İçgüvenlik Paketi Hakkında Görüşüm.
Ceza hukukçusu olmaya karar verdiğim şu günlerde, Ceza Hukuku ve geniş anlamda yorumladığımızda bütün hukuk kuralları ve düzenini ilgilendiren "İç Güvenlik Paketi" adı altındaki yasa paketi, hukukun üstünlüğü ve kuvvetler aykırılığı ilkelerine ters düşmesi sebebiyle büyük üzüntü yaşamaktayım. 2 yıldır öğrendiğim bilgiler ışığında bir kaç kelam etmek gereksinimi, büyüklerimizin kaygılarını sizlerle paylaşmak istedim. Söyleyeceklerimi lütfen AKP-Hükümet karşıtı bir kişi olarak siyasi anlamda bir karşıtlık yaratmak anlamında değil Ceza Hukukçusu olmaya karar vermiş sadece 2. sınıf öğrencisi biri olarak görün ve siyasi görüşünüzü bir kenara bırakıp sadece insani ve adaletli biri olarak değerlendirin.
İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan İçgüvenlik Paketi, Bakanlar Kurulu’nun onayının ardından geçtiğimiz hafta TBMM’ye gönderildi. Tasarı güvenlik güçlerine geniş yetkiler veriyor. Polis ve jandarmaya, kamuya açık alanda istediği kişiyi ve aracı mahkeme kararı olmaksızın durdurma ve arama yetkisi alıyor. Eylemlere katılıp kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini kapatanlara da 2 yıl altı aydan 4 yıla kadar hapis cezası verilecek. Ayrıca yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşıyanlarla slogan atanlarda altı aydan 3 yıla kadar cezaya çarptırılacak. Sanal ortamda nefret ve teröre çağrı da artık suç sayılacak. Polisin yetkilerinin denetimi için Kolluk Gözetim Komisyonu kurulacak. İstihbari dinlemeleri denetlemek için de Meclis'te komisyon kurulacak, terör şüphesi uyandıran kişi dinlenebilecek. İnsanların üstü, eşyası, konutu, iş yeri veya ona ait diğer yerlerde arama yapmak için artık “makul şüphe” yeterli olacaktır. İnsanların mal varlıklarına herhangi bahane ile el koyulabilecek, Avukatların soruşturma dosyalarının içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alması engellenebilecek, vatandaşların savunma hakları kısıtlanacak .
Yukarda belirttiğim bütün durumların ortak noktası terör eylemlerini bitirmek, terörist faaliyetleri sonlandırmak için olduğu görülmektedir. Ancak polise verilen bu kadar geniş yetkiler, ülkemizdeki polis şiddetinin ve polisin görevi kötüye yönelik açılan davaların çokluğu sebebiyle müthiş bir kaygı yaratmaktadır. Polis sizce teröristi belirken göre belirleyecek anlında mı yazıyor terörist oldugu? Hayır. Polis söz konusu terör olaylarını sonlardırmak için “makül şüpheyi” yeterli görmüş, yani şüpheli gördüğü birine 24 saatten 48 saate kadar nezarethanede tutabilcek yetkilerle donatılımaktadır. Ayrıca şüpheli gördüğü kimsenin evini, üstünü, kişisel eşyalarını arayabilme hakkına da sahip olmaktadır. Tüm bunlar polisin Anayasamızdada belirtilen kişisel hak ve özgürlüklere karşı müdaheleyi “hukuka uygunluk” haline dönüştürmesi sonucunu doğurmaktadır. İşte böyle bir durumda polis devletinden, Yasama organının Yargı organına müdahelesinden ve Kuvvetler Ayrılığı ilkesinin dolaylı yoldan ihmal edilmesinden söz etmek gerekir. Ben Anayasa hukukçusu yada mezun olmuş ve her alana hakim bir hukukçu değilim. Ancak bu hukuksuzluğu görmezden gelmek en başta insani duygularımı hiçe saymak anlamına gelecektir. En ufağından bu hukuksuzluğa örnek verecek olursam gözaltı ve atamalarda keyfiliklerin önü açılmakta, Valilere istedikleri kişi ve gruplarla ilgili anında gözaltı işlemi yaptırma yetkileri verilmekte, Yargı erki yetkilerinin bir kısmı adeta valilere devredilmektedir. Bakınız sadece valinin emri ile bir kişi 48 saat sorgusuz sualsiz gözaltına alınabilecek ve bu süre yine valinin emri ile 4 güne çıkarılabilecektir.
