Yoksulluk nafakasındaki çelişki ve gerçekler
Sayın Okurlar;
""Aşağıdaki metinde yer alan yazımın bazı bölümleri bu sitedeki arkadaşların yorumlarından alınti yapılarak metin içerisine eklenmiştir..Umarım bu konu başlığı Tartışmaya açılarak yeni fikir ve beyanların yazılmasına vesile Olur.""
Son zamanlarda boşanmaların arttığı ve boşanan eşlerin yoksulluk nafakası peşine düştüğü adeta nafaka ile hayatını idame ettirmeyi meslek haline getirmiş ve bunun toplumda meşruiyet kazanmış olması gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu konu toplumda emsaller teşkil ederek her geçen süre içerisinde katlanarak çoğalmakta olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekir diye düşünüyorum.
Özellikle yabancı hukuklarda uygulamanın nasıl olduğunu internet sayesinde araştırmaya çalıştım. M.K.nun 175.m.sinin sosyal devlet ilkesine aykırı olduğu düşüncesi ile araştırmaya başladım.. Malumunuz olmakla birlikte MK nun 175.m.sini önce hatırlatmak isterim:
MADDE 175 - Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.
Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.
Ben bu maddenin sosyal devlet ilkesine aykırı olduğunu düşündükten sonra yaptığım araştırmalar sonucu yabancı hukuklarda bizim kanunlarımızla aynı düzenlemelerin bulunduğunu gördüm. Bu kanunları onlar bizden alıp geliştirdiler mi yoksa biz onlardan alıp olduğu gibi bırakıp üzerine uğramadık mı bilinmez. Ancak uygulama nın bizimkinden farklı olduğu açıkça görülmektedir.
Örneğin Amerika'daki eyaletlerin çoğunda boşanma davalarının %90'ının nafakaya karar verilmeden bitirildiğini, iki-üç yıl süren evliliklerin kısa süren evlilik sayıldığını ve nafaka kararı verilmediğini, süresiz nafakanın ancak evliliğin çok uzun sürmüş olması veya eşlerden birinin artık iş bulamayacak yaşta veya hasta olması gibi durumlarda verildiğini gördüm.
Yani bu durumda anayasaya aykırılık iddiamın kabulünü mümkün görmüyorum. Ancak bu defa bizim uygulamamızda bir yanlışlık olduğu gerçeğini kabul etmemiz gerekiyor.
Örnekle açıklamak gerekirse;
Bizde evlilik bir ay bile sürmüş olsa boşanma olduğu takdirde süresiz nafaka takdir edilebiliyor. Nafaka alacaklısı eş her yıl nafaka artırım talebinde bulunabilmekte Kaldı’ki nafaka alacaklısı zaman içerisinde iş bulabilmek adına hiçbir girişimde bulunmamış ve hatta luzum görmeksizin nafaka peşine düşmüştür. Nafaka yükümlüsü ona "geçimini sağlamak için çaba gösterdin mi? Diye sorulduğunda yerel mahkemece bu dikkate alınsa dahi, bu anlamda verilen kararlar ise Yüksek Yargıtay’ca "geçersiz gerekçe" diye bozulmaktadır. Oysa Anayasanın 49.Maddesi açık ve nettir.
Anayasanın 49.Maddesini Hatırlayalım;”Çalışma herkesin hakkı ve ödevidir” (Değişik: 3.10.2001-4709/19 md.) Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.) Hükmüne yer verilmişse de nafaka alacaklısının bu maddeyi ihlal etmesi yani nafaka alacaklısı çalışmak için hiçbir girişimde bulunmamış olsa dahi bu bir anlam ifade etmemektedir dolayısıyla da uygulamanın ne derece yanlışlık içerisinde olduğunun açık bir ifadesidir. Uygulamadaki yanlışlıklar bu ve bunun gibi bir çok konunun yanlış uygulanması sonucunda meşruiyet kazanmasına zemin hazırlamış ve yıllarca süregelmiştir. Anayasayı ihlal eden bir insan nasıl oluyor da nafaka artırım talebi ile müracaat edebiliyor? Yorum sizin!! Böyle bir durumda eşitlik ilkesinden,İnsan Haklarından ve hakkaniyetten bahsetmek ne derece doğrudur.?
