Medeni Kanun ve Yoksulluk Nafakasındaki Çelişkiler
3/12/2001 tarih ve 4722 sayılı “Türk Medenî Kanununun Yürürlüğe girmesinden sonra oluşan olumsuzlukları gerek basından gerekse sosyal medyadan izlemekteyiz.Bilindiği üzere Türk Medeni kanunu diğerlerinde de olduğu gibi bu hükümlerin İsviçre Medeni Kanunu’ndan ve Nafakaya dair uluslararası nitelikte sözleşmelerden "Resepsiyon" ( Resepsiyon deyimi, bir ülkenin sosyal ve kültürel normlarına göre şekillenmiş yasal hükümlerin, kendi toplum yapısını göz ardı etmeden aynen alınması ve yasal zemine kavuşturulması demek ).Ancak şöyle bir çelişki mevcut iktibas edilen ülkedeki uygulama ile bizdeki uygulama oldukça farklı şayet uygulanan ülkenin ekonomik ve kültürel olgularına göre "Kodifikasyon " (Kodifikasyon başka bir ülkenin kültürel normlarının etkili olduğu yasal hükümler ve kurumların, iktibas edilecek ülkenin sosyal ve kültürel yaşam biçimine uyarlanması şeklinde cereyan eden bir yasa yapım sürecini ifade ediyor) edilmiş olsa elbette şuanki uygulamadan farklı olacaktı.Olması gereken hukuk, yasa yapım sürecinde resepsiyon değil, kodifikasyon olgusunun hakim olmasını gerektiriyor. Yasaların büyük ölçüde ülkenin gelenek ve göreneklerinin hukuk çerçevesi altında yaptırıma bağlanan kurallar bütünü olarak tanımlanması mümkündür. Her ne kadar gelenek ve görenek ile yasal süreç arasındaki ilişki, mutlak olmasa da yasa koyucunun toplumsal normları süreçten dışlayarak yasa yapması sosyal gerçekliğe aykırı bir ifade olur. Şunu belirtmek isterim ki, yasa yapım sürecinde yasa koyucuları toplumsal nitelikte normlardan soyutlamak gerçekliğe aykırıdır, etkileşim mutlak nitelikte olmasa da uygulanabilir norm tesisinde etkin bir unsurdur. Ancak soyut açıdan yasa koyucunun bu kültürel normlarla çelişecek yasal tasarrufunda bulunması mümkündür. Nitekim münferit bazı vakalarda bize yasa koyucunun bu anlamda mutlak bağlı olmadığını gösteriyor..Olması gereken olgu,resepsiyon değil,kodifikasyon edilen yasal nitelikte kurumların ülkenin sosyal ve kültürel yaşam biçimine uyarlanmasıdır.Bu husustaki yanlış algı toplumsal anlamda meşruiyet kazanmış görünmektedir. Yürürlükteki normları göz önüne aldığımızda, toplumsal ve kültürel normlardan ve uygulanabilir olmaktan uzak yasal hükümler azımsanacak boyutta olmadığını görmek gerektiği düşüncesindeyim. Diğer taraftan takdir edersiniz ki hukuk normları adaleti tesis etmek açısından işlevsel uygulanmayınca bu soyut adalet fikri somutlaşmayınca hiçbir anlam ifade etmiyor. Ayrıca sistemin aktif süjelerinden biri olarak şunu göz ardı etmemek gerekir ki nihai adaleti tesis etmekle görevli hâkimlerimizin hukuk yargılamalarında normları kadın lehine yorumlama şeklinde tezahür eden yaklaşımı bir gerçektir.Boşanmadan kaynaklanan bir nafaka alacağının varlığının belli koşullar altında nafaka borçlusunun veya nafaka alacaklısının yaşamı boyunca sanki mülkiyet hakkıymış gibi sürekli olması hak düşürücü süre ve zaman aşımı kavramlarının kabul edildiği bir hukuk sisteminde adalet duygusunu da zedelemektedir. Tarihin hiçbir döneminde hiç bir hukuk sistemi boşanan eşlerden biri yoksulluğa düşecek diye diğeri için ömür boyu sürebilecek yoksulluk nafakası yükümlülüğü öngörmemiştir. Dolayısı ile yoksulluk nafakasının süresiz uygulanmasının nedeni ahlaki ve sosyal gerçeklerle açıklanamaz.Pozitif ayrımcılığın aleni olarak yapılması hukuk sisteminide zedelemektedir. Nafaka yükümlüsü tekrardan evlenmiş ve çocukları olmuşsa onların hakları neden göz ardı edilmektedir Şöyle ’ki her artırılan nafaka bahse konu insanların ve nafaka yükümlüsünün yaşam standardının düşmesine sebebiyet vermektedir. Buda tekrardan kurulan aileyi temelden sarsarak yıkılmasına zemin hazırlamaktadır. Oysa Aile Toplumun temelini teşkil etmektedir.4320 Sayılı Ailenin korunmasına dair Kanun ve uygulamalarda bu konu açıkça vurgulanmaktadır. Diğer Taraftan Anayasanın 5.Maddesi(“Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”) Hükmüne yer verilmiştir.Buna ek olarak anayasanın 41.Maddesinde de konuya yer verilmiştir.