+ Konuyu Yanıtla
1 / 3 Sayfa 123 SonSon
1 den 10´e kadar toplam 21 ileti bulundu.

Konu: Tarih ve Çerkez Ethem Gerçeği

Tarih ve Çerkez Ethem Gerçeği Hızlandırılmış Mobil Sayfa Sürümü (AMP)
  1. #1
    Kayıt Tarihi
    Jan 2010
    Nerede
    İstanbul
    İletiler
    33
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Exclamation Tarih ve Çerkez Ethem Gerçeği

    TARİH VE ÇERKEZ ETHEM GERÇEĞİ

    Ortaöğretim ve üniversite kurumlarında öğretilen tarih kitaplarındaki bilgileri az çok biliriz. Fakat içeriğindeki anlatılanların ne kadar sağlıklı bilgiler oldukları hakkındaki şüpheler had safhada ne yazık ki... Yani kati kanaatimce...

    Zamanın tarih kahramanlarının çocukları, torunları ya da akrabaları; okullarda verilen tarih eğitim ve öğretimlerinin çoğu konularda gerçeği yansıtmadığı kanısındalar...

    Korkarım kanayan yaralardan birine parmak basalım demekten kendimi alamayacağım yine... Çerkez Ethem'in Kurtuluş Savaşı yıllarında ülke için yararlılıkları yadsınamaz derecededir bilindiği üzere... Fakat sonraları vatan haini damgasını yemekten kurtulamamıştır nedense... Bu tür konularda meğerse o kadar hassasmışız ki o dönemlerde, hemen damgayı puluyla birlikte yapıştırıp mektup misali gönderebiliyoruz ahaline gazetelerde ilan edip yayınlayarak.. Ben dahil aldığım tarih dersleri eğitimlerimde, öğretmenlerimin anlattıkları kadarıyla Çerkez Ethem'in hain olduğu gerçeğiyle karşılaştım. Fakat sonraları edindiğim bilgiler, durumun pek de o şekilde gerçekleşmediği çağrışımını uyandırdı bende... Dileyenler kaynak olarak; "Çerkez Ethem Olayı" adlı kitabı okuyup bilgi edinebilirler. Cemal Şener'e ait olan bu eser, gerçekleri esas itibariyle gözler önüne seriyor. Tarih aşkına okumanızı tavsiye ederim diyebilirim sizlere...

    Öncelikle Çerkezlerin nasıl ortaya çıktıklarını bir aktarayım sizlere... Çerkezlerin anavatanı Kafkasya'dır. Doğal yapısı bakımından sık dağlarla kaplı bir coğrafya özelliğine sahiptir. Üretim biçimi zamanın şartları çerçevesinde tarım ve hayvancılığa dayanır. Bu yüzden Rusya, Kafkasya üzerinde tam egemenlik sağlamak ister. Tabi aynı şekilde Osmanlı İmparatorluğu da... Paylaşılamayan Kafkasya yüzünden bu iki devlet arasında sık sık savaşlar olur. (Belki de bu yüzden Kafkaslar savaşçı bir kimliğe sahiptir.) Fakat son yapılan savaşta durum çok farklıdır. Yıllar süren Rusya-Kafkasya savaşları da buna eklenir. Sonuncu muharebede küçük bir azınlığın savaşa katılmaması Kafkasya'nın yenilgisiyle sonuçlanır. Bu yüzden Anadolu'ya göçler başlar. Kaba tabirimle; Balkanlar'a, Mısır'a, Suriye ve Ürdün'e göç ederler. Ve tabi ki Anadolu'ya da... Anadolu'da yayıldıkları alanlar genelde Balıkesir ve dolaylarıdır. Seyrek olarak da Adapazarı, Samsun, Amasya, İzmit, Eskişehir, Sivas, Kayseri ve Kahramanmaraş'ta yaygındırlar. Çeşitli yerlerde de dağınık olarak vardır fakat çoğunluk buralardadır. Bu boy ya da milliyetlerin başlıcaları ise şunlardır; Abhazlar, Kabardeyler, Çeçen, Asetin, Vıbıh Bjedug, Sapsığ vs... Ayrıca bunlar arasında farklı dil ya da lehçeler de konuşulur ve Çerkezler'e genelde "Adıge" denilir.

    Çerkezlerin tanıtımından sonra dilerseniz lafı artık Çerkez Ethem'e getirmek istiyorum. Çerkez Ethem, Adıgeler'in Sapsığ boyunun Dipşov ailesinden kabul edilir. Ve bilindiği üzere tarihte vatan haini olarak anılır genelde... Yıllar öncesine kadar öyle olmadığı açıkça ortaya konulmuş fakat her nedense bu damgadan bir türlü kurtulamamıştır. Hatta bu durum M.Kemal Atatürk tarafından dahi dile getirilmiştir. Bunun nedeni olarak da Ethem'in Yunanlılar'a sığınmasını göstermiştir. Fakat Genel Kurmay belgeleri, Ethem Bey'in tarih kitaplarında anlatıldığı gibi Yunanlılar'a sığınmadığını ortaya koyuyor. Özet olarak anlatmak gerekirse; kardeşleri çıkan afla ülkeye geri döndüler. Fakat Ethem dönmedi. Çünkü hain olduğuna ve aynı zamanda hatalı olduğuna inanmıyordu. Yine anlatılanlara göre Ethem Bey'in Türk birliklerine kurşun sıktığı rivayetinin de boş olduğu anlaşıldı.

    Günümüzün hoşgörü ortamında bu durum nasıl ele alınıp değerlendirilebilir aklım almıyor doğrusu... Halbuki Çerkezlerin Kurtuluş Savaşı tarihinde oynadıkları tarihsel rol su götürmez bir gerçek.. Çerkez Ethem önderliğinde yapılan örgütlenmeler ve iç isyanları bastırması inkâr edilemez bir gerçeğin öncüsü de olmuştur ayrıca...

    Zamanında Ankara'da Atatürk'ün daveti üzerine katıldığı törenin geçiş alanında halkın kahraman diye haykırıp büyük insan diye ilan ettiği Çerkez Ethem, nasıl oluyordu da birden vatan haini olarak lanse ediliyordu yıllar yılı... O halde olayın aslına doğru bir yol alalım. O yıllarda Çerkez Ethem'e üç şart sunulmuştu.Ya düzenli orduya katılıp üst bir rütbe alacak, ya dağlara çıkıp hayat mücadelesini sürdürecek ya da Yunanlılar'a sığınacaktı. Bu şartlar önüne sürüldüğünde Ethem Bey ağlamaklı oldu. Kadrinin kıymetinin bilinmediğini Çerkez Ethem, ne düzenli orduya katılıp yararının dokunmasını istemişti ne de Yunanlılar'a sığınıp vatan haini damgasını yemek istememişti. Kardeşleri Yunanlılar'a sığındı fakat o dağlara çıkmayı yeğledi hastalığına rağmen.. Kardeşlerinden sağlık haberlerini aldıktan bir süre sonra o da ilerleyen hastalığından dolayı istemeyerek Yunanlılar'a sığınmak zorunda kaldı. Önce sığınmayı gerçekleştiremedi. Çünkü içine sindiremiyordu. Fakat ilerleyen hastalığı ve imkânsızlıklar onu buna mecbur bıraktı. Vücudunun hastalığı kaldıramayacağını düşünerek Yunanlılar'a sığınmak zorunda kaldı. İşte asıl bundan sonra olaylar gelişti ve Ethem Bey vatan haini damgasını yedi. Önceki satırlarda da dediğim gibi; M.Kemal Paşa tarafından da bu şekilde itham edilmişti. Kimbilir, belki bilmiyordu gerçekleri... Belki de sonradan öğrenecekti. Nitekim yıllar sonra çıkan afla birlikte kardeşleri, eşlerini ve çocuklarını görebilmek için ülkeye geri döndüler. Fakat Ethem dönmedi. Çünkü vatan haini olmadığına inanıyordu. Fakat kim bilebilirdi ki sağlığı için önce Yunanistan'a, sonra Almanya'ya tedavi için gittiğini...

    Aslında bizim millet olarak yapımız kişiye damga vurmak kadar basit.. Hani ülkede o kadar çok vatan haini var ki; hepsini sürmeye kalksak taş taş üstüne kalmazdı emin olun. Ama gelin görün ki kendimize yapılmasını hoşlanmadığımız şeyleri başkalarına o kadar itina ile yapıyoruz ki sadece günümüzde değil, tarihimizde bile örnekleri mevcut ne yazık ki...

    Şimdi bir düşünmek gerekir eğri oturup doğru konuşarak.. Çerkez Ethem, tarih kitaplarında anlatıldığı gibi vatan haini mi sizce de? Kurtuluş Savaşı yıllarında Türk birliklerine kurşun sıktığı iddia edilen bu kişiye haksızlık edilmedi mi? Bakın bir anısında nasıl sitem ediyor bu duruma Ethem Bey...

