Bu ülkede;
1. Gerçet ATATÜRKÇÜLER var bizler gibi.
2. Atatürkçü olduğunu zannedenler var...
3. Atatürkçü geçinenler var....
Printable View
Bu ülkede;
1. Gerçet ATATÜRKÇÜLER var bizler gibi.
2. Atatürkçü olduğunu zannedenler var...
3. Atatürkçü geçinenler var....
“NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE”
Mustafa Kemal’in 10. Yıl Nutkunun bu ünlü kapanış sözü
bir çok açıdan orasından burasından çekiştirilerek
küçümsenmeye
bazen de
sözlük anlamı değil de bilmem ne anlamı şu veya bu diye
acz noktasında savunulmaya çalışıldı…
Sanki bu ünlü kapanış sözünün
nerede ve hangi şartlarda söylendiği
unutturulacak noktaya taşınma gayreti ile
kamufle edilircesine…
Şimdi gelin birlikte o unutulmaz nutku
yavaş yavaş analiz edelim…
Mustafa KEMAL olmak ister gibi ama…
CUMHURİYETİN 10. YILDÖNÜMÜ NEDENİYLE ATATÜRK'ÜN NUTKU
Türk Ulusu!
Kurtuluş Savaşı'na başladığımız 15'inci yılındayız. Bugün
cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır.
Kutlu olsun!
Bu anda büyük Türk Ulusunun bir bireyi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinici ve coşkunluğu içindeyim.
Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk Kültürü olan Türkiye Cumhuriyetidir. Bundaki başarıyı, Türk Ulusunun ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimle yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı hiçbir zaman yeterli görmeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak zorunluluğunda ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en bayındır ve uygar ülkeleri düzeyine çıkaracağız. Ulusumuzu en geniş refah araç ve kaynaklarına sahip kılacağız. Ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bize zaman ölçüsü geçmiş yüzyılların gevşetici görüşüne göre değil, çağımızın hız ve hareket kavramına göre düşünülmektedir. Geçen zamana oranla, daha çok çalışacağız. Bunda da başarılı olacağımıza kuşkum yoktur. Çünkü Türk ulusunun karakteri yüksektir. Türk ulusu çalışkandır. Türk Ulusu zekidir. Çünkü Türk Ulusu, ulusal birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Çünkü Türk Ulusunun yürütmekte olduğu yükselme ve uygarlık yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müsbet bilimdir. Şunu da önemle belirtmeliyim ki, yüksek bir insan topluluğu olan Türk Ulusunun tarihsel bir niteliği de, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki ulusumuzun yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, doğuştan zekasını, bilime bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, ulusal birlik duygusuna ara vermeden ve her türlü araç ve önlemlerle besleyerek geliştirmek ulusal ülkümüzdür. Türk ulusuna çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün insanlığa gerçek huzurun sağlanması yolunda, kendine düşen uygarca vazifeyi yapmakta başarılı kılacaktır.
Büyük Türk Ulusu!
Onbeş yıldan beri, giriştiğimiz işlerde başarı vaat eden çok sözlerimi işittin.
Mutluyum ki, bu sözlerimin, hiçbirinde, ulusumun, hakkımdaki güvenini
sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı inanç ve kesinlikle söylüyorum ki, ulusal ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk Ulusunun büyük ulus olduğunu bütün uygar dünya, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır. Hiçbir an kuşkum yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük uygar niteliği ve büyük uygar yeteneği, bundan sonra ki gelişmesi ile, geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk Ulusu!
Sonsuzluğa akıp giden her on yılda, bu büyük ulus bayramını daha büyük
onurla, mutluluklarla, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!
29 Ekim 1933
Evet sevgili hukuksever arkadaşlarım,
Bu kutsal nutku
sözcük anlamı ile değil
ortam ve şartların beslediği duygu sağanağı ile değerlendirir isek
sonuca ulaşmamız çok kolaylaşacaktır...
