-
Şiir de lazım!..
ZINDANDAN MEHMED'E MEKTUP
Zindan iki hece.Mehmed'im lafta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de geri adam,boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
Kavuşmak mı?..Belki ..Daha ölmedim!
Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım...Bin yıllık konak
Ne ayak dayanır buna ,ne tırnak!
Bir alem ki, gökler boru içinde.
Akıl,olmazların zoru içinde
Üstüste sorular soru içinde.
Düşün mü,konuş mu, sus mu ,unut mu?
Buradan insan mı çıkar,tabut mu?
Bir idamlık Ali vardı,asıldı
Kaydını düştüler,mühür basıldı.
Geçti gitti,birkaç günlük fasıldı
Ondan kalan,boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...
Müdür bey dert dinler,bugün"maruzat"!
Çatık kaş...Hükümet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş kim eder azat?
Anlamaz;yazısız,pulsuz,dilekçem...
Anlamaz!ruhuma geçti bilekçem!
Saat beş dedi mi,bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik,mintanlarla et.
Somurtuş ki bıçak,nâra ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccademin yönünde şefkat
Beni kimsecikler okşamaz madem
Öp beni alnımdan,sen öp seccadem!
Çaycı,getir,ilâç kokulu çaydan!
Dakika düşelim,senelik paydan!
Zindanda dakika farksız aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük,duman duman erisin!
Peykeler,duvara mıhlı peykeler
Duvarda,başlardan,yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara,baş baş gölgeler...
Duvar,katil duvar,yolumu biçtin
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin
Sükût...Kıvrım kıvrım uzaklık uzar
Tek nokta seçemez dunyadan nazar
Yerinde mi acep,ölü ve mezar?
Yeryüzü boşaldı habersiz miyiz?
Güneşe göç var da ,kalan biz miyiz?
Ses demir,su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir.
Ne gelir ki elden,kader bu,emir...
Garip pencerecik,küçük,daracık;
Dünyaya kapalı,Allah'a açık
Dua,dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla,hep yoncalanmış...
Bir soluk,bir tütsü,bir uçan buğu
İplik ki incecik,örer boşluğu
Ana rahmi zahir ,şu bizim koğuş;
Karanllığında nur,yeniden doğuş....
Sesler duymaktayım;Davran ve boğuş!
Sen bir devsin,yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa,dimdik doğrul ve sevin!
Mehmed'im,sevinin ,başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin,eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın elbet bizim,elbet bizimdir!
Gün doğmuş ,gün batmış ,ebed bizimdir!
Necip Fazıl Kısakürek
(Çile adlı şiir kitabından)
*
Eve dönmez bir akşam;
Ve gün yüzlü çocuğu,
Sorar: Nerede babam?
Bakarlar, oldu, bitti;
Gelir, derler çocuğa,
Baban attaya gitti.
Uzar gider bu atta;
Ve neler neler olmaz
Ve kim bilir ve hatta;
Bir mahşer gerisinde;
Babası döner bir gün,
Oğlunun derisinde...
Necip Fâzıl Kısakürek
-
Dil yetmeyince..
Göz Görmeyince..
Hayat Zorlaşınca..
Dert bitmeyince..
Dönüp yalnızlığa kilitlenince..
O zaman şarkı söylemek lazım.
(Bir Sezen Aksu şarkısından)
-
Ç İ L E
Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birden bire dam.
Gök devrildi, künde üstüne künde...
Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
Dediklerin cıktı ihtiyar bacı!
Sonsuzluk elinde bir mavi tülbent,
Ok çekti yukardan, üstüme avcı.
Ateşten zehrini tattım bu okun.
Bir anda kül etti can elmasımı.
Sanki burnum değdi burnuna (yok)un.
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.
Bir bardak su gibi çalkandı dünya;
Söndü istikamet, yıkıldı bosluk,
Al sana hakikat , al sana rüya!
İşte akıllılık , işte sarhoşluk!
Ensemin örsünde bir demir balyoz
Kapandım yatağa son çare diye.
Bir kanlı şafakta , bana çil horoz
Yepyeni bir dünya etti hediye.
Bu nasıl bir dünya hikayesi zor;
Mekânı bir satıh, zamanı vehim.
Bütün bir kainat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim.
Nesin sen , hakikat olsanda cekil!
Yetiş körlük , yetiş takma gözde cam!
Otursun yerine , bende her şekil;
Vatanım, sevgilim , dostum ve hocam!
*
Aylarca gezindim , yıkık ve şaşkın .
Benliğim kazan ve aklım kepçe,
Deliler köyünden bir menzil aşkın
Her fikir içimde bir çifte kelepçe.