Çoğunlukla nafaka artırım taleplerinin ihtiyacın ötesinde boşandığı eşten intikam almak için açıldığı gerçeğini göz ardı etmemek gerekir. Buna bağlantılı olarak nafaka yükümlüsünün evinde çıkan huzursuzluklar geçim sıkıntısı strese bağlı işteki verimsizlik, toplum ilişkilerinin düzensizliği ile bunalım sonucunda son zamanlardaki şiddet ve basına yansıyan konular vehametin göstergesi değimlidir? O zaman diyorum ki çalışabilecek genç yaştaki bir insanının birden fazla yoksulluk nafakasının artırılmasını talep etmesi daha belirgin ifade etmek gerekirse nafaka alacaklısının avukat tutacak güce sahip olduğu halde “yoksulluk nafakası” talebiyle mahkemeye müracaat etmesi ne derece doğrudur. Çocuğun babayla olan ilişkisinin kesilmesi veya kesilmeye çalışılması çocuğa verilebilecek en büyük zarardır. Çocuk için baba ilk aşkıdır ve bundan mahrum etmek ilerde önlenmesi güç hatta imkânsız psikolojik rahatsızlıklara yol açtığı uzmanlarca vurgulanmaktadır. Bunun yanı sıra 9-10 yaşındaki bir çocuğun mahkemeye çağrılarak fikir alınması o yaştaki bir çocuğun mahkemeyle tanıştırılması çocuğun yüreğinde anlam veremediği bir kargaşaya çekilmesine zemin hazırlamayı nasıl bir insan haklarına bağlanabildiğini daha açık bir ifade ile babanın öz çocuğunu parayla görmeye çalışması yasanın açıklarla dolu olduğunu insanlar tarafından kendi doğrultularında kullanıldığının göstergesi değimlidir.MK. nun 2.maddesine aykırı bir davranış olduğunu kabul etmemek mümkün mü?
Sonuç ne oluyor? Boşanan eş boşandığı eşinin sosyal güvencesi olmaya devam etmiş oluyor. Nafaka yükümlüsü ikinci defa evlendiyse hem ailesinin hem de boşandığı eşinin geçimini sağlamaya çalışmış oluyor. Tabiî ki verimli bir çalışma olursa. Yani olan dürüst vatandaşa oluyor. Olan sabit gelirliye oluyor. Bu aşamada ne eşitlik ilkesi kalıyor nede sosyal devlet anlayışı nede insan hakları ne de hakkaniyet ilkesi.. Görülen o ki Yoksulluk nafakası ile ilgili maddeler ivedilikle günümüz şartlarına uyarlanmalı güncelleştirilmelidir... Kadından sorumlu bakanlık kuruyoruz ancak kadını ne kadar koruyabiliyoruz gerçeğine daha geniş pencereden bakmak gerekiyor. Nafaka yükümlüsüne bunu ödeyeceksin derken nasıl ödeyebileceği gerçeği nede daha objektif bakmak gerekiyor. Bir taraftan nafaka alacaklısı kadını korurken nafaka yükümlüsü ile yaşamaya çalışanında kadın diğerler ininde çocukları olduğunu unutmamak gerekiyor..
M.Kemal ATATÜRKÜN bir sözünü hatırlamak gerektiği düşüncesindeyim."Efendiler! Avrupa'nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlanadurmuştur. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Halbuki, hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!"
Teşekkür eder yorumlarınızı beklerim...
Sonuç ne oluyor? Boşanan eş boşandığı eşinin sosyal güvencesi olmaya devam etmiş oluyor. Nafaka yükümlüsü ikinci defa evlendiyse hem ailesinin hem de boşandığı eşinin geçimini sağlamaya çalışmış oluyor. Tabiî ki verimli bir çalışma olursa. Yani olan dürüst vatandaşa oluyor. Olan sabit gelirliye oluyor. Bu aşamada ne eşitlik ilkesi kalıyor nede sosyal devlet anlayışı nede insan hakları ne de hakkaniyet ilkesi.. Görülen o ki Yoksulluk nafakası ile ilgili maddeler ivedilikle günümüz şartlarına uyarlanmalı güncelleştirilmelidir... Kadından sorumlu bakanlık kuruyoruz ancak kadını ne kadar koruyabiliyoruz gerçeğine daha geniş pencereden bakmak gerekiyor. Nafaka yükümlüsüne bunu ödeyeceksin derken nasıl ödeyebileceği gerçeği nede daha objektif bakmak gerekiyor. Bir taraftan nafaka alacaklısı kadını korurken nafaka yükümlüsü ile yaşamaya çalışanında kadın diğerler ininde çocukları olduğunu unutmamak gerekiyor..
M.Kemal ATATÜRKÜN bir sözünü hatırlamak gerektiği düşüncesindeyim."Efendiler! Avrupa'nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlanadurmuştur. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Halbuki, hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!"
Teşekkür eder yorumlarınızı beklerim...