İYİ Parti Cumhurbaşkanı adayı Meral Akşener'in 14 Mayıs 2018 tarihli Cumhurbaşkanlığı Kampanya Konuşması tam metni.

İYİ Parti seçim beyannamesi :


Engelleri aşmak istiyorsan, önce insanı seveceksin. Önce insanı seveceksin ki, engel aşma azmi nedir göreceksin! Önce insanı seversen, önündeki tüm dağlar düzlük olur, yürür gidersin. İnsanı seversen, adaleti eşit dağıtmak bir lütuf olmaz, Olağan bir durum olur. Önce insanı seversen, İnsana dair farklılıkları kabul etmek, devletin lütfuna bırakılmaz, insanın insan olmaktan doğan hakkına saygı duyarsın. Devlet, insanı bir tehdit unsuru gibi göremez, Kendine göre iyi olanı tutup, kötü olanı uzaklaştıramaz.


İnsanı seversen, onu bizden sizden diye ayıramazsın. Kimden olursa olsun, onun acı çektiğini bilirken evinde huzurla uyuyamazsın. İnsanı seversen “benim çocuğum” demezsin, Tüm çocuklar, “bizim çocuğumuz”dur. Çocuk üşürken, “benim evim”, “benim sofram” diyemezsin. Başını yastığa huzurla koyamazsın, koymamalısın. Bugün burada sizlere seslenirken sizlerden öteye, her bir rengiyle, her bir sesiyle, her bir fikriyle dünyanın en güzel milletine seslenmek istiyorum.


Canımdan, canımızdan aziz Milletimiz, Cumhurbaşkanlığı adaylığına karar verirken düşündüğüm tek şey vardı: Son yıllarda “insan”la “devlet” arasında gittikçe derinleşen uçurumu ortadan kaldırmak. Kim bilir belki de bugünün, çok partili siyasi hayatın, demokrasiye uygun ilk seçiminin yıldönümüne rastlaması manidar bir tesadüftür.
Demokratik usullerle 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimlerle Türkiye demokrasi tarihinde bir büyük değişim yaşanmıştır. Bugün millet yeniden bir büyük değişime ihtiyaç duymaktadır.


Biz bu ihtiyacın farkındayız. Farkında olduğumuz için de, milletimize güvendik. Milletim beni mahcup etmeyerek, bütün zorluk, engel ve tehditlere rağmen, sadece 6 saat içerisinde 100 bin imza vererek, bir kez daha demokrasimize sahip çıktığını göstermiştir.
İşte o milletle yürünemeyecek yol, geçilemeyecek engel yoktur. Benim, bizim temel amacımız, devletin, iktidar eliyle milletin tepesinde bir yumruk olarak durmasına son verip, o yumruğun yerini milletin omuzuna dokunan ele bırakmasını sağlamaktır. Gittikçe de artan bir şekilde hırpalanan insanlarımıza, “yalnız değilsin” diyoruz ve bu anlayışı da devlet anlayışıyla birleştirmek istiyoruz. Çünkü ülkemizin siyasal iklimi soğuk, havası oldukça ağırdır. Milletimiz, böyle karanlık bir havayı hak etmiyor. Biz de, bu havanın değişmesinde milletimizin, yeni ve ferahlatıcı bir iklim talep etmekte son derece kararlı olduğunu görmekteyiz.


Ben bugün burada sizlere,16.yılını yaşamakta olan iktidarın eleştirisi ağırlıklı bir konuşma yapmayacağım. Buna lüzum hissetmediğim için değil, bir siyasi partinin lideri, iktidarının 16. yılında milletine adalet ve özgürlük vaad eden bir manifesto yayınlamaya ihtiyaç duyuyorsa, milleti saf yerine koymaktan öte, kendi tükenmişliğini itiraf ediyordur. Sözün tükendiği yerdir. Artık, bu yorgun ve yıpranmış defterin kapanması gerekir.


Aziz Milletimiz, Türkiye’de 7 milyon 500 bin çocuk, geçtiğimiz kışı üşüyerek, yeterli şekilde beslenemeden geçirdi. Bu bilgi, önüme geldiği günden bugüne, hiç aklımdan çıkmıyor. İstanbul’da yaşayan genç bir kızımız, umutla geleceğine bakmak dururken, “verildiği kadar değil, hak ettiğim kadar bir gelecek istiyorum” diye isyan ediyor. Farkında mısınız, Türkiye umutsuz gençlerin ülkesi oldu. Oysa ülkemizin kuruluş süreci, hatta daha da geriye gidiyorum, tüm bir tarihimiz, umutların ülkesi olduğumuzu gösteren işaretlerle doludur.
Ülkemizin, özellikle gençlerimizin üzerine örtülen, umutsuzluk örtüsünü kaldırmak zorundayız. Gençlerimizin umutlarını, ve hayal kurma özgürlüklerini,onlara yeniden vermek zorundayız. Bunun için acilen bir şeyler yapmamız gerekiyor. Önümüzde uzanan 21.yüzyılı kaybedemeyiz. 21.yüzyılın ilk çeyreğinde, yeni dünyadaki pozisyonumuzu güçlendirmek zorundayız. Devleti yönetenlerin birinci görevi, insanla devleti, devletle dünyayı buluşturmak olmalıdır. “İyi de nasıl?” dediğinizi duyar gibiyim. Bugün sizlerle Cumhurbaşkanı olduğumda, Türkiye’de “nasıl bir devlet, nasıl bir vizyon” olacağını paylaşacağım.