Niçin küçülüyor eşya uzakta ?
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl ?
Zamanın raksı ne , bu yuvarlakta?
Sonu varmış , onu öğrensem asıl ?
Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap,
Bir fikir ki, beyin zarında sülük.
Selâm , selam sana haşmetli azap;
Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.
Yalvardım: Gösterin bilmceme yol!
Ey yedinci kat gök, esrarını aç!
Annemin duası, düşte perde ol!
Bir asâ kes bana , ihtiyar ağaç.
Uyku katillerin bile çesmesi;
Yorgan, Allahsıza kadar sığınak
Teselli pınarı , sabır memesi;
Size şerbet , bana kum dolu çanak.
Bu mu rüyalar da içtiğim cinnet,
Sıırını ararken patlayan gülle?
Yeşil asmalarda depreniş , şehvet;
Karınca sarayı , kupkuru kelle....
Akrep , nokta nokta ruhumu sokmuş.
Mevsimden mevsime girdim böylece
Gördüm ki , ateşte cımbızda yokmuş.
Fikir çilesinden büyük işkence.
*
Evet her şey ben de bir gizli düğüm
Ne ölüm terleri döktüm , nelerden!
Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,
Yetişir çektiğim mesafelerden!
Ufuk bir tilkidir , kaçak ve kurnaz.
Yollar bir yumaktır, uzun dolaşık
Her gece rüyamı yazan sihirbaz,
Tütüyor önümde mavi bir ışık.
Büyücü büyücü ne bana hıncın?
Bu kükürtlü duman nedir inimde ?
Camdan keskin , kıldan ince klıcın,
Bir zehirli kımık gibi beynimde.
Lügat , bir isim ver bana halimden ;
Herkesin bildigi dilden bir isim!
Eski esvaplarım tutun elimden
Aynalar söyleyin bana ben kimim?
Söyleyin, söyleyin, benmiyim yoksa,
Arzı boynunuzda taşıyan öküz?
Bela mimarının seçtiği arsa ;
Hayattan muhacir , eşyadan öksüz?
Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim ki , Arş ' a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!
Ne yalanlarda var , ne hakikatta .
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış
Boşuna gezmişim, yok tabiatta.
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.
*
Gece hendeğe düşercesine,
Birden kucağına düştüm gerçeğin.
Sanki erdim çetin bilmecesine,
Hem geçmiş zamanın , hem geleceğin.
Açıl susam açıl! Açıldı kapı;
Atlas sedirinde mavera dede.
Yandı sırça saray, ilahi yapı
Binbir avizeyle uçsuz maddede.
Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik
Ve çevre çevre nur , çevre çevre nur.
İçiçe mimari , içiçe benlik
Bildim seni ey Rab , bilinmez meşhur!
Nizam kopürüyor, med vakti deniz
Nizam köpürüyor,ta çenemde su.
Suda bir gizli yol, pırıltılı iz
Suda ezel fikri ebed duygusu.
Kaçır beni ahenk , al beni birlik
Artık barınamam gölge varlıkta
Ver cüceye , onun olsun şairlik
Şimdi gözüm büyük sanatkarlıkta
Öteler öteler, gayemin malı
Mesafe ekinim , zaman madenim
Gökte samanyolu benim olmalı ;
Dipsizlik gölünde , inciler benim.
Diz çök ey zorlu nefs , önümde diz çök
Heybem hayat dolu , deste ve yumak
Sen bütün dalların birleştiği kök
Biricik meselem , Sonsuza varmak...
Necip Fazıl Kısakürek
-
Sakarya Türküsü
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Herşey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük-küçük kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabb�im isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah eyvah, Sakarya�m, sana mı düştü bu yük?
Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük! ..
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal.
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan;
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu an;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağı�nı assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, saf çocuğu, masum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, son Peygamber kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! ..
Necip Fazıl Kısakürek
-
Utansın
Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!
Eski çınar şimdi noel ağacı;
Dallarda iğreti yaprak utansın!
Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın!
Ölümden ilerde varış dediğin,
Geride ne varsa bırak utansın!
Ey binbir tanede solmayan tek renk;
Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın!
Necip Fazıl Kısakürek
-
Âheste Çek Kürekleri
Âheste çek kürekleri, mehtâb uyanmasın,
Bir âlemi hayâle dalan âb uyanmasın.
Âğuş'u nev-bahâr'da, hâbîdedir cihân;
Sürsün sabâh-ı haşr'e kadar, hâb uyanmasın.
Dursun bu mûsikî-i semâvî içinde sâz,
Leyl-i tarâb'da bir dahî mızrâb uyanmasın.