Aslında bu sonuca,
ulusalcılığın anti-emperyalizmin panzehiri olduğunu kavrayanlar çoktan ulaşmış durumdadır…
İşte analizimizin de püf noktası burası…
Bu nutuk bir ANTİ-EMPERYALİSTin
sevincinin ve coşkusunun çığlığıdır…
Bu çığlık bir övüncün çığlığıdır…
Bu çığlık bir başarı öyküsünün çığlığıdır…
Bu çığlık hedefleri büyük olan insanların... bir ulusun çığlığıdır…
Şimdiki o bizim insanımsıların sözcük oyunlarına göre diğer ulusları
aşağılayıcı ve küçümseyici asla değildir…
Tam tersine emperyalizmle mücadele için
onları kışkırtıcı ve tahrik edicidir…
Sadece bu kutlamalara katılan
yabancı ülkelerin yüzlerce temsilcisinin
bu coşkuya katılım ve
hipodromdaki yerini almak için
o heyecan ve ihtişamı yaşamak için
Ankara’mıza akın etmesi
ve coşkumuza
gocunmadan ama imrenerek katılması bile
ırkçılık gibi zorlama suçlamaları çürütmektedir…
Bu törene katılan ancak Türk ulusundan olmayan hiçbir insanın
aşağılanmayı hakettiğini
ve Mustafa Kemal’in de öyle yaptığını aklından bile geçirenler
şimdi bu sözünün orasından burasından çekiştiren insanımsı yaratıklardır…
Törene katılan tüm yabancı delegasyonun
aidiyet noktasına varan coşkusu
Mustafa KEMAL'i
“NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE”
sözü ile bir kez daha
ANTİ EMPERYALİST olarak tanımlamaktadır...
sevgi ve saygılarımla...
İşte yasaklı Atatürk belgeseli
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Çankaya Köşkü’nde bir ilke daha imza attı. Atatürk’ün isteği üzerine Rus yapımcılar tarafından çekilen ancak yasaklanan "Türkiye’nin Kalbi Ankara" belgeseli Çankaya Köşkü’nün internet sitesinde yayınlanmaya başlandı.
Cumhurbaşkanlığı’nın yenilenen www.cankaya.gov.tr adresli internet sitesinde Atatürk Özel bölümü içinde videolar başlığı altında 1934 tarihli Sovyetler Birliği yapımı "Türkiye’nin Kalbi Ankara" belgeseli de yer aldı.
Atatürk'ün isteğiyle çekilmişti!
Yıllardır hiçbir yerde gösterilmeyerek yasaklı kalan belgeselin çekimi Atatürk’ün özel isteğiyle oldu. Atatürk’ün Cumhuriyet’in 10. kuruluş yıldönümü dolayısıyla bir belgesel çekilmesini istemesi üzerine Sovyetler Birliği’ne teklif götürüldü ve genç yönetmen Sergey Yutkoviç Türkiye’ye gelerek belgeselin çekimlerine başladı.
http://www.yeniresimler.com/data/med...al-ataturk.jpg
Belgeselde Kurtuluş Savaşı sonrası Türkiye Cumhuriyeti’nin kalkınması ve yaralarını sarması Ankara özelinde anlatıldı. Kurtuluş Savaşı sırasında Türkiye-Sovyetler Birliği dayanışmasının vurgulandığı belgeselde Cumhuriyet’in 10. kuruluş yıldönümü törenlerinin de geniş bir biçimde yer alıyor. Belgesel sinema tarihi açısından büyük önem taşıyan Türkiye’nin Kalbi Ankara’da 10. yıl Marşı’nın yanı sıra Sovyetler Birliği Milli Savunma Bakanı Voroşilov’un Türkiye’yi ziyaretiyle ilgili olan bölümünde Enternasyonal Marşı da çalınıyor. Belgesel, Cumhuriyeti anlatan ilk belgesel olması açısından da büyük önem taşıyor.TRT Genel Müdürü yayını bastırdı
1969 yılına kadar kimsenin pek fazla bilmediği belgesel TRT’deki gösterimi sırasında TRT Genel Müdürü Adnan Öztrak’ın TRT’yi basmasına ve filmi engellemesine neden oldu. Atatürk’ün ölümünün 31. yıldönümü dolayısıyla 10 Kasım 1969’da TRT’nin özel yayını sırasında gösterilen filmin ardından TRT Program Daire Başkanı Mahmut tali Öngören’in görevine önce ara verildi ardından görevinden atıldı. O gecenin yayın sorumlusu gazeteci Varlık Özmenek ise disiplin cezasına çarptırıldı ve 12 Mart’ın ardından o da TRT’den atıldı.