    "Beni ihanetle itham edenlere soruyorum. Ben ne zaman, hangi tarihte ve mevziide, esasen müdafaa ettiğim cepheden bir adım dönmüşümdür de tek kurşun atmışımdır. Birtek kardeş kanı döktüm ya da döktürmüşümdür."

    Peki ya sonrası... Çerkez Ethem vatan haini... Öldükten sonra mezarına taş dahi yapılmamıştır. Mezarı Ürdün Amman'daydı. Sonraları Bandırma Emreköy'e taşındı. Yeğenleri ve akrabaları yıllardır vatan haini apoletiyle yaşadılar. Kimler onlarla muhattap oldularsa karakollarda gözaltına alındılar. İnönü'den yardım talep ettiler fakat her defasında geri döndüler. Hadi Ethem Bey gerçekten vatan hainiydi diyelim, yeğenlerinin ve akrabalarının suçu neydi? Düşünsenize; Ethem Bey'in soyundan gelen birinin aldığı Tarih derslerinde, Çerkez Ethem'in sürekli hain olarak lanse edilmesi ile o kişinin tarihe olan direnişini ya da yaşadığı ikilemi...

    Artık hangi tarihe güveneceğimizi bilemez olduk doğrusu... Kendi tarihimiz diye bahsettiğimiz gerçek kılıflı bu tip olaylar bile bizi yanıltıyorsa, hangi milliyetçiliğin M'sinden bahsediyoruz? Çakma milliyetçilik herhalde?

    Yorum Sizin...

    27.07.2009

    MEHMET AKGÜL



    Hukuki NET Güncel Haber

    Tarih ve Çerkez Ethem Gerçeği konulu yargıtay kararı ara
    Tarih ve Çerkez Ethem Gerçeği konulu hukuk haber

  2. # Nedir?
    Tavsiye Soru Cevap
    Kayıt Tarihi
    Bugün
    Nerede
    Avukat Dünyası
    İletiler
    Ne kadar?
     
  3. #2
    Kayıt Tarihi
    Jan 2010
    Nerede
    İstanbul
    İletiler
    33
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Exclamation Yapmacık Krizler

    YAPMACIK KRİZLER

    Krizin getirdikleri yetmiyormuş gibi bir de ülke sorunları baş gösteriyor. Gündem kaydırmak maksadıyla ya da herhangi bir sebeple.. Her neyse bir şekilde çıkıyor işte...

    Ülke toprakları üzerinde bir Kürdistan kurulacak telâşıdır gidiyor. Diyelim ki kuruldu. Peki ya sonrası... Hadi bunu tartışmaya açalım.

    Kurulduğunu hayal ettik diyelim. Peki sonunun Irak gibi olmayacağına garanti verebilir misiniz? Bugün Irak'ı işgal eden Amerika, hangi amaca ulaşmanın gayesinde dersiniz...? Tabi ki petrol! Buraya kadar tamam! Peki Kürdistan ne alaka! Aslı Türk olan Kürtleri kışkırtıp geleceğin planlarını daha şimdiden yapmaya başlayan Amerika'nın, bu açgözlülüğündeki sır nedir? Anlaşılmayacak kadar zor mudur çıkarları? Kardeşi kardeşe vurdurmaya çalışan zihniyeti görmemek için neden aciz kalmakta ısrar ediyoruz.

    İnsan yerine koyulmadıklarını iddia eden bazı Kürtler de var mesela... İntikam uğruna yaparlar ülkede anarşizmi ve de terörizmi... Hepsine mâl etmiyorum tabi ki! Öyle kürt vatandaşlarımız var ki; senden benden bile daha vatansever... Fakat gündeme getirilmiyorlar. Adı çıkmış bir kere dokuza; bir daha iner mi sekize...? Zaten medyanın da işine gelmez ki! Çoğu Amerika yardakçısı... Fakat ne yazıktır ki mecburuz onların ağız kokusunu çekmeye... Tabi sadece Türkiye değil; tüm dünya ülkeleri de mecbur! Hatta daha ileriye gideyim; ABD'ye duacı bile ekonomileri düzelsin diye... Bu açıdan dışa bağımlılık da oldukça fazla! Bu arada global krizin de tüm dünya ülkelerini etkilemesiyle beraber Amerika'yı da etkisi altına alması cabası eklenince ortaya istenmedik psikolojik krizler de çıkmıyor değil... Teğet geçiyor ama psikolojik rahatsızlıklar da ortaya çıkınca gelip çarpıveriyor ne yazık ki yüzümüze... Aslına bakarsanız; böylesi daha iyi... En azından Amerika, başka ülkeleri ekonomik olarak sömürmek yerine kendi canıyla uğraşmak zorunda kalıyor. Fakat bu defa da diğer borçlu ülkelere baskı yaparak dünyanın borsa endeksine zarar veriyor. Bu da global krizin meydana gelmesine sebep oluyor.

    Gelgelelim; işgallere, can kıyımlarına, hatta ve hatta mal ve ırz kayıplarına sebep olan sıvıya... Yani petrole... Uğrunda şarkı bile yapılmıştır. Hatta Eurovizyon şarkı yarışmalarına dahi konu olmuştur. Fakat nedense hep ABD için önem arz etmiştir. Nerede petrol orada ABD! Yâr eder mi size! Dünyanın bir ucundan gelir, çıkıverir; demokrasi ve refah getirdik ayaklarına yatarlar. Derken bir bakmışız kı ülke işgal olmuştur. Masum insanlar hatta çocuklar öldürülür. Peki nerede demokrasi ve refah? Huzura bile razılar aslında ya neyse...

    Şimdilerde de Irak'ı işgal halindeler.. Yapıştılar bırakmıyorlar. Petrol ne zaman biter o zaman bırakırlar herhalde... Yetmezmiş gibi güya geleceğe yatırım için de Türk topraklarına göz dikerler. Hazır Türkiye'nin yanıbaşına da gelmişken; kürtleri de kışkırtalım derler. Yanaşmayanları da öldürürler. Neymiş; doğuda olası bir Kürdistan devleti kurulmalıymış. İyi güzel de, diyelim ki kurdun? Senin kârın nedir burada? Bunu anlamak için casus olmaya gerek de yok herhalde... Ya da müneccim! Hatta sıradan 5 yaşındaki bir Türk evladı olman dahi yeterli anlamak için öyle değil mi?

    Koca devlet adamlarına bakıyorum da nereye gidiyorlar anlamıyorum. Aslında kabahat onlarda da değil... Onları başımızın tepesine oturtan bizlerde... Ülkeyi karış karış peşkeş çekmeye çalışıyorlar. Zamanında peşkeş çekenlerde onları eleştiriyorlar. Belli ki biliyorlar vatanın nasıl satılacağını... Yarası olan gocunur misali...

    Şu ana kadar özelden genele, genelden özele anlattıklarımdan ne anladınız diye sorsam eminim burun kıvırırsınız. Zaten hep böyle yaptğımız için kaybediyoruz ya! Öte yandan umursamazlık ve birtakım ciddiyetsizliklerin hammaddesini üreten ülke sıralamasında en önde gidiyorsak burada sorun nerede hiç düşündünüz mü? Söylüyoruz ama dedim ya; kimsenin işine gelmiyor bazı gerçekleri günışığına çıkarmak... Başımızdakiler bizden çalıp çırpıyor, başımızdakileri de ABD! Veya bir başka ülke... Adını siz koyun artık!

    Ne diyeyim; bu ülke adam olur ama nasıl sorusunun cevabını bulamadığımız müddetçe, çocukça hareketlere devam edeceğiz gibi görünüyor. Gerçi onu da beceremiyoruz ki... Aklı olmayan bebekler gibi; hatayı yaptıktan sonra anlıyoruz. Onu da bırakın; iyiniyet de kalmadı artık... Çünkü hatalar da artık bilerek yapılıyor ve görmemezlikten geliniyor. Sonra vay efendim; ben nerden bilirdim böyle olacağını nutukları okunuyor.

    Neyse lâfı çok uzun uzadıya getirmeden kısa keseyim. Yoksa okuanacak kısalığı da kalmayacak. Okuyucuyu sıktıktan sonra yazdığımızın da bir anlamı kalmıyor ki... Kaldır at çöpe gitsin.

    Herkese iyiniyetli, bol gelecekli mutlu günler ya da başka ne diyeyim; iyi haftalar ya da iyi seneler diliyorum!

    09.03.2009

    MEHMET AKGÜL

  4. #3
    Kayıt Tarihi
    Jan 2010
    Nerede
    İstanbul
    İletiler
    33
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Exclamation Krizin Çözümü Stajyerlik

    KRİZİN ÇÖZÜMÜ STAJYERLİK

    Okul ile işdünyası arasındaki ince çizgidir stajyerlik... Yani işdünyasına hazırlıktır bir nevi... Esas olarak da ara eleman yetiştirmenin altyapısıdır diyebiliriz.