Ey gül, sükûtâ varmayı emr-eyle bülbüle,
Gülşen'de mest-ü zevk olan ahbâb uyanmasın.
Değmez Kemâl, uyanmaya ikmâl-i ömr içün,
*
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç sakladı
Bir dakika araba yerinde durakladı
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
Ellerim takılırken rüzgarların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına,
Her tarafta yükseklik, her tarafta işsizlik,
Bu ıslakla uzayan, dönen kıvrılan yollar.
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir rüzgâr ince ince,
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine
Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyordu,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine,
Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu;
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı
Gurbet çeken Gönüller kuşatmıştı ocağı,
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor,
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Heryüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı,
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı
Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
'On yıl var ki ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben'
Altında da bir tarih. Sekiz mart otuz yedi...
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi
Artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yarına!
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar
Biz bu sonsuz yollarda varıyoz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu
Burada son fırtına son dalı kırıyordu
Yaylımız tükenirken yolları aynı hızla
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı 'İşte Araplıbeli'
Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.
Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor
Kimi haydut kimi kurt masalı anlatıyor
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor
'Gönlümü çekse de yârin hayali
Asmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgarın önüne katılmışım ben'
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık
Bir han yorgun argın tatlı bir uykudaydık
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
'Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben'
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında
Korkarım yaya kaldın bu gurbet çıkmazında
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadıysan bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna
Post verenler yabanın hayduduna kurduna!
Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu
Hancı dedim bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi hana sağ indi ölü çıktı gecende!
Yaşaran gözlerimde her şey Artık değişti
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han raslasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim
Ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!...
Faruk Nâfız Çamlıbel
*
Mavi, maviydi gökyüzü
Bulutlar beyaz, beyazdı
Boşluğu ve üzüntüsü
İçinde ne garip yazdı...
Garip, güzel, sonra mahzun
Ilıkla yağmur beraber,
Bir türkü ki gamlı, uzun,
Ve sen gülünce açan güller.
Beyaz, beyazdı bulutlar,
Gölgeler buğulu, derin;
Ah o hiç dinmeyen rüzgar
Ve uykusu çiçeklerin.
Mor aydınlıkta bir çınar
Veya kestane dibinde;
Mahmur süzülen bakışlar
İkindi saatlerinde....
Birden gülümseyen yüzün
Sabahların aynasında
Ve beni çıldırtan hüzün
İki bakış arasında.
Kim bilir imdi nerdesin?
Senindir yine akşamlar;
Merdivende ayak sesin
Rıhtım taşında gölgen var.
Ahmet Hamdi Tanpınar
-
Sessiz Gemi
Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bek..
***
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görünür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
***
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak
Sular sarardı yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta
Eğilmiş arza kanar muttasıl kanar güller
Durur dallarda alevden kanlı bülbüller
Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer
Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta
Ahmet Haşim
-
Vuslat
Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar,
Ömrün bütün ikbalini vuslatta duyanlar,
Bir hazzı tükenmez gece sanmakla zamani,
Görmezler ufuklarda, şafak söktügü anı...
Gördükleri ru'ya ezeli bahçedir aska;
Her mevsimi bir yaz ve esen rüzgarı başka.
Bülbülden o eglencede feryad işitilmez;
Gül solmayı; mehtab, azalıp gitmeyi bilmez...
Gök kubbesi her lahza, bütün gözlere mavi...
*
Mehlika Sultan
Mehlika Sultan'a aşık yedi genç
Gece şehrin kapısından çıktı.
Mehlika Sultan'a aşık yedi genç
Kara sevdalı birer aşıktı.
Bir hayalet gibi dünya güzeli
Girdiğinden beri rü'yalarına;
Hepsi meşhur, o muamma güzeli
Gittiler görmeye Kaf dağlarına.
Hepsi, sırtında aba, günlerce
Gittiler içleri hicranla dolu;
Her günün ufkunu sardıkça gece
Dediler: ''Belki bu son akşamdır''
Bu emel gurbetinin yoktur ucu;
Daima yollar uzar, kalp üzülür:
Ömrü oldukça yürür her yolcu,
Varmadan menzile bir yerde ölür.
Mehlika'nın kara sevdalıları
Vardılar çıkrığı yok bir kuyuya,
Mehlika'nın kara sevdalıları
Baktılar korkulu gözlerle suya.
Gördüler: ''Aynada bir gizli cihan...
Ufku çepçevre ölüm servileri...''
Sandılar doğdu içinden bir an
O, uzun gözlu, uzun saçlı peri.
Bu hazin yolcuların en küçüğü
Bir zaman baktı o viran kuyuya.
