28 Şubat'ın Yıldönümü
Siyaset Kürsüsü
--------------------
01 Mart 2000
Cengiz Çandar'ın post modern darbe diye tarif ettiği 28 Şubat olayı, Türkiye'nin yakın siyasi tarihinde, demokrasiye yapılan dördüncü müdahale olarak anılacaktır. Üzerinden henüz üç yıl gibi kısa bir zaman geçtiği için bu sürecin ülke yönetimi üzerindeki etkileri fiili olarak da devam etmektedir. Bu sebeple 28 Şubat'la ilgili daha objektif değerlendirmelerin, daha sonraki yıllarda yapılması tabiidir.
Aslında ülkemizi 28 Şubat'a götüren süreç, demokratik hayata müdahale bağlamında, hemen 1995 genel seçimlerinden sonra başlamıştır. Refah Partisi seçimlerden en büyük parti olarak çıkıp hükümeti kurma görüşmelerine başladığında, muhtemel koalisyon ortakları baskı altına alınmıştır. Ne acıdır ki, bu baskı, kendilerine oy veren halktan değil, tam tersine seçimlerde kendilerine oy vermeyen çevrelerden gelmiştir. Türk demokrasisi aslında ilk zaafını ve yönlendirilmeye ne derece açık olduğunu o zaman göstermiştir. Refah Partisi'nin hükümet kurmaya yönelik iki teşebbüsü, son anda muhtemel ortaklarına yapılan müdahalelerle önlenmiş; bütün bunlardan sonra, Refahyol hükümeti kurulmuştur.
Sayın Erbakan'ın Başbakanlığıdaki Refahyol hükümetinin tam bir yıllık icraatı topyekün değerlendirildiğinde, birçok başarının yanında bazı noksanlıkların olması da gayet doğaldır.
Yalnız bir gerçek vardır ki, Türkiye'nin alışkın olduğu yolsuzluk, hırsızlık, ihalelere fesat karıştırma, bu dönemin hiç konusu olmamıştır. Bu nedenle, Refahyol hükümetini düşürmek için verilen 12 gensoru ve birçok Meclis soruşturmasının hiçbirinde, yolsuzluk, hırsızlık suçlaması yapılmamıştır. Bütün gensoruların konusu "laiklik elden gidiyor" vehmi olmuştur. Ne gariptir ki, buna benzer gensorular, 1950'li yıllarda Adnan Menderes'e, 1960'ların sonunda Süleyman Demirel'e ve 1980'li yıllarda da Turgut Özal'a karşı verilmişti.
Meclis'te laiklik suçlamalarıyla ilgili bütün gensorular milletin temsilcilerinin oylarıyla reddedilince, ülke genelinde adeta bir psikolojik savaş başlatılmış ve birtakım operasyonlar neticesinde, sözüm ona demokratik bir şekilde iktidar değişikliği gerçekleştirilmiştir.
Bu dönemde çıkartılan tartışmalı kanunlara bakarsanız bunların seçim beyannamelerinde halka vaat edilenlerin, tam tersi olduğu görülecektir. Bu kanunların çıkartılma gerekçesi de hep, MGK tavsiye kararları olmuştur.
28 Şubat'la birlikte ülkemizin bir ara döneme girdiği gerçektir. Demokrasi resmen olmasa bile, fiilen askıya alınmıştır. Bağımsız olması gereken yargı kurumunun siyasallaşması, bu dönemin en belirgin vasfı olmuştur. Bu süreç içerisinde savcılar iddianamelerini kişilerin kimliklerine göre hazırlamışlardır. Arkasında halk desteği olan kişilerin önce popülariteleri ölçülmüş; sonra siyasetten elimine edilmeleri için yargı mekanizması işletilmiştir. Birçok siyasetçi, aydın ve gazeteci bu dönemde mahkum olmuştur. Bütün bunlar, vicdanlarda yargıyı tartışılır hale getirmiştir.
Bu dönemin en önemli özelliklerinden birisi de, büyük bir ayrımcılığın uygulanması olmuştur. Birçok insanın göz yaşı sessizliklerde kaybolmuştur.
Şimdi yapılması gereken şey, artık Türkiye'yi normalleştirmektir. Muhakkak ki, bu süreçte herkes kendini yeniden gözden geçirmiştir. Bundan sonra, halkımıza güvenmeli ve Türkiye'yi Avrupa Birliği üyeliğine hazırlayacak olan demokrasi ve hukuk reformunu gerçekleştirmeliyiz.