Atatürk'ün ABD ile ilgili konuşmasına ait video;
http://videogaleri.hurriyet.com.tr/V...x?s=5&vid=2694
02.09.2008/MİLLİYET
Taha Akyol
Objektif
t.akyol@milliyet.com.tr
Atatürkçü dış politika
RUSYA ile Batı arasındaki ihtilafta Türkiye nasıl davranmalı? Şimdi davrandığı gibi davranabilir; yani Batı ile paralel ama Rusya ile ilişkilere özen gösteren bir politika...
Bundan başka, Türkiye Batı'ya daha çok yakın da davranabilir. Yahut "uzaktaki" Batı'ya değil, "komşumuz"a yakın durabilir. Ya da "tarafsızlık" politikası da izleyebilir.
Bunların hepsini savunmak mümkündür. Aslında hepsinde karmaşık gerçekliğin bir parçası da vardır.
Fakat bir "Atatürkçü Dış Politika" modelinden bahsetmek ve ona göre "Şöyle olmalıdır" demek mümkün müdür?
Soğuk Savaş döneminin iki kutuplu dünyasında, bazı yazar ve politikacılar, Türkiye'nin NATO'dan çıkmasını, AB'den uzak durmasını, "Üçüncü Dünya" ile beraber "Tarafsızlık" ya da "İttifaksızlık" politikası izlemesini "Atatürkçü Dış Politika" diye savunmuşlardı. Dayanakları Atatürk'ün Milli Mücadele sırasındaki 'antiemperyalist' sözleriydi.
Böyle bir "Atatürkçü Dış Politika" şablonu var mıdır?
Atatürk'ün politikaları
Mustafa Kemal, Milli Mücadele sürecinde Bolşevik Rusya ile temasa geçinceye kadar "emperyalizm, kapitalizm, burjuvazi" gibi terimleri kullanmamış, Lozan'dan sonra da bu terimleri terk etmiştir!
3 Mart 1922'de Gazi Paşa, Ankara'da Sovyet Elçisi "Aralof Yoldaş"a hitaben yaptığı konuşmada, bu terimleri Milli Mücadele'nin başlangıcında hiç düşünmediklerini, silah yardımı almak için Bolşeviklerle temasa geçtikten sonra bu terimleri kullandıklarını kendisi de ifade etmiştir.
Zafer kazanıldığında artık Bolşevik silahlarına ihtiyaç kalmamış, Lozan'daki diplomasi masasında 'Batı'yı yumuşatma' ihtiyacı ön plana çıkmıştır. Gazi, Türkiye'nin yeni iç ve dış siyasetini artık "Garb'a teveccüh etmiş Türkiye" (Batı'ya yönelmiş) sözüyle ifade etmektedir!
Lozan devam ederken topladığı İzmir İktisat Kongresi'nde Batı sermayesine çağrı çıkarmıştır!
Lozan'da Boğazlar konusunda Türkiye'nin mutlak egemenliğini savunan Rus tezini değil, Boğazlar'ı uluslararası komisyonun 'idari' yönetimine bırakan İngiliz tezine yaklaşmıştır!
Çünkü Rus tezi, Türkiye'nin Boğazlar konusunda dev Rusya ile tek başına karşı karşıya kalması demekti!
Avrupa'da yükselen faşizm tehdidi Türkiye ile beraber İngiltere ve Rusya'yı da tedirgin ettiğinde 1936'da Montrö Antlaşması yapılarak Lozan'ın egemenlik eksiği giderilmiş, bugünkü düzen kurulmuştur.
Coğrafyanın gereği
Atatürk'ün dış politikası pragmatiktir.
Bağımsızlık, egemenlik, toprak bütünlüğü, barış gibi ilkeler evrensel ilkelerdir ve diplomasi tabiatı gereği pragmatiktir. Bu çerçevede, ülkelerin dış politikasını belirleyen temel etken coğrafyalarıdır.
Anadolu coğrafyası Bizans ve Osmanlı zamanlarında da "Garb'a teveccüh"e öncelik vermeyi ama Karadeniz'i, Kafkasya'yı ve Ortadoğu'yu asla ihmal etmemeyi gerektirmiştir.
Olaylara, sorunlara göre nüanslar elbette değişir.
"Garb'a teveccüh etmiş Türkiye" asla Rusya'yı, Karadeniz'i, Kafkasya'yı, Ortadoğu'yu, Akdeniz'i ihmal edemez. Değişken ve karmaşık nüansların senfonisi ise diplomasinizin ustalığına ve kudretinizin çapına bağlıdır.