Ve neden sonra gümüş bir yüzüğü
Parmağından sıyırıp attı suya.
Su çekilmiş gibi rü'ya oldu!..
Erdiler yolculuğun son demine;
Bir hayal alemi peyda oldu
Göçtüler hep o hayal alemine.
Mehlika Sultan'a aşık yedi genç
Seneler geçti, henüz gelmediler;
Mehlika Sultan'a aşık yedi genç
Oradan gelmeyecekmiş dediler!..
Yahya Kemal Beyatlı
-
ANNEME MEKTUP
Ben bu gurbete ile düştüm düşeli,
Her gün biraz daha süzülmekteyim.
Her gece, içinde mermer döşeli,
Bir soğuk yatakta büzülmekteyim.
Böylece bir lâhza kaldığım zaman,
Geceyi koynuma aldığım zaman,
Gözlerim kapanıp daldığım zaman
KAYLULE SULARI
Toprak döşek,taş yastıK
huzme emziren ağaç
dünyayı dala astık
bir saatlik bir ilaç
oruç bozmayan su
Peygamber uykusu
Peygamber uykusu
Yazar:?
-
bilirim ülkeme ait
Yürekleri akdeniz gibi geniş, soluğu afrika gibi sıcak
Göğüsleri Çukurova gibi mümbit
Dağ gibi otururlar evlerinde
Limanlar gemileri nasıl beklerse
Öyle beklerler erkeklerini
Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi.
İsyan şiirleri bilirim sonra
Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden
Harfler harb düzeni almıştır mısralarda
Kimi bir vurguncuyu gece ...
-
Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı
Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan
Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı
Şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyadır halkı efgânım gara bahtım uyanmaz mı
Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su
Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı
Gâmım pinhan dutardım ben dedîler yâre kıl rûşen
Desem ol bî-vefâ bilmen inanır mı inanmaz mı
Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil
Bana ta'n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı
Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı
(Fuzûlî)
-
Üryan geldim gene üryan giderim
Ölmemeye elde fermanım mı var
Azrail gelmiş de can talep eyler
Benim can vermeye dermanım mı var
Dirilirler dirilirler gelirler
Huzur-ı mahşerde divan dururlar
Harami var diye korku verirler
Benim ipek yüklü kervanım mı var
Er isen erliğin meydana getir
Kadir Mevlâ'm noksanımı sen yetir
Bana derler gam yükünü sen götür
Benim yük götürür dermanım mı var
Karac'oğlan der ki ismim öğerler
Ağı oldu yediğimiz şekerler
Güzel sever diye isnad ederler
Benim Hakk'dan özge sevdiğim mi var
Karacaoğlan
*
Yalancı dünyaya konup göçenler
Ne söylerler, ne bir haber verirler
Üzerinde türlü otlar bitenler
Ne söylerler, ne bir haber verirler.
Kiminin başında biter ağaçlar
Kiminin başında sararır otlar
Kimi masum, kimi güzel yiğitler
Ne söylerler, ne bir haber verirler.
Toprağa gark olmuş nazik tenleri
Söylemeden kalmış tatlı dilleri
Gelin duadan unutman bunları
Ne söylerler, ne bir haber verirler.
Kimisi dördünde, kimi beşinde
Kimisinin tacı yoktur başında
Kimi altı, kimi yedi yaşında
Ne söylerler, ne bir haber verirler.
Kimisi bezirgân, kimisi hoca
Ecel şerbetini içmek de güç ya
Kimi ak sakallı, kimi pîr hoca
Ne söylerler, ne bir haber verirler.
Yunus der ki, gör takdirin ileri
Dökülmüştür kirpikleri kaşları
Başları ucunda hece taşları
Ne söylerler, ne bir haber verirler.
Yunus Emre
*
Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.
Tutuşup kül olan ocaklarından,
Şahlanıp köpüren ırmaklarından,
Hudutta gaza bayraklarından
Alnına ışıklar vuranlarındır.
Ardına bakmadan yollara düşen
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan
Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarındır.
İleri atılıp sellercesine
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine,
Şu kara toprağa girenlerindir.
Tarihin dilinden düşmez bu destan,
Nehirler gazidir, dağlar kahraman,
Her taşı yakut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir.
Gökyay'ım ne yazsan ziyade değil
Bu sevgi bir kuru ifade değil,
Sencileyin hasmı rüyada değil
Topun namlusundan görenlerindir.