Peki; Türkiye'de kadının durumu malum da 20-30 yaşında gayet sağlıklı ve çalışabilecek durumdaki insanların her yıl nafaka artırım talebiyle müracaat etmesi normal midir? Nafaka yükümlüsü tekrar evlenmişse ve eşi çalışıyorsa eşinin maaşı nafaka yükümlüsüne gelir sayılırken ailesi ile yaşayan nafaka alacaklısının diğer bireylerinin geliri neden sayılmıyor?
Kira nafaka yükümlüsüne gider sayılırken banka kredisi ile aldığı evinin taksitleri neden gider sayılmıyor? Üstelik sen ev almışsın mali gücün artmış denilebilirken borç neden göz ardı ediliyor? Nafaka yükümlüsünün bankadan aldığı konut kredisini nafaka artışlarından, mahkeme masraflarından ve avukatlık ücretlerinden ötürü ödeyemeyip icra yolu ile satılarak nafaka yükümlüsünün mülk edinme hakkının elinden alınmasına ne demeli?
MADDE 35- Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Nafaka alacaklısı kadın aleni açıkça korunurken nafaka yükümlüsünün yanında yaşayan kadın neden korunmuyor? Şöyle ki her nafaka artışı nafaka yükümlüsünün yanındaki kadının ve çocuklarının yaşam standardının düşmesi gerçeği neden göz ardı ediliyor. Böyle bir uygulama sonucunda sosyal devlet anlayışı, insan hakları, eşitlik ilkesi konusunda söz etmek ne derece doğrudur?
Kendimizi bir an nafaka yükümlüsü sayarak elimizi vicdanımıza koyup düşünelim? Bitmeyen bir borç, ölene kadar taksit!Bitirebilene aşk olsun Her yıl açılan artırım davaları ve buna bağlı pariental alienation adında bir psikolojik bunalım, mahkeme masrafları mahkeme boyunca biriken nafaka ödemeleri ile avukatlık ücretleri diğer yanda sosyal devlet ve eşitlik ilkesi ile insan hakları !! ?
Çoğunlukla nafaka artırım taleplerinin ihtiyacın ötesinde boşandığı eşten intikam almak için açıldığı gerçeğini göz ardı etmemek gerekir. Buna bağlantılı olarak nafaka yükümlüsünün evinde çıkan huzursuzluklar geçim sıkıntısı strese bağlı işteki verimsizlik, toplum ilişkilerinin düzensizliği ile bunalım sonucunda son zamanlardaki şiddet ve basına yansıyan konular vurdumduymazlığın birer göstergesi değimlidir sizce? O zaman diyorum ki çalışabilecek genç yaştaki bir insanının birden fazla yoksulluk nafakasının artırılmasını talep etmesi daha belirgin ifade etmek gerekirse nafaka alacaklısının avukat tutacak güce sahip olduğu halde “yoksulluk nafakası” talebiyle mahkemeye müracaat etmesi, velayeti nafaka alacaklısında olan çocuğun babasıyla/annesiyle olan münasebetini mahkeme kararına rağmen engellemek için icra yoluyla çocuğu göstermek istemesi gittiğinde bulamaması daha açık bir ifade ile çocuğu babasından/annesinden kaçırması gibi nedenlerle engellemesi MK. nun 2.maddesine aykırı bir davranış olduğunu kabul etmemek mümkün mü?
MADDE 2.-( Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.)
Yasa maddesi görünüşte nafaka yükümlüsüne bazı şartların varlığı halinde bu mükellefiyetten kurtulma şansı veriyor görünmekte ise de aslında bu pek mümkün değildir. Özellikle nafaka yükümlüsü bordro karşılığı çalışan sabit gelirli kimse ise neredeyse bundan kaçınma ihtimali bulunmamaktadır.Diğer taraftan sabit geliri olmayan nafaka yükümlüsünden ise nafaka hemen hemen alınamıyor..Burada kadın korunamıyor?Oysa kadından sorumlu bakanlık kurduk ya!! Hani sosyal devlet anlayışı hani insan hakları hani eşitlik ilkesi! Bunun yanında nafaka yükümlüsü nafaka ödememek için sabit gelirden vazgeçiyor diğer deyişle sigorta dışı çalışıyor birde yeşil kart adlımı ki rahatlıkla alabiliyor hal böyle olduğunda bundan devletin ilgili kademelerlide zarar görüyor. Kaldı ki boşanan eşin boşandığı eski eşini takip etmesi, onun gelir getiren bir işte çalışıp çalışmadığını, başkası ile nikâhsız yaşayıp yaşamadığını ayrı yerlerde yaşıyorlarsa bilmesi mümkün değildir.
