+ Konuyu Yanıtla
5 / 7 Sayfa İlkİlk 1234567 SonSon
41 den 50´e kadar toplam 67 ileti bulundu.

Konu: Nutuk/Söylev

Nutuk/Söylev Hızlandırılmış Mobil Sayfa Sürümü (AMP)
  1. #41
    Kayıt Tarihi
    Jun 2006
    Nerede
    İstanbul / Beyoğlu
    İletiler
    3.411
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    Büyük Taarruz ve Baskomutanlik Savasi, Mudanya konferansi

    TAARRUZ KARARI



    Gerçekte ordumuz ihtiyaçlarini ve eksiklerini tamamlamak üzere bulunuyordu. Ben, daha Haziran ortalarinda taarruza karar vermistim. Bu kararimi yalniz Cephe Komutani ile Genelkurmay Baskani ve Millî Savunma Bakani biliyorlardi. Bildirdigim tarihlerde bir geziyi vesile ederek Izmit - Adapazari yönüne hareket ettigim zaman, Ankara'da Genelkurmay Baskani F e v z i P a s a Hazretleri'yle görüstükten sonra, o zaman Millî Savunma Bakani bulunan K â z i m P a s a Hazretleri'ni Sariköy istasyonuna kadar birlikte götürerek, oraya davet ettigim Cephe Komutani I s m e t P a s a Hazretleri'yle birlikte, taarruz için gerekli hazirliklarin sür'atle tamamlanmasi ile ilgili kararlar aldik.
    Efendiler, artik Büyük Taarruz'dan söz açma sirasi geldi. Bilirsiniz ki, Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra, düsman ordusu büyük ve kuvvetli bir grupla Afyonkarahisar - Dumlupinar arasinda bulunuyordu. Bir baska kuvvetli grubuyla da Eskisehir bölgesindeydi. Bu iki grup arasinda yedek kuvvetleri vardi. Sag kanadini, Menderes dolaylarinda bulundurdugu kuvvetlerle, sol kanadini da Iznik Gölü'nün kuzey ve güneyindeki kuvvetleriyle koruyordu. Denilebilir ki, düsman cephesi, Marmara'dan Menderes'e kadar uzaniyordu. Düsman ordusunun teskilâti, üç kolordu ve bazi müstakil birliklerin mevcudu da üç tümeni bulmaktaydi. Biz, Bati Cephesi'ndeki kuvvetlerimizi iki ordu halinde teskilâtlandirmis ve düzenlemistik. Bundan baska, dogrudan dogruya cepheye bagli teskilâtimiz da vardi. Bizim bütün birliklerimiz on sekiz tümen idi. Bundan baska üç tümenli bir süvari kolordumuz ve daha zayif mevcutlu iki süvari tümenimiz vardi. Teskilâti biribirinden farkli olan iki düsman ordusu biribiriyle karsilastirilirsa, her iki tarafin insan ve tüfek kuvvetleri, asagi yukari biribirine denk bulunuyordu. Yalniz, Yunan ordusu, dünyanin hür ve kendisini destekleyen sanayiine dayandigi için, makineli tüfek, top, uçak, tasit, cephâne ve teknik malzeme bakimindan daha üstün durumdaydi. Diger taraftan bizim ordumuz süvari sayisi yönünden daha üstün bulunuyordu.


    1'INCI ORDU KOMUTANI ALI IHSAN PASA'NIN YARATTIGI DURUM



    Burada, sirasi gelmisken bir noktayi belirtmeliyim. Ordularimizdan birinin, 2' nci Ordu'nun komutani bugün Askerî Sûra üyelerinden olan S e v k i P a s a Hazretleri idi. 1' inci Ordumuzun komutasini Malta'dan gelmis olan I h s a n P a s a 'ya vermistik. I h s a n P a s a 'nin, kendisini Divan-i Harbe kadar götüren yersiz ve davranislarindan dolayi, ordu komutanligindan uzaklastirilmasi gerekti. Gerçekten, A l i I h s a n P a s a; ordunun disiplinini ve genel yönetimini bir çikmaza sokacak sekilde hareket etti. Örnek olarak, ordusundaki ast komutanlarda, üst komutanlara karsi itaatsizlik edecek durumlar yaratti.
    Söz gelisi, ambarlarinin mevcudunu günlerce haber vermeyerek ve haber verdirmeyerek genel yiyecek sikintisinin çekildigi bir sirada, ansizin ambarlarinin bosaldigini ve açlik tehlikesi bulundugunu bildirdi.
    Ast komutanlari, üstlerine karsi itaatsizlige ve görevlerini yapmamaya kiskirtma ve bu davranislari destekleme gibi tutumlari yaninda, ordunun emirlere uyma ve görev duygusuyla oynayacak kadar entrikaci bir yaratilista oldugu kanaatini de uyandirdi.
    A l i I h s a n P a s a 'nin bilinen, kendisine has özelliklerinden baslicalari sunlardi :
    En küçük birliklere kadar bütün ordusuna, önemli önemsiz her isin ve her kararin ancak kendisi tarafindan verilecegini telkin ederek bütün ordusunda yalniz kendisinin kudret sahibi oldugunu zannettirmek. Büyüklerinden daha üstün oldugunu herkese ispatlamak düsüncesine kapilmak. Gerek resmî is gerek özel davranis bakimindan büyüklerinin itibarlarini düsürmeye çalismak. Savas açisindan tedbirde yerindelik ve sinirde saglamlik yönleriyle kendisini deneme firsati bulunmamis olmakla birlikte, bu hususta anlasilan karakteri suydu :
    Herhangi bir basarisizligi mutlaka astina veya üstüne yükleme yolunu her zaman düsünmesi. I h s a n P a s a, yumusak ve nazik davranislardan çok, sert ve resmi davranisla is yaptirmayi gerekli bulur.
    A l i I h s a n P a s a 'nin huyu ve ahlâki konusunda, kendisinin kurmay baskani iken çekilmek zorunda kalan Yarbay H â l i t B e y'in (Sonradan Kastamonu Milletvekili olmustur) Bati Cephesi Komutanligi'na verdigi 20 Ocak 1922 tarihli resmî bir raporunun bazi bölümlerini oldugu gibi bilginize sunacagim. H â l i t B e y, Birinci Dünya Savasi'nda, Irak'ta da A l i I h s a n P a s a ile birlikte bulunmustu. Sözünü ettigim raporda su cümleler vardir :
    " . .. . .... . . . . .... .... .... .... .. . ..... .... .. . ...... .. ................ . . . .... . ..... . . . . . . .. . . . ..... Komutanim A l i I h s a n P a s a 'nin geldigi günden beri ast komutanlarin haysiyetini ve görev yapma istegini kiracak davranislar içinde bulunmasi ve yapilan yazismalardan anlasilmis olacagi üzere Cephe Komutanligi'na karsi astlara hissettirecek derecede yakisiksiz bir haberlesme kapisi açmasi, benlik kokusu hissedilen düsünce yarisina girismesi, dünyanin deger verdigi ve saygi duydugu cephe karargâhinin nüfuzunu azaltmak istedigini anlatir bir davranis tarzini benimsemis olmasi, beni ciddî olarak düsündürdü ve üzdü. Davranislarini elimden geldigi kadar degistirmeye çalistim. Fakat yine büyük bir fark göremedim.
    . .... . .. .... ....... .. ........ .......... .. . .. ....... .......... .... . ............ ....... . .... Aklinda yer etmis bencillik hastaligi, ün yapma hirsi, asiri kiskançlik ve sonsuz bir bencilliigin etkisiyle bas olmak istedigi, davranislarindan ve ast komutanlar yaninda söyledigi biribirine düsürücü sözlerden anlasiliyordu. 11' nci Tûmen Komutani istifami isittikten sonra, bana gizli bir konusmada :
    A I i I h s a n P a s a ' nin Malta'da iken kurtulmasi için F e r i t P a s a ' ya mektuplar yazdigini ve Ingiliz mandasini kabul etmek için kendi karsisinda saatlerce açiktan açiga konusmalar ve tartismalar yaptigini söyledi. A l i I h s a n P a s a 'nin davranislarina bakarak, bu sözleri dikkat çekici buldum.." Astlardan gelen bazi evraki cepheye, cepheden geleni astlara oldugu gibi göndererek karsilikli güven duygularmi sarsma seklindeki davranislan da ayrica dikkati çekmektedir. Söz gelisi : Seyhelvan daginin düsman eline geçisi ile ilgili yazismalarin oldugu gibi 2 nci Kolordu'ya, 5 inci Kolordu'dan yazilan bazi raporlarin da aynen cepheye yazilmasi gibi. Buna ragmen, söz konusu olayin sorumlulugunu 5' inci Kolordu Komutani'na yüklemesi ve kendisinden cepheye sikâyette bulunmasi âmirlik niteligi ile bagdastirilamaz, Tevhid-i Efkâr gazetesinde yayinlattigi hâtiralari arasinda, Ateskes Anlasmasi tarihinden bir gün önce, Musul güneyinde, Sarkat'ta esir olan Dicle Grubu nun esirlik sebebini yalniz o zaman grup komutani olan (Simdi Dogu Cephesi nde Tümen Komutani imis) Yarbay I s m a i l H a k k i B e y ' in üzerine atmasi da bu karakterinin delilidir. Dicle Grubu 7, 9, 43, 18 ve 22 nci Alaylarla Avci Alayindan olusmustur. Bunlardan baska ayrica 5' inci Tümen'den 13 ve 14' üncu Alaylar da parça parça esir verildi. Ateskes Anlasmasi'ndan bir gün önce 13.000 kisinin esir verilmesi, 50 kadar topun kaybi, gerçekte kendisinin sartlara ve duruma uygun olmayarak verdigi bir emir yüzündendir. Iste bu durum Musul ilinin kaybedilmesine yol açti, Halbuki, ateskes anlasmasi yapilacagi belliydi. Gruba, Keyare mevziine çekilmek için direktif verilseydi, Ingilizler gruba tesir etmek söyle dursun yenemezlerdi bile. Bu gruba 5' inci Tumen de katilabilirdi. Ateskes anlasmasi yapildigi zaman, esir olan sekiz piyade alayi elde bulunur ve Musul da bizde kalirdi, Fakat sefil bir düsünce mantiga galebe çaImistir.
    Hâtiralarinda, Dicle boyundaki bütün basan ve T o w n s h e n d ' in esir alinmasi serefi, kendisine mâledilmistir.... , Her basariyi kendisine aitmis gibi gösteren yayinlar yaptirmaktan maksadi, kamuoyunu aldatarak söhret ve mevki kazanmaktir. Ünlü adamlarm hâtiralarini yayinlamak, millette övünme duygularini canli tutar ve gereklidir de, ancak, tarihin sorumlu tutacagi kimselerin hareketlerini övünülecek seyler arasinda saymak tarihi lekeler ve gelecek nesilleri yanlis düsüncelere sürükler.
    General M a r s h a l I 'in :
    Yanzi ölene kadar Musul'u terk ediniz; aksi halde savas esirisiniz, emri aldigi zaman o büyüklük taslayan Pasa Hazretleri Sincar çölünü geçerek Nusaybin'egitmek için G e n e r a l M a r s h a l l'dan resmi bir yazi ile kendisini koruyacak iki zirhli otomobil istedi ve bunlarin koruyuculugunda A s i r B e y ' le (simdiki Milli Savunma Bakani Müstesar Yardimcisi A s i r P a s a ' dir) beni Musul'da birakarak Nusaybin'e gitti. Asiretler arasinda hükümetin manevi otoritesini de kirdi. Bu durumu görenlerin vicdani sizladi. Zaho yoluyla, koruyucusuz gidebilirdi veya süvari alarak çölden geçebilirdi. Halep'te Ingiliz generalinden sahsi için özel tren istedi ve yolda hakarete ugramamasi için muhafiz bulundurulmasini istemeyi de unutmadi. Gerektiginde hayatinin ve rahatinin korunmasi için milli serefi unutan pasa Hazretleri'nin ahlâkina örnek olmak üzere yukandaki olaylari dile getirdim..... Eski komutanima hos görünmedim.Çünkü hirsina hizmet etmedim ve dalkavuklugunu yapmadim." Millete, Millî Ordu'yukuran ve millete zaferler kazandiranbüyük komutanlar gibiasil ruhlu, iyi niyetli kilavuzlar, komutanlar gerekir. Orduda birlik ve uyumun bozulmasina, görev askinin zayiflamasina çalisanlar, dâhi de olsalar zararli birer sahsiyettirIer. Ben, çekilen emekleri bildigim, girisilen kutsal mücadelede basariya ulasmayi istedigim için, kötû niyetli olmadigima ve çikar gözetmedigime namusum ve mukaddesatim üzerine yemin ederek bunlari anlatmaya cür'et ettim. Iran'da, Kafkas a'da uzun süre yaverligini yapan (simdi Birinci Ordu harekat sube müdürü)Binbasi C e m i l B e y son günlerde bana :" Iyi ki A l i I h s a n P a s a , Millî Mücadele'nin baslangicinda Anadolu'da bulunmadi. Malta'da bulundugu iyi oldu. Aksi halde, hiç süphe yok ki, aykiri bir yol tutardi dedi. Pasa'nin nasil bir insan oldugunu çok iyi bilen C e m i l B e y , pek dogru söylemistir... Ulu Tanri'dan kis uykusuna yatmis yilana günes göstermesin dileginde bulunurum.
    Efendiler, A l i I h s a n P a s a, Meclis'teki muhalifler grup ileri gelenleri ile de temas ve haberlesmelerde bulunuyordu. Kendisinin komutanligina son verilerek, hakkinda kanunî isleme devam edilmek üzere Millî Savunma Bakanligi emrine verilmesini onayladigim. 18 Haziran 1922 gününün ertesinde, yani 19 Haziran tarihinde, o zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi Ikinci Baskani bulunan R a u f B e y'den, makina basinda, I h s a n P a s a ile ilgisini gösterir bir sifreli telgraf almistim. Yeri gelince bu telgrafi da bilginize sunmustum. O günlerde Adapazari, Izmit taraflarinda gezide bulunuyordum. R a u f B e y telgrafinda diyordu ki : 1' inci Ordu Komutani A l i I h s a n P a s a' nin görevden alinarak Divan-i Harbe verilmek üzere Konya'ya gönderildigine dair Meclis çevrelerinde dedikodulara yol açan bir söylenti vardir.
    Efendiler, bir komutanin görevden alinmasi, göreve tayini veya askerî mahkemeye verilmesi isleminin üzerinden bir gün bile geçmeden, Meclis'çe dedikodu olabilecek bir söylenti haline gelmesi ve Meclis Ikinci Baskani'nin bu olayla, benden açiklama isteyecek kadar yakindan ilgilenmesi dikkat çekici degil midir? R a u f B e y'e tarafindan gereken cevap verildi.1' inci Ordu Komutanligi bir süre vekâletle idare edildi. Fakat birinin asil olarak tayini gerekiyordu. Moskova Sefirligi'nden dönmüs olan F u a t P a s a'nin 1' inci Ordu Komutanligi'ni kabul edip etmeyecegi konusunda düsüncesini almak istedim. Anladim ki, cephe komutanligi yapmis oldugundan, cephe komutaninin emrine girmek istemiyor. Millî Savunma Bakani bulunan K â z i m P a s a vasitasiyla 1' inci Ordu Komutanligi'ni, R e f e t P a s a'ya teklif ettirdim. Kabul etmemis. Nihayet, o tarihlerde kayitsiz sartsiz cephe emrine girerek görev yapacagini söyleyen ve açikta bulunan N u r e t t i n P a s a 'yi 1' inci Ordu Komutanligi'na getirdik.


    TAARRUZ PLANIMIZIN ANA ÇIZGILERI



    Efendiler, düsman ordusunun cephe ve teskilât durumu ile, ona karsi Bati Cephesi'ndeki kuvvetlerimizin esas olarak iki ordu halinde kurulup düzenlenmis oldugunu söylemistim. Öteden beri tasarlamis oldugumuz taarruz plânimizin ana çizgilerini de arz edeyim :
    Düsündügümüz, ordularimizin ana kuvvetlerini düsman cephesinin bir kanadinda ve mümkün oldugu kadar dis kanadinda toplayarak, bir imha meydan muharebesi vermekti. Bunun için elverisli buldugumuz durum, ana kuvvetlerimizi, düsmanin Afyonkarahisar yakinlarinda bulunan sag kanat grubu, güneyinde ve Akarçay ile Dumlupinar hizasina kadar olan alanlarda toplamakti. Düsmanin en hassas ve önemli noktasi orasiydi. Çabuk ve kesin sonuç almak, düsmani bu kanadindan vurmakla mümkündü.
    Bati Cephesi Komutani I s m e t P a s a ve Genelkurmay Baskani F e v z i P a s a, bu bakimdan gerektigi gibi bizzat incelemeler yapmislardi. Hareket ve taarruz plânimiz çok önceden tespit edilmisti.
    Konya'ya gelmis olan G e n e r a l T o w n s h e n d'in istegi üzerine, kendisiyle görüsmek için, Ankara'dan hareket ederek 23 Temmuz 1922 aksami Bati Cephesi Karargâhi'nin bulundugu Aksehir'e gittim. Savas plâni üzerinde görüsürken Genelkurmay Baskani'nin da katilmasini uygun bulduk. Ben, 24 Temmuzda Konya'ya gittim. 27'sinde tekrar Aksehir'e gelmisti. 27/28 Temmuz gecesi birlikte yaptigimiz görüsme sonunda, tespit edilmis olan plân geregince taarruz etmek üzere, 15 Agustosa kadar bütün hazirliklarin tamamlanmasina çalismayi kararlastirdik.
    28 Temmuz 1922 günü ögleden sonra yaptiriIan bir futbol maçini seyretmek bahanesiyle ordu komutanlari ve bazi kolordu komutanlari Aksehir'e çagrildi. 28/29 Temmuz gecesi genel olarak komutanlarin taarruzla ilgili görüslerini aldim. 30 Temmuz 1922 günü Genelkurmay Baskani ve Bati Cephesi Komutani ile yeniden görüserek tarruzun seklini ve ayrintilarini tespit ettik. Ankarara'dan çagirdigimiz Millî Savunma Bakani K â z i m P a s a da 1 Agustos l922 ögleden sonra Eskisehir'e geldi. Ordu hazirliginin tamamlanmasinda Millî Savunma Bakanligi'na düsen isler tespit edildi.


    TAARRUZA HAZIRLIK EMRI



    Ordunun hazirliklarinin tamamlanmasini ve taarruzun bir an önce yapilmasini emrettikten sonra tekrar Ankara'ya döndüm. Bati Cephesi Komutani, 6 Agustos 1922'de ordularina gizli olarak taarruza hazirlik emri verdi. Genelkurmay Baskani ve Millî Savunma Bakani Pasalar da Ankara'ya döndüler.
    Efendiler, taarruz için yeniden cepheye gitmeden önce, Ankara'da yapilmasi gereken bazi isler vardi. Daha taarruz emri verdigimi Bakanlar Kurulu'na da açikça bildirmemistim. Artik onlara recmî olarak haber verme zamani gelmisti. Yaptigimiz bir toplantida iç ve dis durumlarla ordunun durumunu görüsüp tartistiktan sonra, taarruz konusunda Bakanlar Kurulu ile görüs birligine vardik.
    Önemli bir konu daha vardi. Muhalifler ordunun çürüdügünden, kipirdayacak durumda olmadigindan, böyle karanlik ve belirsizlik içinde beklemenin sonucunun felâketten ibaret olacagi yolundaki propagandalarina alabildigine hiz vermislerdi. Gerçi, Meclis'te bu düsünce akiminin biraktigi yankilar, zaten düsmanlardan fazlasiyla gizlemek istedigim taarruz bakimindan yararliydi. Fakat bu olumsuz propaganda en yakin ve en inanmis kimseler üzerinde bile kötü etkisini göstermeye baslamis, onlarda da kararsizliklar uyandirmisti. Onlari da yakinda yapacagim taarruz konusunda ve alti yedi gün içinde düsmanin ana kuvvetlerini yenecegime olan güvenim hususunda aydinlatmayi ve yatistirmayi gerekli buldum. Bunu da yaptiktan sonra Ankara'dan ayrildim. Genelkurmay Baskani benden önce 13 Agustos 1922'de cepheye gitmisti.
    Ben birkaç gün sonra hareket ettim. Hareketimi belirli birkaç kisi disinda bütün Ankara'dan gizledim. Benim Ankara'dan ayrilacagimi bilenler, burada imisim gibi davranacaklardi. Hattâ gazetelerde benim Çankaya'da çay ziyafeti verdigimi de ilân edeceklerdi. Bunu süphesiz o vakitler isitmissinizdir. Trenle hareket etmedim. Bir gece otomobille Tuz Çölü üzerinden Konya'ya gittim. Konya'ya hareketimi telgrafla orada kimseye bildirmedigim gibi, Konya'ya varir varmaz telgrafhaneyi kontrol altina aldirarak Konya'da bulundugumun da hiçbir yere bildirilmemesini sagladim. 20 Agustos 1922 günü ögleden sonra saat 16.00'da Bati Cephesi Karargâhi'nda yani Aksehir'de bulunuyordum. Kisa bir görüsmeden sonra 26 Agustos 1922 sabahi düsmana tarruz için Cephe Komutani'na emir verdim.
    26 AGUSTOS 1922 TAARRUZ EMRI



    2O/21 Agustos 1922 gecesi 1' inci ve 2' nci Ordu Komutanlarini da Cephe Karargâhina çagirdim. Genelkurmay Baskani ile Ccphe Komutanini da yanimda bulundurarak, taarruzun nasil yapilacagini harita üzerinde kisabir savas oyunu seklinde açikladiktan sonra, Cephe Komutani'na o günvermis oldugum emri tekrarladim. Komutanlar harekete geçtiler. Taarruzumuz, strateji ve ayni zamanda bir taktik baskin halinde yürütülecekti. Bunun gerçeklestirilebilmesi için de kuvvetlerin yiginak ve hazirliklarinin gizli kalmasina önem vermek gerekiyordu. Bu sebeple bütünyürüyüsler gece yapilacak, birlikler gündüzleri köylerde ve agaçliklaraltinda dinleneceklerdi. Taarruz bölgesinde, yollarin düzeltilmesi v.b.çalismalarla düsmanin dikkatini çekmemek için diger bazi bölgelerdide benzeri yaniltici hareketlerde bulunulacakti.
    24 Agustos 1922'de karargâhimizi Aksehir'den, taarruz cephesi gerisindeki Suhut kasabasina getirttik, 25 Agustos 1922 sabahi da Suhut'tan savasi idare ettigimiz Kocatepe'nin güneybatisindaki çadirli ordugâha naklettik. 26 Agustos sabahi Kocatepe'de hazir bulunuyorduk.Sabah saat 5.30'da topçu atesimizle taarruz basladi.



    BASKOMUTAN SAVASI



    Efendiler, 26/27 Agustos günlerinde, yani iki gün içinde, düsmanin Karahisar'in güneyinde 50 ve dogusunda 20, 30 kilometre uzunlugundaki müstahkem cephelerini düsürdük. Yenilen düsman ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Agustosa kadar Aslihanlar yöresinde kusattik. 30 Agustosta yaptigimiz savas sonunda (buna Baskomutan Muharebesi adi verilmistir),düsmanin ana kuvvetlerini yok ettik ve esir aldik. Düsman ordusununBaskomutanligini yapan General Trikopis de esirler arasina girdi.Demek ki, tasarladigimiz kesin sonuç, bes günde alinmis oldu. 31 Agustos 1922 günü ordularimiz ana kuvvetleriyle Izmir'e dogru yol alirken ,diger birlikleriyle de düsmanin Eskisehir de kuzeyinde bulunan kuvvetlerini yenmek üzere ilerliyorlardi.



    ATESKES TEKLIFI



    Efendiler, Baskomutan Savasi'nin sonuna kadar her gün büyük basarilarla gelisen taarruzumuzu,resmî bildirilerde pek önemsiz harekâttan ibaret gösteriyorduk. Maksadimiz, durumu mümkün oldugu kadar dünyadan gizlemekti. Çünkü,düsman ordusunu tamamen yok edecegimizden emindik. Bunu anlayip,düsman ordusunu felâketten kurtarmak isteyeceklerin yeni tesebbüslerine meydan vermemeyi uygun görmüstük. Gerçekten, bizim hareketimizi sezdikleri zaman ve taarruzumuzun arkasindan bize basvuranlarolmustur. Örnek olarak, biz taarruza devam ettigimiz sirada, BakanlarKurulu Baskani olan R a u f B e y 'den, Ateskes konusunda Istanbul'dan haber geldigini bildiren 4 Eylül 1922 tarihli bir telgraf almistim.Verdigim cevap aynen söyledir :
    Tel. Makama özel 5.9.1922
    Bakanlar Kurulu Baskanligi
    Yüksek Katina
    Anadolu'daki Yunan ordusu kesin olarak yenilgiye ugratilmistir. Yunan ordusunun artik yeniden ciddî bir direniste bulunmasina ihtimal yoktur. Anadoluiçin herhangi bir görüsmeye gerek kalmamistir. Ateskes ancak Trakya için sözkonusu olabilir. Bu bakimdan Eylülün onuna kadar dogrudan dogruya YunanHükümeti veyahut Ingiltere vasitasiyla, hükümetimize resmen basvurdugu takdirde, asagidaki sartlar ileri sürülerek cevap verilmelidir. Bu tarihten, yani Eylülünonundan sonra yapilacak basvurmaya verilecek cevap baska türlü olabilir. Bu takdirde durum bana ayrica bildirilmelidir :
    1- Ateskes Anlasmasi tarihinden baslayarak on bes giin içinde Trakya,1914sinirlarina kadar kayitsiz sartsiz Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti'nin sivilmemurlarina ve askerî kuwetlerine teslim edilmis bulunacaktir.
    2 - Yunanistan'daki esirlerimiz on bes gi.i.n içinde Izmir, Bandirma ve Izmit limanlarinda bize teslim edilecektir.
    3 - Yunan Hükumeti, Yunan ordusunun üç buçuk yildan beri Anadolu'dayaptigi ve yapmakta oldugu tahribati tamir etmeyi simdiden taahhüt edecektir.
    Büyük Millet Meclisi Baskani
    Baskomutan
    Mustafa Kemal


    ORDULARIMIZ IZMIR RIHTIMINDA ILK VERDIGIM HEDEFE, AKDENIZ'E ULASTILAR



    Dogrudan dogruya bana gönderilen bir telsiz telgrafta da, Izmir'deki Itilâf Devletleri konsoloslarina benimle görüsmelerde bulunma yetkisinin verildigi bildirilerek, onlarla hangi gün ve nerede bulusabilecegim soruluyordu. Buna verdigim cevapta da, 9 Eylül 1922'de Kemalpasa'da görüsebilecegimizi bildirmistim. Gerçekten de, söz verdigim gün, ben Kemalpasa'da bulundum. Fakat görüsme isteyenler orada degildi. Çünkü ordularimiz, Izmir rihtiminda ilk verdigim hedefe,, Akdeniz'e ulasmis bulunuyorlardi
    Saygideger Efendiler, Afyonkarahisar - Dumlupinar Meydan Muharebesini ve ondan sonra düsman ordusunu tamamiyle yok eden veya esir eden ve kiliç artiklarini Akdeniz'e, Marmara'ya döken harekâtimizi açiklayici ve vasiflandirici söz söylemeyi gereksiz sayarim.
    Her safhasiyla düsünülmüs, hazirlanmis, idare edilmis ve zaferle sonuçlandirilmis olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta hey'etinin yüksek kudret ve kahramanligini tarihe bir kere dahageçiren muazzam bir eserdir.
    Bu eser, Türk milletinin hüriyyet ve istiklâl düsüncesinin ölümsüz bir âbidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evlâdi, bir orduniin baskomutani oldugumdan, mutluluk ve bahtiyarligim sonsuzdur.
    Efendiler, iste simdi diplomasi alanina geçebiliriz. Gerçi, ordumuzun zafere ulasacagindan ümitsiz olduklari için, bu meseleyi daha önce diplomasi yoluyla çözüme baglama kanaat ve iddiasinda olanlari, dediklerini yapma hususunda biraz fazlaca bekletmis oldum. Bununla birlikte, sonunda benim de diplomasi alaninda ciddî olarak çaba harcadigimi görerek memnun olmalari gerekirdi. Böyle olup olmadigini görecegiz.
    Ordularimiz, Izmir ve Bursa'yi geri aldiktan sonra, Trakya'yi da Yunan ordusundan kurtarmak için Istanbul ve Çanakkale dogrultusunda yürüyüslerine devam ederken, Ingilizlerin o zamanki basbakani bulunan L1oyd George, fiilen harbe karar vermis bir tavirla ve yardimci birlikler gönderilmesi istegiyle dominyonlara müracaat etmis. Yalniz, ondan sonra olup bitenlere bakilirsa LIoyd George'un isteginin yerine getirilmedigini kabul etmek gerekir.


    ITILAF DEVLETLERININ 23 EYLÜL 1922 TARIHLI ATESKES TEKLIFI



    Bu siralarda, Istanbul'da Fransiz Fevkalâde Komiseri bulunan Genera1 Pe1le benimle görüsmek üzere Izmir'e geldi. diye adlandirdigi bir bölgeye, ordularimizin girmemesinin yerinde olacagini tavsiye eti. Millî hükûmetimizin böylebir bölge tanimadigini, Trakya'yi da kurtarmadikça ordularimizin durdurulmasina imkân olmadigini söyledi. General PeI1e, bana,Mösyö Frank1in Boui1Iin 'un benimle görüsmek üzere gelmek istedigini bildiren, kendisine çekilmis özel bir telgrafini gösterdi.Kendisini Izmir'de kabul edecegimi söyledim. Mösyö Frank1inBoui1Ion, bir Fransiz harp gemisiyle Izmir'e geldi. Fransiz Hükümeti adina ,Ingiliz ve Italyan Hükûmetlerinin de uygun görmeleri üzerine, benimle görüsmeler yapmaya geldigini söyledi. Biz F r a n k 1 i nBoui11on'la görüsürken, Itilâf Devletleri Disisleri Bakanlari imzasini tasiyan 23 Eylül 1922 tarihli bir nota geldi. Bu notada iki önemlinokta yer aliyordu. Bunlardan biri askerî harekâtin durdurulmasiyladigeri de Baris Konferansi'yla ilgiliydi.
    Biz, Rumeli'de Dogu Trakya'yi millî sinirlarimiza kadar tamamenalmadikça askerî hareketten vazgeçemezdik. Ancak, yurdumuzun bu bölgesinden düsman birlikleri çikarildigi takdirde böyle bir harekete devametmeye kendiliginden gerek kalmayacakti. Bu notada, Venedik veya baska bir sehirde toplanacak olan Ingiliz, Fransiz, Itâlyan, Japon, Romen,Sirp - Hirvat - Sloven Devleti ile Yunanistan'in da çagriIacagi bir konferansa, delegelerimizi göndermeyi kabul edip etmeyecegimiz sorulmaklabirlikte, görüsmeler sirasinda Bogazlardaki tarafsiz bölgelere bizden asker gönderilmemesi sartiyla, Edirne dahil olmak üzere Meriç'e kadarTrakya'nin bize iadesi ile ilgili talebimizin olumlu karsilanacagi bildiriliyordu.
    Notada, bogazlardan, azinliklardan ve Milletler Cemiyeti'ne girmemizden de söz ediliyordu.
    Konferansin toplanmasindan önce, Yunan birliklerinin, Itilâf Devletleri komutanlarinin çizer&127;kleri bir hattin gerisine çekilmesi için, Itilâf Devletleri'nin nüfuzunu kullanacagina söz aerilmekte ve bu konudagörüsülmek üzere Mudanya veya Izmit'te bir toplanti yapilmasi teklifedilmekteydi.


    MUDANYA KONFERANSI



    29 Eylül 1922 tarihinde, bu notaya verdigim kisa bir cevapta, Mudanya Konferansi'ni kabul ettigimi bildirdim. Fakat Meriç nehri'ne kadar Trakya'ninderhal bize geri verilmesini istedim. 3 Ekimde toplanmasinin uygun olacagini söyledigim Mudanya Konferansi'na, Baskomutanlik adina olaganüstü yetkiyle Bati Cephesi Ordulan Komutani I s m e t P a s a 'yi de.lege tayin ettigimi bildirdim. Bu notaya hükûmetçe de 4 Ekim l922tarihli etrafli bir cevap verildi. Bu cevapta, konferans yeri olarak Izmirteklif edildi. Bogazlar meselesi dolayisiyla, Rusya, Ukrayna ve Gürcistan Cumhuriyetleri'nin de daveti istendi. Diger konular üzerindeki görüslerimiz de ana çizgileriyle bildirildi.
    Mudanya'da, I s m e t P a s a 'nin baSkanligi altinda, Ingiliz delegesi General Harrington, Fransiz delegesi GeneralCharpy, Italyan delegesi Genera1 MonbeI1i 'nin katildiklarikonferans toplandi. Bir hafta kadar süren tarti$mali görüsmelerden sonra, 11 Ekimde, Mudanya Ateskes Anlasmasi imzalandi. Böylece, Trakyaana vatana katilmis oldu.
    Efendiler, zaferden sonra, bizim Izmir'deki siyasî temaslarimizüzerine, Ankara'da Bakanlar Kurulu'nun daha dogrusu bazi bakanlarintelâsli bir duruma girdikleri farkedildi.
    Askerî görevimin son bulmus oldugunu, bundan sonraki siyasiislerin Bakanlar Kurulu'na ait oldugunu hissettirecek sekilde, beni Ankara'ya davet ettiler. Halbuki, ne askerî görevim son bulmustu ne desiyasî ve diplomatik konularla ilgilenmek ve ugra$maktan kendimi aIabilirdim. Bu bakimdan, Izmir'den ordunun basindan ve baslattigim siyasî iliskilerden uzaklasamazdim. Bundan dolayidir ki, benimle görüsmek isteginde bulunan ve bunda direnen hükumet üyelerinin veya ilgili bakanlarin Izmir'e yanima gelmelerini teklif ettim. Hükumet Baskani Rauf Bey 'le Disisleri Bakani Yusuf Kema1 Bey geldiler. Rauf Bey, Izmir'de bana bazi özel dileklerini de bildirdi. Sözgelisi, A1i Fuat Pasa ile Refet Pasa 'nin, zafer dolayisiylaterfi ettirilmelerini ve kendilerine uygun birer görev verilerek memnunedilmelerini rica ettiler. Bildiginiz üzere, muharebeden önce A1i Fuatve Refet Pasa'larin bu harekâta katilmalari için türlü yollarla tesebbüste bulunmustum; fakat basaramadim. Zaferden dolayi, Muharebe'de fülen hizmet edip liyakat göstermis olan komutanlar ve subaylarterfi ettirilmek ve takdir edilmek suretiyle elbette ödüllendirilmislerdi.Askerî harekâta katilmaktan kaçinan kimselerin de bizzat orada bulunanlarla birlikte ödüllendirilmeleri elbette kötü etki yapabilirdi .Kisacasi, Rauf Bey'e dileklerini yerine getiremeyecegimi söyledim. Fakat A1i Fuat Pasa, Meclis Ikinci Baskani bulunduguna göre, mevkii ve görevi kendisini memnun edebilecek bir seviyede idi. Yalniz, açikta bulunan Refet Pasa için uygun bir görev bulmaya çalisacagimasöz verdim. Kendisini Izmir'e davet etmesini sövledim. Refet Pasa,Izmir'e gelmisti. Fakat bu geli$ tam benim Ankara'ya döndügüm geceye rastladigi için kendisiyle orada görüsme imkâni olamadi.




    Hukuki NET Güncel Haber

    Nutuk/Söylev konulu yargıtay kararı ara
    Nutuk/Söylev konulu hukuk haber

  2. # Nedir?
    Tavsiye Soru Cevap
    Kayıt Tarihi
    Bugün
    Nerede
    Avukat Dünyası
    İletiler
    Ne kadar?
     
  3. #42
    Kayıt Tarihi
    Jun 2006
    Nerede
    İstanbul / Beyoğlu
    İletiler
    3.411
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    Lozan baris konferansi ve Saltanatin kaldirilmasina iliskin gelismeler, Hilafet meselesi



    BARIS KONFERANSI'NA GÖNDERDIGIMIZ DELEGELER
    Refet Pasa'ya görev verilmesi ,daha sonra Ankara'dan Bursa'ya gidisim sirasinda oldu.Efendiler, Izmir'den Ankara'ya dönüsümde, baslica Mudanya Konferansi görüsmeleriyle ugrasildi. Bir yandan da Bakanlar Kurulu'nda, Meclis'te ve komisyonlarda Baris Konferansi'na gönderilebilecek delegeler hey'eti söz konusu oluyordu. Bakanlar Kumlu Baskani Rauf Bey, Disisleri Bakani Yusuf Kemal Bey ve Saglik Bakani bulunan Riza Nur Bey, gidecek delegeler hey'etinin tabii üyeleri gibi görülüyordu. Ben, bu konuda daha kesin bir görüs ve kararimi tespit etmemistim. Ancak, Rauf Bey'in baskanligi altindaki bir hey'etin bizim için hayati önemi olan bir konuda basari kazanabileceginden emin olamiyordum. Rauf Bey'in de kendisini zayif görmekte oldugunu hissediyordum. Müsavir olarak Ismet Pasa'nin yanina verilmesini teklif etti. Bu teklifle ilgili görüsümü belirtirken, "Ismet Pasa'dan müsavir olarak elde edilecek yarar sinirlidir. Ismet Pasa baskan olursa kendisinden azami ölçüde yararlanilabilecegine ben de inaniyorum" dedim. Bu nokta üzerinde uzun boylu görüsülmedi. Ondan sonra Rauf Bey, delegeler hey'etine kimlerin girecegi konusundaki türlü çalismalarina devam ettiler. Ben buna önem verir görünmedim. Mudanya Konferansi sona ermisti. Ismet Pasa ve Genelkurmay Baskani Fevzi Pasa Bursa'da bulunuyorlardi. Kendileriyle görüsmek üzere Bursa'ya gittim.



    ISMET PASA'NIN DISISLERI BAKANLIGI'NAVE DELEGELER HEY'ETI BASKANLIGINA SEÇILMESI
    Bursa'ya giderken yanimda Milli Savunma Bakani Kazim Pasa vardi. Doguda aleyhindeki çesitli tepki ve gösteriler dolayisiyla görev yapma imkanini bulamadigindan Ankara'ya gelmeye mecbur olan Kazim Karabekir Pasa ile Istanbul'da kendisine görev vermek üzere Refet Pasa'yi da birlikte götürdüm. Bursa'da kaldigim günlerde, Refet Pasa'yi, bilindigi gibi Istanbul'a gönderdim .Ismet Pasa'nin da, mevcut bunca bilgime ragmen, delegeler hey'etine baskanlik edip edemeyecegini bir daha inceledim. Mudanya Konferansi'ni nasil idare ettigini ayrintili olarak anlamaya çalistim. Ismet Pasa'nin kendisine tasavvurlarimla ilgili hiçbir kelime söylemiyordum. Sonunda kararimi olumlu olarak verdim. Ismet Pasa'nin Delegeler Hey'eti Baskani olabilmesi için daha önce Disisleri Bakani olmasini uygun gördüm. Bunu saglamak için dogrudan dogruya Disisleri Bakani Yusuf Kemal Bey'e özel ve gizli olarak yazdigim bir sifreli telgrafta. kendisinin Disisleri Bakanligi'ndan çekilmesini ve yerine Ismet Pasa'nin seçilmesini, bizzat yardimci olmasini rica ettim.

    Ankara'dan hareket etmeden önce, Yusuf Kema1 Bey, bana, Delegeler Hey'eti Baskanligini en iyi Ismet Pasa'nin yapabilecegini söylemisti. Yusuf Kema1 Bey'den, kendisine bildirdigim ricami yerinde bularak geregini yerine getirmeye çalistigini bildiren bir cevap aldim.



    LOZAN ( LAUSANNE ) BARIS KONFERANSI'NA DAVET
    Iste ondan sonra idi ki, Ismet Pasa'ya, bir oldubitti seklinde Disisleri Bakani olacagini ve ondan sonra da Baris Konferansi'na Delegeler Hey'eti Baskani olarak gidecegini söyledim. Pasa, birdenbire sasirdi. Asker oldugunu söyleyerek özür diledi. En sonunda teklifimi emir sayarak boyun egdi. Tekrar Ankara'ya döndüm. Bu sirada, Itilaf Devletleri tarafindan, 28 Ekim 1922'de Lozan'da toplanacak olan Baris Konferansi'na davet edildik. Itilaf Devletleri, hala Istanbul'da bir hükümet tanimak istiyor ve onu da bizimle birlikte konferansa davet ediyordu.



    SALTANATIN KALDIRILMASI
    Bu birlikte davet edilme durumu, sahsi saltanatin kaldirilmasi isini kesin olarak sonuçlandirdi. Ger-çekten de 1 Kasim 1922 tarihli kanun geregince, hilafet ile saltanat biribirinden ayrildi. Iki buçuk yili asan bir zamandan beri fiilen hükmünü yürüten milli saltanatin varligi kabul edildi. Hilafet, açiklik kazanmis bir hakka sahip olmaksizin bir süre daha birakildi.

    Efendiler, bu konuda zabitlara geçmis yeterince bilgi vardir. Konunun özel yönleri ile ilgili noktalar, belki yüce hey'etinizi ilgilendirir düsüncesiyle, bazi bilgiler sunacagim:

    Bilindigi gibi, "saltanat" ve "hilafet" makamlari ayri ayri ve birlesmis olarak önemli meselelerden sayilmaktaydi. Bunu dogrulayan bir hatirami anlatayim: 1 Kasim 1922 tarihinden önce, muhalifler, Meclis çevresinde benim saltanati kaldiracagim yolunda telasli ve heyecanli propaganda yapiyorlardi.

    Rauf Bey, bir gün Meclis'teki odama gelerek benimle bazi onemli konulari görüsmek istedigini ve aksam Keçiören'de Refet Pasa'nin evine gidersem daha güzel konusabilecegimizi söyledi. Rauf Bey'in teklifini kabul ettim. Fuat Pasa 'nin da orada bulunmasina izin vermemi istedi. Onu da uygun gördüm. Refet Pasa'nin evinde dört kisi toplandik. Rauf Bey'den dinlediklerimin özeti suydu: Meclis, Saltanat makaminin belki de Hilafet'in ortadan kaldirilmasi görüsünün benimsenmis oldugu endisesiyle üzgündür. Sizden ve sizin ileride benimseyeceginiz tutumdan süphe etmektedir. Bu bakimdan Meclis'e ve dolayisiyla millet kamuoyuna güven vermeniz gerektigine inaniyorum.



    RAUF BEY'IN SALTANAT VE HILAFET KONUSUNDAKI DÜSÜNCESI
    Rauf Bey'den saltanat ve hilafet konusundaki kanaat ve düsüncesinin ne oldugunu sordum. Verdigi cevapta su açiklamalarda bulundu: Ben, dedi, saltanat ve hilafet makamina vicdanimla ve duygularimla bagliyim. Çünkü benim babam, Padisahin ekmegi ve nimetiyle yetismis, Osmanli Devleti'nin ileri gelen adamlari sirasina geçmistir. Benim de kanimda o nimetin zerreleri vardir. Ben nankör degilim ve olmam. Padisah'a baglilik borcumdur. Halifeye bagliligim ise terbiyem geregidir. Bunlardan baska, genel bir görüsüm de vardir. Bizde milleti ve kamuoyunu elde tutmak güçtür. Bunu ancak, herkesin erisemeyecegi kadar yüksek görülmeye alisilmis bir makam saglayabilir. 0 da saltanat ve hilafet makamidir. Bu makami ortadan kaldirip onun yerine baska nitelikte bir makam getirmeye çalismak felakete ve büyük acilara yol açar. Bu da asla dogru olamaz.

    Rauf Bey'den sonra, karsimda oturan Refet Pasa'nin görüsünü sordum. Refet Pasa'dan aldigim cevap suydu: "Rauf B e y 'in düsünce ve görüslerinin hepsine katilirim. Gerçekten de bizde padisahliktan ve halifelikten baska bir idare sekli söz konusu olamaz."

    Ondan sonra, Fuat Pasa'nin düsüncesini ögrenmek istedim. Pasa. Moskova'dan yeni döndügünden, durumu, halkin duygu ve düsüncelerini daha yeterince incelemeye vakit bulamadigindan söz ederek, görüsülen konu üzerinde kesin bir düsünce ve görüs ileri süremeyecegini bildirdi ve özür diledi.

    Ben, karsimdakilere kisaca su cevabi verdim: "Üzerinde durdugunuz konu bugünün isi degildir. Meclis'te bazilarinin telas ve heyecana kapilmalarina da gerek yoktur.

    Rauf Bey, bu cevabimdan memnun göründü. Fakat su veya bu sekilde bu konu etrafindaki görüsmelere yine devam edildi. Aksam üzeri baslayan konusmalarimiz, bütün gece, sabaha kadar uzadi. Rauf Bey 'in bir seyi saglama baglamak istedigini hissettim. Benim hilafet ve saltanat ve ileride sahsen alabilecegim durumla ilgili olarak kendilerine söyledigim ve inandirici bulduklari sözleri bana kürsüden bizzat Meclis'e karsi söyletmek...

    Kendilerine söyledigim sözleri oldugu gibi Meclis'e karsi söylemekte de bir sakinca görmedigimi bildirdim. üstelik bu sözleri kursun kalemle bir kagit parçasina yazarak ertesi gün bir sirasini düsürüp Meclis'te söyleyecegime söz verdim. Verdigim bu sözü yerine de getirdim. Benim bu konusmam muhaliflerce, Rauf Bey 'in basarisi olarak sayilmis ve kendisi takdir edilmis...




    MECLIS'TE SALTANATIN KALDIRILAMSI GÖRÜSÜLÜRKEN RAUF BEY'E VERDIGIM ROL
    Efendiler, belki birtakim kimselere göre. Rauf Bey, üzerine aldigi görevi yerine getirmisti. Ben de açikladigim üzere, genel ve tarihi görevimin o güne ait safhasini tamamlamistim. Ancak, genel görevimin emrettigi asil noktayi hedefe ulastirmak ve uygulamaya geçmek gerektigi zaman da asla kararsizliga düsmedim. Tevfik Pasa' nin telgraflari dolayisiyla saltanati hilafetten ayirmaya ve önce saltanati kaldirmaya karar verdigim zaman, ilk yaptigim islerden biri de, derhal Rauf Bey'i, Meclis'teki odama çagirmak oldu. Rauf Bey'in, Refet Pasa 'nin evinde sabahlara kadar dinledigim düsünce ve görüslerini hiç bilmiyormusum gibi davranarak, ayakta, kendisinden su istekte bulundum: "Hilafet ve saltanati biribirinden ayirarak saltanati kaldiracagiz! Bunun dogru oldugu konusunda kürsüden bir konusma yapacaksiniz! " Rauf Bey ile bundan baska bir tek kelime konusmadik. Rauf Bey odamdan çikmadan önce, ayni maksatla çagirmis oldugum Kazim Karabekir Pasa geldi.Ondan da ayni sekilde konusmasini rica ettim.

    Efendiler, o tarihe ait Meclis tutanaklarinda görüldügü üzere, Rauf Bey, kürsüden bir iki defa görüstü ve hatta saltanatin kaldirildigi günün bayram olarak kabul edilmesi teklifini de ortaya atti.

    Burada bir nokta, kafalarda dügüm olarak kalabilir. Bana, Padisah'a bagliligi borç bildiginden, saltanat makami yerine baska nitelikte bir makamin getirilmesine çalismanin felakete ve büyük acilara yol açacagini söylemis olan Rauf Bey, benim yeni kararimi ögrendikten sonra ve hele kararimin desteklenmesi ve saltanatin kaldirilmasi için Meclis'te bir konusma yapmasini teklif etmem karsisinda, ne düsündügünü bile söylemeden boyun egmistir. Bu tutum ve davranis nasil yorumlanabilir? Rauf Bey eski inanç ve görüslerini degistirmis miydi? Yoksa bu görüsierinde esasen samimi degil miydi? Bu iki noktayi biribirinden ayirmak ve biri üzerinde kesin bir yargiya varmak güçtür.

    Efendiler, böyle süpheli bir yargida bulunmaya girismektense, durumun daha iyi anlasilmasini kolaylastiracak bazi safhalari, islemleri ve tartismalari yüksek hey'etinize hatirlatmayi tercih ederim.



    LOZAN BARIS KONFERANSI'NA TEVFIK PASA VE ARKADASLARI DA KATILMAK ISTIYORDU
    Daha önce bilginize sunmustum ki, saltanatin kaldirilmasi, Lozan Konferansi'na Istanbul'dan da bir delegeler hey'etinin davet edilmesi ve Istanbul'un, yani Vahdettin, Tevfik Pasa ve arkadaslarinin da böyle bir daveti. Türk milletinin büyük emeklerle, fedakarliklarla elde ettigi kazançlari küçültmek, belki de anlamsiz kilmak pahasina da olsa, kabul etmelerinden ileri gelmisti.

    Tevfik Pasa, önce bana bir telgraf çekti. 17 Ekim 1922 tarihli bu telgrafta, Tevfik Pasa, kazanilan zaferin, bundan böyle Istanbul ile Ankara arasinda anlasmazlik ve ikiligi kaldirmis ve milli birligimizi saglamis oldugunu yaziyordu. Yani Tevfik Pasa demek istiyordu ki "memlekette düsman kalmadi; o halde, padisah yerinde, hükümet onun yaninda; millete düsenin de bu makamlarin verecegi emirlere uymaktir. Böyle olunca da, elbette birlige engel bir sey kalmamis olur." Yalniz, Tevfik Pasa. Ankara'dan biraz daha yardim istemek akilliligini gösteriyordu. 0 da, Baris Konferansi'na Istanbul ile Ankara'nin birlikte davet edilmis olmasi dolayisiyla, daha önce benden çok gizli talimat almis bir kimsenin elden gelen sür'atle Istanbul'a gönderilmesini saglamakti (Belge: 260).

    Tevfik Pasa'ya verilmek üzere, Istanbul'da Hamit Bey'e çektigim telgraf la "Tevfik Pasa ve arkadaslarinin devletin siyasetini bulandirmaktan vazgeçmemelerinin ne büyük bir sorumluluk doguracaginin asikar bulundugunu" bildirdim (Belge: 261).

    Neyazik ki,Hamit Bey, bu telgrafin aynen Tevfik Pasa'ya bildirilmesi gerektiginde kararsizliga düsmüs, bunu kendisine gönderilen talimat sanmis; bununla birlikte bu telgrafimda yazilanlar çerçevesinde, Tevfik Pasa'ya üç gün içinde bes defa tebligatta bulunmus; hatta Tevfik Pasa ve çalisma arkadaslarinin konferansa delege göndermeleri için gazetelere, ajanslara, verilmesi gereken demecin esaslarini bildiren bir müsveddeyi bile kendilerine göndermis (Belge: 262).



    ÇIKARLARINI KIRLI BIR TAHTIN ÇÜRÜMÜS, ÇÖKMÜS AYAKLARINA SRILMAKTA BULANLAR
    Bütün çikarlarini yalniz kirli bir tahtin çürümüs çökmüs ayaklarina sarilmakta gören, Tevfik Pasa ve benzeri pasalardan kurulu Vahdettin Hükümeti'nin, gizli maksatlarini ne olursa olsun kabul ettirmekten baska hiçbir seyle ugrasmadiklari anlasiliyordu. Tevfik Pasa, bana çektigi telgrafa verilen cevaptan haberi olmadigini bildirdikten sonra, dogrudan dogruya 29 Ekim 1922 tarihli telgrafiyla ve Sadrazam ünvaniyla Meclis Baskanligi'na basvurdu (Belge: 263).

    Bu telgrafta yazilanlar, Osmanli devrinin Tevfik Pasa'larina yarasir bir biçimdeydi. Tevfik Pasa ve arkadaslari, bu telgraflarinda, kazanilan basarinin elde edilmesine hizmet ettiklerinden bahsedecek kadar cesaret gösterebilmislerdir.

    Efendiler, gayri mesru olarak, Osmanli Devlet'inin Hükümeti adini tasimak gafletinde bulunan Tevfik Pasa, Ahmet Izzet Pasa ve benzerlerinden kurulu son Osmanli Hükümeti üzerinde daha fazla durmanin bir yarari yoktur. Sözü Meclis görüsmelerine getirecegim.

    Üzerinde durdugumuz konu dolayisiyla, Meclis'te 30 Ekim 1922 günü görüsmeler basladi. Birçok konusmaci birçok seyler söyledi. Istanbul'daki Osmanli Hükümet'lerini ele aldilar. Ferit Pasa devresinden sonra Tevfik Pasa perdesinin açildigini ve bu perdeyi açanlarin idrakten yoksun, vicdandan yoksun birtakim insanlar oldugunu belirterek, bu adamlara gereken kanuni islemin yapilmasini istediler. "Böyle bir anlayista olan, yani bize bu kadar ahmakça tekliflerde bulunan kimseler -...- gerçekten Babiali'nin tarihi kimligine imzasini koyan ve her seyden çok oraya bagli olan sahislardir.. ." dediler.

    Istanbul'da hükümet adini ve kimligini takinan adamlarin; Hiyanet-i Vataniye Kanunu'na göre cezalandirilmalanni isteyen önergeler okundu.

    Efendiler, Osmanli Imparatorlugu'nun yikilmis oldugunu, yeni bir Türkiye Devleti'nin dogdugunu, Teskilat-i Esasiye Kanunu geregince hakimiyet haklarinin millete ait bulundugunu ifade eden bir önerge hazirlandi. Sekseni askin arkadasa imza ettirildi. Bu önergede benim de imzam vardir.

    Bu önerge okunduktan sonra, ciddi olarak muhalif duruma geçenlerin basinda iki kisi vardi. Bunlardan biri Mersin Milletvekili bulunan Salahattin Bey'dir. Ikincisi, Izmir'de asilan Ziya Hursit'tir. Bunlar Saltanat'in kaldirilmamasi görüsünde olduklarini açikca belirttiler.


    OSMANLI SALTANATININ KALDIRILMASI KARARININ VERILDIGI GÜN, TESKILAT-I ESASIYE, SER'IYE VE ADLIYE KOMISYONLARININ ORTAK TOPLANTISI
    Efendiler, 31 Ekim 1922 günü Meclis toplanmadi. 0 gün Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantisi oldu. Bu toplantida, Osmanli Saltanati'nin kaldirilmasinin zaruri oldugunu anlattim. 1 Kasim 1922 günü yapilan Meclis toplantisinda, ayni konu uzun tartismalara ugradi. Meclis'te de genis bir konusma yapmak geregini duydum (Belge: 264).Islam ve Türk tarihinden örnekler vererek hilAfet ve saltanatin ayrilabilecegini, milli hakimiyet ve saltanat makaminin Türkiye Büyük Millet Meclisi olabilecegini, tarihi olaylara dayanarak açikladim. Hülagü'nün Halife Mu'tasim'i idam ettirerek yer yüzünde hilafete fiilen son verdigini ve 1517'de Misir'i alan Yavuz, ünvani halife olan bir mülteciye önem vermeseydi, hilafet ünvaninin günümüze kadar miras kalmis bulunamayacagini anlattim.

    Bundan sonra bu konu ile ilgili önergeler üç komisyona, Teskilat-i Esasiye, Ser'iye ve Adliye Komisyonlari'na gönderildi. Bu üç komisyon üyelerinin bir araya gelip, konuyu bizim güttügümüz maksada uygun bir çözüme baglamasi elbette güçtü. Durumu yakindan ve bizzat takip etmek gerekti.

    KARMA KOMISYONA ANLATTIGIM GERÇEK
    Üç komisyon bir odada toplandi. Baskanligina Hoca Müfit Efendi'yi seçti. Konuyu görüsmeye basladilar. Ser'iye Komisyonu'nda bulunan hoca efendiler, hilafetin saltanattan ayrilamayacagini, bilinen safsatalara dayanarak iddia ettiler. Bu iddialarin yersizligini ortaya koyup çürütmek için serbestçe konusabilecek olanlar ortaya çikar görünmediler. Biz, çok kalabalik olan bu odanin bir kösesinde tartismalari dinliyorduk. Bu sekildeki görüsmelerin istenilen sonuca varmasini beklemek bosunaydi. Bunu anladik. Sonunda, karma komisyon baskanindan söz istedim. Önümüzdeki siranin üstüne çiktim. Yüksek sesle su konusmayi yaptim: "Efendim, dedim, hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafindan, hiç kimseye ilim geregidir diye, görüsme ve tartismayla verilmez. Hakimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alinir. Osmanogullari, zorla Türk milletinin hakimiyet ve saltanatina el koymuslardir. Bu zorbaliklarini alti yüzyildan beri sürdürmüslerdir. Simdi de Türk milleti bu saldirganlara isyan ederek ve artik dur diyerek, hakimiyet ve saltanatini fiilen kendi eline almis bulunuyor. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan, millete saltanatini, hakimiyetini birakacak miyiz, birakmayacak miyiz meselesi degildir. Mesele, zaten oldubitti haline gelmis olan bir gerçegi kanunla ifadeden ibarettir. Bu mutlaka olacaktir. Burada toplananlar. Meclis ve herkes meseleyi tabii olarak karsilarsa, sanirim ki uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek, usulüne uygun olarak ifade edilecektir. Fakat, belki de bazi kafalar kesilecektir.

    Isin ilim yönüne gelince, hoca efendilerin merak ve endiseye kapilmalarina yer yoktur. Bu konuda "ilmi açiklamalarda bulunayim" dedim ve uzun uzadiya birtakim açiklamalar yaptim. Bunun üzerine, Ankara milletvekillerinden Hoca Mustafa Efendi, "Affedersiniz efendim, dedi, biz konuyu baska bakimdan ele aliyorduk; açiklamalarinizla aydinlandik" dedi. Konu karma komisyonca çözüme baglanmisti.

    OSMANLI SALTANATI'NIN YIKILIS VE GÖÇÜS MERASIMININ SON SAFHASI



    Sür'atle kanun tasarisi hazirlandi. O gün Meclis'in ikinci oturumunda okundu. Ad okunarak oya konmasi teklifine karsi, kürsüye çiktim. Dedim ki, "Buna gerek yoktur. Memleket ve milletin istiklâlini ebedî olarak koruyacak ilkeleri, yüce Meclis'in oy birligi ile kabul edecegini sanirim." "Oya" sesleri yükseldi. Sonunda, baskan oya sundu ve "oybirligi ile kabul edilmistir" dedi. Yalniz olumsuzluk bildiren bir ses isitildi:"Ben muhalifim!" Bu ses "söz yok" sesleriyle boguldu. Iste Efendiler, Osmanli Saltanati'nin yikilis ve göçüs merasiminin son safhasi böyle geçmistir.


    HAIN VAHDETTIN BIR INGILIZ HARP GEMISIYLE ISTANBUL'DAN KAÇIYOR



    17 Kasim 1922 tarihli resmî bir telgrafin ilk cümlesi suydu : "Vahdettin Efendi bu gece saraydan ayrilmistir. " Bu telgrafin bir iki cümlesini daha 18 Kasim 1922 gününe ait Meclis tutanaklarinda okumussunuzdur. Fakat telgrafin aslinda, bu ayrilisa kimlerin yardim etmis olabileceginden, kutsal emanetlerin nasil korunacagindan ve daha baska hususlardan bahseden alt tarafi da vardir.
    Ayni gün Meclis'te okunmus bir mektup suretiyle ona ekli -ajans- larla yayinlanmis bir bildiri suretini de zabitlardan bir daha okuyalim :
    17.11.l922

    Mektup Sureti
    Bir nüshasini ilisik olarak sundugum resmi bildiride açiklandigi gibi, Zâtisâhâne, Ingiltere'nin koruyuculuguna siginarak bir Ingiliz harp gemisiyle Istanbul'dan ayrilmistir....
    Imza : Harrington

    Mektuba Ekli Bildiri Sureti
    Resmen bildirilir ki, Zâtisâhâne, bugünkü durum karsisinda hürriyet ve hayatini tehlikede gördügünden, bütün Müslümanlarin halifesi sifatiyla Ingiliz himayesini ve ayni zamanda Istanbul'dan baska bir yere götürülmesini istemistir. Zâtisâhâne'nin istegi bu sabah yerine getirilmistir. Türkiye'deki Ingiliz Kuvvetleri'nin Baskomutani General Sir Charles Harrington, (Sör Çarlz Harrington) Zâtisâhâne'yi almaya giderek bir Ingiliz harp gemisine kadar kendisine eslik etmis ve Zâtisâhâne, vapurda Akdeniz Filosu Genel Komutani AmiralSir De Brook (Sör Bruk) tarafindan karsilanmistir. Ingiliz Fevkalâde KomiserVekili Sir Newill Henderson, Zâtisâhâne'yi gemide ziyaret ederekKral Besinci George' a bildirilmek üzere arzularini sormustur.
    General Harrington'un Ulviye Sultan adindabir hanima gönderdigi Fransizca bir mektup da vardir. Bu mektup, hiçbir karsilik verilmemis oldugu notuyla Refet Pasa' ya gönderilmis.O da, 25 Kasim 1922 tarihinde bize bir suretini göndermisti. Fransizca mektubun bize gönderilen Türkçe sureti sudur :
    Sultan Hanimefendi Hazretleri,
    Su siralarda Malta'ya yaklasmakta olan Padisah Hazretleri'nden, ailesinindurumu hakkinda bilgi rica eden bir telsiz aldim. Bu konuda, geçen CumartesiYildiz'dan bilgi almis ve Kadinefendi Hazretleri'nin saglik ve nes'elerinin yerindeoldugunu ögrenmis ve derhal Zâtisâhâne'ye arz etmistim. Eger Padisah Hazretleri'nin aileleri hakkinda yeni bilgiler lutfederseniz, onu da derhal Zâtisâhâne'yesunmakla mutluluk duyarim. Zâtisâhâne'nin içinde bulunduklari güçlükler dolayisiyla, en samimî dileklerimi Kadinefendi Hazretleri'ne ve pek muhterem ailelerine sunmama izin vermenizi ve en derin saygi ve tazimlerimin kabulünü rica edcrim.
    Imza : Harrington

    Efendiler, bu son mektup, üzerinde durulmaya deger nitelikte degildir. Bundan baska, General Harrington' un, Istanbul'daki askerî memurumuza yazdigi mektup ile ekinde yazilanlar üzerinde görüs belirtmeyi de gereksiz bulurum.


