 |
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
Esas no : 1994/5404
Karar no : 1994/8731
Tarih : 20.10.1994
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
Taraflar arasındaki tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı 7.000.000 lira manevi tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, fazla istemin reddine ilişkin hükmün süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor okunduktan sonra dosya incelendi gereği konuşuldu:
Dava, Medeni Kanunun 24. maddesi gereğince kanunen korunan kişilik hakkına yapılmış saldırı nedeniyle Borçlar Kanunu'nun 49.maddesinden kaynaklanan manevi tazminat isteğine ilişkin olup davacı milletvekili Mahmut A... Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 26.12.1991 tarihinde "genel güvenlikle ilgili görüşme sırasında kürsüde konuşma yaparken davalı milletvekili Sadık A...'nun kendisini kaba kuvvetle iteleyerek kürsüden uzaklaştırdığını, konuşmasının yarıda kesilerek ana temayı söyleyemediğini, davalının basına daha sonra yaptığı açıklamada (Bölücülere izin vermeyiz) demek suretiyle kişilik haklarına saldırıda bulunduğunu, kişilik haklarının zedelendiğini ileri sürerek bir miktar manevi tazminatın tahsili ile kararın Türkiye Radyo, Televizyon Kurumunda yayınlanmasını talep etmiştir.
Davalı, davaya karşı verdiği cevap dilekçesinde davacının görüşme ve konusu "genel güvenlik" olduğu halde tartışmayı "kurt sorunu" olarak nitelendirdiğini ve konuşmasında (Kürt halkı, Türk halkı) sözcüklerini kullanarak Kürt ve Türk kökenli insanları birbirinden ayırdığını, ölen yasadışı bir örgütün militanı ile Türk askerini bir tuttuğunu, bölücü yasa dışı terör örgütünün eylemlerini ihkakı hak olarak kabul ettiğini, konuşma süresinin bitmesi nedeniyle Meclis Başkanınca konuşmasını bitirmesi ve kürsüden inmesi için sürekli uyarıldığı halde konuşmasına devam ettiğini, konuşmasında söylediği sözlerin Türkiye Cumhuriyetinin milletiyle, devletiyle bölünmez bütünlüğü üzerine yemin eden ve Meclis çatısı altında kendi sorumluluğunun bilincinde olan tüm milletvekillerini tahrik ettiğinden tepkilerine neden olduğunu bildirerek davanın reddini istemiştir.
Genel Hukuk sistemi içinde, ihlalleri manevi tazminat talebine yol açan kişilik hakları Anayasamızın (12-16), (17-40) maddelerinde ele alınmış ve teminata bağlanmıştır. Bundan başka gerek Medeni ve Borçlar Kanununda ve gerekse bu iki yasa dışında kalan diğer yasalarda manevi tazminat ile ilgili birçok hükümler sevkedilmek suretiyle kişilik hakları korunmaya çalışılmıştır. Kişilik hakkı, kişinin kendi özgür ve bağımsız varlığının bütünlüğünü sağlayan ve herkese karşı ileri sürülebilen mutlak bir haktır. Toplumda sulh ve huzurun hakça gerçekleşmesi için kişinin kendi haklarının ve bunların gösterdiği özelliklerin başkalarının haklarıyla olan ilişkilerine göre daraltılması veya genişletilmesi gerekir. Buda diğer haklarda olduğu gibi kişilik hakkının korunmasının sınırsız olmadığını gösterir. BK. 49. maddesine göre sorumluluk için hukuka aykırılık, zarar, uygun neden sonuç bağı unsurlarının gerçekleşmiş olması gerekir. Haksız eylemin unsurlarından olan eylem (bir olgu) buna karşılık hukuka aykırılık ve zarar ise bu eylem hakkında değişik açılardan yürütülen değer yargılarıdır. Bunun gibi birlikte (ortak) kusurda bir değer yargısıdır. Özellikle hukuka aykırılık ve ortak kusurla ilgili değer yargılarıda çok kez bir yorumun, kişisel bir yorumun, kişisel bir takdirin söz konusu olacağı kuşkusuzdur. Tahrik şeklinde gerçekleşen ortak kusurun, her zaman BK. 43. maddesindeki hukuka aykırılığın oluşmasını engelleyeceği ya da illiyet bağını keseceği ve bu itibarla manevi tazminata hükmolunamayacağı yolunda bir düşünce her zaman kabul edilemeyeceği gibi ağır tahrikin hiçbir zaman manevi tazminatın hükmedilmesine engel olmayacağı yollu bir