Sonuç ne oluyor? Boşanan eş boşandığı eşinin sosyal güvencesi olmaya devam etmiş oluyor. Nafaka yükümlüsü ikinci defa evlendiyse hem ailesinin hem de boşandığı eşinin geçimini sağlamaya çalışmış oluyor. Tabiî ki verimli bir çalışma olursa. Yani olan dürüst vatandaşa oluyor. Olan sabit gelirliye oluyor. Bu aşamada ne eşitlik ilkesi kalıyor nede sosyal devlet anlayışı nede insan hakları ne de hakkaniyet ilkesi.. Görülen o ki Yoksulluk nafakası ile ilgili maddeler ivedilikle günümüz şartlarına uyarlanmalı güncelleştirilmelidir... Kadından sorumlu bakanlık kuruyoruz ancak kadını ne kadar koruyabiliyoruz gerçeğine daha geniş pencereden bakmak gerekiyor. Nafaka yükümlüsüne bunu ödeyeceksin derken nasıl ödeyebileceği gerçeği nede daha objektif bakmak gerekiyor. Bir taraftan nafaka alacaklısı kadını korurken nafaka yükümlüsü ile yaşamaya çalışanında kadın diğerlerininde çocukları olduğunu unutmamak gerekiyor.
MADDE 176 (Tarafların malî durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.) Hükmüne yer verilmişse de; Telekom’un özelleşmesi ile başka kamu ve kurumlara atanan personelin maaşlarının dondurulduğu bilinmektedir. Ancak nafaka yükümlüsünün maaşının dondurulmuş olduğunu ve başkaca gelirinin olmadığını belgelediği halde nafaka artışının son 3 yılda 3 kez artırılarak devam ettiği görülmektedir. Diğer yandan ilk eşinden olma ve babası ile yaşamaktan başka çaresi olmayan “Reşit Olmayan Yetim bir çocuğun ”annesinden aldığı yetim aylığını şu veya bu nedenle mahkemeye malzeme yapmaya çalışması ve mahkemeninse bunu araştırması yasa koyucunun yasayı ülkenin sosyal ve kültürel yaşam biçimine uyarlamadığının göstergesi değimlidir.?Yukarıda da belirttiğim gibi uygulamada bir şeylerin ters gittiği açıkça görülmektedir. Kısacası sosyal devlet ilkesi, eşitlik ilkesi ve insan haklarını savunurken bu uygulamaların hem nafaka alacaklısını hem de nafaka yükümlüsünü ve birlikte yaşadıkları insanları ve hatta devletin çeşitli kademeleri ile toplumun sosyal ve kültürel yaşam biçimini de mağdur etmekte olduğunu toplumda emsaller teşkil ettiğini şiddet olaylarının çoğaldığını görmemezlikten gelmemek gerekmektedir.
Vurgulayarak belirtmek gerekir ki,var olduğu toplumun sosyolojik koşullarının yasa yapım sürecinde yasa koyucuyu münhasıran belli yönde davranmaya zorladığı,sosyal bir gerçektir.Nitekim,eğer toplum denen sosyolojik olgunun,kültürel ve sosyal yaşam tarzına aykırı nitelikte icrai ve uygulanması yaptırıma bağlanmış kurallar yasa hükmü olarak kabul edilse, uygulanma imkanının güçleşmesi ve normların içselleştirilmesi engellenmiş olacaktır.Bugün,din sosyolojisi denen bir sosyal inceleme alanının olması bize dinin de yaşam biçimini etkileyen asli sosyal olgulardan biri olduğunu ortaya koyan bilimsel emaredir.Dolayısıyla,toplumun genel eğilimini yansıtan bir sosyal olgu olarak dinin,yasa yapım sürecini etkilemesi kaçınılmaz bir durumdur.,hukuki nitelikleri açısından birbirinden farklı olan resepsiyon ve kodifikasyon kurumları arasındaki anlamsal farklılığın göz ardı edildiğini maalesef ortaya koyuyor.