Siz değerli kardeşlerimi ve büyüklerimi bu şekilde bilgilendirmekten, Yargının Yasamaya karşı tehlikeye düştüğünü, İdari organların temel hak ve hürriyetlerimize karışmasını, keyfi yaptırımlarda bulunabilecek “Yargı Yetkisi”nin meşru olmadığını göstermekten başka elimden başka bir şey gelmez. Huzuru yok edecek, güveni yok edecek, hukuku yok edecek bu yargı paketinin meşru olmadığını herkesime ulaştırmak bir Hukukçu olarak benim görevimdir.
Okuduğunuz ve vaktinizi ayırdığınız için teşekkürler.
İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan İçgüvenlik Paketi, Bakanlar Kurulu’nun onayının ardından geçtiğimiz hafta TBMM’ye gönderildi. Tasarı güvenlik güçlerine geniş yetkiler veriyor. Polis ve jandarmaya, kamuya açık alanda istediği kişiyi ve aracı mahkeme kararı olmaksızın durdurma ve arama yetkisi alıyor. Eylemlere katılıp kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini kapatanlara da 2 yıl altı aydan 4 yıla kadar hapis cezası verilecek. Ayrıca yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşıyanlarla slogan atanlarda altı aydan 3 yıla kadar cezaya çarptırılacak. Sanal ortamda nefret ve teröre çağrı da artık suç sayılacak. Polisin yetkilerinin denetimi için Kolluk Gözetim Komisyonu kurulacak. İstihbari dinlemeleri denetlemek için de Meclis'te komisyon kurulacak, terör şüphesi uyandıran kişi dinlenebilecek. İnsanların üstü, eşyası, konutu, iş yeri veya ona ait diğer yerlerde arama yapmak için artık “makul şüphe” yeterli olacaktır. İnsanların mal varlıklarına herhangi bahane ile el koyulabilecek, Avukatların soruşturma dosyalarının içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alması engellenebilecek, vatandaşların savunma hakları kısıtlanacak .
Yukarda belirttiğim bütün durumların ortak noktası terör eylemlerini bitirmek, terörist faaliyetleri sonlandırmak için olduğu görülmektedir. Ancak polise verilen bu kadar geniş yetkiler, ülkemizdeki polis şiddetinin ve polisin görevi kötüye yönelik açılan davaların çokluğu sebebiyle müthiş bir kaygı yaratmaktadır. Polis sizce teröristi belirken göre belirleyecek anlında mı yazıyor terörist oldugu? Hayır. Polis söz konusu terör olaylarını sonlardırmak için “makül şüpheyi” yeterli görmüş, yani şüpheli gördüğü birine 24 saatten 48 saate kadar nezarethanede tutabilcek yetkilerle donatılımaktadır. Ayrıca şüpheli gördüğü kimsenin evini, üstünü, kişisel eşyalarını arayabilme hakkına da sahip olmaktadır. Tüm bunlar polisin Anayasamızdada belirtilen kişisel hak ve özgürlüklere karşı müdaheleyi “hukuka uygunluk” haline dönüştürmesi sonucunu doğurmaktadır. İşte böyle bir durumda polis devletinden, Yasama organının Yargı organına müdahelesinden ve Kuvvetler Ayrılığı ilkesinin dolaylı yoldan ihmal edilmesinden söz etmek gerekir. Ben Anayasa hukukçusu yada mezun olmuş ve her alana hakim bir hukukçu değilim. Ancak bu hukuksuzluğu görmezden gelmek en başta insani duygularımı hiçe saymak anlamına gelecektir. En ufağından bu hukuksuzluğa örnek verecek olursam gözaltı ve atamalarda keyfiliklerin önü açılmakta, Valilere istedikleri kişi ve gruplarla ilgili anında gözaltı işlemi yaptırma yetkileri verilmekte, Yargı erki yetkilerinin bir kısmı adeta valilere devredilmektedir. Bakınız sadece valinin emri ile bir kişi 48 saat sorgusuz sualsiz gözaltına alınabilecek ve bu süre yine valinin emri ile 4 güne çıkarılabilecektir.
Siz değerli kardeşlerimi ve büyüklerimi bu şekilde bilgilendirmekten, Yargının Yasamaya karşı tehlikeye düştüğünü, İdari organların temel hak ve hürriyetlerimize karışmasını, keyfi yaptırımlarda bulunabilecek “Yargı Yetkisi”nin meşru olmadığını göstermekten başka elimden başka bir şey gelmez. Huzuru yok edecek, güveni yok edecek, hukuku yok edecek bu yargı paketinin meşru olmadığını herkesime ulaştırmak bir Hukukçu olarak benim görevimdir.
Okuduğunuz ve vaktinizi ayırdığınız için teşekkürler.