    ASIL BIR MILLETI UTANILACAK BIR DURUMA DÜSÜREN SEFIL



    Kamuoyunu gerçek durumla karsi karsiya birakmayi tercih ederim. O zaman, Saltanat'i atadan ogula geçirmek gibi yanlis bir usulün sonucu olarak, büyük bir makam, tantanali bir ünvan kazanabilmis birsefilin, gururu çok yüksek asil bir milleti nasil utanilacak bir duruma düsürebilecegi kendiliginden anlasilir.
    Gerçekten de, her ne sebeple ve ne sekilde olursa olsun, Vahdettin gibi hürriyetini ve hayatini milleti içinde tehlikede görebilecek kadar âdi bir yaratigin, bir dakika bile olsa, bir milletin basinda oldugunu düsünmek ne hazindir! Sükre deger bir durumdur ki, bu alçak, mirasina kondugu Saltanat makamindan millet tarafindan atildiktan sonra, alçakligini sonuna kadar getirmis oluyor. Türk milletinin bu iste önce davranmasi elbette takdire deger.
    Âciz, âdi, duygu ve anlayistan yoksun bir yaratik, kendisini kabul eden herhangi bir yabancinin koruyuculuguna siginabilir; ancak, böyle bir yaratigin bütün Müslümanlarin Halifesi sifatini tasidigini ifade etmek elbette dogru degildir. Böyle bir düsünce tarzinin dogru olabilmesi, öncelikle, bütün Müslüman milletlerin esir olmalari sartina baglidir. Halbuki, dünyada gerçek böyle midir? Biz Türkler, bütün tarihimiz boyuncahürriyet ve istiklâle sembol olmus bir milletiz! Degersiz hayatlarini ikibuçuk gün daha fazla ve sefilce sürükleyebilmek için, her türlü düskünlüge katlanmakta bir sakinca görmeyen halifeler oyununu da sahneden kaldirabildigimizi gösterdik. Böylece, devletlerin, milletlerin biribirleriyle olan iliskilerinde, sahislarin, özellikle bagli bulunduklari devlet ve milletin zararina da olsa sahsî durumlarindan ve kendi hayatlarindan baska birsey düsünemeyecek pespavelerin herhangi bir önemi olamayacagi seklindeki bilinen gerçegi bir defa daha ortaya koymus olduk.
    Milletler arasindaki iliskilerde mankenlerden yararlanma yöntemineragbet etme devrine son vermek medenî dünyanin samimî bir dilegi olmalidir.


    ABDÜLMECIT EFENDI'NIN BÜYÜK MILLET MECLISI'NCE HALIFE SEÇILMESI



    Saygideger Efendiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi' nce kaçak Halife'nin halifeligi kaldirildi. Yerine. sonuncu halife olan Abdülmecit Efendi seçildi. Meclis'çe, yeni halife seçilmeden önce, seçilecek sahsin da padisahlik sevda ve davasina katilarak, herhangi bir yabanci devlete siginmasi ihtimalini ortadan kaldirmak gerekiyordu. Bunun için Istanbul'da bulunan görevlimiz Refet Pasa' ya, Abdülmecit Efendi ile görüserek ve hattâ elinden Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hilâfet ve saltanatla ilgili kararini tamamen kabul ettigini bildiren bir belge alarak göndermesini yazdim. Bu yazdiklarim yapilmistir.
    18 Kasim 1922 günü, Istanbul'da Refet Pasa' ya bir sifreli telgrafla verdigim talimatta baslica su noktalari belirtmistim : "Abdülmecit Efendi, Halife-i Müslimîn ünvanini kullanacaktir. Bu ünvana baska bir sifat ve kelime eklenmeyecektir. Islâm dünyasina duyurulmak üzere hazirlayacagi bir bildiriyi, sizin araciliginizla önce bize sifre olarak bildirecektir. Bu bildiri, onaylandiktan sonra yine sifre ile ve sizinaraciliginizla kendisine bildirilecek, ondan sonra yayinlanacaktir. Bu bildiri metninde baslica su noktalar yer alacaktir :
    a) Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kendisini halifelige seçmesinden dolayi memnun oldugu açikça söylenecektir.
    b) Vahdettin Efendi' nin hareket tarzi etrafli olarak ele alinip kötülenecektir.
    c) Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun 10. maddesine kadar olan hükümleri, uygun bir biçimde açiklanarak ve önemli olan ifadeleri oldugu gibi tekrarlanarak Türkiye Devleti'nin, Büyük Millet Meclisi'nin ve Hükumeti'nin kendine has niteliginin ve idare seklinin Türk halki ve bütün Islâm dünyasi için en yararli ve en uygun rejim oldugu belirtilip tespit edilecektir.
    d) Türkiye millî halk hükumetinin geçmisteki hizmetlerinden veyararli çalismalarindan övücü bir dille bahsedilecektir.
    e) Bu bildiride, belirtilen noktalar disinda, siyasî sayilabilecek birnokta ve düsünce söz konusu edilmeyecektir.
    19 Kasim 1922 tarihli açik bir telgrafla da, Abdülmecit Efendi' ye : "Türkiye Devleti'nin hâkimiyetini kayitsiz sartsiz millete veren Teskilât-i Esasiye Kanunu geregince, yürütme gücü ve yasama yetkisi kendisinde belirmis ve toplanmis bulunan, milletin tek ve gerçek temsilcilerinden kurulu Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 1 Kasim 1922 tarihinde oybirligi ile kabul ettigi gerekçe ve ilkeler çerçevesinde ve Yüce Meclis'in 18 Kasim 1922 tarihli oturumunda halifelige seçilmis oldugunu bildirdim.
    19 Kasim 1922 tarihli bir sifreli telgrafla Refet Pasa, çektigimiz telgraflara cevap veriyordu. Abdülmecit Efendi : "imzasinin üstünde Halife-i Müslimîn ve Hâdimü'1-Haremeyn ünvanlarinin bulunmasinin ve Cuma selâmliginda hil'ât giymesinin ve Fatih' inki gibi bir sarik sarinmasinin mümkün ve uygun olacagi görüsünüileri sürmüs. Islâm dünyasina yayinlayacagi bildiri metninde, Vahdettin Efendi hakkinda bir sey söylemeyecegini bildirmis. Bildiri Istanbul gazetelerinde yayinlanirken, Türkçesi ile birlikte Arapçaya çevrilmis ve metninin de yayinlatilmasi görüsünü ortaya atmis.
    Refet Pasa' ya, 20 Kasim 1922 günü makine basinda verdigim cevapta, "Halife-i Müslimîn" ünvaniyla birlikte "Hâdimü'1-Haremeyni's-serifeyn" ünvaninin kullanilmasini da uygun buldugumu söyledim. Cumatöreninde Fatih' in kiyafetine girmesini uygunsuz buldum. Redingot veya istanbulin giyebilecegini, askerî üniformanin elbette söz konusu olamayacagini bildirdim. Yayinlanacak bildiride, Vahdettin' in adisöylenmeden eski halifenin manevî sahsiyetinin ve zamaninda düsülen kötü durumun dile getirilmesinin gerekli oldugunu bildirdim.
    ABDÜLMECIT EFENDI, BABASININ ADI DOLAYISIYLA DA OLSA "HAN" ÜNVANINDAN VAZGEÇEMIYOR



    Refet Pasa'dan, 20 Kasim I922'de aldigim sifreli telgrafin birinci maddesinde, Refet Pasadiyordu ki, Abdülmecit Efendi' nin 29 Rebiülevvel tarihli yazisinin altinda "Halife-i Resulullah Hâdimü'1-Haremeyni's-Serifeyn" ünvaninin altinda "Abdülmecid Bin Abdülazîz Han" ) imzasi kullanilmistir.
    Efendiler, yaptigimiz uyariyi iyi karsiladigini bildirmis olan Abdülmecit Efendi, "Halife-i Müslimîn" yerine "Halife-i Resîilullah" ve babasinin adi dolayisiyla "Han" ünvanlarini kullanmaktan kendini alamamistir. Birtakim düsünceler ileri sürdükten sonra da, Vahdettin'le ilgili demeçten vazgeçtigini, çünkü baskasinin kötü islerini dile getirmek seklinde bile olsa, bu türlü demeçlerin kendi prensip ve karakterineagir geleceginin asikâr oldugunu bildirmis. Bu nokta telgrafin ikincimaddesinde yer almisti, Telgrafin üçüncü maddesi, benim Meclis Baskani sifatiyla kendisine, halifelige seçildigini bildiren telgrafima yazdigi cevap niteliginde idi. Bu cevapta : "Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi Baskani Maresal Gazi Mustafa Kemal Pasa Hazretleri'ne diye, dogrudan dogruya sahsima hitap eden bir baslik kullanilmisti. Dördüncü maddede, Islâm dünyasina duyuracagi bildiri suretivardi. Bu bildirinin yazildigi Istanbul'un "Dârü'1-Hilâfetü'1-Âliyye" oldugu da özenle belirtilmisti.
    21 Kasim 1922 tarihli bir telgrafta : "Halife-i Resulûllah yerine dahaönce de bildirdigimiz gibi Halife-i Müslimîn denilecektir" dedik. Kendisine, halife seçildigini bildiren telgrafimiza verecegi cevabin sahsima degilTürkiye Büyük Millet Meclisi Baskanligi'na yazilmasini hatirlattik. Yazilarinda siyasî ve genel konularla ilgili kelimelerin bulundugunu, bunlardan kaçinilmasi gerektigini bildirdik.
    Efendiler, önemsiz ayrintilar gibi sayilmasi pek mümkün olan buaçiklamalarimla isaret etmek istedigim asil nokta sudur : Ben, sahis hâkimiyetine dayanan saltanatin kaldirilmasindan sonra, baska ünvanla ayni nitelikle bir makamdan ibaret olmasi gereken hilâfetin de ortadan kaldirilmis oldugunu kabul ediyordum. Bunun, elverisli bir zaman ve firsatta açiklanmasini tabiî buluyordum. Halife seçilen Abdülmecit Efendi' nin bu gerçekten büsbütün habersiz oldugu iddia edilemez. Özellikle ,kendisinin Halife ünvaniyla saltanat sürmesinin imkân ve sartlarini hazirlayip saglayabileceklerini hayal edenlerin varligi düsünülürse, Abdülmecit Efendi' nin ve tabiî taraftarlarinin saf ve gafil olduklari zannina kapilmak hiç de dogru olamazdi.

    HALIFE OLACAK ZATIN SIFAT VE YETKISI NE OLACAKTI



    Simdi, arzu buyurursaniz, Halife seçimi dolayisiyla Meclis'in 18 Kasim 1922 günlü gizli oturumlarinda geçen görüsmelerle ilgili kisa bir bilgi vereyim :
    Meclis'te konuyu pek ciddî ve önemli sayanlar vardi. Özellikle hoca efendiler, kendi ihtisaslari ile ilgili bir konu bulduklarindan çok dikkatli ve uyanik idiler. Bir halife kaçmis. .. Onu makamindan indirmek ve yenisini seçmek... Sonra, yenisini Istanbul'da birakmayip Ankara'ya getirmek. . . Milletin ve devletin yakindan basina geçirmek. . . Kisacasi, Halife' nin kaçmasi yüzünden Türkiye'de ve bütün Islâm dünyasinda karisiklik çikmis veyahut çikacakmis... Onun için tedbirler alinmali imis... seklinde düsünceler, endiseler ortaya atiliyordu.
    Bazi konusmacilar da halife olacak zatin sifat ve yetkisinin ne olacagini tespit gereginden söz ediyorlardi.
    Görüsme ve tartismalara ben de katildim. Konusmalarimin çogu, ileri sürülen düsüncelere cevap niteliginde idi. Söylediklerimin özü su cümlelerde toplaniyordu :
    Bu konu fazlasiyla tartisilip tahlil edilebilir. Ancak, tartisma ve tahlillerde ne kadar ileri gidersek, konuyu çözüme baglamakta da o kadar güçlük ve gecikmelere ugrariz. Yalniz, su noktaya hepinizin dikkatini çekerim. Bu Meclis, Türk halkinin Meclisidir. Bu Meclis'in sifat ve yetkileri yalniz ve ancak Türk halkinin ve Türk vataninin varligi ve kaderi ile ilgili ve onlar üzerinde etki yapabilir. Meclisimiz, kendi kendine bütün Islâm dünyasini içine alan bir güç ve kudrete sahip olamaz Efendiler! Türk milleti ve onun temsilcilerinden kurulmus bulunan Meclis'imiz kendi varligini, halife ünvanini tasiyan veya tasiyacak olan bir zatin eline veremez ve vermeyecektir Efendiler! Bundan dolayi Islâm dünyasinda karisiklik varmis veyahut olacakmis. Bunlarin hepsi anlamsiz ve yalan sözlerdir. Kim söylemisse yalan söylemistir, yalan söylüyor."
    Bu sözüme itiraz eden bir zata cevap verdim ve açikça dedim ki :
    - Sen yalan söyleyebilirsin, yaratilisin buna elverislidir!
    Efendiler, ortaligi gürültüye vermenin geregi olmadigini açikladiktan sonra, dedim ki : "Bizim dünya gözündeki en büyük güç ve kudretimiz, yeni sekil ve mahiyetimizdir. Hilâfet makami esaret altinda olabilir. Halife ünvanini tasiyanlar, yabancilara siginabilirler. Düsmanlar ve halifeler elele verip her seyi yapabilecek bir isbirligine girisebilirler. Fakat yeni Türkiye'nin rejimini, politikasini ve kuvvetini hiç bir sekilde sarsamazlar .


    TÜRK HALKI KAYITSIZ VE SARTSIZ HAKIMIYETINE SAHIPTIR



    Türk halkinin kayitsiz ve sartsiz hâkimiyetine sahip oldugunu bir defa daha ve kesinlikle tekrar ediyorum. Hâkimiyet, hiçbir anlamda, hiçbir sekilde, hiçbir renk ve hiçbir kilavuzlukta ortaklik kabul etmez. Ünvani ister halife ister baska bir sey olsun, hiç kimse bu milletin kaderine ortak çikamaz. Millet buna kesinlikle müsaade edemez. Bunu teklif edecek hiçbir milletvekili bulunamaz. Bunun içindir ki, kaçmis olan Halife'nin Halifeligine son verip, yenisini seçmek ve bu konu ile ilgili bütün islemlerde belirttigim görüsler çerçevesinde hareket etmek zarurîdir. Baska türlüsüne kesinlikle imkân yoktur.
    Saygideger Efendiler, biraz tartismali ve gürültülü olmakla birlikte, yapilacak islem üzerinde Meclis'te çogunlukla görüs birligi saglandi. Ondan sonraki sonuç da yüksek malûmunuzdur.
    Saltanatin kaldirilmasi üzerine, Istanbul'da hükûmet adini tasiyan Tevfik ve Izzet Pasa' larla arkadaslarinin Saray'a istifalarini nasil verdiklerinden; Istanbul'un yönetimini düzene sokmak için verdigimiz talimat ve emirlerden de söz ederek yüksek hey'etinizi yormayi yararli bulmuyorum.
    LOZAN BARIS KONFERANSI



    Lozan Konferansi genel toplantisi 21 Kasim 1922 günü yapilmistir. Bu konferansta Türkiye Devleti'ni Ismet Pasa Hazret1eri temsil etti. Trabzon Milletvekili Hasan Bey ve Sinop Milletvekili Riza Nur Bey, Ismet Pasa' nin baskanligindaki delegeler hey'etini olusturuyordu.
    Hey'etimiz, Kasim 1922 baslarinda Lozan'a gitmek üzere Ankara' dan ayrildi.
    Efendiler, iki dönemden ibaret olup sekiz ay devam eden Lozan Konferansi ve sonucu dünyaca bilinen bir husustur.
    Bir süre Ankara'da Lozan Konferansi görüsmelerini takip ettim. Görüsmeler hararetli ve tartismali geçiyordu. Türk haklarini taniyan olumlu bir sonuç görülmüyordu. Ben bunu pek tabiî buluyordiim. Çünkü, Lozan baris masasinda ele alinan meseleler yalniz üç dört yillik yeni devreye ait ve onunla sinirli kalmiyordu. Yüzyillarin hesabi görülüyordu. Bu kadar eski, bu kadar karisik ve bu kadar kirli hesaplarin içinden çikmak, elbette, o kadar basit ve kolay olmayacakti.
    Efendiler, bilindigi üzre, yeni Türk Devleti'nin yerini aldigi Osmanli Devleti, Uhud-i Atîka adi altinda birtakim kapitülasyonlarin esiri idi. Hristiyan halkin birçok haklari ve ayricaliklari vardi. Osmanli Devleti, Osmanli ülkesinde oturan yabancilara karsi yargi hakkini uygulayamazdi; Osmanli vatandaslarindan aldigi vergiyi, yabancilardan almasi engellenmis bulunuyordu. Devletin varligini kemiren ve kendi sinirlari içinde yasayan azinliklarla ilgili tedbirler almasi mümkün degildi.
    Osmanli Devleti, kendisini kuran temel unsurun, Türk milletinin, insanca yasamasini saglayacak tedbirleri alma bakimindan da engellenmisti; memleketi imar edemez, demiryolu yaptiramazdi. Hattâ okul yaptirmakta bile serbest degildi. Bu gibi durumlarda yabanci devletler hemen ise karisirlardi.
    Osmanli hükümdarlari ve çevresindeki yakinlari debdebe ve gösteris içinde yasayabilmek için memleket ve milletin bütün servet kaynaklarini kuruttuktan baska, milletin her türlü çikarlarini feda etmek, devletin haysiyet ve serefini ayaklar altina almak suretiyle birçok dis borçlar yapmislardi. O kadar ki, devlet bu borçlarin faizlerini bile ödeyemeyecek duruma gelmis, dünya gözünde "müflis" sayilmisti.


    OSMANLI DEVLETI'NIN DÜNYA GÖZÜNDE HIÇBIR DEGERI KALMAMISTI



    Efendiler, mirasçisi oldugumuz Osmanli Devleti'nin dünya gözünde hiçbir degeri, fazileti ve haysiyeti kalmamisti. Devletlerarasi hukukun disinda tutulmus, sanki, himaye ve korunmaya muhtaç bir duruma gelmis gibi kabul ediliyordu.
    Geçmisteki hosgörürlügün ve yapilan yanlislarin sorumlusu biz olmadigimiza göre, yüzyillarin birikmis hesaplari bizden sorulmamak gerekirken, bu konuda da dünya ile karsi karsiya gelmek bize düsmüstü. Milleti ve memleketi gerçek istiklâl ve hâkimiyetine sahip kilmak için, bu güçlüge ve fedakârliga da katlanmak bizim üzerimize yüklenmisti. Ben, mutlaka olumlu bir sonuç alinacagindan emindim. Türk milletinin varligi için, istiklâli için, hâkimiyeti için ne pahasina olursa olsun elde etmeye ve saglamaya mecbur oldugu haklarin dünyaca taninacagindan asla süphem yoktu. Çünkü, gerçekte bu haklar, kuvvetle, liyakatle fiilî ve maddî olarak elde edilmisti. Konferans masasinda istedigimiz, zaten elde edilmis olan bu haklarin usulünce ifade ve onaylanmasindan baska bir sey degildi. Isteklerimiz, açik ve tabiî haklarimizdi. Bundan baska, haklarimizi kazanmak ve korumak için kudretimiz de vardi; kuvvetimiz de yeterliydi. En büyük kuvvetimiz, en güvenilir dayanagimiz millî hâkimiyetimizi kavramis, onu fiilî olarak halkin eline vermis ve halkin elinde tutabilecegimizi fiilen ispatlamis olmamizdi.
    Iste bu düsüncelerle, konferansin gidisini sogukkanlilikla takip ediyor ve ortaya çikan tersliklere gereginden fazla önem vermiyordum.


    HALKIN IÇINDE BULUNDUGU PSIKOLOJIYI, DÜSÜNCE EGILIMLERINI BIR DAHA INCELEMEK IÇIN HALKLA YAKINDAN TEMASA GEÇMEK



    Efendiler, saltanatin kaldirilmasi ve hilâfet makaminin yetkisiz kalisi üzerine, halk ile yakindan temasa geçmek, halkin içinde bulundugu psikolojiyi, düsünce ve egilimlerini bir daha incelemek önem kazaniyordu. Bunun disinda, Meclis, son yilina girmis bulunuyordu. Yeni seçim dolayisiyla, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ni siyasî bir parti durumuna getirmeye karar vermistim. Baris gerçeklesince, cemiyet teskilâtimizin, siyasî bir partiye dönüsmesini gerekli buluyordum. Bu konuda da dogrudan dogruya halk i1e görüsüp konusmayi yararli sayiyordum. Zaferden sonra egitimle ugrasmaya baslamis olan ordumuzu da yakindan görmek istiyordum. Iste bu maksatlarla Bati Anadolu'da bir gezi yapmak üzere, 14 Aralik 1923 tarihinde Ankara'dan hareket ettim,
    Eskisehir'den baslayarak, Izmit, Bursa, Izmir ve Balikesir'de, halki uygun yerlerde toplayarak uzun sohbetlerde bulundum. Halkin, bana, diledikleri gibi serbestçe sorular sormasini istedim. Sorulan sorulara cevap olmak üzere, alti saat, yedi saat süren konferanslar verdim.
    Saygideger Efendiler, hemen her yerde halkin anlamak istedigi hususlardan dikkati çeken noktalar sunlardi :
    Lozan Konferansi ve sonucu, millî hâkimiyet ve hilâfet makami, bunlarin durumlari ve iliskileri; bir de kurmak niyetinde oldugum anlasilan siyasî parti...
    Lozan Konferansi görüsmelerini, her yerde, özetleyerek oldugu gibi anlatiyordum. Olumlu sonuç alinacagi hakkindaki inancimi da belirterek milletin endisesini gidermeye çalisiyordum.
    MILLI HAKIMIYET ILE HILAFET MAKAMININ DURUMLARI VE ILISKILERI



    Halkin, millî hâkimiyet ve hilâfet makaminin durumlari ile bunlarin iliskileri konusunda merak ve endiseye kapilmakta hakki vardi. Çünkü, Meclis 1 Kasim 1922 tarihli karariyla, sahis hâkimiyetine dayanan devlet seklinin 16 Mart 1920 tarihinden baslayarak ve ebedî olarak tarihe karistigini ilân ettikten sonra, birtakim Sükrü HocaIar Müslüman kamuoyu süphe ve üzüntülere düsmüstür diyerek hareket ve faaliyete geçtiler. Bunlar : Hilâfet demek hükûmet ('93) demektir. Hilâfetin hak ve görevlerini yok etmek hiç kimsenin, hiç bir meclisin elinde degildir dâvâsini ortaya atmislardi. Meclis'in, milletin ortadan kaldirdigi sahis saltanatini, hilâfet makaminda devam ettirmek ve Padisah'in yerine Halife'yi geçirmek sevdasina düsmüslerdi.Gerçekten de gerici bir grup, Afyonkarahisar Milletvekili Hoca Sükrü imzasiyla Islâm Hilâfeti ve Büyük Millet Meclisi adiyla bir brosür yayinladi. Bu brosürün, Ankara'da 15 Ocak 1923 tarihinde yayinlandigi ve bütün milletvekillerine dagntildigi bana Izmit'te bildirildi. Brosürün üzerine sadece 1339 ( 1923 ) yili yazilmisti. Fakat, brosürün daha ben Ankara'da iken hazirlanip bastirildigi ve benim Ankara'dan ayrilis tarihim olan 14 Ocak 1923 gününün ertesixLde ortaya çikarildigi anlasilmisti.Sükrü Efendi Hoca ve arkadaslari, Halife Meclis'in, Meclis Halifenindir safsatasiyla, Millet Meclisi'ni Halife'nin danisma kurulu ve Halife'yi Meclis'in, dolayisiyla devletin baskani gibi göstermek ve kabul ettirmek istemislerdir.


    HALIFE OLAN ZATI ÜMITLENDIRECEK BAGLILIK GÖSTERILERI



    Efendiler, Halife bulunan zati ümitlendirecek bazi baglilik gösterileri de dikkati çekiyordu. Gizli olarak yapilan baglilik gösterileri ise, bizim disardan tahmin ettiklerimizden daha fazla imis. Bu konuda bir fikir vermis olmak için, o siralarda Istanbul ve Trakya'da görevli memurumuz ve temsilcimiz olan Refet Pasa'nin, o günlerde, Halife'ye Konya adindaki bir ati sunmasi dolayisiyla, kendi kardesi ve ayni zamanda yaveri Rifat Beye yazdigi bir sifreli telgrafla, bu telgrafa Halife'nin basyaveri vasitasiyla verdigi cevabi oldugu gibi bilginize sunacagim : Sifre Rifat Bey'e 5.1.1923 Konva'yi Halife Hazretleri'ne sunmak için getirmistim. Yalniz simdi ne durumda oldugunu görmedim. Cesaret edemiyonim. Istanbul'da iyi bir hayvan bulunmayacagini anladigim için, Halife Hazretleri'nin basyaverlerinden de hayvan satin alinmasi hususunda acele etmemelerini rica etmistim. Hayvanm Halife Hazretleri tarafindan begenilmesini Tanri'nin bir lütfü sayiyoruin. Büyük bir cür'etkârlik olacagini bilmekle birlikte, Istiklâl Savasi'nin tarihî bir hâtirasi oldugu için,eski sadik bir askerin gazâ yadigân olarak sundugu Konya'nin Halife Hazretleri tarafindan lûtfen kabulünü ve Halife Hazretleri'nin en içten gelen baglilik duygulanriyla ellerini öptügümün Halife Hazretleri'ne duyurulmasina araci olmalarini Basyaver Sekip Bey'den rica ederim.Konya'yi ve bu sifreyi Sekip Bey'e hemen teslim ediniz. Refet T.1.1923 Trakya Fevkalâde Temsilcisi Refet Pasa Hazretleri'ne Saygiyla arz ederim : Pek sayin kardesiniz Rifat Bey'in teslim ettigi yüce sahsinizdan gelen telgrafi Halife Hazretleri Efendimiz'e arz ettim. Peygamber vekili olan Halife Hazretleri, gerek bir defa daha ifade buyurulan içten baglilik duygularindan gerek kendilerine sunulan Konya adindaki hayvandan dolayi pek hosnut ve mütesekkir kaldilar. Aziz vatanimizin istiklâlini korumak gibi pek kutsal ve yüce bir gayenin elde edlimesine çalisan büyük siinalar arasinda seçkin bir yeri olan yüksek sahsiyetlerinin de yigitlik ve fedakârlik gösterdikleri er meydanlarindan bIrinin adiyla anilan bu sevimli ve güzel ata sahip olmakla iftihar ettiler, Yüce Cebrail, kâinatin serefi Peygamberimiz Hazretleri'ne (S.A.S.)'in peygamberligi bildirdigi gibi, zâtidevletiniz de Halife Hazretleri'ne Peygamberin vekili oldugunu bildirdiginizden dolayi, yüksek sahsiyetiniz, kendilerine bütün ömürlerinin en mutlu ve kutsal bir olayini her zaman hatirlatacaktir. Yüksek sahsiyetlerinin bu aziz hâtiraya kansmis olmalan dolayisiyla, sik sik ve içten gelen bir sevgi ile hatirlanacaklan zaten belli iken, bir de her gün, alisildigi üzere tatli Sabâ Rüzgâri (95) gidisli bu ata binildikçe, yüksek sahsiyetlerinin degerli hâtirasi yeniden anilacak ve canlanacaktir. Su satirlarla, Halife Efendimiz'in gerçekten tertemiz ve degerbilir duygulanna ne dereceye kadar tercüman olabildigimi kestiremem. Bunu basaramadiysam. eksigimi, Bati,devletlerine, Halife Hazretleri'nin bizzat göstermis ve ifade buyurmus olduklan babaca sevgi ve oksayislar daha önceden telâfi etmistir, kanaatiyla avunmaktayim. Bu vesileyle ve sonuÇ olarak size, Tanri'nin gölgesi ve Peygamber'in vekili Halife Hazretleri'nin özel selâmlanni ve hayir dualarini bildirmek ve müjdelemekle seref duyar, üstün saygilanmin kabulünü ricaederim, Efendim fiazretleri. Sekip Hakki Basyaver (Bu yazismalari ve karsilikli sevgi gösterilerini, biz ancak hilâfetin kaldirilmasindan ve Halife'nin soyuivdan gelen kimselerin memleketten çikarilmasindan sonra tesadüf eseri olarak ögrenebildik.)
    DIN OYUNU AKTÖRLERI HALIFE'YI BÜTÜN ISLAM DÜNYASINA HÜKÜMDAR YAPMAK ISTIYORLARDI



    Sunu arz etmeliyim ki, Sükrü Efendi Hoca ile,onu ve imzasini ileri süren politikacilar, sultan veya padisah ünvanini tasiyan bir hükümdar yerine, ünvani halife olan bir hükümdar koyarak konusmuslar ve iddialarda bulunmuslardi. Yalniz su farkla ki, herhangi bir memleket ve milletin hükümdari yerine, dünyanin dört bucaginda kitleler halinde yasayan, türlü türlü irktan üç yüz milyonluk bir topluluga hüküm yürüten bir hükümdardan, onun görev ve yetkilerinden söz etmislerdi. Bu, bütün Islâm dünyasina hâkim olacak büyük hükümdarin eline, kuvvet olarak, üç yüz milyon Muhammet ümmetinden yalniz on on bes milyon Türk halkini lutfetmislerdi. Halife adindaki hükümdar, yeryüzündeki bütün Müslümanlarin islerini yönetecek,dünya isleriyle ilgili hükümlerden, onlarin çikarlarina en uygun olanlari hakkinda karar verecekti. Bütün Müslümanlarin haklarini savunacak, onlarin islerine ve problemlerine etkili bir azim ve irade ile saliip çikacakti.Halife adindaki hükümdar, yeryüzündeki üç yüz milyon müslüman arasinda, adaleti sürekli olarak ayakta tutacak vatandas haklarini gözetecek, güvenlik vie huzur bozucu olaylara engel olacak, Müslümanlara baska dinlere bagli olanlardan gelmesi muhtemel saldirilari önleyecekti. Islâm toplulugunun güven içinde yasamasini, gelisip kalkinmasini saglayici çareleri hazirlamakla yükümlü bulunacakti.Saygideger Efendiler, bu kadar kara cahil, dünya sartlarindan ve gerçeklerden bu denli habersiz Sükrü Hoca ve benzerlerinin milletimizi kandirmak için, Islâmî hükümler diye yayinladiklari safsatalarin,gerçekte tekrarlanacak bir degeri yoktur. Ancak, bunca yüzyillar boyunca oldugu gibi, bugün de, milletlerin cahilliginden ve bagnazligindan yararlanarak binbir türlü siyasi ve sahsî maksatla çikar saglamak için, din âlet ve vasita olarak kullanmak tesebbüsünde bulunanlarin memleket içinde de disinda da var olusu, ne yazik ki, daha bizi bu konuda söz söylemekten alikoyamiyor. Insanlik dünyasinda, din konusundaki uzmanlik ve derin bilgi, her türlü hurafelerden armarak gerçek bilim ve teknigin isiklariyla tertemi ve mükemmel oluncaya kadar, din oyunu aktörlerine,her yerde rastlanacaktir. Sükrü Hoca'larin ne kadar anlamsiz, mantiksiz ve uygulama kabiliyetinden yoksun düsünce ve hükümler savurduklarini anlamamak için cidden Hoca Efendi gibi allahlik denilen yaratiklardan olmak lâzimdir. Onlarin dedigi gibi, halifenin ve hilâfetin otoritesi, bütün dünya Müslümanlari üzerinde geçerli olmak gerekince, bütün varligini ve kuvvet kaynaklarini yalniz halifenin emir ve yasaklarina birakmakla, Türk halkinin omuzlarina bindirilecek yükün ne kadar agir olacagini insaf edip düsünmek lâzim gelmez miydi? Onlarin ileri sürdükleri gerekçe ve hükümlere göre, halife adini tasiyan hükümdar; Çin, Hint, Afgan, Iran, Irak, Suriye, Filistin, Hicaz, Yemen, Asir, Misir, Trablus, Tunus, Cezayir, Fas, Sudan, kisacasi dünyanin dört kösesindeki Islâmlarin ve Islâm memleketlerinin islerinde yetki sahibi olacakti.Bu hayalin hiçbir zaman gerçeklesmemis oldugu bilinmektedir. IsIâm topluluklarinin baska baska maksatlarla biribirinden ayrildiklari; Emevîlerin Endülüs'te, Alevilerin Kuzey Afrika'da, Fatimîlerin Misir'da,Abbasî'lerin Bagdat'ta birer hilâfet yani saltanat kurduklari; hattâ Endülüs'te her bin kisilik bir toplulugun bir halifesi ile bir minberi oldugu, Hoca Sükrü imzali brosürde de yer almistir. Bu tarihî gerçegi bilmezlikten gelerek, hemen hepsi yabanci devletlerin idaresi altinda bulunan veya bagimsiz olan Müslüman milletlere ve devletlere Halife adi altinda bir hükümdar tayin etmek akil ve gerçek ile bagdastirilabilir miydi? Hele, böyle bir hükümdarin mevküni korumak için, bir avuç Türkiye halkini o hükümdarin emrine vermek, onu yok etmek için uygulanagelen tedbirlerin en etkilisi olmaz miydi?Halifenin görevi ruhani degildir, hilâfetin temeli maddî iktidar ve hükumet kuvvetidir diyenlerin, hilâfetin devlet, halifenin devlet baskani oldugunu ifade ve ispat ettikleri ve maksatlarinin halife ünvanini tasiyan bir zati Türkiye Devleti'nin baskanligina geçirmek oldugu kolaylikla anlasilabiliyordu. Saygideger Efendiler, Sükrü Hoca Efendi 'nin ve politikaci arkadaslarizin, siyasî maksatlarini açiktan açiga ortaya koymayip, bunu bütün islâm dünyasina maletmek istedikleri dinî bir konu olarak ele almalari, hilâfet oyuncaginin ortadan kaldirilmasini çabuklastirmaktan baska bir sonuç vermemistir.

    HILAFET KONUSUNDA HALKIN SÜPHE VE ENDISESINI GIDERMEK IÇIN YAPTIGIM AÇIKLAMALAR



    Hilâfet konusurinda halkin süphe ve endisesini gidermek için, her yerde gerektigi kadar konustum ve açiklamalarda bulundum. Kesin olarak belirttim ki, milletimizin kurdugu yeni devletin mukadderatina,islerine, bagimsizligina, ünvani ne olursa olsun hiç kimseyi karistiramayiz! Milletin kendisi, kurdugu devleti ve onun bagimsizligini koruyor ve sonsuz olarak da koruyacaktir! Millete anlattim ki, bütün Müslümanlari içine alan bir devlet kurmak görevi ile yükümlü imis gibi hayal edilen bir halifenin, görevini yerine getirebilmesi için, Türkiye Devleti ve onun bir avuç nüfusu, halifenin emrine tâbi tutulamaz. Millet buna razi olamaz! Türk halki bu kadar büyük bir sorumlulugu bu kadar mantiksiz bir görevi üzerine alamaz. Milletimiz, yüzyillarca bu anlamsiz ve bos görüSten hareket ettirildi.Fakat ne oldu? Her gittigi yerde miilyonlarca insan birakti. Yemen çöllerinde kavrulup yok olan Anadolu evlâtlarinin sayisini biliyor musunuz? dedim. Suriye'yi, Irak'i elden çikarmamak için, Misir'da barinabilmek için, Afrika'da tutunabilmek için ne kadar insan telef oldu, bunu biliyor musunuz? Ve sonuç ne oldu görüyor musunuz? dedim. Halife'ye dünyaya meydan okutmak ve onu bütün Islâm Dünyasinin islerinde söz ve yetki sahibi kilmak düsüncesinde olanlar, bu görevi yalniz Anadolu halkindan degil, onun sekiz on kati nüfusa sahip olan büyük Müslüman kitlelerinden beklemelidirler! Yeni Türkive'nin ve Yeni Türkiye halkinin, artik, kendi varhk ve mutlulugundan baska düsünecek bir seyi yoktur... Baskalarina verilecek bir zerresi kalrriamistir! dedim. Bir baska noktayi da halka iyice açiklayabilmek için sunlari söyledim : Bir an için farz edelim ki, dedim; Türkiye söz konusu görevi kabul etsin... Bütün fslâm dünyasini bir noktada birlestirerek yönetmek gayesinde yürüsün ve basarmis da nlsun! Pekâlâ ama, uyrugumuz ve idaremiz altina almak istedigimiz milletler, derlerse ki bize büyük hizmetler ve yardimlar yaptiniz, tesekkür ederiz. Fakat, biz bagimsiz kalmak istiyoruz. Istiklâl ve hâkimiyetimize kimsenin karismasini uygun bulmayiz! Biz kendi kendimizi yönetmeye muktediriz. O zaman Türk halkinin bütün bu gayret ve fedakârligi yalnizca bir tesekkür ve diia almak için mi göze alinacaktir?Görülüyordu ki, bos bir istek ve heves için, bir vehim ve hayal için,Türk halkini mahvetmek istiyorlardi. Hilâfet ve halifeye görev ve yetki vermek düsüncesinin temelinde yatan esas bundan ibaretti. Efendiler, halka sordum : Bir Islâm devleti olan Iran ve Afganistan , halifenin herhangi bir yetkisini tanir mi? taniyabilir mi? Hakli olarak taniyamaz. Çünkü, böyle bir yetki devletinin istiklâlini milletinin hâkimiyetini ortadan kaldirir.Millete sunu da hatirlattiin ki, kendimizi dünyaiun hâkimi zannetmek gafleti, artik devam etmemelidir. Dünyanin durumunu ve dünyadaki gerçek yerimi -i tanimamaktaki gafletle, gafillere uymakla milletimizi sürükledigimiz felâketler yetisir! Bile bile ayni faciayi devam ettiremeyiz. Efendiler, Ingiliz tarihçilerinden We11s, iki yil önce yayinlanan bir tarih yazdi. Eserinin son sayfalari Dünya tarihinin gelecekteki safhasi basligi altinda bazi düsünee ve görüsleri içine almaktadir. Bu görüslerin yönelmis oldugu hedef Un gouvernement federal mondial yani birlesik bir dünya devletidir.We11s, bu bölümde, birlesik bir dünya devletinin nasil durulabilecegini ve böyle bir devletin önemli ayirici özellikleri ile ilgili tasavvurlarini belirtiyor; adaletin ve tek bir kanunun hâkimiyeti altinda dünyamizin ne durumda bulunacagini tahayyül ediyor. WeI1s, bütün hâkimiyetler tek bir hâkimiyet içinde eritilmezse,milliyetlerin üstünde bir kuvvet meydana çikmazsa, dünya mahvolacaktir diyor ve gerçek devlet, çagdas hayat sartlarinin bir zaruret haline getirdigi birlesik dünya devletinden baska birsey olamaz;hiç süpheyoktur ki, insanlar kendi icatlari altinda ezilmek istemezlerse er geç birlesmeye mecbur olacaklardir görüsünü ileri sürüyor.Insanligin dayanismasi iIe ilgili büyük hayallerin sonunda ger çeklesmesi için ne yapmak ve neyin önüne geçmek gerektiginin dogru olarak bilinmedigi ve saIdirgan bir dis siyaset gelenegine sahip olan devletlerin, birlesik bir dünya devleti tarafindan güçlükle temsil edilebilecegi de bildiriliyor. W e 11 s' in Avrupa ve Asya'nin felâketleri ve ortak ihtiyaçlari, belki dünyanin bu iki parçasiildaki milletlerin bir dereceye kadar birlesmesine yardim edecektir, olabilir ki, dünya ölçüsünde bir birIesmeye gidilmeden önce, bir sira bölgesel birlesmeler yapilabilir seklindeki düsüncelerini de kaydedeyim.Efendiler, bütün insanligin görgü, bilgi ve düsüncde yükselip olgunlasmasi, HIristiyanligi, Müslümanligi, Budizmi bir yana birakarak basitlestirilmis ve herkes için anlasilacak duruma getirilmis saf ve lekesiz bir dünya dininin kurulmasi ve insanlarin, simdiye kadar kavgalar, çirkeflikler, kaba istek ve istahlar arasinda bir sefalethanede yasamakta olduklarini kabul ederek, bütün vücutlari ve zekâlari zehirleyen zararli tohumlari yok etmeye karar vermesi gibi sartlarin gerçeklesmesini gerektiren birlesik bir dünya devleti kurma hayalinin tatli oldugunu inkâr edecek degiliz. Türkiye'ye musallat olmamak sartiyla, hilâfetçileri ve Panislâmizm taraftarlarini memnun etmek için, bu tasavvur ve tahayyül bir dereceye kadar bizde de tasvir edilmisti. Ortaya atilan görüs suydu : Avrupa'da, Asya'da, Afrika'da ve diger kit'alarda yasayan Müslüman toplumlari, gelecekte herhangi bir gün kendi irade ve arzularini kullanacak bir güç ve özgürlüge kavusurlar ve o zaman lüzumlu ve yararli görürlerse, çagin gereklerine uygun birtakim uyusma ve birlesme noktalari bulabilirler. Süphesiz, her devletin, her toplumun biribirinden karsilayabilecegi ihtiyaçlari vardir. Karsilikli çikarlari olacaktir. Tasarlanan bu bagimsiz Islâm devletlerinin yetkili temsilcileri bir araya gelip bir kongre yaparlar ve falan ve filân Islâm devletleri arasinda su veya bu iliskiler kurulmustur. Bu ortak iliskileri korumak ve bu iliskilerin gerektirdigi sartlar içinde birlikte hareket saglamak için, bütün Islâm devletlerinin temsilcilerinden kurulu bir meclis olusturulacaktir. Birlesmis olan Islâm devletleri bu meclisin baskani tarafindan temsil edilecektir derlerse ve isterlerse, iste o zaman, o birlesik Islâm devletine hilâfet ve ortak meclisin baskanligina seçilecek zata da halife ünvani verirler. Yoksa, herhangi bir Islâm devletinin, bir kisiye bütün Islâm dünyasinni islerini yönetme ve yürütme yetkisini vermesi akil ve mantigin hiçbir zaman kabul edemeyecegi bir durumdur.

    TESKILAT-I ESASIYE KANUNU'NDA DÜGÜM NOKTALARI



    Efendiler, hilâfet ve din konulariyla ugrasildigi sira larda, Teskilat-i Esasiye Kanunu'ndaki bir noktanin halki ve özellikle aydinlarin kafasinda dügümlenip kaldigini ögrendik. Bu dügüm kanunda Cumhuriyet'in ilânindan sonra da birakildigi gibi, kanuna, dügüm teskil edecek ikinci bir noktanin birdaha sokulmus oldugunu görenler, saskinliklarini gizleyememislerdi ve bugün de gizlememektedirler.Bu noktalari açiklayayim : 20 Ocak 1921 tarihli Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun 7' nci ve 21 Nisan 1924 tarihli Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun 26' inci maddesi Büyük Millet Meclisi'nin görevlerinden söz eder. Maddenin basinda, Meclis'in ilk görevi olmak üzere, seriat hükümlerinin yürütülmesi yer alir. Iste bunun nasil bir görev ve seriat hükümlerinden maksadin ne oldugunu anlamakta sikinti çekenler vardir. Çünkü, sözü geçen maddede Büyük Millet Meclisi'nin,kanunlari yapmak,degistirmek, yorumlamak, yürürlükten kaldirmak v.b gibi belirtilen ve sayilan görevleri o kadar genis kapsamli ve açiktir ki, seriat hükümlerinin yürütülmesi diye ayrica ve baslibasina bir klisenin yer almasi gereksiz sayilmaktadir. Çünkü, seriat demek kanun demektir.Seriat hükümleri demek kanun hükümleri demekten baska bir sey degildir ve olamaz. Baska türlüsü çagdas hukuk anlayisi ile bagdastirilamaz. Bu böyle olunca, seriat hükümleri deyimiyle kastedilen anlam ve kavramin büsbütün baska bir sey olmasi gerekir. Efendiler, ilk Teskilât-i Esasiye Kanunu'nu hazirlayanlara bizzat baskanlik ediyordum. Yapmakta oldugumuz kanunla, ser'î hükümler deyiminin bir iliskisi olmadigini anlatmak için çok çalistik. Fakat bu deyime, kendi zanlarinca bambaska anlam verenleri inandirmak mümkün olmadi.Ikinci nokta Efendiler, yeni Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun ikinci maddesinin basinda yer alan Türkiye Devleti'nin dini, Islâm dinidir cümlesidir.Bu cümle daha Teskilât-i Esasiye Kanunu'na geçmeden çok önce,Izmit'te, Istanbul ve Izmit basin mensuplariyla yaptigimiz uzun bir görüsme ve sohbet sirasinda, karsimdakilerden birinin su sorusuyla karsilastim Yeni hükûmetin dini olacak mi? Itiraf edeyim ki, böyle bir soru ile karsilasmayi hiç de istemiyordum. Sebebi, pek kisa olmasi gereken cevabin, ogünkü sartlara göre agzimdan çikmasini henüz istemeyisimdir, Çünkü, vatandaslari arasinda çesitli dinlere bagli unsurlar bulunan ve her dinden olanlar hakkinda,adaletli ve tarafsiz davranmak, mahkemelerinde vatandaslari ve yabancilari için adaleti esit ölçülerle uygulamakla yükümlü bulunan bir hükûmet, düsünce ve vicdan hürriyetine saygili olmak zorundadir. Hükûmetin bu tabiî sifatinin, süpheli yoruma yol açabilecek vasiflarla sinirlandirilmasi elbette dogru degildir.Türkiye Devleti'nin resmî dili Türkçe'dir dedigimiz zaman bunu herkes anlar. Hükûmetle olan resmî islemlerde Türk dilinin geçerli olmasi geregini herkes tabiî bulur. Eakat, KTürkiye Devleti'nin dini Islâm dinidir cümlesi ayni sekilde mi anlasilacak ve kabul edilecektir? Bu elbette, açiklanmaya ve yorumlanmaya muhtaçtir.Efendiler, karsimdaki gazetecinin sorusuna hükûmetin dini olamaz! diyemedim. Aksini söyledim.Vardir Efendim, Islam dinidir, dedim. Fakat, hemen arkasindan Islâm dininde düsünce özgürlügü vardir cümlesiyle cevabimi açiklamak ve yorumlamak geregini duydum. Demek istedim ki, devlet, düsünce ve vicdana saygi gös termekle kayitli ve yükümlü olur. Karsimdaki gazeteci, verdigim cevabi akla yatkin bulmadi ki, soru sunu su tarzda tekrarladi :Yani devlet bir dine bagli kalacak mi? Kalacak mi, kalmayacak mi bilmem! dedim. Konuyu kapatmak istedim. Fakat, mümkün olmadi. O halde, denildi; herhangi bir konuda inançlarim ve düsüncelerim dogrultusunda bir fikir ortaya atmaktan, hükûmet beni engelleyecek veva cezalandiracaktir. Oysa, herkes kendi vicdanini susturmaya imkân görecek mi? O zaman iki sey düsündüm.Bir:, yeni Türkiye Devleti'nde her ergin sahis dinini seçmekte serbest olmayacak midir? sorusu. Digeri, Hoca Sükrü Efendi'nin : Bazi yüksek din arkadaslarimizla birlikte düsündüklerimizi seriat kitaplarinda yer almis belirli ve degismez Islâmî hükümleri yayinlayarak maalesef yaniltildigi görülen Islâm kamuoyunu aydinlatmayi boynumuza borç bilip görev saydik girisinden sonra yeralan islâm halifesinin görevi, dinin emirlerini korumak ve kollamakta peygamberin yerini tutmaktir. Dinî hükümler koymakta da yüce Peygamber Efendimiz'in vekilligini yapmaktir sözleri. Oysa, Hoca'nin sözlerini uygulamaya kalkismak, millî hâkimiyeti,vicdan hürriyetini kaldirmaya çalismakti. Bundan baska, Hoca'nin bilgi dagarciginda, Yezitler (i9') zamaninda yazdirilmis istibdat rejiminc has formüller bulunmuyor muydu?O halde, ne anlama geldigi ve ne kastedildigi artik herkesçe iyiden iyiye anlasilmis bulunan devlet ve hükûmet kavramlarini ve millet meclislerinin görevlerini din ve seriat kiliklarina bürüyerek kim ve ne için aldatilacaktir? Gerçek bundan ibaret olmakla birlikte, o gün Izmit'te basin mensuplariyla, bu konuda daha fazla görüsmekte yarar yoktu. Cumhuriyetin ilânindan sonra da, yeni Teskilât-i Esasiye Kanunu yapilirken, lâik devlet deyiminden dinsizlik anlami çikarmak egiliminde olanlara ve bundan yararlanmak isteyenlere firsat vermemek için, kanunun ikinei maddesini anlamsiz kilan bir deyimin sokulmasina göz yumulmustur. Kanunun gerek 2' nci ve gerek 26' nci maddelerinde fazladan yer alan, yeni Türkiye Devleti'nin ve Cumhuriyet rejimimizin çagdas karakteriyle bagdasmayan deyimler, inkilâp ve Cumhuriyet'in ogün için sakincali görmedigi tavizlerdir. millet, bu fazlaliklari, Teskilât-i Esasiye Kanunu'muzdau ilk firsatta kaldirmalidir!


  4. #43
    Kayıt Tarihi
    Jun 2006
    Nerede
    İstanbul / Beyoğlu
    İletiler
    3.411
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    Halk partisinin kuruluş çalışmaları, Lozan Barış Antlaşması ve müteakip gelişmeler



    HALK PARTİSİ'Nİ KURMA TEŞEBBÜSÜ



    Saygıdeğer Efendiler, her yerde, siyasî parti kurma konusunda da halkla uzun sohbetler yaptım. 7 Aralık 1922 tarihinde, Ankara basını vasıtasıyla, halkçılık ilkesine dayanan ve Halk Partisi adını taşıyan siyasî bir parti kurmak niyetinde olduğumu açıklayarak, bu partinin nasıl bir program yapması gerekeceği konusunda, bütün vatanseverlerin, ilim ve fen adamlarının yardım ve işbirliğine başvurmuştum.


    DOKUZ İLKE VE PARTİMİZİN İLK PROGRAMI



    Gerek bazı kimselerden aldığım yazılı düşüncelerden ve gerek halk ile yaptığım görüşmelerden çok yararlandım. Sonunda 8 Nisan 1923 tarihinde, görüşlerimi dokuz ilke halinde tespit ettim. İkinci Büyük Millet Meclisi'nin seçimi sırasında yayınlayarak ilân ettiğim bu program, partimizin kuruluşuna temel olmuştur.Bu program, bugüne kadar ele alıp gerçekleştirdiğimiz bütün önemli hususları içine alıyordu. Bununla birlikte programa girmenıiş önemli ve esaslı bazı konular da vardı. Örnek olarak, Cumhuriyet'in ilânı, Şer'iye Vekâleti'nin, medrese ve tekkelerin kaldırılması, şapka giyilmesi gibi... Bu konuları programa alarak, cahil ve gericileıin, bütün milleti vaktinden önce zehirlemeye fırsat bulmalarını uygun görmedim. Çünkü, bunların zamanı gelince çözüme bağlanacağından ve milletin sonuçtan memnun olacağından kesinlikle emindim. Yayınladığım programı, bir siyasî parti için yetersiz, kısa bulanlar oldu. Halk Partisi'nin programı yoktur dediler. Gerçekten de ilkeler adı altında bilinen programımız, itiraz edenlerin gördükleri ve bildikleri şekilde bir kitap değildi. Fakat temel ilkeleri içine alıyordu ve pratikti. Bizde uygulanması imkânsız düşünceleri, nazarî birtakım ayrıntıları yaldızlayarak bir kitap yazabilirdik. Öyle yapmadık. Milletin maddî ve manevî alandaki yenileşmesi ve gelişmesi yolunda, söz ve teori ile iş ve icraata önem vermeyi tercih ettik. Bununla birlikte, Hâkimiyet milletindir, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin dışında hiçbir makam, millî mukadderata hâkim olamaz, Bütün kanunların düzenlenmesinde, her türlü teşkilâtta, yönetimin bütün ayrıntılarında, genel eğitimde, ekonomi konularında, millî hâkimiyet esasları çerçevesinde hareket edilmeyecektir Saltanat'ın kaldırılması ile ilgili karar değişmez bir kanun hükmüdür gibi bilinmesi gerekli önemli noktalar, mahkemelerde reform yapılacağı, bütün kanunlarımızın, hukuk ilminin verilerine göre yeni baştan düzenlenip tamamlanacağı, vergide âşar ('9s) usulünün değiştirileoeği, millî bankaların sermayesinin artırılacağı, muhtaç olduğumuz demiryollarının yapımına, öğretim birliğinin sağlanmasına derhal teşebbüs edileceği, füzulî askerlik süresinin indirileceği, memleketin limanlarına çalışılacağı v.b. gibi önemli ve âcil ihtiyaçlar, ilkeler dışında bırakılmamıştı. Barış konusundaki görüşümüzün de : malî, iktisadî ve idarî alandaki bağımsızlığımızı mutlaka sağlamak şartıyla, barışın gelmesine çalışmak olduğunu söyledik. Hilâfet makamının bütün İslâm dünyasına ait bir makam olabileceğine de işaret ettik. İlkeler, Halk Partisinin kuruluşu ve faaliyet göstermesi için yeterli oldu. Partinin adına, daha sonra Cumhuriyet kelimesi de eklenerek, bilindiği gibi, Cumhuriyet Halk Partisi adı verildi.
    LOZAN KONFERANSI GÖRÜŞMELERİ KESİLDİ



    Efendiler, yine Lozan Konferansı'na temas edeceğim. Konferans 4 Şubat 1923 tarihinde kesildi. İki aya yakın bir süre devaın eden görüşmelerin özeti olmak üzere, İtilâf Devletleri temsilcileri, delegeler hey'etimize bir barış tasarısı verdiler. Bu tasarı anlam ve öz bakımından istiklâlimize zarar veren şartları içine alıyor du. Özellikle, adlî, malî ve iktisadî konularla ilgili maddeleri çok ağırdı. Bunun için, bu tasarıyı kesinlikle reddetmek zorundaydık. Delegeler heyetimiz, bu tasarıya karşılık bir mektup verdi. Bu mektupta özet olarak şunlar yer alıyordu : Üzerinde anlaştığımız noktaları imza ederek barış yapalım. Gerçekten de, Konferans'ta görüşme konusu olan birçok meseleden bizce kabul edilebilecek durumda olanları vardı. Mektupta : İkinci, üçüncü dereceâe olan konuları ayrıca inceleriz. İtilâf Devletleri, bu teklifimizi kabul etmeyecek olurlarsa, tekliflerimiz hiç yapılmamış sayılacaktır da denilmiştir. Delegeler Hey'eti'mizin teklifi dikkate alınmadı. Yalnız, konferansın yarıda kesilmesi, görüşmelerin ertelenmesi gibi gösterildi. Her devletin temsilcileri memleketlerine döndüğü gibi, bizim Delegeler Hey'eti'miz de geri geldi. Ben de Batı Anadolu gezisinden dönüyordum.
    MECLİSTE'Kİ MUHALİFLERİN ÇEŞİTLİ SALDIRI HAREKETLERİ



    Meclis'teki muhaliflerin çeşitli şekillerde ve başka başka konularda saldırı hazırlıklarında bulundukları yeni değildi. Geziye çıktığım tarihten bir gün sonra,İslâm Hilâfeti ve Büyük Millet Meclisi adlı broşürün ortaya çıktığını,bütün Meclis'in ve milletin bize karşı kışkırtılmak istendiğini arz etmiştim. Bundan önce çevrilmek istenen bir dolap, var dır ki, daha ondan söz etmedim. Sebebi, 1922 Aralık ayı başlarında oynanmak istenen oyun, sonuçları itibariyle gezim boyunca da devam etmişti. Müsaade buyurursanız, bu konu ile ilgili olarak hatıralarınızı canlandırmaya yarayacak birkaç söz söyleyeyim : Saygıdeğer Efendiler, üç milletvekili, milletvekili seçimi kanun tasarısında değişiklik yapılması ile ilgili bir önerge hazırlamışlar... Önergede neler in yer aldığını öğrenmiştim.2 Aralık 1922 günü, Meclis'in, İkinci Başkanı Adnan Bey 'in başkanlığında yapılan oturumunda, başkanlık kürsüsünden şöyle bir söz işitildi : Efendim! Milletvekili Seçimi Kanunu'nda değişiklik yapılması ile ilgili teklifin görüşülebileceği yolunda Tasarı Komisyonu'nun tutanağı var. Bu söz okunsun sesleriyle karşılandı. İki milletvekili : Önemlidir, okunmasını teklif ederiz diyerek genel havayı açığa vurdular. Başkan : a- Efendiler, bu önergenin, okunmadan önce komisyona gönderilmesi usuldendir dedi.
    "BENİ VATANDAŞLIK HAKLARINDAN MAHRUM ETMEK" TEKLİFİ ÜZERİNE MECLİSTE YAPTIĞIM KONUŞMA



    Efendiler, meselenin ne olduğunu ve bu konuda Meclis'te yapılan görüşmeleri ogüne ait Tutanak Dergisi'nde okumak mümkündür. Fakat yüksek hey' etinizi bu külfetten kurtarmak için, müsaade buyurursanız, o otuzumda yaptığım konuşmanın bir kısmını olduğu gibi arz edeyim :
    Değişiklik önergesini okutmadan komisyona göndermek isteyen başkandan söz alarak şunları söyledim : '' Efendim! bu kanun tasarısı özel bir maksat taşıyor. Bu özel maksat doğruca şahsımı ilgilendirdiğinden, müsaade ederseniz birkaç kelime ile düşüncemi arz etmek istiyorum. Erzurum Milletvekili Süleyman Necati, Mersin Milletvekili Salâhattin ve Canik Milletvekili Emin Beyefendi'ler tarafından teklif edilen kanun tasarısı, doğrudan doğruya, benim şahsıını vatandaşlık haklarından yoksun bırakmak maksadını güdüyor. 14' üncü maddede yazılı olan satırları gözden geçirecek olursanız, orada deniliyordu ki: ''Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne üye seçilebilmek için, Türkiye'nin bugünkü sınırları içindeki yerler halkından olmak veya kendi seçim bölgesi içinde yerleşmiş bulunmak şarttır. Ondan sonra göçmen olarak gelenler yerleştirildikleri tarihten itibaren beş yıl geçmiş ise seçilebilirler.''
    Maalesef, benim doğum yerim bugünkü sınırlar dışında kalmış buIunuyor. İkincisi, herhangi birseçim bölgesinde beş yıl oturmuş da değilim. Doğum yerim, bugünkü millî sınırların dışında kalmıştır. Fakat, bu böyle ise, bunda benim en küçük bir kasıt ve kabahatim yoktur. Bunun sebebi, bütün memleketimizi, milletimizi batırıp yok etmek isteyen düşmanların işgal ve istilâ hareketlerinin kısmen önlenememiş olnıasıdır. Eğer düşmanlar maksatlarında tam bir başarıya ulaşmış olsalardı, Allah korusun, bu tasarıya imza koymuş olan efendilerin de doğum yerleri sınır dışında kalabilirdi.
    TEKLİF EDİLEN MADDEDEKİ ŞARTLAR BENDE NEDEN YOKTU



    Bundan başka, bu maddenin gerektirdiği şartlar bende yoksa, yani beş yıl sürekli olarak bir seçim bölgesinde oturmamış isem, o da vatana yaptığım hizmetler yüzündendir. Eğer bu maddenin istediği şartı yerine getirmeye çalışsaydım, İstanbul'u kazandırmaktan ibaret olan Arıburnu ve Anafartalar'daki savunmalarımı yapmamaklığım gerekirdi. Eğer ben bir yerde beşyıl oturmaya mahkum olsaydım, Bitlis ve Muş'u aldıktan sonra, Diyarbakır'a doğru yayılan düşmanın karşısına çıkmamaklığım, Bitlis ve Muş'u kurtarmaktan ibaret olan vatan görevimi yapmamaklığım gerekirdi. Bu Efendiler'in istediği şartları taşımak isteseydim, Suriye'yi boşaltan orduların döküntülerinden Halep'te bir ordu kurarak, düşmana karşı savunmaya geçmemekliğim ve bugün millî sınırlar dediğimiz sınırları fiilî olarak çizmemekliğim gerekirdi.
    Zannediyorum ki, ondan sonraki çalışmalarım herkesçe bilinmektedir. Hiç bir yerde beş yıl oturamayacak kadar çalışmış bulunuyorum.Ben zannediyordum ki, bu hizmetlerimden dolayı milletimin sevgi ve saygısını kazandım. Belki bütün İslâm dünyasının sevgi ve saygısını da kazanmış bulunuyorum. Fakat bu durumumdan dolayı, bu sevgi ve saygılara karşılık vatandaşlık haklarından yoksun bıralcılacağımı asla hatırıma getirmezdim. Tahmin ediyorum ve ediyordum ki, yabancı düşmanlar Bana suikast yapmak suretiyle, beni memleket hizmetinden alıkoymaya çalışacaklardır. Fakat hiçbir zaman hatır ve hayalime getirmezdim ki,yüce Meclis'te iki üç kişi bile olsa, aynı zihniyette kimseler bulunabiIsin. Bu bakımdan ben anlamak istiyorum ''Bu efendiler, gerçekten kendi seçim bölgelerinin duygu ve düşüncelerini mi aksettiriyorlar?
    Yine bu Efendilere karşı söylüyor ve soruyorum : Milletvekili oldukları için elbette bütün milletin vekili sıfatını taşıyorlar. Yalnız, bu Efendiler, acaba milletin de kendileri gibi düşündüğünü söyleyebilirler mi?
    Efendiler, beni vatandaşlık haklarından yoksun bırakmak yetkisi bu Efendilere nereden verilmiştir? Bu kürsüden, resmen yüce hey'etinize, bu Efendilerin seçim bölgeleri halkına ve bütün millete soruyorum ve cevap istiyorum! ''
    MİLLETİN BANA KARŞI GÖSTERDİĞİ SEVGİ VE GÜVENİN SAMİMİ İFADELERİ



    Bu gözlerim ajans ve basın vasıtasıyla yayınlandı.Millet yaptığım konuşmayı ve cevabını beklediğim soruyu öğrendi... Hemen, memleketin bütün seçim bölgelerindeki gerçek seçimler ve halk tarafından Meclis Başkanlığı'na protesto telgrafları yağdı. Bu kanun tasarısına imza koyan milletvekili Efendilerin de seçim bölgeleri halkı, kendilerini ve kendileriyle görüş birliğinde olanları suçlamakta gecikmedi. Miletin, benim için gösterdiği bu sevgi ve güveni samimî olarak belirtmesi bakımından kıymetli birer hâtıra olarak saklamakta olduğum bu telgraflar büyük bir dnsya tutmaktadır. Bu dosyadaki telgraflar, zaınanında basında da yer almıştı. Ben burada yalnız bir tek seçim bölgesinin, Rize'nin şahsıma çekmiş olduğu bir telgrafı olduğu gibi bilginize sunmakla yetineceğim :
    ''Üç milletvekili beyin, Seçim Kanunu ile ilgili önergesine, sancağımız milletvekillerinin katılmayacağı inancıyla bir şey yazmayı geı-ekli bulmanııştık. Şimdi Milietvekili Osman Efendi'den aldığımız mektupta, kendisinin o önerge ile ilgili ve muhalif gruptan olduğunu övünürcesine bildirmesi üzerine, aşağıdaki hususların bilginize sunulmasına mecburiyet duyulmuştur :
    1- (Övücü ve samimî sözlerden sonra) Şahsınız ve değerli çalışma arkadaşlarınız, aleyhinde, sancağımız adına söz söyleyen, muhalefet düşüncesi taşıyan ve bizce hiçbir şahsiyet ve değeri olmayan milletvekilini lânetleriz. O, artık sancağımızı da temsil hakkına sahip değildir.
    2 - Şu zamanda vatansızların bile katılamayacağı muhalefet ve bozgunculuk düşüncesini bize tavsiye eden milletvekili efendinin görüşünü benimseyecek bir tek kişinin bile sancağımızda mevcut olmadığını, bundan duyduğumuz şükran duygusuyla ve yüksek şahsiyetinize olan üstün saygılarımızla arz ederiz, efendim. İmzalar 25.5.1923

    YENİDEN SEÇİM YAPILMASI KARARI



    Saygıdeğer Efendiler, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, olaylarına işaret ettiğimiz tarihte gösterdi karışık ruh hali, üzerinde ciddı olarak durup düşünülmeyi gerektiren bır durum almıştı. Bütün millette, Meclis'in görev yapamayacak bir duruma geldiği endişesi doğmaya başladı. Meclis'te durumu soğukkanlılıkla ve uzakgörüşlülükle düşünüp değerlendiren üyeler bile üzüntülerini açığa vurrmaktan kendilerini alamadılar. Artık şüpheye yer kalmamıştı ki, Meclis yenilenmedikçe, millet ve memleketin ağır ve sorumluluk bekleyen işlerini yürütmeye imkân yoktur. Bu zarurete ben de inandım. Bir gece, Başbakan Rauf Bey'e, kalmakta olduğu istasyon binasında Hükûmet üyelerini toplantıya davet etmesini, bu toplantıya benim de bizzat geleceğimi telefonla bildirdim.
    Rauf Bey'in dairesinde toplanan Bakanlar Kurulu'na Meclis'in yenilenmesini Meclis'e teklif etmek gereğinden söz ettim. Kısa,bir tartışmadan sonra, Hükûmet üyeleri ile görüş birliğine vardık. ,Aynı gece, Meclis teki Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu Yönetim Kurulu'nu da Bakanlar Kurulu toplantısına çağırdım. Bu Yönetim Kurulu içinde teklifimi yersiz bulup yadırgayanlar oldu. Görüşme ve tartışmalar ertesi güne kadar sürdü. Buna rağmen, bu hey'et ile de anlaştık. Ondan sonra, derhal Grup Genel Kurulu'nu topladım. Orada memleketin içinde bulunduğu genel durumu, acele olarak yapılması gereken memleket işlerini anlattım. Meclis'in artık bu görevleri yerine getirme kabiliyeti kalmadığını belirterek ve ispat ederek, Meclis'ten, seçimleri yenileme kararı vermesini istemek gerektiğini bildirdim. Grup Genet Kurulu, konuşmalarımı ve açıklamalarımı yerinde buldu. Bunun üzerine konu, aynı gün, 1 Nisan 1923'te Meclis'e götürüldü. Yüz yirmi kadar üye, bir önergeylc, seçimlerin yenilenmesi için bir kanun teklifi sundu. Meclis, ''Seçimlerin yeniden yapılmasına karar verilmiştir'' şeklindeki bir kanunu oybirliği ile çıkardı.
    Meclis'in bu kararı vermesi, inkılâp tarihimizde önemli bir noktadır. Çünkü, Meclis bu kararı vermekle, kendinde beliren hastalığı itiraf etmiş ve bundan dolayı milletçe duyulan ızdırabı anlamış olduğunu göstermiştir.