Resepsiyon deyimi, bir ülkenin sosyal ve kültürel normlarına göre şekillenmiş yasal hükümlerin, kendi toplum yapısını göz ardı etmeden aynen alınması ve yasal zemine kavuşturulması demek iken,
Kodifikasyon ise başka bir ülkenin kültürel normlarının etkili olduğu yasal hükümler ve kurumların, iktibas edilecek ülkenin sosyal ve kültürel yaşam biçimine uyarlanması şeklinde cereyan eden bir yasa yapım sürecini ifade ediyor.
Olması gereken hukuk, yasa yapım sürecinde resepsiyon değil, kodifikasyon olgusunun hakim olmasını gerektiriyor. Yasaların büyük ölçüde ülkenin gelenek ve göreneklerinin hukuk çerçevesi altında yaptırıma bağlanan kurallar bütünü olarak tanımlanması mümkündür. Her ne kadar gelenek ve görenek ile yasal süreç arasındaki ilişki, mutlak olmasa da yasa koyucunun toplumsal normları süreçten dışlayarak yasa yapması sosyal gerçekliğe aykırı bir ifade olur. Belirtmek gerekir ki, nafakaya ilişkin hükümler ise araştırdığım kadarıyla Fransız Medeni Kanun un’dan ve Nafakaya Dair uluslararası nitelikte sözleşmelerden iktibas edilmiştir. Sonuç olarak şunu belirtmek isterim ki, yasa yapım sürecinde yasa koyucuları toplumsal nitelikte normlardan soyutlamak gerçekliğe aykırıdır, etkileşim mutlak nitelikte olmasa da uygulanabilir norm tesisinde etkin bir unsurdur. Ancak soyut açıdan yasa koyucunun bu kültürel normlarla çelişecek yasal tasarrufunda bulunması mümkündür. Nitekim münferit bazı vakalarda bize yasa koyucunun bu anlamda mutlak bağlı olmadığını gösteriyor..Olması gereken olgu,resepsiyon değil,kodifikasyon edilen yasal nitelikte kurumların ülkenin sosyal ve kültürel yaşam biçimine uyarlanmasıdır.
Bu husustaki yanlış algı toplumsal anlamda meşruiyet kazanmış görünmektedir. Yürürlükteki normları göz önüne aldığımızda, toplumsal ve kültürel normlardan ve uygulanabilir olmaktan uzak yasal hükümler azımsanacak boyutta olmadığını görmek gerektiği düşüncesindeyim.
Diğer taraftan takdir edersiniz ki hukuk normları adaleti tesis etmek açısından işlevsel uygulanmayınca bu soyut adalet fikri somutlaşmayınca hiçbir anlam ifade etmiyor. Ayrıca sistemin aktif süjelerinden biri olarak şunu göz ardı etmemek gerekir ki nihai adaleti tesis etmekle görevli hâkimlerimizin hukuk yargılamalarında normları kadın lehine yorumlama şeklinde tezahür eden yaklaşımı bir gerçektir. Hatta Kanada hâkimleri de mütemadi olarak bu tavrı gösterince yargılamalarda bu durumu pariental alienation adında bir psikolojik bunalımla yani literatüre geçmeye değer bir olgu olarak görülmüş ve hâkimlere yargılama cinsiyet eşitliğini bozmamaları telakki edilmişti. Bürokratik mekanizmaların ruhuna da işleyen bu durumun salt ülkemiz adalet mekanizmasına tahsis edilmemesini, karşılaştırmalı hukukta da oldukça geçerlilik ifade eden olumsuz bir durum olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekir diye düşünüyorum...
Sayın Yetkililer bu yanlış uygulamaların düzeltilmesi refah ve medenice Anayasa ve insan haklarına uygun hayatımızı idame ettirebilmek için sizce daha kaç kadının / erkeğin ölmesi ile boşandıktan sonra tekrar kurulan yuvaların yıkılması gerekiyor!!?
Ben hukuk mensubu değilim eğitimini de almadım. Yazdıklarım yaşadıklarımdan, gördüklerimden ve araştırdıklarımdan ibarettir. Takdir ise yetkili mercilerin.
