"Peygambere Hakaret" Davası
Merhaba. İlgiyle takip ettiğim ve sonucu merakla beklediğim bir dava var. Bu dava hakkında hukuka meraklı üyelerin görüşlerini ve yorumlarını bekliyorum. Hakkında dava açılan yazıyı ve davalının savunmasını ekliyorum.(Davalı kişi savunmasını şahsi blogunda kamuoyu ile paylaşmaktan imtina etmiyor)
Bu davanın büyük ihtimalle sanık aleyhine sonuçlacak olması sizce vicdani midir? Ayrıca kamuoyunu da ilgilendiren böyle bir dava şayet sanık aleyhine sonuçlanırsa bireysel olarak avukatların yahut barolar birliğinin insanlık onurunun ve vicdanının lekelenmemesi adına bu duruma tepki göstermesi yerinde bir tutum olmaz mı? Teşekkürler.
Hakkında Dava Açılan Yazı:
Nefret suçlarıyla mücadele etmeli
Korumasız kişi veya grupların saldırıya uğramasına, ya da saldırıya uğrama korkusuna kapılmasına yol açacak şekilde onları aşağılayan, temel vatandaşlık haklarını sorgulayan ve onlara karşı şiddeti teşvik eden söylemlere “nefret söylemi” denir.
Nefret söyleminde suç sayılan şey nefret olgusu değildir. İnsanların diledikleri şeyden ve kişiden nefret etme hakkı saklıdır. Çirkindir belki, ayıptır, günahtır, ama suç değildir. Suç olan şey nefretin, nefret konusu olan kişi veya zümreye karşı saldırı, yağma ve her çeşit hak ihlali doğurabilecek nitelikte olmasıdır.
Mesela Paris’in meydanında “Fransızlar şöyle böyledir, hepsini kesmeli” diye konuşmak nefret suçu değildir, çünkü bir hak ihlali sonucunu doğurması ihtimali yoktur. Ama “bütün zenci seyyar satıcılar hırsızdır, bunları sınırdışı etmeli” demek, eğer gerçek bir düşmanlık ve saldırı eğilimi doğurma olasılığı varsa, nefret suçu oluşturabilir.
Yahudilerin küçük bir azınlık olduğu X ülkesinde mikrofonu kapan cami hocasının “Yahudiler şöyle menfur bir ırktır, bütün kötülüklerin ardında onlar vardır, kitapları da zaten sahtedir” diye kusmuk saçması, klasik bir nefret suçu örneği oluşturur. Aynı ülkenin başbakanının, “teröre” karşı duyarlığın şiddetle pompalanmış olduğu bir ortamda, muhalif bir partinin üyelerini teröristlikle suçlayarak onları terör örgütüne katılmaya davet etmesi, tartışma götürmeyecek netlikte bir nefret suçu vakasıdır.
Buna karşılık, bundan yüzlerce yıl önce Allah’la kontak kurduğunu iddia edip bundan siyasi, mali ve cinsel menfaat temin etmiş bir Arap lideriyle dalga geçmek nefret suçu değildir. “İfade özgürlüğü” denilen şeyin, adeta anaokulu seviyesindeki bir test örneğidir.
Düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda asgari duyarlığa sahip insanların, yok senaryosu kötüydü, yok kamerası ilkeldi, yok yapımcısı yamuk tipmiş diyorlar gibi eften püften bahanelerin ardına saklanmadan, bu konuda net ve güçlü bir tavır almaları gerekir.
Yoksa birileri bu konuyu bahane edip bu memlekette fikir özgürlüğüne de, internet özgürlüğüne de ölümcül darbeyi vurmaya hazırlanıyor gibi geliyor bana.
Bu yazıya karşın TCK 216/2 ye dayanarak dava açılıyor ve davalı sanığın ifadesi şöyle:
Sanık ifadesi
Muhammed adlı şahıs, kâinatın yaratıcısı olan yüce tanrı ile, neuzubillahi teala, iletişim kurduğunu ve ondan bir kitap aldığını iddia etmiştir. Benim vicdanî ve dinî kanaatime göre bu davranış küfürdür ve küfürlerin en büyüğüdür. Buna rağmen ben Muhammed adlı şahıstan ve onun övücülerinden şikâyetçi değilim. Herkes, başkasının haklarına tecavüz etmedikçe, dilediği yanlışa inanma ve dilediği hurafeyi hakikat sayma hakkına sahiptir.
