Sevgili forum sakinleri, değerli üstatlar.

Olayı özetleyeyim:
5 yıl önce bir "dini cemaat" hakkında kitap yazdım. Daha kitap yayınlanmadan suç duyuruları, hukuk davaları başladı, kitap piyasaya çıkar çıkmaz da Asliye Hukuk Mahkemesi tedbir kararı verdi. Asliye Ceza hakimi tek celsede 2,5 ay HAGB kararı verdi (Hakim birkaç ay sonra kendi tutuklandı ve meslekten çıkarıldı). Hukuk yargılaması kapsamında re'sen bilirkişi raporu talep edildi. Tabii, kanayan yaramız hemen kendini gösterdi. Şöyle ki:

1) Bilirkişi bir edebiyatçı, bir hukuk bilirkişisi olarak teşekkül etmiştir (Bilirkişi kanunu birkaç ay sonra yürürlüğe girdi). Adalet komisyonu listesinde 30 civarı hukukçu ve bir adet de Türkçe bilirkişisi yer alırken, her iki bilirkişi dışarıdan atanmıştır. Mahkeme görevlendirme sırasında yasanın emredici hükmüne aykırı olarak hangi teknik konuların incelenmesini istediğini belirtmemiştir.
2) Bilirkişi, raporunda alanı dışında değerlendirmelerde bulunmuştur (resim sanatı, ilahiyat).
3) Bunun yanında bilirkişi hukuki değerlendirmelerde bulunmuş, hatta mahkeme yerine hüküm kurmuştur.
3) Kültür Bakanlığı'nın kitabın yayımcısının kimliği hakkında yazısı bulunmasına rağmen yayıncının belli olmadığından bahisle sadece kitabı basmakla mükellef olan matbaanın yazarla birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğunu öne sürmüştür, hukuki değerlendirme yapma yasağını delmenin ötesinde lehte olan resmi belgeleri görmezden gelmiştir.
4) Bilirkişi HAGB kararının hukuk hakimini bağladığını öne sürmüş, ancak HAGB kararında yer alan, kitabın içeriğinde hakaret bulunmadığına dair yazar/yayımcının lehine olan tespiti dikkate almazken, sadece kapak görseli (ki her iki bilirkişinin de teknik uzmanlık alanı değil) açısından, yazar/yayımcı aleyhine verilen kararı bağlayıcı kabul etmişlerdir.
5) Asliye Hukuk Mahkemesi söz konusu raporu esas alarak tazminat ödenmesine, karar kesinleşmeden kitabın toplatılmasına (karar kesinleşme beklenmeksizin infaz edilmiştir), tedbir teminatının da yine karar kesinleşmeden davacıya iadesine karar verilmiştir.
6) Karar BAM tarafından kaldırılmış ve davanın esastan reddine karar verilmiş, BAM kararı Yargıtayca da onaylanarak kesinleşmiştir.

Şimdi gelelim can alıcı noktaya:
Karar kesinleştikten sonra, dosyanın üzerinden geçerken yukarıdaki kanunsuzlukların yanında;
Bilirkişi atamasının 02/05/2016 saat 10:33'te yapıldığı, teslim tutanağının aynı tarihte saat 10:34'te düzenlendiğini, raporun ise yine aynı gün saat 10:39'da, yani atamadan 6 dakika, teslim tutanağı düzenlenmesindense (ve dolayısıyla yemin etmeden) 5 dakika sonra sisteme kaydedildiğini tespit ettim. Yani 130 sayfalık kitap ve bir klasörlük dava dosyasının okunup incelenmesi ve raporun yazılması 6 dakikada halledilmiş. Ama bitmedi... Raporun altında yer alan düzenleme tarihi 27/04/2016. Yani bilirkişi raporu HMK hükümlerine aykırı olarak atama ve yeminden 5 gün önce düzenlenip hazırlanmış bile...

TCK 257 ve TCK 276. m. üzerinden savcılığa yapılan suç duyurusu hakkında savcılıkça, "iddiaların soyut" olduğundan bahisle SYOK (soruşturma yapılmasına yer olmadığına) kararı verilmiştir. Doğal olarak Sulh Ceza Hakimliğine süresi içinde itirazda bulundum.

Şimdi benim üstatlara sorum şu:
Bilhassa resmi bir belge olan bilirkişi raporunun tarihleri konusundaki usulsüzlükler, TCK 257 dışında başka bir TCK maddesi açısından değerlendirilebilir mi?

Mezkur olayda bilirkişi raporunun maddi vakıaları ve (yapılması yasak da olsa) hukuki değerlendirmelerinin yanlış olduğu, raporun aksi yönde kesinleşmiş yargı kararı ile sabitken, kasıt unsuru nasıl kanıtlanabilir? Bu bilirkişi raporunu esas alan mahkemenin 3,5 yıl uygulanan haksız tedbirden ve teminatın karar kesinleşmeden iadesinden, aynı şekilde karar kesinleşmeden toplatma kararını infaz etmesinden sorumluluğu doğar mı?

Yukarıda kısaca ana hatlarını aktarmaya çalıştığım somut olaya dair emsal kararları da paylaşırsanız çok makbule geçer.

Şimdiden zahmetleriniz için teşekkürler.