    LOZAN KONFERANSI'NIN İKİNCİ SAFHASI VE YENİ SEÇİMLERDE MİLLETİN GÖSTERDİĞİ UYANIKLIK



    EfendiIer, Lozan Konferansı, 23 Nisan 1923'te yeni den toplandı. Delegeler Hey'eti'miz Lozan'da yeni den barışı sağlamaya çalışırken, ben de veni seçimler ile meşgul oluyordum.
    Yeni seçimlere, bilinen ilkelerimizi ilân ederek katıldık. Görüşleri mizi kabul edip milletvekili olmak isteyen kimseler, önce ilkeleri kabul ettiğini ve görüşlerde birleştiklerini bana bildiriyorlardı. Adayları ben tespit edecek ve zamanı gelince partimiz adıyla ilân edecektim. Bu yolu benimsemiştim. Çünkü, yapılacak seçimlerde, milleti alda tarak, çeşitli maksatlarla milletvekili olmaya çalışacakların çnk olduğu nu biliyordum. Konuşmalarım ve uyarmalarım memleketin her tarafın da büyük bir samimiyet ve güvenle karşılandı. Bütüıı millet, ilân ettiğim ilkeleri tamamen benimsedi. Bu ilkelere, hatta şahsıma muhalefet edeceklerin milletçe milletvekilliğine seçilmesi ne imkân kalmadığı anlaşıldı.
    NURETTİN PAŞA'NIN BAĞIMSIZ MİLLETVEKİL OLMA TEŞEBBÜSÜ VE YAYINLADIĞI HAL TERCÜMESİ



    Gerçekten, bazı seçim bölgelerinde bağımsız milletvekili olma teşebbüsünde bulunanlar başarı sağlaya madılar. Bu arada, o zaman daha Birinci Ordumuzun Komutanı bulunan Nurettin Paşa da millet vekili olmak teşebbüsünde bulunmuştıı. Mümkün olmadı. Nurettin Paşa, bu isteğini daha sonra bir ara seçimde Bursa'da gerçekleştirdi.
    Paşa'nın kendi başına ve bağımsız olarak milletvekili seçilebilmek için, her zaman olduğu gibi, kendi usulünce ve gerektiği şekilde propagan da yaptırmaktan geri kalmadığı da anlaşılmıştı. Bu yoldaki teşebbüsler den ve yapılan yayınlardan herkesin dikkatini çekmiş olanı özellikle hal tercümesidir.
    Nurettin Paşa , yeni seçim yılı olan 1923'te, Âbit Sürey ya Bey adında bir şahsa (A. S.) baş harflerini taşıyan bir hal tercümesi yayınlattı.
    Abit Süreyya Bey , Abdülhamid'in başkâtiplerinden rahmetli Süreyya Paşa'nın oğludıır. Meşrutiyetten önce, Nurettin Paşa gibi ve onunla birlikte fahı î hünkâr yaveri idi. Birinci Dün ya Savaşı'nda İzmir'de ve İstiklâl Savaşı'nın sonunda, Nurettin Paşa karargâhının bulunduğu İzmit'te ordu müteahhitliği yaptı. Nurettin Paşa'nın hal tercümesinin yer aldığı broşürü hazırlayan Âbit Süreyya Bey değildir. Broşür kendisine yazılı olarak verilmiştir. On dan, adının baş harflerini koyması ve cırtağı bulunduğu Matbaa-i Osma niye'de bastırması Nurettin Paşa tarafından rica edilmiştir.
    Bu broşürün kapağında şu yazılar okunur :
    İzmir Fâtihi, Afyonkarahisar ve Dumlupınar Savaşlarının galibi Gazi Nurettin Paşa Hazretieri' ninhaltercümesi.
    Efendiler, on dokuz sayfadan ibaret olan bu hal tercümesi broşürü nün ne kadar insan tarafından okunduğunu bilmiyorum. Ben, bu hal ter cümesinin memleketin bütün aydınları tarafından okunmasını çok ya rarlı ve eğitici buluyorum. Yalnız, bu broşürü okuyanların veya okuya cak olanların, broşürde temas edilen olaylar ve işlerle ilgili olarak başka ve güvenilir kaynaklardan da bilgi edinerek, metinle gerçeği karşılaştır malan ve ona göre hüküm vermeleri gerekir.
    Bu broşürün niteliği ve nasıl bir anlayışı ortaya koyduğu konusun da bir fikir edinebilmek için, bazı noktalarını hep birlikte gözden geçi relim :
    Broşürün kapağındaki yazılardan sonra, metnin başlığında da şu sözler vardır :
    Kûtülamare'nin kuşatıcısı, Bağdat'ın savunucusu, Yemen, Selman pâk, Batı Anadolu, Afyonkarahisar, Dumlupınar, İzmir Savaşları galibi ve İzmir fâtihi.
    Nurettin Paşa'nın kendi kendine takındığı "kuşatıcı", "galip", "fâtih" ünvanları hakkındaki görüşümü belirtmeyi daha sonraya bırakarak, broşürün metnine girelim.
    Paşa, Konyar adındaki Türk aşiretinden rahmetli Mareşal İbrahim Paşa'nın oğlu ve Hazret-i Peygamber soyundan gelen Âyan üyesi ve Şeyhü'l-Vükelâ Bursalı merhum Rıza Efendi' nin torunlarından imiş. . . Bu bilgilere ve ifade biçimine göre Mehmet Nurettin Paşa hem Türk hem de Arap'tır. Babası ve büyük babala rıyla da övünmektedir. Burada, babasının büyük adam olmasıyla övünen Bizans İmparatoru Theodosius'a babası ve anası Türk olan Attilâ'nın aben de, büyük ve asil bir milletin evlâdıyım" dediğini hatır latmadan geçemeyeceğim.
    Resmî okullardaki öğrenim dışında özel öğrenim de görmüş olan Nurettin Paşa 1893'te Harp Okulu çıkışlı olup Hassa Ordusu Erkân-ı Harbiyesi'ne atanmış...
    Nurettin Paşa, kurmaylık tahsili yapmamış ve o sınıfa gir memiştir. Bu bakımdan ordu karargâhına kurmay olarak atanamaz. Olsa olsa, bir askeri birliğe gönderilmeyip ordu kurmaylığında karargâh emir subaylığı veya buna benzer bir görevle alıkonulmuş olabilir... Genç bir teğmen için, askerlik görevine buradan başlamak, elbette övünülecek bir başlangıç sayılmaz. Askerî bir birliğe tayin edilmek ve orada askerliğin disiplin ve güçlüklerine alışmak şarttır.
    Nurettin Paşa,1887'de gönüllü olarak Türk - Yunan Harbi'ne katılmış ve Başkomutanlığa tayin edilen Gazi Osman Paşa 'nın yaverliğine ve İstanbul'a dönüşünde hünkâr yaverliğine, refakat subay lıklarırıâ getirilmiş.
    Bilindiği üzere, Gazi Osman Paşa, istanbul'dan Selânik'c kadar gitmiş fakat savaş meydanına gitmeden Selânik'ten geri dönmüş tür. Savaşa katılmamış bir komutanın yaverliğine ve ondan sonra da Sultan Hamid'in yaverliğine ve birtakım refakat subaylıklarına tayiıı edilmiş olmak, bilmem ki, ne dereceye kadar anlatılmaya ue övü nülmeye değer görülebilir.
    Nurrettin Paşa, sırasıyla yarbaylığa ve albaylığa yükseltil miş ve 19il8 yılı başlarında Selânik'te Üçüncü Ordu Kurmaybaşkanlığı Özel Şube Müdürlüğü'ne tayin edilmiş. . . Nurettin Paşa'nın han gi sıra ile albaylığa kadar yükselmiş olduğu, Meşrutiyet'in ilânından son ra rütbesinin yeniden binbaşılığa indirilmiş olmasıyla anlaşılıyorsa da, Selânik'te, Üçüncü Ordu Kurmay Başkanlığı Özel Şube Müdürlüğü'ne tayinini anlamak güçtür. Çünkü, benim de Kurmay Başkanlığı'nda bu lunduğum bu orduda, denildiği gibi bir özel şube yoktu. Belki de ordu komutanı olan babası, oğlu için, özel ve gizli işlerle uğraşan bir özei şube kurmuş olacak...
    Nurettin Paşa, İİçüncü Ordu Komutanı bulunan babası Mareşal İbrahim Paşa ile Meşrutiyet inkılâbının yapılmasına ve ihtilâlin aşırılıktan uzak ölçülerle ve engelsiz olarak yürütülnıesine hizmet ve yardımda bulunmuşlar. . .
    Hal tercümesi broşüründe, Nurettin Paşa'nın iki defa Sultan Hamit tarafından tutuklattırıiıp sorguya çekildiği, bir defasında süzülmesine ve diğer bir defasında da askerlikten kovularak altı yıl hap sine karar verildiği ve fakat babasının, araya girip yalvarması üzerine kurtulduğu hikâyesinden sonra.. "İstanbul'dan bir yolunu bulup yine Rumeli'ye geçerek,1908 Meşrutiyet inkılâbının hazırlanmasına ve gerçek leştirilmesine diğer arkadaşlarıyla birlikte hizmet etmiştir" sözleri yazı lıdır.
    Nurettin Paşa'nın gördüğü zulmü kısaca anlatmak gerekir se, diyetiiliriz ki, Sultan Hamit, Nurettin Bey'e hürriyetçi düşüncelerinden dolayı kızdıkça, onu yarbaylığa, albaylığa yükselterek sırmasını artırır ve sevilip okşansın diye babasına teslim edermiş. . .
    NURETTİN PAŞA'NIN VE BABASI MAREŞAL İBRAHİM PAŞA'NIN MEŞRUTİYET İNKILABI'NDA NASIL VE



    DERECEYE KADAR ROL OYNADIKLARI KONUSUNDAKİ HATIRALARIM Mareşal İbrahim Paşa'nın Ü'çüncü Ordu Homutanlığı, oğlu Nurettin Bey'in babasının yaverliği ve Meşrutiyet inkılabında nasıl ve ne de- receye kadar rol oynadıkları konusu üzerinde de bir parça bilgi vermek isterim. Bunun için geçmiş- le ilgili kısa bir hâtıramı anlatmama müsaadenizi rica ederim. Efendiler çeşitli vesilelerle duymuş olacağınıza şüphe yoktur ki, ben kurmay yüzbaşı olur olmaz, Sultan Hamid tarafından Suriye'ye sürüldüm. Orada üç yı1 kaldıktan sonra, o zaman Üçüncü Ordu bölgesi olan Makedonya'ya nakledildim. Ordu merkezi Manastırdı. Ordu Mareşallığı adı aitında bir komuta makamı da vardı. İİçü.ncü Ordu Komutanı Selânik'te otururdu. Orada da Mareşallık Kurmay Hey'eti diye bir kuruluş vardı. Ben i908 yılında koiağası rütbesiyle bu kuruluşta görevliydim. Hürriyeti getirmeye çalışan gizli cemiyetle pek yakından ilgim vardı. Yanyalı Esat Paşa Üçüncü Ordu Komutanıydı. Süleyman Paşazâde Ali Rıza Paşa, Kurmay Başkanı'mızdı O zaman binbaşı bulunan rahmetli Cemal Paşa ve yine binbaşı olan Fethi Bey (bugünkü Paris Büyükelçisi) ve ben, Mareşallık Kurmay Hey'eti'ni oluşturuyorduk. Her üçümüz de cemiyetiıı üyesi idik. Cemiyetin başarıya ulaşması için çalışıyorduk. O tarihlerde, Üçüncü Ordu bölgesine bağlı Serez'deki tümenin ve Serez bölgesinin komutanı mareşal rütbesinde bir zattı. Bu zat, Sultan Hamid'in fevkalâde güven ve itimadını kazanmış bulunuyordu. Rütbesinin mareşal olmasına, Esat Paşa'nın kendinden daha ast bir bir rütbede bulunmasına rağmen, İstanbul ile Serez arasında güvenli bir bölge bulundurulmak maksadıyla Serez'den uzaklaştırılamazdı. İşte bu önemli kvmutan, Mareşal İbrahim Paşa idi. Oğlu Nurettin Bey (Nurettin Paşa) de, babasının yanında bulunurdu. Meşrutiyet'in ilânından önceki günlerde, bir binbaşı, Mareşal İbrahim Paşa 'nın komutanlık bölgesinde, istibdat idaresinin aleyhinde konuşmuş... Bir casus bunu jurnal etmiş. . . O zaman Selânik'te Merkez Komutanı bulunan Yarbay Nâzım Bey, olayı yerinde soruşturmak üzere İstanbul'dan görevlendirildi. Cemiyet, Nâzım Bey'i bu görevden alıkoymak üzere vurdurdu. Yaralanan Nâzım Bey İstanbul'a getirildi. Olayın soruşturmasına İstanbul'dan birinin değil, ancak orduca gösterilecek bir görevlinin gidebileceği görüşü telkin edildi. Ben görevlendirildim. Görevim, hiç şüphesiz istibdat aleyhinde bulunmuş olan binbaşıyı kurtarmaktı. Önce Serez'e gittim. Mareşal İbrahim Paşa'yı ziyaret ettim. Görüşme sırasında anladım ki, Paşa'nın büyük bir endişesi vardır. Paşa, kendi bölgesinde, Sultan Hamid ve istibdat idaresi aleyhinde bir tek kigi bile bulunmadığı ve bulunamayacağı yolunda Sultan'a güvence vermişti. Buna rağmen, söz konusu binbaşı için yapılan jurnal, Sultan Hamid'in Mareşal İbrahim Paşa'ya olan güvenini sarsacak nitelikteydi. Bu jurnalda yazıların doğrulanması, İbrahim Paşa'nın durumunu kötüleştirecekti. Bunu istemiyordu. Ben derhal Paşa'nın endişesini anladım ve dedim ki : Paşa Hazretleri, devletli şahsınızın bölgesinde, Zâtışâhane aleyhinde duygular besleyen bir tek kişinin bile bulunabileceği düşünülemez. Yapılmış olan jurnalda yazılanların yerinde soruşturulması, devletli şahsiyetiniz tarafından kurulmuş olan disiplini ve aşılanmış olan bağlılık duygularını kolayca ortaya koyacaktır. Arzu buyurursanız, yapacağım soruşturma raporunun bir suretini zâtıdevletlerine göndereyim. İbrahim Paşa, bu sözlerimden çok ferahladı. Benden memnun oldu ve oğlu Nurettin Bey'i çağırtıp benim çok iyi abırlanmamı ve olay yerine gidebilmem için kolaylık gösterilmesini emretti. Soruşturmanın sonucu, binbaşıyı kurtardı. Jurnal vereni iftira ettiği ıçin cezaya çarptırdı. Mareşal İbrahim Paşa da, sultana kendi bölgesinde, aleyhte bir tek kişinin bile bulunamayacağını ispat ederek Zâtışahane'nin kendisi hakkındaki güven ve itimadını bir kat daha artırdı. Mareşal İbrahim Paşa'nın bu yolla kendisine beslenen güveni bir kat daha artırması, çok geçmeden, kendine bütün Makedonya'yıistibdada karşı olanlardan temizleme görevini hazırladı. Bu noktayı biraz açıklayayım : Cemiyet, bütün Makedonya'da teşkilâtını genişletti, faaliyetini hızlandırdı. Artık hemen hemen açıktan açığa ve korkusuzca çalışmalara başlandı. Selânik'te, Ordu Mareşallığı'nda bulunan Esat Paşa'ya güven kalmadı. Kurmay Başkanı'mız olan Ali Rıza Paşa hakkında şüphe ye düşüldü. Bunlar birer bir er, Sultan Hamid tarafından sorguya çekilmek üzere İstanbul'a geri çağrıldı. Ordu Mareşallığı'na her bakımdan güven ve itimat uyandıran Mareşal İbrahim Paşa tayin edildi ve Selânik'e gönderildi. İbrahim Paşa'nın Selânik'e gelmekte olduğu haberi üzerine, Cemal Bey (rahmetli Cemal Paşa), ne olur ne olmaz düşüncesiyle, bir vesile yaratarak merkezden uzaklaştı. Arkadaşım Fethi Bey, zaten daha öncesinden Jandarma Okulu Komutanlığı'na geçmişti Merkezde Ordu Komutanı ve Kurmay Başkanı adlarına yalnız ben bıılunuyordum. Yeni gelen komutana İTçüncü Ord<ı Komutanlığı'nı ben devir ve teslim edecektim. Gerçekten de öyle oldu. İbrahim Paşa,yanındaoğlu Nurettin Bey olduğuhalde, trenle geç vakit Selânik'e vardı. Doğruca komutanlık dairesine geldi. Orada kendisine durumu anlattım. Gece olmasına rağmen, ordu karargâhında görevli bütün komutanlan birer birer görmek istedi. Herkes gelip kendini tanıtıyordu. Mareşal Paşa, her yeni tanıdığı zata, kendisinin ne kadar şiddetli olduğunu, insanı yokedebilecek güçte bulunduğunu anlatmaya çalışır birtakım tavırlar takınarak, hiç de yakışık almayan sözler söyleyerek, arasıra çizmeli ayaklannı yere vurarak, ilk andaıı itibaren korkutma politikası uygulamaya başladı. Gece evime gittim. Ertesi gün erkenden bir süvari, bir binek atı getirdi ve Mareşal Paşa'nın beni istediğini söyledi. Daireye geldiğim zaman anladım ki, benim göreve devam edebileceğimi emretmiş. . . Şimdi Efendiler, gelelim ihtilâl ve inkılâp safhasına... İbrahim Paşa'nın, korkutma politikası, ihtilâl komitesinin gözdağı verici tutumuyla karşılandı. Paşa, hiddet ve şiddetini bir tarafa bırakmak mecburiyetini duydu: Bu arada en çok Cemal Bey (Cemal Paşa) vasıtasıyla ihtilâl cemiyetinin kuwetinden ve teşebbüsündeki ciddiyetten İbrahim Paşa'nın oğlu haberdar edildi. Babasının cemiyet aleyhinde bir harekette bulunmaması için uyanldı ve Paşa'dan teminat istendi. Söz gelişi, Paşa, cemiyet aleyhinde hareket etmeyeceğini göstermek üzere, Cuma namazını fiiân camide kılacak ve ikinci safta namaza duracaktır gibi birtakım isteklerde bulunuldu. İşte Nurettin Bey bu gibi şeyleri babasına duyurmak için aracı oIarak kullanılıyordu. Fakat önemli işlerde daha çok görevlendirilen ve çalıştınlan, babasının emir subayı Nurettin Bey değil, cemiyetin üyesi ve mutemedi olan, komutanlık makamının emir subayı Yüzbaşı Kâzım Nâmi Bey (şimdi yazar ve öğretmendir) idi. İbrahim Paşa, cemiyetin uyanlarına uymak zorunda bırakıl- dı. Fakat, cemiyetin teşkilâtından, te ebbüslerinden kararlarından ve a - &127;&127;ı işlerden hiçbi k' ş ' y p r va ıt haberdar edilmemiştir. I&127;ürriyet ve Meşrutiyet'in ilânından da, ne İ b r a h i m P a ş a 'nın ve ne de oğlu N u r e t t i n B e y'in daha önce hiçbir şekilde ve asla ha- berleri de olmarıııştır. ll&127;Ieşrutiyet'in ilânı konusunun tamamen içinde bu- lunduğu duğum iç'ınv bu kon teferruat ve safhalan la ahsen ve akından ilgili ol- nudaki hatıralanm olduğu gibi aklımdadır. Hürriyet ve Meşrutiyet ilânı ile ilgili gösterilerde erken davrandığı sanılan Üsküp'teki hazırlıkIan Selânik'te ve diğer yerlerde yapılacak ha- zırlıklara uygun bir şekilde düzenlemek için İİsküp'e gitmiştim. Oradan dönüşümde ve artık her yerde füli gösteriler ba ladıktan sonra, M a r e- gal tbrahim pa ş $ a beni çağırdı ve şunları söyledi : &127;&127;Beni Ordu Komutanlığı nda bırakacak mısınız, bırakmayacak mısınız? Bırakılmaya- cak isem, şahsım tecavüz ve hakarete uğratılmadan hemen İstanbuI'a ha- reket edeyim.&127; &127;Iattâ Paşa, bürosu üstünde duran yazı hokkasını eline ala- rak aynen hatırımda kalan şu kelimeleri de ekledi : &127;Burada benim yal- nız bir hokkam var, onu alıı&127;, giderim.&127; Gerekenlerle görüştükten sonra cevap verebileceğimi sö ledim. Ce- " y miyet adına yetkili olan diger arkadaşlarla, İ b r a h i m P a ş a 'nın ko- mutanlığı konusunu görüştük. Bir zaman için kalmasında sakınca görme- dik. Komutanlıkta kalacağını bildiren cemiyet kararını kendisine ben teb- Iiğ ettinı. Fakat, bir iki gün sonra, dağa çıkmış olan subaylardan bir te duğıı efendi, İbrahim Paşa'yabulun en yerden hakaret dolu bir telgraf çekmiş... İbralıim Paş , k . a derhal beni çagırttı ve teI rafı uzatarak dedi i . aBeni komutan olarak burada bırakacağınızı bildirmi tiniz. Bu ha,karet nedir?&127;&127; Komutan Paşa'ya Cemiyet'çe kendisi için aldıŞ ımız ka- rarı bütün teşkilâta duyuracak kadar zaman geçmediğini, özellikle da" g başında bulunan subaylanmızın herhangi bir telgraf merkezinden bu i- 'bi telgrafları çekmeierine engel olmanın bugü g etmesi gerektiğin nlerde güç olacağını kabııl i söyleyerek kendisini yatıştırmaya çalıştım. Fakat, aradan çok geçmeden, o zaman Yunan Sınırı Komutanı bulunarı Muhlis Paşa, Cemiyetin Manastır'daki Merkez Hey'eti tara fından Manastır'a davet edilmiş. . . Muhlis Paşa, Ordu Komutanı İbrahim Paşa'dan izin almaksızın Manastır'a gitmiş. Bu duruma canı sıkılan İbrahim Paşa, Muhlis Paşa'ya tekdir edici bir yazı göndermiş... Bunun üzerine, Muhlis Paşa'yı davet eden Merkez Hey'eti, İbrahim Paşa'yauzunbirtelgrafçekmiş...Budefada Mareşal P a ş a beni çağırarak telgrafı gösterdi ve : aya bu ne?dedi. Telgrafı baştan sona kadar okudum. Bu telgrafta Konyar aşiretinden Mareşal İbrahim Paşa'nın bütün hayatı, geçmişi ve hayatının içyüzü açıklandıktan sonra, ağır ve hakaret dolu kelimelerle, istibdat devrinin, Sultan H a m i d kulluğunun ender rastlanır bir örneği olan İbrahim Paşa'nın hürriyet için çalışan bir çevrede, hürriyet için çalışanlara komuta etmek cesaretinde bulunmasına şaşılıyor ve hemen komutanlıktan çekilmesi ihtar ediliyor ve isteniyordu. Efendiler, bundan sonra, İbrahim Paşa gerçekten Selânik'te duramadı. Dediği gibi bir hokkasını alıp gitti. Bu bilgilerden sonra, Nurettin Paşa'nın, İİçürıcü Ordu Komutanı bulunan babasıMareşal İbrahim Paşa ile Meşrutiyet inkılâbının yapılmasına ve ihtilâlin aşırılıktan uzak ölçülerle ve engelsiz olarak yürütülmesine ne yolda hizmet etmiş olduklarını anlamak kolay- laşmıştır, sanırım. Denildzği gibi, aihtilâlin aşırılıktan uzak ölçülerle yü- rütülmesine&127; de etkili olamamışlardır. En ölçüsüz davranışlar, bizzat ken- dilerine yapılmış olan muamelelerde görülmüştür.
    IRAK SEFERİNDE NURETTİN PAŞA



    Efendiler, Irak seferinde, Nurettin Paşa zamanındaki durumun içyüzü şundan ibarettir :
    İlk Irak Komutanı olan Süleyman Askerî Bey'in yenilgiye uğrayıp intihar etmesinden sonra, Irak'a Kafkasya'dan yeni birlikler ge linceye kadar, savaşlar, İngilizlerin istcğine ve yürüyüş hızlarına bağlı kalmıştır. Nurettin Paşa, Kûtülamare'de İngilizlere yenildikten sonra, gece gündüz ve hiç bir direnme göstermeden yürüyerek Selman pâk'a kadar perişan bir şekilde geri çekildi.
    İngilizler, Nurettin Paşa'yı kovalayarak Selmanpâk'a kadar ilerlediler. Orada, Kafkasya'dan gönderilmiş olan birlikler, İngiliz birlik lerini karşıladı. Üç gün savaştıktan sonra, Nurettin Paşa yenilgiyi kabul ederek geri çekilme emri verdi.Birlikler, Diyale ırmağına kadar ku zeye çekildi. İngilizlerle süvari bağlantısı kurma yolu bile aranmadı. Hal buki, aynı zamanda, İngilizler de geri çekilmişlerdi. Bu bilgiyi veren çöl Araplarıydı. Ondan sonra Nurettin Paşa, kendini toplayıp yeniden Selmanpâk-Kûtülamare yönünde ilerledi.
    Kûtülamare kuzeyinde, gece İngiliz birlikleri ile karşılaşıldı. Tedbir sizlik, düzensizlik ve idaresizlik yüzünden, birliklerimiz şafak vakti düş nıanın ateş baskınına uğradı. Er, subay ve komutan olmak üzere birçok kayıp verildi. Birliklerde panik oldu. Kendiliğinden geri çekilme başladı. İngilizlerin çekilmesi üzerine ortalık yatıştırılabildi.
    Irak'ta yeni birlikler ve yeni vasıtalarla büyük ve kanlı savaşlar bun dan sonra başlar ki, Nurettin Paşa'nın bunlarla alâkası yoktur.
    Broşürün aynı sayfalarında, "Nurettin Paşa, İngilizlerden ele geçirdiği uçaklarla da bir uçak filosu meydana getirmek gibi çok büyük başarılar gösternıiştir" deniliyor.
    Bu iddianın pek cahilce olduğunu söylemek zorundayım. Uçağın ve uçak filosunun ne olduğunu bilenler, böyle bir iddianın ne kadar gülünç olduğunu elbette anlarlar.

    BÜYÜK TAARRUZ'DA NURETTİN PAŞA SAVAŞ MEYDANINI DÜRBÜNLE SEYRETMEYİTERCİH EDİYORDU



    Broşürün sekizinci sayfasında, Nurettin Paşa'nın dürbünle bakarken alınmış bir resmi vardır. Bu resmin altında şu sözler yazılıdır :
    "26 Ağustos 1922 taarruz günü Kocatepe gözet leme yerinde Karahisar Meydan Muharebesi idare ederken alınan fotoğraflarıdır.
    O gün hep aynı tepedeydik. Dürbünle bakanlar çoktu. Dürbünle en çok bakanlar, özellikle gözetleme görevi verilen subaylardı. Gerçekten, Nurettin Paşa'nın da savaş meydanını dürbünle seyretmeyi ter cih ettiğini ben de farketmiştim.
    Karahisar - Dumlupınar Meydan Muharabesi yapılırken, "Başkomu tanlık Meydan Muharebesi'nin yapıldığı gün" bir aralık, Nurettin P a ş a'yı kolordu komutanı Kemalettin Paşa'nın (şimdiki Berlin Büyükelçisi ) gözetleme noktasında, durumu dürbünle seyrederken bul dum. Birliklerimiz düşmanı yakından sıkıştırmış, nazik ve önemli bir du rum ortaya çıkmıştı. "Dürbünle seyretmeyi bırakınız' Savaşı yakından ve bizzat idare etmek için, ileri ateş mevzilerine gideceğiz" dedim.
    Nurettin Paşa, bu kadar yaklaşmanın doğru olmadığını söy leyerek gitmek istemedi. Canım sıkıldı. "Siz burada kalabilirsiniz" dedim. Kemalettin Sami Paşa'ya : " Siz benimle geliniz! " dedim ve otomobilime yürüdüm. Kemalettin Paşa : "emredersiniz" dedi ve benimle beraber yürüdü. Bu davranış üzerine, dürbünün başında yalnız bırakılan Nurettin Paşa'nın da arkamızdan geldiğini gördük. De diğim yere gittik. Yunan ordusunun esareti ile sonuçlanan o savaŞı, en ince noktalarına kadar bizzat idare ediyor ve gereken emirleri, doğrudan doğruya kolordu komutanlarına ve diğer komutanlara ben veriyordum.
    Verdiğim emirlere göre tedbirler alınıp gerekli uygulamalara geçilir ken, Ordu Komutanı Nurettin Paşa yanımda duruyor ve durumu seyrediyordu. Bir aralık, kolordu komutanını benim yanımdan uzaklaştı rarak bazı emirler vermeye kalkışmış... Kolordu Komutanı bu emirleri uygulanabilir nitelikte bulmamış; ordu komutanı ile kolordu komutanı arasında neredeyse saygısızca bir çatışma durumu ortaya çıkmış. . . Kemalettin Sami Paşa, Nurettin Paşa'nınyanındanbiraz sertçe bir muamele ile ayrılmış. . Bu durumun farkına vardım. Kemalettin Sami Paşa'yı yanıma çağırıp, sükûnet ve disiplini koruması gerektiğini söyledim. Daha sonra, yaInız olarak Nurettin Paşa'yı çağırttım. Genel olarak bazı sorular sordum ve anlatmak istedim ki, kolordu komutanına verdiği emrin gerçekten de uygulanması mümkün değildir. Komutanlar, emir vermiş olmak için emir vermezler. Gerekli, uy gıılanabilir olan hususları emrederler ve emir verirken, kendini, o emri yerine getirecek olanın yerine koymak ere emrin nasıl yerine getirilip uy gulanacağını düşünmek ve bilmek gerekir.
    Hal tercümesi broşürünün 9' uncu sayfasında, Irak'tan sonra "Kaf kas cephesine gitmiş olan Nurettin Paşa'nın 3 üncü Ordu Bölgeleri Komutanlığı'nda ve Ordu Komutanlığı Vekilliği'nde bir süre" bulunduğu yazılıdır. Bu görevlerzn nasıl birer görev olduğunu ve bu sürenin kaç gür olduğunu sormak lâzımdır.
    Nurettin Paşa, Kafkas Cephesinden İstanbul'a dönüşünde " Aydın, Muğla ve Antalya Bölgeleri Komutanı" ünvanı ile İzmir'e gitmiş ve orada bulduğu, çoğunu 40 yaşından yukarı askerlik çağını aşmış erlerirt oluşturduğu dağınık birkaç birliği yeniden düzenleyerek ve yeni türk menler kurarak 21' inci Kolorduyu meydana getirmiş.
    Efendiler, kolordu kurma işi, son zamanda, Birinci Dünya Savaşı' nın fantazileri sırasına geçmişti. Özellikle, karşısında düşman bulunmayan sabit bölgelerde, askerlik şubeleri ve başkanlıkları kuruyormuşçasına bir kolaylıkla, kolordu komutanlıkları kurulur ve yetkiler verilirdi. Gerçek ten bütün savaş cepheleri imdat diye feryat ederken, 21' inci Kolordu, de ğer verilen bir varlık olsaydı, Aydın bölgesinde yüzüstü bırakılmazdı.
    HAL TERCÜMESİ BROŞÜRÜNE GÖRE NURETTİN PAŞA'NIN İSTANBUL'DA VE ANADOLU'DA GÖRDÜĞÜ ÖNEMLİ İŞLER NELERDİ?



    Broşürün 16' ncı sayfasında Nuretti Paşa'nın "Anadolu'da Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının teşebbüsleriyle başlayan Millî Mücadele liderleri ile de ilişki kurarak..." İstanbul'da bir takım önemli işler yaptığından, sonunda İngilizler tarafından takibe başlanmış olduğundanu ve Mustafa Kemal Paşa 'dan aldığı davet yazılarında, artık İstanbul'dan çok Anadolu'da hizmet edilebileceğinin bildirilmesi üzerine Anadolu'ya geçmiş olduğundan söz ediliyor.
    Efendiler, Nurettin Paşa'nın İstanbul'da İngilizlerle ve Damat Feri Paşa Kabinesi'yle anlaştığını,Ankara'da kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden ve onun hükûmetinden habersiz olarak, bizi, İstanbul ile uyuşturmaya çalıştığını ve bu münasebetle arada geçen telgraf haberleşmeleri üzerine Ankara'ya geldikten sonraki davranışlarını yeri geldiğinde anlatmıştım. Bunları tekrar etmeyeceğim.
    18'inci sayfada : Yukarıda sayılan vatan hizmetlerini başarı ile yerine getirmiş olan Nurettin Paşa ile Büyük MiIlet Meclisi arasında bazı resmî işlerden dolayı anlaşmazlık çıkması üzerine, kendisi hemen Ankara'ya gelmiş ve bu anlaşmazlık olumlu bir çözüme bağlanarak giderilmiştir ifadesine rastlanmaktadır.
    Nurettin Paşa'nın, Hükûmetçe nasıl Merkez Ordusu Komutanlığından alınarak Divan-ı Harb'e verilmek üzere Ankara'ya getirildiğini ve Meclisin, kendisine karşı gösterdiği şiddetIi tepki, idamını isteyecek kadar ileri gitmişken, Başkomutan sıfatıyla, şahsen Meclis kürsüsünden, N u r e t t i n P a ş a'yı savunarak nasıl kurtarmış olduğumu da açıklamıştım. Burada yeri gelmişken yalnız bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim. Söz konusu broşürde yer alan ifadeye göre, bir Türkiye Büyük Millet Meclisi vardır, bir de N u r e t t i n P a ş a... Bunlar karşı karşıya gelmişler ve aradaki anlaşmazlık giderilmiş... Bilindiği gibi, Meclis ile karşı karşıya gelebilen yalnız Hükûmet'tir. Meclis'in karşısında Hükümet vardır. Bir ordu komutanı; bir vali ve herhangi bir makam sahibi Meclis'in muhattabı olamaz. Broşürün 18'inci sayfasının son satırları, Nurettin Paşa' nın Tanrının lûtfuyla, vatanı tehlikeden kurtaran büyük zaferin başarıcısı ve yaratıcısı olduğunu, millî tarihe bu defa pek önemli ve benzeri görülmemiş bir şeref ve iftihar sayfası eklemeyi sağlamış bulunduğu....." nu açıklamaya ayrılmıştır.
    NURETTİN PAŞA, ZAFERDEN PAY ALMAYA EN AZ HAKKI OLANLARDAN BİRİDİR



    Efendiler, bu kadar cür'etli bir iddia karşısında Şaşırmamak ve böyle bir iddiayı garip karşılamamak mümkün değildir. Gerçekten de Nurettin Paşa genel taarruzda 1' inci Ordu Komııtanlığı'nda bulundu. Diğer bütün komutanlarla birlikte kendisine emrettiğimiz görevleri yapmaya çalıştı. Bu durum, bütün Türk ordusuna ve ordumuzun büyük küçük bütün komutanlarına, subaylarına ve her erine ait olmak tabiî bulunan bir başarıyı ve şerefi, Nurettin Paşa'nın kendi şahsına malettirmesini gerektirmez. Bu iddia kadar anlamsız, asılsız ve ayıp bir şey olamaz. Nurettin Paşa'yı kazanılan zaferin yaratıcısı gibi göstermek olsa olsa kendisiyle alay etmek maksadına dayanabilir. Yoksa, Nurettin Paşa, Büyük Zafer'in şerefinden pay almaya en az hakkı olanlardan biridir.
    Efendiler, Büyük Taarruz'da, Nurettin Paşa'yı, yalnız taarruzun ikinci günü Kocatepe'de yalnız bırakmıştım. Çünkü, düşmanın yenildiğini ve geri çekileceğini anlamıştık. Yenilgisini bozguna çevirmek ve geri çekilme hattını keserek düşman ordusunu esir etmek için, artık Kocatepe'de değil, durumu daha genel olarak gözden geçirecek ve ona göre etraflı tedbirler alacak yerde bulunmamız gerekiyordu. O gün bile, Cephe Komutanı İsmet Paşa'nın uygun görüp benim imzam ile yazdığı cesaret verici kısa bir yazıyı telefonla okuyarak Nurettin Paşa 'nın maneviyatını kuvvetlendirmek için tedbir almak gereği duyulmuştu.
    NURETTİN PAŞA'YI VE ORDUSUNU BİZZAT TAKİP ETMEK VE YÖNETMEK ZORUNDA KALDIM



    Ondan sonra, Nurettin Paşa'yı ve ordusunu bizzat takip etmek ve yönetimine müdahele etmek zorunda kaldım. Böyle yapmasaydım, Nurettin Paşa'nın yaptığı hatâları düzeltmek güçleşirdi. Dumlupınar'da, ordusunun Kurmay başkanı Emin Paşa'nın ileri hareket için hazırladığı harekât emrinin kapsamını anlamayan, fakat anlamamış değil de daha iyisini düşünmek ve yapmak istiyormuş gibi davranan Nurettin Paşa'nın bir kararsızlığa düşmesi üzerine, kararsızlıkla geçirilecek zaman olmadığını hatırlatarak gereken talimatı bizzat yazdırdığım zaman Nurettin Paşa bana demiştiki: "Paşam siz bizi yalnız ve serbest bırakmıyorsunuz!" Buna orada bulunan Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa Hazretleri, ciddî bir dille ve şu yolda cevap verdi : "Paşa, paşa dedi. Bu ordu bizim ve bütün memleketin göz bebeğidir. Onun sevk ve idaresini tesadüfe bırakamayız! "
    Dumlupınar'dan Uşak'a giderken, yolda Nurettin Paşan' nın aldığı tedbirlerdeki yetersizliğin farkına varıp, Nurettin Paşa'nın tümenlerine bizzat emir vererek tedbir aldırmasaydım, Trikopis' in esir düşmesi mümkün olmayabilirdi. Uşak'ta beklenmedik kötü bir durumla karşılaşabilirdik. İzmir'e vardıktan ve hükûmet dairesine girdikten sonra, güneyden gelen top ve tüfek seslerini bizzat işitip, Nurettin Paşa'nın tedbirsizliğini ve gafletini anlayıp doğrudan doğruya kendim emir vererek tedbir aldırmasaydım, İzmir'e girmiş ve İzmir sokaklarında halkın arasına karışmış olan birliklerimizin, biz de içinde olduğumuz halde, paniğe kapıIarak darmadağın olması ihtimalden uzak değildi.
    İşbilirlik ve ileri görüşlülük iddiasında bulunan Nurettin Paşa'nın, İzmir'de yabancı memurlarla yaptığı zapta geçmiş konuşmasını bizzat düzeltmeseydim, İzmir'e girmekten doğan genel sevincin sönmesine yol açacak durumlardan kaçınmak belki de mümkün olmayacaktı.
    Efendiler, bu söylediklerim, ordunun bütün ileri gelenlerince bilinen gerçeklerdir. Bu gerçekleri yalnız bir kişinin farketmediği anlaşılıyor. O da N u r e t t i n P a ş a 'dır. Kuşatıcı, galip, fâtih, gazi ünvanlarıyla kendini hatırlatmak gibi çocukça bir sevdaya kapılan N u r e t t i n Paşa'nın, "Kûtülâmare kuşatıcısı Nurettin Paşa" diye bir kartını görmüştüm. Nurettin Paşa bu kartı, Taşköprü'de otururken, Kastamonu Valisi ve o bölgenin komutanı bulunan Muhittin Paşa'ya (şimdiki Kahire Büyükelçisi) göndermiş. Kartın boş yerlerine yazdığı yazılarda, karttaki ünvana işaret ederek, "bunu da benden kimse alamaz ya!" diye bir ibare vardı. Muhittin Paşa, bu kartı ve karttaki yazıyı, akıl ve ferasetle bağdaşır görememiş ve dikkate değer bulmuş olduğundan aynen bana göndermişti. Evet, onu ondan kimse geri alamaz. Fakat onu ona veren de yoktur. Her başarılı savaşa katılan kimsenin, hakkı olmadığı halde kendisini başarının tek kazanıcısı ve galibi ilân etmesi, örnek alınacak bir ahlâk kuralı değildir. Memleketin çocuklarına, böyle asılsız tarz ve tavırlar takınma alışkanlıkları veremeyiz. Gelecek nesillere, böyle havadan galip, fatih olunabileceği gibi sakat bir düşünceyi miras bırakamayız.
    MİLLET VE TARİH ÜNVAN VERMEKTE O KADAR CÖMERT DEĞİLDİR



    Hal tercümesi broşürünün kapağındaki "gazi" ünvanının kullanılmasına gelince, bu ünvanı, Nurettin Paşa'ya (A.S.) harfleri verebilir. Fakat, gerçek ve kanun bununla yalnız ve sadece alay eder. Gerçi savaşa "ya şehit ya da gazi olmak için" gidilir. Genel olarak, kahramanlık meydanında ölenlerin hepsine şehit derlerse de, sağ kalanların hepsine gazi ünvanı verilmez. Bu ünvanı ancak kanun verir. Medenî bir milletin yüksek çıkarları uğruna yapmaya mecbur olduğu harpler, Arap aşiretlerinin dolayısıyla biribirine karşı açtıkları gazve (203) değildir. Öyle bile olsa, bu savaştan sağ salim çıkanlara belki yalnız anaIarı babaları takdir için "benim gazi oğlum!" diyerek övünürler. Fakat millet ve tarih ünvan vermekte o kadar cömert değildir.
    Hal tercümesinin son sayfasından da bir cümle alarak bu hikâyeye son verelim: Nurettin Paşa "Irak cephesinde iken yerli halk tarafından kendisine verilmiş bulunan, Peygamber Hazretlerinin Kerbelâ'da yatan torunu İmam Hüseyin Hazretleri 'nin mübarek kılıcını taşımakla şeref duymaktadır."
    Efendiler, bu ne lâftır!
    Kerbelâ, Peygamber'in torunu, imam, mübarek kılıç, şeref duymak gibi, cahil takımının hoşuna gidecek lâflarla milleti kandırma politikasını benimseyenler, artık insaf etsinler!.. Millet de dikkat ve uyanıklığını artırsın !. .
    Efendiler, tek başlarına hareket ederek başarı elde edemeyecelclerini anlayan bazı kimseler de ikiyüzlü davranışlarla içimize girme yolunu bulabilmişlerdir. Bunların içyüzü İkinci Meclis toplanıp göreve başladıktan sonra görülecektir

  5. #44
    Kayıt Tarihi
    Jun 2006
    Nerede
    İstanbul / Beyoğlu
    İletiler
    3.411
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI



    Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ikinci seçim dönemi, yeni Türkiye Devleti'nin tarihinde, mutlu bir geçiş devresine rastladı. Gerçekten de dört yıllık istiklâl mücadelemiz, milletimizin şanına lâyık bir barış ile sonuçlanmış bulunuyordu.
    24 Temmuz 1923'te, Lozan'da imza edilen antlaşma, 24 Ağustos 1923'te Meclis'te onaylandı.
    MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASINDAN SONRA TÜRKİYE'YE YAPILAN DÖRT
    BARIŞ TEKLİFİ ARASINDA BİR KARŞILAŞTIRMA

    Efendiler, Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan sonra, düşman devletler tarafından Türkiye'ye dört defa barış şartları teklif edilmiştir. Bunların birincisi, Sévres taslağıdır. Bu taslak hiçbir görüşmenin ürünü olmayıp itilaf Devletleri tarafından Yunan Başvekili Mösyö Vezinones'un da katılmasıyla düzenlenmiş ve Vahdettinn 'in hükümeti tarafından 10 Ağustos 1920'de imza edilmiştir.

    Bu taslak, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce tartışılmaya değer bile sayılmamıştır.

    İkinci barış teklifleri, Birinci İnönü Muharebesi'nden sonra toplanan Londra Konferansı'nın sonunda 12 Mart 1921 tarihinde yapılmıştır. Bu teklifler Sévres Antlaşması'na bazı değişiklikler getiriyor ise de, üzerinde durulmamış olan meselelerde Sévres taslağındaki maddelerin olduğu gibi bırakıldığını kabul etmek gerekir.

    Bu teklifler, bizce tartışılmaya yol açmadan İkinci İnönü Muharebesi'nin başlamasıyla sonuçsuz kalmıştır.

    Üçüncü barış teklifleri, 22 Mart 1922'de, yani Sakarya zaferinden ve Fransızlarla imzalanan Ankara Anlaşması'ndan sonra ve yakında yeni bir taarruzumuzun beklendiği sıralarda, Paris'te toplanan İtilaf Devletleri Dışişleri Bakanları tarafından yapılmıştır. Bu tekliflerde, artık işe Sévres taslağını temel olarak ele alma usulünden vazgeçilmiş ise de, ana gayeleri ile milli gayemizi gerçekleştirmekten uzaktı. Dördüncü teklif Lozan Antlaşması'nın imzalanmasıyla sonuçlanan görüşmelerdir.

    İtilaf Devletleri'nce Türkiye'ye kabul ettirilmesi düşünülen esaslar ile, Milli Mücadele sayesinde ulaşılan sonucu açıkça gözler önüne serebilmek için, bu dört türlü teklif arasında en önemli noktaları içine alacak şekilde kısa bir karşılaştırma yapmayı yararlı sayarım.

    1. SINIRLAR

    a ) Trakya sınırı :

    Sévres'de : Çatalca hattından biraz ileride bulunan Podima - Kalikratya hattı.

    Mart 1921 teklifinde : Söz konusu edilmemiştir.

    Mart 1922 teklifinde : Tekirdağ bize, Babaeski Kırkkilise (204) ve Edirne Yunanlılara kalacak şekilde bir hat.

    Lozan'da : Karaağaç'da bizde olmak üzere Meriç hattı.

    b )İzmir bölgesi :

    Sévres taslağında : Bu bölgenin sınırları Kuşadası, Ödemiş, Salihli, Akhisar ve Kemer iskelesine azçok yakın yerlerden geçmektedir.

    Bu bölge, Türk hakimiyetinde kalacak, fakat Türkiye, bu hakimiyetini kullanma hakkını Yunanistan'a devredecek. Türk hakimiyetinin belirtisi oiarak,İzmir şehrinin dış istihkamlarından birinde Türk bayrağı bulunacak. Bir bölge meclisi toplanacak ve beş yıl sonra bu meclis, bu bölgenin sürekli olarak Yunanistan'a katılmasına karar verebilecekti.

    Mart 1921 teklifinde : İzmir şehri Türk hakimiyetinde kalacak, İzmir şehrinde bir Yunan kuvveti bulunacak ve İzmir bölgesinin geri kalan yerlerinde, çeşitli unsurların nüfus oranlarına göre oluşturulacak bir jandarma birliği görev alacak ve buna İtilaf Devletleri'nin subayları komuta edecek.

    Yönetim işlerinde de yine aynı nüfus oranı göz önünde bulundurulacak, bölgenin Milletler Cemiyeti'nce tayin edilecek bir Hristiyan valisi olacak, bunun yanında seçim yoluyla kurulmuş bir meclis ile bir danışma kurulu bulunacak. Valilikçe, Türkiye'ye gelir artışına göre ayarlanacak bir vergi konacak; bu anlaşma beş yıl süre ile geçerli olup iki taraftan birinin isteği üzerine Milletler Cemiyeti'nce değişikliğe uğratılabilecek.

    Mart l922 teklifinde : Bütün Anadolu ve dolayısıyla İzmir de bize geri verilecek yolunda aldatıcı bir vaat. İzmir Rumları'nın yönetime adaletli bir şekilde katılmasını sağlamak için ve aynı hakkın Yunanistan'da kalacak Edirne Türklerine de verilmesi şartıyla bir usul tespiti konusunda Ytilâf Devletleri, Türkiye ve Yunanistan ile anlaşacaklardır.

    Lozan'da : Elbette bu gibi meseleler söz konusu bile edilmemiştir.

    c) Suriye sınırı :

    Sévres'de : Akdeniz kıyısında aşağı yukarı Karataş burnundan başlayarak Osmaniye, Bahçe, Gaziantep, Birecik, Urfa, Mardin ve Nusaybin'i epey güneyde ve Suriye topraklarında bırakan bir sınır.

    Mart 1921'de : Aşağı yukarı şimdiki sınır olmak üzere Fransızlarla ayrıca bir anlaşma imzalanmıştır.

    Lozan'da : 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Anlaşması'ndaki sınır olduğu gibi bırakılmıştır.

    d) Irak sınırı :

    Sévres'de : İmadiye bizde kalmak şartıyla, Musul ilinin kuzey sınırı.

    Mart 1921 teklifinde : Söz konusu edilmemiştir.

    Mart 1922 teklifinde : Söz konusu edilmemiştir.

    Lozan'da : çözümü daha sonraya bırakılmıştır.

    e) Kafkas sınırı:

    Sévres'de : Türk - Ermeni sınırının tayini Amerika Cumhurbaşkanı W i l s o n 'a bırakılmıştır. W i l s o n, sınır olarak Karadeniz kıyısında Giresun'un doğusundan başlayan, Erzincan'ın batı ve güneyinden, Elmalı, Bitlis ve Van Gölünün güneyinden geçen ve birçok noktada Birinci Dünya Savaşı'ndaki Türk - Rus Cephesini izleyen bir hattı göstermiştir.

    Mart 1921 teklifinde : Milletler Cemiyeti bir Ermeni yurdu kurulması için doğu illerinden Ermenistan'a bırakılacak toprakların tespiti için bir komisyon kuracak, Türkiye bu komisyonun kararını kabul edecek.

    Lozan'da : Bu konu ortadan kaldırılmıştır.

    f ) Boğazlar bölgesi :

    Sévres'de : Rumeli'nin Türkiye'de kalan bütün parçaları.

    Anadolu'nun Adalar Denizi üzerinde aşağı yukarı İzmir bölgesinin sınırından başlayarak Manyas Gölünün güneyine, Bursa'nın ve İznik'in biraz kuzeyinden ve Sapanca Gölünün batı ucundan Ahabadr (205) deresinin göle döküşdüğü yere kadar uzanan bir hatla sınırlandırılmış bölge. Bu bölgelerde asker bulundurmak ve askeri harekatta bulunmak hakkı yalnız İtilaf Devletleri'ne aittir. Bu bölgedeki Türk jandarması da İtilaf Devletleri'nin komutası altında olacaktır.

    İtilaf Devletleri, bu bölge içinde, askeri maksatlarla kullanılabilecek yol ve demiryolu yapımını yasaklayabileceği gibi, yapılmış olan yollardan bu gayeyle kullanılacak olanları da tahrip ettirebilecektir.

    Mart l921 teklifinde : Çanakkale güneyinde Bozcaada (206) karşısınndan Karabiga'ya çekilen hattın kuzeyi ile Boğaziçi'nin her iki yakasında - 25 kilometrelik bir bölge.

    Çanakkale boğazına hakim olan her iki tarafındaki adalar .

    İtilaf Devletleri yalnız Yunanistan'a kalacak olan Gelibolu ve bize kalacak olan Çanakkale'de asker bulunduracak böylece, İstanbul'u ve İzmit yarımadasını boşaItacak, Türkiye'nin İstanbul'da asker bulundurmasına ve Anadolu'dan Rumeli'ye ve Rumeli'den Anadolu'ya asker geçirmesine izin verecektir.

    Mart 1922 teklifinde : Çanakkale'nin güneyinde Erdek yarımadası dışarda kalmak üzere Çanakkale sancağı. Boğaziçinin güneyinde o zaman tarafsız sayılan bölge, yani aşağı yukarı İzmit yarımadası askersiz bölge olacaktır.

    Bizde İtilaf Devletleri'nin işgal kuvvetleri kalmayacaktır.

    Lozan'da : Gelibolu yarımadası ile Kumbağı, Baklaburnu hattının güney - doğusu, Çanakkale bölgesinde kıyıdan yirmi kilometrelik bir yer ve Boğaziçi'nin iki yakasında kıyıdan on beş kilometrelik birer bölge ve Marmara da da İmralı dışındaki adalarla İmroz ve Bozcaada askerden arınmış bir duruma getirilecektir.

    Hiç bir yerde İtilaf Devletleri'nin işgal kuvvetleri kalmayacaktır.

    2. KÜRDİSTAN

    Sévres'de : Fırat'ın doğusunda ve Ermenistan, Irak ve Suriye arasında kalan bölge için İtilaf Dcvletleri temsilcilerinden kurulacak bir komisyon özerk bir yönetim şekli hazırlayacaktır.

    Antlaşmanın imzalanmasından bir yıl sonra bu bölgenin Kürt halkı Milletler Cemiyeti Meclisi'ne başvurarak Kürtlerin çoğunluğunun Türkiye'den ayrı bağımsız bir devlet kurmak istediklerini ispat ederse ve MecIis de bunu kabul ederse, Türkiye bu bölgedeki her türlü haklarından vazgeçecektir.

    Mart l92l teklifinde : İtilaf Devletleri,şimdiki durumu gözönünde bu konuda Sévres taslağında değişiklik yapılmasını dikkate alma eğilimindedir. Şu şartla ki, özerk yönetilen bölgelerle Kürt ve Asuri - Geldani çıkarlarının yeterince korunması için tarafımızdan kolaylıklar gösterilsin.

    Mart l922 teklifinde : Söz konusu edilmemiştir.

    Lozan'da : Elbette söz konusu ettirilmemiştir.

    3. İKTİSADİ NÜFUZ BÖLGELERİ

    Sévres AntIaşması'ndan sonra İtilaf Devletleri'nin aralarında imza ettikleri üçlü anlaşmaya (207) göre :

    a)Fransız nüfuz bölgesi :

    Suriye sınırıyla aşağı yukarı Adana ilinin batı ve kuzey sınırı, Kayseri ilie Sivas'ın kuzeyinden geçen Muş'u dışarıda bırakarak bu kasabaya yaklaştıktan sonra Cizre'ye giden bir hattın içinde kalan bölge.

    b) İtalyan nüfuz bölgesi :

    İzmit yarımadasından çıktıktan sonra Afyonkarasihar'a kadar Anadolu demiryolu hattı ve oradan Kayseri yakınlarında Erciyas dağı yöresine kadar giden hatla İzmir bölgesi, Adalar Denizi, Akdeniz ve Fransız bölgesi arasında kalan bölge.

