Hakkını verin hakkını
Beni az çok tanıyanlar, "hak" kavramına ne kadar önem verdiğimi bilirler. Her şeyin, herkesin hakkını vermek isterim ucu ucuna. Hatta; bu işi epey abartanlardanımdır ve sevenlerim kadar, sevmeyenlerim de çoktur.
Hepimizin, yaşamdaki her şeyin birbirinde hakkı olduğuna inanırım. Hayvanların, doğanın, yolların, yemeğin, emeğin, yapılan-yaptırılan işin hakkı vardır bence ve herkesin, her şeyin hakkı, derhal verilmelidir.
Mesela; bugün ayakkabı tamircimle (25 yıldır tanırım) yine tartıştık. Tabanı çıkan ayakkabımı kendisine götürdüm; yarın al dedi; parasını vermek istedim; iş bitince dedi ve yine tartıştık her zamanki gibi... Bence derhal verilmelidir, ona göre, müşterinin işi bittiğinde, memnun kaldıysa alınmalıdır...
İşte böyle, her şeyin hakkı verilmelidir. Mesela, rakı-balığın!
Rakı-balık; bizlerde, hele İstanbul'dan başlayıp, Marmara-Ege-Akdeniz sahilleri boyunca uzanan kıyı şeridinde, tarihsel bir işleyişle, daima "hakkının verilmesi" konusunda ciddi eylemler içinde olunan bir olgudur.
Her şeyden evvel, rakı-balık, dostlarla yenir, içilir; başkalarıyla olmaz. Ne iş yemeğinde ve ne de manitayla. Manitayla; balığın yanında beyaz şarap alınır.
Rakı-balık için, tüm dostlar aranır, çağrılır; gelemeyecek olanlar bile, nezaketen aranır, haber verilir ve illa ki, yemek sırasında adı geçer, mazereti bildirilir masaya. Ve de, hemen aranır, biz buradayız sen oradasın, ama kalbimiz seninle, keşke sen de olsaydın gibisinden. Hatta; varsa bir şarkı, o dosta ithaf edilir ve o şarkı, ona dinletilir.
Şimdi, diyeceksiniz ki; bu nereden çıktı. Anlatayım; bir kısım tayfa, "yarim İstanbul'u mesken mi tuttun" şarkısı eşliğinde, İstanbul'un çeşitli yerlerinde buluşmaktalar, haberi geldi. Ama; ne önceden haber vermek var, ne de oradayken aramak... Bunlar işi o kadar abartmışlar ki; bir gün iki gün değil; hergün ayrı bir mekana gidip, rakı-balık eşliğinde keyif sürüyorlarmış...
Ragıp Abi durumu öğrenmiş ve hemen acil müdahale timi edasıyla, kalkmış Bursa'dan baskına, İstanbul'a gitmiş ve öğrendiğim kadarıyla, olayın hakkını vermeye epey bir gayret etmiş.
Ama; bu işin hiç de hakkının verilmediği ortada. Çünkü; bu arkadaşlar, bizlere (en azından bana) ne haber verdiler ve ne de beni davet ettiler. En kötüsü, masadan bir arayıp da, beni anmadılar; kısacası, bence olayın hakkını veremediler.
Bu nedenle; bu olaylara katılan, başta arkadaşımız Duygu olmak üzere, kendilerini en şedit biçimde protesto ettiğimi; bununla da yetinmeyeceğimi; biraraya geldiğimiz ilk rakı-balık olayında, onları, rakı içmeyerek protesto edeceğimi ve tüm gecelerini zehredeceğimi, kamuoyunun takdirlerine ve bilgisine sunarım.
Saygılarımla,
Hepimizin, yaşamdaki her şeyin birbirinde hakkı olduğuna inanırım. Hayvanların, doğanın, yolların, yemeğin, emeğin, yapılan-yaptırılan işin hakkı vardır bence ve herkesin, her şeyin hakkı, derhal verilmelidir.
Mesela; bugün ayakkabı tamircimle (25 yıldır tanırım) yine tartıştık. Tabanı çıkan ayakkabımı kendisine götürdüm; yarın al dedi; parasını vermek istedim; iş bitince dedi ve yine tartıştık her zamanki gibi... Bence derhal verilmelidir, ona göre, müşterinin işi bittiğinde, memnun kaldıysa alınmalıdır...
İşte böyle, her şeyin hakkı verilmelidir. Mesela, rakı-balığın!
Rakı-balık; bizlerde, hele İstanbul'dan başlayıp, Marmara-Ege-Akdeniz sahilleri boyunca uzanan kıyı şeridinde, tarihsel bir işleyişle, daima "hakkının verilmesi" konusunda ciddi eylemler içinde olunan bir olgudur.
Her şeyden evvel, rakı-balık, dostlarla yenir, içilir; başkalarıyla olmaz. Ne iş yemeğinde ve ne de manitayla. Manitayla; balığın yanında beyaz şarap alınır.
Rakı-balık için, tüm dostlar aranır, çağrılır; gelemeyecek olanlar bile, nezaketen aranır, haber verilir ve illa ki, yemek sırasında adı geçer, mazereti bildirilir masaya. Ve de, hemen aranır, biz buradayız sen oradasın, ama kalbimiz seninle, keşke sen de olsaydın gibisinden. Hatta; varsa bir şarkı, o dosta ithaf edilir ve o şarkı, ona dinletilir.
Şimdi, diyeceksiniz ki; bu nereden çıktı. Anlatayım; bir kısım tayfa, "yarim İstanbul'u mesken mi tuttun" şarkısı eşliğinde, İstanbul'un çeşitli yerlerinde buluşmaktalar, haberi geldi. Ama; ne önceden haber vermek var, ne de oradayken aramak... Bunlar işi o kadar abartmışlar ki; bir gün iki gün değil; hergün ayrı bir mekana gidip, rakı-balık eşliğinde keyif sürüyorlarmış...
Ragıp Abi durumu öğrenmiş ve hemen acil müdahale timi edasıyla, kalkmış Bursa'dan baskına, İstanbul'a gitmiş ve öğrendiğim kadarıyla, olayın hakkını vermeye epey bir gayret etmiş.
Ama; bu işin hiç de hakkının verilmediği ortada. Çünkü; bu arkadaşlar, bizlere (en azından bana) ne haber verdiler ve ne de beni davet ettiler. En kötüsü, masadan bir arayıp da, beni anmadılar; kısacası, bence olayın hakkını veremediler.
Bu nedenle; bu olaylara katılan, başta arkadaşımız Duygu olmak üzere, kendilerini en şedit biçimde protesto ettiğimi; bununla da yetinmeyeceğimi; biraraya geldiğimiz ilk rakı-balık olayında, onları, rakı içmeyerek protesto edeceğimi ve tüm gecelerini zehredeceğimi, kamuoyunun takdirlerine ve bilgisine sunarım.
Saygılarımla,