Öncelikle bilinmesi lazımdır ki, devlet yönetmek ayrı şey, gündelik politikaların peşine takılmak, ayrı şeydir. Ve maalesef, Türkiye’nin son yıllardaki en büyük şanssızlığı da bu noktada olmuştur. Devletin geleceği, geçici, gündelik iktidar hırslarına feda edilmiştir. Son yıllarda kendisine yapılmış tüm yanlışlara, tüm haksızlıklara rağmen Türkiye nasıl bir ülkedir hatırlatmak isterim; Türkiye, bir verdiğinizde bin verim alacağınız kadar bereketli
bir toprağa, kültüre, insan kaynağına sahip bir ülkedir. Türkiye, üzerine oynanan tüm oyunları bozma, düşmanın gücü ne olursa olsun, üstesinden gelme yeterliliğinin kanıtlarıyla dolu bir tarihe sahiptir.


Türkiye, herhangi bir ferdine, tek bir ferdine tehdit hissettiği an, küskünlüğü, kırgınlığı unutup bir araya gelerek o tehdidi yerle bir eden, uğruna ölünesi bir milletin ülkesidir. Türkiye, uluslararası camiada durum ne olursa olsun dikkatleri üzerinde tutmayı hak eden, üstün niteliklere sahip bir ülkedir. Türkiye, şartlar ne olursa olsun imkansızı başarmanın bizzat kendisidir. Bizler, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten bunu öğrendik. Kısaca Türkiye, ayaklarından tutup geriye çekenler olmasa, zirveye çıkacak bir ülkedir.


Yeter ki ülkemiz, siyaset insanları tarafından değil, devlet insanları tarafından yönetilsin. Yeter ki ülkemiz, kısa dönemli, öngörüsüz politikalar, kısır çekişmeler, bencil yaklaşımlar arasına sıkışmasın, sıkıştırılmasın. Benim ve arkadaşlarımın devlet yönetme vizyonu,
ülkemizi olumsuz ve karamsar iklimden çıkarıp, ilkbahar güneşiyle buluşturmaktır. Eğer Türkiye, ilkbaharın hayat veren, üretken, yeşerten, canlandıran güneş ışığıyla buluşursa, altın çağını yaşamaya yönelir.


Gençlerimizin, kadınlarımızın ve onların mutluluğundan mutlu olacak erkeklerimizin yani tüm milletimizin böyle bir yaklaşıma ihtiyacı var. Bu yaklaşım, geçmişte bir araya gelerek tüm zorlukların üstesinden gelme ruhundan beslenmelidir. Ülkemiz son yıllarda, birlikte başarmak fikrinden uzak kalmıştır. Uzak kalmaktan da öte yapay kamplara ayrıştırılmıştır.


Elbette farklılıklara saygı duyarak, ancak bu farklılıkları dar bir çerçevede değil, tüm sahalardaki farklılıklara saygı duyarak, güçlenen bir devlet anlayışına sahip olmalıyız. Farklılıklara saygı duymak, benzerliklerimizi artırmanın önünde bir engel değildir. Biz bu nedenle “bayram sofrası”nda buluşmaktan söz ediyoruz. Çünkü biz, milletimizin o sofranın etrafına toplanan koskocaman bir aile olduğuna inanıyoruz. Ve her ailede olduğu gibi bu yolda da kadınlar, cumhuriyetimizi omuzlarında yükselten kadınlar, hayati önemdedir. Gittiğim her yerde bana hediye edilen tülbent ve yazmaları öpüp başıma koyma nedenim de budur. O tülbentler, o yazmalar Anadolu’nun en saf, en temiz ve en güçlü sembollerinden biridir.


Türkiye, bir medeniyet coğrafyasıdır. Güneş bizsiz hiç doğmadı. Biz güneşin her doğuşunda yine olacağız. Yine tüm dünya milletlerini kıskandıracak, büyük zaferler yaşatacağız. Savaşmak gerektiğinde o savaşı kazanacak kadar güçlü olacağız, ama, her zaman tavrımızı ve tercihimizi, yaşatmak üzerine kurmanın gereğine inanıyoruz. Bu tutum, benim ve ekibimin devlet yönetme anlayışının karakterini oluşturmaktadır.


Milletimizin %82’si geçmişe özlem duyuyor. Hazin olan, bu rakama gençlerin de dahil olmasıdır. Bizim anlayışımız, milletimizin tamamının yüzünü geleceğe döndürmeyi hedefleyen bir devlet anlayışıdır. Bizim devlet anlayışımız, insanla yaşayan, insanı yaşatan devlettir. Devlet, milletine bu çerçeveden bakmayı samimiyetle başarırsa, iktidarlar, yoksulluğun sürdürülmesinden beslenemez. Yoksulluk, iktidarı sürdürme aracı olamaz, olmamalıdır.