    Mart l92l'de : Bekir Sami Bey ile Fransız ve İtalyan Dışişleri Bakanları arasında imza olunup hükumetçe reddedilen anlaşmalara göre:

    a) Fransız nüfuz bölgesi :

    O sırada Fransız işgali altında bulunan yerlerle Sivas, Elazığ ve Diyarbakır illeri.

    b) İtalyan nüfuz bölgesi:

    Antalya, Burdur, Muğla, Isparta sancaklarıyla Afyonkarahisar, Kütahya, Aydın ve Konya sancaklarının daha sonra tayin edilecek kısımları.

    Mart 1922 teklifinde: Söz konusu edilmemiştir.

    Lozan'da : Söz konusu edilmemiştir.

    4.İSTANBUL

    Sévres'de : AntlaŞma samimiyetle uygulanmadIĞI takdirde İstanbul da bizden alınacaktır.

    Mart 1921 teklifinde : Bu tehdidin kalkacağı, Türkiye'nin İstanbul'da asker bulundurabileceği ve Boğaziçi'nin çevresindeki askerden arınmış bölgeden askeri kuvvet geçirilmesine izin verileceği belirtilmiştir.

    Mart 1922 teklifinde : İstanbul'dan çıkarılacağımız tehdidinin kaldırılacağı ve İstanbul'da bulundurulabilecek Türk kuvvetinin arttırılacağı vaad edilmektedir.

    Lozan'da : Söz konusu olmamıştır.

    5. VATANDAŞLIK

    Sévres'de : Gerek Yunanistan da dahil olmak Üzere İtilaf Devletleri'nden gerek yeni kurulan devletlerden birinin (Ermenistan v.b.) vatandaşlığına girmek isteyen Türk uyruklulardan hiç kimseye Türk Hükümeti'nce engel olunmayacak ve bunların yeni vatandaşlığı kabul edilecektir.

    Mart 1921 teklifinde : Söz konusu edilmemiştir.

    Mart 1922 teklifinde : Söz konusu edilmemiiştir.

    Lozan Antlaşmasında : Söz konusu edilmemiştir.

    Ancak, görüşmeler sırasında, İtilaf Devletleri, bir kimsenin vatandaşlığını tayin hususunda, Türkiye'deki yabancı elçilik ve konsoloslukların verecekleri belgelerin yeterli sayılmasını istemişlerdi. Bu teklif, Sévres taslağının yukarıda söz konusu olan 128' inci maddesinin yeni bir şekliydi. Hiç şüphe yok ki tarafımızdan reddedilmiştir.

    6. ADLİ KAPİTÜLASYONLAR

    Sévres'de : İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya'nın temsil edildikleri dört üyeden kurulu bir komisyon, kapitülasyonlardan yararlanan diğer devletlerin uzmanlarıyla birlikte yeni bir usul düzenleyecek ve Osmanlı Hükumeti'ne danıştıktan sonra bu usulü tavsiye edebilecek.

    Osmanlı Hükumeti bu usulü kabul edeceğini şimdiden taahhüt edecek.

    Mart 1921 teklifinde : Bu komisyonda Türkiye'nin de temsil edilmesine İtilaf Devletleri razı olmaktadır.

    Mart 1922 teklifinde : Aynı teklif.

    Lozan'da : Kapitülasyonlarla ilgili hiçbir kayıt yoktur.

    Danışma niteliğinde olmak üzere birkaç yabancı uzmanı beş yıl için hizmetimize almayı kabul ettik.

    7. AZINLIKLARIN KORUNMASI

    Sévres'de : 1918 Ateşkes Antlaşmalarından sonra yapılan bütün antlaşmalarda yer alan hükümlerden başka, Türkiye'ye, özellikle a?aşağıdaki hususlar kabul ettirilmek istenmiştir :

    a) Yerlerinden ayrılmış olan ve Türk olmayan bütün halkın eski yerlerine gönderilmesi.

    Başkanları Milletler Cemiyeti'nce tayin edilecek olan hakem komisyonları vasıtasıyla bunların haklarının geri verilmesi; bu komisyonlar istedikleri takdirde, Türk olmayan halkIn zarar görmüş mal ve mülklerinin onarımı için de ücretleri hükumetçe ödenecek işçilerin sağlanması, zorla göç ettirme ve buna benzer işlerde parmağı bulunduğu, söz konusu komisyonlar tarafından iddia edilen bütün şahısların sürgün edilmesi v.b.

    b) Türk Hükumeti, azınlıkların parlamentoda kendi nüfusları oranında temsil edilmelerini sağlayan bir seçim kanunu tasarısını, iki yıl içinde İtilaf Devletleri'ne sunacaktır.

    c) Patrikhaneler ile bunlara benzer kuruluşlara tanınmış olan bütün imtiyazlar arttırılarak daha da sağlamlaştırılmakta ve bunların idare ettikleri okul, yetimhane v.b. konusunda ogüne kadar hükumetin sahip olduğu sınırlı denetleme hakkı da elinden alınmaktadır.

    d) İtilaf Devletleri, Milletler Cemiyeti Meclisi'nin görüşünü aldıktan sonra, bu kararların uygulanmasını sağlayacak gerekli tedbirleri tespit edecektir . Türkiye, bu konuda sonradan alınacak her tedbiri kabul edeceğini şimdiden taahhüt edecektir.

    Mart 1921 teklifinde : Azınlıklar söz konusu edilmemiştir. Bu teklifte Sévres'de yapılacak değişiklikler yeraldığı için, bundan, adı geçen antlaşmanın azınlıklarla ilgili bölümünün değiştirilmeveceği sonucu çıkarılabilir.

    Mart 1922 teklifinde : Türkiye ve Yunanistan'daki azınlıklarIa ilgili bir sıra tedbirin teklif edileceği ve bunların gereğince uygulanmasını kontrol için Milletler Cemiyeti'nce komiserler tayin edileceği yazılıdır.

    Bu bir sıra tedbirin neler olduğu açıklanmamıştır.

    Lozan'da : Misak-ı Milli'mizde kabul etmiş olduğumuz üzere ve yaInız Müslüman olmayanlar için Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra yapılan bütün milletlerarası antlaşmalarda yer alan hükumler.

    8. ASKERLİKLE İLGİLİ HÜKÜMLER

    Sévres'de :

    a) Türkiye'nin silahlı kuwetleri şu sayıları aşmayacaktır.

    Saray Muhafız Birliği 700 Kişi

    Jandarma 35.000 Kişi

    Jandarmayı desteklemek üzere özel birlikler 15.000 Kişi 50.700 Kişi

    Bu sayıya Harp Akademisi ve askeri okullar öğrencileri ile, depo birliklerinde ve çeşitli görevlerde çaly? an er ve subaylar da dahildir.

    Özel birliklerin 15 batarya dağ topu bulunabilecek, sahra veya ağır top olmayacaktır.

    Memleket, çeşitli bölgelere ayrılacak ve her bölgede bir jandarma birliği (legion) bulunacaktır.

    Jandarmanın topu ve teknik araçları bulunmayacaktır.

    Özel birlikler, kendi bölgelerinin dışında kullanılamayacaktır.

    Jandarma subayları arasında, sayıları 1.500'ü geçmemek üzere yabancı subaylar bulunacaktır. Her bölgedeki yabancı subaylar aynı milletten olacaktır.<P<

    Türkiye'nin kullanabileceği polis, gümrükçü, orman korucusu v.b. görevlilerin sayısını tayin etme, artacak silah ve cephanemizi teslim alma, memleketimizi bölgelere ayırma, her bölgede bulunacak jandarma ve özel birlik sayısını tespit etme, bunların hangi işlerde ve ne şekilde çalıştırıldıklarını denetleme, yabancı subayların sayılarını ve oranlarını tayin etme ve hükümetle işbirliği yaparak yeni silahlı kuvvetlerimizi düzenleme gibi işlerle görevli olacaktır.

    Mart 1921 teklifinde :

    Jandarma sayısı 45.000'e, özel birliklerin sayısı 30.000'e çıkarılmıştır.

    Jandarmanın memleket içindeki dağıtım şekli, yukarıda sözü edilen İtilaf Devletleri temsilcilerinden kurulu Denetleme Komisyonu ile hükümet arasında anlaşmaya varılarak tespit edilecektir.

    Jandarma subay ve astsubay oranı arttırılacakır. Yabancı subayların sayısı azaltılacak ve bunların birliklere dağıtılması Denetleme Komisyonu ile hükumet arasındaki anlaşmaya göre kararlaştırılacaktır ( Bununla, belki de her bölgede aynı milletten yabancı subayların bulunmayacağı kastedilmiştir).

    Mart 1922 teklifinde : Paralı asker usulünün devam ettirilmesi, Jandarmanın 45.000'e, özel birtiklerin 40.000' e çıkarılması.

    Jandarmada, yabancı subaylara görev verilmesi Türkiye'ye tavsiye edilmekle birlikte, bu nokta şart olarak ileri sürülmemektedir.

    Lozan'da : Trakya ve Boğazlar'da askerden arınmış duruma getirilen bölgelerle ilgili sınırlandırmalar dışında hiçbir kayıt yoktur. Üstelik, Boğaziçi'nin iki yakasındaki askerden arınmış bölgede, 12.000 asker bulundurabilme hakkını elde etmişizdir.

    9. CEZA

    Sévres projesinde: Türkiye harp sırasında harp kurallarına aykırı şekilde hareket etmiş veya Türkiye içinde zulüm yapmış, zorla sürgün etme v.b. işlere karışmış olan kimseleri, istedikleri takdirde, İtilaf Devletleri'ne (Yunanistan dahil) ve Türkiye'den toprak almış devletlere (Ermenistan v.b.) teslim edecektir. Bu gibi kimseler, kendilerini isteyen devletin Divan-ı Harb'i tarafından yargılanıp cezalandırılacaktır.

    Mart 1921 teklifinde : İtilaf Devletleri'nin teklifinde bundan söz edilmemiştir. Ancak, B e k i r S a m i B e y 'in, İngilizlerle imza etmiş olduğu esirlerin geri verilmesi ile ilgili sözleşmede, elimizdeki bütün İngilizleri serbest bırakarak bir kısım Türkleri suçlu sayıp İngilizlerin elinde bırakmaya razı olması, Sévres taslağında yer alan önceki hükümlerin daha hafifletilmiş şeklinden başka bir şey değildir.

    Mart 1922'de : Bu konu üzerinde durulmamıştır.

    Lozan'da : Bundan söz edilmemiştir.

    10. MALİ HÜKÜMLER

    Sévres'de : İtilaf Devletleri, Türkiye'ye yardım olsun diye, İngiliz , Fransız ve İtalyan temsilcilerinden kurulu bir Maliye Komisyonu oluşturacaklar; bu komisyonda danışman olarak bir Türk komiseri bulunacaktır.

    Bu komisyonun görev ve yetkileri aşağıdaki şekilde olacaktır:

    a) Türkiye'nin gelirlerini korumak ve artırmak için her türlü tedbiri alacaktır.

    b ) Türk Meclis-i Mebusanı'na sunulacak olan bütçe, daha önce Maliye Komisyonu'na verilecek ve onun kabul ettiği şekilde Meclis'e gönderilecektir. Meclis'in yapacağı değişiklikler, ancak komisyonca uygun görülürse yürürlüğe konabilecektir.

    c) Komisyon, mali kanun ve tüzüklerin uygulanmasını, doğrudan doğruya kendisine bağlı bulunan ve üyeleri kendisinin uygun bulacağı kimselerden seçililip tayin edilecek olan Türk Maliye Teftiş Hey'eti vasıtasıyla denetleyecektir.

    d) Düyun-ı Umumiye (208) idaresi ve Osmanlı Bankası ile anlaşarak Türkiye'nin para işlerini düzenleyecek ve düzeltecektir.

    e) Türkiye'nin, Düyun-ı Umumiye'ye ayrılan gelirleri dışındaki bütün gelirleri bu Maliye Komisyonu'nun emrine verilecektir. Komisyon bunlarla :

    Önce, kendisine ve Türkiye'de kalacak olan İtilaf Devletleri işgal kuvvetlerine ait giderleri karşıladıktan sonra, 30 Ekim 1918 tarihinden beri İtilaf Devletleri ordularının gerek bugünkü Türkiye'de gerek Osmanlı İmparatorluğu'nun başka yerlerindeki giderlerini ödeyecektir.

    ikinci olarak, Türkiye yüzünden zarar görmüş olan İtilaf Devletleri uyruklularının zarar ve ziyanını ödeyecektir.

    Türkiye'nin ihtiyaçları bundan sonra dikkate alınacaktır.

    f ) Hükumetçe verilecek her bir imtiyaz için Maliye Komisyonu'nun uygun bulması şarttır.

    g) Bugün yürürlükte olan ,bazı gelirlerin doğrudan doğruya Düyun-ı Umumiye tarafından toplanması usulü, Komisyon'un onayı ile mümkün olduğu kadar genişlemesine yaygınlaştırılacak ve bütün Türkiye'ye uygulanacaktır.

    Gümrükler, Maliye Komisyonu tarafından tayin veya işten çıkarılabilecek ve kendisine karşı sorumlu olacak bir genel müdürün yönetiminde bulunacaktır.

    Mart 1921 teklifinde : Yukarıda sözü edilen Maliye Komisyonu Türk Maliye Nazırının fahri başkanlığı altında bulunacaktır. Komisyonda bir Türk temsilci bulunacak ve bunun, Türk maliyesi ile ilgili konularda oyu olacaktır. İtilaf Devletleri'nin mali çıkarları ile ilgili konularda ise, Türk temsilcinin yetkisi, ancak danışma niteliğinde olacaktır.

    Türk parlamentosu, Türk Maliye Nazırı ile Maliye Komisyonu tarafından ortaklaşa hazırlanacak olan bütçede değişiklik yapma yetkisini taşıyacaktır. Fakat bu değişiklik bütçenin denkliğini bozacak şekilde ise, bütçe onaylanmak üzere yeniden Maliye Komisyonu'na gönderilecektir.

    Türk hükümeti, imtiyazlar verme hakkını yine elde edecektir. Ancak, Türk Maliye Nazırı bu konudaki sözleşmelerin, Türk hazinesinin çıkarlarına uygun olup olmadığını, Maliye Komisyonu ile birlikte inceleyecektir ve bu konuda ortaklaşa bir karar alacaktır.

    Mart 1922 teklifinde : Maliye Komisyonu kurulmasından vazgeçilmektedir. Fakat, İtilaf Devletleri'ne olan savaştan önceki borçların ve aşırı olmayan bir tazminatın ödenmesi konusundaki gerekli denetlemenin Türk hakimiyeti ilkesi ile bağdaştırılmasına çalışılacaktır.

    Savaştan önceki Düyun-ı Umumiye komisyonu olduğu gibi bırakılacak, yukarıda belirtilen iş için İtilaf Devletleri'nce bir tasfiye komisyonu kurulacaktır.

    Lozan'da : Bu gibi bağlayıcı hükümlerin hepsi kaldırılmıştır.

    11. İKTİSADİ HÜKÜMLER

    Sévres'de : Kapitülasyonlardan yararlanma hakkı savaştan önce bunlardan yararlanan İtilaf Devletleri uyruklularına geri verilecek; bu hak, bunlardan daha önce yararlanmamış olan Yunanistan, Ermenistan v.b. devletler uyruklarına da tanınacaktır.

    (Bu haklar arasında, birçok vergiden muaf olma hakkının bulunuşu ve vatandaşlık bölümünde görüldüğü üzere, her Türk vatandaşının, İtilaf Devletleri'nden birinin vatandaşlığına girmesine engel olma hakkının bizden alındığı hesaba katılırsa, bu hükmün genişIiği daha iyi anlaşılır).

    Gümrük tarifeleri için 1907 tarifesi ( % 8 ) yeniden yürürlüğe konulmaktadır.

    Türkiye, İtilaf Devletleri gemilerine en azından Türk gemilerine verdiği hakkı tanıyacaktır.

    Yabancı postalar yeniden kurulacaktır.

    Mart 1921 teklifinde: Bazı şartlara bağlı olarak yalnız yabancı postaların kaldırılmasının düşünüleceği söylendiğine göre, diğer hükümler olduğu gibi bırakılmaktadır.

    Mart 1922 teklifinde : İngiliz, Fransız, İtalyan, Japon ve Türk temsilcilerinden ve kapitülasyonlardan yararlanan öteki devletlerin uzmanlarından oluşan bir komisyon, barışın yürürlüğe girmesinden sonra geçecek üç ay içinde, İstanbul'da toplanıp kapitülasyon sisteminin değiştirilmesiyle ilgili teklifler hazırlayacaktır.

    Bu teklifler, mali konularda, yabancı uyrukluların Türklerle eşit vergi vermesini sağlayacaktır. Bu tekliflerde, gümrük vergisinde gerekli görülecek değişikliklerin yapılmasına da yer verilecektir.

    Lozan'da : Kapitülasyonların her türlüsü kökünden ve ebedi olarak kaldırılmıştır.

    12. BOĞAZLAR KOMİSYONU

    Sévres'de : Kendine has bayrağı, bütçesi ve polis kuvveti bulunacak olan bu komisyon, gemilerin boğazlardan geçmesi, fenerler, kılavuzluk v.b. işlerle uğraşacak ve daha önce Yüksek Sağlık Kurulu'nun (209) yaptığı görevlerle, kurtarma işleri artık bir komisyonun gözetimi altında ve onun vereceği talimat çerçevesinde yerine getirilecek ve komisyon, Boğazlar'ın serbestliğini tehlikede sayınca İtilaf Devletleri'ne başvurabilecektir.

    Komisyonda Amerika , İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya ve Rusya'nın temsilcileri ikişer oya sahip olacaklardır.

    Amerika istediği zaman, Rusya da Milletler Cemiyeti'ne girdiği andan başlayarak bu komisyona katılabileceklerdir.

    Komisyon üyeleri, diplomatik dokunulmazlıktan yararlanacaklardır. Komisyona sırayla ve ikişer yıl süreyle, ikişer oya sahip devletlerin temsilcileri başkanlık edecektir.

    Mart 1921 teklifinde : Türk temsilcisi de iki oya sahip olacak ve Boğazlar Komisyonu'na başkanlık edecektir.

    Mart 1922 teklifinde : Aynı şekilde, Türk temsilcisi komisyona başkanlık edecektir. Boğazlarla ilgili bütün devletler komisyonda temsil edilecektir.

    Lozan'da : Komisyonun başkanlığı bize verilmiştir. Komisyonun görevi, gemilerin Boğazlar'dan geçişinin Boğazlar Sözleşmesi hükümlerine uygunluğunu sağlamaktan ibarettir. Komisyon her yıl Milletler Cemiyeti'ne rapor verecektir.

    Yine bu anlaşmayla, İstanbul'daki Milletlerarası Sağlık Kurulu (210) kaldırılarak, sağlık işleri Türk hükumetine bırakılmıştır.

    Saygıdeğer Efendiler, Lozan Barış Antlaşması'ndaki hükümleri öteki barış teklifleriyle daha fazla karşılaştırmanın yersiz olduğu düşüncesindeyim. Bu antlaşma, Türk milletine karşı, yıllardan beri hazırlanmış ve Sévres Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastin sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir!

    TÜRK DELEGELER HEYETİ BAŞKANI İSMET PAŞA İLE HÜKÜMET BAŞKANI



    RAUF BEY ARASINDA ÇIKAN ANLAŞMAZLIK Etendiler, burada, Lozan barış görüşmeleri sırasında çıkan ve barış imzalandıktan sonra açığa vurulup yayılan bir konuyu ele alarak kamuoyunu aydınlatmak isterim. Açığa vurulan ve yayılan konu, Türk Delegeler Hey'eti Başkanı İsmet Paşa ile Hükûmet Başkanı Rauf Bey arasında çıkan anlaşmazlıktır.
    Bu anlaşmazlığı, ilgili belgeleri inceleyerek köklü ve ciddî sebeplere dayandırmak güçtür. Bu bakımdan, anlaşmazlığı daha çok ruhî ve duygusal açıdan değerlendirmek gerektiği görüşündeyim.
    Çeşitli vesilelerle belirtmiştim ki, Lozan Konferansı söz konusu olduğu zaman, Delegeler Hey'eti Başkanlığı'na R a u f B e y 'in getirilmesi eğilimi vardı. Gerçekten R a u f B e y de Delegeler Hey'eti Başkanı olmak istiyordu. İ s m e t P a ş a'nın askerî danışman olarak kendisiyle birlikte gönderilmesini de benden rica etmişti. Ben, R a u f Bey'e, İsmet Paşa 'dan yararlanmanın, ancak onun başkan olarak gönderilmesiyle mümkün olacağı cevabını verdim. Sonra, bilindiği gibi, Rauf Bey 'i göndermedik, İsmet Paşa ordunun başından alındı. Dışişleri Bakanlığı'na seçilerek Delegeler Hey'eti Başkanlığı'na getirildi.
    Lozan Konferansı'nın birinci dönemi kapandıktan sonra, İ s m e t Paşa 'nın uğradığı hücum ve eleştirileri anlatmıştım. Buna rağmen, ikinci defa Lozan'a gönderilen yine İsmet Paşa oldu. İ s m e t Paşa, Lozan görüşmelerini büyük bir başarıyla idare ediyordu. Görüşme safhalarını düzenli olarak Bakanlar Kurulu'na bildiriyordu. Bazı önemli konularda Hükûmet'in düşünce ve görüşlerini soruyor veya talimat bekliyordu. Çözüm bekleyen meseleler önemli, mücadele ciddî ve üzücü idi. Rauf Bey 'de, İsmet Paşa'nın görüşmeleri İdare ediş tarzını beğenmezlik duygusu uyanmıştı. Bu duygusunu Bakanlar Kurulu'ndaki arkadaşlarına da telkin etme isteğine kapılmıştı. Bakanlar Kurulu'nda İsmet Paşa 'nın raporları okundukça, zaman zaman, İsmet Paşa bu işi başaramayacak denmeye başlanmış. . . Hattâ bir aralık, İsmet Paşa'yı geri çağırma teklifi ortaya atılmış. . . R a u f Bey, bu teklifi derhal oylamaya kalkışmış. . . Bakanlar Kurulu'na Millî Savunma Bakanı olarak katılan Kâzım Paşa'nın itirazı üzerine vazgeçilmiş...

    İSMET PAŞA'DA, HÜKÜMET BAŞKANI RAUF BEY'E KARŞI GÜVENSİZLİK DUYGUSU BAŞLAMIŞTI



    Öte yandan, İsmet Paşa 'da da, Hükûmet başkanı Rauf Bey'e karşı bir güvensizlik uygusu başlamış. . . Rauf Bey'in imzasıyla aldığı Hükûmet'in görüşünü bildiren yazılardan, Rauf Bey 'in beni haberdar etmeden talimat vermekte olduğu endişesine düşmüş...
    Nihayet, İsmet Paşa, görüşmelerin ciddî ve nazik safhalara girdiğinden söz ederek, benim durumu bizzat takip etmemi yazdı.
    Gerçi, ben, İsmet Paşa 'nın raporlarından ve Hükûmet'in kararlarındarı haberdar ediliyordum. Fakat, Rauf Bey'in, kararları İsmet Paşa'ya bildiren yazılarının ne şekilde yazıldığını kontrol etmiyordum. İsmet Paşa ' nın dikkatimi çelmesi üzerine, Lozan görüşmelerini Hükûmet toplantılarında doğrudan doğruya takip etme ve Hükûmet kararlarını bazan kendim kaleme alma gereğini duydum.
    Söz konusu ettiğimiz mesele üzerinde açık ve kesin bir bilgi verebilmek için İsmet Paşa ile Rauf Bey arasında çeşitli konularda yapılan yazışmalardan yalnız iki konu ile ilgili olanlarını, huzurunuzda inceleyeceğim.
    YUNANLILARDAN İSTENEN SAVAŞ TAZMİNATINDAN DOLAYI İSMET PAŞA İLE HÜKÜMET ARASINDA ÇIKAN



    GÖRÜŞ AYRILIĞI VE GERGİNLİK yunanlılardan istenen savaş tazminatından dolayı yunanistan gergin bir tavır takındı. İ s m e t p a ş a iIe V e n i z e l o s arasında bu konu ile ilgili görüşme ve tartışmalar kesildi.
    İtilâf Devletleri'nin temsilcileri, İ s m e t p a ş a' ya, Karaağaç'ın bize bırakılması ve tarafımızdan istenen onarımdan vazgeçilmesi suretiyle Yunan tazminatı meselesinin çözüme bağlanması teklifinde bulunurlar. İ s m e t P a ş a, Karaağaç'ın, istediğimiz haklı tazminata bir karşılık tutulamayacağını, öte yandan, İtilâf Devletleri ile aramızda bulunan ve daha önce çözümlenmiş olan tazminat konusunun, bu konferansta yeniden ele alınıp tespit edilmediğini, her iki konuyu da Hükûmet'e bildirmek zorunda olduğunu belirtir. İ s m e t P aş a, bu durumu 19 Mayıs 1923 tarihli şifresiyle Hükûmet Başkanlığı'na bildiriyor ve : " Hükûmet ka rarının acele bildirilmesini istirham ederim " diyor.
    İ s m e t P a ş a, bu telgrafına üç gün gcçtiği halde cevap alamaz... 22 Mayıs 1923 tarihinde "ivedi" kaydıyla. Hükîımet Başkanlığı'na şu şifreyi de çeker :
    "Yunan tazminatına karşılık, Türkiye'ye Karaağaç ve yöresinin bırakılması ile ilgili olarak İtilâf Devletleri'nce yapılan teklif konusunda hükûmet görüşünün bildirilmesini 19 Mayıs 1923 tarih ve 17 sayılı telgrafla istirham etmiştim. Zâtıdevletlerinin emirlerinin çabuklaştırılması istirham olunur. "
    R a u f B e y, İ s m e t P a ş a'nın iki telgrafına, 23 Mayıs 1923 tarihinde cevap veriyor.
    Cevabın birinci maddesi şöyledir :
    "Karaağaç'a karşılık tazminat parasından vazgeçemeyiz."
    Cevabın üçüncü maddesinde, bazı düşünceler ileri sürüldükten sonra "Yunanlıların bunu veremeyeceklerini İtilâf Devletlerinin söylemesi, şaşılacak şeydir ve kabul edilemez" deniliyor.
    Cevabın beşinci maddesinde, yine bazı düşünceler belirtildikten sonra, şu görüş ileri sürülüyor : "Bu işin İtilâf Devletleri ile barışa engel olmaması için, bizi Yunanlılarla çözüm yolu bulmakta serbest bırakarak kendilerinin barış imzalamaları yerinde görülmüştür.
    İ s m e t P a ş a, 24 Mayıs 1923 tarihinde R a u f B e y'e yazdığı sonraki dört raporunda düşüncelerini açıklayarak şu bilgileri veriyor :
    "Madde 1- Bugün, G e n e r a l P e l l e geldi. Yunan hey'etinin, iki gün sonra, yani Cumartesi günü tazminat konusunun resmen konferansta görüşülmesini teklif ettiğini ve o zamana kadar tarafımızdan cevap verilmezse, Cumartesi günü konferanstan çekileceklerini bildirdiklerini söyledi. Ben, tazminat konusunda daha cevabınızı almamıştım. Hükûmetimden cevap gelmedikçe yapılacak bir şey olmadığını ve Yunanlılarca yapılan bu tekliften üzüntü duymadığımı bildirmekle yetindim."
    Durumun son devreye geldiği görüşündeyim. Ortalığa sızan yaygın söylentiler ve gazete haberleri genellikle kötümserdir.
    Madde 2 - Çeşitli meseleler üzerinde yüksek başkanlığınızın cevaplarını aldım. Dikkate değer bir husustur ki, tazminat konusunda Ankara'nın red cevabı verdiği daha önce burada duyulmuştur. Bizim çevrelerden sızması ihtimali yoktur. Çünkü, teklifi ve cevabı daha kimse bilmiyor... "
    İ s m et P a ş a , Yunan tazminat konusu üzerindeki görüşünü şöyle bildiriyor : "Karaağaç ve yöresini bize bırakan teklifi kabul ederek Yunan tazminatı konusunun kapatılması zaruretine uymak yerinde olur. İtilaf Devletleri'nce, Yunanlılara para ödetmek imkânsız denildiği gibi, bunların aradan çekilmesi halinde çıkabilecek bir savaşı kazandıktan sonra bile, para almak için zorlama imkânları olmadığından, ödetme ilkesinde ısrar etmek çıkmaz bir yoldur. Her memlekette denenmiş ve sonucu görülmüştür... v.b."
    İ s m e t P a ş a bu görüşünü pek akla yatkın ve basiretli düşüncelerle açıkladıktan sonra : "Konferansın bugünkü durumuna göre, iktisadî, ticarî ve yerleşim konuları ile ilgili maddelerle, diğer bütün maddeler büyük bir çoğunlukla, iyi bir şekilde sonuca bağlanmıştır ve bağlanmaktadır..."
    "İşgal altındaki topraklarımızın boşaltılması konusu daha, bir çözüme bağIanamadı. Fakat istediğimiz gibi çözümlenmesi umulmaktadır ve öyle olması da gerekir" diyor.
    Öteki konuların vardığı ve varabileceği sonuçları da bildirdikten sonra şunları yazıyor : "Düşüncem özet olarak şudur ki, hükûmet bize verilen talimatta yer alan temel maddeler içinde kaldığı ve Yunan tazminatı meselesi teklif ettiğim şekilde çözümlendiği takdirde, barışı gerçekleştirme ümidi gerçekten kuvvetlenir. Eğer hükûmet, görüşmelerin Yunan tazminatı yüzünden kesilmesini göze alırsa ve bize verilen talimatta yer almayan beklenmedik şartlar ileri sürerek sabit düşüncelerinde ısrar ederse, barışın imzalanması şüphelidir. "
    "Kabotajın kayıtsız ve şartsız olarak kaldırılmasını veya konunun barıştan sonraya bırakılmasını uygun gördük ve istedik. Ancak, bu meseleyi belirli şartlar altında, iki yıllık özel bir sözleşmeyle çözümlemek imkânını bulabildik. Oysa : bu konu üzerinde de yeniden değişmez şartlar içinde ısrar edilmesini bildiriyorsunuz. Ondan sonra İ s m et P a ş a şunu yazıyor :
    "Kararımın özeti şudur : Millî çıkarlarımıza uygun ve elde edilebilecek en iyi şartları içine alan bir barış antlaşması hazırlanmaktadır. Gerek Yunan tazminatı konusunda gerek diğer meselelerde, hükûmet, daha fazla menfaatler elde etme imkânını görmekte ve görüşmelerin kesilmesini göze almakta kararlı ise, ben bu görüşe katılmıyorum. Bu noktayı açıkça ve hemen bana bildirmesini Hükûmet Başkanı'ndan istiyorum. Aramızda uyuşma olmadığı takdirde, görevim delegelerimizi burada bırakarak memleketime dönmek ve Hükûmet'e durumu bir defa da sözlü olarak açıkladıktan sonra, savaş ve barış alanında sorumluluk mevkimi sona erdirmektir. "
    İ s m e t P a ş a'nın, telgraflarının son maddesi şudur : "Düşüncelerimin aynen Büyük Millet Meclisi Başkaııı'na ( yani bana ) bildirilmesini istirham ederim."
    Efendiler, bu verdiğim bilgilerden ortaya çıkan sonuç şudur : İ s m e t P a ş a, Karaağaç'a karşılık Yunan tazminatı meselesini çözüme bağlamayı uygun görüyor; hazırlanmakta olan antlaşmanın elde edilebilecek en iyi şartları içine aldığı görüşünü belirtiyor.
    R a u f B e y de, Karaağaç'a karşılık tazminat parasından vazgeçemeyiz diyor.


    BEN, İSMET PAŞA'NIN GÖRÜŞÜNÜ BENİMSEDİM



    Ben R a u f B e y ile İ s m et P a ş a arasında yapılmış olan bütün yazışmaları gözden geçirdikten sonra, esas itibariyle İ s m e t P a ş a'nın görüşünü benimsedim. Fakat R a u f B e y de İ s m e t P a ş a da kendi görüşlerinde ısrarlı görünüyorlar ve bu görüşlerin ifadesinde her ikisi de pek keskin kelimeler kullanınış bulunuyorlardı. R a u f B e y, Meclis ve millet kamuoyunda iyi karşılanabilecek, parlak bir propaganda yolunda idi. "Memleketimizi yakıp yıkmış olan Yunanlılardan, kazandığımız çok büyük zafere rağmen onarım bedeli olarak tazminat parası isteğinden vazgeçemeyiz! Biz, onlarla hesabımızı görürüz! " görüşünün savunucusu oluyor...
    Barışı bir bütün olarak ele alan ve büyük bir barışın esaslarını gözönünde bulunduran İ s m e t P a ş a ise, Hükûmet Başkanı'yla olan bu anlaşmazlıkta, Yunanlılara karşı fedakârlık yapmayı teklif etme durumunda bulunuyordu. Bu görüşün yerinde ve kabulünün zarurî olduğunu kamuoyuna anlatmak, elbette ki o kadar kolay değildir.
    Konuyu o yolda bir çözüme bağlamak gerekirdi ki, hem İ s m et P a ş a'nın teklifi kabul edilerek barış yapılsın hem de R a u f B e y ve başkanlık ettiği Hükûmet yerinde kalıp barış antlaşması imzalanıncaya kadar çalışmalarına devam etsin!
    MESELEYİ ÇÖZÜME BAĞLAMAK İÇİN BİR TARAFA HAK VERERK ÖBÜR TARAFI SUSTURMA YOLUNU TUTMADIM



    Genellikle iki tarafa karşı aldığım tavır yumuşak Bir tarafa hak vererek öbür tarafı susturma yolunu tutmadım. Durumu nasıl gördüğümü ve görüşümü nasıl ortaya koyduğumu anlatmak için 25 Mayıs 1923 günü yapılan hükûmet toplantısından sonra, İsmet Paşa'ya yapılmış olan tebligatı olduğu gibi bilginize sunacağım :
    İsmet Paşa'ya iki şifreli telgraf yazıldı. Biri hükûmetin kararı olarak Rauf Bey'in imzasıyla çekildi. Bu telgrafı, ben Kâzım Paşa'ya yazdırdım. Ötekini bizzat yazdım ve kendi imzamla gönderdim. Rauf Bey'in imzasıyla çekilen telgraf şudur :
    İsmet Paşa Hazretleri'ne 24 Mayıs tarihli ve 141-144 sayılı telgraflarınız üzerine Gazi Paşa Hazretleri'nin başkanlığında toplanan Hükûmet'in kararı aşağıda arz olunur : Barışa engel olan önemli ve askıda kalmış meseleler, bizce bir bütün sayılmaktadır. Bu meselelerden herhangi biri nazik bir şekil aldığı zaman fedakârlığa davet edilir ve bu fedakârlığı zarurî görecek olursak, geride kalan meselelerin de aynı şekilde zararımıza çözülmesi ihtimalini kuwetlendirmiş oluruz.
    Yunan tazminatı konusunda fedakârlık yapılacak olursa, bu fedakârlık hiç olmazsa daha askıda bulunan ve bizce çözümü şart olan meselelerin lehimize sonuçlandınlması suretiyle barışa yardımcı olmalıdır.
    Bundan dolayı, ancak, Düyûn-ı Umumiye faizleri, işgal altındaki topraklarımızın kısa zamanda boşaltılması, adlî işlerle ilgili formül ve şirketler tazminatı konularının Yunan tazminatı konularıyla birlikte ortaya konulması ve ancak lehimizde çözümü sağlanıp garanti edildiği takdirde, karşılığında bu fedakârlığın göze alınması uygun olabilir.
    Bu formül çerçevesinde, en çok yarar sağlayacak bir barış yapılmasının mümkün olduğu ve bunun dışında uzun görüşmeleriıı iyi bir barış getirmeyeceği düşüncesinde olan kabine, konferansa son ve kesin şekilde tekliflerde bulunarak verilecek cevabı beklemenizi rica etmektedir.
    Hüseyin Rauf
    Benim yazdığım telgraf da şudur :
    25.5.1923
    24 Mayıs tarihli ve 141-144 sayılı telgraflarınızda yazılı olan hususlar Hükumet'te incelenrdi ve görüşüldü. Hükûmet'çe alınan karar Hükûınet Başkanlığı'ndan bildirildi. Benim düşüncelerim :
    1 - Üzerinde durulması ve ısrar edilmesi gereken mesele, Yunan tazminatı meselesinde Türkiye'nin göze alacağı fedakârlık değildir. Belki bu fedakârlığa razı olunabilmesi için, barışın imzalanmasına engel olan köklü ve önemli meselelerin daha çözümlenmemiş ve beklendiği şekilde çözümlenebileceğini gösteren inandırıcı deliller bulunmamış olmasıdır. Gerçekte, çözümlendiği veya çözümlenebileceği tahmin edilen iktisadî meseleler, Ankara'da toplanmakta devam eden şirketlerle yapılacak görüşmelerin sonucuna bağlıdır. Bu şirketlerin ise aşırı isteklerde bulundukları şimdiden anlaşılmıştır.
    2 - İktisadî ve malî meseleler, İtilâf Devletleri'nin görüşüne uygun olarak yani aleyhimizde çözümleninceye kadar, İstanbul'un boşaltılmasını geciktirmede direnmelerinden duyulan endişe büyüktür ve ciddîdir. Hattâ bu gecikmenin, Musul meselesinin İngiltere lehine çözüme bağlanıncaya kadar devam ettirilmesi de kuvvetli bir ihtimaldir.
    3 - Borçlularımızın hangi çeşit para ile ödeneceği meselesinin de, Muharrem Kararnamesi'nin yürürlükte olduğunu belirten bir blidiri yayınlanması isteğinde ısrar edildikçe, lehimize çüzümlenemeyeceği görülüyor.
    4 - Adlî işlerle ilgili çözüm formülü İtilâf Devletleri'nin teklifi üzerine kabul edilmiş olduğu halde, sonradan bundan vazgeçmeleri ve bu formülü tanımamakta direnmeleri dikkate değer.
    5 - Bu bakımdan, Yunan tazminatı meselesinde, bizi fedakârlığa zorlamalarının sebebini şu şekilde düşünüyorum :
    Yunanlılar, ordularını uzun süre silâh altında tutmak ve yıpratmak istemiyorlar. Türkiye iIe aralarında çözüme bağlanması gereken tazminat meselesini kendi isteklerine göre çözümletecek güvenilir ve sakin bir duruma geçmek ihtiyacındadırlar. İtilâf Devletleri ise, bizim hayatî saydığımız meseleleri lehimizde çözümleme kararında değillerdir. Görüşmeleri mümkün olduğu kadar uzatarak ve her konu üzerinde bizi yıpratarak, en sonunda kendi lehlerinde fedakârlığa mecbur etmek kararındadırIar. Yunanlıların askerî harekât ile gayeye ulaşmalarına da razı olmadıklarından, maksatlarını bize baskı yaparak gerçekleştirmekle. Yunanlılar sakin ve memnun bir duruma sokmak istiyorlar. Biz bu direnme karşısında fedakârlık yapmakla barışı sağlamaya hizmet etmiş olacağımızı sanmıyorum. Aksine, yine zaman geçecek ve barışın elde edilebilmesi için sonuna kadar fedakârlık yapmak mecburiyeti karşısında bırakılacağız. İzmir'in kurtarılışından bugüne kadar dokuz ay geçti. Bu şekilde daha dokuz ay geçebilir.
    Önemle gözönünde bulundurmak gerekir ki, belirsiz bir zaman boyunca beklemek zorunda kalmayı kabul edemeyiz.
    6 - Aleyhimize olan meselelerde fedakârlık etmek, Iehimize çözümü zaruri olan meseleleri olumlu bir sonuca götürememek bizi zayıf ve güç duruma sokar. Bunun için barışa temel olacak meselelerin hepsini bir bütün olarak dikkate almak, bunu ciddiyetle, açık ve kesin bir dille konferansın dikkatine sunmak ve kabulüne çalışmak; bu konuda garanti elde etmedikçe fedakârlığı gerektiren meselelerin çözümüne yanaşmaktan kesinlikle kaçınma zamanı gelmiştir.
    7 - 24 Mayıs tarihli ve 144 sayılı telgrafınızla bildirilen son kararımzı uygulamakta acele etmemenizi rica ederim. Esası Meclis'ten gelen talimatın önemli noktası, malî iktisadî adlî ve idarî konularda hayat ve bağımsızlık haklarımızın tam ve güvenilir olarak kazanılmasıdır. Daha bu sonuç elde edilemediğine göre, fedakârlık noktasında ısrar göstermeyiniz.
    8 - İtilâf Devletleri, bize hayat ve bağımsızlığımızla ilgili konularda ne yapıp yapıp aleyhimizde esaslı şartlar kabul ettirmeye karar vermedikçe, tazminat konusunda göstereceğimiz ciddî tutum üzerine, Yunan ordusunun hareketine izin veremezler; dolayısıyla kendilerinin de fiilen savaş durumuna geçmelerini uygun göremezler. Eğer olumsuz görüşü benimsemekteki kararları kesin ise, Yunan tazminatı konusunda olmasa bile, İstanbul'un boşaltılması, borçların hangi tür para ile ödeneceği veya adlî meseleler gibi bütün dünyayı ilgilendiren konularla ve elverişli bir ortam içinde bize karşı fiili hareketlere girişirler. Böyle olunca da biz daha zayıf bir duruma düşeriz.
    9 - Yunanlıların Cumartesi günü konferanstan çekilmelerini önleyebilmek için, isteklerini kabul etmek lehimizde değildir. Böyle bir çekilmenin aynı harekete İtilâf Devletleri de katılmadıkça hiçbir anlam ve etkisi olamaz. Eğer konferanstan çekileceklerini bildirmenin anlamı, fiilen askerî harekâta geçeceklerini önceden haber vermek ise, bu konuda İtilâf Devletleri'nden haklı olarak sorulacak noktalar vardır.
    10 - Kısacası, böyle tepeden inme ve ansızın yapılan bir tehdit karşısında ve başlıbaşına bir konuda fedakârlığı kabul ettiğimizi söylemek, barışı uzaklaştırmak şeklinde anlaşılabilir. Tekrar ediyorum : İtilâf Devletleri'ni ana meseleleri çözmeye davet ediniz, efendim.
    Mustafa Kemal
    Bunlardan başka, İsmet Paşa'ya, "kişiye özel" işaretiyle de ayrıca şu kısa şifreli telgrafı çektim :
    Şifre : 25.5.l923
    Kişiye özel
    İsmet Paşa Hazretlerl'ne
    Hükûmet Başkanlığı ile Delegeler Hey'eti'nin bütün yazışmalarını bir defa daha karşılaştırarak inceleme gereğini duydum. Bazı telgraflardaki ifade tarzından, arada yanlış anlamalar var gibi bir anlam çıkardım. Onarımla ilgili tazminatı kabul etmek veya etmemek konusunda ısrar yoktur Bunu açıklamak için, durumla ilgili düşünce ve görüşlerimi ayrıca bildirdim. Hasretle gözlerinden öperim, kardeşim.
    Mustafa Kemal
    Bu telgrafların metinlerinden, Karaağaç'a karşılık Yunan tazminatından vazgeçmeyi esas itibariyle kabul ettiğimiz açıkça anlaşılmaktadır. Ancak ana meselelerde, zarurî ve hayatî saydığımız hususların iyi bir sonuca bağlanması şartına da, İsmet Paşa'nın dikkati çekilmiştir.
    İsmet Paşa'nın da bu telgraflardan çıkardığı anlam ve güttüğü maksat bu olmuştur.
    İsmet Paşa, Rauf Bey'den, düşüncelerinin bana aynen bildirilmesini istediği 24 Mayıs 1923 tarihinde, doğrudan doğruya bana da bir telgraf çekmiş... 24 Mayısta çekilmiş olan bu telgrafı ben 26 Mayısta aldım. Telgraf Dışişleri şifresiyle gelmiş ve Rauf Bey tarafından görüldükten sonra bana gönderilmişti. Halbuki bu telgraf bir bakım Rauf Bey'den şikâyet anlamı taşıyordu. İsmet Paşa'nın telgrafı şudur.
    Lozan
    Çekilişi : 24.5.1923
    Alınışı : 26.5.1923
    Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
    Dururnla ilgili olarak Hükûmet Başkanlığı'na etraflı bir rapor sundum. Hükûmetle aramızda esaslı anlaşmazlık vardır. Uyuşma olmazsa geri dönmek zorunda ve kararındayım. Raporumun yüce Başkanlığınıza ulaştırılmasını açıkça belirttim ve istirham ettim. Konferans son günlerinde ve durum gecikmeye tahammülü olmayan bir andadır. Düşünceme göre, barış, ileri sürdüğüm görüşler çerçevesinde gerçekleştirilebilir. Büyük Millet Meclisi Başkanı Zâtıdevletlerinin bu olağanüstü zamanda genel dunzmu yakından takip buyurmalan istirham olunur.
    Diğerlerinden bir gün gecikmeyle gelen bu telgraf; olduğu gibi Gazi Paşa Hazretleri'ne sunulacaktır.
    Hüseyin Rauf
    Aynı gün İsmet Paşa'ya şu cevabı verdim :
    Şifre : Makine başında Ankara, 26.5.1923
    İsmet Paşa Hazretleri'ne
    24 Mayıs tarihli ve 145 sayılı şifreyi 26 Mayısta aldım. Ondan önce kısa ve uzun iki şifre yazdım. Durumu takip ediyorum. Geri dönme kararınızın nedeni, tazminat konusunda fedakârlık olduğuna göre, doğru değildir. Bildirdiğim hususlar çerçevesinde teşebbüse devam edildiği takdirde, daha elverişli bir safhaya geçe· ceğinizi umarım. Hükûmet ile aranızda sezilen görüş ayrılığı giderilebilir. Gözlerinizden öperim, efendim.
    Gazi Mustafa Kemal
    İsmet Paşa, 26 Mayıs 1923 tarihinde Hükûmet Başkanlığı'na yazdığı raporlarda, Hükûmet Başkanlığı'nın yazılarını, benim telgraflarımı ve delegelerimize verilmiş olan esas talimatı dikkate aldığımı ve o yolda hareket ettiğimi açıkladıktan sonra, 26 Mayıs günü öğleden sonra, İtilâf Devletleri delegelerinin, Yunan tazminatına karşılık Karaağaç'ın kabul edilmesi yolundaki tekliflerini kabul ettiğini söylemiş olduğunu, diğer meseleleri de birkaç gün içinde sonuçlandırabileceğini bildirmiş...
    Rauf Bey, bu raporları bana 27 Mayıs 1923 tarihinde şu yazısına ilişik olarak gönderdi.
    154/155 27.5.1923
    Türkiye Büyük Millet Meclisi Yüce
    Başkanlığı'na
    İsmet Paşa Hazretleri'nden gelen 26 Mayıs 1923 tarihli telgraf sureti ilişik olarak yüce huzurlarına takdim kılındı, efendim.
    Hüseyin Rauf Dışişleri Bakanlığı Vekili
    Rauf Bey, aynı tarihte İsmet Paşa'ya da şu tebligatta bulunmuş :
    27.5.1993
    İsmet Paşa Hazretleri'ne
    İlgi : 26 Mayıs 1923 tarih ve 151 sayılı telgraf.
    Delegeler Hey'eti'nin Yunan tazminatı ile ilgili tutumu, Hükûmet'in talimatına açıkça aykırı görülmüştür. Güç durumda kalan Hükûmet, millî çıkarları gözönünde tutarak, tarafınızdan bildirildiği üzere, önemli meselelerin üç dört gün içinde sonuçlandırılacağı yolundaki kanaatın gerçekleşmesini beklemekle birlikte, düşünce ve görüşlerini değiştirmeyecektir. Önceki telgrafta belirtilen öteki temel meselelerle fedakârlığın söz konusu olamayacağı kesinlikle bilinmelidir, efendim.
    Hüseyin Rauf
    İsmet Paşa'nın, Karaağaç'a karşılık tazminattan vazgeçilmesini bildiren raporlarını gördükten sonra, 25 Mayıs 1923 tarihli ve Rauf Bey imzalı talimat telgrafını açıklamak üzere kendisine şu telgrafı yazdım :
    27.5.1923
    İsmet Paşa Hazretleri'ne
    Hükûmet'in kararında başlıca üç ana nokta vardı, Birincisi : Onarıınla ilgili tazminat meselesinde fedakârlık, askıda kalan önemli meselelerin lehimize sonuçlandırılması karşılığında yapılmalıdır. İkincisi : Düyûn-ı Umumiye faizleri, düşman işgalindeki topraklarımızın boşaltılması, adlî meselelerle ilgili formül ve yabancı şirketlere ödenecek tazminatı, yani on iki milyon liranın, şahısları ve uyrukları hangi milletten olursa olsun, bütün şirketlere ait olduğu kabul edilerek bunun dışında bir tazminatın söz konusu edilmemesi- meselelerinin, tazminat meselesiyle birlikte ele alırıması ve bu dört meselenin lehimize çözümü sağlanabildiği takdirde, tazminat meselesinde fedakârlık yapılabilir. Üçüncüsü : Kvnferansa son ve kesin tekliflerde bulunarak cevap beklemek.
    Delegeler Hey'eti'nin tutum ve anlayışında Hükûmet'in görüş ve talimatına uymayan noktalar şunlardır :
    1 - Delegeler Hey'eti, yalnız askıda kalan meseleleri bir bütün olarak kabul etmiş, tazminat meselesini bunun dışında tutmuştur.
    2 - Görüşmelerin, Yunanlıların konferanstan çekilmesi üzerine kesilmesinde ve Mudanya sözleşmesinin Yunan ordusunun yeniden saldırmasıyla bozulmasında sakınca görülerek, öteki meselelerde anlaşmaya varılamazsa, görüşmelerin tarafımızdan kesilmesi tercih edilmiştir. Bu nokta, üzerinde düşünülmeye değer.
    3 - Yunan onarım tazminatı konusunda fedakârlığı kabul ettikten sonra, öteki meseleleri birkaç gün içinde sonuçlandırma yoluna gidilmesi de önemlidir. Bakanlar Kurulu'nda henüz böyle bir kanaat oluşmuş değildir. Önemli meseleler gerçekten üç dört gün içinde lehimize sonuçlandırılabilirse, tazminat meselesine öncelik verilmesinde düşünülen sakıncalar giderilmiş olur. Muharrem Kararnamesi'nin (211) yürürlüktE olduğu hususunun belirtilmesine önem verilmesinin, ancak çözümlenmesi ümidini beslediğimiz meselelerden sonraya bağlı olduğu bildirilmektedir.
    4 - Konferansın, kuponlanıı ödenmesi meselesi yüzünden kesilmesinin içeriye ve dışarıya karşı bizi daha kuvvetli bulunduracağı düşüncesi de üzerinde iyiden iyiye durmaya değer.
    Bu konuda bütün yabancılar aleyhimizdedir. İşin içyüzünü kamuoyuna açıklamak tazminat meselesi kadar kolay değildir. Tazminat meselesinde yabancıların da bizi haklı görmesi için sebepler vardır.
    5 - Önemli meselelerde, görüşmelerin kesilmesine bizim yol açmış olmamız, fiilî hareketlerle birlikte olmadıkça, İtilaf Devletleri'nin isteğine uygun düşer. Bu sebeple, eğer görüşmeler kesilecekse bunun Yunan saldırısı üzerine yapılması, bizi haklı durumda gösterirdi görüşü vardır.
    6 - Kısacası, Hükûmet ile Delegeler Hey'eti arasındaki anlaşmazlık noktaIarı önemlidir. Hükûmet'te olupbittiler karşısında bırakılma endişesi doğmuştur. Bunun için, bildirdiğiniz üzere, önemli meselelerin birkaç gün içinde mutlaka sonuçlandırılmasına ağırlık vererek, tazminat meselesine öncelik vermenin doğuracağı sakıncaların giderildiğini göstermek lâzımdır. Daha şimdiden fedakârlıkta bulunmanın, öteki meselelerin süratle ve Iehimizde çözüme bağlanacağı hususunda vez'ilen sözlere karşılık olduğunu gerekenlere ciddî olarak söylemek ve eğer sonunda görüşmeler mutlaka kesilecekse, bunun onların sebep olduğu ve saldırgan görünecekleri bir yolda kesilmesini sağlamak gerekir.
    7 - Bugünlerde en ince değişiklikleri ve özellikle göstereceğiniz fedakârlıktan sonra İtilaf Dovletleri delegelerinde beliren zihniyeti bildiriniz. Çünkü, bize gözdağı vererek başarıya ulaşmaktan doğacak yeni ümitleriııden haklı olarak endişe ediliyor, efendim.
    Gazi Mustafa Kemal
    İsmet Paşa,28 Mayıs 1923 tarihinde,Rauf Bey'e yazdığı telgrafta diyor ki : "Usulde, yani bir meseleyi önce veya sonra söz konusu etmek gibi esas direktifte değil ;uygulama şekli üzerinde aramızda ayrılık belirmiştir. Yunan tazminatı meselesi daha kesin bir çözüme bağlandığı gibi, öteki ana meseleler de bundan sonra görüşüleceğinden Cuma ve Cumartesiye kadar bütün meselelerde konferansın kesin tutumunun anlaşılacağı sanılmaktadır. Yunan tazminatı konusundaki fedakârlığı, bizi ilgilendiren malî ve iktisadî konularda bu davıranışımızın dikkate alınacağı kaydıyla yaptığımızı söylemiştim. Bu bakımdan, eğer öteki meselelerde anlaşmazsak, Yunan tazminatı da alacağımız genel karara bağlı olur."
    "Eğer esas talimatlara uymakla birlikte, beklenmedik talimatlara, nihayet çeşitli meselelerin görüşülme ve çözümlenmesinde verilecek kesin emirlere, önemli talimatlara bütünüyle ve harfi harfine uyamadığımız kabul buyurulursa, bu durum, istemediğimizden değîl, fakat gerçekten mümkün olmadığındandır
    "Bendeniz aramızdaki bu görüş ayrılığını zamanında görmüş ve açıkça ortaya konmasını istirham etmiştim. Henüz hiçbir şey imza edilmemiş, hiçbir taahhüde girilmemiştir. Eğer bu tutumumuz yanlış sayılıyorsa, onun görüşünüze göre düzeltilmesi imkânı vardır.
    Kısacası, barış meselesinin yüzde doksan beşi çözümlenmiştir. Üzerine benden sonra görev alacak kimse için güçlükler azalmış ve basitleşmiştir.
    "Öte yandan, eğer barış yapılmaz da görüşmeler kesilirse, bizim tutumumuz bu kesilmeyi daha elverişsiz bir duruma sokmayacaktır. Herhalde emir ve karar Hükûmet'in ve yüce Başkanlığınızındır."
    İsmet Paşa, aynı gün bana da cevap verdi. Bu cevabı olduğu gibi bilginize sunayım :
    Çekilişi : 28.5.1923
    Gelişi : 29.5.1923
    1/1016
    Hükûmet Başkanlığı'na
    Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
    Durum, Hükûmet'e gönderdiğim raporda bildirilmiştir. Her gün birer mesele ele alınmak üzere, bütün meseleleri önümüzdeki günlerde görüşeceğiz. Elbette Yunan tazminatını askıda kalan bütün meselelerin çözümünde sürekli bir silâh olarak kullanacağız. Bu imkânı elde tuttuk. Yunan tazminatı meselesini çözümledikten sonra diğerlerinde bize gözdağı vererek bir sonuç alma ümidi besleyen olmadı. Aksine, tehdit vasıtası ortadan kalktı. Durum sakinleşti. Eğer eninde sonunda görüşmeler kesilirse, ya Yunan Ordusu kendisi için özel bir sebep bulunmadığından harekete geçmeyecek veyahut da ötekilerle birlikte ve onların dâvâsı için ilerlediğini ortaya koyup ispat edeceğiz. Her iki durum da maddî ve manevi bakımlardan, tazminat bahanesiyle, Yunan ordusu ile çarpışmaya başlamaktan daha önemli ve uygun görülmüştür. Hükûmeti oldubittiler karşısında bırakma endişesine yer yoktur. Tutumumuz genel duruma göre değerlendirlirse, anlaşmazlığın uygulama yönteminde olduğu kabul edilebilir. Daha önce bu anlaşmazlığı da arz etmiştim. Ana konuların hepsinin birkaç güne kadar görüşüleceği arz olunur.
    İsmet
    İsmet Paşa'ya şu telgrafı çektim :
    29.5.1923
    İsmet Paşa Hazretleri'ne
    Zâtıdevletlerinin, barışla ilgili konuların büyük ölçüde çözümlenmiş olduğu yolunda verdiği bilgi sevindirici olmuştur. Tasarladığımız üzere, durumu birkaç gün içinde aydınlığa kavuşturabilirseniz, çok rahatlayacağız. Başarılı olmanızı dilerim. Fevzi Paşa Hazretleri de Ankara'dadır. Durum aydınlanıncaya kadar burada kalacaktır. Gözlerinizden öperim.
    Mustafa Kemal
    İsmet Paşa, bu telgrafımdan sonra çalışmalarına devam etti.Rauf Bey'in ve Bakanlar Kurulu'nun da bu konu üzerinde daha fazla direnmesini önledim.
    Bir aya yakın bir zaman her iki taraf da yatışmış gibi göründü. Bu süre içinde, İsmet Paşa, çeşitli konular üzerinde Bakanlar Kurulu Başkanlığı'nın görüşlerini soruyordu.

    KUPONLAR VE İMTİYAZLARLA İLGİLİ YAZIŞMALAR İKİ TARAFI YENİDEN SİNİRLENDİRDİ



    Kuponlar ve imtiyazlar konusunda aralarında geçen bir yazışma iki tarafı yeniden sinirlendirmiş. İsmet Paşa'nın 26 Haziran 1923 tarihinde Rauf Bey'in bir yazısına verdiği cevapta şu cümleler vardır :
    Kuponlar meselesi çözümlenmeden imtiyazlar meselesinin çözümlenmesine gitmeyeceğiz. Zaten sorduğumuz soru, kuponlar meselesine bir çözüm yolu bulduktan sonra, takip edeceğimiz tutumla ilgili talimat almak içindi. Hükûmet bu konuda suskunluk gösteriyor. Konferans görüşmelerinde, Delegeler Hey'eti'nin, ana talimattaki kısıtlamalar dışında, bütün davranışlarının ayrıntılı olarak Ankara'dan idare edilme istek ve eğilimi, görüşmelerin memleket için en yararlı bir şekilde idaresini ve hayırlı bir barışa ulaşma gücünü, Delegeler Hey'eti'nin elinden almaktadır. Hükûmetçe tercih buyurulan bu yolun, 93 Seferi'nin (212) saraydan idaresinden farkı yoktur.
    Bize karşı, güvensizlik duyulduğu ve yetersiz olduğumuz hususunda durmadan ifade buyurulan kanaat süregeldikçe bizim aracılığımızla barış yapılabileceği düşünülemez.
    Hükûmetin görüşlerini, İtilâf Devletleri'ne olduğu gibi kabul ettirebileceğine inanan bir hey'etin ve tabiatiyle yüksek şahsiyetinizle olan ilgisi dolayısıyla Maliye Bakanı Beyefendi'nin doğrudan doğruya sorumluluk yüklenerek konferansa hareket buyurmalarını rica ediyoruz.
    Maliye Bakanı Hasan Fehmi Bey'di. Bu telgrafı okudum ve Rauf Bey'e cevap verdim.İsmet Paşa'ya da şunu yazdım :
    Kişiye özel 26.6.1923
    İsmet Paşa Hazretleri'ne
    26.6.1923 tarihli cevap telgrafınızı okudum. Çok sinirli olarak yazılmıştır. Bunu gerektirecek hiçbir duygu, düşünce ve davranış yoktur, Sizi haksız buldum. İçinde bulunduğunuz güçlükler ve çektiğiniz sıkıntılar takdir edilmektedir. Bundan sonra belki, daha da artacaktır. Bu kırgınlığın sebebi Ankara değil, orada her gün yeni bir hile yaratanlardır. Çalışmalarınızı yılmadan ve soğukkanlılıkla olumlu bir şekilde sonuçlandırmaya himmet ediniz. Arada yanlış anlaşılmayı gerektirecek bir durum görmüyorum. Çalışma alanınız sınırlı değildir. Fakat yapılacak işler sınırlı olduğu ve pek önemli meselelerle karşı karşıya bulunduğunuz için, durum kendiliğinden sıkıntılı olmuştur. Gözlerinizden öperim.
    Gazi Mustafa Kemal
    RAUF BEY'İN ARADAKİ GÖRÜŞ AYRILIĞINI, KENDİSİ İLE İSMET PAŞA ARASINDA BAŞLI



    BAŞINA BİR MESELE SAYMASI DOGRU DEĞİLDİR
    Saygıdeğer Efendiler, görülüyor ki,İsmet Paşa ile olan yazışmalarımda, onu incitebilecek sözler de vardır. Sonuna kadar da buna benzer ciddî emirlerim olmuştur.İsmet Paşa'nın da bana aynı şekilde ifadeler kullandığı olmuştur.
    Bakanlar Kurulu kararlarında benim görüşlerimin de yer aldığını, İsmet Paşa 'ya gerektikçe bildiriyordum. Buna göre; İsmet Paşa'nın Bakanlar Kurulu Başkanlığı'nı hedef alan bazı şikâyetleri, yalnız Rauf Bey'in şahsıyla ilgili sayılmazdı. Bütün bakanlarla ilgiliydi. Hattâ bana da dokunuyordu.
    Rauf Bey'in bu görüş ayrılığını, kendisi ile İsmet Paşa arasında başlıbaşına bir mesele sayması ve öyle saydırmaya kalkışması doğru değildir. Her durumda ve her konuda talimat verenler o talimatı, uzakta ve özellikle talimat verenin içinde bulunmadığı şartlar altında uygulayan kimse arasında görüş ayrılığı olabilir. Esasta bir değişiklik yapılmamak şartıyla, durum gereğine göre idare edilir.
    İsmet Paşa'nın, durumun izlenmesi için benim dikkatimi çekmesi de mazur görülmelidir. çünkü, konu gerçekten ciddî ve hayatî idi.
    RAUF BEY, GÖRÜŞMELERİ BİTİRİP BARIŞI HAZIRLAYAN İSMET PAŞA'NIN SONUÇLA İLGİLİ OLARAK HÜKÜMETİN GÖRÜŞÜNÜ SORAN TELGRAFA CEVAP VERMEMİŞTİ



    GÖRÜŞÜNÜ SORAN TELGRAFINA CEVAP VERMEMİŞTİ ihayet, Efendiler, Temmuz or talarında konferans sona erdi.İsmet Paşa, barış antlaşması im zalanmadan önce Bakanlar Kurulu Başkanı Rauf Bey'e, konferansın son bulduğunu ve meselelerin ne şekilde çözüme bağlandığını bildirmiş. . . Rauf Bey'e olumlu veya olumsuz hiçbir cevap verme miş... İsmet Paşa, bekleyiş içinde geçirdiği bu günlerde çok üzülmüş. Hükûmetin hiçbir cevap vermeyişini, Ankara'da bir kararsızlığın hüküm sürmekte olduğuna bağ lamış. . . Rauf Bey'e yazdıktan üç gün sonra 18 Temmuz 1923 tari hinde durumu bana da bildirdi. Telgrafında, Hükûmet'i kararsızlığa dü şürebileceğini tahmin ettiği noktaları birer birer sayıp açıkladıktan son ra, düşüncelerine şu sözlerle son veriyordu :
    Eğer hükûzrıet kabul ettiğimiz noktalardan geri dönmemiz hıısıısunda kesin likle ısrar ediyorsa, bunu bizim yapmaklığımıza imkân yoktur. Benim düşüne düşüne bulduğum yol, İstanbııl'daki İstilâ Devletleri komiserlerine, imza yetkisinin bizden alındığını bildirmelctir. Gerçi, bu durum, bizim için yer yüzünde görülme miş bir skandal olur. Fakat vatanın yüksek çıkarları, şahsî düşüncelerin üstünde olduğundan, Millî Hükûmet istediği gibi hareket eder. Hükûmetten teşekkür bek lemiyoruz. Yaptıklarımızın muhasebesi milletin ve tarihin yargısına bırakılmış tır.
    Efendiler, İsmet Paşa'nın yürüttüğü ve sonuçlandırdığı işin ne kadar önemli olduğunu açıklamaya gerek yoktur. Bu işin sonuçlandırıl dığı, son günün, imza gününün geldiğini bildiren telgrafa sevinçle ve can atarak cevap verileceğini kabul etmek tabiîdir. Ankara i1e Lozan ara sında, bir veya iki günde haberleşmek mümkündü. 'Üç gün geçtiği halde, hiçbir cevap verilmemiş olması, en basit bir anlayışla, Hükûmet Başka nı'nın işi önemsemediğini ve aldırmazlıkla karşıladığını gösterir. Yapılan işin hükûmetçe noksan görülerek, kabul edilmemesi yoluna gidildiği ve bundan dolayı da cevap verilmemekte olduğu zannına da düşülebilir. Bu durum karşısında, işi bitirmek için büyük ve tarihî svrumluluk yüklene rek imza kullanacak olan zatın ne kadar güç bir durumda kalacağı düşü nülürse, İsmet Paşa'nın üzüntü ve ıztırap çekmesini haklı görmek gerekir.