düşünceyede yer verilemez. Bu itibarla önceden genel bir ilke tesbiti mümkün olmamalıdır. O halde hakim MK. 4. maddesinin kendisine verdiği yetkiyi kullanarak her somut olayda tahrikin, birlikte (ortak) kusurun gerçekleşme biçimi, niteliği, kapsamı ve özellikle vuku zamanı itibariyle ne gibi bir sonuç doğuracağını belirlemesi ve sonuçta tahrik şeklindeki ortak kusurun BK. 49. maddesindeki hukuka aykırılığın oluşmasına ya da illiyet bağını kesmesine neden olduğunu tesbit etmesi halinde davanın reddine karar verecek, ancak tahrikin (birlikte kusurun) hukuka aykırılığın oluşmasını önlemediği, vehameti bertaraf etmediği sonucuna varması takdirinde de BK. 43 ve 44. madde hükümlerini uygulamak suretiyle manevi tazminata hükmedecektir. Bu konudaki değerlendirme vs takdir hatası, her zaman Yargıtay'ca denetlenebilecektir. (Bkz. YHGK. 9.2.1983 T., E.4-1871, K.121). Somut olaya gelince; Türkiye Büyük Millet Meclisinin 26.12.1991 tarihli oturumuna ait tutanağın tetkikinden davacının yaptığı konuşmada Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını ırkçı bir düşünce ile (Türk halkı, kurt halkı) şeklinde ayırarak nitelendirdiği, (haksızlığa uğrayan insanların devlete olan güvenlerini yitirerek, ihkakı hak, yani adaleti kendi elleriyle gerçekleştirme yolunu seçtiklerini) söylemek "suretiyle" Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü" ilkesini hodef alan yasa dışı, bölücü terör örgütü PKK.nın kanlı eylemlerini "ihkakı hak" olarak değerlendirdiği, kendisine verilen yasal konuşma süresinin bitmesi nedeniyle Meclis Başkanının sürekli uyarılarına rağmen konuşmasını bitirip kürsüden inmediği ve (Kars'ın Diğer ilçesinin Dolaylı ve Arpalı Köylerinden akraba olan iki gencimiz çatışmalarda can verdiler, biri asker biri PKK.lıydı) diyerek ülkeyi bölmeyi amaçlayan bu terör örgütüne mensup silahlı eylem yapan terörist ile ülkesinin bölünmez bütünlüğünü sağlamak için canını feda eden Türk askerini eşdeğer tuttuğu, "Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü korumaya" namusu ve şerefi üzerine yemin etmiş milletvekillerinin bu konuşma üzerine sıra kapaklarına vurarak ve bağırarak tepki gösterdikleri ve kürsüye doğru yürüdükleri anlaşılmıştır. Davacının delil olarak gösterdiği oturuma ait bant kaydı mahkemece gözlenmiş ve kürsüye doğru ilerleyen milletvekilleri arasında bulunan davalı milletvekili Sadık A... ' nun kürsüye çıkarak davacıyı sol kolundan tutup (ben PKK yi konuşturmam, ben konuşturmam) dediği ve davacıyı iki eli ile tuttuğu, dava dışı başka bir milletvekilinin de davacıyı kürsüden indirdiği tesbit edilmiştir. Davacı milletvekilinin Meclis Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada söylediği yukarda belirtilen sözleri ve Meclis Başkanının süresinin bitmesi nedeniyle yaptığı ihtarlar, mecliste oluşan heyecanlı ve elektirikli havaya rağmen sözlerini bitirip kürsüden inmeme şeklinde gerçekleşen davranışı yerine getirilmesi gereken bir kamu görevi anlayışının çok ötesinde, her dinleyen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşında tepki uyandıracak şekilde gerçekleşen ağır tahrik niteliğindedir. Devletin değerlerine bu kadar ağır bir dil ile tecavüz edilmesi olgusunun Anayasamızın 83-/1. maddesi sınırları içinde kabul edilmesi ve hukuka uygun bulunduğundan söz edilmesi olanaksızdır. Hal böyle olunca da davacının bu ağır tahriki (ortak kusuru) davalının özellik arzeden ve kürsüye çıkarak davacının kolundan tutmak şeklinde gerçekleşen davranışındaki hukuka aykırılık niteliğini izale edecek yoğunlukta ve oranda bulunduğundan ve hatta giderek illiyet bağını kesmesi dahi mümkün bulunduğundan, davalının basın mensuplarına söylediği (Bölücülere izin vermeyiz) sözcükle r ininde genel nitelikte bulunması nedeniyle bu davada davacı yararına hiçbir şekilde manevi tazminata hükmetmeye gerek bulunmamaktadır.