Bizim devlet tahayyülümüz, yeniden dünyaya örnek gösterilecek bir devlet anlayışıdır. Tarihin her döneminde böyle oldu, her zaman doğuya ve batıya örnek olduk. Son yıllardaki itelenip kakalanmamıza son vererek, yeniden dünyaya örnek olacak bir devlet tasarımıyla geliyoruz. Öncelikli hedefimiz, devletle insan arasındaki uçurumu kaldırmaktır.
Devlet, iyiliğinden sorumlu olduğu her bir ferdinin etnik, dini / mezhepsel, cinsiyet ve kültürel farklılıklarına bakmaksızın, hizmet eşitliğini sağlamakla yükümlüdür.


Devleti hantal yapısından kurtararak, o hantallıktan beslenen yapıları bertaraf edeceğimiz çözümlerle geliyoruz. Devletin işleyiş maliyetini düşürecek çözümlerimiz var.
Bugüne kadar, hep iktidardakilerin ve onların yandaşlarının çiftliğine dönüşen kurumların,
Devlet kaynaklarını, yandaş müteahhitlere aktarma aracı olarak kullanılan kurumların, devlete yük olmasına son verilmelidir. Milletimizi de, bu yükü taşımaktan kurtarmak zorundayız. Devlet, devlet gibi çalışacak, “çiftlik” ise, devletin içinden çıkarılıp, yeniden doğaya, ait olduğu o güzel yere bırakılmalıdır. Ve elbette, ülkemizde bilimin gelişmesinin önündeki, en önemli engellerden olan, üniversite camiasının kamburu olmaktan öteye işlevi kalmamış, YÖK’ü, tarihin sayfalarına göndermek, bize nasip olacaktır.


İktidarların suçunu binalara ödetmek gibi, yamuk bir anlayışın ortaya çıkardığı sorunları çözeceğiz. Mesela, Fetö'nün sızmasına göz yumularak perişan edilen, ancak gözbebeğimiz Türk ordusunun beşiği olan, Kuleli ve Işıklar Askeri liselerini yeniden açacağız. Onların yaptığı gibi, terör örgütlerinin yuvasına çevirmeden, varlığımızın en büyük teminatı Türk Ordusunun, yuvası olmasını sağlamak, bizim bu devlete borcumuzdur.


Elbette biz de, köprüler, yollar, hastaneler yapacağız ancak, bizim büyük farklarımız olacak. Köprülerin sahibi müteahitler değil, millet olacak. Bizim yaptığımız köprülerden, geçen de, geçmeyen de, para ödemek zorunda kalmayacak. Yaptığımız yolların, ömrü 3-5 yıl olmayacak, çok daha uzun ömürlü, bir mühendislik anlayışıyla yapılacak. Şehirlere hançer gibi saplanan, insanımızı gökyüzünü göremez hale getiren, rezidans müteahhitliği değil, medeni, nefes alan, karakteri olan şehir planlarımız hazır. İnsanımıza balık istifi muamelesi yapan, dev hastaneler yapmayacağız, biz bilgiden korkmayıp, bilgiyi kullanacağız.700 yatak üzeri hastanelerin sağlık üretmeyeceğini, sistemin işlemeyeceğini biliyoruz. Daha küçük ölçekli, daha ulaşılabilir hastaneler yaparak, hasta ve yakınlarının, yollarda eza çekmelerini istemiyoruz.


Büyük ve görkemli projeler altında, insanın ezildiği değil, insana dokunan projelerle, gündelik hayatta hissedilen gelişmeden yanayız. Sanayide çürüyen, satılan fabrikalar yerine, mutlaka yeni fabrikalar açılmasını teşvik etmek, tarım ve hayvancılıkta, yeniden, dünyanın en gözde ülkesi olmak için, projeler hazırladık. Yatırımcıyı, teşvik için öyle uzun yollardan dolandırıp, süreçte yer alanları nemalandırarak sömürmek yerine, Kendisine, sadece iki şart koşacağız; yatırım yaptığı çevreye zarar vermemek ve çevrede yaşayan halkın rızasını almak. O kadar.


Biz adımız gibi, iyi olan hiçbir şeyi değiştirmeyeceğiz yanlış olan, işlemeyen, eskiyen her şeyi, düzeltmek için geliyoruz. Devletin yeni, hareket edebilir, güçlü ve enerjisi olan yapısıyla, geleceğin örnek ülkesi olmak için, daha pek çok çözümlerimiz var. Bunları, 30 Mayıs’ta sizlerle paylaşacağımız beyannamemizde açıklayacağız. Einstein’ın dediği gibi,
“Her şey olabildiğince kolay olmalı ama basitçe geçiştirilmemeli.” İşte biz, bu nedenle yola çıktık. Daha kurulurken ilan etmiştik. İyi bir Türkiye istiyoruz. Güçlü bir Türkiye istiyoruz. Ülkeyi yönetmeye talip olduğumuzu, milletimizle paylaştık. Herkes çok net görüyor. Milletimizin yeni bir yönetime, kendisini tazelemeye, nefes almaya ihtiyacı var. O yeni yönetimin de, milletin güvenini çok itinayla koruması gerekir. Çünkü millet, ülkeyi yönetenleri taşıyacak araç değildir. Ülkeyi yönetenler, milleti taşımalıdır.