    İSMET PAŞA'YA BARIŞ ANTLAŞMASINI İMZALAMASINI BİLDİRDİM



    İsmet Paşa'nın telgrafına hemen şu cevabı verdim :
    Ankara, 19.T.1923
    İsmet Paşa Hazretleri'ne
    18 Temmuz 1923 tarihli telgrafınızı aldım. Hiç kimsede kararsızlık yoktur. Elde ettiğiniz başarıyı en sıcak ve içten duygularımızla tebrik etmek için, antlaşmanın usulüne göre imza edildiğinin bildirilmesini bekliyoruz, kardeşim.
    Gazi Mustafa Kemal Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Başkomutan

    İSMET PAŞANIN ÇEKTİĞİ IZDIRAP



    İsmet Paşa, bu telgrafıma cevap verdi. İsmet Paşa'nın ızdırabının derecesini gösteren bu cevabı, aynı zamanda temiz kalpliliğini, içtenliğini ve özellikle alçak gönüllülüğünü de gösteren bir belge olduğu için, aynen bilginize sunuyorum :
    Lozan, 20.7.1923
    Gazi Mustafa Kemal Paşa HazretIeri'ne
    Her dar zamanımda Hızır gibi yetişirsin. Dört beş gündür çektiğim azabı bir düşün. Bizyük işler yapmış ve yaptırmış adamsın. Sana bağlılığım bir kat daha artmıştır. Gözlerinden öperim pek sevgili kardeşim, aziz şefim.
    İsmet
    LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI'NI HAZIRLAYAN VE İMZALAYANLARA TEŞEKKÜR VE KENDİLERİNİ KUTLAMA



    Efendiler,İsmet Paşa, 24 Temmuz 1923 günü antlaşmayı imzaladı. Kendisini tebrik etme zamanı gelmişti. Aynı gün şu telgrafı çektim :
    Lozan'da Delegeler Hey'eti Başkanı
    Dışişleri Bakanı İsmet Paşa Hazretleri'ne
    Millet ve hükûmetin zâtıâlilerine vermiş olduğu yeni görevi başarıyla sona erdirdiniz. Memlekete biribiri ardınca yaptığınız yararlı hizmetlerle dolu ömrünüzü bu defa da tarihî bir başarıyla taçlandırdınız. Uzun çarpışmalardan sonra vatanımızın barış ve istiklâle kavuştuğu bu günde, parlak hizmetiniz dolayısıyla zâtıâlinizi, pek sayın arkadaşlarımız Rıza Nur ve Hasan Bey'leri ve çalışmalarınızda size yardım eden bütün Delegeler Hey'eti üyelerini şükran duygularımla kutlarım.
    Gazi Mustafa Kemal Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Başkomutan
    RAUF BEY KUTLAMAK İSTEMİYOR



    Efendiler, Bakanlar Kurulu Başkanı Rauf Bey'in İsmet Paşa'ya kutlama telgrafı çekmediğini anladım. Kendisine bunun gerekli olduğunu hatırlattım. Rauf Bey'e bu konuda diğer bazı arkadaşlar da uyarıda bulunmuşlar.
    Daha sonra öğrendim ki,Rauf Bey, İsmet Paşa'yı kutlamayı ve ona yaptığı bu önemli ve tarihî görevden dolayı teşekkürü gerekli görmüyormuş. Yapılan uyarı üzerine Kâzım Paşa'ya bir mektup yazarak, ondan kendi adına, İsmet Paşa'ya bir kutlama telgrafı yazmasını rica etmiş. Bunun anlamı nedir?
    Kâzım Paşa, bu mektubu Bahriye Vekili (213) İhsan Bey'in evinde bulunduğu bir sırada almış. Maliye Bakanı Hasan Fehmi Bey de orada imiş...
    RAUF BEY'İN YAZDIĞI VEYA YAZDIRDIĞI TELGRAF



    Hep birlikte, Rauf Bey 'in ağzından uygun bir telgraf müsveddesi yaparak İsmet Paşa 'yı kutlamışlar ve ona teşekkür etmişler. Bu müsveddeyi bir zarfa koyup Rauf Bey'e göndermişler. Fakat Rauf Bey müsveddeyi beğenmemiş.İsmet Paşa'ya başka bir telgraf yazmış veya yazdırmış. Rauf Bey, Kâzım Paşa 'yı gördüğü zaman demiş ki : " Sizin yaptığınız müsveddede sanki her işi yapan İsmet Paşa imiş gibi gösteriliyor. Biz burada bir şey yapmadık mı?"
    Efendiler, Rauf Bey'in yazdığı veya yazdırdığı telgraf metni . kendisinin duygu ve düşüncelerini gizlememektedir. Arzu buyurursanız o telgrafı da olduğu gibi bilginize sunayım :
    Şifre 27.7.1923
    Lozan'da Delegeler Hey'eti
    Bakanlığına
    İlgi : 20 ve 24 Temmuz, 347 ve 348 sayılı telgraflar :
    Birinci Dünya Savaşı'nın sonsuz ıztıraplarından kurtulmak ve milletimizin dünya barışını kurmakta ne büyük bir rolü olduğunu fiilen ispat etmek üzere imzaladığımız Mondros Ateşkes Anlaşmasına rağmen, en fecî ve insafsız saldırılara uğramış; bunun arkasından yaşama hakkımızı ve istiklâlimizi ayaklar altına alan Sévres Antlaşması yapılmıştı. Yüzyıllar boyunca hür ve bağımsız olarak yaşamış olan aziz Türkıye'nin asil halkı, uğradığı haksız ve feci saldırılar karşısında bütün şuuru ve bütün varlığıyla yaşama hakkını ve istiklâlini kurtarmak için ayaklanarak kurduğu yılmaz ve yenilmez millî ordusuyla Büyük Önderimiz ve Başkomutanımızın ve kahraman komutanlarımızın sevk ve idaresiyle zaferden zafere yürüdü.
    Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükûmeti'nin milletten aldığı kudret ve kuvvetle ve ordularının pek yüksek savaş kabiliyetiyle elde ettiği bu başarı ve zaferlerin, Lozan'da aylardan beri süregelen barış görüşmeleri sonunda, milletlerarası bir belge ile belgelenmiş olması, milletimize yeni bir çalışma ve huzur dönemi hazırlamıştır. Bakanlar Kurulu, azimli ve fedakâr milletimizin yaşama hakkını ve istiklâlini güven altına alan bir antlaşmanın yapılmasındaki çalışmalardan dolayı başta zâtıdevletleri olmak üzere, delegelerimiz Rıza Nur ve Hasan Beyefendi ' lere ve müşavirlerimize tebriklerini sunar, efendim.
    Hüseyin Rauf Bakanlar Kurulu Başkam


    RAUF BEY, LOZAN ANTLAŞMAS'NI YAPAN İSMET PAŞA'YI KUTLAMA VESİLESİYLE MONDROS ETEŞKES ANLAŞMASI'NI YAPAN KENDİSİNİ SAVUMAYA ÇALIŞIYOR



    YAPAN KENDİSİNİ SAVUNMAYA ÇALIŞIYOR
    Efendiler,Rauf Bey, Lozan Antlaşması'nı yapan ve ona imzasını koyan İsmet Paşa'yı tebrik vesilesiyle, kandisinin yaptığı ve imzasını koyduğu Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan bahsetmeyi ise onu ne kadar önemli ve yüksek amaçlarla imza ettiğini söyleyerek kendisini savunmayı gerekli görüyor.
    Mondros Ateşkes Anlaşması, Osmanlı Devleti'nin müttefikleriyle birlikte uğradığı acı yenilginin yüz kızartacak bir sonucudur. O anlaşma hükümleridir ki, Türk topraklarını yabancıların işgaline sundu. O anlaşmada kabul edilen maddelerdir ki, Sevres Antlaşması hükümlerinin de kolaylıkla kabul ettirilebileceği düşüncesini yabancılara mümkün ve akla yatkınmış gibi gösterdi.
    Rauf Bey, o ateşkes anlaşmasını "milletimizin dünya barışını sağlamakta ne büyük bir âmil olduğunu fülî olarak ispat etmek amacıyla" imzaladığını, söylüyorsa da, bu hayalî cümle ile kendinden başka kimseyi avutmaz. Çünkü böyle bir amaç yoktu.
    Rauf Bey 'in, telgrafına Mondros Ateşkes Anlaşması ile başladığına bakılırsa, bu anlaşmanın Lozan Konferansı için bir başlangıç olduğunu ve Lozan barışının da Rauf Bey 'in yaptığı Mondros Ateşkes Anlaşması'nın sonucu olduğunu söylemek eğiliminde bulunduğuna hükmedilebilir.



  6. #45
    Kayıt Tarihi
    Jun 2006
    Nerede
    İstanbul / Beyoğlu
    İletiler
    3.411
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    RAUF BEY ZAFERLER KAZANMIŞ ORDUNUN BAŞINDA LOZAN'A GİDEN ZATA ZAFERDEN ZAFERE YÜRÜYEN ORDUNUN HİKAYESİNİ ANLATIYOR



    R a u f B e y, telgrafında Sevres Antlaşması yüzünden Türk milletinin uğradığı saldırıları, buna karşı milletin nasıl ayaklandığını,nasıl yılmaz ve yenilmez bir ordu kurduğunu ve kahraman komutanlarımızın sevk ve idaresi ile nasıl zaferden zafere yürüdüğünü hikâye ediyor. R a u f B e y, bu hikâyeyi İ s m e t P a ş a ' ya, o zaferler kazanmış ordunun başından Lozan'a gitmiş olan zata anlatıyor. R a u f B e y, bu başarı ve zaferleri hükûmetin kazandığını anlatabilmek için de parlak bir cümle bulmuştur : Lozan barış görüşmelerinin aylardan beri devam ettiğine de işaret ederek üstü kapalı bir şekilde işin uzatıldığını belirtmekten kendini alamamıştır. R a u f B e y, "Antlaşmanın yapılmasındaki çalışmalarından dolayı Delegeler Hey'eti'ni tebrik ederken,Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan başlayarak, bütün inkılâbımızın bir özetini yapmak suretiyle, Delegeler Hey'eti'ne yaptıkları antlaşmanın nasıl ve ne olduğunu da anlatmak gayretine düşmüştür. Bir tek teşekkür kelimesini bile içine almayan bu yazıların ne anlama geldiğini kavramak, dikkatli ve incelikleri görebilen kimselerce elbette güç değildir.

    RAUF BEY, İSMET PAŞA İLE KARŞI KARŞIYA GELEMEM ONUN KARŞILANMASINDA BULUNAMAM DİYOR



    Efendiler, Delegeler Hey'etimiz görevini tamamladıktan sonra, Ankara'ya dönmek üzere yolda bulunuyordu. Herkes Delegeler Hey'eti'ni yakından alkışlamak için can atıyordu. O günlerdeydi. Hükûmet Başkanı R a u f B e y, Meclis ikinci Başkanı bulunan A l i F u a t P a ş a ile birlikte, Çankaya'da bana geldiler.
    R a u f B e y; ben, dedi İ s m e t P a ş a ile karşı karşıya gelemem. Onun karşılanmasında bulunamam. Müsaade ederseniz, o geldiği zaman Ankara'da bulunmak için, seçim bölgemde dolaşmak üzere Sıvas'a doğru bir geziye çıkayım.
    R a u f B e y'e bu şekilde davranmasına bir sebep olmadığını,burada bulunan İ s m e t P a ş a 'yı bir Hükûmet Başkanı'na yaraşırcasına karşılamasının ve görevini başarı ile sona erdirdiği için onu sözle de takdir ve tebrik etmesinin uygun olacağını söyledim.
    R a u f B e y, "kendime hâkim değilim; yapamayacağım" dedi ve geziye çıkma hususunda ısrar etti. Hükûmet Başkanlığı'ndan ayrılması şartıyla çıkmasını kabul ettim.


    RAUF BEY, DEVLET BAŞKANLIĞI MAKAMININ GÜÇLENDİRİLMESİNİ TEKLİF EDERKEN NE DÜŞÜNÜYORDU



    Ondan sonra, R a u f B e y 'le aramızda şu konuşma geçti :
    R a u f B e y, "Hükûmet Başkanlığı'ndan çekilirken, sizden çok rica ederim" dedi "Devlet Başkanlığı makamını güçlendiriniz."
    R a u f B e y'e : "Dediğinizi yapacağıma kesin olarak güveniniz! " cevabını verdim.
    R a u f B e y 'in ne demek istediğini ben pek güzel anlamıştım.
    R a u f B e y, Devlet Başkanlığı makamı olarak, hilâfet makamını düşünüyor, o makama kuvvet ve yetki sağlamamı benden rica ediyordu.
    R a u f B e y'in, benim olumlu cevabımla ne demek istediğimi anlayıp anlamadığı belli değildir. Daha ileriki bir tarihte, Cumhuriyet'in ilânından sonra, kendisiyle Ankara'da yaptığım bir görüşmede, Cumhuriyet'e niçin karşı olduğunu sorduğum ve yapılmış olan şeyin, Ankara'dan ayrılırken, benden yapılmasını rica ettiği ve benim söz verdiğim işten başka bir şey olmadığını söylediğim zaman : "Ben, demişti, Devlet Başkanlığı makamını güçlendiriniz derken, asla Cumhuriyet ilânını düşünmüş ve kastetmiş değildim."
    Oysa, Efendiler, benim verdiğim cevabın anlamı tamamen o idi. Gerçekten de, millî hükûmetimizin niteliği Cumhuriyet Hükûmeti olduğu halde, bence onu kesin olarak ifade ve ilân etmemek ve Devlet Başkanlığı makamı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi makamını bir tek makam halinde bulundurmak bir zayıflık teşkil ediyordu. İlk fırsatta Cumhuriyeti resmen ilân etmek ve Devlet Başkanlığı'nı Cumhurbaşkanlığı makamında temsil ederek kuvvetli bir durum yaratmak şarttı. R a u f B e y 'e bunu yapacağıma kesin olarak söz vermiştim. Eğer ne demek istediğimi kavrayamamışsa, sanırım ki eksiklik bende değildir.
    MEMLEKETE VE MİLLETE KİMLER HİZMET EDERSE HAVARİ ONLARDIR



    A l i F u a t P a ş a ile de kısa bir görüşme yapıldı. F u a t P a ş a, bana şöyle bir soru sordu : "Senin şimdi "havari"lerin kimlerdir? Bunu anlayabilir miyiz?"
    Ben bu sorudan bir şey anlayamadığımı söyledim. Paşa, ne demek istediğini açıkladı. O zaman ben de şunları söyledim :
    Benim "havari" lerim yoktur. Memleket ve millete kimler hizmet eder, bu hizmete lâyık ve muktedir olduğunu gösterirse, "havari" onlardır.

    RAUF BEY'İN HÜKÜMET BAŞKANLIĞI'NDAN, ALİ FUAT PAŞA'NIN BÜYÜK MİLLET MECLİSİ İKİNCİ BAŞKANLIĞI'NDAN ÇEKİLMELERİ



    R a u f B e y, Hükûmet Başkanlığı'ndan çekildi. İçişleri Bakanı olan A l i F e t h i B e y, aynı zamanda Hükumet Başkanlığı'na seçildi ( 13 Ağustos 1923 )
    Bir süre sonra, 24 Ekim 1923 tarihinde, A l i F u a t P a ş a da Meclis İkinci Başkanlığı'ndan çekilerek, ordu müfettişliğine, tayinini rica etti. F u a t P a ş a 'ya ünvanı İkinci Başkan olmakla birlikte, mevkinin ve görevinin pek önemli olan Meclis Başkanlığı olduğunu söyleyerek, görevine devam etmesini tavsiye ettim. F u a t P a ş a, politikadan hoşlanmadığını, hayatının bundan sonrasını askerlik mesleğine vermek istediğini ileri sürerek, isteğinin yerine getirilmesi ricasında ısrar etti.F u a t P a ş a'nın rütbesi tümgeneral idi. Komuta edeceği orduda korgeneral rütbesinde kolordu komutanları vardı. Geçmiş hizmetlerini göz önünde bulundurarak kendisini korgeneralliğe yükselttik ve karargâhı Konya'da bulunan İkinci Ordu Müfettişliği'ne tayin ettik.
    K â z ı m K a r a b e k i r P a ş a da, daha önce aynı düşüncelerle Meclis'ten ayrılmış ve ordu müfettişi olarak Birinci Ordunun başına geçmiş bulunuyordu.

    YENİ TÜRKİYE DEVLETİ'NİN BAŞKENTİ:ANKARA



    Efendiler, Lozan Antlaşması'nın eklerinden olan düşman işgali altındaki topraklarımızı boşaltma protokolu uygulandıktan sonra, yabancı işgalinden tamamen kurtulan Türkiye'nin toprak bütünlüğü fiilî olarak sağlanmıştı. Artık yeni Türkiye Devleti'nin başkentini bir kanunla tespit etmek gerekiyordu. Bütün düşünceler, Yeni Türkiye'nin başkenti Anadolu'da ve Ankara şehri olarak seçme lüzumunda birleşiyordu.
    Bu seçimde, coğrafî durum ve askerî strateji en büyük önemi taşıyordu. Devletin başkentini bir an önce tespit ederek, içten ve dıştan gelen kararsızlıklara bir son vermek şarttı. Gerçekten de, bilindiği üzere, başkentin İstanbul olarak kalacağı veya Ankara olacağı konusunda öteden beri içeride ve dışarıda kararsızlıklar görülüyor, basında demeçlere ve tartışmalara rastlanıyordu. Bu arada İstanbul'un yeni milletvekillerinden bazıları, R e f e t P a ş a başta olmak üzere, İstanbul'un hükûmet merkezi olarak kalması gereğini bazı örneklere dayanarak ispat etmeye çalışıyorlardı. Ankara'nın gerek iklim, gerek ulaştırma araçları ve gelişme kabiliyet ve istidadı ve gerekse mevcut tessisler ve kuruluşlar bakımından hiç de uygun ve elverişli olmadığını söylüyorlar; İstanbul'un "payitaht" olması lâzımdır ve mutlaka olacaktır, diyorlardı. Bu ifadeye dikkat edilirse, bizim "başkent" deyimiyle kastettiğimiz anlam ile, bu ifadelerdeki "payitaht"deyimini kullananların görüşleri arasında bir fark bulmamak mümkün değildir. Bundan dolayı, bu konuda zaten kesinleşmiş bulunan kararımızı resmen ve kanunî yoldan ilân ettirerek,"payitaht" sözünün de yeni Türkiye Devleti'nde kullanılmasına gerek kalmadığını göstermek lâzım, geldi. Dışişleri bakanı İ s m e t P a ş a,9 Ekim 1923 tarihli tek maddelik bir kanun tasarısını Meclis'e teklif etti. Altında daha on dört kadar zatın imzası bulunan bu kanun teklifi,13 Ekim 1923 tarihinde uzun görüşme ve tartışmalardan sonra çok büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Kabul edilen kanun maddesi şudur : "Türkiye Devleti'nin başkenti Ankara şehridir."

    MECLİS'TE FETHİ BEY'İN BAŞKANLIĞINDAKİ HÜKÜMET'E VE FETHİ BEY'İN ŞAHSINA KARŞI SATAŞMALAR VE TENKİTLER BAŞLADI



    Efendiler, çok geçmeden, Meclis'te, F e t h i B e y'in başkanlığındaki hükûmete ve özellikle F e t h i B e y in şahsına karşı sataşmalar ve tenkitler başladı. Anlaşıldığına göre, milletvekillerinde bakan olma istek ve hevesi çoğalmıştır. İşbaşında bulunan bakanları beğenmiyorlardı.
    Yeni seçimde, partimiz adına milletvekillikleri sağlanmış olan birtakımları da Hükûmet aleyhindeki cereyanları körükleyerek kendi maksatlarına göre yararlanma fırsatları hazırlamaya çalışıyorlardı. Muhalefete geçecekleri sezilen milletvekillerinin meclis çoğunluğunu aldatarak Hükümet'e ve Meclis'e karşı hâkim bir duruma geçmek maksadını güttükleri anlaşılıyordu.
    F e t h i B e y, dikkatini ve çalışma gücünü Hükûmet Başkanlığı görevinde yoğunlaştırabilmek için İçişleri Bakanlığı'ndan istifa etti. Aynı tarihte, A l i F u a t P a ş a 'nın çekilmesi ile Meclis İkinci Başkanlığı da boşaldı (24 Ekim 1923).
    Bizimle görüşte ve yapılan çalışmalarda uzlaşma ve işbirliği aramayı gerekli bulmaksızın bağımsız ve gizli çalışan bir grup belirdi. Bu grup, iyi niyetli ve hakkı tutar gibi görünerek bütün parti üyelerini kendi görüşlerine çekmekte başarılı olmaya başladı. Örnek olarak, bir parti toplantısında, İçişleri Bakanlığı'na Erzincan milletvekili bulunan S a b i t B e y 'in, Meclis İkinci Başkanlığına da İstanbul'da bulunan R a u f B e y' in Meclis'ce seçilmesini karar altına aldırdı (25 Ekim 1923).
    Oysa, ben, S a b i t B e y'in İçişleri Bakanı olmasını uygun görmemiştim. S a b i t B e y 'in bazı illerin valiliklerinde bulunmuş olmasını, yeni Türkiye'nin yeni şartlara bağlı iç işlerini idare edebileceğine yeterli bir delil sayamıyordum.
    R a u f B e y 'in de Meclis İkinci Başkanlığı'na seçilmesini doğru bulmuyordum. Çünkü, R a u f B e y, daha dün Hükûmet Başkanı idi.O makamı, ne gibi duyguların etkisinde kalarak hareket ettiği için terke mecbur edildiği bilinmekteydi. Buna rağmen, onu Meclis'in İkinci Başkanlığı'na getirmekle, bütün Meclis'in onunla aynı görüşte olduğunu yani bütün Meclis'in, Lozan Barış Antlaşması'nı yapan ve Hükûmet'te Dışişleri Bakanı olarak bulunan İ s m e t P a ş a 'nın aleyhine olduğunu göstermek maksadı güdülüyordu.
    Efendiler, yeni Meclis, ilk döneminde, gizli bir muhalefet grubunun tuzağına düşme durumuyla karşı karşıya kaldı. F e t h i B e y ve arkadaşları, Hükûmet işlerini sükûnetle yürütemeyecek bir duruma getirildi. F e t h i B e y bu durumdan bana defalarca şikâyet etti ve kendisi Hükûmet'ten çekilmek istedi. Öteki bakanlar da aynı şekilde şikâyetlerde bulunuyorlardı.
    Kötülük, Hükûmet'in Meclis'ce seçilmesinden ileri geliyordu. Bu gerçeği çoktan görmüştüm.


    UYGULANMASI İÇİN SIRASINI BEKLEDİĞİM BİR DÜŞÜNCENİN UYGULANMA ZAMANI GELMİŞTİ



    Ben, Meclis'te, gizli ve muhalif bir grubun bulunduğunu farkettikten, Meclis çalışmalarında duyguların hâkim duruma geçtiğini gördükten ve Bakanlar Kurulu'nun çalışma düzeninin her gün olur olmaz birtakım sebeplerle altüst edilmekte olduğuna kanaat getirdikten sonra, uygulanması için sırasını beklediğim bir düşüncenin uygulanma anının geldiğine hükmetmiştim.Bunu itiraf etmeliyim. Buna göre, şimdi vereceğim bilgileri ve yapacağım açıklamaları anlamak daha kolay olacaktır.
    Efendiler, Halk Partisi'nin R a u f B e y 'i kendisi toplantıda buIunmadığı halde Meclis İkinci Başkanlığı'na, S a b i t B e y 'i de İçişleri Bakanlığı'na aday seçtiği tarih 25 Ekim 1923 Perşembe günüdür. Aynı gün ve ertesi Cuma günü Hükûmet üyeleri Çankaya'da benim başkanlığımda toplandı.
    Gerek Hükûmet Başkanı F e t h i B e y'in ve gerek diğer bakanların istifa etmeleri zamanının geldiğini ve bunun gerekli olduğunu bildirdim.Meclis'ce yeni hükûmet seçildiğinde, şimdiki hükûmette bulunan üyelerden yeniden seçilenler olursa, onlar bu seçimden sonra da istifa ederek yeni hükûmete katılmayacaklardır, esasını da kabul ettik. Yalnız, o zamanlar, bakanlar gibi seçilen ve kabineye dahil bulunan Genelkurmay Başkanı F e v z i P a ş a, bu kararın dışında bırakıldı. Çünkü ordu yönetim ve komutasının rastgele birisine verilmesi doğru görülmedi.
    Efendiler, bu türlü hareketin ve alınan kararın nasıl bir maksada dayandığı incelenirse, şu sonuca varılır : İhtiraslı grubu, hükûmet kurmakta tamamen serbest bırakıyoruz. Şimdiki kabinede bulunan bakanlardan hiçbiri katılmaksızın, tamamen istedikleri kimselerden oluşan,istedikleri gibi bir kabine kurarak memleket mukadderatına hâkim oImalarında bir sakınca görmüyoruz. Fakat ne hükûmet kurmaya ve ne de kursalar bile memleketi yönetme iktidarı göstereceklerine emin bulunuyoruz.
    Meclis'i aldatmaya çalışan ihtiraslı grup, şu veya bu tarzda bir hükûmet kurmayı başarabildiği takdirde, bir müddet bu hükûmetin idare şeklini ve idaredeki iktidarını takip etmenin ve hattâ ona yardımcı olmanın doğru olacağını düşündük. Fakat bu şekilde kurulacak bir hükûmet, memleket yönetiminde ve yeni gayelerimizi gerçekleştirmekte beceriksizlik gösterir ve başka maksatlara yönelirse, bunu Meclis'te açıklayarak, Meclis'i aydınlatma yolunu tercih ettik. Hükûmet kurmayı başaramadıkları takdirde, doğacak karışıklığın Meclis'i uyandıracağı tabiî idi. Bunalım ve karışıklığın devamına seyirci kalınamayacağından,işte o zaman, bizzat müdahale ederek ve tasarladığım şekli açıkça ortaya koyarak işi kökünden halledebileceğimi düşünmüştüm.

    FETHİ BEY'İN BAŞKANLIĞINDAKİ HÜKÜMET İSTİFA EDİYOR



    Hükûmet üyeleri ile Çankaya'da yaptığımız toplantı sonunda, bakanların hep birlikte imzalayarak bana verdikleri istifa yazısı şuydu :
    Yüksek Başkanlığa
    Türkiye Devleti'nin, karşı karşıya bulunduğu önemli ve güç, iç ve dış meseleleri kolaylıkla çözebilmesi için mutlaka çok kuvvetli ve Meclis'in tam desteğini kazanmış bir hükûmete ihtiyacı olduğu kanaatindeyiz. Bu bakımdan yüce Meclis'in her bakımdan güven ve desteğine dayanan bir hükûmetin kurulmasına yardımcı olmak maksadıyla, istifa ettiğimizi derin saygılarımızla arz ederiz,efendim.
    Efendiler, bu istifa yazısı, 27 Ekim 1923 Cumartesi günü saat 13.00'de başkanlığımda toplanan Parti Genel Kurulu'na bildirildikten sonra,saat 17.00'ye doğru açılan Meclis oturumunda resmen okunmuştur.

    HÜKÜMET LİSTELERİ VE HÜKÜMET BAŞKANLIĞI'NA SEÇİLECEĞİ TAHMİN EDİLEN KİMSELER



    Hükûmet'in istifası belli olduğu dakikadan itibaren,Meclis üyeleri, Meclis odalarında,evlerinde grup grup toplanarak yeni hükûmet, listeleri düzenlemeye başladılar. Bu durum Ekimin 28 inci günü geç vakte kadar sürdü. Hiçbir grup bütün Meclis'çe kabul edilebilecek ve millet kamuoyuna iyi karşılanacak isimleri içine alan bir alay listesi tespit edemiyordu. Özellikle bakanlıklara aday düşünülürken o kadar çok hevesli ve isteklilerle karşı karşıya kalıyorlardı ki, herhangi birinin diğerlerine tercihi şeklinde tespit edilecek bir listeyi kabul ettirmekteki güçlük, liste hazırlığı ile uğraşanları ümitsizlik ve endişeye düşürdü. Gerçi İstanbul'un bazı gazeteleri, bazı kimselerin resimlerini basarak Hükûmet Başkanlığı'na seçileceği umulan "sayın sima"ları hatırlatarak dikkati çekmekte kusur etmedi. Gerçi gayretli bazı gazeteciler, 28 Ekim günü erkenden "İstanbul'un yüzünü örten sabah sisinin ördüğü tül henüz sıyrılırken,deniz gökyüzünden, kıyılardan akseden renklerle boyanmış, hareketsiz duruyorken" Marmara'nın durgun sularını yararak ilerleyen Deniz Yollarının vapuruyla Kalamış iskelesine çıkıyor... Yolda R a u f B e y 'e rastlıyor... Ondan sonra "büyük bir bahçenin içindeki güzel Kalamış köşkünün pek mükemmel döşenmiş süslü salonuna" giriyor ve köşkte oturanın çeşitli meselelerle ilgili görüşlerini ve özellikle "millî hâkimiyetimizi her şeye ve her şeye ( ! ) karşı koruyalım..." nasihatını yayınlayarak kamuoyunu aydınlatma hizmetinden geri kalmıyor.Fakat bu uyarma ve yol göstermeler Ankara'ya tesir edemiyordu.


    MİLLİ HAKİMİYETİMİZİ HER ŞEYE VE HER ŞEYE KARŞI KORUYALIM DİYEN ZAT



    Efendiler, her şeye ve her şeye karşı millî hâkimiyetin korunması tavsiyesinde bulunan zat, Halife'nin kendisine olan iltifatını Allahın lûtfu olarak kabul eden zattır.
    Bazı gazetelerin, Konya'da ordu müfettişliğine tayin edilen Fuat Paşa'nın 28 Ekimde İstanbul'a gelişinden, Rauf Bey, Refet Paşa, Adnan Bey ve diğer birçok kimse tarafından karşılandığını bildiren telgraflarını ve Rauf Bey'le Kâzım Karabekir Paşa'nın resimlerini basarak Mondros Ateşkes Anlaşmasını ve Kars'ın kurtarılışını hatırlatmak için yazdıkları yazıları bile yeterince dikkati çekmeye yaramadı.


    PARTİ YÖNETİM KURULU KESİN BİR HÜKÜMET LİSTESİ HAZIRLAYAMADI



    28 Ekim günü geç saatlerde, toplantı halinde bulunan Parti Yönetim Kurulu tarafından davet edildim. Parti Yönetim Kurulu Başkanı Fethi Bey'di. Fethi Bey, parti adına Yönetim Kurulu'nca bir aday listesi hazırlandığını ve bu konuda Parti Genel Başkanı olarak benim de görüşümün alınması uygun görüldüğü için toplantılarına davet ettiklerini bildirdi. Hazırlanan listeye göz gezdirdim. Bence uygun olduğunu, ancak, bu listede adları bulunan kimselerin de görüşlerinin alınması, kabul edip etmeyeceklerinin sorulması gerektiğini söyledim. Bu teklifim uygun görüldü. Söz gelişi, Dışişleri Bakanlığı için söz konusu edilen Yusuf Kemal Bey'i davet ettik. Yusuf Kemal Bey, bu listeye giremeyeceğini bildirdi. Bundan ve buna benzer bazı durumlardan anladım ki, Parti Yönetim Kurızlu da kabul edilebilir kesin bir aday listesi hazırlayamamaktadır. Yönetim Kurulu üyelerine, gereken kimselerle daha sıkı temas kurarak kesin bir liste tespit etmelerini tavsiye ettikten sonra yanlarından ayrıldım. Gece olmuştu Çankaya'ya gitmek üzere Meclis binasından ayrılırken, koridorlarda beni beklemekte olan Kemâlettin Sami ve Hâlit Paşa'lara rastladım. Ali Fuat Paşa Ankara'dan hareket ederken bunların Ankara'ya geldiklerini o günkü gazetede "Bir uğurlama ve bir karşılama" başlığı altında okumuştum. Daha kendileriyle görüşmemiştim. Benimle konuşmak üzere geç vakte kadar orada beklediklerini anlayınca, akşam yemeğine gelmelerini, Millî Savunma Bakanı Kâzım Paşa vasıtasıyla kendilerine bildirdim. İsmet Paşa ile Kâzım Paşa'ya ve Fethi Bey'e de Çankaya'ya benimle birlikte gelmelerini söyledim. Çankaya'ya gittiğim zaman, orada, beni görmek üzere gelmiş bulunan Rize Milletvekili Fuat, Afyonkarahisar Milletvekili Ruşen Eşref Bey'lerle karşılaştım. Onları da yemeğe alıkoydum.

  7. #46
    Kayıt Tarihi
    Jun 2006
    Nerede
    İstanbul / Beyoğlu
    İletiler
    3.411
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    Cumhuriyetin ilani



    CUMHURIYET'IN ILANI KARARINI NEREDE VE KIMLERE SÖYLEDIM



    Yemek sirasinda : "Yarin Cumhuriyet ilân edecegiz" dedim. Orada bulunan arkadaslar, derhal düsünceme katildilar. Yemegi biraktik. O dakikadan itibaren, nasil hareket edilecegi konusunda kisa bir program yaparak arkadaslar i görevlendirdim.
    Yaptigim programin ve verdigim talimatin uygulanisini göreceksiniz!
    Efendiler, görüyorsunuz ki, Cumhuriyet ilânina karar vermek için Ankara'da bulunan bütün arkadaslarimi davet ederek onlarla görüsüp tartismaya asla lüzum ve ihtiyaç görmedim. Çünkü, onlarin da aslinda ve tabiî olarak benim gibi düsündüklerinden süphe etmiyordum. Halbuki, o sirada Ankara'da bulunmayan bazi kisiler, yetkileri olmadigi halde, kendilerine haber verilmeden, düsünce ve rizalari alinmadan Cumhuriyetin ilân edilmis olmasini bize gücenme ve bizden ayrilma sebebi saydilar.


    CUMHURIYET'IN ILANI ILE ILGILI KANUN TASARISINI ISMET PASA'YLA BIRLIKTE HAZIRLADIK



    O gece birlikte oldugumuz arkadaslar erkenden ayrildilar. Yalniz Ismet Pasa Çankaya'da misafirdi. Onunla yalniz kaldiktan sonra, bir kanun tasarisi müsveddesi hazirladik. Bu müsveddede 20 Ocak 1921 tarihli Teskilât-i Esasiye Kanunu (Anayasa)'nun devlet seklini tespit eden maddelerini su sekilde degistirmistim : Birinci maddenin sonuna "Türkiye Devleti'nin hükûmet sekli Cumhuriyettir" cümlesini ekledim. Üçüncü maddeyi su yolda degistirdim : "Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafindan idare olunur. Meclis, hükûmetin ayrildigi idare kollarini Bakanlar vasitasiyla yönetir."
    Bundan baska Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun temel madelerinden olan sekizinci ve dokuzuncu maddelerle de degistirilerek ve açikliga kavusturularak su maddeler yazildi :
    "Madde - Türkiye Cumhurbaskani Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu tarafindan ve kendi üyeleri arasindan bir seçim dönemi için seçilir. Cumhurbaskanligi görevi yeni Cumhurbaskaninin seçilmesine kadar devam eder. Görev süresi biten Cumhurbaskani yeniden seçilebilir."
    "Madde - Türkiye Cumhurbaskani devletin baskanidir. Bu sifatla lüzum gördükçe Meclis'e ve Bakanlar Kurulu'na baskanlik eder."
    "Madde - Basbakan, Cumhurbaskani tarafindan ve Meclis üyeleri arasindan seçilir. Diger bakanlar, Basbakan tarafindan ve yine Meclis üyeleri arasindan seçildikten sonra Cumhurbaskani tarafindan hepsi birden Meclis'in onayina sunulur. Meclis, toplanti halinde degilse, onaylama, Meclis'in toplantisina birakilir."
    Bu muddelere, komisyonda ve Meclis'te din ve dil ile ilgili bildiginiz bir madde de eklenmistir.



    29 EKIM 1923 GÜNÜ HALK PARTISI'NDE YAPILAN GÖRÜSMELER



    Saygideger Efendiler, simdi isterseniz yüksek hey'etinize 29 Ekim 1923 Pazartesi günü Ankara'da geçen olayi kisaca anlatmaya çalisayim.
    Pazartesi günü saat 10.00'da Halk Partisi grubu, Grup Yönetim Kurulu Baskani Fethi Bey'in baskanliginda toplandi. Bakanlar Kurulu üyelerinin seçimi görüsmelerine baslandi.
    Baskan - Yönetim Kurulu, hazirlik niteliginde olmak üzere, Genel Kurul'a sunulmak üzere bir Bakanlar Kurulu listesi hazirladi. Yönetim Kurulu, kesin bir sey tespit etmis degildir. Karar saygideger kurulumuzundur. Kabul ederseniz okunsun, sözleriyle, Genel Kurul'a, Baskanliginda Fuat Pasa'nin bulundugu bir hükümet listesi sunar. Okunan bu listede Iktisat Bakanligina aday gösterilen Celâl Bey (Izmir) söz alarak Bakanlar Kurulu'nun önemini belirtmis ve kendisinin seçilmesini teklif etmis. Özellikle "bu listede adlari görülen kimseler çekilenlerden daha kuvvetli degildir. Bizden refah ve islahat isteyen bir millet vardir. Herhalde yeniler eskilerden daha kuvvetli olmalidir. Seçimde acele etmeyelim. Hele Hükumet Baskani'ni seçerken iyi düsünelim" görüsünü ileri sürmüs.
    Saip Bey (Kozan) - Meclis Baskanligi'na Fethi Bey, Basbakanliga Ismet Pasa seçilmelidir, demis.
    Ekrem Bey (Rize) - Yeni hükumet eski hükumetin boslugunu doldurabilecek mi? Reis Pasa Hazretleri, mümkünse bu konudaki düsüncelerini ifade buyursunlar; aydinlanalim (ben o sirada Meelis'te bulunmuyordum) seklinde kontismus.
    Zülfü Bey (Diyarbakir) - Yetki Parti Meclisi'nindir. Bu hak, grup Yönetim Kurulu'nun degildir. Parti Meclisi toplansin! .. isteginde bulunmus...
    Mehmet Efendi (Bolu) - Seçilecek hükûmet ancak bir ay dayanabilir. Hükûmetin böyle sik sik degismesi, memleket ve milleti kötü ve güç bir duruma sürükler. Hükûmet istifa sebebini açikça anlatmazsa herhangi bir hükûmet seçimine katilmam. Önce sebebi anlayalim sonra seçim yapalim.
    Faik Bey (Tekirdag) - Listede gösterilen isimler öncekilerden daha kuvvetli degildir. Parti Meclisi toplanip bu meseleyi halletsin.
    Vasif Bey ( Saruhan ) - ( Ismet Pasa'nin hizmetlerinden bahsettikten sonra) Memleketi, milleti niçin birakiyor? Liderlerimiz bizi aydinlatmamistir. Sayin Baskaniniz (beni kastetmis olacak) bizi niçin aydinlatmiyor, demis ve uzun bir konusma yapmis.
    Necati Bey (Izmir) - Memleketin güvendigi kimselerin bizi birakip aynlmalarini kabul edemeyiz. Sayin Baskanimiz bizi aydinlatsin ve uyarsin. Içeriye ve disanya karsi kuwetli bir hükûmete kesinlikte ihtiyacimiz vardir.
    Baskan Fethi Bey - Yönetim Kurulu'nun yaptigi bu liste ne Pasa'nin ve ne de Yönetim Kurulu'nundur, seklinde bir açiklama yapmayi gerekli bulmus.
    Doktor Fikri Bey ( Ertugrul ) ( 215 ) - Vasif v Necati Bey'lerin düsüncelerine katilinm. Memleket sütliman degildir. Memleket idaresi gelisigüzel yapilacak bir seçime terk edilemez. Kuvvetli sahislardan kurulu bir hükûmet seçilmelidir.
    Recep Bey (Kütahya) - Arkadaslar sözlerini bitirsinler, sonra Gazi Pasa Hazretleri söylesinler (Henüz toplantida degildir).
    Ilyas Sami Bey (Mus) - Sayin Baskanimiz Gazi Pasa Hazretleri düsüncelerini ifade buyursunlar. Bunalimin dogdugu gün giderilmesi daha yararhdir. Erteleme siddetlenmesine yol açar. Bir Hükûmet Baskani seçelim. Yirmi dört saatlik bir süre taniyalim. Arkadaslarini bulsun. Kuvvetli bir hükumet kurulsun.
    Abdurrahman Seref Bey ( rahmetli Istanbul Milletvekili) - Bazi arkadaslar telâs ediyorlar. Bu her memelekette görülen bir seydir. Hepimizin amaci vatanin saadetidir. Bir makine kurup tikir tikir isletemiyoruz. Bu da dogru. Kuwetli bir hükumeti nasil bulmali hastaligi nasil kesfetmeli? Teskilât-i Esasiye Kanunu'muzu göz önüne alalim. Hükumetin görevini belli edelim. Meclis, göri.islerini söylesin. Ondan sonra Reis Pasamiz da görüslerini ifade buyursunlar. Bir sonuca varalim. Herkes bir ise yarar. Herkesi yaradigi iste kullanmali. Sahislardan söz etmeyelim. Vatanin yüksek çikarlarinda birlikteyiz. Reis Pasa Hazretleri görüslerini ifade buyursunlar.
    Eyüp Sabri Efendi (Konya) - Ne olursa olsun bir seçim zarureti ile karsi karsiya bulunuyoruz. Bundan önceki Hükumet üyelerinin, yeniden seçilmis olsalar bile kabul etmeyeceklerine karar verdiklerini isitiyoruz. Yüce Meclis bu karari kaldirmalidir.
    Recep Bey (Kütahya) - Üç esasli noktaya dokunacagim. Birincisi sekil, ikincisi çalisma eksikligi, üçüncüsü manevî birligimizde açilan gediktir. Sekillerde eksiklik olursa iyi bir sonuç vermez. Eldeki listede yer alan degerli arkadaslar hangi zamanda hangi sartlar altinda çalisacaklardir; belli degil. Kuvvetli bir sahsin kencii arkadaslarini bularak bir hükûmet kurmasi gerekir. Recep Bey, özellikle bu son nokta üzerinde uzun bir konusma yapmis ve açiklamalarda bulunmus.
    Talât Bey (Ardahan) - Recep ve Abdurrahman Seref Bey'ler pek güzel açikladilar. Hükumet Baskani'nin görevi nedir? Görev ve yetki Kanununu hâlâ çikarmadik. Gazi Pasa Hazretleri bizi aydinlatmak lutfunda bulunsunlar, demis.


    BEN GENEL BASKAN OLARAK MESELENIN ÇÖZÜMÜNE MEMUR EDILDIM



    Baskan bundan sonra görüsmenin yeterligini oya koymus. Görüsme yeterli görüldükten sonra birtakim önergeler okunmus. Bunlardan Kemalettin Sami Pasa'nin önerisi kabul edilmis. Bu önergeyle, ben Genel Baskan sifatiyla meselenin çözüme baglanmasi için Parti Meclisi tarafindan görevlendiriliyordum.
    Görüsmeler sirasinda Çankaya'da evimde bulunuyordum. Kemalettin Sami Pasa'nin önergesinin kabul edilmesi üzerine, toplantiya davet edildim. Toplanti salonuna girer girmez dogruca kürsüye çiktim ve kisaca su görüs ve teklifi ortaya attim.
    "Efendiler! dedim, Hükumet üyelerinin seçiminde görüs birligi saglanamadigi anlasilmistir. Bana bir saat kadar müsaade buyurun. Bulacagim çözüm yolunu arz ederim."
    Baskan Fethi Bey, teklifi oya koydu. Kabul edildi.
    Efendiler, bu bir saat içinde, gereken kimseleri Meclis'teki odama davet ederek onlara 28/29 Ekim gecesi hazirladigim kanun tasarisini gösterdim ve kendileri ile görüstüm.



    28/29 EKIM GECESI HAZIRLADIGIM KANUN MÜSVEDDESINI TEKLIF ETTIM



    Saat 13.30'da Parti Genel Kurulu yeniden Fethi Bey'in baskanliginda toplandi. Ilk söz bendeydi. Kürsüye çiktim ve su konusmayi yaptim :
    "Saygideger arkadaslar, üzerinde durdugumuz meselenin çözümünde karsilasilan güçlüklerin sebebi, bütün arkadaslarca anlasilmistir sanirim. Eksiklik ve yanlislik uygulamakta oldugumuz usul ve sekildedir. Gerçekten de, yürürlükteki Teskilât-i Esasiye Kanunu'na göre, bir hükümet kurmaya tesebbüs ettigimiz zaman, bütün arkadaslarin her biri bakanlari ve hükûmeti seçmek mecburiyeti ile karsi karsiya kaliyor. Hepinizin birden hükûmet üyelerini seçmek zoriinda kalmanizda görülen güçlügün giderilmesi zamani gelmistir. Geçen dönemde de ayni sekilde güçlükle karsilasiliyordu. Görülüyor ki, bu usul bazan birçok karisikliklara yol açiyor. Yüksek hey'etiniz bu güçlügün çözülmesi için beni görevlendirdi. Ben de bilginize sundugum bu görüsten hareket ederek düsündügüm sekli tespit ettim. Onu teklif edecegim. Teklifim kabul edilirse kuvvetli ve kendi içinde uyumlu bir hükûmet kurmak mümkün olacak tir. Devletimizin sekil ve niteligini tespit eden ve hepimiz için bir gaye olan Teskilât-i Esasiye Kanunu'muzun bazi noktalarina açiklik kazandirmak gerekir. Teklif sudur dedikten sonra, bilinen tasariyi okutmak üzere kâtip beylerden birine uzatarak kürsüden ayrildim.
    Teklifimin niteligi anlasildiktan sonra tartismalar basladi.
    Sabit Bey (Erzincan) - Hükûmetin bu sekilde kurulmasi usulünün lehindeyim. Ancak, Teskilât-i Esasiye Kanunu'nda degisiklik yapilmasi teklifi ile bugünkü bunalimi çözmek mümkün degildir. Biz simdi bir Basbakan seçelim. Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun degistirilmesini sonra düsünürüz, dedi.
    Hâzim Bey (Nigde) - Su görüsü ileri sürdü : Teskilât-i Esasiye Kanunu'nu biz yapabilir miyiz? Sanirim ki yapamayiz. Yetkimiz varsa, bu partide olmaz. Partide görüsüldükten sonra açik oturumda kimse söz söyleyemiyor. Millet varligini ilgilendiren kanunlarin burada kesin bir sekilde tespit edilmesine taraftar degilim. Bu gibi kanunlar açik oturumda ve serbestçe görüsülmelidir. Biz, her seyden önce hükûmet bunalimina bir çare bulalim.
    Yunus Nadi Bey, Hâzim Bey'e su yolda cevap verdi : Hangi memleket ilk defa Teskilât-i Esasiye Kanunu yaparsa, o is için bir kurucu meclis kurmustur. Bizde ise bu gibi meselelerde ayrica bir kurucu meclis kurulacagi açikça belirtilmemistir. Bizde her zaman bu gibi degisiklikler olmustur. Bizden önceki Türkiye Büyük Millet Meclisi de bu yolda yürümüstür. Buna yetkimiz vardir. Kararsizlik gösterilmesin. Simdi biz, hükûmet bunaliminin çözümünü Reis Pasa Haziretleri'ne biraktik. O da bize bu teklifi getirdi. Bu teklifte yer alan usulü bütün arkadaslar ayri ayri düvünmüstür. Simdi buna kesin bir sekil vermek gerekir. Teklif edilen sekil, zaten vardir. Buna bir açiklik verip daha belirli sekilde tespit edecegiz.
    Vehbi Bey (Balikesir) - Bizim, simdiye kadar görüsüldügünü isittigimiz Teskilât-i Esasiye Kanunu hakkinda bir bilgimiz yoktur. Gerçi gazetelerde gördük, ama bu yeter mi? Bu bakimdan biz, bu konuyu bir bütün olarak görüsmek üzere daha sonraya birakip önce bunalima bir çare bulalim.
    Halil Bey - Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun degistirilerek yeniden yapilmasina yetkimiz vardir. Fakat yapilacak bu degisiklikler, gerçekten vatan ve milletimizin saadetini saglayabilecek midir? Bunu söylemek gerekir. Bunu, hukukçu, hukuk bilgini olan arkadaslarimiz gelip açiklasinlar. Açiklama yapilmadikça bu meselenin derhal halledilmesine taraftar degilim.
    Üyelerden biri - Teskilât-i Esasiye Kanunu öyle gelisi güzel düzeltilemez.
    Hamdullah Suphi (Istanbul) - Dört yil önce, bakanlarin ayri ayri seçilmelerinin zararlarini söylemistim. Bugün de ayni durum basgösterdi. Gazi Pasa'nin teklifine gelince, bu yeni degildir. Dört yil önce yapilan bir kanunun daha açik olarak ifadesinden ibarettir. Durum böyle olunca, degisiklik aleyhinde söz söyleyecekler gelsinler düsüncelerini açiklasinlar. Fakat zamanimizin uzun uzadiya beklemeve tahammülü voktur.
    Ragip Bey (Kütahya) - Kanunlarin en iyisi sartlardan ve ihtiyaçtan dogmus olanidir. Ihtiyaç ise meydandadir. Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun tamamlanmasi ve açikliga kavusturulmasi gerekir. Teklifin derhal görüsülmesine geçelim.
    Adalet Bakani rahmetli Seyit Bey - Teklif edileii sekil yeni bir sey degildir. Yürürlükteki Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun, açikliga kavusturulmasi ve buna göre tespitidir. Kanunlar ihtiyaçtan dogar teorik görüslerden kaynaklanmaz. Zaman ve olaylar her seye hâkimdi. Gelisme kanunu, degismez kesin bir kuraldir. Teklif edilen sekilde bir yenilik yoktur. Yürürlükteki sekli daha açik ve belirli bir sekilde ifade edersek, elbette millet ve memleketimizin yararina daha uygun olarak hareket etmis oluruz.


    HÜKUMETIMIZIN SEKLI MUTLAKA CUMHURIYET OLACAKTIR



    Rahmetli Seyit Bey'in görüsüne Abidin Cumhuriyet Bey (Manisa) su cevabi verdi : - Önce hükumet bunalimina çözüm getirelim.
    Eyüp Sabri Efendi (Konya)'nin görüsü söyleydi : Biz Gazi Pasa Hazretleri'ni hakem yaptik. Bizim Teskilât-i Esasiye Kanunu'nu degistirmeye yetkimiz yok demek, gayrimesru oldugumuzu kabul etmek demektir. Meclisin Teskilât-i Esasiye Kanunu'nu degistirme yetkisi meydandadir. Hükûmetimizin sekli mutlaka Cumhuriyet olacaktir.
    Bundan sonra Ismet Pasa söz alarak su yolda bir konusma yapti :
    Parti Baskani'nin teklifini kabule ihtiyaç kesindir. Bütün dünya, bizim bir hükumet sekli görüstügümüzü biliyor. Bu görüslerimizi bir sonuca baglayip açiklamamak, güçsüzlügü ve karisikligi sürdürmekten baska bir sey degildir. Bir tacrübemden söz edeyim. Avrupa diplomatlari bu konuda beni uyardilar. Devletin baskani yoktur, dediler. Simdiki idare seklinize göre baskan, Meclis Baskani'dir. Demek ki siz, bir baska baskan bekliyorsunuz. Avrupa'nin düsüncesi iste budur. Oysa, biz böyle düsünmüyoruz. Millet, hâkimiyetini ve mukadderatini fülî olarak eline almistir. O halde bunu hukukî olarak dile getirmekten neden çekiniyoruz. Cumhurbaskani olmadan Basbakan seçilmesini teklif etmek kanunsuz olur. Bunda süpheye yer yoktur. Basbakanin seçilebilmesi için, Gazi Pasa Hazretleri'nin teklifinin kanunlasmasi gerekir. Genellesmis olan bir zaafin sürdürülmesinin anlami yoktur. Partinin bütün millete karsi yüklendigi sorumlulugun gereklerine uygun olarak hareket etmek zarurîdir
    Ismet Pasa'dan sonra, rahmetli Abdurrahman Seref Bey'in konusmasinda su sözler yer aliyordu :
    Hükûmet sekillerinin teker teker sayilmasina gerek yoktur. Hâkimiyet kayitsiz sartsiz milletindir, dedikten sonra kime sorarsaniz sorunuz, bu Cumhuriyettir. Dogan çocugun adidir. Ama bu ad, bazilaruia hos gelmezmis, varsin gelmesin.
    Bundan sonra Yusuf Kemal Bey, teklifin kabul edilmesi gerektigi hususunda uzun bilgiler verdi ve bunun derhal kanunlasmasi için gerekli islemin tamamlanmasini teklif ederim dedi.



    TEKLIFIM PARTI GRUBU'NDA VE HEMEN ARKASINDAN MECLISTE GÖRÜSÜLDÜ VE "YASASIN CUMHURIYET" SESLERI ARASINDA KABUL EDILDI



    Abdullah Azmi Efendî'nin, "meselenin önemi meydandadir. Görüsme devam etsin" diye yükselen itirazina ragmen yeterlik teklifi kabul edildi. Ondan sonra teklifimin bütünü ve arkasindan da maddeler birer birer okunarak görüsüldü ve kabul edildi.
    Efendiler, Parti Grubu toplantisina son verildi ve hemen Meclis toplantisi açildi. Saat 18.00 idi. Kanun teklifi, Kanun-i Esasî Encümeni tarafindan usulen incelenip tutanagi hazirlanirken, Meclis diger bazi islerle mesgul oldu. Sonunda, Baskanlik kürsüsünde oturan Baskan Vekili Ismet Bey (Pasa) Meclis'e su bilgiyi verdi :
    "Kanun-i Esasî Encümeni, Teskilât-i Esasiye Kanunu'nda degisiklikler yapilmasi ile ilgili tasarinin öncelikle ve derhal görüsülmesini teklif ediyor. "Kabul!" sesleri üzerine, tutanak okundu. Teklif edildigi gibi öncelikle görüsüldü. Nihayet, kanun, birçok konusmacinin "Yasasin Cumhuriyet!" sesleriyle alkislanan konusmalariyla kabul edildi.



    TÜRKIYE CUMHURBASKANLIGI'NA TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI OY BIRLIGI ILE BENI SEÇTI



    Ondan sonra Cumhurbaskani seçilmesi için Meclis'te oylamaya geçildi. Toplanan oylarin sonucunu Baskanlik kürsüsünde oturan Ismet Bey (Pasa) Genel Kurul'a su sekilde bildirdi :
    "Türkiye Cumhurbaskanligi için yapilan oylamaya yüz elli sekiz kisi katilmis ve Cumhurbaskanligina yüz elli sekiz üye, oybirligi ile Ankara Milletvekili Mustafa Kemal Pasa Hazretleri'ni seçmislerdir."
    Efendiler, seçimin hemen arkasindan Meclis'te yaptigim konusmayi tutanaklarda okumussunuzdur. Ancak, tarihî bir hatiranin canlandirilmasi için, müsaade ederseniz, o konusmami burada aynen tekrar edeyim :
    "Saygideger arkadaslar, dünya çapiiida önemli ve olaganüstü olaylar karsisinda, saygideger milletimizin gerçek uyanikligina ve suurluluguna degerli bir belge olan Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun bazi maddelerini açikliga kavusturmak için kurulmus olan özel komisyon tarafindan yüksek hey'etinize teklif edilen kanun tasarisinin kabûlü dolayisiyla, Türkiye Devleti'nin zaten bütün dünyaca bilinen, bilinmesi gereken mahiyeti milletlerarasi adiyla adlandirildi. Bunun tabiî bir geregi olmak üzere bugüne kadar dogrudan dogruya Meclis Baskanligi'nda bulundurdugunuz arkadasiniza, yaptirdiginiz bu görevi, Cumhurbaskani ünvaniyla yine ayni arkadasiniz, bu âciz arkadasiniza tevcih ediyorsuniiz. Bu miinasebetle simdiye kadar hakkirnda gösterdiginiz sevgi, samimiyet ve güveni bir defa daha göstermekle, yüiksek degerbilirliginizi ispat etmis oluyorsunuz. Bundan dolayi yüce hey'etinize gönlüm'iin bütün sainimiyeti ile tesekkürlerini arz ederim."
    "Efendiler, asirlardan beri Doguda haksizhga ve zulme ugramis olan milletimiz, Türk milleti, gerçekte soydan sahip bulundugu yüksek kabiliyetlerden yoksun zannediliyordu.
    Son yillarda milletimizin fiilî olarak gösterdigi kabiliyet, istidat ve kavrayis kendi h.akkirida kötü düsünenlerin ne kadar gafil ve ne kadar gerçegi görmekten uzak, görünüse aldanan msanlar oldugunu pek güzel ispat etti. Milletimiz kendisinde var olan vasiflari ve degeri, hükumetin yeni adiyla, medeniyet dünyasina çok daha kolaylikla gösterebilecektir. Türkiye Cumhuriyeti, dünya devletleri arasinda tuttugu yere lâyik oldugunu eserleriyle ispat edecektir."
    "Arkadaslar, bu yüksek rejimi yaratan Türk milletinin son dört yil içinde kazandigi zafer, bundan sonra da birkaç misli olmak üzere kendini gösterecektir. Bendeniz, kazandigim çok önemli gördügüm bir noktadaki ihtiyaci arz etmek mecburiyetindeyim. O ihtiyaç, yüce hey'etinizin sahsima karsi gösterdigi sevgi, güven ve destegin devamidir. Ancak bu sayede ve Tanri'nin yardimiyla, bana verdiginiz ve vereceginiz görevleri en iyi sekilde yapabilecegimi ümit ediyorum."
    "Daima sayin arkadaslarimin ellerine çok samimî ve siki bir sekilde yapisarak, kendimi onlarin sahislarindan bir an bile uzak görmeyerek çahsacagim. Daima milletin sevgi ve güvenine dayanarak hep birlikte ileri gidecegiz. Türkiye Cumhuriyeti mes'ut, muvaffak ve muzaffer olacaktir."
    Efendiler, Meclis'çe Cumhuriyet karari 29/30 Ekim 1923 gecesi saat 20.30'da verildi. On bes dakika sonra, yani 20.45'te Cumhurbaskani seçildi. Durum, ayni gece bütün memlekete bildirildi ve her tarafta gece yarisindan sonra yüz bir pâre top atilarak ilân edildi.
    Ilk kabinenin Ismet Pasa tarafindan kuruldugiinu ve Meclis Baskanligi'na Fethi Bey'in seçildigini biliyorsunuz.