""Aşağıdaki metinde yer alan yazımın bazı bölümleri bu sitedeki arkadaşların yorumlarından alınti yapılarak metin içerisine eklenmiştir..Umarım bu konu başlığı Tartışmaya açılarak yeni fikir ve beyanların yazılmasına vesile Olur.""
Son zamanlarda boşanmaların arttığı ve boşanan eşlerin yoksulluk nafakası peşine düştüğü adeta nafaka ile hayatını idame ettirmeyi meslek haline getirmiş ve bunun toplumda meşruiyet kazanmış olması gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu konu toplumda emsaller teşkil ederek her geçen süre içerisinde katlanarak çoğalmakta olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekir diye düşünüyorum.
Özellikle yabancı hukuklarda uygulamanın nasıl olduğunu internet sayesinde araştırmaya çalıştım. M.K.nun 175.m.sinin sosyal devlet ilkesine aykırı olduğu düşüncesi ile araştırmaya başladım.. Malumunuz olmakla birlikte MK nun 175.m.sini önce hatırlatmak isterim:
MADDE 175 - Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.
Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.
Ben bu maddenin sosyal devlet ilkesine aykırı olduğunu düşündükten sonra yaptığım araştırmalar sonucu yabancı hukuklarda bizim kanunlarımızla aynı düzenlemelerin bulunduğunu gördüm. Bu kanunları onlar bizden alıp geliştirdiler mi yoksa biz onlardan alıp olduğu gibi bırakıp üzerine uğramadık mı bilinmez. Ancak uygulama nın bizimkinden farklı olduğu açıkça görülmektedir.
Örneğin Amerika'daki eyaletlerin çoğunda boşanma davalarının %90'ının nafakaya karar verilmeden bitirildiğini, iki-üç yıl süren evliliklerin kısa süren evlilik sayıldığını ve nafaka kararı verilmediğini, süresiz nafakanın ancak evliliğin çok uzun sürmüş olması veya eşlerden birinin artık iş bulamayacak yaşta veya hasta olması gibi durumlarda verildiğini gördüm.
Yani bu durumda anayasaya aykırılık iddiamın kabulünü mümkün görmüyorum. Ancak bu defa bizim uygulamamızda bir yanlışlık olduğu gerçeğini kabul etmemiz gerekiyor.
Örnekle açıklamak gerekirse;
Bizde evlilik bir ay bile sürmüş olsa boşanma olduğu takdirde süresiz nafaka takdir edilebiliyor. Nafaka alacaklısı eş her yıl nafaka artırım talebinde bulunabilmekte Kaldı’ki nafaka alacaklısı zaman içerisinde iş bulabilmek adına hiçbir girişimde bulunmamış ve hatta luzum görmeksizin nafaka peşine düşmüştür. Nafaka yükümlüsü ona "geçimini sağlamak için çaba gösterdin mi? Diye sorulduğunda yerel mahkemece bu dikkate alınsa dahi, bu anlamda verilen kararlar ise Yüksek Yargıtay’ca "geçersiz gerekçe" diye bozulmaktadır. Oysa Anayasanın 49.Maddesi açık ve nettir.
Anayasanın 49.Maddesini Hatırlayalım;”Çalışma herkesin hakkı ve ödevidir” (Değişik: 3.10.2001-4709/19 md.) Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.) Hükmüne yer verilmişse de nafaka alacaklısının bu maddeyi ihlal etmesi yani nafaka alacaklısı çalışmak için hiçbir girişimde bulunmamış olsa dahi bu bir anlam ifade etmemektedir dolayısıyla da uygulamanın ne derece yanlışlık içerisinde olduğunun açık bir ifadesidir. Uygulamadaki yanlışlıklar bu ve bunun gibi bir çok konunun yanlış uygulanması sonucunda meşruiyet kazanmasına zemin hazırlamış ve yıllarca süregelmiştir. Anayasayı ihlal eden bir insan nasıl oluyor da nafaka artırım talebi ile müracaat edebiliyor? Yorum sizin!! Böyle bir durumda eşitlik ilkesinden,İnsan Haklarından ve hakkaniyetten bahsetmek ne derece doğrudur.?
