 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
Y A R G I T A Y
Hukuk Genel Kurulu
Sayı:
E.83/2-235
K.83/471
T.4.5.1983
Özet :Gereksiz şart ve mükellefiyetler taşıyan vasiyetnameler
yönünden de M.K. 501. md. gözetilerek zaman aşımı süresi uygulanır.
Vasiyetnamedeki şart ve mükellefiyetin ifa imkansızlığının doğduğu
halde, murisin ağırlıklı amacı dikkate alınarak varislerin iptali isteme
hakkının olup olmadığı belirlenmelidir.
Taraflar arasındaki davadan dolayı bozma üzerine direnme yoluyla
İstanbul Asliye l0. Hukuk Hakimliğinden verilen l2.4.l982 gün ve l982/311-245
sayılı kararının bozulmasını kapsayan Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
26.ll.l982 gün ve l982/2-540 E. l982/922 K. sayılı ilamiyle karar
düzeltilmesi yoluyla incelenmesi Davalı vekili tarafından verilen dilekçe ile
istenilmiş olmakla, Hukuk Genel Kurulunca dilekçe düzeltilmesi istenilen ilam
ve dosyadaki ilgili bütün kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü.
1- Davalı, "karar düzeltme" isteminde, Hukuk Usülü Muhakemeleri
Kanununun 440/IV öngörülmüş bulunan yasaya aykırılık olgusuna dahi
dayanmıştır. Öbür yandan yasanın sözüyle, yada özüyle değindiği tüm
sorunlarda yürürlükte bulunduğu ilkesi Medeni Kanunumuzun ilk cümlesini
oluşturur. (M.K. m. l, f, c. l) Bu yönden bir davada uyuşmazlığa
uygulanabilecek yasa hükmü olup olmadığını saptamak, böyle bir hüküm varsa,
bu hükmün niteliğini açıklık ve seçiklikle belirlemek, salt hukuk
uygulamasının zorunlu kıldığı bir yöntem gereği değildir. Belirgin biçimde
bir yasa buyruğudur. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun l982 Anayasasıyla
artık Anayasal bir güç ve nitelik kazanan 77. maddesindeki "çabukluk" ve
"ucuzluk" ilkelerinin gerçekleşebilmeleri de ancak bu durumda mümkündür ve
davayı nitelendirme ödevi, 4.6.l958 günlü İBK'nda vurgulandığı üzere
herşeyden önce hakime aittir.
O halde ilk iş olarak davanın gerçek niteliği ortaya konulmalıdır.
Esasen ancak bu takdirdedir ki karar düzeltme nedenlerinin sağlıklı bir
biçimde değerlendirilmeleri mümkün olacaktır.
II- İstinye Devlet Hastahanesi yararına vasiyeti içeren
"vasiyetnamede" Hastahane genişletme alanında yapılacak pavyonlardan birisine
vasiyetci ve eşinin adlarının verilmesi kaydının yer aldığı yönü olayda
tartışmasızdır. Davacı, yapılan pavyona bir başkasının adının verildiğini ve
şu suretle, vasiyetçinin bu isteğinin yerine getirilmesi olanağının
kalmadığını ileri sürerek vasiyetnamenin iptalini ve vasiyet konusu
taşınmazın adına tapuya tesciline karar verilmesini dava etmektedir.
Vasiyetciyle birlikte eşinin adlarının yapılacak bir pavyona verilmesi
yolundaki vasiyetname hükmü, yasanın deyimiyle, davalıya yönelik bir
yükümlülük (müküllefiyet) niteliğindedir ve bu yönün belirginliği karşısında
nasıl uyuşmazlık oluşturmayan maddi bir olgunun kanıtlanmasına gerek yoksa,
bu maddi olgunun da hukuksal niteliği üzerinde durulmasına gerek
bulunmamaktadır. Esasen görüşler Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun önceki
kararında belirtildiği üzere bu konuda birleşmişlerdir.
Bu niteliğiyle olaya Yasada uygun düşen madde vardır ve bu madde,
Medeni Kanunumuzun 462. maddesidir.