    CUMHURIYET'IN ILANI ÜZERINE MILLETIN DUYDUGU GENEL VE SAMIMI SEVINCE KATILMAKTAN ÇEKINENLER



    Efendiler, Cumhuriyet'in ilâni, bütün milletçe sevinçle karsilandi. Her tarafta parlak sevinç gösterileri yapildi. Yalniz Istanbul'da iki üç gazete ve yalniz Istanbul'da toplanan bazi kimseler, milletin genel ve samimî olan bu sevincine katilmaktan çekindiler.Endiseye düstüler. Cumhuriyet'in ilânina önayak olanlari elestirmeye basladilar.
    Isaret ettigim gazetelerin ve sahislarin Cumhuriyet'in ilânini nasil karsiladiklarini hatirlamak için sadece o günlerdeki yayinlari gözden geçirmek yeterlidir.
    Meselâ ''Yasasin Cumhuriyet'' basligi altindaki yazilar bile Cumhuriyet'in kurulus ve duyurulus seklinin garip oldugunu, bunda ''sikbogaza getirilmis gibi bir durum bulundugunu ilan ediyordu. Bu yazilarin sahibi su görüsleri ileri sürüyordu : (. . . Söyle olacagi böyle olacagi söylenip dururken, diger taraftan birdenbire birkaç saat içinde, Kanun-i Esasi degisikligi yapilivermesi en yumusak deyimi ile gayritabiî bir harekettir.''
    Bizim davranis tarzimiz nmedeniyet dünyasini anlamis, okumus, incelemis ve devlet idaresinde tecrübe kazanmis kafalardan çikacak bir muhakeme eseri'' degilmis...
    Cumhuriyet'in ilânini Meclis'in alkislarla kabul etmesi, milletin top atislari ile kutlamasi elestiriliyor ve deniyordu ki : ''Cumhuriyet alkis ile,dua ile senlik ve donanma ile yasamaz.'' ''Cumhuriyet bir tilsim degildir.Millet Meclisi'nde bir büyü yapildi. Bundan sonra her is kendiliginden düzelecek, her derdin çaresi kendiliginden bulunacak degildir.''
    Ben cumhuriyetçiyim diyenlerin, Cumhuriyet'in ilâni günü kaleminden çikacak sözler bunlar mi olmaliydi. En yüksek idare seklinin Cumhuriyet'ten baska bir sey olmayacagina inandigini iddia edenlerin Cumhuriyet kelimesine ''bir put gibi tapmam'' demesindeki anlam ve kasit neydi ?
    Meclis toplanti hâlinde bulunmadigi zaman, '' Onun güven oyu verdigi bir hükûmetIn düsürülecegi seklinde asilsiz bir fikri kamuoyunda canlandirip böyle bir hak ''padisahlara bile verilmemisti. Simdi o hak,Cumhurbaskani'na mi veriliyor? '' sorusu kime ve ne maksatla yöneltiliyordu?
    Bu yazilari yazanin maksadi, Cumhuriyet'i halka sevdirmek mi, yoksa bunun put gibi tapilacak bir sey olmadigini anlatmak miydi? Cumhuriyet bize rejim degisikligi ile birlikte zihniyet degisikligi de getiriyor mu? Kabineye girecek olan kimselere birer devlet adami kafasi hediye ediyor mu? sözleriyle daha ilk anda Cumhuriyet'in deger ve önemini azaltmaya kalkismak ''Cumhuriyetçiyim'' diyenlerden beklenebilir miydi?
    En hafif bir rüzgârdan bile korunmasi gereken yeni dogmus bir çocugun, onu beslediklerini söyleyenler tarafindan bu sekilde hirpalanmasi dogru muydu?
    Bu düsüncelere yer veren gazetenin baska bir sayfasinda ''Türkiye Cumhuriyeti'nin Ilâni'' basligi altinda yer alan birçok düsünceler arasinda : ''... Bu yeni merhaleye ulasan Türk milleti, acaba burada uzunca bir süre huzur içinde dinlenebilecek, burasi onun için bir canlilik ve güç kaynagi, bir rahatlik ve mutluluk kaynagi olabilecek midir? Bu merhale onun sosyal yapisini kirip dökmeden kucaklayabilecek bir çerçeve niteligi tasimakta midir? Cumhuriyet acaba olaylarin zorlamasi karsisinda çaresizlikten kaçip siginilan bir saçak alti mi olacaktir?. .'' gibi endise ve ümitsizlik veren sözlerin sirasi miydi?
    Cumhuriyet'in ümit, rahatlik ve mutluluk getireceginden süphe ve endiseye kapilan kimse, ümit, rahatlik ve mutlulugu nereden ve hangi kaynaktan bekliyordu? Cumhuriyet'in, milletimizn sosyal yapisini kirip dökebilecegi ihtimali, Cumhuriyeti benimsemis olan kimselerin kafasinda nasil yer bulabiliyordu.
    Bir baska gazeteci de, '' Efendiler, acele ediyorsunuz! '' diye bagirmaya basladi.
    Bu gazeteci efendi, millete su yolda jurnal veriyordu : ''Bunalim yeni bir kabine kurulmasi seklinde giderilecegi yerde, aksine son günlerin bütün gürültülerine ragmen, yine kimsenin çok yakinda ilân edilecegine ihtimal vermedigi Cumhuriyet'in pek delilli ispatli, pek kesin ve pek acele olarak ortaya çikmasina sebep olmustur.
    ''Cumhuriyet ilâninin çok yakin olduguna ihtimal vermeyen yalniz kamuoyu degildi. Belki Ankara'da en önemli ve en yetkili mevkilerde bulunan bazi kimseler de böyle bir ihtimali hatirlarina bile getirmiyorlardi.''
    Bu sözlerle itiraf edilmektedir ki, son günlerin bütün gürültüleri,Cumhuriyet'in ilânina engel olmak içinmis. . . Böyle bir maksat güdenlerin ''Kararlarin alinmasinda acelecilik'' görmeleri tabiiydi. Fakat ''memleket kamuoyunun da bu görüste, kendileriyle birlikte oldugunu'' sanmalari yanlisti.
    Gazetesini ''balonu uçurdular ama galiba ucunu kaçiriyorlar! '' ve ''sular bosaninca dolaplar döndü ama... ne yönde?'' gibi çirkin bayagi sözlerle dolduran gazeteci efendi, seslenis ve suçlamalarina söyle devam ediyordu : ''Efendiler, devletin adini taktiniz, isleri de düzeltebilecek misiniz?''
    Bu seslenisle baslayan yazilari, su satirlarla son buluyordu : Tek dilegimiz... ''Vatan ve millete yararli islere baslanilmasindan ibarettir.Eger dün ilân edilen Cumhuriyet'in liderleri ve o liderleri destekleyenler bunu yapabileceklerinden eminseler, biz de kendilerine - öyleyse Cumhuriyetiniz mübarek olsun Efendiler! - deriz.''
    Bizi alay edercesine tebrik eden bu son cümleyle, yazar, Cumhuriyet'i benimsemiyor, onunla ilgisi olmadigini bildiriyordu.
    Baska bir gazeteci yazar da, Cumhuriyet'in ilâni dolayisiyla yaptigi elestiri ve degerlendirmede : ''Bizi üzen nokta, millî önderimizin sahsi ile ilgilidir. En büyük ruhlu adamlar bile, sahsî güç sahibi olmanin çekiciligine karsi koyamamislardir'' diyor ve bu görüsünü, benim nutuklarimdan aldigi sözlerle destekledikten sonra, Amerika'ya istiklâl saglayan Washington'un, nasil çiftligine çekildigini, Amerika Meclisi'nin hiçbir sahsi dikkate almadan yalniz halkin menfaatlerini düsünerek alti yilda anayasayi nasil hazirlamis oldugunu ve ondan sonra da Washington'a nasil baskanlik verilmis bulundugunu anlatiyor ve Kanun-i Esasî'mizin bu sekilde degistirilmesinde benim önayak olmami hos görmüyor. . .
    Bu yazar ve benzerlerinin, Cumhuriyet'in ilân seklinde ve Cumhuriyet'in esaslari ile ilgili kanunda gördükleri kusur ve eksiklikleri tenkit etmelerini samimî sayabilmek için çok saf olmak lazimdir. Eger bu yazarlar, Cumhuriyet'in ilâni günü yaygarali hücumlara baslamayip, önce Cumhuriyet'in ilânini iyi niyetle ve samimiyetle karsilamis olsalar, kamuoyunu kararsizlik ve karisikliga düsürecek sekilde degil de, Cumhuriyet in iyi yanlarini tanitici ve onun ilâninin pek yerinde oldugunu kamuoyuna telkin eden yazilar yazmis olsalardi, ondan sonra yapacaklari ''her türlü tenkidin samimiyetini iddiada hakli olabilirlerdi. Fakat gördügümüz tutum ve davranis böyle olmamistir. . .


    RAUF BEY'IN CUMHURIYET'IN ILANI DOLAYISIYLE IKI ISTANBUL GAZETESINE VERDIGI DEMEÇ



    Efendiler, Rauf Bey de bu münasebetle, gazetecilere demeç vermistir. Rauf Bey'in Cumhuriyet'le ilgili görüsünü ve millî hâkimiyetten ne anladigini ortaya koyan demecini 1 Kasim 1923 tarihlI Vatan gazetesinde okumustum. Vatan ve Tevhit gazetelerinin sahipleri ve basyazarlari ile Rauf Bey'in basbasa vererek düzenledikleri sorularla bunlarin cevaplarindan bazilarini yeniden birlikte gözden geçirelim :
    Cumhuriyet konusunda, kamuoyunda, beklenmedik bir durumla karsilasmis olma duygusu varmis. Simdiye kadar bulundugu yüksek makamlar dolayisiyla ve Istanbul milletvekili sifatiyla Rauf Bey'in ne düsündügünü seçmenlerinin sorup ögrenmek haklari imis... Efendiler, bu soruyu düzenleyenlere biz de bir soru soralim :
    Önce, kamuoyunun ne düsündügünü hangi yolla nasil ögrenmisler? Sonra, Istanbul seçmenleri, yalniz tek iki gazeteciden mi ibaretti; yoksa,bütün seçmenler, iki gazeteciye milletvekillerinin düsüncesini sormak için vekâlet mi vermislerdir? Yoksa bu, Rauf Bey'in : '' Seçmenlerin bu hakkini büyük bir saygiyla kabul edenlerden oldugunu, kendisini seçerken gösterdikleri yüksek güvene tesekkür borcu bulundugunu ve ona lâyik olmaya çalisacagini, kendisine verdikleri emaneti her zaman ve her yerde korumak ve en iyi sekilde idare etmek için kudret ve kabiliyetinin son kertesine kadar çalisacagina güvenmelerini'' söylemeye zemin hazirlamak için miydi? Gerçi, bir milletvekilinin seçmenleri için bu yolda konusmasi pek uygundur. Ancak, yerinde, zamaninda ve samimî olmak sartiyla! Yoksa, Curihuriyet'in ilâninda, kamuoyunun beklenmedik bir durum karsisinda birakilmis oldugu seklindeki kasitli bir soruya karsi ''seçmenlerin verdikleri emaneti her zaman ve her yerde koruyacagi ve en iyi sekilde idare edecegi'' yolunda güvence vermeye kalkismanin anlami nedir?
    Oysa, Efendiler, 29/30 gecesi Istanbul'da geçmis olan bir olayi açiklarsam bütün millet gibi Istanbul halkinin da gerçek duygularinin ne oldugunu kolaylikla anlarsiniz. Cumhuriyet'in ilân edildigi gece, Istanbul Komutani Sükrü Nailî Pasa, Istanbul halkinin temsilcileri tarafindan, Fatih Belediyesi'nde verilen bir ziyafete davetliydi. Pasa, ziyafet sirasinda Ankara'dan resmî bir bildiri aldi ve onu uygulamaya koymadan önce Istanbul halkinin sayin temsilcilerine okudu. Bildiri suydu :''Türkiye Büyük Millet Meclisi Cumhuriyet ilânina karar verdi. Bunu yüz bir pâre top atisiyla ilân ediniz.''




  8. #47
    Kayıt Tarihi
    Jun 2006
    Nerede
    İstanbul / Beyoğlu
    İletiler
    3.411
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    ISTANBUL HALKININ TEMSILCILER CUMHURIYET'IN ILANINI NASIL KARSILAMISLARDI



    Istanbul halkinin temsilcileri bu müjde ve bildiriyi büyük bir sevinç ve alkislarla karsiladilar. Derhal bütün Istanbul halki adina Komutan Pasa'yi ve birbirlerini kutladilar. Bu bakimdan, Istanbul'un sayin halki adina, Istanbul'un gerçek duygularini baska türlü göstererek demeçler vermenin ve gösterilerde bulunmanin ne kadar küstahça bir davranis oldugu meydandadir.
    Rauf Bey, ''Bence konuyu Cumhuriyet kelimesi bakimindan ele almak dogru degildir'' sözleriyle Cumhuriyet'ten sözetmek bile istemiyor.
    Rauf Bey'in kendi görüsü : '' Milletimizin refah ve istiklâlinin korunmasini ve aziz vatanimizin bütünlügünü saglayan rejimin en uygun rejim olacagi'' seklindedir.
    Efendiler, bu sözler, düzenledikleri sorunun cevabi midir? Rauf Bey'e : ''Hangi hükûmet sekli en uygundur? sorusu mu sorulmustur? Eger soru bu olsaydi, o zaman Rauf Bey'in bu ifadesi yerinde bir cevap olabilirdi. Fakat ondan sonra da Rauf Bey'e söyle bir soru yöneltmek gerekirdi : Düsündügünüz rejimin adi yok mudur? Cumhuriyet rejimi, milletin refah ve bagimsizligini, vatanin bütünlügünü saglayan en uygun rejim degil midir? Eger öyle ise, uzun sözleri bir tarafa birakarak ''ben en uygun rejimin Cumhuriyet rejimi oldugu görüsündeyim''deyiver de, demagojiden kurtulalim. Çünkü söz konusu olan, Millet Meclisi'nce kanunla kabul ve ilân edilen Cumhuriyet'tir. Maksadiniz, dolayli olarak bu ilân olunandan daha uygun bir rejimin bulundugunu anlatmak ve buna isaret etmek ise, onu da söyleyiniz! O tercih ettiginiz rejim ne olabilir?
    Rauf Bey, kendi görüsünü açiktan açiga söylemekten kaçiniyor. Bilinen birtakim nazariyelerden sözederek : ''Hükumetlerin yalniz biribirinden farkli iki ana temele dayanarak hareket ettiklerine inaniyorum; bu iki temelden biri mutlakiyet rejimidir'' diyor ve söyle bir mantik yürütüyor : '' Sözde, hükümdar, hak ve yetkisini Tanri'dan alir ve bu mesruluga dayanarak hükmünü yürütürmüs. Bu rejimin sakincalari görüldügünden milletler ihtilâl yaparak hükümdarlarin yetkilerini kisitlayip belli sartlara baglamislar... Son yillarda milletimiz de mesrutiyet mücadeleleriyle ise baslayarak, kendi isini kendi bilerek, kendi görerek, kendi karar vererek basarma hedefine dogru yürümüs; Ittihat ve Terakki, Meclis'in agir baskisindan kurtulmak için ''Besinci Sultan Mehmed'e'' Meclis'in dagitilmasi hakkini verdirmis; Vahdettin, bu haktan yararlanarak Meclis'i feshetmis; bilinen felâketler olmus; bu bakimdan mutlakiyet rejimi ve sahsî saltanat yanlisi olmak dogru degilmis.
    Rauf Bey, ''Millet, kaderini kendinden baska bir kimseye birakmayi kendisi için küçüklük saydi'' dedikten sonra, milletin, millî hâkimiyeti kayitsiz sartsiz uygulayan Büyük Millet Meclisi'ni bir kurucu meclis olarak seçtigini ve bu seklin söz konusu edilen sekillerden ikincisi ve kendi görüsünce de en saglami ve dogrusu oldugunu '' söylüyor... Bundan sonra Rauf Bey su düsünceleri ileri sürüyordu :
    '' Isim degisikliginin hedefi ve amaci degistirebilecegi inancinda degilim. Bundan baska, daha önceki bir hükûmet seklinin yerini alan yeni bir seklin begenilmesi ve ömürlü olabilmesi, ancak bir sartla mümkündür. O da gideni arattirmayacak sekilde halkin büyük çogunlugunun isteklerine uygun oldugunu, mutlulugunu sagladigini, vatanin seref ve istiklâlinin korundugunu göstermek ve ispat etmektir. Aksi takdirde isim degistirmekle veya üst tabakada sekil degisikligi yapmakla gerçek ihtiyaçlarin karsilanacagini sanmak, özellikle en yakin bir geçmiste gördügümüz en aci denemelerden sonra, çok büyük bir yanilma olur.
    Efendiler, Rauf Bey'in düsünce ve görüslerini ortaya koyan bu sözler üzerinde biraz durmak isterim. Rauf Bey, yetkileri sinirsiz ve belirli sartlara baglanmamis olan, Millet Meclisi'ni de dagitabilen sahsî saltanat taraflisi degildir. Rauf Bey, öyle bir hükumet sekline taraftardir ki, o rejimde, Millet Meclisi bir kurucu meclis niteligi tasiyacak sekilde, millî hâkimiyeti hiçbir kayit ve sarta bagli kalmadan uygular. Bu sekli açikça ifade edelim. Rauf Bey demek istiyor ki, ''Cumhuriyet'in ilânindan önceki sekil en uygun hükûmet seklidir.'' Gerçekten de Rauf Bey'in uzun sözlerle tasvire çalistigi husus, 20 Ocak 1921 tarihli Teskilât-i Esasiye kanunu'nun üçüncü maddesinde yer alan hükümdür. O madde sudur : ''Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafindan idare edilir ve hükûmet Büyük Millet Meclisi Hükûmeti adini tasir.''


    CUMHURIYET'IN ILANIYLA BOSA ÇIKAN ÜMITLER



    Bilindigi üzere, bu Teskilât-i Esasiye Kanunu'na göre, Meclis Baskani, Meclis adina imza atmaya, Bakanlar Kurulu kararlarini onaylamaya yetkili ve hükûmetin tabiî baskani olmakla birlikte, devletin de baskani oldugunu belirten bir kayit ve kanunî bir açiklik yoktur. Bu kanunun yapildigi günlerdeki sartlar ve genel durum dikkate alinirsa, kanunun önemli ve esasli bir noktayi ihmal etmis olmasindaki zaruret kendiliginden anlasilir. Bu ihmal, Meclis ve Meclis Hükûmeti var olmakla birlikte devlet baskanligi makaminin, padisahlik kaldirildiktan sonra kendini halifelik makaminda ortaya koyacagi düsünce ve inancinda olanlari, Cumhuriyet'in ilâni gününe kadar ümit içinde yasatti. Bu bakimdan Rauf Bey'in en dogru oldugunu iddia ettigi hükûmet seklinde, devlet baskanligini halifenin sahsinda düsündügüne süphe yoktur. Iste Cumhuriyet'in ilâni üzerine Rauf Bey'i ve kendisi ile ayni düsüncede olanlari telâs ve heyecana sürükleyen gerçek sebep, devlet baskanligi makamina Cumhurbaskani'nin getirilmis olmasidir. Aslina bakilirsa, ''Cumhurbaskani devletin baskanidir'' dedikten sonra, halifeye verilecek sifat ve yetkiyi saglamakla ugrasan, onun sevgi ve iltifatini Tanri'nin lûtfu sayarak memnun olanlarin hayal kirikligina düsmekten duyduklari üzüntü ve kaygiyi tabiî görmek gerekir.
    Rauf Bey'in Cumhuriyet'e karsi oldugunu itiraf etmemekle birlikte, Cumhuriyet'in ilân edilmis oldugu bir günde, onun begenilip ömürlü olabilmesi için, birtakim sartlarin yerine getirildigini ispat gereginden sözetmesi, Cumhuriyet'in millete mutluluk getirecegine inanmadigini açikça göstermiyor mu?
    Rauf Bey, yapilan isin sadece bir isim degistirmekten ve üst tabakada bir sekil degisikligi yapmaktan ibaret oldugunu söyleyerek Cumhuriyet'i ilân etmenin çocukça ve aceleye getirilmis bir hareketin eseri oldugunu anlatmaya çalisirken, ''Cumhuriyet idaresiyle gerçek ihtiyaçlarin karsilanmis olacagini zannetmek... affedilmez bir hatâ olur''demekle Cumhnuriyet rejimine ne kadar ilgisiz ve ondan ne kadar uzak oldugunu ispat etmiyor mu? Rauf Bey, son görüsünü pekistirmek üzere, en yakin bir geçmiste gördügümüz en aci tecrübeleri hatirlatiyor. Efendiler, bu türlü bir hatirlatma ile kamuoyuna ne anlatilmak isteniyor? Millet neden kandirilmak isteniyor? Bunu anlamak güç degildir, sanirim. . Rauf Bey, aklinca Devlet Baskanligi makaminin, orada halifenin oturmasi saglanincaya kadar, baska bir ünvanla baska biri tarafindan isgal edilmesini güven altina almak istiyor. Fakat bu makam isgal edilmis olduguna göre, yapilan isten geri dönülmesini saglamak için de kamuoyunu gericilige kiskirtiyor. Cumhuriyet rejiminin kabulünde affedilmez bir hatâ olabilecegini ileri süren kimseye göre hatânin neresinden dönülse kâr sayilmak tabiîdir. Rauf Bey, Cumhuriyet, seklinin kabul ve ilân edildigi noktasina temas ederken söyle diyor:''Görüsleri dagittilar. Sonra, Cumhuriyet'in bir günde kararlastirilip ilân edilmesi, halkta, sorumsuz kimseler tarafindan hazirlanan bir rejimin bir oldu bittiye getirildigi düsünce ve endisesini uyandirdi. Bu endise pek tabiî görülmelidir. Halkimizin, bundan ve geçmis olaylardan ders aldigini ve uyaniklik kazandigini anlayarak memnun olmalidir. Ben sahsen memnunum. Efendiler, Cumhuriyet rejimini bir günde kanun çikararak ilân eden Rauf Bey'in de pek güzel tarif ettigi ve vasiflandirdigi gibi ''istiklâl mücadelemizin biricik temel tasi olan ve millî hâkimiyeti kayitsiz sartsiz uygulamada gösterdigi yüksek güç ve kabiliyet ulastigi fiilî sonuçla ortaya çikmis bulunan Büyük Millet Meclisi'' idi. Söz konusu ettigi sorumsuz kimse, Meclis kamuoyunu Cumhuriyet'in ilânina yönelten ve bu konuda teklifte bulunan kimseyse, o, bendim ve onun ben oldugumu Rauf Bey 'in herkesten daha iyi anlayabilecegini kabul etmekte hatâ yoktur. Eger bunda bir yanlislik varsa, ''yillardan beri aramizda arkadaslik ve kardeslik duygularindan baska, karsilikli güven duygusunun da bulundugunu ve bana karsi yüksek saygi duygulariyla bagli oldugunu'' ifade eden Rauf Bey'in beni hiç tanimamis olduguna hükmetmek gerekir.
    Benim tesebbüslerimi ve yaptigim isleri, halkta endise uyandirici nitelikte görmek ve sevinç gösterilerinde bulunan halk adina, gereksiz yere bunun aksini söylemek, sun'î olarak halka bu endiseleri asilamaya kalkismaktir. ''Halkin geçirdigi tecrübelerden ders aldigini ve uyaniklik kazandigini anlayarak sevinmelidir, ben sahsen memnunum'' diyen Rauf Bey'e bu münasebetle bir noktayi hatirlatmak mümkündür. Halki uyarmak ve uyandirmak için ömrünü adamis bir adama karsi böyle konusulmaz ve halkta bu duyarligin dogdugunu görmekle, kendisinin benden çok sevindigini söylemeye ne hakki ne de yetkisi vardi. Rauf Bey, bütün vatani düsmanlara isgal alani yapabilecek Mondros Ateskes Anlasmasi'nin stratejiyle ilgili maddesini bir oldubitti seklinde kabul ettigi zaman , milletin nasil kan aglayip iztirap çektigini duyabildi mi? Son zamana kadar, hattâ Cumhuriyet'in ilâninin ertesi günü bile, resminin altina, taraftarlarinin ''Mondros Ateskes Anlasmasi'ni imzalayan fakat Lozan Antlasmasi ile de öcünü alan Rauf Bey'' yazisini yazarak durmadan propagandasini yaptiklari bu zat, Türk milletinin gerçek emellerini, samimî duygularini bizden çok anladigini, o emeller ve duygularla bizden daha çok ilgili ve iliskili bulundugunu iddiaya kadar varmamalidir.
    Rauf Bey, demecinin bir yerinde diyor ki : '' Sorumlu devlet adamIari, bu gerçekler (yani Cumhuriyet ilâninin gerekçeleri) üzerinde en yetkili görüsme ve karar makami olan Yüce Meclis vasitasiyla milleti aydinlatacak ve zihinlerdeki endiseleri giderecektir. Kamuoyunun bunu bilmesi tabiî bir haktir.'' Efendiler, bu sözlerde mantik yoktur. Bir kere Rauf Bey de demiyor mu ki, ''millî hâkimiyeti kayitsiz sartsiz uygulayan Meclis''tir. O halde hangi sorumlu devlet adamlari, Millet Meclisi'ni, almis ve gerekçesi ile birlikte yayinlayip ilân etmis oldugu pek mesru ve yüce bir karardan dolayi sorguya çekecektir? Bir memlekette bir toplumda bir inkilâp yapildigi zaman, elbette onu gerektiren sebepler vardir. Ancak, o inkilâbi yapanlar, inanmak istemeyen inatçi hasimlarini inandirmaya mecbur mudur? Elbette Cumhuriyet isteyenler de ona karsi olanlar da vardi. Isteyenler ne için ve ne gibi düsünce ve görüslere dayanarak Cumhuriyet'i ilân ettiklerini, ona karsi olanlara anlatsalar, kendi düsünce ve görüsleriyle, yapilan islerin dogru oldugunu onlara ispat etmek isteseler bile, onlari bu kasitli direnmelerinden vazgeçirecekleri, kabul edilebilir mi? Elbette Cumhuriyet taraftarlari muktedir iseler, ülkülerini, herhangi bir yolla, ihtilâlle, inkilâpla veya milletçe benimsenen daha baska yollara basvurarak gerçeklestirirler. Bu, ülkücü inkilâpçilara düsen bir görevdir. Buna karsi yapilan itirazlar, koparilan yaygaralar ve gerilikçi tesebbüsler ise, karsi gelenlerin yapmaktan geri durmayacaklari hareketlerdir. Cumhuriyet rejiminin ilâninda Rauf Bey ve benzerlerinin yaptiklari gibi...


    CUMHURIYET'IN ILANI ÜZERINE HALIFE'YE YAPTIRILMAK ISTENEN ROL VE HALIFE LEHINE YAPILAN YAYINLAR



    Efendiler, o günlerde Istanbul'da bulunan ordu müfettislerimiz de gazetelere demeçler vererek, çesitli vesilelerle düzenlenen ziyafetlerde nutuklar söyleyerek duygularini dile getiriyorlardi. Cumhuriyet'in ilâni üzerine Istanbul'da bazi kimseler ve bazi gazeteciler Halife'ye de bir rol yaptirmak hevesine düstüler. Gazetelerde Halife'nin istifa ettigi veya edecegi yolunda söylentiler, tekzipler (yalanlamalar) yayinlandi.
    Sonra dendi ki : ''Haber aldigimiza göre, mesele böyle bir rivayetten ibaret olmadigi gibi, bir tekzip ile çözülebilecek kadar basit de degildir. Gerçek olan bir nokta vardir ki, o da Cumhuriyet'in ilâninin yeniden bir halifelik meselesi ortaya çikarmis olmasidir.''
    Halife, ''yazi masasinin basina oturup ( ! ) Vatan gazetesi yazarina demeç vermistir'' denilerek, Halife'nin bütün mü'minler tarafindan sevildigi, Asya'nin en ücra köselerine varincaya kadar Islâm dünyasindan binlerce mektup ve telgraf aldigi ve birçok yerden hey'etler geldigi yolundaki sözlerle hilâfet mevkiinin kolay kolay sarsilir bir mevki olmadigi anlatilmaya çalisiliyor; Islâm dünyasinca istenmedikçe Halife'nin istifa edip çekilmeyecegi ilân ediliyordu. Ayni zamanda Hükûmet birçok iç meseleleri yoluna koymakla mesgul oldugundan simdiye kadar hilâfetin görevlerini tespitle ugrasma imkânini bulamamistir. Hükûmetin iç meselelerle mesgul oldugunu elbette Islâm dünyasi da bilmektedir ve simdiye kadar halifelik görevleri ile ugrasmaya imkân bulamamasini tabiî görür '' cümleleriyle bizi, hilâfetin görevlerini tespite çagirirken, simdiye kadar bunun yapilmamasini hosgörü ile karsilayan Islâm dünyasinin bundan sonra mazur görmeyecegini de bildirerek bir bakima tehdit ediliyorduk. Bir yandan da bizi etkilemesi için Islâm dünyasinin dikkati çekilmek isteniyordu. Vatan gazetesinin 9 Kasim 1923 tarihli nüshasinda okudugumuz bu yazilardan sonra, 10 Kasim 1923 tarihli Tanin gazetesinde Halife'ye yazilan bir açik mektup yayinlandi. Lütfi Fikri Bey'in imzasini tasiyan bu mektupta, Halife'nin istifasiyla ilgili haberlerden, milletin ne kadar üzüldügünü ve aci çektigini ispat için bir vapur hikâyesi uydurulmustu : ''Vapurda oturanlar, Halife'nin istifasi haberini ögrenince çehrelerine hüzün ve endise çökmüs... Birbirlerini tanimayanlar samimi görüsmeye ve hattâ çok görüsmeye baslamislar. . . Ortak endise bunlari bir dakikada dost etmis...
    Lütfi Fikri Bey, ''gönül istiyor ki, bu istifa sözü, ebedî olarak gömülsün, kalsin'' diyor; Çünkü ''dünya için felâket olur''mus..
    Lütfi Fikri Bey, millete sunu da telkin ediyordu : '' Hayretle ve üzüntüyle görülmelidir ki, bugün su manevî hazineye (yani hilâfete) saldirmak isteyenler, disaridan kimseler, Müslüman milletler içinde Türk'ü çekemeyenler degildir. Dogrudan dogruya biz Türkler, kendi dinimizden ebedî olarak bu hazînenin çikarilmasi sonucuna yol açabilecek tesebbüslerde bulunuyoruz.
    Efendiler, yabancilar hilâfete saldirmiyorlardi. Fakat Türk milleti saldiridan kurtulamiyordu. Hilâfete saldiranlar, Müslüma milletler içinde Türk'ü çekemeyenler degildi. Fakat Çanakkale'de, Suriye'de, Irak'ta Ingiliz ve Fransiz bayraklari altinda Türklerle vurusan Müslüman milletlerdi. Türk milletine kolayca saldirabilmek için korunup devam ettirilmesi tercih edilen hilâfetin ortadan kaldirilmasini ''Türklük için bir intihardir'' diyerek vasiflandirmak; ''hilâfet'i ortadan kaldirmak için biz Türkler tesebbüslerde bulunuyoruz'' sözleriyle Cumhuriyet'in hedefini açiklayip ilân etmek, elbette etkisiz kalmadi.
    Lütfi Fikri Bey'in Tanin'de yayinlanan açik mektubundaki görüs, ertesi gün, Tanin basyazari tarafindan desteklendi.
    11 Kasim 1923 tarihli Tanin'in ''Simdi de Hilâfet Meselesi'' baslikli bas makalesi okununca, Cumhuriyet'in ilânina engel olamayanlarin, ne pahasina olursa olsun hilâfet makamini elde tutabilme gayret ve faaliyetine geçtikleri anlasilir. Bu yazida , sehzade mektuplari yayinlanarak halkta hanedan lehinde sevgi uyandirilmaya çalisiliyor. Ayrica, hanedan haklarina karsi çirkin saldirilar yapildigi ve bunu yapanin, partimizin en seçkin zümresinden oldugu belirtildikten ve Cumhuriyet Hükûmeti'ni milletin gözünde kötü göstermek için ne söylemek gerekirse onlar da yazildiktan sonra, Halife'nin istifasi söylentisi üzerinde durularak : ''Arkadan arkaya, verilmis bir karar karsisindayiz'' deniyordu. Daha sonra da : ''Millet Meclisi'nin bu kadar baski altinda kaldigini, disarida verilen kararlari yalnizca onaylamak durumuna düsürüldügünü görmek gerçekten pek üzücü oluyor'' sözleriyle, Meclis bize karsi kiskirtiliyor... Böylece, Cumhuriyet'in ilânini kabul eden Meclis'in hiç olmazsa Hilâfet'in kaldirilmasini bir oldubitti seklinde kabul etmemesinin saglanmasina çalisiliyordu.
    Tanin basyazari, hilâfetle ilgili düsünce ve görüslerini su satirlarla ortaya koyuyordu : ''Hilâfet bizden giderse, bes on milyonluk Türkiye Devleti'nin Islâm dünyasi içinde hiçbir önemi kalmayacagini, Avrupa siyaseti karsisinda da en küçük ve degersiz bir hükumet durumuna düsecegimizi anlayabilmek için büyük bir kabiliyete gerek yoktur. Milliyetçilik bu mudur? kalbinde gerçek milliyetçilik duygusu yatan her Türk, halifelik makamina dört elle sarilmak mecburiyetindedir.''
    Efendiler, halifelik konusundaki düsüncelerimi daha önce açikladigim için, bu sözleri burada tahlile gerek görmüyorum. Ancak, hilâfet makamina dört elle sarilmak mecburiyetinde kalan bir rejimin, Cumhuriyet rejimi olamayacagini anlayabilmek için de, büyük bir kabiliyet gerekmedigini söylemekle yetinecegim.
    Tanin'in incelemekte oldugumuz bas makalesinin daha bir iki noktasina dikkati çekecegim.
    Osmanli hanedaninca kabul edilmis ve bundan dolayi ebedî olarak Türkiye'de kalmasi güven altina alinmis bulunan Hilâfet'i elden kaçirmak tehlikesini yaratmak, akil ve vatanseverlikle, milliyet duygusuyla zerre kadar bagdastirilamazmis ( !. . .)
    Tanin basyazari, kendisinin Cumhuriyetçi oldugunu ilân etmisti. Fakat öyle bir Cumhuriyetçi ki, onun istedigi Cumhuriyet idaresinin basinda, halife olarâk Osmanli hanedanindan biri bulunacaktir. Yoksa, yapilan hareket akil ve vatanseverlikle, milliyet duygusuyla zerre kadar bagdastirilamazmis. . . Hilâfeti, elimizden gitmesine hiçbir imkân kalmayacak sekilde korumakla görevliymisiz. . . Onu kaldirmak için girisilen gizli tertipler basarisizliga ugratilmaliymis...
    Efendiler, bu yazilarin anlami ve bu düsüncelerin nasil bir maksada dayandigi bugün kolaylila anlasilmaktadir. Yarin, daha açik olarak anlasilacaktir. Gelecek nesillerin, Türkiye'de Cumhuriyet'in ilân edildigi gün, ona en insafsizca saldiranlarin basinda, ''cumhuriyetçiyim'' diyenlerin yer aldigini görerek asla sasiracaklarini sanmayiniz! Aksine, Türkiye'nin aydin ve cumhuriyetçi çocuklari, böyle cumhuriyetçi geçinmis olanlarin gerçek düsüncelerini tahlil ve tespitte hiç de kararsizliga düsmeyeceklerdir.
    Onlar, kolayca anlayacaklardir ki, çürümüs bir hanedanin, halife ünvanini tasiyarak basinin üstünden zerre kadar uzaklasmasina imkân birakmayacak sekilde korunmasini sart kilan bir devlet seklinde, Cumhuriyet rejimi ilân edilse bile, onu yasatmak mümkün degildir. Efendiler, o günlerde yapilan yayinlar arasinda dahi iki nokta yer aliyordu. Bunlardan biri benim hasta oldugum hususu. Digeri de rahmetli Enver Pasa'nin Türkistan'daki hizmetleri ve hayatta oldugu hususu. . Enver Pasa, memleket disinda kaldigi yillarda Islâm birligi için çalisiyormus ve ''Dâmâd-i Hilâfetpenahî (21') '' ünvanini kullanirmis. . . Hattâ Türkistan'da kazdirdigi bir mührün bir tarafina bu ünvani da yazdirmis. . .
    Boyuna bu iki noktadan da sözetmek elbette maksatsiz degildi.
    Efendiler, isaret ettigim bu yayinlarla birtakim kimselerin tutum ve davranislari özet olarak su sekilde ifade edilebilir : ''Esas olan milli hâkimiyettir. Millî hâkimiyet Cumhuriyet'in gelismesiyle saglanir. Türk milleti, millî hâkimiyete kavustu. Gumhuriyet'in ilânina lüzum yoktur, yanlistir. Türkiye'de en saglam devlet sekli, millî hâkimiyet esasini korumakla birlikte Cumhuriyet'i ilân etmeyip devlet baskanligindan halife ünvaniyla Osmanli hânedanindan birini bulunduran mesrutiyet idaresidir. Nasil ki, Ingiltere'de millî hdkimiyet mevcut olmakla birlikte devlet baskanliginda bir kral vardir ve o kral ayni zamanda Hindistan imparatorudur.''
    Efendiler, böyle bir prensip üzerinde birlesmis olan kimseler, kendilerini sözleriyle, tavirlariyla ve yazilariyla göstermis gibiydiler. Bu zümrenin basina Rauf Bey'in seçildigine hükmedilebilirdi. Çesitli soy ve mesleklerden olusan kimselerin meydana getirdigi bu zümre, Rauf Bey'i maksatlarinin açiklanip savunulmasina en uygun bir kimse olarak görmüslerdi. Ondan büyük ümitler beklenebilecegi zannina kapilmislardi. Bundan sonradir ki, Rauf Bey Ankara'ya hareket etti. Vatan gazetesinin bildirdigine göre, büyük bir kalabalik Rauf Bey'i Ankara'ya ugurlamak için toplanmis. Kâzim Karabekir Pasa, Refet Pasa, Ali Fuat Pasa , Adnan Bey bu büyük kalabaligin basinda gösteriliyordu. Vatan gazetesi bu ugurlamadan bahsederken, Rauf Bey'in Ankara'da Meclis'te güdecegi politikayi da millete ilân ediyordu. Rauf Bey'in Meclis'teki çalismalarinin olumsuz yönde ve sahsî olmayacagi, faaliyetinin memleketin iyiligini ve huzurunu, kanunlarin hâkimiyetini saglama amaci güden bir faaliyet olacagi, kendisinin Büyük Millet Meclisi'nde bir iyilik ve düzen unsuru olacagi ve memleket yararina olan prensipleri savunacagi belirtiliyordu.
    Vatan gazetesi sahibinin bu açiklamalari yapmaya ve kendiliginden garanti vermeye yetkili oldugu elbette kabul edilemezdi. Oysa, Rauf Bey, partimiz adina milletvekili olmustu. Partimizin programina uyacakti. Partiden ayrilmadan kendi basina bir politika takip etmemesi gerekirdi. Rauf Bey,daha partiden ayrildigini da bildirmemisti. Böyle bir düsüncesi olmadigini, daha sonra partiden ayrilmamakta gösterdigi israrla da dogrulamisti. Bu bakimdan, hem partide kalmak ve hem de parti disiplinini bozmak demek olan kendine has bir politikayi tek basina uygulamak, anlasilabilir bir husus degildi.
    Efendiler, bu yolda hareketle, varilmak istenen sonucu kesfetmek geç ve güç olmadi. Isterseniz, bu noktanin aydinlanmasina yarayacak bazi açiklamalarda bulunayim.




    RAUF BEY'IN ANKARA'YA GELEREK BIRTAKIM PROPAGANDALARDA, ARKADASLARI VE PARTI'YI BIZE KARSI KISKIRTMAYA KOYULMASI



    Rauf Bey, Ankara'ya geldikten sonra, parti üyeleriyle yakindan ve arkadasça temaslara giristi. Fakat bütün temas ve görüsmelerinden bir maksat güttügü anlasiliyordu.
    Rauf Bey, '' Cumhuriyet'in ilâninda acele edilmistir. Bu aceleye sebep olanlar sorumsuz kimselerdir. Bu sekilde davranisin içyüzünü anlamak gerekir. Meclis, millî hâkimiyeti hakkiyla koruyabilmelidir. Gizli maksatlarla yönetilmeye ses çikarilmazsa, nereye varilacagi bilinemez. Cumhuriyet ilânini zarurî kilan sebep neymis? Cumhuriyet'in bizim için gerçekten yararli ve lüzumlu oldugu ispat edilmelidir'' yollu birtakim propagandalarla, arkadaslari ve Parti'yi bize karsi kiskirtmaya ve çevirmeye koyuldu.
    Rauf Bey, Istanbul'daki demecinin sonunda demisti ki : ''Meclis ve Hükûmet, bu acele edisin akla yatkin ve mesru bir sebebi bulundugunu millete göstermeli ve ispat etmelidir ve edecektir.''
    Böylece pek güzel anlasiliyordu ki, Rauf Bey'in geceli gündüzlü devam ettigi temas ve görüsmelerden maksadi, parti ve Meclis üyelerine bu görüsünü benimsetmekti. Bunu basardiktan sonra, Cumhuriyet'in ilâni konusunu Meclis'te yeniden gündeme getirmek istiyordu.
    Bununla güttügü maksat da, Meclis'i ve Hükûmet'i Cumhuriyet'in acele olarak ilâninda akla yatkin ve mesru bir sebep olup olmadigini ispata mecbur etmekti. Kendi aklinca ve taraftarlarinin görüsüne göre, akla yatkin ve mesru bir sebep göstermek güçtü. Akla yatkin ve mesru bir sebebe dayanmayan Cumhuriyet'in ilâninda acele edildigi ve yanlislik yapildigi ortaya çikacak ve sözde bu yanlislik düzeltilecekti!


    RAUF BEY'IN SAHNEYE KOYMAK ISTEDIGI OYUNU FARKEDENLER TARAFINDAN BIR PARTI TOPLANTISINDA KENDISININ IMTIHANA ÇEKILMESI



    Efendiler, Rauf Bey'in çalismalarinin nasil bir hedefe yöneldigini ve maksadinin içyüzünü anlamak için, bir haftalik bir süre yetti. Elbette kimin tarafindan yapilmis olursa olsun, Cumhuriyetçiler bu sekildeki bir çalismaya daha fazla göz yumamazlardi. Rauf Bey'in sahneye koymak istedigi oyunu farkedenler, bir parti toplantisinda Rauf Bey'i imtihana çekmeye karar verdiler. Bu toplantiyi hatirlarsiniz. Bu toplantida yapilan görüsmelerde oldugu gibi yayinlanmisti. Onu da okumussunuzdur. Ben burada o toplantinin ayrintilarina girecek degilim. Yalniz, o toplantinin vardigi sonucu gerçek anlam ve kapsamiyla açiklamaya yarayacak bazi tahliller yapmayi, kamuoyunun aydinlanmasi için gerekli ve yararli görüyorum.
    Önce sunu açikça arz etmeliyim ki, Rauf Bey, saldiriya geçmek için daha hazirligini tamamlamakla ugrasirken, saldiriya ugramistir. Gerçi, bazi gazetelerde yapilan olumsuz yayinlar, Halifeye ve bir sehzadeye aldirilan durumlar, Rauf, Adnan Bey'lerin ve bazi komutanlarin Halife'yi ziyaretleri, Halife ve sehzade hakkinda söz söyleyenlere, yazi yazanlara bazi yerlerden yaptirilan haysiyet kirici hücumlar, memlekette kararsizliklar, kamuoyunda karisikliklar uyandirmaktan geri kalmamisti.Fakat Meclis'te saldiriya geçmek için bu yeterli görülmemis, Ankara'da Meclis üyeleri üzerinde de islemenin gerekli bulundugu anlasiliyordu. Iste bu son hazirliklar yapilirken, Rauf Bey'den önce davranilarak harekete geçilmistir.
    Parti Grubu Baskanligi'na bir önerge verdirildi. Parti Grubu Baskani Ismet Pasa idi. Verilen önergede : ''Rauf Bey'in Istanbul gazetelerinde çikan Cumhuriyet'in ilânina karsi gelme yolundaki demecinin Cumhuriyet'i sarsintiya ugrattigi ve bu demeç sahibinin çevresinde muhalif bir parti kuruldugu kanaatinin belirdigi'' ileri sürülerek, durumun, Parti Grubu'nun görüslerine sunulmasi teklif edilmisti.
    Parti Grubu'nun toplandigi 22 Kasim 1923 günü, ben de toplantidan önce, toplanti salonuna bitisik odada bulunuyordum. Rauf Bey yanima geldi. Benden görüsmelere karismamakligimi rica etti. Çünkü, bana karsi söz söyleyemeyecegini bildirdi.
    Kesinlikle görüsmelere müdahale etmeyecegimi ve 'hiçbir söz söylemek niyetinde olmadigimi, ancak, Parti Baskani sifatiyla, görüsmelerin nasil geçecegini görmek üzere toplanti salonuna girecegimi bildirdim.Toplanti salonunda da bulunmamami rica etti. Bunu kabul etmedim.
    Rauf Bey'in, benim görüsmelere karismami ve salonda bulunmami önlemek isteyisindeki gerçek maksadi neydi? Benim huzurumda veya benim muhatabim olarak konusmasina ve iddialarda bulunmasina engel olan sey, gerçekten bana karsi duydugu saygi miydi? Buna inanmak mümkün degildir. Benim anladigima göre, Rauf Bey, muhatap ve hasim olarak Ismet Pasa'yi karsisina almak istiyordu. Ben orada bulunmadigim takdirde, parti üyeleri arasindan kendisini destekleyenlerin çikabilecegini zannediyordu.
    Parti Grubu, Ismet Pasa'nin baskanliginda toplandi. Ismet Pasa, baskanlik kürsüsünden görüsme konusunu açiklayip önemini belirttikten sonra, ''bugünkü toplantida benim de söz almam gerekebilir''diyerek baskanligi baskasina birakti.
    Önerge sahibinin yaptigi açiklamalardan sonra, söz alan Rauf Bey, uzun bir konusma yapti.
    Rauf Bey, Istanbul'daki demeci dolayisiyla bir yanlis anlama ortaya çiktigini, bunu düzeltmek için arkadaslarla görüsmelerde bulundugunu söyledikten sonra ''eger bizim elestirmek istedigimiz bir nokta varsa o da eserdir'' dedi.
    Rauf Bey'in :'' Çok iyi niyetlerle baslanip ugrunda canlar feda edilmis olan pek saglam ilkelerin uygulanmasinda yapilan yanlisliklar yüzünden sakatlandigini da sanirim hiçbirimiz bir kalemde reddedemeyiz''seklindeki sözlerini de oldugu gibi aliyorum.
    Simdi, bu iki cümle üzerinde bir an duralim. Rauf Bey'in elestirmek istedigi eser hangi eserdir? Cumhuriyet mi, yoksa Cumhuriyet'in ilân edilis tarzi mi?
    Eser olan Cumhuriyet'tir. Ilân edilis tarzi su veya bu sekilde olabilir.
    Rauf Bey'in ''saglam ilkeler'' dedigi Cumhuriyet ilkeleri midir? Yoksa, uygulamasinda yapilan yanlislik yüzünden sakatlanmasindan korktugu Cumhuriyet midir?
    Efendiler, söz konusu olan Cumhuriyet'in kendisi ve onun memlekette ilânidir.
    Daha Cumhuriyet rejimini uygulama safhalarinda yanlislik oldugunu iddia edecek kadar zaman geçmemisti. Rauf Bey'in telâsi Cumhuriyet ilâninin hemen ertesi günü basliyor ve daha iki üç gün bile geçmeden demeç veriyor.


    KAZIM PASA'YA "CUMHURIYET'IN ILANINA ENGEL OLABILIRSEN MEMLEKETE BÜYÜK HIZMET ETMIS OLURSUN" DIYEN RAUF BEY ASLA CUMHURIYETÇI OLAMAZ



    Rauf Bey, demecinin ne anlama geldigini ve ne gibi düsünceleri içine aldigini, her birini birer evirip çevirme ile yorumlayarak dedi ki : '' Duygularim, Cumhuriyet rejiminden baska hiçbir rejimi benimsemedigim yolundadir.'' Rauf Bey'in bu itirafi Meclis üyelerinde sevinç yaratti ve ''bravo'' sesleri ile karsilandi.
    Rauf Bey, ''aziz duygularim'', ''kutsal duygularim'' diye söyledigi bu sözlerinde samimî ve ciddî miydi? Ben, hiç çekinmeden hayir diyorum, Efendiler. Çünkü, Ankara'dan ayrilirken, kendisine Cumhuriyet'ten söz açan Meclis Baskani Kâzim Pasa'ya : ''Buna engel olabilirsen, memlekete büyük hizmet etmis olursun'' diyen Rauf Bey oldugunu biliyorum.
    Rauf Bey, Cumhuriyet'i bir puntuna getirip ilân eden sorumsuz kimselerden, birtakim müsavir ve danismanlari kastettigini de söyleyerek bunda da yanlis anlama oldugunu anlatmak istedi ve ''böyle olunca benim kullandigim ifadeden su veya bu kimse sorumludur seklinde bir anlam çikarilmasin; bunu benden beklemek dogru olmaz dedi.
    Rauf Bey, sözlerindeki bu evirip çevirme ile de gösteriyordu ki, bugünkü Parti Grubu toplantisinda, Parti'nin simseklerini üzerine çekmeden maksadina ulasabilmek için, gereken noktalarda geri çekilme ve sözlerimi evirip çevirme yolunu tutmustu. Fakat, asil görüsünden vazgeçmis degildi. Örnek olarak su sözlere dikkat buyurunuz : ''Türkiye'de hükümet sekli nedir?'' diye sorulacak sorulara karsi, hatirlarsiniz ki, büyük Baskanimiz, bu kürsüden yapici bir cevap olarak ilân buyurdular ki, ''Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'dir.'' ''Hangi idareye benziyor?'' dediler. 'Bize benziyor. Çünkü biz, bize benzeriz. Bize has bir idaredir'' buyurdular. Bu benim vicdanimi tatmin eden en açik bir ifadeydi ve buna itiraz etmek çok güçtür. Zannetmem ki, insafli olmak sartiyla disarida ve içeride buna itiraz edecek bir tek adam bulunsun. Bu inandirici ve büyük sözlerden sonra, sirf bir kabine bunalimi yüzünden bu hükûmet seklinin idare edilemez bir sekil olarak gösterilip de ad degisikliginden ibaret olan 'Cumhuriyet' kelimesinin konmasini ve eskisine bu kadar güvendigimiz hattâ halkin da güvendigi bir seklin sakat oldugunun bu bunalim devresinde anlasildigi ileri sürülerek yeni bir hükûmet seklinin getirilmesini dogru bulmuyoruz. Bu duygunun etkisi altinda kalanlari gerici olarak kabul etmeyeceginizden emin olarak söylüyorum. Eger bu da eksik görülürse, acaba bunu da tamamlayacak yeni bir sekil var midir diye kararsizlik ve endiseye düsenler vardir.''
    ''... Bir halk ki, Cumhuriyet'i istiyor; bir halk ki, hâkimiyet kayitsiz sartsiz miletin elinde oldukça bunun Cumhuriyet oldugunu biliyor ve onu istiyor; istiyor ama uygulayamayiz da baska bir rejimde kaliriz, diye halk üzüntü ve endise duyarsa... üzülmek mi sevinmek mi gerekir?''


    SALTANAT DEVRINDEN CUMHURIYET DEVRINE GEÇIS DÖNEMI VE BU DÖNEMDE IKI AYRI GÖRÜSÜN ÇARPISMASI



    Efendiler, Saltanat devrinden Cumhuriyet devrine geçebilmek için, herkesin bildigi üzere bir geçis dönemi yasadik. Bu dönemde iki ayri düsünce ve görüs, birbiriyle sürekli olarak çarpisti. O düsüncelerden biri, saltanat devrinin devam ettirilmesiydi. Bu görüsün sahipleri belli idi. Diger bir düsünce, saltanat rejimine son vererek Cumhuriyet rejimini kurmakti. Bu bizim düsüncemizdi. Biz düsüncemizi açikça söylemeyi baslangiçta sakincali buluyorduk. Ancak, düsünce ve görüslerimizi daha sonra zamani geldiginde uygulayabilmek için, saltanat taraftarlarinin görüslerini yavas yavas uygulama alanindan uzaklastirmak mecburiyetinde idik. Yeni kanunlar yapildikça, özellikle Teskilât-i Esasiye Kanunu yapilirken, saltanat taraftarlari padisah ve halifenin hak ve yetkilerinin açikça belirtilmesi için israr ediyorlardi. Biz, bunun zamani gelmedigini veya gerekli olmadigini söyleyerek, o tarafi geçistirmekte yarar görüyorduk.
    Devlet idaresini, Cumhuriyet'ten söz etmeksizin millî hâkimiyet ilkeleri çerçevesinde her an Cumhuriyet'e dogru yürüyen rejim etrafinda yogunlastirmaya çalisiyorduk.
    Büyük Millet Meclisi'nden daha büyük bir makam olmadigini telkinde israr ederek, saltanat ve hilâfet makamlari olmadan da devleti idare etmenin mümkün olacagini ispat etmek lâzimdi.
    Devlet Baskanligi'ndan bahsetmeksizin onun görevini fiilen Meclis Baskani'na yaptiriyorduk.
    Fiiliyatta, Meclis Baskani Ikinci Baskan'di. Hükumet vardi. Fakat Büyük Millet Meclisi Hükumeti adini tasirdi. Kabine sistemine geçmekten çekiniyorduk. Çünkü saltanatçilar, hemen Padisah'in yetkisini kullanmasi gerektigini ortaya atacaklardi. Iste, geçis döneminin bu mücadele safhasinda, bizim kabul ettirmek mecburiyetinde bulundugumuz orta sekli yani ''Büyük Millet Meclisi Hükumeti sistemini hakli olarak yetersiz bulan ve mesrutiyet seklinin açikça belirtilmesini saglamaya çalisan muhaliflerimiz, bize itiraz ederek diyorlardi ki : 'Bu kurmak istediginiz hükumet sekli, neye, hangi idareye benzer?'' Maksat ve hedefimizi söyletmek için yöneltilen bu türlü sorulara biz de zamanin geregine uygun cevaplar vererek saltanatçilari susturmak zorunda idik.
    Rauf Bey, bu durumu dikkate alarak verdigimiz bir cevabin, vicdanini tatmin eden, reddi ve itirazi mümkün olmayan bir cevap niteliginde oldugunu söylüyor; bütün görüs ve iddiasini benim o ifademe dayandiriyordu.
    Rauf Bey, ''bu inandirici ve büyük sözlerden sonra'', Büyük Millet Meclisi Hükûmeti seklinin sakat olacagini kabul etmek istemiyor.Eger bu sakat ise, bu sakat sekli vaktiyle bize kabul ettirenlerin, bu defa da bir gün bu kabul ettirdikleri Cumhuriyet seklini eksik görüp baska bir sekli ortaya atmalarindan endise edilmek gerekir, tarzinda mantik yürütüyor. Bu mantigin ne kadar çürük bir safsatadan ibaret oldugu meydandadir. ''Kutsal duygulari, Cumhuriyet rejiminden baska hiçbir rejimi benimsemedigi yolunda'' olan bir kimsenin, geçis döneminin zaruretlerinden oldugunu çok iyi bildigi Büyük Millet Meclisi Hükumeti seklinde saplanip kalarak, Cumhuriyet seklinin de eksik görülecegi ve baska bir sekil arastirilacagi endisesine düsmesinin yeri midir? Rauf Bey'in burada, Cumhuriyet'ten sonra baska sekil diye ifade ettigi seyle ne anlatmak istedigi bellidir. Rauf Bey demek istiyor ki, Cumhuriyet'i ilân edenler, Osmanli hânedanini bu yolla saltanattan uzaklastirdiktan sonra, acaba cumhuriyetten tekrar saltanat devrine geçerek, saltanat makamini isgal etmeyecekler mi? Bunun tarihte benzerleri yok mudur? diye tereddüt ve endise edenler var.
    Rauf Bey, oldugu gibi aldigimiz sözlerinin sonunda, halkin Cumhuriyet'i istedigini kaydederken, ''istiyor ama uygulayamayiz ki...'' yolundaki sasilacak ifadesiyle benim isaret ettigim noktayi çok güzel açiklamaktadir.