Orhan Şaik Gökyay
-
BAYRAMLAR BAYRAM OLA - 1
Güneş yükselmeden kuşluk yerine
Bir adam camiden döndü evine
Oturdu sessizce yer minderine
Kızı " bayram" dedi, yalınayaklı
Adam " Bayram" dedi tam ağlamaklı
Eli öpüldükçe içi burkuldu
Konuşmak istedi dili tutuldu
Güç bela ağzından bir " of" kurtuldu
Oğlu " Bayram dedi sırtı yamalı
Adam " he ya" dedi gözü kapalı
Düşündü kış yakın, evde odun Yok
Tenekede yağ yok, çuvalda un yok
Yok yoka karışmış: tuz yok, sabun yok
Avrat " Bayram" dedi eğdi başını
Adam " evet" dedi, sıktı dişini
Çalışsa ne iş var, ne cepte para
Dağ oldu içinde büyüyen yara
Dikti gözlerini karşı duvara
Takvim " Bayram" dedi, silindi yazı
Adam " öyle" dedi, bağrında sızı
Döndürse yönünü herhangi dosta
Yaralı, gariban, dul, yetim, hasta
Aylar, yıllar, günler erirken yasta;
Yer - gök " Bayram" dedi ağzını açtı;
Adam " Bayram" dedi evinden kaçtı.
A. Karakoç
-
Aynalar Yolumu Kesti
Aynalar, bakmayın yüzüme dik dik;
İşte yakalandık, kelepçelendik!
Çıktınız umulmaz anda karşıma,
Başımın tokmağı indi başıma.
Suratımda her suç bir ayrı imza,
Benmişim kendime en büyük ceza!
Ey dipsiz berraklık, ulvi mahkeme!
Acı, hapsettiğin sefil gölgeme!
Nur topu günlerin kanına girdim.
Kutsi emaneti yedim, bitirdim.
Doğmaz güneşlere bağlandı vade;
Dişlerinde, köpek nefsin, irade.
Günah, günah, hasad yerinde demet;
Merhamet, suçumdan aşkın merhamet!
Olur mu, dünyaya indirsem kepenk:
Gözyaşı döksem, Nuh tufanına denk?
Çıkamam, aynalar, aynalar zindan.
Bakamam, aynada, aynada vicdan;
Beni beklemeyin, o bir hevesti;
Gelemem, aynalar yolumu kesti.
Necip Fazıl Kısakürek
-
İster beni hoş görün, ister vurun öldürün,
İster bir cani gibi zindanda süründürün,
Yeter artık illallah! Şu yangını söndürün,
Amerikan doları bu yangına kar etmez,
Ey meclis-i mebusan bu kervan böyle gitmez!..
"I love you America" yazılı durur duvarda,
Donanmalar taşıdı yığın yığın hovarda,
Kızlarımız dansetti, salep içtiler barda,
Kimse görmez bunları, haya etmez, ar etmez,
Ey meclis-i mebusan bu kervan böyle gitmez!..
Bankalar mabed oldu, daktilo sesi dua,
Adet oldu hırsızlık,dalkavukluk ve riya,
Yapmayanlar düz yolda kalıverirler yaya,
Vallahi bilmem amma bu millet iflah olmaz,
Ey meclis-i mebusan bu kervan böyle gitmez!..
Her yerde yükselirken avaze-i sefalet,
Yurdu cennet gösterir radyo denen kör alet,
İlahi bu ne halet, Ya Rab bu ne dalalet,
Zorbalık, cebr-ü şiddet kimseye gık dedirtmez
Ey meclis-i mebusan bu kervan böyle gitmez!..
Haykırırım hakkı her sözüm ağır olsa da,
Şaklasa kamçı, sırtım onmaz yağırolsa da,
Duyulmaz mı bu feryat insan sağır olsa da,
Bu derde çare lazım, nutuklarla iş bitmez,
Ey meclis-i mebusan bu kervan böyle gitmez!..
Osman Yüksel SERDENGEÇTİ
(Uzun yıllar önce yazılan bu şiiri hala güncel olduğu için,sanıyorum o zaman büyük tepkilere ve protestolara rağmen gelen ABD donanmasının Çapkın(!) denizcilerinin rezaletleri ve öncesinde tepeden tırnağa temizlenen ve boyanan Zürafa Sok. gibi ayrıntıları vardı...
Ama eninde sonunda yazılanlar üç aşağı beş yukarı hala geçerli...Donanmanın gelecek oluşu bile!)
-
Gök mavi,dal yeşil
Toprak sarı olsun
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun
Olursa bir şikayet ölüm'den olsun...