Bakış açılarına göre hatasız politika olamaz ama Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihinde ve bugününde çok büyük dış politika hataları yapılmamıştır; temel ilkeleri doğrudur.
Sayın Bilgili,
Akyol'un bu makalesini taşımış olmanız
onun fikirlerini benimsediğiniz anlamına mı geliyor?
Bir başka deyişle
tarihe onun "pencere"sinden baktığınız anlamına mı geliyor?
Merak ettim sadece... :)
Yaşar Nuri Öztürk'ün Atatürk'le ilgili ilginç bir yazısı;
http://www.hurriyet.com.tr/yasarnuri...d=241&sz=94884
'Müslümanların militan Lideri'ni tanıyalım!
‘Müslümanların Militan Lideri’ unvanı, Kurtuluş Savaşı günlerinde, o savaşın ölümsüz önderi Gazi Mustafa Kemal’e verilen unvandır. Bu unvanı daha çok İngilizler kullanmaktaydı.
O günlerde Mustafa Kemal’e bir unvan da Müslümanlar tarafından verilmiştir:
‘İslam’ın halaskârı Gazi’
Halaskâr, kurtarıcı demek.
Atatürk’ün ‘kurtarıcı’ unvanı, dinci iftiracıların söyledikleri gibi, sonraki zamanlarda ‘Atatürk’e tapan bazı dalkavuklar’ın verdiği bir unvan değildir. Elinde tüfek, koltuğunun altında seccade, kurtuluş mücadelesi veren Müdafaa-i Hukuk öncülerinin ‘Allah tarafından teyit edilmiş komutan’larına verdikleri unvandır.
O günlerde, Müslüman kadınlar, İzmir’e giren ‘Halaskâr Gazi’nin çizmelerini, şükranlarını göstermek için diz çöküp ayaklarına kadar eğilerek siliyorlardı. Ve tam o sırada gözlerinden akan yaşlar ‘Halaskâr Gazi’nin çizmelerinin üstüne dökülüyordu. (tabloyu, Halide Edip naklediyor) Çünkü o kadınlar, işgal paryalarının ne demek olduğunu ve Halaskâr Gazi’nin onları nelerden kurtardığını yaşayarak öğrenmişlerdi.
O günleri bu millete unutturdular. O günleri Müslüman kadına unutturdular.
Evet, o günleri ve o günlerin Halaskâr Gazisi’ni unutturuyorlar.
Çünkü işbirliği yaptıkları emperyalist kodamanlar böyle istiyor.
O günler unutuldu.
O günler, anamıza-avradımıza Haçlı paryaların musallat olduğu günlerdi. Süleymaniye Camii’nin minaresine haç takılmak üzere hazırlık yapıldığı günlerdi.
‘Müslümanların militan lideri’, işte o günlerin Türkiyesinden, topraklarında yüz bin minarenin yükseldiği bugünkü Türkiye’yi yarattı. Ne yazık ki, bu yüz bin camiyi, Müslümanların militan liderini İslam dışı göstermek ve onun mirasını yok etmek için kullanmaya kalkan ‘haçlı ile işbirliği yapmış fesat dincileri’ o günleri unutturuyorlar.
Milletin beyni oyulup o günlere ait kısımlar kazınıyor.
O günleri en iyi bilenlerden biri olan ve Şu Çılgın Türkler kitabını yazan Turgut Özakman, 30 ağustos akşamı, Mustafa Kemal Türkiyesi’nin ‘en büyük’ kanallarında değil, ‘kıyıda-köşede kalmış’ bir kanalında konuşma imkânı buluyor.
‘Müslümanların Militan lideri’, tarihin en namussuz nankörlüklerinden birine maruz bırakılıyor.
‘Müslümanların Militan Lideri’ni bu ülkenin çocuklarına tanıtmadılar, sadece dayattılar.
Dayatılan kişi ve kavramlar ne kadar değerli olurlarsa olsunlar, ürküntü ve soğukluk yaratırlar.
Bu gerçeği bilen ve ‘Müslümanların Militan Lideri’nden rahatsız olan iç ve dış odaklar Müslüman çocuklarına ‘Müslümanların Militan Lideri’ni ‘olmasa da olur’ türünden biri gibi tanıtmak istiyorlar.