III-I) (Mükellefiyetler, şartlar) kenar başlığını taşıyan 462. madde,
şu hükümleri içermektedir:
"Muris vasiyetinde veya miras mukavelenamesinde bazı mükellefiyetler
ve şartlar koyabilir. Miras mukavelenamesinin veya vasiyetin infazından
itibaren alakadarlardan her biri bu mükellefiyetlerin ve şartların icrasını
isteyebilir. Kanuna yahut adabı umumiyeye mugayir şart ve mükellefiyetleri
ihtiva eden tasarruf batıldır. Faydasız veya yalnız başkalarını iz'aç için
kullanılan şartlar ve mükellefiyetler lağıvdır."
Görülüyorki maddede üç tür yükümlülük (mükellefiyet) öngörülmüştür ve
bu yükümlülüklerin herbiri, yerine getirilmemeleri durumunda ilgililerin
sahip olacakları dava hakkının türü ve kapsamını belirleyecek bir biçimde
birbirinden farklı yaptırımlarla (müeyyidelerle) ayrılmışlardır.
2) Bu yükümlülüklerden bir kesimi (f. II, c. son) Yasanın anlatımıyla
"faydasız veya yalnız başkalarını izaç için kullanılan" yükümlülüklerdir ve
yaptırımları "lağıv" oluşlarıdır. Bu yükümlülüklerin vasiyetnameyi geçersiz
kılmaları yada bir (ifa davası)na konu yapılmaları söz konusu değildir.
Davamıza konu yapılan yükümlülüğün bu türden bir yükümlülüğü
oluşturmadığı yönü açık seçiktir.
3) ı- Öbür kesim yükümlülük ise (f. II, c. l) gene maddenin
anlatımıyla "kanuna yahut adabı umumiyeye mugayir" yükümlülüklerdir. Bunların
yaptırımı, yükümlülüğün ilişkin bulunduğu kişiye yapılmış vasiyeti geçersiz
kılmalarıdır. Gerçekten maddedeki bu nitelikte olan "mükellefiyetleri ihtiva
eden tasarruf batıldır" sözleri bu yönü hiçbir kuşku ve duraksamaya yer
bırakmayacak bir belirginlikle ortaya koymaktadır.
ıı- Bu yönden yükümlülüğün yasaya yada genel ahlaka aykırı bulunması
durumunda ilgililerin vasiyetin iptali için dava açma hakkına sahip
bulundukları tartışmasızdır. Ne varki dava konusu yükümlülük ne yasaya nede
genel ahlaka aykırıdır. Böyle bir aykırılığın olasılık olarak bile üzerinde
durmayı gerektirecek bir değeri yoktur.
ııı- Hiç kuşkusuz, olanaksız yükümlülüğün (imkansız mükellefiyetin) de
bu kesim cercevesine girdiği söylenebilir ve bu taktirde eğer yükümlülük ile
ölüme bağlı işlem arasında birbirinin var oluş nedenlerini gerçekleştirecek
biçimde bir bağlılık varsa vasiyetin dahi iptali istenebilir. Ancak olanaksız
yükümlülük ile yükümlülüğün olanak içerisinde bulunmasına rağmen yerine
getirilmesinin (ifasının) olanaksız duruma gelmesi hallerini de birbirinden
ayırmak gerekir. Bu olayda ise, olanaksız bir yükümlülük söz konusu değildir.
Zira yükümlülüğün konusu yapılacak bir pavyona vasiyetci ve eşinin adlarının
verilmesidir ki böyle bir yükümlülüğün vasiyetnameye konulması, olanaksız bir
edinim öngörülmesi demek değildir. Esasen davacı davasında olanaksız bir
yükümlülükten değil, sonradan yerine getirilmesi olanaksız duruma gelmiş
yükümlülükten söz etmektedir.
Kaldı ki bunun aksi düşünülebilinse bile, davada bu olayın özelliği ve
iptalin sonuçlarından yararlanacakların vasiyetciye yakınlıklarının niteliği,
böylesine sıkı bir bağlantının varlığını kabule elverişli bulunmamaktadır.
