 |
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1990/11551
K: 1991/10984
T: 17.12.1991
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasındaki manevi tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı 5.000.000 lira manevi tazminat dava tarihinden itibaren Yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, fazla istemin reddine ilişkin hükmün süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine gereği konuşuldu:
KARAR : Davacının iddiasının aksine, dosya kapsamına ve özellikle tanıkar D.K., E.Ç., A.A. açıklamalarında davacıya, davalının evli ve çocuklu olduğunu ancak karısının evi terkettiğini söylendiğini, bunu kabul ederse evlenebileceğinin bildirildiğini belirtmişler ve hatta tarafların uzakta olsa akraba olduklarını ifade etmişlerdir. Aksi kanıtlanmadan bu açıklamalara göre, davalının, davacıya bekar olduğunu, evlenme vaadinde bulunduğunu kabul etmeye olanak yoktur.
Somut olayda davacı, 1972 veya 1973 yıllarında davalı ile evlilik dışı olarak bir araya gelmişlerdir. Diğer bir ifade ile gayri resmi olarak evlenmişlerdir. Bu fiili beraberlik 1986 yılına kadar sürmüştür. Bu arada tarafların dört müşterek çocuğuda dünyaya gelmiştir. Ne zamanki davalının başka bir kadınla resmin evlenmesi üzerine davacı, müşterek haneyi terketmiş ve eldeki davayı açmıştır. Mevcut olgular itibariyle davalının davacıyı evli olmadığı hususunda kandırdığı ve kendisi ile resmi evlenme sözleşmesi yapacağı konusunda vaadde bulunduğu iddiası doğru değildir. Aslında davalının davacıya karşı böyle bir vaadde bulunduğu kabul edilse dahi, bu vaadin belli ve makul bir süre içinde yerine getirilmemesi halinde davacının buna karşı uygun bir tavır alması gerekirdi. Yerine getirilecek bir vaadin 13-14 yıl gibi uzaması ve davacınında buna hiç ses çıkarmamış olması olayın başından beri rıza gösterdiği fiili beraberliğin kendisi tarafından da kabul edilmesi anlamına gelir. Davacının kişilik haklarının çiğnendiği doğrudur. Ancak bunların çiğnenmesinde bizzat davacının kendi özgür iradesi ile bu sonucu yaratmış ve kişilik haklarının çiğnenmesini sağlamıştır. Böylece davacının bu davranışı ve fiili beraberliğin sona ermesi üzerine dönüp kişilik haklarının zarar gördüğünü iddia ile kendisinin isteyerek çiğnettiği haklarının karşılığı olan manevi tazminat talebinde bulunması çelişkili bir davranış olup, afaki iyi niyet kuralları ile bağdaşmayacağı gibi, tazminat hukuk yönündende korunmaya değer bir davranış olarak kabul edilemez. Çünkü davacının eylemi de objektif haksızlık durumunu ortadan kaldırır. Gerçekten M.K.'nun 24, 24/a ve B.K.'nun 49. maddesine göre, kişilik hakları zarar gören kimsenin tazminat istiyebilmesi için haksız eylemin aynı zamanda hukuka aykırı olması koşulu da aranmaktadır. Hatta M.K.'nun 3444 sayılı Yasa ile değişik 24/2. maddesinde "şahsiyet hakkı ihlal edilenin rızasına... dayanmayan her tecavüz hukuka, aykırı olduğu ifade edilmiştir. Bu bakımdan zarar gördüğünü ileri süren davacının haksız eyleme rıza göstermesi ve eylem de vazgeçilmez haklara ilişkin olmaması nedeniyle tazminat talebi dinlenemez. Çünkü davacı yıllarca davalı ile birlikte yaşamış ve buna hiç ses çıkarmamıştır. Kendi özgür iradesi sonucu davalı ile yaşamını sürdürdüğünden olayda hukuka aykırı bir yön yoktur. Somut olayda B.K.'nun 19-30. maddelerinde ifade edildiği üzere bu rızayı içeren iradeyi sakatlayan bir halde sözkonusu değildir.
O halde davaya konu edilen olayda hukuka aykırılık hususunun varlığından söz edilemeyeceğinden tazminat isteğinin reddine karar verilmek gerekirken yasa hükümlerinin yorumlanmasında ve davaya ilişkin delillerin takdirinde hataya düşülerek tazminata hükmedilmesi bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın açıklanan nedenle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 17.12.1991 gününde oyçokluğuyla karar verildi.