Peki; Türkiye'de kadının durumu malum da 20-30 yaşında gayet sağlıklı ve çalışabilecek durumdaki insanların her yıl nafaka artırım talebiyle müracaat etmesi normal midir? Nafaka yükümlüsü tekrar evlenmişse ve eşi çalışıyorsa eşinin maaşı nafaka yükümlüsüne gelir sayılırken ailesi ile yaşayan nafaka alacaklısının diğer bireylerinin geliri neden sayılmıyor?
Kira nafaka yükümlüsüne gider sayılırken banka kredisi ile aldığı evinin taksitleri neden gider sayılmıyor? Üstelik sen ev almışsın mali gücün artmış denilebilirken borç neden göz ardı ediliyor? Nafaka yükümlüsünün bankadan aldığı konut kredisini nafaka artışlarından, mahkeme masraflarından ve avukatlık ücretlerinden ötürü ödeyemeyip icra yolu ile satılarak nafaka yükümlüsünün mülk edinme hakkının elinden alınmasına ne demeli?
MADDE 35- Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Nafaka alacaklısı kadın aleni açıkça korunurken nafaka yükümlüsünün yanında yaşayan kadın neden korunmuyor? Şöyle ki her nafaka artışı nafaka yükümlüsünün yanındaki kadının ve çocuklarının yaşam standardının düşmesi gerçeği neden göz ardı ediliyor. Böyle bir uygulama sonucunda sosyal devlet anlayışı, insan hakları, eşitlik ilkesi konusunda söz etmek ne derece doğrudur?
Kendimizi bir an nafaka yükümlüsü sayarak elimizi vicdanımıza koyup düşünelim? Bitmeyen bir borç, ölene kadar taksit!Bitirebilene aşk olsun Her yıl açılan artırım davaları ve buna bağlı pariental alienation adında bir psikolojik bunalım, mahkeme masrafları mahkeme boyunca biriken nafaka ödemeleri ile avukatlık ücretleri diğer yanda sosyal devlet ve eşitlik ilkesi ile insan hakları !! ?
Çoğunlukla nafaka artırım taleplerinin ihtiyacın ötesinde boşandığı eşten intikam almak için açıldığı gerçeğini göz ardı etmemek gerekir. Buna bağlantılı olarak nafaka yükümlüsünün evinde çıkan huzursuzluklar geçim sıkıntısı strese bağlı işteki verimsizlik, toplum ilişkilerinin düzensizliği ile bunalım sonucunda son zamanlardaki şiddet ve basına yansıyan konular vurdumduymazlığın birer göstergesi değimlidir sizce? O zaman diyorum ki çalışabilecek genç yaştaki bir insanının birden fazla yoksulluk nafakasının artırılmasını talep etmesi daha belirgin ifade etmek gerekirse nafaka alacaklısının avukat tutacak güce sahip olduğu halde “yoksulluk nafakası” talebiyle mahkemeye müracaat etmesi, velayeti nafaka alacaklısında olan çocuğun babasıyla/annesiyle olan münasebetini mahkeme kararına rağmen engellemek için icra yoluyla çocuğu göstermek istemesi gittiğinde bulamaması daha açık bir ifade ile çocuğu babasından/annesinden kaçırması gibi nedenlerle engellemesi MK. nun 2.maddesine aykırı bir davranış olduğunu kabul etmemek mümkün mü?
MADDE 2.-( Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.)
Yasa maddesi görünüşte nafaka yükümlüsüne bazı şartların varlığı halinde bu mükellefiyetten kurtulma şansı veriyor görünmekte ise de aslında bu pek mümkün değildir. Özellikle nafaka yükümlüsü bordro karşılığı çalışan sabit gelirli kimse ise neredeyse bundan kaçınma ihtimali bulunmamaktadır.Diğer taraftan sabit geliri olmayan nafaka yükümlüsünden ise nafaka hemen hemen alınamıyor..Burada kadın korunamıyor?Oysa kadından sorumlu bakanlık kurduk ya!! Hani sosyal devlet anlayışı hani insan hakları hani eşitlik ilkesi! Bunun yanında nafaka yükümlüsü nafaka ödememek için sabit gelirden vazgeçiyor diğer deyişle sigorta dışı çalışıyor birde yeşil kart adlımı ki rahatlıkla alabiliyor hal böyle olduğunda bundan devletin ilgili kademelerlide zarar görüyor. Kaldı ki boşanan eşin boşandığı eski eşini takip etmesi, onun gelir getiren bir işte çalışıp çalışmadığını, başkası ile nikâhsız yaşayıp yaşamadığını ayrı yerlerde yaşıyorlarsa bilmesi mümkün değildir.
