıcı Allah’tır. O, iyilik yapana cennetin kapılarını açar; kötülük yapanı cehenneme atar. İslam dininde Allah hem “celal” (büyüklük, ululuk, hışım), hem de “cemal” yani güzelliktir. Cemal’inde iyilikler aşama aşama kendini gösterir. Celal’inde şediddir(sert, katı).
Dine dayalı ahlaklar iyiliği, iyilik olduğu için değil, bir çıkar için istemektedir; otoritesini bireyin bencil eğilimlerine dayandırmaktadır. Daha yüksek bir mutluluk için insanlardan özveri istemektedir.
Oysa ahlak, hükmünü kayıtsız şartsız yerine getirir. “Şöyle hareket edersen ilerde mükafat göreceksin, aksi taktirde cezalanırsın” gibi bir hüküm gerçek anlamıyla ahlaklı olmaktan çok uzaktır.
PROF.DR. CAHİT TANYOL
LAİKLİK VE İRTİCA
ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ, GENİŞLETİLMİŞ 2. BASKI, 1994, SAYFA 198-201
//////////
Sayın ayazoğlum,
Konu ile ilgili örneklemeniz, bir sosyolog, bir YERLİ aydın değerlendirmesi ile örtüşmektedir...
Ve görüldüğü üzere SOL ile AHLAK iç içedir...