    ISMET PASA'NIN MECLIS'TE RAUF BEY'E VERDIGI CEVAPLAR



    Efendiler, Rauf Bey'e cevap veren ve degerli görüsler ileri süren konusmacilar çoktu. Bu arada Ismet Pasa da güzel bir konusma yapti. Ismet Pasa'nin, okunmasi her zaman yararli olabilecek ,bazi sözlerini de aktaracagim.
    Ismet Pasa : ''Köklü bir devlet sekli söz konusu oldugu zaman düsünce ve duygularimiz kendi aramizda kalmaz. Onlari takip eden bütün bir dünya vardir'' dedikten biraz sonra, 'Cumhuriyet'in ilani bir milletin kutsal bir ideali, bir atesi, bir ülküsü gibi ortaligi sarar.
    Cumhuriyet ilân edildigi zaman, o milletin bütün hararetini gösteren her türlü belirtiler ortaya çikar. Eger bir memlekette Cumhuriyet'in ilân edildigi günlerin üçüncüsünde, besincisinde, haklari ortadan kaldirilmis bir sehzade meydana çikar da Cumhuriyet'e karsi bir tavir takinirsa. . ., dünya ve dünya düsünürleri bu Cumhuriyet'in kuvvetinden süphe eder'' sözleriyle baslayarak Cumhuriyet'in ilani üzerine Istanbul da alinan durumun verecegi zarari açikladi.
    Ismet Pasa, Rauf Bey'in konusmasini tahlil ederken ''millî hâkimiyet esastir, diyenlerin bu sözlerinden, tereddüt ve endiseye kapildiklari anlamini çikaramayiz'' dedi. Ondan sonra, Ismet Pasa, Rauf Bey'e hitaben : ''Rauf Bey! Siyaset yapiyoruz. Yanlislari birer birer göstermeliyiz. Hattâ siz basit bir is adami gördünüz mü ki, daha ise baslarken sermayesini tehlikeye koydugu düsüncesindedir ve basaramayacagini bile bile parasini tehlikeye atmistir? Bir ise baslayan adam, daima sonundaki basariyi garanti altina alir ve öyle baslar. Kaldi ki, böyle inkilâp zamanlarinda, hükûmet ileri gelenleri ve bir siyaset adami herhangi bir süphe gösteremez. Bu hatâdir. Hatâ ettiniz Rauf Beyefendi!''dedi. Bundan sonra, Ismet Pasa, Rauf Bey'in ''üst tabakada sekil degistirerek devletin çikarlarini gözetmeyi, milletin ihtiyaçlarini gidermeyi düsünmek affedilmez bir hatâdir'' seklindeki sözlerine cevap verirken, ''affedilmez bir hatâ olan, bu kadar hassas günlerde bir noktada yogunlasmasi gereken manevî kuvvetleri, inkilâp kuvvetlerini su veya bu noktada kararsizliga düsürmektir. Bu, bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek affedilmez bir hatâ islemek olur'' dedi.
    Ismet Pasa, Rauf Bey'den sunu da sordu : ''Devlet Baskanligi meselesini çözmek istiyordunuz. Nasil çözecektiniz? Kaç ihtimal vardi?
    Ismet Pasa, acele edildigi iddiasi ile ilgili cevabinda : ''Arkadaslar'' dedi, ''tabiî sayilan bir sonuç için acele etme söz konusu degildir. Ancak hatâ sayilabilecek olan noktalarda acele etmis olmak söz konusu edilebilir.''
    ''Cumhuriyet aceleye getirilerek ilân edildi denmekle, o gün ilân edilmeyip de alti ay sonraya kalsaydi, belki baska bir sekil ortaya çikardi anlamina yol açiliyor ki, asil bu mânâda acele edilmistir.''
    Rauf Bey, konusmasinda, bizim Cumhuriyet ilânindaki davranisimizi eski Genel Merkez (218) isleri gibi göstermek istedi.
    Ismet Pasa, bu noktaya cevap verirken dedi ki : ''Bu memlekette Genel Merkez hayatini yasatmis ve onu yillarca savunmus olan temsilciler ve gazeteciler de kendi görüsünü savunuyorlar. Rauf Bey'in görüsünü ellerinde silâh olarak kullaniyorlar. Bu, bedbahtliktir!'' Rauf Bey, daha sonraki konusmasinda bu sözlere su yolda cevap verdi : ''Genel Merkez ifadesiyle yaptigim imâlari Tanin gazetesi bir silâh gibi kullanmistir; Yemin ederim ki, Efendiler, Tanin kullanmis, Tevhid-i Efkâr kullanmis, ben bilmiyorum.
    Ismet Pasa, Rauf Bey ve arkadaslarinin Halife'yi ziyaretleri hususuna dokunarak sunlari söyledi : ''Halife'yi ziyaret konusu, halife konusudur.''
    ''Devlet adami olarak, hiçbir zaman hatirimizdan çikaramayiz ki, hilâfet ordulari bu memleketi bastanbasa harabeye çevirmislerdir. Bir gün yeniden hilâfet ordulari kurulabilecegini aslâ gözden uzak tutmayacagiz... Türk milleti en büyük acilari halife ordusundan çekmistir. Bir daha çekmeyecektir.''
    ''Bir hilâfet fetvasinin bizi I. Dünya Savasi felâketine sürükledigini hiçbir vakit unutmayacagiz. Bir hilâfet fetvasinin, millet ayaga kalkmak istedigi zaman, ona düsmanlardan daha alçakçasina hücum ettigini unutmayacagiz.''
    ''Tarihin herhangi bir devrinde, bir halife, kafasindan bu memleketin mukadderatina karisma istegini geçirirse, o kafayi mutlaka koparacagiz!''
    Ismet Pasa, ''bravo'' sesleri ve alkislarla karsilanan bu sözlerine, sunlari da ekledi :
    ''Herhangi bir halife, düsünce ve davranis olarak, gelenek ve usule uyarak, gizlice veya açiktan açiga Türkiye'nin kaderinde söz sahibi imisçesine bir tavir almak isterse, Türkiye devlet adamlarini ödüllendirirmis gibi bir zihniyetle düsünürse, bunlari memleketin hayat ve varligi ile taban tabana zit sayacagiz, hareketlerini vatan hainligi olarak kabul edecegiz.''
    Ismet Pasa, konusmasinin sonunda su hususu da söz konusu etti : ''Rauf Bey, konusmalarinda geçen ve bizim taban tabana zit buldugumuz noktalari geri alarak bu parti içinde kalmak kararinda midirlar? Yoksa, siyasî konusmalarinda bizimle tam zit olarak gördügümüz noktalarda israr ederek, partimizin disinda ve Meclis'te bizimle karsi karsiya çalismak kararini mi verecekler? Karar kendilerine aittir.''
    Rauf Bey, tekrar uzun uzadiya kendini savunarak parti kurmayacagini, partiden çikmayacagini söyledikten sonra, Genel Kurul'un acima ve hosgörme duygularini harekete geçirerek ve konusmasina yumusak sözlerle son vererek, toplanti salonundan ayrildi.
    Konusmacilar, karsilarinda cevap verecek kimse bulamadilar. Rauf Bey, yanildigini itiraf ederek cumhuriyetçi oldugunu söyledigine göre, görüsmeler yeterli sayildi. Halkin kafasinda uyandirilmis olan süpheleri gidermek için, gazetelerde bildiriler yayinlanmasi, ayrica, görüsmelerin tutanaginin da bastirilip dagitilmasi karariyla yetinildi.
    Simdi Efendiler, bu karar neyi ifade eder?
    Rauf Bey'in çaprasik ve iki anlamli sözleri, Parti'yi acaba onun gerçekten cumhuriyetçi olduguna inandirabildi mi? Rauf Bey'in, Parti içinde, bizimle ayni duygu ve görüs sahibi olarak çalisabilecegi kanaati dogdu mu?
    Partinin bu karari, görüsmelerin gerçek sonucunun gerektirdigi karar miydi? Elbette ki hayir! . .
    O halde, bu eksik kararla yetinilmesindeki sebep ve tesir neydi? Bu noktayi birkaç kelime ile açiklayayim. Rauf Bey, konusmasinin basindan sonuna kadar, aldigi tavir ve konusma üslûbuyla parti üyelerinin hosgörü ve yumusakligina siginmis gibiydi. Bundan baska, Rauf Bey, konusmasinda o kadar demagoji ve safsata yapiyordu ki, sözlerinin ne dereceye kadar ciddî ve samimî oldugunu hemen anlamak Genel Kurul için kolay degildi. Bu sebeplerin de üstüne çikan en önemli psikolojik sebep, itiraf etmek gerekir ki, ''sorumsuz, oldubitti, Cumhuriyet'ten sonra, sekil'' kelimeleri üzerinde yapilan olumsuz propaganda, duygu ve düsünceleri kararsizlik ve gevseklige sürüklemisti.
    Durumu, Cumhuriyet tartismasi disinda, Ismet Pasa ve Rauf Bey çekismesi gibi görenlerin düsünüslerinin de anlamsiz bir kararla yetinilmesine yol açtigi süphesizdir.
    Efendiler, bu karar yüzünden Rauf Bey ve arkadaslarina bir süre daha partinin içinde partiyi yikma firsati verilmis oldu.
    Istanbul'daki bazi gazetelerin memleket ve Cumhuriyet'in yüksek yararlarina zarar verici nitelikteki yayinlari da, orada öyle bir hava yaratti ki, Meclis, Istanbul'a bir Istiklâl Mahkemesi göndermeyi zarurî gördü.

  9. #48
    Kayıt Tarihi
    Jun 2006
    Nerede
    İstanbul / Beyoğlu
    İletiler
    3.411
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    Hilafetin kaldirilmasi



    HILAFETI KALDIRMANIN ZAMANI DA GELMISTI



    Saygideger Efendiler, her meselede ve her uygulama safhasinda kendisini söz konusu ettirmis olan Halife'ye ve hilâfet'e bir defa daha dokunacagim.
    1924 yili basiivda, büyük çapta bir ordu harp oyunu yapilinasi kararlastirilmisti. Bu harp oyununu Izmir'de yapacaktik. Bu münasebetle 1924 yilinin Ocak ayi basinda, Izmir'e gittim. Orada iki ay kadar kaldim. Hilâfet'in kaldirilmasi zamaninin geldigine orada iken karar vermis tim. Bu isin nasil yapildigini kisaca özetlemeye çalisacagim : Basbakan I s m e t P a s a 'dan 22 Ocak 1924 tarihli bir sifre aldim.
    Onu oldugu gibi bilginize sunayim :
    Sifre
    Türkiye Cumhurbaskanligi Yüksek Katma Bir süreden beri gazetelerde, hilâfet makaminin durumu ve Halife'nin sahislari ile ilgili olarak yanlis anlanialara yol açabilecek yayinlara rastlanniasi ve özellikle arasira Istanbul'a giden hükumet üyelerinin ve resmî hey'etterin kendi siyle görüsmekten kaçinmalan ve çekinmeleri dolayisiyla Halife'nin büyük biri üzüntü duydugu; bu yüzden Basmabeyinci'lerinin Ankara'ya veya güvenilir bir zatin Istanbul'a kendi yanina gönderilmesini rica ederek duygu ve düsüncelerini ulastirmayi düsünmüs ise de, yanlis yorumlanabilir endisesiyle bundan da vazgeç tiklerini söyledikleri, Baslsatip ßey tarafindan bir yaziyla bildirilmektedir. Bu ya zida, ayrica uzun uzadiya ödenek isi de anlatilarak Hilâfet Hazînesi'nm gücünü asan ve yükümlülügü disinda kalan giderler için Maliye hazînesince yardimda bulunulacagi yolunda Hükîizziet'in yazdigi 15 Nisan 1923 tarihli yazinin ineelenmesi ve gereginin yerine getirilmesi istenmektedir. Durum, Hükumet'çe göri.isülecektir. Sonucu ayrica arz ederim, efendim.
    Ismet
    Bu telgrafa cevap olarak makine basinda yazdigim telgiaf sudur :
    Makine basinda
    Izmir
    Ankara'da Basbakan Ismet Pasa Hazretleri'ne
    Ilgi : 22.1.1923 tarihli sifre,
    Hilâfet makami ve Halife'nin sahislari ile ilgili yanlis anlamalar ve yanlis yorumlar Halife'nin kendi yanlis tutum ve davranislanndan kaynaklanmaktadir. Halife, kendi özel hayati ve dis yasayisi ile, ecdadi padisalilarin yolunu tutmus görünmektedir. Cuma alaylari, yabanci devlet temsilcileri yanina memurlar göndererek iliskiler kurmak, gösterisli gezintiler, saray hayati, sarayinda yedek subaylara vanncaya kadar kabul etmek, onlann sikâyetlerini dinleyerek onlarla bir likte aglamak gibi davranislar bu cinstendir. Halife, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk halki karsisindaki durumunu düsündügü zaman, Ingiltere Kralligi ile Hindistan Müslüman halki veya Afgan Devleti ile Afgan halki arasindaki durumuiiu bir ölçü olarak alinalidir.
    Halife ve bütün dünya kesin olarak bilmelidir ki, bugi.in var olan ve korunmakta bulunan Halife'nin ve halifelik makaminin gerçelcte ne dinî ve ne de siyasî bakimdan hiçbir anlami ve varolma gerekçesi yoktur. Türkiye Cumhuriyeti safsatalarla varligini ve istiklâlini tehlikeye atamaz. Bizce, hilâfet makami olsa olsa tarih bir hâtira olmaktan öteye bir önem tasiyamaz. Türkiye Cumhuriyeti devlet adamlannin veya resmî hey'etlerin kendisiyle görüsmelerini istemesi bile, Cumhuriyet'in bagimsizligina açik bir tecavüzdür. Basmabeyinei'sini Ankara'ya göndererek veya güvenilir bir kimseyi kendi yanina getirterek, Hükûmet'e duygu ve dileklerini ulastirmak istemesi de, Cumhuriyet Hükûrneti ile karsi karsiya bir durum almasi demektir. Buna da yetkili degildir. Kendisi ile Cumhuriyet Hükîuneti arasindaki yazismalarda Baskâtibi araci kilmasi da yersizdir. Baskâtip Bey'in böyle bir küstahliktan sakinmasi gerektigi, kendisine bildirilmelidir. Halife'nin yasayisi ve geçimi için Türkiye Cumhurbaskani'nin ödeneginden mutlaka daha asagi bir ödenegin yetmesi gerekir. Maksat, gösterisli ve debdeli bir hayat sürmek degil, insanca yasamak ve geçimi saglamaktan ibarettir. "Hilâfet Hazînesi"ile ne denmek istendigini anlayamadim. Hilâfetin hazînesi yoktur ve olamaz. Kendisine erdadindan böyle bir hazîne kalmissa, ve açik olarak bilgi alinmasini ve bana bildirilmesini rica ederim:
    Halifeniii aldigi ödenekle yerine getirilemeyen yükümlülükler nelermis; I5 Nisan I923 tarihli yazisiyla, Hükûmet ne gibi vaatlerde bulunarak Halife'ye bildirilmistir? Lûtfen bunu da belirtiniz. Halife'nin oturacagi yeri tespit edip açiklamak, Hükûmet'in simdiye kadar yapmis olmasi gereken bir görevdi. Istanbul'da. milletin bogazindan kesilmis paralarla yapilmis bir çok saraylar ve bu saraylarin içindeki birçok kiymetli esya ve malzeme, Hükûmet'in durumu tespit etmemesi yüzünden yok olup gidiyor. Halife'nin yakinlari, saraylarin en degerli esyalarini Bevvglu'nda, surada burada satiyorlar diye söylentiler vardir. Hükûinet bunlara bir an önce el koymalidir. Satilmak gerekiyorsa Hükûmet eliyle satilmalidir. Hilâfet kadrosu ciddî olarak incelenerek yeni bastan düzenlenmelidir ki, basmabeyin cilerin ve baskâtiplerin varligi, Halife'yi hâlâ saltanat hülyasi içinde uyutmasin! Fransizlar, kral hanedanini ve yakinlarini Fransa'ya sokmakta, bagimsizliklari ve hâkimiyetleri için yüz yil sonra, bugün bile sakinca görüp dururken, her güii ufuk tari kendileri için bir saltanat günesinin dogmasina duaci bir haneden mensup lariyla ilgili tutumumuzda Türkiye Cumhuriyeti'ni nezaket ve safsataya kurban edemeyiz.
    Halife, kendinin ve makaminin ne oldugunu açik olarak bilmeli ve bununla yetinmelidir. Hükûmetçe, ciddî ve esasli tedbirler alinarak bildirilmesini rica ederim, efendim.
    Gazi Mustafa Kemal Türkiye Cumhurbaskani



    HILAFET'IN, SER'IYE VE EVKAF VEKALETI'NIN KALDIRILMASI VE ÖGRETIMIN BIRLESTIRILMESI KARARI



    Bu yazismadan sonra harp oyunu dolayisiyla Ismet Pasa ve Millî Savunma Bakani bulunan K a z i m P a s a da Izmir e gelmislerdi. Genel Kurmay Baskani Fevzi Pasa da zaten orada bulunuyordu. Hilâfetin kaldirilmasi gereginde görüsleri miz birlesmisti. Ayni zamanda Ser'iye ve Evkaf Vekâletlerini de kaldirmak ve ögretimi birlestirmek kararinda idik.
    1924 yili Marti'nin birinci günü Meclis'in tarafimdan açilmasi gerekiyordu.
    23 Subat 1924 günü Ankara'ya dönmüstük. Burada da gereken kimselere kararimi bildirdim. Mecliste bütçe görüsmeleri yapiliyordu. Hanedan'in ödenegi ile Ser'iye ve Evkaf Vekâletleri'nin bütçeleri üzerinde durulmak gerekiyordu. Arkadaslarimiz bu maksada göre görüsme ve tenkitlere basladilar. Görüsme ve tartismalar devam ettirildi.1 Mart günü, Büyük Millet Meclisi'nin besinci çalisma yili dolayisiyla verdigim nutukta, su üç noktayi özellikle belirttim :
    1-Millet, Cumhuriyet'in bugi,in ve gelecekte bütün saldirilardan kesin ve ebedî olarak korunmasini istemektedir. Milletin istegi, Cumhuriyet'in denenmis ve olumlu sonuçlari görülmüs olan bütün esaslara bir an önce ve tam olarak dayandirilmasi seklinde ifade edilebilir.
    2-"Millet kamuoyunda tespit edilen egitim ve ögretimin birlestirilmesi ilkesinin bir an önce uygulanmasini gerekli görüyoruz.
    3-"Müslümanligin, yüzyillardan beri yapilageldigi üzere bir siyaset vasitasi olarak kullanilmaktan kurtarilmasinin ve yüceltilmesinin sart oldugu gerçegini de görmüs bulunuyoruz."
    2 Mart günü Parti Grubu toplantiya çagrildi. Isaret ettigim bu üç konu ortaya atildi ve görüsüldü. Ilkeler üzerinde anlasmaya varildi. 3 Mar t günü, Meclis'in birinci oturuniunda, Baskanliga gelen evrak ara sinda su önergeler okundu :
    1- Seyh Saffet Efendi ile elli arkadasinin, hilâfet'in kaldirilmasi ve Osmanli Hanedani'nin Türkiye disina çikarilmasi ile ilgili kanun teklifi.
    2 - Siirt Milletevekili Ha1i1 Hu1ki Efendi ve elli arkadasinin Ser'iye ve Evkaf Vekâleti ile Erkan-i Harbiye Vekâleti'nin kaldirilmasi ile ilgili kanun teklifi.
    3 - Manisa Milletvekili Vâsif Bey ve elli arkadasinin, egitim ve ögretimin birlestirilmesi ile ilgili önergeleri.
    Baskanlik kürsüsünde oturan Fethi Bey : "Efendim, birçok imzalarla gelen bu kanun tekliflerinin hemen görüsülmesi ile ilgili önerge ler vardir. Yüksek oyunuza sunacagim" dedi ve bu tekliflerin ilgili ko misyonlara gitmeden hemen görüsülmesini oya koyarak, kabul edildigini bildirdi.
    Ilk itiraz, Kastamonu Milletvekili Ha1it Bey'den geldi. Görüsmeler sirasinda H a 1 i t B e y' e bir iki kisi daha katildi. Tekliflerin lehinde uzun konusmalar yapan birçok degerli konusmacilar kürsüye çikti. Önerge sahipleri disinda, rahmetli Seyyit Bey'in ve Ismet Pasa'nin ilmî ve inandirici konusmalari her zaman için ekunmaya deger. Bu konuda yapilan görüsme ve tartismalar bes saat kadar sürdü. Saat 18.45'te görüsmeler bittigi zaman, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 429, 430 ve 431' inci kanunlarini çikarmis bulunuyordu.
    Bu kanunlara göre "Türkiye Cumhuriyeti'nde millet isleriyle ilgili kanunlari yapma ve yürütme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun kurdugu hükumete verildi"; "Ser'iye ve Evkaf Vekâleti kaldirilmis" oldu.
    Türkiye içindeki bütün bilim ve ögretim kurumlariyla, bütün medreseler Milll Egitim Bakanligi'na baglandi.
    Halife, görevinden uzaklastirildi ve hilâfet makami kaldirildi. Uzaklastirilan Halife ve tarihten izi silinmis Osmanli hanedaninin bütün mensuplarina Türkiye Cumhuriyeti ülkesinde oturma hakki süresiz olarak yasaklandi.



    HILAFET MAKAMININ KORUNMASINDA DINI VE SIYASI MENFAAT VE ZARURET BULUNDUGUNU ZANNEDENLERE VERDIGIM CEVAP



    Efendiler, Hilâfet makaminin korunmasinda, dinî ve siyasî menfaat ve zaruret bulundugu inancinda olan bazi kimseler, arz ettigim kararlarin alinmakta oldugu son dakikalarda, hilâfet görevini kendi üze rime almam teklifinde bulundular.
    Bu gibilere, hemen gereken red cevabini vermistim. Yeri gelmisken baska bir noktayi da arz edeyim. Büyük Millet Meclisi hilâfet'i kaldirdigi zaman, din bilginlerinden Antalya Milletvekili Rasih Efendi, Kizilay adina, Hindistan da bulunan bir heyetin baskanligini yapiyordu. Rasih Efendi Misir'a ugravarak Ankara ya döndü. Benimle görüsmek isteyerek sunlan söyledi : "Gezdigi ülkelerde Müslüman halk benim halife olmami istiyormus... Yetkili Islam heyetleri, bana bu dururumu bildirmek üzere Rasih Efendi 'yi vekil etmisler." Rasih Efendi'ye verdigim cevapta, Müslümanlarin bana olan baglilik ve sevgilerine tesekkür ettikten sonra dedim ki : "Zâtalîniz din bilginlerindensiniz. Halifenin devlet baskani demek oldugunu bilirsiniz. Baslarinda krallari, imparatorlari bulunan halkin bana ulastirdiginiz dilek ve tekliflerini ben nasil kabul edebilirim. Kabul ettim desem, buna o halklarin basinda bulunanlar razi olur mu? Halifenin emir ve yasaklan yerine getirilir. Beni halife yapmak isteyenler emirlerimi yerine getire bilecekler midir? Durum böyle olunca, anlami ve fonksiyonu olmayan asilsiz bir sifati takinmak gülünç olmaz mi?
    Efendiler, açik ve kesin olarak söylemeliyim ki, Müslümanlan hâlâ bir halife korkulugu ile ugrastirip aldatmak gayretinde bulunanlar, yalniz ve ancak Müslümanlann ve özellikle Türkiye'nin düsmanlaridir. Böyle bir oyuna kapilip hayal kurmak da ancak ve ancak cahillik ve gaflet eseri olabilir.
    Rauf Bey'lerin, Vehip Pasa'larin, Çerkez Ethem ve Resit'lerin, bütün yüzelliliklerin, kaldirilmis hilâfet ve saltanat hanedani mensuplarinin, bütün Türkiye düsmanlarinin, elele vererek aleyhi mizde durmadan atesli bir sekilde çalisip ugrasmalari din gayretiyle midir? Sinirlarimiza bitisik merkezlerde yuvalanarak, hâlâ Türkiye'yi yoketmek için "Mukaddes Ihtilâl" adi altinda haydut çeteleri, suikast tertipleriyle çilginca aleyhimizde çalisanlarin maksatlari gerçekten mukaddes midir? Buna inanmak için gerçekten kara cahil ve koyu bir gafil olmak gerekir.
    Müslümanlan ve Türk milletini bu kerteye düsmüs sanmak ve Islâm dünyasinin vicdan temizliginden, ahlâk ve karakterindeki incelikten, alçakça ve canîce maksatlar için yararlanma yolunu tutmak, artik o kadar kolay olmayacaktir. Küstahligin da bir derecesi vardir.

  10. #49
    Kayıt Tarihi
    Jun 2006
    Nerede
    İstanbul / Beyoğlu
    İletiler
    3.411
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    Cumhuriyete karsi iç muhalefet, pasalar mücadelesi ve Terakkiperver Cumhuriyet Firkasi olayi



    BASARISIZLIGA UGRATILAN BÜYÜK BIR KOMPLO

    Simdi, saygideger Efendiler, isterseniz, size, büyük bir "komplo" konusunda bilgi vereyim.
    1924 yili Ekiminin 26' nci günü, geç vakit, Birinci Ordu Müfettisi'nin Müfettislikten istifa ettigi bildirildi. Müfettis Pasa'nin, Genelkurmay Baskanligi'na verdigi istifa yazisi sudur : Genelkurmay Baskanligina
    Bir yillik ordu müfettisligim boyunca, gerek teftislerim sonunda verdigim raporlarin ve gerekse ordumuzun yükseltilmesi ve güçlendirilmesi için sundugum tasarilarin dikkate alinmadigini görmekle hüzünü ve endisem çok büyüktür. Üzerime düsen görevi, milletvekili olarak daha büyük bir vicdan rahatligi içinde yapacagima tam inancim oldugundan, Ordu Müfettisligi'nden istifa ettigimi arz ederim, efendim.
    Milli Savunma Bakanligi'na da arz olunmustur.
    Kâzim Karabekir
    26.10.1924
    Bu istifa yazisinin altinda, renkli kalemle sunlar yazilidir : "Istifayi kabul etmedigimi bildirdim. Düsüncesinde direndi. Yarin yasama görevine dönecegini bildirdi." Bu satirlarin altinda imza yoktur. Fakat Genelkurmay Baskani tarafindan yazildigi anlasiliyor. Bu satirlarin altinda da, kirmizi mürekkeple yazilmis su notlar vardir : Verilen rapor ve tasarilarin hepsini göreyim. Bunlarin hangi maddeleri için neler yapilmis; hangi maddeleri yapilmamis, onlari da dosyalariyla birlikte göreyim. Bu notlarin altindaki tarih 28 Ekim'dir.
    Efendiler, Kâzim Karabekir Pasa'nin raporlari ve tasarilari Genelkurmay'in ilgili subelerince incelenmis, bunlarin kabul edilip uygulanabilecek olanlari, dikkate alinmis ve uygulanmisti. Ancak, uygulanmasi devletin gücünü asan veya ilmî bir degeri bulunmayan hayalî ve keyfî nitelikteki teklifleri, elbette dikkate alinmamisti. Kâzim Karabekir Pasa'ya raporlar ve tasarilar verdigi için bir takdirnâme verilmesi de gerekli görülmemisti.
    30 Ekim günü de, 2' nci Ordu Müfettisi Ali Fuat Pasa'nin, Konya'dan geldigi bildirildi. Kendisini aksam yemegine Çankaya'ya davet ettim. Geç vakte kadar bekledigim halde gelmedi. Kendisini aratirken ögrendim ki, Fuat Pasa Ankara'ya gelince, Istasyonda Rauf Bey tarafindan karsilanmis; Millî Savunma Bakanligi'na ugradiktan ve bazi arkadaslarla kisa görüsmeler yaptiktan sonra, Genelkurmay Baskanligi'na gitmis. Bir süre Fevzi Pasa ile görüsmüs; çikarken Fevzi Pasa'nin yaverine su kâgidi birakmis :
    30.l0.1924
    Genelkurmay Baskanligi Yüksek Kurulu'na
    Milletvekilligi yasama görevine baslayacagimdan, 2' nci Ordu Müfettisligi'nden affimi arz ve istirham ederim, efendim.
    Ankara Milletvekili
    Ali Fuat
    Efendiler, milletvekilliginden istifa etmis oldugunu Meclis Baskanligi'na bildiren Refet Pasa'nin da istifasinin Rauf Bey tarafindan geri aLdirildigini ögrenmistim.
    Dumlupinar'da yapilan törenden sonra, Bursa ve Karadeniz kiyilari ile Erzurum dolaylarinda devam eden bir buçuk aylik bir geziden sonra, 18 Ekim'de Ankara'ya dönmüstüm. Birçok milletvekili arkadas ve baskalari tarafindan karsilanmistim. Karsilayicilar arasinda, Ankara'da bulunan Rauf ve Adnan Bey'leri görmemistim. Oysa, darginlik belirtisi sayilabilecek böyle bir hareketi beklemiyordum.
    Efendiler, bir komplo karsisinda bulundugumuzu anlamakta bir saniye bile süpheye düsmedim.
    Bu durum ve görünüs söyle bir tahlil ve degerlendirmeden geçirilebilirdi : Bir yil öncesinden, yani Rauf Bey'in Hükumet Baskanligi'ndan çekildiginden beri, Rauf Bey, Kâzim Karabekir Pasa, Ali Fuat Pasa, Refet Pasa ve digerleri arasinda bir tertip düsünülmüstür. Bunda basari saglayabilmek için orduyu ele almak gerekli görülmüstür. Bu maksatla, Kâzim Karabekir Pasa, 1'inci Ordu Müfettisligi'ne atandiktan sonra, eski komutanlik bölgesi olan dogu illerinde dolasirken, Ali Fuat Pasa da politikadan hoslanmadigini ve bundan sonra kendisini askerlik meslegine vermek istedigini ileri sürdü. Rütbesi yükseltilerek 2' nci Ordu Müfettisligi'ne gitti. 3' üncü Ordu Müfettisi olan Cevat Pasa'nin ve bu müfettislige bagli kolordunun komutani olan Cafer Tayyar Pasa'nin da bu tertibe katilabilecegini düsündüler. Bir yil, ordular üzerinde kendi görüslerine göre çalistilar ve ordulari kendi görüslerine çekip kazandiklarini sandilar. Istifalarindan önce, bazi komutanlarin kendileriyle birlikte hareket etmelerini saglamaya çalistilar. Bu bir yil içinde, Cumhuriyet'in ilâni, hilâfet'in kaldirilmasi gibi islerimiz, ortak tertip sahiplerini biribirine daha da yaklastirarak birlikte hareket etmelerine yolaçti. Ise politikadan baslayacaklardi. Bunun için uygun an ve firsati bekliyorlardi. Siyasî alandaki ve ordudaki hazirliklarini yeterli görüyorlardi. Gerçekten de Rauf Bey ve benzerleri, Parti içinde korunmayi basardiklari durumlariyla, Meclis'in tatil dönemine rastlayan aylarda, üyeler üzerinde ve yeni seçimde basari kazanamayan Ikinci Grup mensuplari araciligi ile bütün memlekette milleti aleyhimize kiskirtmak üzere çalisma firsati buldular. Memleket içinde gizli gizli teskilâtlanmaya basladilar ve tesebbüslere de giristiler. Istanbul'da Vatan, Tanin, Tevhid-i Efkar, Son Telgraf Adana'da Abdülkadir Kemali Bey tarafindan çikarilan Tok Söz gibi gazetelerle birlestiler. Bu gazetelerle, bize karsi imzasiz yazilarla saldiriya geçtiler. Memleket kamuoyunda genel bir karisiklik yarattilar. Hakkâri bölgesinde, ordumuzla Nasturî ayaklanmasini bastirmaya çalistigimiz bir sirada, Ingiltere de Hükumet'e bir ültimaton verdi. Meclis'i olaganüstü toplantiya çagirdim.
    Ingiliz ültimatomuna bilindigi sekilde cevap verdik. Harp ihtimalini göze aldik. Iste sözünü ettigimiz kimseler, bu sikintili günlerde ve bir yabanci devletin bize hücum edebilecegi zamanda, kendilerinin de bize saldirarak hedeflerine kolaylikla varabilecekleri hayaline kapildilar. Savasa hazir bir durumda bulundurmaya mecbur olduklari ordularini bassiz birakip, daha önce sevmediklerini söyledikleri politika alanina kostular.
    Toplanmis olan Meclis'te ortaya atilan bir konu da onlarin bu kosuslarini çabuklastiracak nitelikte idi. Gerçekten, milletvekili Hoca Esat Efendi, 20 Ekim 1924 tarihli önergesiyle, göçmenlerin degistirilip yerlestirilmesi, yatili okullara ne kadar parasiz ögrenci alindigi ve nerelerde ilkokullar açildigi konularinda ilgili bakanlardan birtakim sorular soruyordu. Bu sorularin kapsadigi isler gerçekten milleti ilgilendiren islerdi. Bu konular bakanlari elestirmek için pek elverisliydi. Özellikle göçmenlerin degistirilmesi ve yerlestirilmesi islerinde herkesi düsündüren noktalar açikça bilinmekteydi.
    Dogrudan dogruya ben bile, yaptigim gezi sirasinda gördüklerime dayanarak, degistirme ve yerlestirme islerinin gidisinden sikâyet etmis; Ankara'ya dönüsümde, bu islerle ilgili bakanligin kaldirilmasini ve Hükûmet'in bütün imkânlariyla harekete geçirilmesini saglayacak bir yol tutulmasini teklif etmistim. Bunda anlasmistik. Bu durum bile, saldiriya geçeceklerin bu konuda çok taraftar kazanmalari ihtimalini artiriyordu.
    Efendiler, komployu sezdikten sonra tedbirini bulmakta güçlük çekilmedi. Biraktigimiz noktadan baslayarak durumu safha safha bilginize sunayim.


    KOMPLOYA KARSI ALDIGIMIZ TEDBIRLER



    Hoca Esat Efendi'nin soru önergesi 27 Ekim'de yani Karabekir Pasa'nin istifasinin ertesi günü gensoruya çevrilmisti. Fuat Pasa 'nin istifa yazisinin tarihi olan 30 Ekim günü Meclis'te gensoru görüsmeleri baslamisti.
    O günün aksami, yemege bekledigim Fuat Pasa gelmedi. Fakat Basbakan Ismet Pasa ve Millî Savunma Bakani Kâzim Pasalar geldiler. Çok kisa bir görüsmeden sonra, komploya karsi tutulacak yol kararlastirildi.
    Derhal telefonla, ayni zamanda milletvekili olan Genelkurmay Baskani Fevzi Pasa Hazretleri 'nden, Meclis Baskanligi'na milletvekilliginden istifa ettigini bildirmesini rica ettim. Bu düsüncesini Millî Savunma Bakani'na daha önce bildirdigini zaten ögrendigim Pasa, ricami hemen yerine getirdi. Milletvekili olan komutanlara da su sifreli telgrafi çektim :
    3' üncü Ordu Müfettisi Cevat Pasa Hazretleri' ne
    1'inci Kolordu Komutani Izzettin Pasa Hazretleri'ne
    2' nci Kolordu Komutani Ali Hikmet Pasa Hazretleri'ne
    3'üncü Kolordu Komutani Sükrü Taili Pasa Hazretleri'ne
    5' inci Kolordu Komutani Fahrettin Pasa Hazretleri'ne,
    7'nci Kolordu Komutani CaferTayyarPasa Hazretleri'ne
    sifre makine basindadir :
    1 - Bana olan güven ve sevginize dayanarak, gördügüm ciddî lüzum üzerine, milletvekilliginden istifa ettiginizi bildiren bir yaziyi telgrafla hemen Meclis Baskanligi'na bildirmenizi teklif ediyorum. Birinci derecede önemli olan askerlik görevinize bütün varliginizla kayitsiz sartsiz baglanmak istediginizi gerekçe olarak belirtmeniz yerinde olur.
    2 - Genelkurmay Baskani Maresal Fevzi Çakmak Pasa Hazretleri de görülen ayni gerekçe ile teklifim üzerine istifa dilekçesini vermistir.
    3 - 3' üncü Ordu Müfettisi Cevat Pasa, 1' inci Kolordu Komutani Izzettin Pasa, 2' nci Kor. Komutani Ali Hikmet Pasa, 3' üncü Kolordu Komutani Sükrü Nail Pasa, 5' inci Kolordu Komutani Fahrettin Pasa, 7'nci Kolordu Komutani Cafer Tayyar Pasa Hazretleri'ne yazilmistir.
    4 - Telgraf basinda durum hakkinda bilgi vermenizi bekliyorum.
    Cumhurbaskani
    Gazi M. Kemal
    Efendiler, 30/31 Ekim sabahina kadar, 1' inci Kolordu Komutani Izzettin Pasa'dan Izmir'den, 2' inci Kor. Komutani Ali Hikmet Pasa'dan Balikesir'den, 3' üncü Kolordu Komutani Sükrü Nailî Pasa'dan Pangalti'ndan ve 5' inci Kolordu Komutani Fahrettin Pasa'dan Adana'dan, makine basinda aldigim cevaplarda, teklifimin harfi harfine ve derhal yerine getirildigi bildirildi.
    Efendiler, bu seçkin komutanlarin bu vesile ile de bana karsi gösterdikleri büyük güven ve itimada burada tesekkür etmeyi bir görev sayarim.
    3' üncü Ordu Müfettisi ile, 7' nci Kolordu Komutani'nin Diyarbakir' dan verdikleri cevaplar aynen sunlardi :
    Müfettis Pasa'nin cevabi :
    Diyarbakir, 30.10.1924
    Ankara'da Cumburbaskam Gazi Pasa Hazretleri'ne
    Yüce sahsiyetlerine karsi duydugum güven ve sevgiden emin bulunmalarini arz eder; ancak, böyle bir vatan görevinden acele çekilerek millete ve seçim bölgem halkina karsi sorumlu ve suçlu duruma düsmemekligim için emir buyurulan istifayi gerektiren sebeplerin açiklanmasina zâtidevletlerinin müsaadelerini saygilarimla istirham ederim.
    3' üncü Ordu Müfettisi
    Cevat
    Kolordu Komutaninin cevabi :
    Diyarbakir, 30.10.1924
    Cumhurbaskani Gazi Mustafa Kemal Pasa Hazretleri'ne
    1 - Siz Cumhurbaskani'nin yüce sahsiyetlerine karsi besledigim saygi ve sevgiye itimat buyurulmasini rica ederim.
    2 - Seçim bölgem halki ile hiç bir görüsme yapmadan, su dakikada zâti devletlerinin tekliflerini kabul etmekligim beni milletin gözünde sorumlu duruma düsürebilir.
    3 - Vatanin ve milletin yararlan millet vekilliginden hemen ayrilmami gerektiriyorsa, kesin kararimi verebilmekligim için, durumun aydinlatilmasini arz ve istirham ederim, efendim.
    Cafer Tayyar
    1' nci Kolordu Komutani
    Her iki telgrafta da benim için beslenen güven ve sevgi kesinlikle belirtildikten sonra, seçim bölgeleri halkina karsi olan durumlarindan söz edilmekte ve teklifimin gerekçesi sorulmaktadir.
    Verdigim cevabi oldugu gibi bilginize sunayim :
    31.10.1924
    3' üncü Ordu Müfettisi Cevat Pasa Hazretleri'ne,
    1' nci Kolordu Komutani Cafer Tayyar Pasa Hazretler i ' ne
    Komutanlarin ayni zamanda milletvekili olarak bulunmalarinin, orduda, emir ve komutada beklenilen disiplin ile bagdasamadigi görüsüne varilmistir. 1'inci ve 2' nci Ordu Müfettisleri'nin görevlerinden istifa ederek Meclis'e dönmekle, ordulari uygunsuz bir zamanda bassiz birakmis olmalari, bu görüsü dogrulamistir. Seçim bölgenizdeki halk, ordu disiplininin selâmeti için vereceginiz karardan elbette memnun olur. Daha önce yazdiklarim dikkate alinarak kararinizin bildirilmesini rica ederim.
    Cumhurbaskani
    Gazi M. Kemal
    Bu telgrafima Cevat Pasa'nin cevabi sudur :
    Makine basinda Diyarbakir, 31.10.1924
    Cumhurbaskam Gazi Mustafa Kemal Pasa Hazretleri'ne
    Emir ve komutada beklenilen disiplin ile bagdasamadigindan komutanlarin ayni zamanda milletvekili olarak bulunmamalari yolunda affimi yüce sahyetiniz bütün kalbimle katilir ve seçim sirasinda bu görevden istirhamimin da bu inanca dayandigini arz ederim. Ancak, bu gün yüce makamlarindan verilen bir emirle milletvekilliginden çekilmenin, zâtidevletlerincede tahmin buyurulacagi üzere, milletçe ve seçim bölgem halkinca iyi karsilanmayacagi inancindayim. Bu inançla ve hiç de uygun görmedigim su önemli zamanda ordudan ayrilmak zorunda kalacagimi düsünerek üzüntü duydugumu arz ederim.
    3' üncü Ordu Müfettisi
    Cevat
    Cevat Pasa Ankara'ya geldikten sonra durumu anlamis ve teklifimin uygulanmasi gerektigi görüsüne vararak, derhal milletvekilliginden çekilmistir. Kendisinin yaratilmak istenen durumlarla hiçbir ilgisi bulunmadigi bizce de anlasilmistir. Gerçi, Kâzim Karabekir Pasa, istifa ettigini su gün ve su saatte gibi açiklamalarla birçok komutanlara ve bu arada Cevat Pasaya bildirmis ise de bu bildirme Diyarbakir'da iken teklifimin gerçek sebebini anlamakta Pasa yi kararsizliga düsürmekten öteye bir tesir yapmamistir.
    Cafer Tayyar Pasa da su cevabi verdi :
    Makine basinda Diyarbakir, 31.10.1924
    Ankara'da Cumhurbaskani Gazi Mustafa Kemal Pasa Hazretleri'ne
    Milletvekilligi ve komutanlik görevlerinden birini birakmamiz geregi uygun görüldügü takdirde, millî görevlerin en saygidegeri olarak kabul ettigim yasama görevini yapmayi tercih etmekte oldugumu saygilarimla arz ederim, efendim.
    7' nci Kolordu Komutani
    Tümgeneral Cafer Tayyar


    KOMPLO DÜZENLEYENLERIN MECLIS'E VE KAMUOYUNA KARSI ORDU ILE YAPMAK ISTEDIKLERI BLÖF ORTAYA ÇIKARILDI



    Efendiler, ayni zamanda milletvekili olarak bulunan Genelkurmay Baskani ve komutanlar, orduda siyasetle ilgili unsurlarin bulunmasindaki sakincayi anlayarak, bu yoldaki teklifimi iyi karsiladiktan ve bana fiilî olarak güvenlerini gösterdikten sonra, Cevat ve Cafer Tayyar Pasa'larin müfettislik ve komutanlikta kalmalari uygun görülemezdi. Bu bakimdan, derhal askerî görevlerine son verildi. Yerlerine gerekenler tayin edildi ve durum Millî Savunma Bakanligi'nca bütün orduya bir genelge ile bildirildi.
    Kâzim KarabekirveAli.Fuat Pasa'lara,Millî Savunma Bakanliginca bir emir gönderilerek, askerî görevlerini yerlerine atanan sahislara usulüne göre devir ve teslim ettikten ve sonucu da bildirdikten sonra Meclis'teki yasama görevlerine baslayabilecekleri bildirildi. Bu durum Basbakan tarafindan resmen Meclis Baskanligi'na da yazildi.
    Meclis'e girmis olan Kâzim Karabekir ve Fuat Pasa'lar Meclis'ten çikarildi. Fuat Pasa, askerî görevinin devir ve teslim isleri için yeniden Konya'ya gitti. Kâzim Karabekir Pasa, Sarikamis' tan kendi yerine gelecek olan komutan göreve baslayincaya kadar Meclis disinda kalmaya mecbur edildi. Milletvekilliginde kalmak isteyen iki komutanin ordu ile ilgisi kesildi. Böylece, komplo düzenleyenlerin Meclis'e ve kamuoyuna karsi ordu ile yapmak istedikleri blöf meydana çikarildi.
    Efendiler, 1 Kasim 1924 günü Meclis'in ikinci toplanti yiiinin açilis günü idi. Bu münasebetle oturumu ben açtim. Açis nutkunu söyledim. Ben Baskanlik kürsüsünden ayrildiktan sonra, Fevzi, Fahrettin, Ali Hikmet ve Sükrü, Nailî Pasa' larin istifa yazilari ile Basbakan Ismet Pasa'nin ordudaki komuta degisikligi ile ilgili, 31/10/1924 tarihli yazisi sirayla okundu. Meclis'in 5 Kasim günü toplanacagi bildirilerek oturuma son verildi.
    Efendiler, Kâzim Karabekir Pasa, 1 Kasim 1924 tarihli bir yazi ile Meclis Baskanligi'na basvurarak, Millî Savunma Bakanligi'nin, kendisinin Meclis'e katilmasini yasakladigindan sikâyet etti. 5 Kasim günü Meclis'te okunan bu yazida, Kâzim Karabekir Pasa diyordu ki : "Ordu Komutanligindan çekilmemden bes gün sonra (30.10.1924 Cuma günü geceleyin) Millî Savunma Bakani'nin Sarikamis' tan yerime gelecek olan komutanin göreve baslayisina kadar benim Meclis'e katilmaktan alikoymak isteyen bir yazisini aldim." Yazi; su cümlelerle son buluyordu : Bununla birlikte, bu konuda yetkili olan yüce Meclis'in kararini bekledigimi arz ederim. "
    Kâzim Karabekir Pasa, ayni tarihte Millî Savunma Bakanligi'na da bir yazi yazarak : "Devir ve teslim islemleri öne sürülerek belirsiz bir süre için yasama görevine baslamamakligim bildiriliyor." "Istifa ettigim gün yerine gelecek komutani bekleme sarti ileri sürülmemisti. " "Bes gün sonra, bilmem neden böyle bir bahane ortaya atildi." "Meclis'e katildiktan sonra, geçici bir süre için de olsa, yeniden bir görevi kabul hem benim kendi istegime hem de Meclis'in kararina bagli oldugundan, durumu Meclis Baskanligi'na yazdigimi arz ederim."
    Efendiler, "ordumuzun yükseltilip güçlendirilmesi için" rapor ve tasarilar sundugumdan söz eden ve onlar dikkate alinmadigi için "üzüntü ve endisem çok büyüktür" diyen eski müfettis Pasa, memleketin üçte birine yayilmis koskoca bir orduyu, keyfinin istedigi anda bes satirlik bir kâgitla bassiz birakmanin ne kadar hafif, ordunun yükseltilip güçlendirilmesi açisindan gerekli olan disiplini de ne denli bozucu bir hareket oldugunun farkinda görünmüyor. Dikkate alinmadigini iddia ettigi raporlari ve tasarilariyla yapamadigi bir isi, devletin bir ültimatom aldigi ve ondan dolayi olaganüstü toplanmak üzere çagirdigi Meclis'te yapmaya kalkistigini ileri süren müfettis pasa, kendisi gibi hareket eden arkadaslariyla birlikte ve pek elverissiz bir zamanda, orduya ne kötü bir anarsi örnegi oldugunu anlamak istemiyor...
    Ordumuzun yükseltilmesi için ileri sürdügü düsünce ve görüslerine gereken degerin verilmemis olmasina gücenmis olan zat, askerî görevlerin devir ve tesliminin kanunî bir vazife oldugunu, ordudaki yönetim ve disiplinin selâmeti için onu yapmaya mecbur bulundugunu bilmez gibi görünüyor. . .
    Üzerindeki askerlik görevinin sona erdigini Meclis'e resmen bildirecek makamin, ona bu askerî görevi vermis bulunan makam olmak gerektigini dikkate almiyor...
    Efendiler, Kâzim Karabekir Pasa' nin Meclis Baskanligi'na sundugu yazinin arkasindan Basbakan'in bir yazisi ile iki eki de okundu.
    Basbakan, Karabekir Pasa'nin Millî Savunma Bakanligi'na yazdigi yazi ile Bakanligin ona verdigi cevabi oldugu gibi Meclis'e arz ediyordu.
    Millî Savunma Bakani, Kâzim Karabekir Pasa'nin bütün iddia ve düsüncelerinin dogru olmadigini açikladiktan sonra, ona Ordu Müfettisligi ile ilgili görevlerin ve gizli belgelerin yerine gelecek olan komutana kendisi tarafindann devir ve teslim edilerek sonucun bildirilmesini bir daha belirtiyor ve emrediyordu.
    Acaba bu son uyaridan sonra, eski müfettis pasa anlamis midir ki, vatanin savunulmasi için ordusu ile ilgili önemli görevi ve gizli belgeleri devlet onun sahsina güvenmis ve teslim etmistir. Onlari, yerine gelecek ve devlete karsi sorumlu olacak bir komutan gösterilmeden, kendiliginden istedigine terk ve teslim etmesi büyük bir suçtur. Hakkinda agir kanunî islem yapilmasini gerektirir. Bunlari anlamis midir?


    KAZIMKARABEKIR PASA'YI BIRAN ÖNCE MECLIS'E SOKMAKTA ACELE EDENLER YAPTIGIMIZ ISLEMI BOZMAYA ÇALISIYORLARDI



    Efendiler, Kâzim Karabekir Pasa'yi bir an önce Meclis'e sokmakta acele edenler, yaptigimiz islemi bozmaya çalismakta kusur etmediler . Feridun Fikri Bey (Tunceli Milletvekili), ilk olarak ortaya atildi. Vehbi Bey (Balikesir Milletvekili) : "Meclis'e katilan bir arkadasi, bir üyeyi görüsmelere katilmaktan herhangi bir kuvvet alikoyabilir mi? Böyle sey olur mu?" seklinde konusmaya ve suçlamaya basladi.
    Sayin milletvekili, fikir arkadasini Meclis'te bir an önce faaliyete girebilmek için kanun kuvvetini, onun kahredici kudretini o kuvvet ve kudreti kullanabilmek için yüce Meclisin ve milletin güven ve itimadini kazanmis olan kimselerin azim ve kararlarinida ne derece kesin olduklarini unutmus gibi görünüyordu.
    Ismet Pasa'nin konusmasi, bu yaygaralari susturdu. Bu konudaki görüsmeler kapandi. Pasalara verilen emirler oldiigii gibi uygulatildi.


    HÜKÜMET AÇIKTAN AÇIGA VE KARSI KARSIYA ÇARPISMAYI KABUL ETTI



    Meclis, genel görüsmeye geçti. Görüsülecek konular "Mübadele,Imar ve Iskân Bakanligi ile ilgili gensoruydu."
    Basbakan Ismet Pasa, kürsüye çikarak su teklifte bulundu : Birçok konusmacinin imar ve iskân isleri üzerinde degil, çesitli vesilelerle diger bakanliklarla ilgili isler üzerinde durduklarini gördüm. Hattâ, bazi konusmacilar, Basbakan'in devletin iç ve dis siyaseti üzerinde uzun uzadiya genis bilgi vermesini istemislerdir. Bu isteklerin hepsini de memnuniyetle benimsiyorum. Mübadele Bakani, yüce Meclis'in uygun görüp oy vermesiyle Baskan Vekilligi'ne seçilmistir. Ancak, bundan dolayi, gensorunun önem ve kapsaminin hiçbir sekilde hafife alinmamasini teklif derim. Ben, yerinde ve uygun "taktigi" severim.
    Böylece Hükumet, sahnenin perdesini kaLdirdi ve oyun hazirligi yapanlarin oyunlarini sahneye koymalarini çabuklastirdi. Hükûmet, açiktan açiga ve karsi karsiya çarpismayi kabul etmis bulunuyordu.
    Efendiler, lehte ve aleyhte olmak üzere otuz kadar konusmaci söz aldi. Adalet ve Millî Egitim Bakanlari da konustular, Tartisma, bes saat hiçbir sonuç alinmadan devam etti. Gensoru görüsmeleri ertesi güne birakildi.
    Ertesi gün 14.30'da görüsmelere baslandi. Ilk söz alan Içisleri Bakani ve Mübadele, Imar ve Iskân Bakani Vekili Recep Bey oldu. Uzun açiklamalar yaparak konustu. Muhalifler, oturduklari yerlerden Recep Bey'e kisa satasmalar yapiyorlardi.
    Recep Bey, bir noktada dedi ki : "Bazi gazeteler ve bazi kimseler diyorlar ki, Ankara'da bir Hükûmet varmis. Meclis'in bütün tatil zamanlarinda, memleketi ne kadar usulsüzlükler varsa hep bunlarla idare etmis... Söylentilere göre, bazi arkadaslarin birtakim gizli defterleri de varmis; orada Bakanlarin yaptiklari kanunsuz isler yaziliymis. . . Bir gün gelecekmis Meclis toplanacak ve orada Hükûmet'i hesaba çekeceklermis... O zaman o gizli defterlerin içindekiler, milletin huzurunda Hükûmet'ten sorulacakmis. Iste, o gün gelmistir! O defterlere yazilmis olanlari milletin gözü önüne döksünler!"
    Feridun Fikri Bey, arkadaslari adina çogul sekli kullanarak cevap verdi : "Sirasinda dökecegiz" dedi.
    Recep Bey, karsilik verdi : "Dökünüz efendim, bekliyoruz. Hükumet, milletin huzurunda bagrini sorumluluga açmis olarak daima karsinizdadir" dedi ve su sözleri ekledi : "Memleketin gizlilige kapaliliga, belirsizlige ve kararsizliga tahammülü yoktur. Açiktan açiga tenkit yapilmadan, her gün ufukta birtakim tehlike bulutlarinin dolastigini fisildayarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin, bu körpe varligin yapisinda zararli karisikliklar varmis gibi göstermek bu memlekete karsi hainliktir. "Herkesin kösede bucakta, koridorlarda, surada burada, gerçek disi asilsiz birtakim kuruntularla kamuoyunu bulandirmaktansa, bu herkese esitlikle açik olan millet kürsüsüne çikip gerçegi oradan söylemesi lâzimdir. Gerçekler söylenmez ve yine bu asilsiz, kuruntuya dayanan telkinlerde bulunulmaya devam edilirse, bunu yapanlarin, bu memleketin kaderi ile içten ve saglam bir baglantilari bulunmadigina hükmedecegim. Ben kendim bunu böyle kabul edecegim. Sanirim ki, millet de böyle kabul edecektir. Bu kürsüye davet ediyorum. . . Ta ki millet bilsin : Gerçek ne taraftadir, zan, kuruntu, lekeleme, suçlama ne taraftadir?"
    Recep Bey'den sonra, aleyhte konusan birtakim milletvekilleri dinlendi. Onlara da Ticaret Bakani Hasan Bey (Trabzon Milletvekili) ve Millî Savunma Bakani Kâzim Pasa cevap verdiler.
    Aleyhte söz alanlar arasinda Rauf Bey de vardir. Ona da söz sirasi geldi.
    Rauf Bey, Imar ve Iskân Bakanligi ile ilgili soru ve gensorunun, bütün Hükûmet'e yöneltilmesini uygun bulmamakla birlikte, Basbakan Pasa'nin bu davranisini mertçe buldu ve sözlerinin basinda : "Meclis, bir kasit karsisinda bulunan Hükûmet'e hücum durumuna geçmistir" dedi.
    Yunus Nadi Bey : "Anlamadik" dedi. Rauf Bey açikladi. Dedi ki : "Tenkit edenler, Hükûmet'e karsi konusurken, kasitli bir is yapmislar ve ona hücum ediyorlarmis gibi bir durum görüyorum."
    Rauf Bey, konusmacilarin agir kelimeler kullanmamalari, konusmalarinda Hükumet'i küçük düsürücü ifadelere yer vermemeleri gibi, ögüt verircesine yumusak bir tavir takinarak Feridun Fikri Bey'in teklifine dokundu ve o teklifi savundu. Tunceli Milletvekili'nin teklifi bir "parlamenter anket" idi. "Meclis sorusturmasi" yapacak bir komisyon kurulmasi için acele karar alinmasi isteniyordu. Feridun Fikri Bey'in bununla ilgili bir önergesi ve bu önergenin isim okunarak oya konmasi için de Feridun Fikri Bey'le birlikte daha on alti arkadasinin baska bir önergesi vardi.
    Rauf Bey dedi ki : "Sorusturma komisyonu" diye tercüme ettigim bir komisyondan söz edildi. Bundan söz eden Feridun Fikri Bey 'dir. Rauf Bey, sözüne söyle devam etti :
    "... Bakanlar böyle bir komisyonun kabulünü, bu ana kadar saygiya deger olan vatan ve millet duygularina karsi bir leke bir horlama saydilar."
    Yunus Nadi Bey, Rauf Bey'in sözünü kesti. "Biraz öyle" dedi. Rauf Bey tekrar devam etti : "Hepimizin yanilmaz olmadigimizi kabul ederek arz ediyorum ve bunun gerekli bulundugunu ben de ilgili oldugum için, herkesten önce ben istiyorum" dedi.


  11. #50
    Kayıt Tarihi
    Jun 2006
    Nerede
    İstanbul / Beyoğlu
    İletiler
    3.411
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    CUMHURIYET SÖZÜNÜ SÖYLEMEYE RAUF BEY'IN DILI VARMIYORDU



    Rauf Bey, söz söylerken, Meclis'e karsi çok saygili oldugunu göstermek için de firsat düsürmeye dikkat ediyordu. Bir puntuna getirerek dedi ki : "Bu yüce Meclis'in çikardigi kanunlara bazi sifatlar yakistirilmistir. (Koridor Kanunlari) denilmistir."
    Rauf Bey, yüce Meclis'e saygi gösterilmesini istiyordu.
    Rauf Bey, yüce Meclis'in Cumhuriyet'i ilân eden kanunu kabul etmesi üzerine, takindigi saygisiz tavrin unutuldugunu zannetmis olacak!
    Mazhar Müfit Bey (Denizli Milletvekili) : "Onu ilk önce, sayin arkadasiniz Muhtar Beyefendi söylemistir" dedi. Bu söz, Rauf Bey'e konusma yönünü degistirtti. Fakat Muhtar Bey alindi.
    Saip Bey (Kozan) söze karisti. Nihayet Basbakanlik makaminin araya girip uyarida bulunmasi üzerine Rauf Bey sözüne devam ettirildi.
    Rauf Bey, döndü dolasti ve sonunda ilke meselesine dayandi. "Tutumumuz, siyasetimiz kayitsiz sartsiz millî hâkimiyet ilkesidir" dedi.
    Yunus Nadi Bey'in sesi isitildi : "Cumhuriyet!"
    Rauf Bey, cevap vermedi. Basladigi cümleyi su sekilde bitirdi : "Millî hâkimiyetin varligini gösterdigi tek yer Büyük Millet Meclisi dir."
    "Cumhuriyet" sesleri bütün Meclis salonunu doldurdu.
    Ali Saip Bey (Kozan) : "Cumhuriyet!" dedi.
    Rauf Bey, Ali Saip Bey ile konusmaya basladi. Ihsan Bey söze karisti.
    "Yüksek ifadenizde açiklik yoktur Rauf Beyefendi" dedi.
    Rauf Bey : "Açiktir. Çok rica ederim Ihsan Beyefendi.
    Ihsan Bey : "O kadar açik degildir. Uzun süreden beri sizinle anlasamadik!" dedi. Rauf Bey, Ihsan Beyin yüksek adalet duygusuna sahip bulundugundan, hâkimlik etmis oldugundan söz ederek ona dedi ki : "Suçsuzluk esastir. Aksini ispat edemedikçe bir tarafi töhmet altinda tutmak ve bunu böyle ifade etmek dogru degildir." Ihsan Bey cevap verdi : "Gerçegi söylemeyen saniktan süphe etmekte hâkim haklidir" dedi.
    Rauf Bey ile Ihsan Bey arasindaki bu karsilikli konusma biraz uzadi. Baskan söze karisti. Rauf Bey devam etti ve "Teskilât-i Esasiye Kanunu'nda Bakanlarin görev ve yetkileri ile ilgili bir kanunu yapilmasi söz konusu idi. Bu yapildi mi? Bunu sorarim" dedi.
    Efendiler, kanunlarin Meclis tarafindan yapilmasi tabiî oldugu halde, Rauf Bey, bu soruyu Hükûmet'ten degil de kendisinin de içinde üye olarak bulundugu Meclis'ten soruyordu.
    Rauf Bey, Danistay teskilâtina temas ettikten sonra, "Men'i Sekavet Kanunu uygulanmis midir?" seklinde, Içisleri Bakanindan baslayarak Bayindirlik, Ticaret, Ziraat, Milli Savunma, Adalet ve Milli Egitim Bakanlarina çesitli sorular yöneltti. Bütün bu sorularla Rauf Bey'in millet ve ordunun dikkatini çekmek istedigi anlasiliyordu. Söz gelisi, basinda Karadere ormanlari ile ilgili bir islem oldugu gözüne ilismis; "O is nasil olmus?" Fedakâr ve kahraman ordumuzun Istiklâl Savasi'ndan sonra, barisa geçerken büyük bir intizam ve olgunluk gösterdigini isittik ve gögsümüz kabardi. Ancak, ondan sonra, beslenme ve barindirma isleri bakimindan durumun yine ayni sekilde kuvvetli oldugunu kabul edip düsünebilir miyiz? Bu noktada bizi aydinlatmalarini rica ederiz" dedi.
    Rauf Bey'in bu sorusunun ortak bir soru oldugu kendi ifadesinden anlasiliyor. "rica ederiz" diyor. Gerçekten de bu sorunun, o güne kadar ordularin basinda bulunan iki ordu müfettisiyle birlikte hazirlanmis olduguna hükmetmemek elde degildir.
    Rauf Bey, adalet teskilatindaki degisiklik dolayisiyla ortaya çikan uygulamanin, adaleti saglayabilecek en uygun usul ve sekil olup olmadigini ögrenmek istiyordu.
    Millî Egitim Bakani'ndan da, ilk ögretim süresinin kanuna aykiri olarak niçin azaltildiginin açiklanmasini istedi.
    Rauf Bey, Istanbul Valisinin gece manevrasindan, Istanbul'un "Emanet" ile idaresinin halkin haklarina tecavüz oldugundan da sözettikten sonra; Millî Egitim Bakani Vasif Bey'le basin arasinda çikan bir olaydan ve bu münasebetle ögretmenlerden de söz ederek dedi ki : "Ögretmen ordusunun, bu aydin ordunun su veya bu tarafi tutar ve destekler sekilde yayin yapmalari dogru mudur?"
    Rauf Bey, bunun olmadigini söyleyerek konusmasini su cümle ile bitirdi. "Allah vatanimi, milletimi ve hepimizi korusun."
    Bu cümlenin alkislarla karsilanmasindan sonra, Içisleri Bakani kürsüye çikti. Gümüshane Milletvekili Zeki Bey daha önce kendisinin görüsmesi gerektigini ileri sürdü. Vehbi Bey "Efendim bu mesele, Bakanlarin Meclis'i sorguya çekmesi sekline girdi. dedi. Baskanlik, Bakanlarin söz hakki ile ilgili iç tüzük maddesini hatirlatti. Recep Bey de, çok genis bir gensoru karsisinda bulunan Bakanlarin, tüzük ile saglanmis olan söz söyleme haklarini kullanmalarina müsaade edilmedigi takdirde, gerçeklerin açiga çikmasina yardim edilmemis olacagini söyledikten sonra, yöneltilen sorulardan kendisi ile ilgili bulunanlara birer birer cevap verdi. Konusmasi sirasinda, Rauf Bey'in kürsüye ögüt verircesine bir tavirla çiktigina isaret ederek, "bu Meclis ne tam bir sessizlik içinde hareket etmeye mecbur olan bir okuldur ne de bir bilim akademisidir" dedi. Rauf Bey'in kürsüde bu gün bile açik konusmadigina; "sorusturma" sözünü kullanmadan, Feridun Fikri Bey'in, üç Bakanligin bir yillik çalismalari ile ilgili anlamsiz, haksiz, mantiksiz, kanunsuz ve hükûmet dengesini bozucu nitelikteki "Meclis sorusturmasi" teklifini desteklemis olduguna Meclis Genel Kurulu'nun dikkatini çekti. Feridun Fikri Bey, yerinden, Recep Bey'in "mantiksizdir" sözüne itiraz etti. Bu sözü geriye almasini istedi. Recep Bey : Geriye almiyorum, efendim; mantiksizdir. Gerçek oldugu gibi ifade edilir" dedi. Feridun Fikri Bey'in "mantiksiz sözünü "kabul etmiyorum" sözüne, Recep Bey cevap verdi : "Feridun Fikri Bey" dedi, "Siz daha agir seyleri kabul etmeye alismalisiniz. . . "
    Daha agir seyler, Adalet Bakani Necati Bey tarafindan söylenmis. . . Feridun Fikri Bey : "Adalet Bakani sözlerini geri aldilar" dedi. Necati Bey, yerinden firlayarak "Sözlerimi geri almadim" dedi. Biraz gürültü oldu. Nihayet Baskan : "Rica ederim, gürültüyü keselim!" dedi. Recep Bey, açiklamalarina devam ederek : ".... Birçok kimsede defterler varmis, demistim. Simdi Rauf Bey'in sözlerine göre, hazirlanmis sorulardan on, on bes tanesinin silinmesi firsatini bulacagiz. Iste, Efendiler, dedi. Defterlerin yavas yavas ilk sayfalari görünmeye basliyor. "
    Recep Bey, Rauf Bey 'in konusmasinda kullandigi taktige dikkati çekerek dedi ki : "Rauf Bey hem bütün bu sorulari soruyorlar hem de asla bir sorumluluk töhmeti altinda tutmak veya Hükumeti düsürmek gibi maksat gütmüyorum, diyorlar. Bir gensorunun görüsüldügü günde, millet kürsüsüne çikan kimse, ya lehtedir ya aleyhtedir. Lehte ise, Hükumet'in desteklenmesini ister. Aleyhte ise, düsürülmesini ister. Bunu da açik seçik söylemek gerekir. Yoksa, Rauf Beyefendi 'nin sözleri bos ve anlamsiz sözlerden ibaret kalir."
    Recep Bey 'in bu cümlesi, Rauf Bey'le aralarinda kisa bir tartismaya yol açti : Fakat saldiriyorsunuz, "siz de sözlerimi kesiyorsunuz. . . " gibi karsilikli sözler söylendi. Sonunda Recep Bey, konusmasina devam ederek dedi ki : Saygideger Efendiler! Birtakim sorular soruyorlar. . . Ahmet gelmis midir? Kanun uygulanmis midir? Böyle bir gensoru görüsülürken, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsü hedefsiz olarak sorulacak ve söylenecek sözlerin yeri degildir." "Buraya çikiyorlar, söylüyorlar söylüyorlar. Sonunda da söylüyorum, söylüyorum ama bir sey yoktur, diyorlar. Böyle olunca, söylenenler anlamsiz bos sözlerdir ve gayesizdir. Durumun tarifi budur." Recep Bey, sözlerine su yolda devam etti : Çok dikkat ettim. Rauf Bey buraya çiktilar; sirasi geldi, icap etti, baska bir tarif yaptilar; fakat Cumhuriyet kelimesini söyleyemediler. . ."Sayin arkadaslar!" dedi. Oyun oynamiyoruz. Büyük bir inkilâptan çiktik, aydinlik bir gelecege dogru gidiyoruz. Bütün gerekleri bütün sartlari ve bütün açikligi ile bir hedefe yürüyoruz. dedi: bu Rauf Bey'deki küskünlük ki, sirasi gelmis ve arkadaslar, dolayisiyla firsat vermisken, bu kutsal ismi söylememekte inat edip direnmislerdir." "Fakat dikkate deger bir noktadir ki, bu zat, Istanbul'da kiyametleri koparmistir." "Elinden gelen her seyi yapti. Karsiniza çiktigi zamanda bütün bu yaptiklarindan döndü ve yemin ederek dedi ki, ben Cumhuriyetçiyim." "Bugün kendisinden süphe ediyorum."
    Beni bu süphenin yanlis olduguna inandirmayi kendileri için gerekiz buluyorlarsa, çiksinlar; kürsüden veya baska bir yerden söylesinler ki, böyle bir süpheye yer yoktur. Aksi takirde, Rauf Bey'in Cumhuriyet'e olan bagliligindan süphem vardir ve bu süphem devam edecektir. Gerçek budur.
    Recep Bey açiklamalarini bitirirken : Sayin arkadaslar, bugüne kadar, bogazimiza kadar kan içinde yugrularak bu davayi, bu kutsal vatanin kesin olarak yükselisini saglayacak olan bu dâvâyi, bu günkü durumuna kadar getirdik. Bugünden sonra yapilacak olan en büyük yanilgi, kararsizliklar, süpheler ve belirsizliklerdir. Bunlarin, sonunda bizi nereye götürecegini kimse bilemez."
    Recep Bey kürsüden inerken, Baskanlik makami, istegi üzerine, kendisini savunmak üzere Rauf Bey'e söz verdi.
    Rauf Bey : "Sizin her kararsizlik ve süpheye düstügünüz zamanlarda ben yeni bastan yemin etmeye, ant içmeye mecbur muyum?" dedi, "Mecbursun" sesleri yükseldi. Rauf Bey bu seslere"Hayir Efendiler, kimsenin kimseden süphe etmeye hakki yoktur! cümlesiyle cevap verdi.
    Buna Afyonkarahisar milletvekili Ali Bey, yerinden karsilik verdi : Sen de o vakit bu toprakta oturamazsin. Atalarinin, babanin ve dedenin geldigi yere gidersin. Bu toprak bunu istiyor" dedi.
    Bunun üzerine, Rauf Bey, kendileri ile görüs ayriliginda bulundugu noktayi açiklama yollu bir konusma yaparak dedi ki : "Millet bizi, kayitsiz sartsiz millî hâkimiyet ilkesine dayanan bir rejimin, demokrasi denilen halk rejiminin esaslarini kurmak üzere, kendi temsilcileri olarak seçmistir. Birtakim arkadaslarimiz, milletin bu hakkini Meclis'ten alip su veya bu makama, Meclisi dagitma, kanunlari geri çevirme gibi yetkiler verme düsünce ve egilimini benimsediler. Iste ben buna karsiyim. "
    Recep Bey, bu sözlere cevap verdi ve açikladi ki, Rauf Bey itiraz ettigi zaman, daha Teskilât-i Esasiye Kanunu ve böyle birtakim haklarin kimseye verilmesi veya verilmemesi söz konusu bile degildi. Bu meseleler ancak aylarca sonra ele alindi. Recep Bey, "Efendiler bu demagojidir" dedi.
    Rauf Bey, muhalif olusunun sebebini iyice anlatabilmek için söyle bir açiklama yapmayi gerekli gördü : "Efendiler, degil halifeci ve sultanci, bu makamin haklarini elinden alabilecek olan herhangi bir makamin da karsisindayim" dedi.
    Rauf Bey, halifeci ve sultanci olmadigini söylerken, Cumhurbaskanligi makamina ve Cumhurbaskanina karsi oldugunu da açiklamis ve ilân etmis oluyordu. Daha önce, yeri gelince de belirttigim üzere, Rauf Bey, "Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti" seklinde israr ediyordu. Ismin degismesine, yani Cumhuriyet adini almasina ragmen, teskilâtin o niteliginin korunmasini istiyordu. Ne için? Çünkü, Cumhurbaskanligi makami, hilâfet ve saltanat makamlarinin haklarini alabilirmis...
    Efendiler, sahsî görüs diye ortaya atilan bu sözler, Recep Bey' in dedigi gibi "bos ve anlamsiz sözler" degil de nedir? Bu gibi sözler üzerine kurulan "mantik demogoji" degil de nedir?
    Bu görüsün ve bu mantigin tasidigi anlam ve özü Rauf Bey 'in bu günkü gayret ve çalismalari pek güzel göstermektedir. Fakat, biz bunu anlamak için bugünlere kadar beklemek gafletinde kalamazdik. Bundan dolayi bizi mazur görsünler.