Aynı krizlere tekrar tekrar yakalanan bir devlet yönetimi anlayışı olabilir mi? Devlet, tiryakilerin ahdi ile devam edebilir mi? 16 yıldır ülkeyi yönetenlerin seçim vaatlerine bakınca, sanki bunca yıl, ülkeyi yönetenler, onlar değil sanıyorsunuz. Biz onların, millete yabancılaştıklarını sanırken, kendilerine de yabancılaştıklarına şahit olmak, hepimizi endişeye sevk ediyor. Elbette, yeni bir yönetime ihtiyaç var. Hiçbir sorun, onu üreten zihniyet ile çözülemez. Zaten değişim de bunun için lazım.


Bizim gayretimiz hep Türkiye’nin 21.YY ile örtüşen bir çizgiye taşınması içindir. Türkiye’yi, 20. Yüzyılda kalmış bir iktidar anlayışından, 21. YY’ın değerleriyle yükselen bir çizgiye taşıyacağız. Ne mi demek istiyorum? Madem ki e-devlet uygulaması var, devlet kendi ürettiği bilgiyi, vatandaşından talep etmemelidir. Savrulan, sürüklenen Türkiye’yi, yükselen bir Türkiye yapmak istiyoruz. 21. YY’ın Türkiye’sinde, 81 milyonun Cumhurbaşkanı olmak gerektiğini biliyoruz.


Bizim anlayışımızda devlet, herkese kapısı açık olandır. Bir kişinin ayağına taş değse, sahip çıkandır devlet. Ülke öyle yönetilmeli ki, hiç kimse kendini garip ve yalnız hissetmemeli. Cumhurbaşkanı forsuyla konuşan dil, 81 milyona sıcaklığını hissettirmeli. 81 milyona sevgisini hissettirmeli ki, dünya, o Türkiye’nin gücünü hissetsin.


Aziz Milletimiz, açıkça ifade ediyorum, tüm bir devlet yapısı, tek bir kişinin gönlünü hoş etmeye odaklandığı için; son yıllarda, giderek büyüyen bir yönetim boşluğu var. Devlet toplumun gerisine düştü. Çünkü yönetim boşluğu var. Kamu düzeni, zamanın gerisine düştü. Çünkü yönetim boşluğu var. İdareciler, olayların önünde değil, peşinde koşuyor...
Çünkü yönetim boşluğu var. Dış politika, rüzgârın önündeki yaprak gibi, oradan oraya savruluyor. Çünkü yönetim boşluğu var. Ciddi bir devletin, ülkesinin bekasını, milletinin huzurunu düşünen bir devletin, her gün, yeni düşmanları, yeni kavgaları, yeni krizleri olamaz. Olursa orada, yönetim boşluğu vardır. Eğitimden adalete, ekonomiden güvenliğe çözülme var. Çünkü yönetim boşluğu var. Döviz ve faiz almış başını gidiyor, çünkü yönetim boşluğu var. İşsizlik son on yılın en kötü durumunda çünkü yönetim boşluğu var. Çocuklarımız taciz ediliyor, genç kızlarımız sokak ortasında öldürülüyor. Beli ve eli silahlı adamlar, sokaklarımızda kol geziyor. Kadınlarımız şiddet görüyor, cinayetlere kurban gidiyor çünkü yönetim boşluğu var. Ormanlarımız, denizlerimiz yok ediliyor, evcil olsun olmasın bu dünyayı birlikte paylaştığımız hayvanlar katlediliyor, yönetim boşluğu var. Ve biz, bu yönetim boşluğunu doldurmaya geliyoruz. Ve biz, milletimize rahat bir nefes aldırmaya geliyoruz.


81 milyon, hep birlikte cesaretle yürüyeceğiz ve Türkiye’yi hak ettiği, yükselen bir çizgiye taşıyacağız. Öncelikle, ekonomimizi yeni bir çizgiye taşıyacağız. Dünyadaki en iyi uygulamaları kendimize örnek almalıyız, dünyanın da bizi örnek alacağı uygulamaları geliştirmeliyiz. Ülkemizin, dünyanın pek çok gelişmiş ülkesinde, ekonomiyi yönetebilecek kalitede insan kaynağı var.O insanların, en başarılı isimleriyle çalışmaya başladık. Çünkü biliyoruz ki; ayakları yere basan, güven veren, sağlam bir ekonomi olmadan, Türkiye’yi geleceğe taşıyamazsınız. Çok önemli isimlerle ekonomi planımızı hazırladık. O plana göre;
2017 yılı itibariyle, 17. sırada olan Türkiye ekonomisini hem milli gelir düzeyinde hem de yine 2017 itibariyle, 67. sırada olan kişi başı milli gelir seviyesinde dünyadaki ilk 10 ülkenin arasına yükselteceğiz.


İlk 5 yıllık dönemde hedefimiz; dünyadaki 10 ülke arasına girebilecek, bu vizyon için,
para ve maliye politikasının koordinasyonu ileenflasyonu yüzde 5’in altına düşürmek,
mali istikrarı tekrar tesis etmek, gerekli "yapısal reformlar" ve "altyapı yatırımlarının" bütününü gerçekleştirmek olacaktır.


Böylece; ülkemizi, gençlerimizi, kadınlarımızı gelecekte, dünyanın rekabet edeceği
alanlara hazırlamış olacağız. Büyümeyi adil şekilde, her gelir grubunda hedefleyerek,
kamu ve özel sektör iş birliğiyle, dengeli bir büyümeyle ve düşük gelirli grupları koruyarak yapacaklarımızı planladık.