    İlk bakışta ne kadar değer veriyoruz stajyerlik gibi bir kuruma demekten kendimizi alamıyoruz. Yani ben de zamanında meslek lisesinde okudum. Stajyerlik yaptığım için de iyi bilirim aradaki mevcut sıkıntıyı... Kendi tanımımla; genelde işyerleri tarafından ayak altında dolaşan, işleri ağırlaştıran ve de haliyle problem yaratanlar olarak bilinirler stajyerler...Hatta hiç unutmam, bu yüzden; "Staj dosyanızı getirin, biz imzalayalım ama siz buraya gelmeyin." dedikleri dahi oldu bizlere... O zamanlarda da böyleydi bu durum şimdi de öyle... Farkeden hiçbirşey olmamış geçen zaman zarfında...

    Ülkedeki anlayış genelde kazanmak üzerine... Haliyle de vatanını seven vatanı için en çok çalışandır mantığı yok... Yani yurdunu seven vatanına en çok kazandırandır. Aynı zamanda geleceğine katkı yapandır manasında çalışan yok. Ekonomimiz adına bu hususun yanından geçen dahi yok da diyebilirim aslında... Karamsar olmak istemezdim ama vaziyet bu ne yazık ki...

    İşyerleri suçu çoğunlukla öğretim kurumlarına atıyorlar. Neymiş; meslek lisesi ya da dengi okullar vasıflı ve iyi eleman yetiştiremiyorlarmış. Peki burada iş sadece eğitim kurumlarına mı düşüyor? Endüstriyel sektör ve sanayi ne işe yarıyor? Onu da geçtik, okulların öğrencileri stajyerlik eğitimine göndermesindeki amaç nedir peki? Konu mankeni olmak için değildir herhalde... Tabi ki işdünyasını öğrenmesi ve de benimsemesi içindir asıl maksat... Peki bu sizce hangi husus sayesinde olur? Onu da işyişverenler düşünsün artık...Yani işadamları okullar için nitelikli ya da vasıflı ara eleman yetiştiremiyorlar safsatasını atmasınlar boşuna... Yetişmiyorsa bile sen yetişmeyeni alıp yetiştirmek için gönüllü olacaksın. Çünkü işdünyasında yaşananlarla okullarda uygulananlar arasında epey fark var. Bu anlattıklarıma gıyaben yine de ara eleman yetirşmiyorsa bu okulların değil işdünyasındaki işverenlerin ayıbıdır. Bu ayıptan dönmek de stajyerlere değer vermekle eşdeğerdir şahsi kanaatim... Tabi anlayana...

    Yüksekokullarda da durum aynı hemen hemen ne yazık ki...Yani öğrencilerinde mutlaka staj şartı arıyorlar. Şart sundukları yetmiyormuş gibi bir de o külfeti öğrencilere yüklüyorlar. Peki madem staj zorunluluğu var, neden öğrenciye yüklenen bu külfet sorununa acil bir çözüm üretmiyorlar? Yani işyerleriyle bir ön protokol imzalamaları hususunu çözüm olarak bulmak için dahi olmaya gerek yok herhalde...

    Meslek liseleri ve özellikle de stajyerlik konusunda ülkenin ileri gelen zengin ve saygın işadamlarına da büyük görev düşüyor aslında... Fakat baktığımızda bu konuda hassas olan tek kuruluş Koç Holding ne yazık ki... "Memleket Meselesi" diyerek açtığı yolu takip etmekten aciz bir zihniyet var hala ekonomimizde... Türk sanayisinin işgücünü yaratma potansiyelinden bahsediyorlar ama icraata gelince kimseden herhangi bir kıpırdama ya da oynama belirtisi dahi çıkmıyor. Yani zamanında mesleksiz millet eleştirilerini yapanlar şimdi neden icraata gelince sus pus oluveriyorlar. İstediğiniz oldu işte! Başlayın gereken icrai faktörleri faaliyete geçirmeye... İcraat yapan taraflarınız ağrımaz merak etmeyin. Hiç değilse vatanınız için yapın bunu...

    Sadece işdünyasına yüklenmekle de olmuyor aslında... Yani eğitim verilirken öğrencilerin öğretim üyeleri tarafından diplomaya odaklamaması gerekmektedir. Öte yandan madem meslek lisesi ya da meslek yüksekokulu olmuşsun, öğrencilerini meslek sahibi ve de nitelikli bir eleman olarak yetiştirmeye mecbursun demektir. Çünkü bunun için emeğinin karşılığını alıyorsun. Karşılığını vermiyorsan kazandığın paranın helalliğinden şüphe duyacaksın. Öte yandan bu durum işyerleri açısından ise; krizi fırsata dönüştürmek adına bulunmaz bir fırsat! Bu halde stajyerlik kurumuna önem vermek kaçınılmaz oluyor. Madem ki kriz diye depelenip işçi çıkarıyorsun; ucuz eleman alma ihtiyacı hissediyorsun demektir. O halde al sana fırsat işte! Bunu düşünmek için de tilki gibi kurnaz olmaya gerek yok.

    Şu ana kadar söylediklerimin aski haline değinecek olursak; inişli çıkışlı grafikler çizmekten başka bir işe yaramaz yaptıklarımızın akibeti... İşkurumlarına, eğitim sistemine ve de büyük işadamlarının yanı sıra devlete de iş düşüyor neticede...Aksi durumun neticesi olarak kriz fırsattan ziyade işkenceye dönüşür diyebilirim. Çünkü biliyoruz ki bu işkencenin vebali zengin işadamları tarafından devletle beraber fakir fukaradan çıkarılıyor. Sanki asıl suçlu onlarmış gibi...

    Anafikrim şu ki; okullarımız işdünyasıyla daha yakın ilişki içine girip daha fazla sayıda staj programları düşünmeli... Bu açıdan stajyerlik de fırsat olarak görülmeli... Hiç değilse ucuz işgücü açısından... Bu bile yeterli olacaktır ekonomi bazında çalışan küçük dişli çarkların az da olsa hareket etmesi bâbında... Küçük hareketler de deyip geçmeyin aslında...Zamanla meydana çıkaracağı birikimler ve de kazandırılan vasıflar meyvelerini mutlaka verecektir. Bugün olmasa da yarın mutlaka! Bunlar gerçekleştikçe de Türkiye'nin asıl sanayi devrimi de esas dik duruşunu gösterecektir.

    Peki soruyorum size; bundan başka çıkar yolu var mıdır sizce de...?

    23.07.2009

    MEHMET AKGÜL

  5. #4
    Kayıt Tarihi
    Jan 2010
    Nerede
    İstanbul
    İletiler
    33
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Exclamation Aykırı Haykırış

    AYKIRI HAYKIRIŞ

    Bu iki kelime, genelde insanların şaşırdığı ve hayal kırıklığına uğradığı zamanlarda kullanılır. Haliyle sıradışı isteklerde bulunan kişilerin; durumun kalıntısı olarak normalin dışında tepkilerle karşılaşması da kaçınılmaz oluyor. Tabi ki hoş bir durum değil ama tepkiler istemdışı olunca istenmeyecek kırgınlıklar sözkonusu da olmuyor değil... Yani bir nevi; ne ekersen onu biçersin misali...

    İnsanların üstüne baskı yapmak da bir bakıma marjinal bir davranıştır. Sonuçları olmayacak olaylara gebe olabilir. Bunların olmaması için tabi ki olayları öncelikle kafamızda süzüp kurgulamamız gerekir. Acaba böyle yaparsam çıkışta beni ne bekler. İşte bu durumda da; çok bilmiş birtakım insanlar işlerini bırakıp sizi o çıkış noktasında beklemek üzere hazırlanırlar. Dedikodu çanları çalmaya başlamıştır artık... Hep birlikte ayin yaparcasına olmadık şeyler konuşulmaya başlanır insanlar tarafından... Öte yandan olayın kahramanları, pirincin taşını ayıklamak için inanılmaz bir baş ağrısına katlanmak zorunda kalırlar. Fakat her yedikleri darbede biraz daha kendilerine bağlanırlar. Ağaç misali; her yönden gelen yıldırımlara karşı dimdik ayakta durmaya çalışırlar. Olmadı küllerinden doğarlar. Yaşam içinde belki bunlara sıradışı davranışlar denilebilir. Bu davranışların bedeli dışlanmak da olabilir. Zaten adı üstünde; sıradışı...

    Zamanında Cassius Clay'de dinini değiştirip müslüman olduğunda tepki görmüştü çevresinden... Adı Muhammed Ali olduğunda ise ailesi onu dışlamıştı. Tabi ki bu olayı sıradışı olarak lanse etmiyorum. Fakat gündem ne yazık ki böyle şeyleri, bu şekilde değerlendiriyor. Ailesi tarafından dışlanan bu muhteşem çocuk, dünyanın yarısı olan müslümanlar tarafından kucaklanıyordu. Onun her rakibine vurduğu darbe; müslümanlığın ve islamiyetin dünyaya haykırışı ve propagandası olarak yansıtılıyordu. Her müslüman değişik bir gurur ve meşakkatle dinine bir başka bağlanıyor, sahipleniyordu. Hem de her türlü imkânsızlık ve şeraitsizliğe rağmen...