C.S.TARANCI
-
Her Ne Arar İsen Kendinde Ara
Hararet nardadır sacda değildir
Keramet baştadır tacda değildir
Her ne arar isen kendinde ara
Kudüs'te Mekke'de Hac'da değil
Gerçek erenlerin sözünden çıkma
Aşığı kurt yemez uçta değildir
HACI BEKTAŞİ VELİ
-
VEDA...
Hani o bırakıp giderken seni,
Bu öksüz tavrını takmayacaktın,
Alnına koyarken veda buseni,
Yüzüme bu türlü bakmayacaktın,
Hani ey gözlerim bu son vedada,
Yolunu kaybeden yolcunun dağda,
Birini çağırmak için imdada,
Yaktığı ateşi yakmayacaktın,
Gelsede en acı sözler dilime,
Uçacak sanırım bir kaç kelime,
Bir alev halinde düştün elime,
Hani ey gözyaşım akmayacaktın?
-
Sevmedin Beni
Adını duvarlara yazamadım diye
Resmini yollara çizemedim diye
Uğruna canımı veremedim diye
Sanma bir tanem sevmedim seni
Kulun kölen olmadım diye
Her dediğini yapmadım diye
Hep yanında olmadım diye
Sanma bir tanem sevmedim seni
Seni çok severken bıraktın beni
Perişan ettin seven kalbimi
Tam aşkı bulmuşken terkettin beni
Biliyorum bir tanem sevmedin beni
-
What's This Life For
Hurray for a child
That makes it through
If there's any way
Because the answer lies in you
They're laid to rest
Before they know just what to do
Their souls are lost
Because they could never find
What's this life for
I see your soul, it's kind of gray
I see your heart, you look away
You see my wrist, I know your pain
I know your purpose on your plane
Don't say a last prayer
Because you could never find
What's this life for
But they ain't here anymore
Don't have to settle the score
*
Unforgiven
I kept up
With the prophecy you spoke
I kept up with the message inside
Lost sight of the irony
Of twisted faith
Lost sight of my soul and its void
Think I'm unforgiven to this world
Took a chance at deceiving myself
To share in the consequence of lies
Childish with my
Reasoning and pride
Godless to the extent that I died
Think I'm unforgiven to this world
Think I'm unforgiven
Step inside the light and see the fear
Of God burn inside of me
The gold was put to flame
To kill, to burn, to mould its purity
-
"Babama"
babam sabahları seher yeliyle mesh ederdi yüreğini
tarhana çorbasına kaşık sallar
nasırlı elleriyle
tutardı çakmak tarlanın yolunu
dudaklarında hep aynı türkü
"divane aşık gibi dolaşırım yollarda
kız senin sebebine kaldım istanbul"larda
oysa istanbul onun için
uzaklardaki oğula hasret bırakan bir koca şehir
hiç gitmemiş
hiç görmemiş
oğlunun diline dolanan
sokaklarında hiç yürümemiş
yorgun yüreği her teklediğinde
usulca kıvrılır bir köşeye
oğlunu özlermiş
dilindeki duaya
mutlaka uzaklardaki oğlunu da eklermiş
içinde düğümlenen hasreti
yastık yapıp başına
derin uykulara dalarmış babam
"oğul! ey yüreği delişmen sevdalara tutkun oğul"
diye sayıkladığını söyler annem her akşam
babam!
ey yüreği uçsuz bucaksız kırlara teşne
koca adam!
bilir misin oğlun da özler seni
sayıklar senin ismini
her gece uykuyu kovalarken
ıssız odalarında bu şehrin
yüreğine sımsıcak ellerini düşürür
durmadan.
içinde hasretini büyütür.
MUSTAFA KELOĞLU-"Babama"
-
BAŞKA YARINLAR
Bugün yüzünde bir başka güzellik var senin,
bugün dudağında başka bir tad var,
boyunda başka bir yücelik.
Bugün kırmızı gülün bir başka daldan.
Ayın gökyüzüne bugün sığmamış.
Göklere benzeyen göğsün bugün daha geniş.
Hangi yanından kalktın bu sabah, söyle,
bir başka kavga var dünyada senin yüzünden,
dünyada bir başka gidiş
Biz senin gözlerinden gördük
arslanlara meydan okuyan o ceylanı,
Başka bir ovası var o ceylanın bugün
iki cihandan da dışarı
Seven insanın ayağı mı yok,
işte ona ölümsüzlük kapandı.
Yukarlarda onunla uçar gider.
Gözlerinin denizinde onu arama.
O inci bir başka denizde.
Bakarsın bugün sever bu yürek,
yarın sevilir bakarsın.
Yüreğimin özünde başka yarınlar var.