Kuşkusuz ki alacağımız her karar her ekonomik adım; mülkiyet haklarına saygı duyarak, etki analizlerine dayandırılarak, şeffaf ve hesap verilebilir çerçevede yapılmalıdır. Ekonomiye dair atacağımız her adımda bu ilkelerle hareket edeceğiz. Bütün enerjimizi üretime vereceğiz. Sanayiden tarıma, üretime ve üretene, pozitif ayrımcılık yapılması gerekiyor.


Ekonomiyi siyaset erbabının zenginleştiği ve ya zenginlik dağıttığı bir ilişki ağı olmaktan çıkarmak gerekiyor. Böyle yapmadığımız müddetçe her seferinde kazandıklarını kaybeden bir ülke olmaya devam ederiz. Ülkeler arasındaki geçişleri kaldırmayı düşünen Türkiye’den, 2018’de şehirlere girişte kontroller koyan Türkiye’ye geldik. Dünya Bankası’nın iş yapabilme sıralamasında Türkiye 190 ülke arasında 60. sırada yer alıyor. İş kurmak, hem zor hem de pahalı. İlk 10’u hedefliyorsak, iş yapabilmenin önündeki engelleri kaldırmamız gerekiyor.


Bugünkü manzara şu, yönetim boşluğunun faturasını millet ödüyor. Biz, “ekonomiyi siyasetçi değil, güven yönetir” diyoruz. Ekonomiye duyulan güvensizliğin, maliyeti millete ağır bir yük olarak geri dönüyor. Cumhurbaşkanı olduğum gün, ekonomi bu güveni hissedecektir.


Düşünebiliyor musunuz, dünyanın en karmaşık vergi ve teşvik sistemi Türkiye’de. Anlamak için meslek sahipleri yetmiyor, yeni uzmanlıklar gelişiyor. Devlet öğrencinin harçlığından, yediği tosttan, kitabından, defterinden vergi alır mı? Alıyor. Asgari ücretliden benzinden, mazottan vergi al. Arabadan ÖTV al. Bir de üstüne, yol ve tünel parası al. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir sistem yok. Artık dünya, vergi ve teşvik sistemini basit, sade ve verimli hale getirmiş durumda. Biz de bunu uygulayan yaklaşımlar benimsiyoruz. Cumhurbaşkanı olduğum günden itibaren önceliğimiz, vergi tabanını genişleterek vergi yükünün düşürülmesine imkan sağlayacağız.


Türkiye’nin gücü de var, kaynağı da var. Son 16 yılda, 4.5 Trilyon Lira’ya yakın para toplanmış. Ama milletin parası har vurup, harman savrulmuş. Bu iş sadece kaynak meselesi değil, aynı zamanda, akıl ve ahlak meselesidir. Bir devletin temsilcisi,
İtibarını şatafatlı ve kaba bir gösterişle sunup sonra da “itibardan tasarruf olmaz” diyerek, işin içinden çıkamaz. Devletimizin geleneğinde, kültürümüzde ve ahlak anlayışımızda itibar, mal ve mülk üzerinden kurulmaz. İtibar, kişinin sözünde durması, dürüst olması, hırsızlık ve yolsuzlukla anılmaması gibi üstün değerlerle kazanılır.


Bizim için itibarlı kişi, temiz bir kalbi olandır. Kıt kanaat yediği ekmeği, namusuyla kazanandır. Her şeye olduğu gibi İtibara da yamuk yerden bakan bir zihniyetle Türkiye 16 yılını harcadı. Ne büyük bir devletmişiz ki hiç ama hiç hak etmeyen bir kadronun yanlışlarına rağmen yıkılmamayı başardık. Tarımda durum farklı mı? Boş araziler, pahalı ürünler, geçim derdinde vatandaşlar. Düşünün, bir benzin istasyonuna giriyorsunuz. Lüks arabaya verilen yakıtla, traktöre verilen yakıt aynı para. Bu nasıl bir sistemdir ki ne üreten memnun ne satan memnun ne de alan memnun.


Bizler tarıma sanayi gibi bakmak zorundayız. Çiftçimizin rekabet edebileceği şartlara kavuşması sağlanmalıdır. 5 yıl içerisinde, tarım havzası olma kararımız var. Allah’ın izniyle planımız, programımız, yol haritamız hazır...


Diyorlar ki, toplum ikiye ayrılıyor; dindarlar ve sekülerler diye. Yanlış. Toplum iki kutupmuş,
Modernler-gelenekçiler diye. Yanlış! Evet, toplum ikiye ayrılıyor ama bir tarafta helal ekmek peşinde koşan milyonlar, diğer tarafta rant peşinde koşan siyaset simsarları.
Bir tarafta geçim için koşuşturanlar, eve ekmek yetiştirmek için didinenler, diğer tarafta yandaş müteahhitler. Büyük usta ne diyordu: “Dünyayı yakarsa garipler yakar.” Esasında
Türkiye’yi de yakarsa mutfak yakar, geçim derdi yakar. Türkiye’yi bölerse, ekmek peşinde ömür tüketenlerle rant peşinde Türkiye’yi tüketenler böler.