Hayır! ‘Müslümanların Militan Lideri’ olmasa da olur türünden biri değildir. Bunu bütün dünya er geç anlayacaktır ama gecikmenin faturası insanlık için de Türkiye için de çok ağır olacaktır.
‘Müslümanların Militan Lideri’ni anlatmak yerine dayatanlar, bu dayatmayla bir yandan ‘kof Atatürkçüler’ ile ‘tören Atatürkçüleri’ni afsunlayıp kandırdılar, bir yandan da ‘Müslümanların Militan Lideri’nin o muhteşem mirasının altını oydular.
‘Müslümanların Militan Lideri’ne, Müslümanların düşmanı olanlar tuzak kurdular. Ve ‘kof Atatürkçüler’ ile Allah ile aldatmanın kahrına uğramış halkı bu tuzağa düşürmeyi başardılar.
Ey ehli iman!
Sözüm sanadır ve sözüm çok hayatîdir. ‘Müslümanların Militan Lideri’ni tanıyalım! Bu tanımaya hava ve su kadar muhtaç olduğumuz günlerdeyiz.
Ve asla unutmayalım:
Müslüman dünya, o arada Türkiye, Müslümanların militan liderine yakın zamanlarda yeniden muhtaç hale gelecek. Allah’a yemin olsun ki, bu aynen böyle olacak… Ama o günler geldiğinde, Müslümanların militan liderini Müslümanlara unutturanların pişmanlıkları hiçbir işe yaramayacak.
"...
Önsözümüzü noktalamadan önce bir hususu daha dikkatlere sunmak istiyoruz: Kur'an'daki İslam herşeyden önce benim hatalarımı TASHİH eden bir kitaptır. Bugüne kadar yazdıklarımda ve konuştuklarımda, bu kitaba uymayan ne varsa YANLIŞtır, bu kitaptaki veriler esas alınarak düzeltileCEKTİR. Okuyucularımın bugüne kadar yazdıklarımı, bu açıklamayı göz önünde tutarak değerledirmelerini RİCA ediyorum.
..."
Yaşar Nuri ÖZTÜRK
KUR'AN'DAKİ İSLAM, ÖNSÖZ, SAYFA 10
YENİ BOYUT, İSTANBUL, 21. BASKI
/////////
Yapmayın sayın Bilgili,
Mustafa KEMAL'in
bu "mevlüd" tadındaki kurtuluş savaşı "destanı"na vermiş veya vermesi muhtemel yanıtlarını bir kenara bıraksak ve
"mevlüd" kahramanının serüvenlerini incelesek
sanırım doğrulara ulaşmak hiç zor olmayacak...
Bir hukukçu olarak,
statik bir konu olan teoloji alanında
"mevlüdan"ımızın bu kıvraklığı
sizi hiç mi rahatsız etmiyor sayın bilgili?
Dün "Kur'an'daki İslam"ı var idi
bugün "Allah'la aldatmak"ı var...
Ama sözde büyük bir alçak gönüllülük göstermesine rağmen nedense
taşıdığı akademik ünvan ve kariyeri terketmiş değil...
Bence akademik kariyerinizle olaylara objektif bakmanız
bazı doğrulara ulamanız için yeter de artar bile...
Sayın horasan;
Ne dediğinizi anlamış değilim.
Ben sadece iki yazardan Atatürk'le ilgili ilginç bulduğum iki yazıyı kopyaladım.
Bu yazılara katıldığımı veya katılmadığımı da belirtmedim. Herhangi bir yorumda bulunmadım.
Ağaç kesilmesin diye evini hareket ettirdiğini,Ankara'da çiçek yetişmez diyen konuklarına kanıtlamak için evinde çiçek yetiştirdiğini ve onlara İkinci Sakarya Zaferim dediğini,köpeği Fox'un ölümünden sonra doldurulup karşısında gördüğünde eski dostumu böyle görmeye dayanamam,kaldırınız lütfen dediğini,eline aldığı kitabın kalınlığı ne olursa olsun bitirmeden bırakmadığını ve bu esnada yaşaran gözlerini kestirdiği kumaşlarla silip yine de okumaya devam ettiğini,hayatından birçok kadın geçtiğini,son yıllarında İnönü ile pek anlaşamadıklarını,atının isminin Sakarya olduğunu ve bu atı eşi Latife Hanım'a armağan ettiğini...
...biliyor muydunuz?