Elbetteki vasiyetçi, vasiyetnamesine yükümlülük hükmü korken iyilikseverlik
düşüncesiyle birlikte kendisinin ve eşinin adlarını yarınlara bırakma
isteğini de amaçlamakta idi. Lakin Onun bu isteğinin gerçekleşmesine olanak
kalmaması durumunda, vasiyette bulunamayacağını gösteren hiçbir kanıt ve
belirti yoktur. Bu yönden bu konuda şu olasılığın ağır bastığı kabul
olunabilir. Vasiyetci, doğal olarak oluşturduğu iyilikseverlik yapıtının
kendisinin ve eşinin adlarını taşımasını istemektedir. Giderek bu yoldan
başkalarını da benzer iyilikseverliklere özendirme amacını izlemektedir.
Fakat asıl isteği iyilikseverliktir. Değişik söyleyişle vasiyetce adsız
iyilikseverlik değil adlı iyilikseverlik istemiş de olsa, ölüme bağlı
kazandırıcı işlem ve bu işlemin içerdiği isteminde temel öğe
iyilikseverliktir.
Vasiyetnamenin iptali durumunda vasiyetcinin yükümlülüğe ilişkin
isteminin tümüyle yasal bir planda gerçekleşme olasılığının da kalkacağı
gözden kaçırılmamalıdır. O halde yükümlülüğe ilişkin ikincil nitelikte bir
isteğin gerçekleşmediğinden bahisle davalı taraf yararına oluşturulan
vasiyetin iptali için dava hakkı tanınması, belirgin bir biçimde az önce
anılan esaslara aykırıdır ve yorum kuralları açısından vasiyetçinin temel
isteğiyle bağdaşmaz niteliktedir.
ıv- Bütün bu maddi ve hukuki olgular bir yana, davada olanaksızlık
durumu da saptanmamıştır. Gerçekten yerel mahkeme, davayı zamanaşımı yönünden
reddettiği için diğer yönler ve bu arada olanaksızlık konusu üzerinde
durmamıştır. Bu da doğaldır. Zira bugün dahi yürürlükte bulunan ll.4.l940
günlü ve 7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere,
dava müruruzamanı davanın esası hakkında her türlü muhakemeye ve temyizen
dahi tetkikat icrasına manidir."
Öbür yandan, her ne kadar, "İstinye Devlet Hastahanesi"nin genişleme
alanında bulunan ve kamulaştırılan l53 ve l56 sayılı parseller üzerine üçüncü
kişi tarafından ek pavyon yapılarak bu kişinin adı verilmiş olmakla, beraber
aynı genişleme alanındaki l54 sayılı parsele ait kamulaştırma işleminin henüz
gerçekleştirilmediği ve kamulaştırmanın gerçekleşmesi ile yükümlülüğün yerine
getirilme olanağının doğacağı dosya içeriğinden ve özellikle de İstanbul
Belediye Başkanlığının yanıtıyla onamlı İmar Planı ve tapu kayıtlarından
anlaşılmaktadır. Vasiyetnamede, belirli bir parsel ve sürede öngörülmemiş
bulunduğu için, yükümlülüğün yerine getirilmesi yönünden olanaksızlık
durumunun gerçekleştiği söylenemez. Bu olanak varken, vasiyetnamenin
iptalinin istenemiyeceği ve dava hakkının yükümlülüğün yerine getirilmesini
(ifasını) istemekle sınırlı kalacağı açık seçiktir.
v- Şu duruma göre bu kesim yükümlülük çerçevesinde soruna
yaklaşıldığından somut olayın davacıya vasiyetnameyi iptal ettirme hakkını
vermediği hukuksal gerceği ortaya çıkmaktadır.