Aziz Milletimiz, değerli Misafirler; çocuklarımızın yetişmesini, ailelerin yükü olmaktan çıkarmak zorundayız. Güçlü aile, güçlü toplum demektir. Bu zaten bizim geleneğimizdir...
Bu çocukları yetiştirirken, şehrin sokaklarında ezilen aileler, bizi yarınlara taşıyamaz. Önemli bir üniversitemizin raporuna göre, üşüyen çocuklarımız var. Biliyoruz ki çocuk üşürse; devlet üşür, millet üşür. Bundan daha önemli bir devlet bekası ve millet bekası yoktur. Dünyayı artık gençler taşıyor. Ülkeleri gençler zenginleştiriyor. Yaklaşık 25 milyon öğrencimiz var. Dünyanın merkezi Pasifik’e kayarken genç milyarderler her geçen gün artıyor. Milyarder gençlerimiz ve küresel markalarımız neden olmasın?


Eğitime kalite gelmezse kalkınmada fazla ileriye gidilemez. Neden? Çünkü teknoloji üretmek lazım. Nasıl olacak? Tabii ki, iyi bir eğitim sistemiyle. Bir devletin, insanlarını yaşatmaktan sonraki en önemli işlevi olan eğitime baktığımızda, acı gerçek, insan kalitemizin çok altında bir eğitim sistemimiz olduğunu görmekteyiz. Bugünkü sistem içerik olarak 21. yüzyılı kavrayamadığı gibi, yaşanan ekonomik adaletsizliğin çocuklara da yansıtıldığını, iyi okul-kötü okul, özel-devlet ayrımlarının kaldırılamaz bir noktaya
geldiğini görüyoruz. Oysa çocuklarımız için, kabul edilebilir tek ayrımın beceri ve yeteneklerine göre bir farklılaşma olması lazımdır. O da aile isterse uygulanabilmelidir.


Bugün, dünyanın birçok merkezinde; Silikon vadisinde, Japonya’da, Almanya’da
birçok Türk genci, yüksek teknoloji üreten AR-GE merkezlerinde çalışıyor. Türkiye’nin ortamını, onlarla iş birliği halinde, yüksek teknoloji üretebilecek hale getirmeliyiz. Dünyadaki hızlı gelişimle rekabet edeceksek, bu yüksek donanımlı gençlerimiz sayesinde olacaktır.


Son dönemde ısrarla söyledik ne var ki medya bize yer vermediği için, sosyal medya aracılığıyla defalarca paylaştık. Üniversiteler tarihiyle, bilimsel çalışmalarıyla
bir birikimin üzerinde yükselen kurumlardır. Üniversiteleri, her ne şekilde olursa olsun bölmek bir ülkenin geleceğine yapılmış en büyük ihanetlerden biridir. Cumhurbaşkanı olduğum ilk gün, üniversiteleri bölmek için alınan bu kararın iptal sürecini başlatacağımızı buradan ilan ediyorum.


Değerli Misafirler,


İyi bir adalet ve yargı sisteminin, güçlü bir demokrasi ile desteklenmesi gerekir. Çok uzun bir zamandır, adalet sistemimizin üzerinde güvenilirlik sorunu bulunmaktadır. Eğer insan, adaletin herkese farklı dağıtıldığına inanıyorsa, devletin can damarlarından biri kopuyor demektir. Milletimiz için devletin temel vasfı adil olmasıdır. Nereden bakarsanız bakın, binlerce yıldır böyledir. Adalet cehaletin düşmanıdır, korkakların düşmanıdır.


Bu nedenledir ki; haktan ve liyakatten uzak yönetimler, korkak yönetimlerdir. Özgürlük alanlarını daraltan yönetimler, ilerlemeci olmayan yönetimler, korkak yönetimlerdir. Ülkemizde hukukun üstünlüğünü sağlamak, hukuku siyasetçilerin esaretinden kurtarmak zorundayız. Ülkeyi yönetenler, kendi adaletlerini ayrı milletin adaletlerini ayrı dağıtamazlar. İçinde adalet olmayan, adalet saraylarına ihtiyacımız yok. Bizim için muteber olan “Devletin dini adalettir.” sözüdür...


Değerli Misafirler; dış politika, siyasetçilerin iki dudağı arasına sıkışmaması gereken,
ülkenin çıkar ve itibarını öne koyan bir alan olmalıdır. Dış politikamızın gelişmesinin önündeki en büyük engellerden biri terördür.Terör, insanlığın karşısında duran, kontrolsüz gibi görünen ne var ki sahibi çoğu kez bilinen, insanlık dışı bir araçtır. Ülkemizin terörle mücadelesinin ilk adımı terörizmi besleyen ülkelerle ilişkisini çıkarcı değil, akılcı bir temele oturtmasıdır. Terör örgütünün adı ne olursa olsun PKK, FETÖ, PDY, İŞİD ya da bir başkası fark etmez, teröre kontrol edilebilir, zaman zaman kullanılıp zaman zaman devre dışı bırakılabilir araç olarak asla bakılamaz. Hiçbir devlet, hiçbir terör örgütüne müsamaha edemez. Hiçbir terör örgütüne kendi işine geldiği zaman iyi, gelmediği zaman kötü anlayışıyla yaklaşamaz. Hiçbir namuslu yönetici, mesela FETÖ’yü, uluslararası bağlantılar içerisinde işine geldiği gibi kullanmayı düşünemez.