Adı geçen şahıs, haşa sümme haşa, kâinatın yaratıcısı ile girmiş olduğunu iddia ettiği iletişim sayesinde, daha önce silik bir tüccar iken, kısa sürede bütün Arabistan’ı kapsayan siyasi egemenliğe kavuşmuş, aynı zamanda 30.000 kişilik ordular sevk edecek mali kaynakları elde etmiştir. Yine “peygamberlik” iddiasına istinaden, hadis ve siyer kaynaklarının bildirdiğine göre, toplam en az onbir eş ve iki nikâhsız cariyeye sahip olmuştur. Dolayısıyla, adı geçen şahsın tanrı ile kurmuş olduğunu iddia ettiği iletişim sayesinde, siyasi, mali ve cinsel menfaat elde ettiği, aksi iddia edilemeyecek bir tarihî olgudur. Menfaat elde etmek suç değildir; ahlaken her zaman ayıplanan bir davranış da değildir. Dolayısıyla, Muhammed adlı şahsın “peygamberlik” iddia ederek menfaat elde ettiğini söylemek, ona suç veya ahlakdışı bir davranış isnat etmek anlamına gelmez. Ahlaki yargılardan bağımsız bir tarihi olguyu ifade eder.
Buna rağmen ben, bazı insanları rahatsız edebileceğini düşünerek, iddia konusu yazımda bu tarihi olguları ileri sürmedim. Muhammed adlı şahıs şöyledir veya böyledir gibi bir ifadeden dikkatle kaçındım. Ancak, eğer Muhammed’e ilişkin bu olguları ifade etmek isteyenler varsa, bunun onların en doğal hakkı olduğunu ve bu hakkın tecavüzkâr kişi ve zümrelere karşı kamu eliyle korunması gerektiğini belirttim.
Bunun aksini iddia edenlerin, temel hukuk terbiyesinden yoksun cahil kişiler olduğu kanısındayım.
Tarihi ve hukuki olguları söylemek, birtakım kişilerin duygularının veya önyargılarının incinmesine yol açabilir. Bu üzücüdür. Ancak bundan hukuki anlamda bir zarar veya bir hak türetmenin, medeni bir hukuk sisteminde, mümkün olamayacağı kanaatindeyim. Olguları söyleme hakkını birtakım kişilerin hisli duygularını incitmeme şartına bağlamakla elde edilebilecek herhangi bir kamu yararı bulunduğunu da tahmin etmiyorum.
Bu davanın büyük ihtimalle sanık aleyhine sonuçlacak olması sizce vicdani midir? Ayrıca kamuoyunu da ilgilendiren böyle bir dava şayet sanık aleyhine sonuçlanırsa bireysel olarak avukatların yahut barolar birliğinin insanlık onurunun ve vicdanının lekelenmemesi adına bu duruma tepki göstermesi yerinde bir tutum olmaz mı? Teşekkürler.
Hakkında Dava Açılan Yazı:
Alıntı:
Nefret suçlarıyla mücadele etmeli
Korumasız kişi veya grupların saldırıya uğramasına, ya da saldırıya uğrama korkusuna kapılmasına yol açacak şekilde onları aşağılayan, temel vatandaşlık haklarını sorgulayan ve onlara karşı şiddeti teşvik eden söylemlere “nefret söylemi” denir.
Nefret söyleminde suç sayılan şey nefret olgusu değildir. İnsanların diledikleri şeyden ve kişiden nefret etme hakkı saklıdır. Çirkindir belki, ayıptır, günahtır, ama suç değildir. Suç olan şey nefretin, nefret konusu olan kişi veya zümreye karşı saldırı, yağma ve her çeşit hak ihlali doğurabilecek nitelikte olmasıdır.
Mesela Paris’in meydanında “Fransızlar şöyle böyledir, hepsini kesmeli” diye konuşmak nefret suçu değildir, çünkü bir hak ihlali sonucunu doğurması ihtimali yoktur. Ama “bütün zenci seyyar satıcılar hırsızdır, bunları sınırdışı etmeli” demek, eğer gerçek bir düşmanlık ve saldırı eğilimi doğurma olasılığı varsa, nefret suçu oluşturabilir.