(Mevlana)
-
ALINYAZISI SAATİ - 2
Ne kadar uzaktık Dicle'den
Çok yakınında doğmuşken
Dicle ki aşağılarda köpüklerinden
Bir şehir doğurmuş Bağdat'tır bu senin ülken
Bağdat'tır bu kardeşim senin ülken
Ayın Dicle'ye düşüp toprağa yükselmesi yeniden
Ayna koparmak boyuna ayna koparmak güneşten
Açık ve seçik bir fetih kılıçla yarılan güneşten
Senin şehrin benim şehrim ve hepimizin şehri
Bir nehrin şehri ki bizi yıkamıştır ruh ve beden
İçimizde akmıştır gece ve gündüz demeden
Gövdesinde izler benekler taşır Kara Âmid kalesinden
Yaralar kaplan derisini cam gibi süsleyen
Gönül yaraları fizikötesinden
Ve bir şehir ki haber verir
Gök yaratılmadan önceki gökten
Zebercet seslerin ev kafesi oluşu
Diş diş bahçe parmaklıkları gümüşten
Hurmalar Dicle'nin çiçekleri peygamber armağanı
Veliler armağanı Bağdat'a doğru gelen
Boyuna gelen bin yıldan beri
Bin bin yıl daha öteye giden
Altın palmiyeler sulh ve sükûn defneleri
Görmedim Bağdat'ı ne kadar görmek istemişken
Bizi mahrum bırakmışlar birbirimizden
Kendimiz mahrum bırakmışızdır kendimizi kendimizden
Bağdat ki Kerbelâ şehitlerinin kanıdır harcı
İslâm Uygarlığının Başkenti
Harun Reşit barışı
İmam-ı Âzam adaleti
Cüneyd'in gözleri
Geylâni'nin gönlü
Ve Halid'in zikri
Binbir gece ülkesi
Binbir gündüz gerçeği
Fuzuli'nin günü
Leyli vü Mecnun nefesi
Ve Hallac-ı Mansur'un kanıyla besli
Gece meleği
Yaksam bütün lâmbaları
Çağırmak üzere ateş pervanelerini
Fitili kıssam ışık baharını
Yanmasın aşıkların yüreği
Bir aldanışla bir yanışla
Ulu bir kanışla bir yanışla
O çocuğun kederini biliyorum
Kaderi bir ağıt gibi sızdıran gönlüne
Bağdat bir sarnıca ine ine
Yaklaşıyor yeniden derinden derine
Çarpılmanın mermerine
Alçılar kırılıyor Lût gölü tuz gibi
Dicle kara bir fırtınada dönüyor fırdolayı
Çatlayan toprak karanlığın anası
Ve su, kurumuş çiçeklerin damıttığı
Kitap yüklü develer boğuldu
Ateş yüklü atlar yüzerken yandı
Kördüğümdür halifenin sırrı
At nallarının altında
Kuşlar ki boğazları tıkanmış mercandan
Kıyamet habercisi çıkardığı seslerle
Zeytin ezmesi sergisi sonsuz bir asfaltta Bilyeler üstünde kayan otomobiller göçünde
Bir halk gidiyor burdan bilinmeyen bir yere
Hâtıralarını savurarak sıcak bir rüzgârın küllerine
Ve haberci diyor ki: n'oldu Bağdat
Nerde onu koruyan sur ve perde
İnsan ki yaşar eserde
İnsan nerde ve eser nerde
Devrilen her taş benim taşım
Yıkılan her ev benim
Benden yıkılıyor hepsi ben yıkılıyorum
Yıkılan benim
Ve haberci diyor ki: yıkılan benim
Taşta suda hurmada
Kuş boğazında
Otomobil tekerinde petrol zerresinde
Her zerrede ölen benim
Ölen Bağdat benim
Ve diyor ki haberci:
Yanan ay sönen gün benim
Çöken akşam gelen geceyim ben
Neden anlamadın bütün bunları sen
Ey Bağdat'ın altın anahtarını küle çeviren
SEZAİ KARAKOÇ
*
Alınyazısı Saati (İstanbul)
Yeryüzüne ayı indir o bir şehir olsun
Yaklaştıkça büyüyen
Ayrıntıları setleri bahçeleri
Yumuşak çizgileriyle ortaya çıkan
İşte ben o şehri yaşadım yıllarca
İstanbul'da parça parça
Çeşmelerinde ayı yaşadım
Servilerinde ayla birlik bölündüm
Ayla birlik yaralandım
İstanbul mezarlıklarını aydınlatan ayla
Soludum bölük bölük ahiretin
Keskin çizgili özgürlüğünü
Kanlı canlı özgürlüğünü ay kesmesi
İçtim sıcak bir yaz günü içilen buz gibi bir vişne şurubu benzeri