    Biraz düşündüğünüzde acep bu anlattığım kişilerin yerinde olmak ister miydiniz? Yani istenmeyen olup da mücadele etmeyi... Biri çıkıp da istiyorum diyemez. Çünkü cesareti yoktur. Sıradanlık, insanın çoğu zaman işine gelen bir davranıştır. Farklı olmak; yerleşik kültürlü ailelerde, genelde büyük sorun yaratır. Dışlanma ihtimaliniz çok büyüktür. Eğer belli bir izden gidip o izi takip ederseniz ne ala! Yok ben bildiğimi okurum derseniz de vay halinize...

    Anlatıyorum ama nereye... Kim dinliyor beni? Öyle tipler var ki; ben ne dersem o olur havasında... Tamam senin dediğin gibi olsun da; bu karşındakinin istek ve arzusunu zedelemesin. Özgürlük ve düşünce istiyoruz fakat uygulamaya gelince; bir anda kısıtlayan kısmının önde gideni oluveriyoruz.

    Demem o ki; sıradanlık ve olağan olaylar illa ki olsun fakat mecburi istikamete sebep olmasın. Aksi halde sıradışı ve normalden farklı olduğunu düşündüğünüz insanları o yola sizler, farketmeden itmiş olursunuz. Sonra da kabahati o insanlara iterek, ben söylemiştim dersiniz. Halbuki her koyun kendi bacağından asılmaz mı? Gel de anlat!

    Anlat anlat nereye kadar...? Aynı tas aynı hamam! Ne diyeyim; sonumuz hayır olsun.

    Sağlıcakla, esenlikle ve mutlulukla kalın. Hoşçakalın.

    31.01.2009

    MEHMET AKGÜL

  6. #5
    Kayıt Tarihi
    Jan 2010
    Nerede
    İstanbul
    İletiler
    33
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Exclamation Karışık Hayat

    KARIŞIK HAYAT

    Hayat çok gamsız derler. Fakat neye hacet söylenir bilinmez bu cümle... Hani birine kusarsın nefretini de sonradan rahatlarsın ya o misal... Fakat ne yapsan çare yok, bu defa kırılmıştır karşındaki bir kere...

    Peki bütün nefretini kustuğun kişi neden susar hep? Kalbi çeşitli yerlerinden kırıldığı halde neden sever peki? Neden inadına seninleyim der her daim..? Yok mu bu sorulara eşlik edececek bir cevap? Yok!

    Zor olan ne biliyor musunuz aslında? İki arada ve bir derede kalmanın acısıdır yaşananlar... Yani iki tarafı da idare etmek.. Her ne kadar yoruldum diye haykırmak isteseniz de, kırmaktan korkarsınız bir kere... Fakat bırakmaz yakanızı anılar, acılar ve sair bir sürü şeyler...

    Bir de bakmakla görmek arasında bilinmeyen şeyler vardır. Aslında çoğu biliniyor, bakılıyor da neden görülmüyor? Olaylara kabadan bakarak yaklaşırken; görerek neden inceden süzemeyiz? Vaktimiz mi yok? Veya üşeniyor muyuz? Ya da şöyle ifade edeyim; işımize mi gelmiyor? Bunlardan hangisi sorarım size?

    Hayatı bu yüzden hep acemi bir şarkıcıya benzetirim. Yani her acemi şarkıcının sesi akortsuz bir gitara benzer mesela... İyi bir akortla sesi güzel hale getirilebilir pekala... Hayatın çeşitli yönlerine güzel ve kulağa hoş melodiler yollayarak herkes tarafından çekici olması da sağlanabilir. Daha bunun gibi pek çok şey sayılabilir. Peki ya sesi güzel olmayanlar ya da geçici olarak bozulanlar ne yapabilir? Bilimsel bir açıklama olacak belki ama onlara da küçük bir tavsiyem var. Yumurta sarısı içsinler. Seslerindeki paraziti önleyebilecek en iyi vitamin ve mineraller var içinde.. Bu önerime referans isteyenler içinse şunu söyleyebilirim; sanatçıların hepsi olmasa da işinin ehli insanlar hep bu metodu uyguluyor. Fakat sanmayın ki sesleri çok güzel.. Az buçuk terbiye edilmiş, biraz da bakımla karışım yapılmış ve ortaya kulaklarınızın pasını silecek şaheserler çıkmış hepsi bu...

    Güvenmek var bir de literatürde... Yani keşfettiğine inanmak.. Zor bir kavram ama insanın bu durumda tek yapması gereken, gözünün içine bakmaktır. Yalan ya da doğru olduğunu anlamak için gözler sürekli temas etmelidir. Ancak bu durumda bazı şeyler anlaşılabilir. Yalan mı yoksa gerçek mi? Tabi ki her insan doğru yaparsa bizler de doğrularla değerlendiririz olayları... Yalan varsa zaten herşey ergeç ortaya çıkacaktır. Doğal olarak kimse de bunun aksini iddia edemeyecektir.

    Aslına bakarsanız doğru insanı bulmak zor değildir bu konuda da... Futbol gibidir doğru insanı bulmak... Gol atarsın ama bir de kendi kendi kalene atmak var ki, o daha acı... Karşı rakibe atarsın gol lehine yazılır. Buraya kadar herşey normalse, kendi kalene atmak nedir? Demek ki rakibe gol atmakla kendi kalene atmak arasındaki fark yön farkıdır diyebiliriz. Yani önemli olan ne yaptığın değil, hangi hedefe doğrulduğun... Ben gol atayım da yönü nereye olursa olsun derseniz, Japon oyununa çevirirsiniz hayatın futbola benzeyen yanlarını... Diğer bir deyişle; aldığınız artı puana eksi puanla karşılık verirsiniz. O da hayatı Japon futboluna çevirmezseniz.

    Farkındayım, biraz karışık satırlar yazdım. Fakat hayat da bir o kadar karışık değil mi zaten... Kırılan kalpler, kusulan nefretler, idare edilmesi gereken insanların akortsuz sesleriyle hayata haykırışı ve terbiye edilmesi gereken yöntemleri ile hayatım futbola benzeyen enstantaneleri...

    Daha çok şey yazardım ama şimdilik bu kadarıyla sınırlı kalsam iyi olur. Okuyucuya yüklenip sıkmak istemem. Yapım da yoktur daha doğrusu...

    Sonuç itibariyle, hayat bu işte... Acısıyla tatlısıyla geçip gidiyor, gidecek de... Temennimiz hayatın hep sakin ve huzurlu geçmesinden yana olsun ne diyeyim.

    Sağlık ve mutluluk dolu günler diliyorum sizlere...

    Şansınız bol olsun.

    20.01.2009

    MEHMET AKGÜL

  7. #6
    Kayıt Tarihi
    Jan 2010
    Nerede
    İstanbul
    İletiler
    33
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Exclamation 2008'in Anatomisi

    2008'İN ANATOMİSİ

    Bir yıl daha geçti böylece... 2007'yi anlatırken de 2008'den güzel beklentiler içindeydim. Çoğu düşüncelerim gerçekleşti kendi açımdan... Gerek özel gerekse de genel anlamda hoş zamanlar geçirdim. Bu yüzden hem 2007 hemde 2008 benim açımdan çok önemli 2 yıldan ibaret...

    Genel anlamda baktığımızda ülke için pek olumlu geçtiği söylenemez. Yine şehitler verdik, magandaların, kapkaççıların ve de teröristlerin saldırılarına fazlasıyla maruz kaldık. Yaşanan her acının ardından veryansın ettik. Peki kendi payımıza düşeni aldık mı? Bu sorunun yanıtını güncel olaylar veriyor zaten.. Biz ne desek boş...

    Dilerseniz 2008'e şöyle kabadan bir göz atalım fazla detaya girmeden...

    Lâz olduğum halde kürtlere karşı aşırı bir sempatim vardır. Çünkü çocukluğum onlarla birarada geçti. Özellik olarak çok kavgacı bir yapıları var. Ayrıca kuralları da oldukça katıdır.

    Mesela size onlardan birinin anlattıklarını aktarayım, doğru olup olmadığına kendiniz karar verin. Kurtuluş Savaşı'nda sözüm ona güya Atatürk düşmanlarımıza karşı kürtleri yem olarak kullanmış. Bunu onların dedeleri ya da ataları iddia ediyormuş. Ne diyeyim ki şimdi bu iddianın üzerine..? Şimdi ki genç nesil o kadar atıp tutuyor ki dedelerini bile yalancı çıkarabiliyorlar. Öyle birşey yok tabi ki! Olsa bile kim inanır böyle birşeye...? Ya anlattıklarını yanlış anlayan bir nesil var ortada ya da ne söylediğini bilmeyen bir gençlik ateşi... Adını siz koyun artık...