Yahudilerin küçük bir azınlık olduğu X ülkesinde mikrofonu kapan cami hocasının “Yahudiler şöyle menfur bir ırktır, bütün kötülüklerin ardında onlar vardır, kitapları da zaten sahtedir” diye kusmuk saçması, klasik bir nefret suçu örneği oluşturur. Aynı ülkenin başbakanının, “teröre” karşı duyarlığın şiddetle pompalanmış olduğu bir ortamda, muhalif bir partinin üyelerini teröristlikle suçlayarak onları terör örgütüne katılmaya davet etmesi, tartışma götürmeyecek netlikte bir nefret suçu vakasıdır.
Buna karşılık, bundan yüzlerce yıl önce Allah’la kontak kurduğunu iddia edip bundan siyasi, mali ve cinsel menfaat temin etmiş bir Arap lideriyle dalga geçmek nefret suçu değildir. “İfade özgürlüğü” denilen şeyin, adeta anaokulu seviyesindeki bir test örneğidir.
Düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda asgari duyarlığa sahip insanların, yok senaryosu kötüydü, yok kamerası ilkeldi, yok yapımcısı yamuk tipmiş diyorlar gibi eften püften bahanelerin ardına saklanmadan, bu konuda net ve güçlü bir tavır almaları gerekir.
Yoksa birileri bu konuyu bahane edip bu memlekette fikir özgürlüğüne de, internet özgürlüğüne de ölümcül darbeyi vurmaya hazırlanıyor gibi geliyor bana.
Bu yazıya karşın TCK 216/2 ye dayanarak dava açılıyor ve davalı sanığın ifadesi şöyle:
Alıntı:
Sanık ifadesi
Muhammed adlı şahıs, kâinatın yaratıcısı olan yüce tanrı ile, neuzubillahi teala, iletişim kurduğunu ve ondan bir kitap aldığını iddia etmiştir. Benim vicdanî ve dinî kanaatime göre bu davranış küfürdür ve küfürlerin en büyüğüdür. Buna rağmen ben Muhammed adlı şahıstan ve onun övücülerinden şikâyetçi değilim. Herkes, başkasının haklarına tecavüz etmedikçe, dilediği yanlışa inanma ve dilediği hurafeyi hakikat sayma hakkına sahiptir.
Adı geçen şahıs, haşa sümme haşa, kâinatın yaratıcısı ile girmiş olduğunu iddia ettiği iletişim sayesinde, daha önce silik bir tüccar iken, kısa sürede bütün Arabistan’ı kapsayan siyasi egemenliğe kavuşmuş, aynı zamanda 30.000 kişilik ordular sevk edecek mali kaynakları elde etmiştir. Yine “peygamberlik” iddiasına istinaden, hadis ve siyer kaynaklarının bildirdiğine göre, toplam en az onbir eş ve iki nikâhsız cariyeye sahip olmuştur. Dolayısıyla, adı geçen şahsın tanrı ile kurmuş olduğunu iddia ettiği iletişim sayesinde, siyasi, mali ve cinsel menfaat elde ettiği, aksi iddia edilemeyecek bir tarihî olgudur. Menfaat elde etmek suç değildir; ahlaken her zaman ayıplanan bir davranış da değildir. Dolayısıyla, Muhammed adlı şahsın “peygamberlik” iddia ederek menfaat elde ettiğini söylemek, ona suç veya ahlakdışı bir davranış isnat etmek anlamına gelmez. Ahlaki yargılardan bağımsız bir tarihi olguyu ifade eder.
Buna rağmen ben, bazı insanları rahatsız edebileceğini düşünerek, iddia konusu yazımda bu tarihi olguları ileri sürmedim. Muhammed adlı şahıs şöyledir veya böyledir gibi bir ifadeden dikkatle kaçındım. Ancak, eğer Muhammed’e ilişkin bu olguları ifade etmek isteyenler varsa, bunun onların en doğal hakkı olduğunu ve bu hakkın tecavüzkâr kişi ve zümrelere karşı kamu eliyle korunması gerektiğini belirttim.
Bunun aksini iddia edenlerin, temel hukuk terbiyesinden yoksun cahil kişiler olduğu kanısındayım.
Tarihi ve hukuki olguları söylemek, birtakım kişilerin duygularının veya önyargılarının incinmesine yol açabilir. Bu üzücüdür. Ancak bundan hukuki anlamda bir zarar veya bir hak türetmenin, medeni bir hukuk sisteminde, mümkün olamayacağı kanaatindeyim. Olguları söyleme hakkını birtakım kişilerin hisli duygularını incitmeme şartına bağlamakla elde edilebilecek herhangi bir kamu yararı bulunduğunu da tahmin etmiyorum.