Sonuç ne oluyor? Boşanan eş boşandığı eşinin sosyal güvencesi olmaya devam etmiş oluyor. Nafaka yükümlüsü ikinci defa evlendiyse hem ailesinin hem de boşandığı eşinin geçimini sağlamaya çalışmış oluyor. Tabiî ki verimli bir çalışma olursa. Yani olan dürüst vatandaşa oluyor. Olan sabit gelirliye oluyor. Bu aşamada ne eşitlik ilkesi kalıyor nede sosyal devlet anlayışı nede insan hakları ne de hakkaniyet ilkesi.. Görülen o ki Yoksulluk nafakası ile ilgili maddeler ivedilikle günümüz şartlarına uyarlanmalı güncelleştirilmelidir... Kadından sorumlu bakanlık kuruyoruz ancak kadını ne kadar koruyabiliyoruz gerçeğine daha geniş pencereden bakmak gerekiyor. Nafaka yükümlüsüne bunu ödeyeceksin derken nasıl ödeyebileceği gerçeği nede daha objektif bakmak gerekiyor. Bir taraftan nafaka alacaklısı kadını korurken nafaka yükümlüsü ile yaşamaya çalışanında kadın diğerlerininde çocukları olduğunu unutmamak gerekiyor.
MADDE 176 (Tarafların malî durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.) Hükmüne yer verilmişse de; Telekom’un özelleşmesi ile başka kamu ve kurumlara atanan personelin maaşlarının dondurulduğu bilinmektedir. Ancak nafaka yükümlüsünün maaşının dondurulmuş olduğunu ve başkaca gelirinin olmadığını belgelediği halde nafaka artışının son 3 yılda 3 kez artırılarak devam ettiği görülmektedir. Diğer yandan ilk eşinden olma ve babası ile yaşamaktan başka çaresi olmayan “Reşit Olmayan Yetim bir çocuğun ”annesinden aldığı yetim aylığını şu veya bu nedenle mahkemeye malzeme yapmaya çalışması ve mahkemeninse bunu araştırması yasa koyucunun yasayı ülkenin sosyal ve kültürel yaşam biçimine uyarlamadığının göstergesi değimlidir.?Yukarıda da belirttiğim gibi uygulamada bir şeylerin ters gittiği açıkça görülmektedir. Kısacası sosyal devlet ilkesi, eşitlik ilkesi ve insan haklarını savunurken bu uygulamaların hem nafaka alacaklısını hem de nafaka yükümlüsünü ve birlikte yaşadıkları insanları ve hatta devletin çeşitli kademeleri ile toplumun sosyal ve kültürel yaşam biçimini de mağdur etmekte olduğunu toplumda emsaller teşkil ettiğini şiddet olaylarının çoğaldığını görmemezlikten gelmemek gerekmektedir.
Vurgulayarak belirtmek gerekir ki,var olduğu toplumun sosyolojik koşullarının yasa yapım sürecinde yasa koyucuyu münhasıran belli yönde davranmaya zorladığı,sosyal bir gerçektir.Nitekim,eğer toplum denen sosyolojik olgunun,kültürel ve sosyal yaşam tarzına aykırı nitelikte icrai ve uygulanması yaptırıma bağlanmış kurallar yasa hükmü olarak kabul edilse, uygulanma imkanının güçleşmesi ve normların içselleştirilmesi engellenmiş olacaktır.Bugün,din sosyolojisi denen bir sosyal inceleme alanının olması bize dinin de yaşam biçimini etkileyen asli sosyal olgulardan biri olduğunu ortaya koyan bilimsel emaredir.Dolayısıyla,toplumun genel eğilimini yansıtan bir sosyal olgu olarak dinin,yasa yapım sürecini etkilemesi kaçınılmaz bir durumdur.,hukuki nitelikleri açısından birbirinden farklı olan resepsiyon ve kodifikasyon kurumları arasındaki anlamsal farklılığın göz ardı edildiğini maalesef ortaya koyuyor.