Mahkemece, yukarda belirtilen hukuki olgu ve esaslar gözetilerek davanın reddine karar verilmek gerekirken, kabulüne karar verilerek davacı yararına bir miktar tazminata hükmedilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarda gösterilen edenle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 20.10.1994 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
TBMM de iç güvenlik sorunları konusunda verilen bir önerge üzerine genel görüşme açılır. Bu genel görüşme sırasında parti sözcüleri ile bazı üyeler kişisel düşüncelerini açıklarlar.
Tartışılan konu iç güvenlik olmasına karşın, "Genel Görüşme" olduğu için konuşmacılar tüm ülke sorunları ile ilgili olarak görüşlerini de belirtirler.
Davacı da SHP adına konuşur. Ülkenin içinde bulunduğu sorunların genel bir değerlendirmesini ve terörün yarattığı olumsuzlukları belirtir. Devamla, kişiler "yasa dışılığa itilmiştir. Buna hak arama özgürlüğünün kısıtlanması da eklenince, haksızlığa uğrayan insanlar, devlete olan güvenlerini yitirmiş, ihkakı hak, yani adaleti kendi elleriyle gerçekleştirme yolunu seçmişlerdir." biçiminde eklemede bulununca olaylar başlar, ihkakı haktan neyi kastettiğini de cezaevindeki kişilerin dilekçelerine yanıt alamayınca, açlık grevine gittiklerini, böylece seslerini duyurdukları örneği ile açıklamaya çalışır. Askeri yöntem ve baskı ile sorunların çözümlenemiyeceğini belirtir. Bu arada davalı kürsüye doğru yürür. Davacı devamla, Digor'da kardeş olan iki gencin öldüğünü, birinin asker, diğerinin PKK.lı olduğunu açıklayınca, davalı davacıyı kürsüden ite kaka aşağıya indirir.
İşte davacı, bu hareketle kişilik haklarına saldırı olduğunu belirterek 100.000.000 lira manevi tazminat istemiş mahkemece 7.000.000 liraya hükmedilmişti r. Daire çoğunluğunca davacının konuşması ile ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğüne zarar veren sözler sarf ettiğini ve bir terör örgütü üyesi ile bir askeri eşdeğerde tuttuğunun ve davacının kullandığı sözlerin Anayasanın 83. maddesindeki sınırlar içinde düşünülemeyeceği gerekçesi ile kararı bozmuştur.
Bozma kararı usul ve yasaya uygun düşmemektedir. Şöyle ki:
1-Davacı, TBMM üyesi olup, kişisel değil bir siyasi partinin sözcüsü olarak konuşma yapmıştır.
2-En çok tepkiye neden olan sözler, ihkakı hak ve ölen iki kardeşten birinin asker, diğerinin PKK.lı olması sözleridir. Gerek uzun konuşmanın seyrinden ve gerekse bununla neyi amaçladığı konusunda, ihkakı hakla bir terör örgütünü haklı gösterdiğini amaçladığı düşünülemez. Nitekim bununla neyi amaçladığını bir örnekle açıklamış ve genel bir tabir olduğunu da belirtmiştir.
Diğer iki kardeşle ilgili olan değerlendirmeside, konuşmanın seyrinin bir gereği olarak söylenmiştir. Bununla, askerle PKK.yi aynı ve eşit kabul ettiği düşünülemez. Sözleri ile içinde bulunulan ortam itibariyle, iki kardeşin karşı karşıya getirildiği hususundaki vardığı tesbiti ifade etmiştir. Buna bir yorumda getirmemiştir.