Terör örgütlerini, kendi çıkarlarınız için kullanmaya kalkar; kendinize rakip gördüğünüz herkesin üzerine salmaya, FETÖ’yü kontrolünüzde tutarak, masum insanlara iftira atmaya kalkarsanız, sadece insanlık suçu işlemiş olmazsınız aynı zamanda eğer iman edenlerdenseniz, günah ve vebal peşinizi bırakmaz. Eğer iftira atmayı karakterinizin bir parçası sayarsınız 1 Nisan’da dediğim gibi Adınız HACCAC gibi yazılır tarihe.


Devlet yöneticileri; hiçbir terör örgütü tarafından aldatılamaz, hiçbir terör örgütüyle pazarlık yapmaz, yapamaz. İster PKK olsun isterse FETÖ, herhangi bir terör örgütünü kendi çıkarları doğrultusunda kontrol edebileceğini sananlar, sadece ve sadece aldatılan saflar değil, acz içindeki cahillerdir.


Türk dış politikası; tarihin çok gerisine düşmüş bir anlayıştan vazgeçmeli, içi boş hayaller üzerine kurulu ya da sadece vitrine oynayan hamlelerle, “Mağlup dış politika” gerçeğine mahkum edilmemelidir. Bu mağlubiyetin faturasını ödemek de kahraman ordumuza düşmektedir. Bu anlayış varlığı barışın güvencesi, milletinin ve vatanının bekasını sağlamak olan ordumuzu, iktidarın hata düzelticisi konumuna getirmektedir.


Biz; krizlerden beslenen değil, yeniden dünyaya örnek olacak, bir devlet dış politikası hazırladık. Göreve geldiğimiz gün milletimiz de dünya da bu farklı anlayışı hissedecek. Bizler parmak sallayarak yenilmek değil, şeffaflıkla konuşarak kazanmak isteyen,
bir dış politika uygulayacağız. Bir devletin uluslararası ilişkileri ciddiyet ister. Ekran önünde ayrı,Kapı arkasında ayrı konuşarak, milletinizi aldatamazsınız.


Değerli Misafirler,
Türkiye yeni dünya düzeninde anlamı sorgulanan, jeopolitik konumu yerine, “ekonomik coğrafya” kavramıyla anılmalıdır. Türkiye, bürokratik kolaylık ve hukuka güven ilkesiyle, kolay ulaşılabilir bir hale gelecek. Güç saygınlıktadır. Devlet olmak, insanların ölmesi üzerine değil yaşaması üzerine politika üretmek demektir. Devlet gibi davranırsanız, Afrin olmaz ve mülteci dalgası altında kalmazsınız. Mülteciler için kararlı bir politika üretiyoruz. Ve diyoruz ki: “Herkes, kendi vatanında mutludur.” 2019 Ramazan’ında, biz onların misafiri olarak, Suriye’de mültecilerle birlikte iftar yapacağımız, bir dış politika anlayışıyla hareket ediyoruz. Devlet gibi davranmazsanız, 5 milyon mülteciniz olur, 150 milyar lira harcarsınız.


Devlet gibi davranırsanız, 1 milyon yabancı öğrenciniz olur, her yıl, 100 milyar lira kazancınız olur. Türkiye büyük potansiyele sahiptir. 81 milyona değil, 181 milyona,
tok ve onurlu yaşam sunar. Had bildirmek, bağırıp, çağırarak ülke yöneteceğini sanmak,
Devlet kültürüyle ilişkisiz, şuuru sorunlu bir anlayıştır. Türkiye’nin gücüne, milletin aklını ve birikimini katmak gerekiyor.


Dışişleri bürokrasisi, ülkemize yapılan hakaretlere cevap yetiştiremez oldu.Türkiye’de devlet adamlığı, mızıkçı ergen tavrıyla olmaz. Olursa, Türkiye’nin kredisini tüketirsiniz. Bugün olan budur. Türkiye, dünyanın Türkiye’sidir. 200 milyonluk Türkçe konuşan Türk dünyasının kalbidir. 1 milyarlık Müslüman aleminin yüzünü döndüğü bir ülkedir. Ve bu, hep böyle olmuştur. Türkiye aynı zamanda Avrupa’dır. Hem de asırlardır böyledir. Dış ticaretimizin halâ yarısı, AB ülkeleriyledir. Bu ticaret, nitelikli sanayileşmenin lokomotifi durumundadır. Bunun aksini söylemek, yalan söylemektir, milleti aldatmaktır. ABD’ye en çok bağıranların çocukları ve torunları, ABD pasaportu taşıyorsa, neye ve kime güvenebiliriz?


Son yıllarda Türkiye-Amerika Birleşik Devletleri ilişkileri, çift yüzlü yorgana dönmüştür.
Dışarda başka şey söylenmekte, içerde başka şey olmaktadır. Bölgemizdeki ülkelerin kalkınması, ülkemizin menfaatinedir. Bölgemiz güçlü olmalıdır ki, Türkiye bölgesel güç olsun. Güçlü Irak, güçlü Suriye daha güçlü Türkiye demektir. En kötü komşu, hem içeride kavga eden, hem de dışarıda sizinle kavga edendir.