Resepsiyon deyimi, bir ülkenin sosyal ve kültürel normlarına göre şekillenmiş yasal hükümlerin, kendi toplum yapısını göz ardı etmeden aynen alınması ve yasal zemine kavuşturulması demek iken,
Kodifikasyon ise başka bir ülkenin kültürel normlarının etkili olduğu yasal hükümler ve kurumların, iktibas edilecek ülkenin sosyal ve kültürel yaşam biçimine uyarlanması şeklinde cereyan eden bir yasa yapım sürecini ifade ediyor.
Olması gereken hukuk, yasa yapım sürecinde resepsiyon değil, kodifikasyon olgusunun hakim olmasını gerektiriyor. Yasaların büyük ölçüde ülkenin gelenek ve göreneklerinin hukuk çerçevesi altında yaptırıma bağlanan kurallar bütünü olarak tanımlanması mümkündür. Her ne kadar gelenek ve görenek ile yasal süreç arasındaki ilişki, mutlak olmasa da yasa koyucunun toplumsal normları süreçten dışlayarak yasa yapması sosyal gerçekliğe aykırı bir ifade olur. Belirtmek gerekir ki, nafakaya ilişkin hükümler ise araştırdığım kadarıyla Fransız Medeni Kanun un’dan ve Nafakaya Dair uluslararası nitelikte sözleşmelerden iktibas edilmiştir. Sonuç olarak şunu belirtmek isterim ki, yasa yapım sürecinde yasa koyucuları toplumsal nitelikte normlardan soyutlamak gerçekliğe aykırıdır, etkileşim mutlak nitelikte olmasa da uygulanabilir norm tesisinde etkin bir unsurdur. Ancak soyut açıdan yasa koyucunun bu kültürel normlarla çelişecek yasal tasarrufunda bulunması mümkündür. Nitekim münferit bazı vakalarda bize yasa koyucunun bu anlamda mutlak bağlı olmadığını gösteriyor..Olması gereken olgu,resepsiyon değil,kodifikasyon edilen yasal nitelikte kurumların ülkenin sosyal ve kültürel yaşam biçimine uyarlanmasıdır.
Bu husustaki yanlış algı toplumsal anlamda meşruiyet kazanmış görünmektedir. Yürürlükteki normları göz önüne aldığımızda, toplumsal ve kültürel normlardan ve uygulanabilir olmaktan uzak yasal hükümler azımsanacak boyutta olmadığını görmek gerektiği düşüncesindeyim.
Diğer taraftan takdir edersiniz ki hukuk normları adaleti tesis etmek açısından işlevsel uygulanmayınca bu soyut adalet fikri somutlaşmayınca hiçbir anlam ifade etmiyor. Ayrıca sistemin aktif süjelerinden biri olarak şunu göz ardı etmemek gerekir ki nihai adaleti tesis etmekle görevli hâkimlerimizin hukuk yargılamalarında normları kadın lehine yorumlama şeklinde tezahür eden yaklaşımı bir gerçektir. Hatta Kanada hâkimleri de mütemadi olarak bu tavrı gösterince yargılamalarda bu durumu pariental alienation adında bir psikolojik bunalımla yani literatüre geçmeye değer bir olgu olarak görülmüş ve hâkimlere yargılama cinsiyet eşitliğini bozmamaları telakki edilmişti. Bürokratik mekanizmaların ruhuna da işleyen bu durumun salt ülkemiz adalet mekanizmasına tahsis edilmemesini, karşılaştırmalı hukukta da oldukça geçerlilik ifade eden olumsuz bir durum olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekir diye düşünüyorum...
Sayın Yetkililer bu yanlış uygulamaların düzeltilmesi refah ve medenice Anayasa ve insan haklarına uygun hayatımızı idame ettirebilmek için sizce daha kaç kadının / erkeğin ölmesi ile boşandıktan sonra tekrar kurulan yuvaların yıkılması gerekiyor!!?
Ben hukuk mensubu değilim eğitimini de almadım. Yazdıklarım yaşadıklarımdan, gördüklerimden ve araştırdıklarımdan ibarettir. Takdir ise yetkili mercilerin.