3-Sorun, davacının yaptığı konuşmanın Anayasanın 83/1. maddesi kapsamı içinde ve anılan maddenin koruması altında olup olmadığının tesbiti ve yapılan konuşmanın suç teşkil edip etmediğinin saptanmasından kaynaklanmaktadır.
Anayasanın 83. maddesi, meclis üyelerinin, meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, mecliste ileri sürdükleri düşüncelerinden sorumlu olamayacakları ilkesini getirmiştir. Hiç şüphesiz bu sorumsuzluk başkalarının kişilik haklarına saldırı niteliğindeki söz ve düşüncelerinden dolayı hakarete uğrayan tarafından tazminat davası açılmasına engel teşkil etmemelidir.
Somut olayda, davacının davalının kişilik haklarına karşı bir saldırısı ve onu tahrik edecek davranışı bulunmamaktadır. Davacı, ülkenin çok önemli bir sorunu ile ilgili olarak düşüncelerini açıklamıştır. Konuşmaların içeriğinin, siyasi olması işin doğasının bir gereğidir. Konuşan bir siyasetçidir. Konuşulan yer bir siyasi kurumdur. Konu da siyasidir. Böyle bir konuşmanın yapıldığı yerde ve konuşanda milletvekili olunca, onun siyasi düşüncesine dahi sınır koymak doğru değildir. Çünkü o siyaset üreten kişidir. Bir meclis kürsüsünde yapılan siyasi düşünce açıklamasına, tüm üyelerin sabır ve tahammül göstermesi işin doğasının bir gereğidir. Konuşma, tasvip görmüyorsa, cevap verilir ve eleştirilir. Konuşanı susturmak, onu itelemek, hırpalamak yasamanın görev ve niteliği ile ona sağlanan bağışıklıkla bağdaşmaz. Bu bağışıklığın amacı, kamu yararının daha iyi gerçekleşmesini sağlamaktır.
4-Somut , olayda, davacıya karşı yapılan davranışa, davacının neden olduğunun kabulü ile, istemin tümü ile reddinin düşünülmesi doğru değildir. Bir an için davacının içinde bulunulan siyasi ortam itibariyle konu dışına çıktığı kabul edilse ve davalının bundan dolayı davacıyı tahkir ettiği sonucuna varılsa dahi, bu tazminat talebini tamamen ortadan kaldırmaz. Olsa olsa bir indirim nedeni olabilir. Yerel mahkemede olayın oluş şekli itibariyle istemin çok altında tazminata hükmetmiştir.
Aslında davacı yanın kullandığı sözlere karşı, yapılan saldırı çok ağırdır. Davacı asli görevini yerine getirmekten davalı tarafça yapılan fiili eylem sonucu alıkonulmuştur. Davalının davranışı, davacının kullandığı sözlerin karşılığı olarak kabul edilemez. Aralarındaki denge bozulmuştur. Bu sözlere karşı gösterilen tepki hukuka aykırıdır. İşte bu aşma nedeniyle yerel mahkeme kararı doğrudur ve onanmalıdır.
Açıklanan nedenler ve dosyadaki deliller itibariyle, çoğunluğun bozma gerekçesine katılamamaktayım.
KARŞI OY
Davanın yanları milletvekilidir. Özellikle Meclis çatısı altında olmak üzere, tüm söz ve davranışlarına, bu sıfatları gereği üstün özen göstermek durumundadırlar. Yasamız gereği milletvekili seçildiği yörenin değil tüm milletin vekili durumundadır. Konuşması sırasında belli bir kitleyi incitip tahrik edecek ifade ve sözlerden kaçınmak durumundadır. Ancak; davacının sözlerindeki aşırılıklar nedeniyle davalının ve diğer milletvekillerinin onu kürsüden zorla indirmeleri de gerekmez. Meclis İçtüzük hükümleri gereği yapılacak işlemin belirlenmesi Meclis yönetimine aittir. Bu özellikler içinde, davacının tahriki ile de olsa davalının davranışı kişilik haklarına hukuka aykırı biçimde saldırı teşkil eder. Borçlar Kanunu'nun 44. maddesi de nazara alınarak münasip bir miktar tazminata karar verilmesi gerekir. Bu nedenle tazminat gerekmediğine dair çoğunluk görücüne katılamıyorum.