 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C
Y A R G I T A Y
Hukuk Genel Kurulu
E. 1990/4-617
K. 1991/137
T. 20.3.1991
* MANEVİ ZARAR
* KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI
ÖZET : Davalının ölümle tehdit eylemi, davacının kişisel değerlerinden olan
özgürlüğüne saldırı niteliğindedir.
Ölümle tehdit eyleminin kişide, özgürlüğün sınırlandırılması korkusunu
yaratarak ruhsal yapıda bir eksilmeyi ve zararı oluşturması kaçınılmazdır.
Kişinin iç dünyasına girilemeyeceğine göre manevi zararı, kişisel değere
saldırının varlığı halinde objektif olarak kabul etmek gerekir.
(818 s. BK. m. 49) (743 s. MK. m. 24)
Taraflar arasındaki "manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama
sonunda (Bornova Asliye İkinci Hukuk Mahkemesi)nce davanın kısmen kabulüne
dair verilen 7.6.1989 gün ve 782-322 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili
tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi'nin 5.4.1990
gün ve 7846-3013 sayılı ilamiyle; (...Dava haksız eylemden kaynaklanan manevi
tazminat isteğidir. Davalı hakkında açılan kamu davası sonunda davalının
telefonla davacıyı gıyabında ölümle tehdit ettiği anlaşılmakla hareketine
uyan Türk Ceza Kanununun 191. maddesinin 1. fıkrası uyarınca
cezalandırılmasına dair karar Yargıtay'ca onanmakla kesinleşmiştir. Dava
dilekçesinde, davalının bu eylemine dayanılarak manevi tazminat istenilmiş,
mahkemece davanın kısmen kabulü yönüne gidilmiştir.
Türk Ceza Kanununun 191. maddesinin yer aldığı hürriyet aleyhinde işlenen
cürümlere ilişkin ikinci bab'ında eşhasa karşı cürümlere ilişkin 9. babının
üçüncü faslındaki 467. maddesinde olduğu gibi o fasılda yazılı cürümlerden
dolayı manevi tazminata ayrıca hükmedileceğine dair bir hüküm yoktur. Ceza
mahkumiyetlerinin neticelerine ilişkin bölümünde yer alan 38. maddesinde bir
şahsın veya bir eylemin şeref ve haysiyetini ihlal eden her nev'i cürümlerde
manevi zarar mukabili olarak muayyen tazminat itasına da hükmedilebileceğine
yer verilmiş isede, somut olayda davalının işlemiş bulunduğu bu eylem
davacının şeref ve haysiyetini ihlal edici nitelikte bulunmadığından anılan
maddenin bu davada uygulanması olanaksızdır. Medeni Kanununun 24. maddesinde
ise manevi tazminat namı ile muayyen bir meblağ davasının ancak kanunun tayin
ettiği halde ikame olunacağı yazılıdır. Borçlar Kanununun 49. maddesinde
şahsi menfaatleri diğer bir deyimle şahsiyete bağlı hakları haleldar olan
kimsenin manevi zarar namı ile nakdi bir meblağ itasını dava edebileceğini
hükme bağlamıştır. Ancak davaya konu olan olayda davalı davacıya değil de
onun kardeşi ile telefonla konuşmuş ve bu konuşma sırasında (...Bu kardeşin
bizden ne istiyor? Benim dairelerimi gasp ediyorsunuz. Ben şimdiye kadar
kimseye haraç yedirmedim. Çocuğumun ölüsünü öpeyim ki kardeşini öldüreceğim
veya öldürteceğim) demiştir. Taraflar arasında kat karşılığı bir inşaat
sözleşmesi yapılmış olmasına ve davalının kendisine kalan daireler için ferağ
verilmemesi karşısında böyle bir konuşmaya girişmesine ve bu konuşma
davacının gı-yabında yapılmış olup bundan ötürü onun hayat, beden ve ruh
tamlığı gibi kişisel varlığının haleldar olmamasına göre Borçlar Kanununun
49. maddesi hükmüne dayanılmak suretiyle de bir manevi tazminat istenilmesi
söz konusu olamaz. O halde davanın tümden reddine karar verilmesi gerekirken
kısmen dahi olsa kabul edilmiş bulunması yasaya aykırıdır.
Dava, tazminata ilişkin olması karşısında ilam harcının 10 üzerinden
hesaplanması gerekirken 30 üzerinden alınmış bulunması da Harçlar Kanununa
ekli tarife hükümlerine aykırıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine
geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda
direnmiştir.
Temyiz eden: Davalı vekili.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde tem-yiz
edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği
görüşüldü:
Dava, davalının davacıyı "ölümle tehdit etmesi"nden kaynaklanmış ve eylemin
varlığı ceza mahkemesi kararıyla kesinleşmiştir. Tartışılması gereken sorun,
bu eylemin kişilik hakkına saldırı niteliğinde olup olmadığıdır.