    Terör konusuna gelince; ben şunu der şunu bilirim: terör hiçbir zaman sadece kürtlere mal edilmemelidir. Öte yandan terör dendiğinde Türkiye'de kürtler; dünya yüzeyinde ise islamiyet geliyor akla... Evet acı ama gerçek... Peki bizi bu hale getirenler kim? Bizim dışımızdaki bilmediğimiz gizli güçler mi?

    Diğer yandan ekonomik kriz olduğunda nedense gündem hep teröre kayıyor. Peki kim basıyor bu düğmeye...? Hrant Dink öldürüldüğünde herkes Ermeni'yiz diye bağırırken; kaç kişi şehit olurum diye haykırdı bu ülke için...? İşte bu durum, kolay galeyana geldiğimizin ve de gelebileceğimizin simgesidir. Ortam öyle bir hale geldi ki; ülke insanları milliyetçilik duygusundan da yoksun olmaya başladı. Zaten son gaziyi de kaybettik ya, durumumuz daha da vahim milleyetçilik adına...

    Olaylar sadece bundan ibaret de değil tabi ki; insanlık para için kardeşlerini öldüren canilerle dolup taştı. Ne yapsak bunun sonu gelmeyecek insanlık adına... Öyle bir ülke düşünün ki; köpeğine taş attı diye sahibi, gitsin taş atanı öldürsün. Bilenler bilir bu haberin kahramanlarının hangi ülkede yaşadıklarını...

    2008 yılının diğer utanç verici olayı ise; taciz ve tecavüz olaylarının diğer senelere oranla, olanca hızıyla artması.. Yok dede torununu taciz etmiş, yok baba kızını tecavüz etmiş, hatta kendi öz kızından bile çocukları olmuş. N'oluyoruz efendiler! Sizi bu duruma getiren nedir? Medya denen mahlûkat mı sizleri bu hale getirdi. Getirdi de bu efendi kılıklı insancıkların aklı nerde? Hangi kitapta yazıyor kendi kanından olan insanlara sapıkça düşünceler beslemek...? Yazık hemde çok yazık!

    Ya gazete köşelerinde fantezilerini anlatan insanlara ne demeli? Neymiş efendim; kocamı aldatmayı hobi haline getirdim deyip, marifet tellalı kesilen asıl kişiler kadınlarmış. Ya bunları anlatanlar sapıtmış ya da yayınlayan gazete şaşırmış. Yüce Allah, kadınlara annelik gibi kutsal bir görevi layık görmüş. Ey gazete sahipleri, habercileri ya da çalışanları size soruyorum; yakışıyor mu kadınların hikayelerini marifetmiş gibi yazıp yayınlamak, sonra kendi marifetlerinin yan etkilerini bile milletin ahlâkını bozarak haber yapmak? Üstüne üstlük milletin ahlaki çöküntüsü başladı diye naralar atmak..? Yakışıyor mu size? Yanlı haber sonuçta, ne beklenebilir ki!

    Bir de petrole zam olayı var değil mi? Gelen bindirmeler sayesinde otomatikman doğalgaza ve benzine de geliyor haliyle... Fakat bu millet biraz da hak ediyor gibime geliyor bu zamları... Şimdi anlatacaklarımdan sonra bana hak vereceğinize eminim.. Hükümet zam yaptığı halde neden yolları arabalarla doldururuz, bir düşünün? Bakıyorsunuz; trafikte otomobillerin çoğunda ya bir ya da iki kişi var. Hadi 4-5 kişi olsa neyse anlayacağım, çık trafiğe.. İşte bunun adı görmemişliktir. Bu görmemişliğin bedelini ödediğin zaman da; zam geldi diye ağlamayacaksın. Sonra hükümet; 'yahu o kadar zam yaptık; millet hala arabasıyla trafiğe çıkıyor. Demek ki az gelmiş' demez mi? Der ama anlayana... Sonra da vay efendim Fatih Terim'in maaşına niye zam geldi? Adam en azından ülke menfaati için çalışıyor. Senin gibi parayı benzinle israf etmiyor ki...

    Konu Fatih Terim'den açılmışken milli takıma da değinmek istiyorum. Avrupa Sampiyonası'ndaki başarı malûmunuz... Yenikken kazanılmış maçları zaten anlatmaya gerek yok. Neticede 2008 Avrupa Şampiyonası'nda, Dünya 3'üncülüğünün yanı sıra Avrupa 3'üncülüğü apoletini de kazandık. Yarı Final oynayıp ülkesine en son dönen ülkelerden olmak kolay olmasa gerek.. Tarihimize çeyrek finalin yanısıra yarı final başarısı da ekleyen millilerimize ne kadar teşekkür etsek azdır. Zamanla final ve şampiyonluk da olur inşallah! Katılmamız durumunda da umarım 2010 dünya şampiyonasında başarılı oluruz. Şu an için umudumuz hala sürüyor grup 2'inciliğinden ötürü... İspanya maçları, 2010 Dünya Kupası kaderimizi belirleyecek belki de...

    Ha bu arada; Olimpiyatları da anlatmadan geçemeyeceğim. Yine malûmunuz diyeceğim; olimpiyatlar bu sene Pekin'de yapıldı. Açılışı da birçok ülkeyi kıskandıracak kadar ihtişamlı oldu. Fakat aynı düşünceler nedense milli atletlerimiz için geçerli değil... Aslında onların da herhangi bir kabahati yok. Devlet olimpiyatlara gereken önemi vermeyince doğal olarak sporcularda da gözle görülür bir düşüş olmuyor değil... Eloğlu olimpiyatlara 4 sene önceden hazırlık yapıyorken biz 1,5 ay evvelden başlıyoruz çalışmalara... Buna rağmen tek tük madalyalarla olimpiyatlara damgamızı vurabiliyoruz. Bir de çalışsak gerisini siz düşünün.

    Başarı kolay elde edilmiyor. 1 vereceksiniz ki 2'yi alabilmek için çalışarak kazanabilesiniz. Yani ne ekerseniz onu biçersiniz.

    Netice itibariyle umarız gelecek yıl geçen yıldan daha umutlu geçer. Annelerin, bebeklerinin biberonlarına zehir koyup öldürdüğü, kardeşin kardeşe vurdurulduğu, ekonomik krizin geçen yıldan daha kötü olduğu, tacizin hortladığı, şehitlerin seri şekilde arttığı bir yıl olmasın hiç değilse...

    Nice yıllar diliyorum hepinize...

    Sağlıcakla ve mutlulukla kalın.

    Hoşçakalın.

    31.12.2008

    MEHMET AKGÜL

  8. #7
    Kayıt Tarihi
    Jan 2010
    Nerede
    İstanbul
    İletiler
    33
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Exclamation Vatansever Gibi Düşünmek

    VATANSEVER GİBİ DÜŞÜNMEK

    Ülkenin durumu vahim.. Nereye baksanız kriz fışkırıyor heryer... Siyasiler deseniz oy kapmanın derdinde... Kimi iktidarı kaybetmeyeyim diye kriz teğet geçti derken kimi de seçmen kazanayım diye çarşaflıya kucak açıyor. Dünyanın binbir türlü haline şahit olmak kaçınılmaz oluyor haliyle... Kime güveneceğini bilemiyor insan...

    Şimdilerde ise açıklamalar iyice değişmeye başladı. Hatta bambaşka bir boyuta geçti bile... Vay efendim kriz teğet geçti dediysek dokunmayacak demedik. Yok efendim türban serbest olmalı... Bu olması gerekenleri zaten ezelden beridir halk biliyordu. Peki bunlar kime siyaset yapıyorlar anlamış değilim? Biri konuşuyor borsa alaşağı.. Öbürü savaş açıyor, borsa şavaş açanın lehine... Sadece ülke içi etkilenmiyor ki bu borsa... Dışarıya da açıldı. Ha bu arada bizim borsamız da avrupai oldu. Artık havamızdan da geçilmez vesselam!

    Ülke vahim demiştim ama asıl konuya değinmemiştim. Birazcık dokundursam iyi olacak herhalde... Malûm; kriz dolayısıyla işten çıkarmalar oldu. Çıkarılanlar külfetinin derdine düştü. Kimi kendi yağıyla kavruldu kimi de kendini seyyar köşe satıcısı olarak avuttu. Bu da birşey değil, hani müsade etseler ona da, amenna! Sen hem hükümet olarak adamın işten çıkarılmasına vesile ol hemde zabıtalarını, o işten çıkarılıp son çare olarak seyyar satıcılık yapanların peşine tak! Olacak şey mi bu? Bu insanlar ne yapacak? Son çare olarak ya hırsızlığa yönelecek ya da ölecek. Ölmemek için öldürsünler mi yani! Durumu iyi olanların bile hayatlarını tehlikeye atıyorlar, farkında değiller... Birşeyleri görmek için illa olası ihtimallerin hayatımıza bir şimşek gibi çökmesi mi lazım?