4) Üçüncü tür yükümlülük ise, maddenin birinci fıkrasında yer
almıştır. Diğerlerinden ayrımlı olarak maddede bu tür yükümlülüklerin ayırıcı
ve belirleyici özellikleri gösterilmemişse de, bunların faydasız ve yalnız
başkalarını izaç için kullanılan ve kanuna yahut edabı umumiyeye mugayir
yükümlülükler dışında kalan yükümlülükler olduklarının kabulü gerekir. Bu tür
yükümlülüklerin yaptırımı ise, onların yerine getirilmesinin istenmesiyle
sınırlıdır. Yoksa, yükümlülüğün yerine getirilmemiş olunmasının kazandırıcı
ölüme bağlı işlem üzerinde etkisi bulunmamaktadır. M.K. m. 462 f. l. c. 2deki
"..alakadarlardan herbiri mükellefiyetlerin ve şartların icrasını
isteyebilir." sözcükleri, bu yönü açıklık ve seçiklikle doğrulamaktadır.
Yargıtay kararları da bu doğrultudadır. Örneğin, Yarg. 2. Hukuk
Dairesine ait 28.ll.l968 günlü, 6446, E.762 sayılı karardan yapılmış şu
alıntı, bu yoldaki Yargıtay görüş ve uygulamasını vurgulamaktadır.
"Vasiyetname hükümlerinin yerine getirilmemesinden dolayı ilgililer ancak
M.K.nun 462 maddesi hükmü gereğince infazını, şart ve mükellefiyetlerin
yerine getirilmesini isteyebilir. Yoksa, bu hal vasiyetnamenin iptali için
kendilerine bir hak vermez. Bu durumda davanın reddi gerekir.
Dava konusu yükümlülük, nitelikçe, anılan yükümlülüklerin dışında
kaldığı için yasa bakımından bu üçüncü tür yükümlülükler çerçevesine dahildir
ve ilgili yerine getirme davası dışında ayrıca vasiyetnamenin iptali için
dava hakkına sahip değildir.
IV-1) Davada yükümlülüğün belirtilen niteliği bakımından
vasiyetnamenin geçersizliğinden ve dolayısıyle, davacının vasiyetnamenin
iptalini dava edebilmesi hakkından sözedilemiyeceği için olağan bulunan,
davanın bu yönden reddi olmak gerekir İdi. Zira, var olmayan dava hakkının
dava zaman aşımına uğramış bulunduğu ileri sürülemez. Bu yönden, dava
hakkının dava zaman aşımına göre inceleme önceliği vardır ve kaynaklandığı
ana düşünce gözönünde tutulunca bu esas anılan ll.4.l940 günlü VİB kararına
aykırı değildir.
2) ı- Şu varki bu olayda dava, olanaksızlık esasından hareketle
vasiyetnamenin geçersizliği çevresinde M.K. m. 499un 3 sayılı bendine göre
kurulmuş ve vasiyetnamenin iptali istemiyle açılmıştır. Dava dilekçesinde
hiçbir yasa maddesi ve dolayısıyla sözü edilen maddeler anılmamış olunmakla
birlikte, davanın bu anlayışla kurulduğu açıktır. Bu yön davalının M.K. m.
501e dayanan zamanaşımı savunmasına davacı tarafın vermiş olduğu
dilekçelerden ve özellikle de vasiyetnamedeki yükümlülüğü olanaksız duruma
gelmiş koşul (şart) olarak nitelendirilen 6.4.l98l günlü dilekçeden açıkca
anlaşılmaktadır. Özel daire kararları dahi temelde böyle bir düşünceyi esas
almıştır. Kaldı ki M.K. 499 b. 3, salt koşuldan bahsetmiş de olsa, M.K. m.
462 (IIden yararlanarak yükümlülüğün dahi M.K. 499 b. 3 çevresine girdiğinin
kabulü gerekir. Hal böyle olunca öncelik sırasındaki yanılgı ve davanın
belirtilen gerçek niteliği karşısında gerçekte, M.K. m. 501in olayda
uygulanamıyacağı hukuksal gerçeği bir yana bırakılacak olunursa, mahkemenin
son kez anılan M.K. m. 501e dayanarak zamanaşımından reddi cihetine
gitmesinde bir isabetsizlik yoktur. Giderek, özellikle dava ekonomisine
ilişkin düşünceler ve bir an önce uyuşmazlığa son verme kaygısı ile
mahkemenin davayı kendisine sunuluş biçimine göre zamanaşımı yönünden
reddetmiş bulunmasında belirgin yarar vardır.