Kişilik hakkı, kişinin maddi ve manevi değerlerini korur; bu hakka saldırıdan
söz edilebilmek için de kişilik hakkının koruduğu değerlerden birine bir
saldırı olmalıdır. Bu nedenle kişilik hakkının tartışıldığı bir alanda
öncelikle kişinin hukukça korunan bir değerinin bulunup bulunmadığı ortaya
konmalıdır. Medeni Kanunun 24, Borçlar Kanununun 49. maddelerinde şahsiyet
hakkından söz edilmiş ancak kişisel değerlerin nelerden ibaret olduğu
açıklanmamıştır. Yasa koyucu bunların belirlenmesini yargıya bırakmıştır.
Bugün genel kabul görmüş belirleme ve ayırıma göre kişsel değerler
(varlıklar) üç ana grupta toplanmaktadır. Birincisi, bedensel bütünlüğe
ilişkin maddi varlıklar (yaşam-sağlık); ikincisi, ruhsal (manevi) varlıklar
(onur-saygınlık, özgürlükler, sır, resim); üçüncüsü ise mesleki ve ekonomik
değerlerdir.
Özel Dördüncü Hukuk Dairesi'nin bozma kararında, şeref-haysiyet
(onur-saygınlık) ile kişinin yaşam sağlığı kişisel değer olarak kabul
edilirken özgürlüklerden söz edilmemiştir. Konunun Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu'nda tartışılması sırasında ise özgürlüklerin kişisel değerler arasında
bulunduğu duraksamasız ve oybirliği ile kabul edilmiştir. Kişinin özünü
oluşturan ve insanın insan olarak vazgeçemeyeceği bir kavram olan
özgürlüklerin kişisel değerler arasında kabul edilmemesi çağdaş hukuk
düşüncesi ve inançlarıyla bağdaşmaz.
Olayımıza konu olan ölümle tehdit özgürlüğe yönelmiş bir eylemdir. Türk Ceza
Kanununda tehdit eylemini özgürlüklere karşı işlenmiş bir suç olarak (m. 191)
kabul etmiştir. Tehdit eyleminin cezalandırılmasının nedeni de "kişide
özgürlüğünün" sınırlandırılması korkusunun yaratılmış olmasıdır. O halde
davalının eylemi davacının kişisel değerlerinden olan özgürlüğüne saldırı
niteliğinde olduğu kabul edilmelidir.
Borçlar Kanununun 49. maddesine göre, kişilik hakkına bir saldırıdan söz etmek
ve dolayısıyle manevi tazminata hükmedebilmek için kişisel değere saldırı tek
başına yeterli değildir; ayrıca olayda hukuka aykırılık-kusur, zarar ve
illiyet bağı unsurlarının da gerçekleşmesi zorunludur.
Ölümle tehdit eyleminin kişide, özgürlüğün sınırlandırılması korkusunu
yaratarak ruhsal yapıda bir eksilmeyi ve zararı oluşturması kaçınılmazdır.
Kişinin iç dünyasına girilemeyeceğine göre manevi zararı, kişisel değere
saldırının varlığı halinde objektif olarak kabul etmek, hukuksal yorumlarla
adaletin somutlaştırılması için zorunludur.
Medeni Kanunun 24/II. maddesinde (değişik); "şahsiyet hakkı ihlal edilenin
rızasına veya üstün nitelikte bir özel veya kamu yararına veya kanunun
verdiği bir yetkiye dayanmayan her tecavüzün hukuka aykırı olacağı" kabul
edilmiştir. O halde davalının eyleminde bu maddede gösterilen hukuka uygunluk
sebeplerinden biri bulunmadığından eylem hukuka aykırıdır, kaldı ki ceza
mahkemesi de eylemi hukuka aykırı kabul ederek mahkumiyet kararı vermiştir.
Hukuka aykırılık ile kusur ayrı ayrı kavramlardır. Ancak bu kavramlar çoğu kez
-olayımızda olduğu gibi- iç içe olabilmektedir. Bu nedenle hukuka aykırılık
için söylenenler kusur için de geçerlidir ve olayımızda kusur (kast) unsuru
da gerçekleşmiştir. İlliyet bağının varlığı ise her türlü tartışmanın
dışındadır.
Bu itibarla mahkemenin, davalının ölümle tehdit eylemini kişilik hakkına
saldırı olarak nitelendirip manevi tazminat istenebileceğine ilişkin önceki
kararda direnmesi usul ve yasaya uygun olup yerindedir. Ne var ki işin
esasına yönelik temyiz itirazları incelenmediğinden gerekli tetkik için dosya
Özel Dairesine gönderilmelidir.
S o n u ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle, esasa yönelik temyiz itirazlarının
incelenmesi için dosyanın Dördüncü Hukuk Dairesi'ne gönderilmesine, 20.3.1991
gününde oybirliğiyle karar verildi.
|