    Konuşuyorum ama nece konuşuyoruz. Anlatmakla bitmez ki söyleyeceklerim.. Daha dün yaşlı bir teyze gördüm cadde kenarında.. İncik boncuk şeyler satıyordu o soğuk havada... Başta teğet geçtim ama sonra geri dönesim geldi. Yaşlı kadının bir tezgâhı bile yoktu. Birşeyler almak üzere yanına yanaştım ve yerde örtü üzerine koyduğu eşyaları karıştırdım. Gözüme ilk anda; içinde Allah ve Muhammed yazılı, buzdolabına yapışabilen mıknatıslı küçük tablalar ilişti. Sordum fiyatları nedir diye... Tanesi 1 Ytl deyince, elimi hemen bozuk para dolu cebime koyduğum gibi çıkardım. 3 Ytl vardı bozuk para olarak... 3 tane alayım bari dedim içimden... Arada soru da sormuyor değilim hani; neden bu soğukta çalışıyorsun gibisinden... Gayet içli bir şekilde sağına baktı ve yüzünü yavaşça bana doğru çevirdi. Çocuklarım hayırsız çıktı. Biri hristiyanla evlendi, rus kızı diye içerledi. Öbürü içinse Ankara'da, beni yanına almıyor dedi. Sordum; bir huzurevine de koyamadılar seni dedim. Cevap vermedi, sustu. Üzgün halini geçiştirmek için tekrar sorma ihtiyacı hissettim o an... İşler nasıl dedim. O an bir daha baktı ve müsade etmiyorlar zabıta memurları dedi. Dün az daha toplayıp gidiyorlardı mallarımı... Ben ne yapıyorum, suç mu işliyorum dedi. Tabi o an benim bittiğim andı. Üzüntümün haddi, sınırları aşıyordu neredeyse... O yaşta bir kadın, para kazansa ne olurdu kazanmasa ne olurdu? İmkânım olsa da baksam dedim ama ne çare... Elden birşey gelmiyor.

    Ülke öyle bir hale gelmiş ki; işin olsa ezilir, haraca bağlanırsın. Aşın olsa sömürülür, aç kalırsın. Daha madalyonun öbür yüzü de var. İşsiz kalanlar mesela.. Sırf ailesini geçindirmek uğruna seyyar satıcılığa soyunuyorlar. Devletin zabıtaları müsade etseler kuruş da olsa yetecek onlara... Peki sorun ne! Bu insanlar n'olacak? Devlet, herşeylerini ellerinden aldı. Keza onların da hakkı yok mu yaşamaya? Cevap derinden bir sessızlik... Alıştık senelerden beri aynı vurdumduymazlığa... Gelen vurdu giden vurdu. Bir de ben vurayım, nasılsa uyuşmuş beyinler ne olacak? Fırsattan istifade çal, çırp! Kazandığın maaşlar yetmiyor bari yoksulun üç kuruşuna gözü dikme! Namusun varsa yapma... Kazanayım derken şerefini de kaybetme... Hiç değilse mecliste ettiğin yemine sadık kal da, verdiğimiz oyun karşılığı boşa gitmesin.

    Fedakâr halkım... Sonsöz olarak şunu ifade etmek istiyorum; gençlik olarak bunları söylüyoruz diye anarşiste çıkıyor adımız.. Söylemeyince de Atatürk gençliği kime emanet etti deyiveriyorlar. Derler tabi! Yeter ki biz birbirimize düşelim, iç kargaşa da had safhaya ulaşsın. Budur emelleri ama boşa çıkmalı... Zaman birlik zamanı... Aydınlık Türkiye için daha bilinçli olmaya davet ediyorum sizleri...

    Çağrım ülkesini seven herkesedir.

    Kalın sağlıcakla...

    17.02.2008

    MEHMET AKGÜL

  9. #8
    Kayıt Tarihi
    Jan 2010
    Nerede
    İstanbul
    İletiler
    33
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Exclamation Psikolojik Savaş Arbedesi

    PSİKOLOJİK SAVAŞ ARBEDESİ...

    Gerçek dostlar ortada... Ortam karanlıkken gelip oynayanlar bir kibrit çaktığımda kaçışıyorlar hamam böceği gibi sağa sola... Ben anlamıyor muyum sanıyorsunuz? Kim ne yapıyor, ne yapmıyor hepsini biliyorum. Fakat kimse zan altında kalmasın. Onlar kendini biliyor. Zaten umurumda olmadılar hiçbir zaman... Yaşıyorlar mı, nefes alıyorlar mı hiiiç ilgilenmiyorum!

    Soğuk savaş safsataları ile paranoyak duygulara kapılan aciz ve zavallı insanlar, kendilerinde sataşacak yüzü bile bulabiliyorlar. Yetmiyormuş gibi de; çamura bulanan üstlerini bir nebze olsun başkalarına da bulaştırmaya çalışıyorlar. Üzerinde hakkı geçen birine saygısızlık yapmak kolay! En zoru da ne biliyor musunuz? Karşılıksız yapılan iyiliklerin karşılığının nankörlük olmasıdır. Bunu yaşadım ama bu kadar sansasyon görmedim. Çünkü çirkeflik karşısında aklanmak kolay olmasa gerek... Çekemiyorsan anten tak be birader! Ne uğraşıyorsun kendine makyaj yapıp sahte yüzler yaratmaya... Yaratmanın Allah'a mahsus birşey olduğunu bile bile hem de...

    Diyorum ya: ediyorsa ki eğer nefret; anla ki senin gibi olamadığı içindir. Yani bir kişi bir diğerinden neden nefret eder? Ya onun gibi olamadığı için ya da kıskandığı içindir illa ki... Bunların kim ya da kimler olduğunu bilmek için müneccim olmaya da gerek yok nihayetinde...

    Hep kötüye yoracak değiliz ya! Olaya bir de şu açıdan bakalım öyleyse; insanlar çok sevdiği kişiye çabuk kırılır derler. Hakikaten de öyle... Yani sen gelip sürekli hörmet gösterdiğin birine, günün birinde olmayacak bir şekilde saygıda kusur edersen sana kırılır öyle değil mi? Çünkü karşındakini daima sayıp sevmişsin. Birdenbire davranışların 360 derece misali değişirse adama sorarlar; derdin nedir diye...? Tabi adamsa...

    Kurtmasalı gibi gelebilir bazılarına göre anlattıklarım... Fakat sorsan bunun da mânâsını bilmezler. Sağda solda; o ne ya da bu ne diye sızlanıp dururlar. Tamam öğrenmek güzel birşey ama karşılık istemeyen birine de saygı göstermek gerekmez mi? En azından hakettiğini düşünerek... Kuruntu yapıyorsun diyenler de olabilir. Doğrudur, itirazım olmaz, olamaz da.. Her insan farklı düşünebilir. Fakat unutulmaması gereken en önemli şey; her koyunun kendi bacağından asılacağıdır. Asılan bacağınızın intikamını almak zor değil.. Fakat çok kolay da değil... Sonuçta neticeden çok haticeye önem veren birinden bahsediyoruz.

    Simdi bu sınıftaki insanlara şu teoriyi uygulamalarını tavsiye etsem çok birşey istemem herhalde... 'Her zaman büyük kararları akıl ile; küçük kararları kalbinizle alın' diyorum bende bir filozofun deyimiyle... Bu felsefeyi savunuyorum. Sizler de savunun. Çünkü akıl kalpten üstündür.

    Neticede aşktan bahsetmedim bu satırlara gelene kadar değil mi? Aksi halde yüz işten doksan sekiz tanesini yanlış yapardık. Fakat kalan iki yanlışı da yabana atmayın derim. Çünkü sizi kalan o iki taneden bile vururlar. İşte biri akıl diğeri kalp... Birini seçmek en az hasarla kurtulmamıza yardımcı olur.

    Siz olsanız ne yapardınız? Susar mıydınız? Susun ama gözlerinizi susturmayın. Çünkü gözleriniz kalbinizin aynası; yaptıklarınız ise aklınızın eseridir.

    14.12.2008

    MEHMET AKGÜL

  10. #9
    Kayıt Tarihi
    Jan 2010
    Nerede
    İstanbul
    İletiler
    33
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Exclamation Kasım'da Aşk Başkadır

    KASIMDA AŞK BAŞKADIR.

    Bir Kasım akşamıydı. Soğuk ama bir o kadar da berrak bir gecenin esintileri hakimdi. O esinti gök mavili bulutların ardından gelen rüzgarın eşliğinde, büyüleyici atmosferin verdiği gazla destekliyordu adeta eylemlerini... Belki yeni bir aşka yelken açacak belki de hayal kırıklığı yaşayacaktım. Heyecanlıydım haliyle her zamanki gibi.. İlk defa görecektim onu.. Merakımın verdiği heyecan da olsa gerek; ayaklarım birbirine dolanıyordu.