ıı- Gerçi bir görüşe göre, geçerli bulunmayan işlemlerde ve bu arada,
vasiyetnamelerde zamanaşımı söz konusu edilmez. Nitekim özel dairenin
direnilen kararında bu görüşe yer verilmiştir. Şu varki, bu görüşe herşeyden
önce belirgin olarak geçersiz vasiyetnameleri öngören M.K. m. 499 ve 501nci
maddelerin açıklığı engeldir. 7.6.l939 günlü 31 E., 47 K. sayılı YİBK.yla
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun en yeni tarihli kararları buna engeldir. Bu
görüşün kabul edilmesi durumunda, bir vasiyetnamenin geçersiz bulunduğundan
bahisle örneğin 40 veya 50 yıl sonra iptal davası açılması mümkün olacaktır.
Bunun ise kabul edilmezliği özellikle, mütemadi suçları andıran bir biçimde
eylemin sürekliliği sözkonusu edilemeyeceği için ortadadır.
ııı- Nitekim Hukuk Genel Kurulunun (Karar Düzeltme) konusu olan
kararında dahi en azından üstü örtülü olarak bu görüş benimsenmemiş dava,
mükellefiyetin ifasının artık imkansız olduğundan bahisle muamelenin (yani
vasiyetnamedeki davalı tarafa ilişkin kazandırıcı işlemin) hükümsüzlüğün
tesbiti" yolunda nitelendirilmiş ve tesbit davalarının zamanaşımına bağlı
olmaksızın her zaman açılabileceği yollu bir görüş öngörülmüştür. Tesbit
davaları ile ilgili olarak öğretide ileri sürülen bu görüş kabul olunsa bile,
inceleme konusu davanın yalnız başına tesbit davası olarak
nitelendirilmeyeceği yönü, davanın yukarıda açıklanan niteliği açısından
tartışmasızdır ve bundan ötürü de, somut olay bakımından bu görüş, belirgin
biçimde bir yanılgı sonucudur. Nihayet tesbit davasının ilerde bir eda
davası, yada inşai dava açılmasına yönelik olması durumunda Hukuksal yarardan
yoksun sayılacağı için reddolunacağı ve konuya bu açıdan yaklaşıldığında da
vasiyetnamenin hükümsüzlüğünün saptanmasına ilişkin davanın pratikte her
zaman açılamayacağı yönü açık-seçiktir.
V- Sonuca götürücü bu maddi ve hukuki olgular karşısında bir kesimin
davanın çözümü için etkili bulunmadığıda gözönünde tutularak yükümlülüğün
yerine getirilmesinin olanaksız duruma girmesi takdirinde ikame görüşü
çevresinde bir sonuca varılıp varılamayacağı yükümlülüğün yerine
getirilmesine ilişkin davaların zamanaşımına bağlı tutulup tutulamayacakları
yükümlülüğün yerine getirilmesi davaları ile yükümlülüğün olanaksızlığından
ötürü vasiyetnamenin iptalini amaçlayan davaların aynı zamanaşımına bağlı
olup olmadıkları vb. gibi sorunlar üzerinde durulmamıştır.
O halde belirtilen neden ve gerekçelerle karar düzeltme istemi kabul
olunmalı ve o çerçeve içerisinde yerel mahkeme hükmü onammalıdır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerden dolayı, davalının karar
düzeltme isteğinin HUMK.nun 440. maddesi gereğince kabulüne Hukuk Genel
Kurulunun 26.ll.l982 gün ve l982/2-540 E. l982/922 K. sayılı bozma ilamının
kaldırılmasına ve direnme kararının açıklanan gerekçe ile ONANMASINA, gerekli
temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal
olmadığna, 4.5.l983 gününde üçte ikiyi geçen çoğunlukla karar verildi.
|