Açıklığa kavuşturmakta yarar var:
-Çok partili rejimi savunuyorum.
-Demokrasiye inanıyorum.
-Askeri darbelere ve askerin müdahalesine karşıyım.
-Yeter söz milletindir sloganını küçümsemiyorum. Aksine ona önem atfediyorum. Bununla birlikte bu sloganı sahiplenenlerin bu sloganın hakkını vermediklerini ruhunu ve içini boşalttıklarını düşünüyorum.
Sadece bir iki ciddi kitapla sınırlı olmayan bazı düşüncelerimi bu vesile ile biraz daha detaylı açıklamak isterim.
Bir ülke düşünün ki; 700 yıllık bir medeniyetin küllerinden kurulsun ve geleneğinde demokrasi bulunmasın.
Bir ülke düşünün ki; onu kuranlar çoğunluğu asker kökenli bürokratlar olsun.
Bir ülke düşünün ki; halkı savaşlarda varını yoğunu , canını vermiş, bu arada eğitim ve kültür alanında önemli derecede geri kalmış olsun. Önemli bir kısmı (Anadolu halkı) okuma yazma bilmesin.
Bir lider düşünün ki; bu halkla yedi düvele meydan okusun, bu halka güvensin, inansın ve bu inancı boşa çıkmasın, başarılı olsun.
Bir Meslis düşünün ki; içerisinde ilericiler olduğu gibi gericiler, mandacılar, Amerikan, İngiliz ve Sovyet hayranları olsun.
Bir başarı düşünün ki; bu tablodan , genç , dinamik, aydınlanmacı, az zamanda çok ve büyük işler başaran bir halk ve bir ülke çıkarsın.
Atatürk çok partili hayata geçmeyi hep istemiş, ancak her seferinde, karşı devrimciler kurulan partilere çöreklenip bir çuval inciri berbat etmişlerdir. O dönemde tek parti içerisinde , bugün ülkemizin siyasi hayatında varolan partilerin temsil ettikleri bütün siyasi düşünceler mevcuttu. Aynı parti çatısı altında olmaları nedeniyle bu düşüncede olanları örnek gösterip, Cumhuriyeti kuran ve devrimleri gerçekleştiren kadro ile bunları karıştırmak ve suçu partiye yüklemek herhalde doğru değildir.
Türkçe ezandan örnek verelim. 1932'den itibaren 18 yıl boyunca Türkçe okunabilmiş olan ezanın halktan destek görmediğini söylersek, Aydınlanma Devrimi'ni reddetmiş oluruz. O zaman halktan destek görmediği için Cumhuriyetin, Türkçe alfabenin, fes yerine şapkanın, eğitim birliğinin de ortadan kaldırılması gerekirdi. Adı üstünde yapılanlar devrimdir. Ortaya konulanlar da o günün şartlarında elbette metazori yöntemlerle gerçekleştirilmiştir.
Türkiye’nin çok partili rejime geçmesi, söylenildiği gibi Dünyada demokrasi rüzgarlarının esmesi nedeniyle olmamıştır. Genç Türkiye Cumhuriyeti, yanıbaşında kurulmuş olan , yayılmacı ve devrim ihraç eden Sovyet tehdidine karşı bir önlem olarak böyle bir güç birliği içerisinde bulunmayı uygun görmüş, böyle bir birliği düşünce olarak desteklemiş ancak gerek kuruluşunda ve gerekse 4 yıl boyunca içinde yer almak istediği NATO’ya kabul edilmemiştir, imtiyazlı ortaklık veya oluşturulacak Akdeniz Birliği içerisinde yer alması önerilmiştir. (Bugünkü AB süreci ile ne kadar benzer değil mi?) Ancak Kore’ye asker göndererek, ülkemizde 90’a yakın noktada ABD askeri konuşlandırarak ve ABD’nin dış politika değişikliği neticesinde bu birlik içerisinde ileri jandarma rolü ile yer alabilmiştir.
Önceki yazımda :
Alıntı:
Bir ülke düşünün ki; "Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu" ile topraksız köylüye toprak verilmesi ve bunun için gerekirse büyük toprak sahiplerinin belli bir miktara kadar topraklarının kamulaştırılması hükmü karşısında rahatsız olan büyük toprak ağaları , bunu engelliyor, engellemek amacıyla partiye hakim olmaya çabalıyor ve bazı başka nedenlerle birlikte partiden ayrılıp yeni bir parti kuruyorlar.
demiştim.
Ciddi ve derinlikli bir yazar olarak kabul edilir mi :o bilmem ama Milliyet’ten Melih Aşık’ın bugünkü yazısı
http://www.milliyet.com.tr/2007/05/31/yazar/asik.html mesajımda altını çizdiğim yerde yazdıklarımda tarihi gerçeklere haksızlık ettiğimi düşündürdü bana...
Selamlar,