    Buna sebep olan kahraman mı? Anlatayım; o zamanlar hastanede çalışıyordu. Hosteslik yapıyordu yani... Çalıştığı hastane kapısının önünde acile gelmiştim onu beklemek üzere... O arada etraftaki afişlere bakıyordum sağlık üzerine.. Epey ilginç şeyler vardı bilmediğim... Derken 5 dakika sonra iki yana açılıp kapanan kapının hareketlendiğıni gördüm. Cep telefonuna mesaj attığımda cevap olarak geliyorum yanıtını vermişti. Evet nitekim gelen de oydu. Yanıma yaklaştı, merhaba dedim. O da aynı şekilde karşılık verdi. İlk anda hoşlandığımı hissettim. Biraz muhabbet ettik, arada da birbirimizi süzdük tanımak adına.. Ama açık açık söyleyeyim; güzel kız Allah'tan..

    Muhabbetin ardından hastanenin en üst katında bulunan yemekhane bölümüne çıkmak üzere yola koyulduk. 4 kat yukardaydı yemekhane... Merdivenlerden çıktığımız her katta hemşireler gözünü bizden ayırmıyorlardı. Arada dedikodu kazanına kepçe olup karıştırmak isteyenler de yok değil hani can sıkıntısından dolayı... Neyseki yemekhanenin teras bölümüne geçtik oturduk, biraz muhabbet ettik. İyiden iyiye ısındığımı hissetmiştim ona karşı... Ne çabuk ısındın demeyin ama gerçekten çok sıcakkanlıydı.

    Dakikalar birbirini kovaladı. Geçen zamanın farkına varamamıştık. O da farketmişti sonradan işten çıkış saatini şaşırdığını... Derken sessizlik belirdi. Durduk öylece... İkimizden biri bu sessizliği bozmalıydı. Ondan geldi ilk tepki.. Çıkalım mı dedi. Bende şaşkın bir yüz ifadesiyle tamam demiştim.

    Az ilerde Acıbadem Tepe Natilius diye bir alışveriş merkezi vardı. Oraya gitmek üzere hastane acil kapısı çıkışından yola koyulduk. Soğuk gece aşkın tılsımlı etkisiyle içimizi olanca hızıyla ısıtıyordu. Kolay değildi. Bir ömre bedel olacaktı belki de yaşanacaklar...

    5 dakikalık küçük bir yürüyüş ve usul adımlarla alışveriş merkezine varmıştık. İkimizde nereye gittiğimizi bilemez halde adımlarımıza yön veriyorduk. Derken kendimizi alışveriş merkezinin ikinci katında bulduk. Kafe ilişti gözümüze.. Oturalım, muhabbet edelim dedik yine tabi ki... Şimdi olsa yani o zaman ki halimiz neydi diye sorsaydık birbirimize gülerdik hatta cümlelerimizin arasına iki yabancı gibiydik diye tabir ederdik birbirimizi herhalde... Şu an yazarken bile mutlu bir ifadeyle gülümsüyorum hafiften...

    Neyse olaya dönelim. Kafede oturduk fakat kafe öyle bi yer ki; garson bize iki çay getir diyemiyorum. Hani desem medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavara rezil rüsva olacağım. Çok da önemli ya! Mecburen gidip kendim almak zorunda kaldım. Fakat heyecandan onun ne istediğini sormayı unutmuştum. Tekrar geri döndüm ve sordum ne içersin diye... Sakin bir şekilde çay olabilir dedi. Hemen ilgili görevliden iki duble çay aldığım gibi, bardaklar elimde titrek bir halde, masasının karşısına doğru yol alıp oturacağım şekilde çayı masasına koydum. Sonra ne göreyim; sandalyeye oturduğum gibi gözgöze kaldım onunla... O an benim bittiğim andır dedim kendi kendime... Çok fazla geçmeden gözlerini gözlerimden çektiğini farkettim. Daha sonra öğrendim ki utangaç bir yapısı varmış o zamanlar... Doğal, olması gereken de bu zaten..

    ( Ha unutmadan şunu da söyleyeyim; Hz.Muhammet SAV efendimizde şöyle derdi bu konu hakkında; utanmak güzel şeydir fakat bu kadında ise daha da güzeldir.)

    Sonra mı? İlk söz için alışıldık çekingen tavırları üzerimizden atmamız da tam 5 dakika sürmüştü. Kırk yıllık tanıdık gibi ağırdan vites büyütüyorduk konuşmak için adeta.. Nitekim çaylarımız bitene kadar konuştuk da.. Gerçi o çayını tam olarak içememişti ama neyse...

    Çayları yudumladıktan sonra kalkma vakti gelmişti artık.. Kalkmak istemiyordum ama garip bir duyguydu bu.. Hiç bitmesin bu an dercesine sürüp giden bir anıydı adeta...

    Evi çok yakındı alışveriş merkezine... Bu yüzden geç kalma sorunumuzda yoktu. Tabi önemli olan onun geç kalmamasıydı. Neyseki evinin sokağının başına gelmiştik ağır adımlarla farkına varmadan... Birden duraksadık sokağın köşesinde vedalaşmak için.. Belki de bir ömre bedeldi o an hayatımızı paylaşmak adına... Kimbilir.

    Konuştuk biraz daha ve tokalaştık. Fakat ne gariptir ki ben onun elini bırakamıyordum. Kilitlenip kalmıştım adeta... O da elini bırakmadığımı farkedince tereddüt etti başta... Doğaldı tabi ki! Neden tereddüt etmesinki... İlk defa tanışıp konuştuğu biriydim nihayetinde...

    Aradan birkaç saniye geçti ve ben oluşan sessizliği; tanıştığıma çok memnun oldum diyerek bozdum. Aynı karşılığı aldım ve onu evine uğurladım. Arkamı döndüm ve o an işte aradığım bu dedim. Bugüne kadar hiç yanılmamıştım. Yanılmadığımı anlamak için ondan gelecek küçük bir mesajı bekliyordum. Beklediğim mesaj iki saat sonra gelmişti. Tanıştığına çok memnun olduğunu ve teşekkür ettiğini belirten bir mesajdı. Mesajına aynı karşılıkla cevap verdim. Muhabbet ettik biraz aynı şekilde... Yani mesajlaşarak.. 1 saat sürdü bu hoşsohbet... Saat geç olduğunda artık uyuma vakti gelmişti. Malum ertesi sabah o işine gidecekti. Bense o zamanlar çalışmıyordum. Doğal olarak da gece gündüz fark etmiyordu benim için.. Ama o iş ve sorumluluk sahibi biriydi. Neyse ki uyumuştu o gece.. Bense hala onu düşünüyordum. Arada bir dalıyordum. O gece nasıl sızıp uyuduğumu anlamadan hemde...

    Şimdi mi? Hala onunlayım ve sonsuza dek bu böyle sürsün diye dua ediyorum. Her Kasım ayında da onun için yazdığım yazılar kat kat artacak diye düşünüyorum. Hele ki ilk yılımızı doldurduğumuz Kasım ayında bu haz bambaşka olacak.

    Neden mi?

    Çünkü Kasım'da Aşk Başkadır.

    11.11.2008

    MEHMET AKGÜL

  11. #10
    Kayıt Tarihi
    Jan 2010
    Nerede
    İstanbul
    İletiler
    33
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Exclamation Dış Görünüm

    DIŞ GÖRÜNÜM

    Çoğu zaman dikkat çekmiştir belki.. İstanbul'daki tarihi eserler, saraylar ve eskiye dair herşey görünümüyle mest etmiştir taraflı tarafsız herkesi... Peki durum böyle olunca neden iç yapısını merak etmekten aciz kalırız? Dışı güzel de, tabiri caizse madalyonun öbür yüzü nasıl..? Yani içi de aynı orantılı mı estetizm açısından...?

    Mesela; dışı çok güzel, tarihi bir eser gördünüz. Ve bu tarihi eser de bir kafe... Size çekici gelmiş ve görmek istemişsinizdir. Bu gayet doğal birşey şüphesiz.. Kim böyle birşeyi görmezden gelebilirki...? Fakat dışı güzel olan bir kafenin içine girdiğinizde, yine aynı manzarayı beklersiniz illa ki değil mi? Diyelim ki beklediğiniz gerçekleşmedi ve hüsrana uğradınız. Ne düşünürdünüz?

    Olaya bir de ters açıdan bakalım isterseniz. Bu defa o kafenin dışı kırık dökük olsun. Hani olmaz ya, misal... Size çekici gelir mi o tarih manzarası... İçine bile girmeye tenezzül etmezdiniz değil mi?

    Güzel ve çirkin arasında gidip geldiğimizde acep sizce olması gereken neler olabilirdi? Yani güzel veya çirkin de olsa aynı düşüncelerde olur muyduk?