Bakın dünyaya, gelişmiş ülkelerin tamamı komşularıyla iyi ilişkiler ararken, bize kavga tavsiyelerine kulak kabartamayız. Savaşlara sevinemeyiz. Müslümanların bombalanmasına el ovuşturan olamayız. Onlar sevinse de, biz sevinemeyiz. Çünkü biz, büyük bir milletiz. Devletlerle ilişkilerimizi başka devletlerin politikalarına
terk edemeyiz, etmemeliyiz. Türkiye’yi cesaretle, yeni bir çizgiye taşıyacağız. Bu yola çıkarken ne dedik? Medeniyet yolunun taşlarını sadece cesurlar döşer.Türkiye’yi, yeni bir medeniyet çizgisine taşıyacağız...


Değerli Misafirler, rekabetçi siyasal sistemi çalıştırmak zorundayız. Medya ve iletişim alanları baskılanmamalıdır. Özgür olmalıdır. Ne siyasetin, ne sermayenin aracı olmayacak bir medya, toplumun yararınadır. Demokratik katılım, güçlü parlamento, milli irade ilişkisi, vazgeçilmezdir. Parlamenter sisteme dönüş için, bir geçiş dönemi planlamaktayız. Hiç bir zaman bir kaosa izin vermeyeceğiz, kaos ve krizlerden beslenen bir anlayışı, asla benimsemeyeceğiz. Aziz Milletimiz, Değerli Arkadaşlarım; şimdi türbesi oradan oraya taşınan Süleyman Şah’ın, Fırat’ta boğulmasından sonra, Kayı boyu, Hayme Ana’nın önderliğinde devam eder...


Ve uzun Anadolu yolları... Sonrası Söğüt, Domaniç yollarını tutarlar. Bu büyük yürüyüşte, Hayme Ana’ya sorarlar: “Hayme Ana, daha ne kadar yürüyeceğiz?”. Hayme Ana’nın cevabı şöyle olur; “Obamızın başı gö-ğe de-ğin-ce-ye ka-dar” . Bana da soruyorlar: “Meral Hanım nereye kadar yürüyeceğiz?” diye. “Milletimizin başı göğe değinceye kadar yürüyeceğiz!”. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi: “Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar!”. Milletimizin başı göğe değmedi mi, ?
Osman Gazi ile Fatih ile Yavuz’la, Kanuni’yle? Değmedi mi, Atatürk’le, Cumhuriyetle,
Cumhuriyet değerleriyle? Değdi… değdi tabii ki. Sadece bizim değil, sayemizde insanlığın da başı göğe değdi…


Değerli Arkadaşlarım; l ütfen, hepiniz Türkiye Cumhuriyeti kimlik kartlarınızı çıkarın. Evet, göreyim ellerinizde nüfus kağıtlarınızı. İşte! Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tapusu budur. Ağa da budur, reis de budur, paşa da budur. İrade sahibi de budur. 81 milyonun tamamı, aynı haklara sahiptir. 81 milyonun tamamı, birinci sınıftır. 81 milyonun hiçbir fark gözetmeksizin, devletimiz karşısındaki tek torpil belgesi de budur! Ne biri diğerimizden üstün, ne biri diğerimizden aşağıdır. Benim devlet yönetme anlayışım budur, ve bu anlayıştaki arkadaşlarımla çalışmaktır. Her hedefimiz için, öyle uzun yıllar koymuyoruz biz. Birçok farkı, ilk birkaç ay içinde, büyük gelişmeleri de en fazla 5 yıl içinde, ortaya koyuyoruz.


Aziz Milletimiz, Değerli Arkadaşlarım; Kadınımız, erkeğimiz, memurumuz, esnafımız, krizden krize koşmaktan, gerim gerim gerilmekten bıktı usandı. Sabahları yataklarından “bugün yine ne oldu” kaygısıyla kalkmaktan yoruldu. 24 Haziran’dan sonra. İnsanlarımız geceleri yatağa huzur ve güvenle girsin, sabahları, güne huzur ve güvenle başlasın diye İşe huzur ve güvenle gidip eve huzur ve güvenle dönsün diye. Okuldan gelecek çocuğunu huzur ve güvenle bekleyip, kapısını huzur ve güvenle açıp kapatsın diye. Mutlu bir yuvada hayalleri gerçekleştirecek bir gelirle yaşansın diye, engelleri aşa aşa yürüyoruz. Çünkü biz; büyükleriyle küçükleriyle mutlu olan, 81 milyonluk kocaman bir aileyiz.


25 Haziran sabahı, yeni bir güne uyanacağız. O gün, karamsarlıkların, krizlerin sürdüğü,
Hiç bir şeyin değişmediği bir gün olabilir, ya da yepyeni güzel bir iklimin hüküm sürdüğü,
Umutlar içinde yaşanacak bir gün olabilir. Hangisi olacağına aziz milletimiz karar verecek. Biz, 25 Haziran sabahından itibaren yepyeni ilkbahar güneşi gibi, hayat veren, nefes aldıran, yaz güneşi gibi, üşüyen yüreğimizi ısıtan bir Türkiye’de yaşamak için, gece gündüz çalışıyoruz. Sizler de bize destek olun. 25 Haziran sabahına kadar,
Türkiye’ye yeni bir güneş doğması için çalışmaktan asla yorulmayın!
Başaracağız...
Başaracağız...
Çünkü milletimize borcumuz var!




Çünkü biz biliyoruz ki,
Yepyeni bir güneş doğacak ülkemizin üzerine!
Yeter ki, her türlü olumsuzluğu geride bırak,
Yeter ki, yüzünü güneşe dön Türkiye!