    MECLIS'TE YAPILAN GÖRÜSMELERIN MUHALIF BASINDAKI YANKILARI



    Efendiler, o gün de gensoru görüsmeleri bir sonuca baglanamadi; ertesi güne birakildi. 8 Kasim günü yapilacak görüsmeleri beklemek üzere, biraz da o günlerdeki bazi yayinlari gözden geçirelim.
    Vatan gazetesinin 5 Kasim l924 tarihli sayisindaki basyazida, Hükûmet'i tenkit edenler ve muhalefette yer alanlar ögülmekte, Hükûmet taraftarlari suçlanmaktadir. Basyazar : "Daha agzini açmayan tenkitçi adaylarina karsi, her gün kulaktan kulaga yeni bir saldirgan söz fisildaniyor. Hükûmetçi gruptan olan her kimse rastlarsaniz, o günün gizli günlük emrindeki sözleri oldugu gibi isitirsiniz" dedikten sonra, sözlerini dogrulamak için birtakim örnekler sayiyor ve "körükörüne emre uymayan, gerçegi görüp söylemek isteyen kimseleri daha baslangiçtan susturmak için her vasitaya basvuruyorlar" ve "keyfî irade, tabiî ve istikrarli durumun üstünde, hâkim olma niteligini korumaya devam edecektir" diyor.
    Efendiler, yazar "gizli günlük emir" ve "keyfî irade" deyimleriyle, millete neyi haber vermek istiyordu. Gizli günlük emirler veren, keyfî iradesini hâkim kilan kimdi? Bu gizli kapakli sözleri kullanan makale yazari, sonunda biz. "Taraf tutmaksizin, bir hakem durumunda, her iki tarafi da çagirip dinlemek, Cumhurbaskanligi'nin en nazik ve önemli görevidir" ögüdünü veriyor. Bu görevin hemen yapilmasini istiyor ve "çünkü yarin pek geç olabilir!" diye tehdit ediyor.
    Bir gün sonra, benim Meclis'in yeni dönemini açis nutkumdan söz eden ayni yazar, "tenkit egilimi gösteren en hür düsünceli vatandaslari, zaman zaman susturmaya çalisan tekelci bir siyasî sistem, gelisme ve ilerleme için kahredici bir cehennem demektir" cümlesiyle, uyguladigimiz sistem için pek haksiz ve insafsiz bir iftirada bulunuyor ve : Ugursuz gidisin belli bir noktada durdurulmasi, yeni bir çigir açilmasi lâzimdir." diyerek, bize yeniden görevimizi hatirlatiyordu.
    Vatan yazari, bir gün sonra yazdigi "sokaktaki adam" baslikli bas makalesini : Insallah iyi olur, demekten baska yapacak sey kalmamis gibi görünüyor" cümlesiyle bitiriyordu.
    8 Kasim 1924 tarihli Vatan gazetesinde yayinlanan bir Ankara telgrafinda : "Meclis, yüksek mevkide bulunanlar uygun görmedikçe kabineyi düsüremeyecektir" tarzinda büyük harflerle yazilmis ve "Rauf Bey'in dünkü konusmasinda, gensoru disinda önemsiz seylerden söz etmekle, gensoru isteyenlerin durumunu sarstigi ve gensoru dâvâsinin etkisini azalttigi söylenmektedir" gibi haberler vardir.
    Vatan gazetesinin, gensoru dâvâsini takip için özel olarak gönderdigi muhabiri, izlenimlerinde pek isabet göstermiyorsa da, gensoru meselesinin etkisini azaltma sebebi ile ilgili haberinde aldanmis görünmüyordu.
    Efendiler, Tevhid-i Efkâr basyazari da, bir sürü basmakalelerle muhalefeti destekleyip cesaretlendiriyor; kendini savunan Hükumet'in ve Hükumet'i tutan milletvekillerinin kendilerini savunmalarini ve söz söylemelerini bile istemiyordu. Bu basyazar diyordu ki : "Meclis'te Hükumet'i tutan milletvekilleri, böyle her önemli isi, gürültüye bogmak eglencesinde devam ederek, bunlari tenkit edenleri susturdukça, hiç süphe yokki, Ismet Pasa Hükumeti güvenoyu alacaktir. Ancak, bu güven oyunun gerçek degeri, nihayet, küçük bir sandigin içine çok sayida beyaz kâgit atilmis olmasindan ibaret kalacaktir."
    Bu safsatalar üzerinde durmaya gerek yoktur. Biraz da Tanin gazetesine bakalim : Tanin'in "Siyasî Mayalanmalar" adli bir basmakalesinde "Kutsal Milli Mücadele'de büyük hizmetleriyle taninmis, saygideger ve güvenilir bazi kimseler arasinda bir isbirligi yapilmakta oldugu" haberinin alindigindan; "Halk Partisi'ni ve Hükûmet'i samimî olarak tutan basinin" bu haberleri büyük bir hosnutsuzlukla karsilayip yorumlamalarindan" ve "kurulmakta olan yeni partiyi, daha simdiden gözden düsürecek sekilde düsünceler ileri sürülmesine kalkisildigindan" söz edilmektedir. Makalede, program konusu üzerinde de durularak, Halk Partisi'nin bir programinin bulunmadigina isaret edildikten sonra, "Biz Halk Partisi'nden hiç memnun degiliz, fakat Halk Partisi'nin ilkeleri adina söylenen ve görülen seyleri tamamiyle benimsiyoruz" deniliyor ve Halk Partisi'nin ilkelerinden ne anlasildigi açiklanarak : "Fakat acaba gerçektede öyle midir?" sorusu ortaya atiliyor. Yazar, bu soruya olumsuz cevap veriyor ve "gönlümüz, karsisinda böyle yenilikçi ve reformcu bir partiyi görmek istedigi için, Halk Partisi'ni bu dedigimiz sekilde hayal ediyoruz" diyor. Ondan sonra yazar, sunlari söylüyor : "Halk Partisi'nin programi ve sözleri baskadir, tuttugu yol baskadir. Halk Partisi nin demokratligi dudaklarindadir."
    Bu görüsün sahibi, birinci cümlesiyle, "Halk Partisi, Cumhuriyet ilân edecegini, hilâfeti kaldiracagini programina yazip ilân etmedi ve söylemedi; fakat fiilî olarak yapti" demek istiyorsa, dogrudur! Ancak, ikinci cümle ile Halk Partisi'ne yönelttigi suçlama dogru degildir.
    Makale sahibi, muhalif kimselerin iktidar mevkiine geçmek istemelerinin kanunî haklari oldugunu ispatlamak için kullandigi birçok söze sunu da ekliyor : "Vatan düsüncesiyle hareket etmek, yalnizca Tanri'nin iktidar mevkiindeki kimselere hak olarak bahsettigi bir fazilet midir?"
    Tanin basyazari, 4 Kasim 1924 tarihinde yazdigi "Ordu ve Siyaset," adli bir basmakalede de su düsünceleri ileri sürüyor : "Hükumet sekli Cumhuriyettir. Fakat, hükumetin yalniz adini "degistirmek hiçbir yarar saglamaz. Asil degistirilmesi gereken nokta, isin ruhudur, prensipleridir. Bugün Amerika'da, Birlesik Amerika Devletleri disinda daha yirmi kadar memleket vardir ki, hepsinin adi da Cumhuriyettir. Hattâ, hep senelerden meydana gelen Haiti bile bir Cumhuriyet idi. Fakat, buralarda, Cumhuriyetin istibdat rejiminden farki pek azdir. Soydan gelen bir hükümdar yerine, zorla Cumhurbaskanligina gelmis bir zorba görürüz. Iste bu kadar! Reisicumhur adini tasiyan bu zorba devleti keyfince yönetir. Mutlak bir hükümdar gibi, keyif ve hevesinden baska bir kanun tanimaz."
    Tanin basyazari, söz konusu ettigi Amerika Cumhuriyetlerinden Sili'yi bir yana birakarak, digerleri için diyor ki : "Hiçbirisi, bugün, gerçek Cumhuriyet adini tasimaya lâyik degildir. Çünkü demokrasiye... dayanmiyorlar; "Cumhuriyet adi altinda mutlak hükumetlerin hâkim olmasi, liderlerin asker olmasi yüzündendir."
    Burada bir an durmak isterim. Efendiler, bu makale, milletvekili olan komutanlarin, milletvekilliginden istifalari üzerine ve o münasebetle yaziliyor. Fakat öyle bir zamanda yaziliyor ki, ordularimizin müteftisleri, ordulari birakip Hükûmet'i düsürmek için Meclis'e gelmislerdir. Bu yazar da, onlarin iktidar mevkiine geçmek istemelerinin kanunî haklari oldugunu ispat için, daha bir gün önce sütunlarca yazi yazmistir. Cumhuriyet'in, mutlak hükûmet rejiminden farksiz olabilecegine örnekler siralayan ve bunun sebebinin de demokrasiye dayanmamak oldugunu söyleyen yazar, "Hükûmet partisinin demokratligi dudaklarindadir" diyen zattir. Bunun böyle olmasi "askerî liderler yüzündendir" diyen kimse, Türkiye Cumhurbaskani'nin da askerî liderlerden biri oldugunu bilen kimsedir. Bu kimsedir ki, askerî liderlerden olan filân ve filânlari, yine askerî liderlerden olan Türkiye Cumhurbaskani ve Türkiye Basbakani ile karsi karsiya getirip biribirlerine cephe aldirmak için, bütün gücüyle çalisiyor ve sonra sevmedigi tarafin yikilmasini millete gerekliymis gibi gösterebilmek için, sözde dikkate deger ve ibret alinacak örnekler veriyor ve hangi general, basina daha çok âsi toplayabilirse, Cumhurbaskanligina o geçer; "ordu komutanlari ve eskiya reisleri birbirleriyle çarpisarak Cumhurbaskanligi makamini zorla ele geçiriyorlar" diyor.
    Efendiler, bu ve buna benzer sözlerin ne maksatla ve nasil bir duygu içinde yazildigini fark etmemek ve bu gibi yayinlarin Meclis üyeleri üzerinde ve kamuoyunda birakacagi olumsuz ve zararli etkileri anlamamak mümkün degildi. Ne yazik ki, bu bozguncu etkiler gerçekten de fiilî tepkilerini göstermistir.
    Refet, Kâzim Karabekir ve Ali Fuat Pasa'larin, Millî Savunma Komisyonu'na seçilmemis olmalarindan üzüntü duyan ayni cumhuriyetçi yazar, bu defa da, ordu komutanlarinin, ordulara etki yapabilecek bir komisyona seçilmemis olmalarini dogru bulmuyor. Bu noktada, pek sevdigini anlatmak istedigi demokrasiye uygun davranistan bile vazgeçiyor. Bu düsünceleri içine alan cümleleri hep birlikte gözden geçirelim :
    "Siyaset" basligi altinda yazilmis yazilar arasinda "Millî Savunma Komisyonu, Millet Meclisi'nin hemen hemen en az siyasî olan, hattâ siyasetle hiç ilgisi bulunmayan bir çalisma koludur" cümlesi okunur. Yazar, bu cümle ile, Meclis'e giren ordu müfettislerinin siyasetle ilgisi bulunmayan bir alanda çalismalarina neden ve ne için meydan verilmedi? demek istiyor. Buna su yolda cevap vermek mümkündür : Millî Savunma Komisyonu siyasî islerle ilgisi bulunmayan bir komisyon olduguna göre oraya sirf siyasî islerle ugrasmak üzere Meclis'e gelmis olanlari sokmakta sakinca vardi da onun için !
    Yazar, bu cümleden sonra devam ederek diyor ki : "Burada, vatanin namus ve istiklâlini savunacak orduyu yönetmeye daha düzenli ve mükemmel bir duruma getirmeye ve gelismis bir sekle sokmaya yarayan kanunlar yapilacaktir. Kendilerini politikacilik hirsina kaptirmayip da yalniz vatani düsünenlerin, bu görevi, ordu ileri gelenleri arasinda en muktedir kimselere vermeleri bir vatan borcudur."
    Bu cümleler üzerinde de biraz duracagim :
    Ordunun yönetimi, daha düzenli ve mükemmel bir duruma getirilmesi ve daha da gelismis bir sekle sokulmasi hususu çok önemlidir. Bu hususla görevli bulunan ve ugrasan makam "Genelkurmay" dir. Yazarinda dedigi gibi, bu makamda en seçkin komutanlarimiz bulunmaktadir. Ordunun yönetimi, düzenlenmesi ve daha mükemmel bir duruma getirilmesi islerini üzerine almis bulunan Genelkurmay, gerektikçe, bu konularda Hükumet'e tekliflerde bulunur.
    Genelkurmay'in ve Hükûmet içinde yer alan Millî Savunma Bakanligi'nin enine boyuna düsünüp tespit ettikleri meseleler, her yil toplanan "Yüksek Askerî Sûrâ" tarafindan incelenir ve görüsülür. Yüksek Askerî Sûrâ; Genelkurmay Baskani, Millî Savunma Bakani, Bahriye ve Ordu Müfettislerinden olusur. Yüksek Askerî Surâ'nin incelemesinden geçen ve uygulanmasi kabul gören hususlardan, gerekli bulunanlar hükumete teklif edilir. Bu teklifler içinde uygulanmak üzere kanunlasmasi gerekenler varsa, iste onlar Meclis'e sunulur. Meclis'te usulüne uyularak Millî Savunma Komisyonu'ndan ve ilgisi varsa baska komisyonlardanda geçtikten sonra, Meclis Genel Kurulu'nda görüsülür ve kanunlastirilir.
    Millî Savunma Komisyonu'ndaki üyelerin askerlikten anlamasi gerekir. Fakat yalniz askerlikten anlamasi yeterli degildir. Devletin maliyesinden, siyasetinden ve daha birçok seyden de anlamasi gerekmektedir. Yalniz askerlikten anlamak, ordu ile ilgili kanun tasarilari hazirlamak için yeterli sayilsaydi, Genelkurmay'in tespitinden ve Yüksek Askerî Sûrâ'nin da onayindan sonra, tasarilarin ayrica baska bir komisyonda veya komisyonlarda incelenmelerine gerek kalmazdi. Zira, politika ile ugrasan kimseler, askerlikten gelmis olsalar bile, bütün hayatlarini ilim ve teknikle ve askerî gelismeleri günü gününe takip ve uygulamakla geçiren kimselerden daha uzman ve daha yetkili olamazlar.
    Ordunun yönetimi, düzenlenip daha mükemmel bir duruma getirilmesi için pek yerinde görüsleri ve büyük tecrübeleri oldugunu zanneden ve Yüksek Askerî Surâ'da kanun geregince üye bulunan ordu müfettisleri için en uygun çalisma alani, ordularin basindaki ve Yüksek Askerî Surâ içindeki yerleriydi. Ciddiyet isteyen ve mevkiin deger ve önemini anlayip; Hükumet'i, Millî Savunma Bakanligi'ni, Genelkurmay'i begenmeyip; onlari, kendilerinin askerlikle ilgili düsünce ve tasarilarini degerlendirmekten uzak görerek, siyasî alanda çalismayi tercih eden komutanlarin Millî Savunma Komisyonu'na girmelerini saglamaya çalismak; Onlarin, Hükumet'ten Meclis'e gelen ordu ile ilgili her türlü teklifin sonuçlandirilmasini engellemek ve bunlari elde bir koz olarak kullanmak suretiyle Hükumet'i düsürmek ve Genelkurmay Baskani'ni degistirmek gibi kötü heveslerini gerçeklestirme maksadina dayanabilir. Tanin bas yazarinin da, bu noktadaki gayesinin baska bir sey oldugunu zannetmek abestir.
    Gayesinin gerçeklesmemesi yüzünden "kaygili ve üzüntülü" olan yazar : "Eski Atina Cumhuriyeti'nde demokrasinin koydugu ilkelere o denli siki sikiya bagli idiler ki, yönetimle ilgili kollarin hiçbirinde, bilgi ve uzmanlik bakimindan bile bir üstünlük kurali kabul edememislerdi." Demokrasideki bu asiriliga ragmen, Atina demokrasisinde, generaller bu kurallarin disinda tutulmuslardir" diyor.
    Halk Partisi'nin demokratliginin dudaklarinda oldugunu ve Cumhuriyet'in mutlak hükûmet rejiminden farksiz bulundugunu millete anlatmaya çalisan bir kimsenin, bu safsatasini daha gazetesinde okunmakta oldugu günlerde, iktidar mevkiine geçirmek gayretine koyuldugu generallerin demokrasi kurallarinin bile disinda tutulabilecekleri görüsünü ileri sürmesi, sanirim ki, dürüst insanlarin yapabilecekleri hareketlerden degildir.
    Efendiler, kin ve ihtiras, bir insanin düsüncesini ve vicdanini kararttigi zaman o insan nasil konusur, buna bir örnek ister misiniz?
    Iste buyurunuz, ayni yazarin su sözlerini dinleyiniz : "Halk Partisi'ne Ismet Pasa Hükûmeti'nin memlekete gösterdigi çirkin çehre! Sahsi ihtiraslarinin peSinde bu kadar esîr olan önderler, milli bir parti kurmak ve milleti temsil etmek iddiasina kalkisamazlar."
    Gelecegin ümidiyle kaynayip cosan gençler, taze ve temiz canlarini feda ettiler : Memleketi kurtarmak için! Memleketi, kendilerinden ve ihtiraslarindan baska birsey düsünmeyen politikacilar elinde oyuncak etmek için degil!
    Gerçegin tam tersini dile getiren bu demagoji ve safsata sahibi yazar, bizim kurdugumuz partiyi, bizim hükûmet kurmakla görevlendirdigimiz Ismet Pasa'nin ve Hükûmeti'nin çehresini çirkin görüyor ve gösteriyor.
    Efendiler, bizim çehremiz her zaman temiz ve akti; her zaman da temiz ve ak kalacaktir. Çehresi çirkin, vicdani çirkinliklerle dolu olanlar, bizim vatanseverce vicdan temizligi ile ve namusluca davranislarimizi, kendi bayagi ve çirkin ihtiraslari yüzünden çirkin göstermeye kalkisanlardir.


    MECLIS'TEKI GENSORU GÖRÜSMELERININ SON GÜNÜ



    Efendiler, 8 Kasim günü, Meclis'te gensoru görüsmelerine devam edildi. Feridun Fikri Bey'in "Meclis sorusturmasi" nin kabulü ile ilgili konusmasi, birçok konusmacinin sözleriyle karisarak hayli uzadi. Ondan sonra Yunus Nadi Bey kürsüye çikarak : "Efendiler, dedi, memleketin rejimi söz konusudur. Cumhuriyet rejimi söz konusudur. Herseyden önce bu meseleyi görüsmek lâzimdir! " Yunus Nadi Bey, Rauf Bey'in bir gün önceki sözleri üzerinde durarak, millî hâkimiyet mi Cumhuriyet'in gelismesinden dogmustur? Yoksa Cumhuriyet mi millî hâkimiyetin gelismesinin sonucudur?" seklinde bir nazariyenin tartisilmasinin yersiz oldugunu açikladi.
    Rauf Bey'in "Degil halifenin, saltanatin, bu makamin haklarini elinden alabilecek olan herhangi bir makamin aleyhindeyim" seklindeki sözlerini, Yunus Nadi Bey, söyle yorumladi : Rauf Bey'e göre bu makamin haklari vardir. Ifade açiktir. Sakli haklari vardir. Sakin kimse almasin, günün birinde belki lâzim olacaktir." "Halbuki Teskilât-i Esasiye Kanunu çikmistir. Bütün makamlar tespit edilmistir. Bütün durumlar kanunda yerini almis, belirtilmistir. Ama hâlâ efsaneden safsatadan söz ediyor."
    Bundan sonra Yunus Nadi Bey sunlari söyledi : "... Cumhuriyet'i begenmeyen kimseler vardir. Açikça söyleyemediklerini düsüncelerinde besleyen yaratiklar vardir ve bunlar içimizdedirler. "... Öyle adamlarin kafasi ezilir, efendiler!"
    Yunus Nadi Bey, Rauf Bey ve arkadaslarinin gösteri yaparcasina davranislarindan, müfettis pasalarin istifalarindan ve Meclis'in içinde oyun oynanilmayacagindan söz ettikten sonra, dedi ki : Özel ve gizli tertiplerle bazi maksatlari gerçeklestirebiliriz kuruntusuna kapilarak ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kösesinde oturarak bu türlü seyleri yapmak saygisizliktir. Kabul edemeyiz, efendim.
    Yunus Nadi Bey, Refet Pasa'ya iliserek sunlari söyledi :
    "Yüksek malumunuz oldugu üzere, Refet Pasa Hazretleri, alti yedi ay önce, basinda yer alan gösterisli ve yersiz... bazi açiklama ve demeçlerle milletvekilliginden istifa etmislerdir. Garip bir olaydir. Gerekçe olarak eklemislerdi ki, milletvekilliginden çekilmelerinin sebebi, karanlik odada, yalniz arkadaslari arasinda bir millî and mi ne, bir sey varmis. Orada toplanan arkadaslari is basina getirecekmis. Efendim, çok merak ettim bu isi."
    Afyonkarahisar Milletvekili Ali Bey, yerinden söze karisti ve : "Yani generaller hükûmeti" dedi. Yunus Nadi Bey : "Çok merak ettim bu isi :" diyerek sözüne devam etti ve dedi ki : "Teskilât-i Esasiye Kanunu vardir. Cumhuriyet kurulmustur. Hükûmetin nasil teskil edilecegi orada yazilidir. Bütün bunlari idare eden bir Türkiye Büyük Millet Meclisi vardir. Hayir, bunlar yeterli degildir. Istenir ki, Refet Pasa milletvekilliginden istifa etsin ve gitsin hükûmet kursun; yakin arkadaslar toplansin... Ne kanaattir bu?"
    "Efendim, dag basinda miyiz? Demirci Efe'yi alip gelip de hükûmet mi kuracakti? Meclis yok mudur? Teskilât-i Esasiye Kanunu yokmudur? Bu ne mantiksizca harekettir."
    Refet Pasa, Yunus Nadi Bey'e cevap vermek üzere kürsüye çikti. Kendisini savunmaya çalisirken, Rauf Bey iIe aralarinda bir fikir birligi oldugundan, Rauf Bey'in söyledigi her seyin onun hesabina da kaydedilmesi gerekeceginden söz ettikten sonra : "Iki asker milletvekilinin Meclis'e dönmelerini istemissem, acaba Çin'de oldugu gibi bir cumhuriyeti mi yapmak istemis olurum?" dedi. Refet Pasa'nin sözlerine, birçok milletvekili oturduklari yerden kisa cevaplar vermeye basladilar. Hemen hemen karsilikli tartismalarin yapildigi bir konusma oldu. Nihayet, kürsü baska bir muhalif konusmaciya birakildi. Bundan sonra kürsüye çikan Mahmut Esat Bey ( Izmir), "...Günlerden beri sürmekte olan ve sonu bir türlü gelmeyen görüsmelere ne inkilâbin ve ne de milletin tahammülü vardir" dedikten sonra durumun inkilâp adina, inkilâbi ileri götürmek adina hükumeti düsürmek" ten ibaret olmadigini belirtti.
    Mahmut Esat Bey, her seyden önce gidilecek yollarin belirtilmesi gerektigini, o takdirde daha samimî ve daha kesin olarak yürünebilecegini söyledi ve Rauf Bey'in görüsüne tenias ederek söyle bir degerlendirme yapti : "Millî hâkimiyet baska bir konudur. Cumhuriyet, mesrutiyet, mutlakiyet rejimleri ve istibdat daha baska konulardir. Bunlardan bir kismi devlet sekilleridir. Digerleri millet iradesinin kullanilmasi ve uygulanmasidir. Bu dört sekil içinde, millî hâkimiyetin çesitli yollarla uygulandigini görüyoruz. Hattâ bir parça istibdat seklinde bile vardir. Mesrutiyette biraz daha fazla, Cumhuriyet'te daha fazla. Bundan dolayi, burada iki seyi birbirine karistirmamak gerekir, Millî hâkimiyet Cumhuriyet'in gelismesinin eseridir, denemez. Çünkü millî hâkimiyet, sekil degildir. Ruh ve öz meselesidir. "
    Mahmut Esat Bey, Rauf Bey'in sahsî görüs diye ortaya attigi sözler üzerinde, gerektigi kadar durduktan sonra : "Türk inkilâbi yükseliyor. "Ancak, bu inkilâbi sür'atle hedefine, milletçe beklenen hedefine ulastirabilmek için, bir an önce gerçek durumun açiklik kazanmasi lâzimdir. Türk milleti, ortada, demokrasi adina çekilmis bir kiliç gibi, bunu beklemektedir sözleriyle konusmasina son verdi.
    Bundan sonra, Adalet Bakani Necati ve Millî Egitim Bakani Vasif Bey'ler, muhalif konusmacilarin sorularina uzun konusmalar yaparak cevap verdiler.




    RIZA NUR BEY'IN ARNAVUTLARI TÜRKLÜGE KARSI AYAKLANDIRMAYA ÇALISANLARDAN BIRI OLDUGU ANLASILDI



    Maliye Bakani, Mustafa Abdülhâlik Bey, konusmasina baslamadan önce, Riza Nur Bey'den, zabittaki sözlerinden bazilarinin açiklanmasini istedi. Riza Nur Bey, Yanyali'larin Türklügünü süpheli gösterecek sekilde sözler söylemisti. Abdülhâlik Bey, Riza Nur Bey'in düsüncesindeki yanlisligi söyle düzeltti : Doktor Bey alti yüz yil önce, Arnavutlugun bir parçasi olan Yanya'ya giden atalarimin orada biraktiklari torunlarini baska bir soydanmis gibi göstererek onlari itham ediyor. Hem de kim? Maalesef öyle savgideger bir arkadasim ki, alti yildan beri mutaassip bir milliyetçi olmustur. Daha önce öyle degildi. Kendisi daha iyi bilirler. Ben, o Yanyali dedikleri adam, Türklük için silâhla savasirken kendileri tam tersine, Arnavutlari "Türklüge karsi" ayaklansinlar diye kiskirtmistir.
    Gerçekten de Riza Nur Bey'in siyasî hayatinda birçok mücadelelere katildigi biliniyordu. Bu durumu, milliyetçi olarak Millet Meclisi devrinde, ona hizmet ve çalisma alanlari gösterilmesine engel sayilmamisti. Fakat, Türklerin Rumeli'den çikarilmasi gibi, her Türk'ün kalbinde sonsuz ve unutulmaz bir aci yaratan büyük felâket olayinda asiri milliyetçi Riza Nur Bey'in, Arnavut âsileriyle birlikte Türklere karsi çalistigini bilmiyorduk. Bu durum anlasilinca Büyük Millet Meclisi'ni hayret ve dehset kapladi.
    Bundan sonra Maliye Bakani öteki konular üzerindeki açiklamalarina geçti. Onun arkasindan Tarim Bakani Sükrü Kaya Bey söz aldi. Sükrü Kaya Bey, özellikle Tarim Bakanligi'ni tenkit eden bir konusmaciya cevap verdi ve ziraat islerinin güzel cümleler, güzel sözler ve güzel mantiklarla gizlenecek bir sey olmadigini açikladiktan sonra : Bu topraga yazilan bir eserdir. Onun sayfalari açik ve herkes tarafindan okunmaktadir" dedi ve ilâve etti : "Kalkip da yüce Meclis'in huzurunda, söyle yapildi, böyle yapildi gibi demagoji yapilabilir mi? Bu ne cür'ettir?"
    Ticaret Bakani Hasan Bey ve Bayindirlik Bakani rahmetli Süleyman Sirri Bey'den sonra konusma sirasi Disisleri Bakanligi'na ve Basbakanlik'a geldi.
    Efendiler, Basbakan Ismet Pasa, gensorunun genel olmasini teklif ettigi günden sonra, görüsmelere katilamayacak kadar, hastalanmis, yatiyordu. Millî Savunma Bakani Kâzim Fasa, Ismet Pasa adina kürsüye çikarak gereken açiklamalari yapti.
    Artik gensoru görüsmelerine son verme zamani gelmisti. Görüsme yeterligi kabul edildikten sonra, Feridun Fikri Bey'in Meclis sorusturmasi önergesi reddedildi.




    BÜYÜK MILLET MECLISI'NIN ISMET PASA KABINESI'NE GÜVENOYU VERMESI MUHALIF KALEM SAHIPLERINE DAHA NELER YAZDIRDI



    19 oya karsi 148 oyla Ismet Pasa Hükümeti güven oyu aldi. Bir kisi de çekimser kalmisti. Efendiler, Meclis'te yenilmis olanlarin gazeteci arkadaslari, bu sonucu elbette hiç begenmediler. Daha küskün ve inatçi bir sekilde hücumlara geçtiler.
    9 Kasim tarihli Vatan gazetesinin basmakalesi : "Bugünkü idare sekli, adina göre milli hakimiyetin en yüksek sekli olmustur. Fakat hükûmetçilerin zihniyeti biraz kazilsa, hemen hiç degismemis oldugu görülür" ve : "Bugün gerici kelimesi yeniden sik sik kullanilir olmustur" seklinde tenkitlerle doludur.
    10 Kasim tarihli Vatan'in "Meydan Muharebesi'nin Neticesi" baslikli basmakalesinde Timurlenk'in fil hikâyesi tekrarlandiktan sonra, Hükûmet'i düsürmeye çalisanlarin iyi hareket edemediklerinden yakinan su düsünceler yer aliyordu : "Ankara'da ilk gensoru görüsmeleri basladigi zaman, ortada tenkitçi, azimli bir çogunluk vardi." "Tenkitçiler bu durumu idare edemediler. 'Teskilâtsiz kimseler olarak teker teker tenkitlerde bulundular." "Teker teker yapilan tenkitler bile, saglam ölçülerle yürütülemedi. Gensoru genellesince, tatil zamanindaki not defterlerini açan olmadi. En keskin tenkitçiler bile, dillerinin altindakini söylemekten çekindiler.
    Makale sahibi, duruma , politikacilik açisindan bakarak, diyor ki : "Hükûmetçilerin mükemmel bir ayarlama ile ve basindan sonuna kadar iyi düsünülmüs bir plânla hareket ettikleri görülür."
    Burada, insanin makale sahibine söyle bir soru soracagi geliyor :
    Milletin kaderinin sorumlulugunu ellerine aldirmak istediginiz kimseler, aylarca ve aylarca hazirlandiktan ve Istanbul'daki arkadaslariylada uzun boylu görüstükten sonra, sizin de belirttiginiz gibi, dillerinin altindakini söylemekten çekinecek kadar kendilerine güvenemezlerse, topu topu on dokuz buçuk kisinin Meclis'teki hareketini birlestiremeyecek kadar güçsüz olurlarsa, bu kimselerin devletin basina geçmeye lâyik olduklari düsünülebilir mi?
    Efendiler, Tanri'nin "Mirsad-i Ibret" sütunundan da birkaç cümle okuyacagim. Bu sütunu dolduran yazar, bütün memleket Meclis'in genel görüsünü seyrettiriyor ve ona : "Eyvah! Bu da ötekiler gibi çikti dedirtiyor."
    Pusuya yatan bu yazar, kulagina su sözlerin fisildandigini da isitiyor : ".. Eski yikintilarla yapilan bir binadan ne umarsin ki!..." acaba, bu yazilari yazmis olan kimse, o gün gerçekten böyle mi duygulanmisti? Yoksa, bu anlamsiz sözleri, milleti bize karsi kiskirtmak için bile bile mi yaziyordu? Ister öyle, ister böyle olsun, her ikiside dogru degildi. Bu türlü yazarlar Cumhuriyet'e kötülük etmislerdir.
    Efendiler, Tevhid-i Efkâr'in da "Faydasiz ve kiymetsiz bir Zafer" diye yazdigi yararsiz ve degersiz yazilari devam ediyordu.



    TERAKKIPERVER CUMHURIYET FIRKASI VE EN HAIN KAFALARIN ESERI OLAN PROGRAMI



    Saygideger Efendiler, komployu konusunu açiklarken ve komplonun Meclis içindeki safhasini anlatirken, önemsiz gibi sayilabilecek bazi ayrintilar üzerinde durdum. Bunda beni hakli bulacaginizi umarim.
    Hatira gelir ki, her hükûmet, her zaman bu gensoru önergesi ile sorguya çekilebilir. Bir gensoruya bu kadar önem vermek dogru mudur? Arz etmeliyim ki, söz konusu olan gensoru normal bir gensoru denildi. Hazirlanan komplonun özel bir safhasiydi. Bu gensoru sahnesinden sonradir ki, muhalifler, maskelerini atmaya mecbur edildiler. Bilindigi üzere "Terakkiperver Cumhuriyet Firkasi" diye bir parti kurdular. Bu partinin gizli eller târafindan çizilen programini da ortaya attilar.
    "Cumhuriyet" kelimesini agizlarina almaktan bile çekinenlerin, Gumhuriyet'i dogdugu gün bogmak isteyenlerin, kurduklari partiye "Cumhuriyet" ve hem de "Terakkiperver Cumhuriyet" adini vermis olmalari, nasil ciddîye alinabilir ve ne dereceye kadar samimî sayilabilir.
    Rauf Bey ve arkadaslarinin kurduklari bu parti "Muhafazakâr" adi altinda ortaya çikmis olsaydi, belki bir anlami olurdu. Fakat bizden daha çok oumhuriyetçi ve bizden daha çok ilerici olduklarini iddiaya kalkismalari elbette dogru degildi.
    "Parti, dinî düsünce ve inançlara saygilidir" ilkesini bayrak olarak eline alan kîmselerden iyi niyet beklenebilir miydi? Bu bayrak, yüzyillardan beri cahilleri, bagnazlari ve hurafelere inananlari kazdirarak özel çikarlar saglamaya kalkmis olanlarin tasidiklari bayrak degil miydi? Türk milleti, yüz yillardan beri, sonu gelmeyen felâketlere, içinden çikabilmek için büyük fedakârliklarin gerekli oldugu pis batakliklara, hep bu bayrak gösterilerek sürüklenmemis miydi :
    Cumhuriyetçi ve yenilikçi olduklarini zannettirrnek isteyenlerin, yine bu bayrakla ortaya atilmalari, dinî bagnazligi costurarak, milleti, Cumhuriyet'e" ilerlemeye ve yenilesmeye karsi kiskirtmak degil miydi? Yeni parti, dinî düsünce ve inançlara saygi perdesi altinda : "Biz Hilâfet'i yeniden isteriz; biz yeni kanunlar istemeyiz; bize Mecelle yeterlidir; medreseler, tekkeler, cahil softalar, seyhler, müritler biz sizi koruyacagiz; bizimle birlikte olunuz ! Çünkü, Mustafa Kemal'in partisi Hilâfet'i kaldirdi. Islâmiyet'e zarar veriyor; sizi gâvur yapacak, size sapka giydirecektir" diye bagirmiyor muydu? Yeni partinin kullandigi slogan bu gerici haykirislarla dolu degil miydi ?
    Efendiler, bu slogana bagli olanlardan birinin, çok zaman önce ( 10 Mart 1923 tarihinde) idam edilmis olan Cebranli Kürt Halit Bey' e yazdigi mektuptaki su cümlelere bakiniz : " Islâm dünyasinin ebedîligini saglayan ilkelere saldiriyorlar." "Bu konudaki açiklamalarinizi arkadaslara da okudum. Hepsinin gayretlerini artirdim "Batiyi örnek almak, tarihimizi, medeniyetimizi, kaybetmeyi" zarurî kilar. "... Hilâfet'i yikmak, lâik bir idare kurmayi düsünmek, hep Islâmligin gelecegini tehlikeye sokacak sebepleri yaratmaktan baska bir sonuç veremez.
    Efendiler, olaylar ve olup bitenler ortaya koydu ve ispat etti ki, "Terakkiperver ve Cumhuriyet Firkasi'nin programi en hain kafalarin eseridir. Bu parti, memlekette suikastçilarin, gericilerin siginagi ve ümitlerinin dayanagi oldu. Dis düsmanlarin, yeni Türk Devleti'ni körpe Türk Cumhuriyeti'ni yikmayi hedef alan plânlarinin kolaylikla uygulanmasina yardim etmeye çalisti. Tarih, (gizli maksatlarla hdzirlanmis, genel ve gerici nitelikteki) Dogu isyaninin sebeplerini inceleyip arastirdigi zaman, onun önemli ve belirli sebepleri arasinda "Terakkiperver Cumhuriyet Firkasi'nin dinî konularda verdigi sözleri, dogu ya gönderdigi sorumlu sekreterinin kurdugu örgütü ve yaptigi kiskirtmalari bulacaktir.
    Hatira defterini "fazladan ve gece kilinan namazlar' in sevabini anlatan hadislerle dolduran bu sorumlu sekreter, dogu illerimizde dinî kiskirtmalarda bulunurken, partisinin programini uygulamiyormuydu? Mâsum halka, bes vakit namazdan baska, geceleri de fazla namaz kilmayi vaaz ve nasihat eden, belki de ömründe hiç namaz kilmamis olan bir politikaci olursa, bu hareketin hedefi anlasilmaz olur mu ?
    Efendiler, yaptigimiz inkilâbin genisligi ve büyüklügü karsisinda eski hurafelerin ve müesseselerin birer birer yikilisini gören bagnaz ve gerici unsurlar, "dinî düsünce ve inançlara saygili" oidugunu ilân eden bir partiye ve özellikle bu partinin içinde isimleri ün yapmis kimselere dört elle sarilmazlar mi? Yeni parti kuran kimseler bu gerçegi kavramis degiller midir? O halde, ellerine aldiklari din bayragi ile, millet ve memleketi nereye götürmek istiyorlardi? Böyle bir soruya verilmesi gereken cevapta iyiniyet, gailet, kayitsizlik gibi sözler, memleketi ileriye götürecegim diye ortaya atilan bir partinin ileri gelenleri için mazeret sayilamaz!
    Efendiler, yeni parti kendine ad olarak seçtigi "Terakkî" ve "Cumhuriyet" kelimelerinin tam tersi olan anlamlarla gelismistir. Bu partinin liderleri, gericilere gerçekten ümit ve kuvvet vermistir. Buna örnek olarak arz edeyim : Ergani'de, âsîlerin valiligini kabul eden ve sonra asilmis olan Kadri, Seyh Said'e yazdigi bir mektupta : "Millet Meclisi'nde, Kâzim Karabekir Pasa'nin partisi, seriat hükümlerine saygili ve dindardir. Bize yardimci olacaklarina süphe etmem. Hattâ, Seyh Eyüp'ün yaninda bulunan sorumlu sekreterleri, partinin tüzügünü getirmistir..." diyor. Seyh Eyüp de yargilanmasi sirasinda : "Dini kurtaracak tek partinin, Kâzim Karabekir Pasa'nin kurdugu parti olup, seriat hükümlerine uyulacaginin, parti tüzügünde ilân edildigini" söylemistir.
    Efendiler, "Terakkiperver" ve "Cumhuriyet" kelimelerini kullanarak, bize ve milletin aydinlarina karsi din bayragini gizlemeye çalisanlarin, memlekette genel bir gericilik ve ayaklanmaya yol açmak için içeride ve disarida türlü düzen ve kiskirtmalarla ugrasanlarin varligindan habersiz olduklari düsünülebilir mi? Yeni partiye girenlerin bütün üyelerî söz konusu olmasa bile, dinî vaatleri basariya ulasmanin en etkili unsurlari sayan ve bununla ilgili slogani tüzüklerine de koymus olan kimselerin, sahislarimiza ve memlekete karsi yöneltilmis olan suikastlerden habersiz olduklari kabul edilemez!
    Diyelim ki, bunlarin isyanin patlak vermesinden aylarca önce, memleketin surasinda burasinda yapilan gizli toplantilardan, "Cemiyet-i Hafiye-i Islâmiye" teskilâtindan, Istanbul'da Naksibendi seyhlerinin yaptigi toplantida, hazirlanacak ayaklanmaya yardim için söz verildiginden ve nihayet millî sinirlarimizin disinda bulunup da Dogu isyanini kiskirtanlarin bildirilerinde, Kâzim Karabekir Pasa'nin partisinden ümitle söz edildiginden haberleri olmadigini düsünelim. Ancak, Bunlarin, Fethi Bey Hükûmeti zamaninda, dogrudan dogruya Fethi Bey vasitasiyla kendilerine, partilerinin zararli, isyan ve gericiligi kiskirtici bir durum ve nitelikte oldugu bildirildigi zaman olsun, gerçegi görüp anlamalari gerekmez miydi? Hükûmetin ve benim tertemiz düsüncelerle yaptigimiz bu uyarmalardan sonra olsun, gerçegi kavrayip ona uymalari beklenirdi. Onlar tam tersine, bu defada "dinî düsünce ve inançlara saygiliyiz" sloganini büsbütün zit bir anlamda yorumlamaya kalkistilar. Sözde, bu sloganla, her dinin ve her dinden olanlarin düsünce ve inançlarina saygili olduklarini belirtmek... genis ölçüde hürriyetçi olduklarini anlatmak istiyorlarmis... Efendiler, böyle bir tutuma dürüst ve samimîdir denemez!
    Politika dünyasinda birçok oyunlar görülür. Fakat, kutsal bir ülkünün kendini ortaya koydugu Cumhuriyet rejimine, çagdas yenilesmeye karsi, cahillik, bagnazlik ve her türlü düsmanlik ayaga kalktigi zaman, özellikle yenilikçi ve cumhuriyetçi olanlarin yeri, gerçekten yenilikçi ve cumhuriyetçi olanlarin yanidir. Yoksa gericilerin ümit ve faaliyet kaynagi olan saf degil...
    Ne oldu Efendiler? Hükûmet ve Meclis olaganüstü tedbirler almayi gerekli gördü. Takrîr-i Sükûn Kanunu'nu çikardi. Istiklâl Mahkemeleri'ni kurdu. Ordunun savasa hazir sekiz dokuz tümenini, uzun zaman isyani bastirmak üzere görevlendirdi. "Terakkiperver Cumhuriyet Firkasi" denilen zararli siyasî kurulusu kapatti.



    CUMHURIYET DÜSMANLARININ SON ALÇAKCA TESEBBÜSLERI



    Bütün bu yapilanlar, elbette Cumhuriyet'in basarisi ile sonuçlandi. Âsîler yok edildi. Fakat Cumhuriyet düsmanlari, büyük komplonun bütün safhalari ile son buldugunu kabul etmediler . Alçakcasina son bir tesebbüse giristiler. Bu tesebbüsler Izmir suikasti olarak kendini gösterdi. Cumhuriyet mahkemelerinin ezici pençesi, bu defa da Cumhuriyet'i suikastçilarin elinden kurtarmayi basardi.



    MEMLEKETTE HUZUR VE GÜVENLIGI SAGLAMAK IÇIN UYGULANAN OLAGANÜSTÜ TEDBIRLERIN IYI SONUÇLARI



    Saygideger Efendiler, durumun ciddîlesmesi üzerine, hükûmetçe olaganüstü tedbirler alinmasi gerektigi yolundaki görüsümüzü ilk defa ortaya koydugumuz zaman, bunu iyi karsilamayanlar vardi. Takrîr-i Sükûn Kanunu'nu ve Istiklâl Mahkemeler'ini bir baski vasitasi olarak kullanacagimiz düsüncesini ortaya atanlar ve bu tiüsünceyi benimsetmeye çalisanlar oldu.
    Süphe yok ki, zaman ve olaylar, bu nefret verici düsünceyi asilamaya çalisanlari, elbette utanilacak bir duruma düsürmüstür.
    Biz, alinan fakat kanunî olan bu olaganüstü tedbirleri, hiçbir zaman ve hiçbir sekilde kanunun üstüne çikmak için bir vasita olarak kullanmadik. Aksine, memlekette huzur ve güvenligi saglamak için uyguladik. Biz o tedbirleri, milletin medenî ve sosyal alandaki gelismesinde yararli kildik.
    Efendiler, aldigimiz olaganüstü tedbirlerin uygulanmasina gerek kalmadigi görüldükçe, onlarin uygulamadan kaldirilmasinda tereddüt edilmemistir. Nitekim, Istiklâl Mahkemeleri, zamaninda kaldirildigi gibi, Takrîr-i Sükûn Kanunu da yürürlük süresinin sonunda, yeniden Büyük Millet Meclisi'nin incelemesine sunuldu. Meclis, Kanunun bir süre daha yürürlükte kalmasini gerekli bulmussa, elbette, bu milletin ve Cumhuriyet'in yüksek yararlari içindir. Yüce Meclis'in elimize istibdat vasitasi verme gayesi güderek böyle bir karar aldigi düsünülebilir mi?
    Efendiler, Takrîr-i Sükûn Kanunu'nun yürürlükte ve Istiklâl Mahkemeleri'nin faaliyette bulundugu süre içinde yapilan isleri gözönüne getirecek olursaniz, Meclis'in ve milletin güven ve itimadinin tamamen yerinde kullanilmis oldugu kendiliginden anlasilir.
    Memlekette çikarilan büyük isyan ve hazirlanan suikast tertipleri bastirilarak saglanan güvenlik ve huzur, elbette bütün milletçe memnunlukla karsilanmistir.
    Efendiler, milletimizin basina giymekte oldugu, cahillik, gaflet, taassup, yenilik ve medeniyet düsmanliginin belirgin isareti gibi görünen fesi atarak, onun yerine bütün medenî dünyaca baslik olarak kullanilan sapkayi giymek ve böylece, Türk milletinin medenî toplumlardan zihniyet bakimindan da hiçbir ayriligi bulunmadigini göstermek kaçinilmaz oluyordu. Bunu, Takrîr-i Sükun Kanunu yürürlükte iken yaptik. Bu kanun yürürlükte olmasaydi yine yapacaktik. Fakat, bu uygulamada, kanunun yürürlükte olusu da kolaylik saglamis oldu denirse, bu, çok dogrudur. Gerçekten de Takrîr-i Sükun Kanunu'nun yürürlükte olmasi, bazi gericilerin, milleti genis ölçüde zehirlemesine meydan vermemistir. Gerçi, bir Bursa Milletvekili, yasama görevi boyunca, hiçbir zaman kürsüye çikmamis ve hiçbir zaman Meclis'te milletin ve Cumhuriyet'in çikarlarini savunmak için agzina bir tek kelime bile almamis olan Bursa Milletvekili Nurettin Pasa, yalniz sapka giyilmesinin aleyhine uzun bir önerge vermis ve bunu savunmak için kürsüye çikmistir. Sapka giydirilmesinin "temel haklara, millî hakimiyete ve kisi dokunulmazligina aykiri bir islem " oldugunu iddia etmis ve bunun "halka uygulanmamasini saglamaya" çalismistir. Ancak, Nurettin Pasa'nin, millet kürsüsünden alevlendirmeyi basarabildigi taassup ve gericilik duygulari sonunda birkaç yer de, o da yalniz birkaç gericinin, Istiklâl Mahkemeleri'nde hesap vermeleriyle söndü.
    Efendiler, tekke ve zaviyelerle, türbelerin kapatilmasi ve bütün tarikatlarla, seyhlik, dervislik, müritlik, çelebilik, falcilik, büyücülük ve türbedarlik v.b. birtakim ünvanlarin kaldirilmasi ve yasaklanmasi da Takrîr-i Sükûn Kanunu yürürlükte iken yapilmistir. Bu konularla ilgili yüriiitme ve uygulamalarin, toplumumuzun, hurafelere inanan, ilkel bir kavim olmadigini göstermek bakimindan ne kadar gerekli oldugu takdir olunur.
    Bir takim seyhlerin, dedelerin, seyyitlerin, çelebilerin, babalarin, emirlerin arkasindan sürüklenen, kaderlerini ve hayatlarini falcilara, büyücülere, üfürükçülere, muskacilarin ellerine birakan insanlardan meydana gelmis bir topluluga bir millet gözüyle bakilabilir mi?
    Milletimizin kendine has niteligini yanlis sekilde gösterebilen ve yüzyillarca göstermis olan bu gibi unsurlar ve kuruluslar, yeni Türkiye Devleti'nde Türkiye Cumhuriyeti'nde devam ettirilmeli miydi ? Buna önem vermemek, ilerleme ve yenilesme adina pek büyük ve düzeltilmesi imkânsiz bir yanilma olmaz miydi? Iste biz, Takrîr-i Sükûn Kanunu'nun yürürlükte olmasindan yararlandik ise, bu tarihî hatâyi bir daha islememek için, milletimizin alnini oldugu gibi açik ve ak göstermek için, milletimizin mutaassip ve ortaçag zihniyetinde olmadigini ispat etmek için yararlandik.
    Efendiler, milletimizin sosyal, ekonomik, kisacasi bütün medenî is ve iliskilerinde feyizli sonuçlar veren yeni kanunlarimiz da, kadin hak ve hürriyetlerini saglayan ve aile hayatini saglamlastiran Medenî Kanunda bu sözünü ettigimiz devrede çikarilmistir.
    Görülüyorki, biz her vasitadan yalniz ve ancak bir tek temel görüse dayanarak yararlaniriz. O görüs sudur : Türk milletini medenî dünyada, lâyik oldugu mevkie yükseltmek, Türkiye Cumhuriyeti'ni sarsilmaz temeller üzerinde her gün daha çok güçlendirmek... ve bunun için de istibdat fikrini öldürmek...

+ Konuyu Yanıtla
5 / 7 Sayfa İlkİlk 1234567 SonSon

Bu sayfada bulunan kavramlar:

nutuk özeti

nutuk kitap özeti

https:www.hukuki.netshowthread.php15076-Nutuk-Soylev

http:www.hukuki.netshowthread.php15076-Nutuk-Soylevpage2nutuk geniş özetigece yAtakta uyanan bu vitola is coku sabahanutuk söylev özetinutuğun türüne göre incelenmesinutuk özethttp:www.hukuki.netshowthread.php15076-Nutuk-Soylevnutuk ilk iki sayfasınutuk sadelestirilmissoylevin ozetihttps:www.hukuki.netshowthread.php15076-Nutuk-Soylevpage2nutuk geniş özetnutuk soylev neden bahsediyor nutuk tek kelimeyle ozetinutuk tum bolum ozetisöylev nutuk özetinutuk özeti bölüm bölümnutuk söylev özetnutukun turune gore incelenmesihttps:www.hukuki.netshowthread.php15076-Nutuk-Soylev&p=72724nutuk en genis ozetihttps:www.hukuki.netshowthread.php15076-Nutuk-Soylevpage3
Forum

Yetkileriniz

  • Yeni konu açma yetkiniz yok
  • Konuya cevap verme yetkiniz yok
  • Dosya ekleme yetkisi yok
  • İleti düzenleme yetkisi yok
  •  


2022 tarihli Hukuk Blog |  Arabulucu |  Hukuk Kitapları |  Alman Hukuku |  Özel Güvenlik AŞ. |  İş İlanları |  Ankahukuk |  Psikolog |  Site Ekleme |  Sihirli Kadın |  Sağlık |  Satılık Düşecek Domainler |  Bayefendi |  Afternic Alanadı satış (Domain alımı) | 

™ Marka tescili, Patent ve Fikri mülkiyet hakları nasıl korunuyor?
Hukuki.Net’in Telif Hakları ve 2014-2022 yılları arası Marka Tescil Koruması Levent Patent tarafından sağlanmaktadır.
♾️ Makine donanım yapı ve yazılım özellikleri nedir?
Hukuki.Net olarak dedicated hosting serveri bilfiil yoğun trafiği yönetebilen CubeCDN, vmware esx server, hyperv, virtual server (sanal sunucu), Sql express ve cloud hosting teknolojisi kullanmaktadır. Web yazılımı yönünden ise content management (içerik yönetimi) büyük kısmı itibari ile vb olup, wordress ve benzeri çeşitli kodlarla oluşturulan bölümleri de vardır.
Hangi Diller kullanılıyor?
Anadil: 🇹🇷 Türkçe. 🌐 Yabancı dil tercüme: Masaüstü sürümünde geçerli olmak üzere; İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Hintçe, Rusça ve Arapça. (Bu yabancı dil çeviri seçenekleri ileride artırılacak olup, bazı internet çeviri yazılımları ile otomatik olarak temin edilmektedir.
Sitenin Webmaster, Hostmaster, Güvenlik Uzmanı, PHP devoloper ve SEO uzmanı kimdir?
👨‍💻 Feyz Pazarbaşı & Istemihan Mehmet Pazarbasi[İstanbul] vd.
® Reklam Alanları ve reklam kodu yerleşimi nasıl yapılıyor?
Yayınlanan lansman ve reklamlar genel olarak Google Adsense gibi internet reklamcılığı konusunda en iyi, en güvenilir kaynaklar ve ajanslar tarafından otomatik olarak (Re'sen) yerleştirilmektedir. Bunların kaynağı Türkiye, Amerika, Ingiltere, Almanya ve çeşitli Avrupa Birliği kökenli kaynak kod ürünleridir. Bunlar içerik olarak günlük döviz ve borsa, forex para kazanma, exim kredileri, internet bankacılığı, banka ve kredi kartı tanıtımları gibi yatırım araçları ve internetten para kazanma teknikleri, hazır ofis kiralama, Sigorta, yabancı dil okulları gibi eğitim tanıtımları, satılık veya kiralık taşınmaz eşyalar ve araç kiralama, ikinci el taşınır mallar, ücretli veya ücretsiz eleman ilanları ile ilgili bilimum bedelli veya bedava reklamlar, rejim, diyet ve özel sağlık sigortası gibi insan sağlığı, tatil ve otel reklamları gibi öğeler içerebilir. Reklam yayıncıları: ads.txt dosyası.
‼️ İtirazi kayıt (çekince) hususları nelerdir?
Bahse konu reklamlar üzerinde hiçbir kontrolümüz bulunmamaktadır. Bu sebep ile özellikle avukat reklamları gibi Avukatlık kanunu vs. mesleki mevzuat tarafından kısıtlanmış, belirli kurallara tabi tutulmuş veya yasaklanmış tanıtımlardan yasal olarak sorumlu değiliz.
📧 İletişim ve reklam başvuru sayfası nerede, muhatap kimdir?
☏ Sitenin 2022 yılı yatırım danışmanı ile irtibat ve reklam pazarlaması için iletişim kurmanız rica olunur.
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution 4.0 International License.