    Demek ki daha çok dış görünüme önem veriyoruz. Olayı şuraya bağlamak istiyorum; aynı şeyi insanlar için düşünsek sizce de mantıklı olmaz mıydı? Yani herhangi bir insan mesela; dış görünümü çok güzel diye onu toplumda kabulleniveriyoruz. Gerçek kişiliğini iyi ya da kötü bir süre sonra öğreniyoruz istemesek de... İşte işin can alıcı noktası da bu... Tabi ki gördüğùmüz anda hemen tanıyıp kirli çamaşırlarına kadar herşeyini öğrenelim demiyorum. Zamanla...

    Olayı bu defa başka bir açıdan ele alalım isterseniz. Kimse tanımadığı kişiler hakkında atıp tutmaya kalkışmaz öyle değil mi? Bunu yapan kişi ya çamura yatar ya da iftira atar. Hal böyle olunca günahını almaktan da öteye gidemez muhakkak! Belki görmek istediği gibi görmek istiyor olabilir ama böyle bile olsa bu kesinlikle ona eleştirme hakkını vermez. Eleştirdiğin kişiyi çok da iyi tanıyor olsan bile... Zaten yakından tanıdığın birini de uluorta yerden yere vuramazsın.

    Vurursan da sana sorarlar; birader nedir alıp veremediğin diye...Sormuyorlarsa da yaptıklarını onaylayanlar var demektir. Nihayetinde öyle bir ortamda da huzursuzluk kaçınılmaz olur şüphesiz...

    Tabi anlayıp sentezleyene bu sözlerim...

    Sağlıcakla kalın.

    11.11.2008

    MEHMET AKGÜL

+ Konuyu Yanıtla
1 / 3 Sayfa 123 SonSon

Bu sayfada bulunan kavramlar:

çerkez ethem hain mi kahraman mı

çerkes ethem gerçekleri

çerkez ethem soyu

çerkez ethemin yaşayan akrabalari

cerkez ethem gercekleri

cerkez ethem gercegi

cerkez etemiborclari

derin tarih ve çerkez ethem

cerkez etemin soyu

cerkes ethem gercegi

çerkes ethem gerçeği

cerkez ethemin anilari ahmet seyrek

çerkes ethem hain mi kahraman mı

ÇERKES ETHEM GERÇEKTE HAİNMİYDİcerkez ethemin tahsili rutbesi kardeslericerkez ethem akibetiçerkez ethem nerede öldüçerkes ethemin torunucerkez ethemin cocuklariçerkez ethemi kim öldürdüethem dede olayi bilimsel aciklamasicrkez ethemi kim vurduacilan son arsivlerde cerkez etemin furumu nedirgercek tarih-cerkez ethem kimdircerkez ethem kimleri oldurdu
Forum

Benzer Konular :

  1. Hukuk Başlangıcı (Ender Ethem Atay) [Kitap Fiyat bilgisi]
    Ender Ethem Atay - Gazi - 2013 Kasım - 22,50 TL Hukuk Başlangıcı (Ender Ethem Atay) hakkındaki işbu hukuki kitap Hukuk Market tarafından...
    Yazan: Hukuk Kitapçısı Forum: Hukuk Kitapları Tanıtımı
    Yanıt: 0
    Son İleti: 25-11-2013, 23:50:07
  2. Noterden istifamı gönderdiğim tarih mi,işverene tebliğ edildiği tarih mi geçerlidir?
    Merhaba; 5 aydır çalıştığım işimden memnun olmadığımdan istifa etmeye karar verdim. İhbar süresinini de göz önüne alarak, 27.02.2012'de notere...
    Yazan: ozgurivgen Forum: Bireysel İş Hukuku
    Yanıt: 2
    Son İleti: 06-03-2012, 16:57:22
  3. Medimarka Verdiğim Tarih mi Onların Servise Gönderdiği Tarih mi
    Bir çok kişide aynı sorun var ... Telefonumu Mediamarka Garanti Kapsamında Verdim Ama Bir Çok Kişi 30 İş Günün Mediamarkın Servise Gönderdiği...
    Yazan: omerozcan95 Forum: Tüketici Hakları
    Yanıt: 1
    Son İleti: 28-09-2010, 02:32:03
  4. Türkiye gerçeği mi?
    slm arkadaşlar ben şöyle bir şey duydum hakimler kademe kademe sınıflandırılmış yani 1.sınıf hakim-2.sınıf hakim-3.sınıf hakim........................
    Yazan: ahhmetsefer Forum: Hukuki Görüş ve Yorum
    Yanıt: 6
    Son İleti: 19-06-2008, 17:53:00
  5. Hayatın gerçeği
    Ne zaman sonbahar gelse, sarı sarı yapraklar düşse dalından vesürüklense rüzgarın önünde bir yaprak. Ne kadar ısıtırsa ısıtsın dağları, ovaları...
    Yazan: commodore1tr Forum: Yaşam - Sohbet - Forum Oyunları
    Yanıt: 0
    Son İleti: 23-02-2006, 15:31:09

Yetkileriniz

  • Yeni konu açma yetkiniz yok
  • Konuya cevap verme yetkiniz yok
  • Dosya ekleme yetkisi yok
  • İleti düzenleme yetkisi yok
  •  


2022 tarihli Hukuk Blog |  Arabulucu |  Hukuk Kitapları |  Alman Hukuku |  Özel Güvenlik AŞ. |  İş İlanları |  Ankahukuk |  Psikolog |  Site Ekleme |  Sihirli Kadın |  Sağlık |  Satılık Düşecek Domainler |  Bayefendi |  Afternic Alanadı satış (Domain alımı) | 

™ Marka tescili, Patent ve Fikri mülkiyet hakları nasıl korunuyor?
Hukuki.Net’in Telif Hakları ve 2014-2022 yılları arası Marka Tescil Koruması Levent Patent tarafından sağlanmaktadır.
♾️ Makine donanım yapı ve yazılım özellikleri nedir?
Hukuki.Net olarak dedicated hosting serveri bilfiil yoğun trafiği yönetebilen CubeCDN, vmware esx server, hyperv, virtual server (sanal sunucu), Sql express ve cloud hosting teknolojisi kullanmaktadır. Web yazılımı yönünden ise content management (içerik yönetimi) büyük kısmı itibari ile vb olup, wordress ve benzeri çeşitli kodlarla oluşturulan bölümleri de vardır.
Hangi Diller kullanılıyor?
Anadil: 🇹🇷 Türkçe. 🌐 Yabancı dil tercüme: Masaüstü sürümünde geçerli olmak üzere; İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Hintçe, Rusça ve Arapça. (Bu yabancı dil çeviri seçenekleri ileride artırılacak olup, bazı internet çeviri yazılımları ile otomatik olarak temin edilmektedir.
Sitenin Webmaster, Hostmaster, Güvenlik Uzmanı, PHP devoloper ve SEO uzmanı kimdir?
👨‍💻 Feyz Pazarbaşı & Istemihan Mehmet Pazarbasi[İstanbul] vd.
® Reklam Alanları ve reklam kodu yerleşimi nasıl yapılıyor?
Yayınlanan lansman ve reklamlar genel olarak Google Adsense gibi internet reklamcılığı konusunda en iyi, en güvenilir kaynaklar ve ajanslar tarafından otomatik olarak (Re'sen) yerleştirilmektedir. Bunların kaynağı Türkiye, Amerika, Ingiltere, Almanya ve çeşitli Avrupa Birliği kökenli kaynak kod ürünleridir. Bunlar içerik olarak günlük döviz ve borsa, forex para kazanma, exim kredileri, internet bankacılığı, banka ve kredi kartı tanıtımları gibi yatırım araçları ve internetten para kazanma teknikleri, hazır ofis kiralama, Sigorta, yabancı dil okulları gibi eğitim tanıtımları, satılık veya kiralık taşınmaz eşyalar ve araç kiralama, ikinci el taşınır mallar, ücretli veya ücretsiz eleman ilanları ile ilgili bilimum bedelli veya bedava reklamlar, rejim, diyet ve özel sağlık sigortası gibi insan sağlığı, tatil ve otel reklamları gibi öğeler içerebilir. Reklam yayıncıları: ads.txt dosyası.
‼️ İtirazi kayıt (çekince) hususları nelerdir?
Bahse konu reklamlar üzerinde hiçbir kontrolümüz bulunmamaktadır. Bu sebep ile özellikle avukat reklamları gibi Avukatlık kanunu vs. mesleki mevzuat tarafından kısıtlanmış, belirli kurallara tabi tutulmuş veya yasaklanmış tanıtımlardan yasal olarak sorumlu değiliz.
📧 İletişim ve reklam başvuru sayfası nerede, muhatap kimdir?
☏ Sitenin 2022 yılı yatırım danışmanı ile irtibat ve reklam pazarlaması için iletişim kurmanız rica olunur.
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution 4.0 International License.