Kutsallığın ballı biberli çilekli çile kevserini
İstanbul'dur bu otuz yıl kana kana yaşadığım
Taşlarına adeta resmim işledi
Ben İstanbul'da dağıldım zerre zerre
İstanbul damla damla içimde birikti
Mermer tozu gelip gelip içimde oluştu bir şehir
Bu yeryüzünden ve gökyüzünden ötedeki şehirdir
O bir kılıçtır Doğudan Batıya uzanıp
Çin ipeğinden örülmüş şeytan kozasını bölen
Darbeleriyle Batı çeliğini lime lime eden
O Tanrı'nın kılıç halindeki hilali
İslam ruhunun kristalleşmiş heykeli
İçimin sesi rüyamın öfkesi merhametimin şehri
İstanbul'a gel oruç günleri gez gör ve dinle derinden
Taştaki oymalarını incele bir er gözüyle
Semerkant'tan kalkıp gelmiş erlerin gözüyle gör her yeri
Camileri mezarlıkları çeşmeleri ve sebilleri
Git Sümbülefendi'ye servilerden sor olan biteni
Merkezefendi'de tüket maddeyi yırt maddeciliğin kefenini
Bağdat'ta ebedi bağı ruhun ve ilahi hikmetlerin
Şam'da son sınırı manevi medeniyetlerin
Kozmik bakış metafizik sezgi
Bağdat'tan dal, Şam'dan yaprak Diyarbekir'den çizgi
Hep İstanbul'da kırık dökük
Parçalanmış silinmiş sönmüş
Hayaletler gibi kaçmış gizliliklere
Loş boşluklara sığınmış kan rengi bir huzur arzusu
Sabah Karacaahmet'te öten şafak kırmızısında savaş borusu
Sökün eder her sabah ufkun bir ucundan yeniçeriler
Su şırıltısından gök gürültüsüne değin
Bütün seslere düzen vermiş ebedi mehter
Yok olduysa bu şehir ruhu ruhuma sindi
Ben yaşadıkça o yaşayacak bende
Kimbilir belki o da dirilecek benimle
İslam Milletinin dirilişinde
O yeniden güneşin güneş ayın ay ve dünyanın dünya
İnsanın insan olduğu o günde
Ölümün biliyorum ey İstanbul diriliş içindir
Öyleyse indir ruhunun teslim bayraklarını indir göm toprağa
Doğrul ve kalk ayağa
Kemiklerinle etin arasında
Sonsuz güç topla korku ve muştuyla
Mucize muştusuyla
Yüreğim yırtılıyor çınlıyor ağlıyor yüreğim
Fırtına yaprak yaprak dökülüyor
Gecenin tüyleri savruluyor havaya
Ölümümü kutlayan Arz oğullarıyla
Mübarek toprağın anlamından bile yoksun
Taşın demirin mermerin ve tozun metafizik kadrine bile düşman
Kabus ruhumu çalmak isteyen hırsız
Madde dönüşür binbir şeye ama ruh kaybolmaz
Altın madeni gibi pırıl pırıl kalır ve solmaz
Ve ben kardan geldim ama denizi üstlendim
Denizi yüklendim adeta denizle evlendim
Denizle yaşadım denizle öldüm
Öldükten sonra denizin gözlerini gördüm
Denizden denize yükseldim
Birliğin şarkısını işittim dinledim derinliklerinde
Sedeflerinden yapılmış İstanbul camilerinin taşları
Beyaz güvercin kanadı köpüklerinde kubbelerini gördüm camilerin
-Ama gizleyerek saklayarak itiraf etmeyerek-
Bursa'dan gelen yeşil bu denizi boyadı gökten sonra
Ve trenler şifreli düdükleriyle trajedileri perdelerken
Dönüp bir köşeden ötede kaybolurken
Ben kayalarını denizin ahenkleştirdiği kıyılarda
Gerçeği koğaladım hayal meyal görünen kelimeler arkasında
Ve derken birden karaya sıçradım Ayasofya
Padişah türbeleriyle örtülmüş maskelenmiş şehzade mezarlarıyla
Kayboldu o deniz o kentle birlikte Rabbim bildir bana
olup biteni
O yeşil ötesi ışığı o güneşi tahlil eden su çizgisini
Ve sen ey Avrupa yerin dibine batacaksın bitmez tükenmez suçlarına karşılık
Ve derken Ayasofya yüzüme çarpan karanlık
Serin ve kilim nakışlı kızıl gözlü dev bir cam gibi
Ve kılıcımın ucunda Ayasofya küçük bir bilya gibi
Uçuyorum göklerin kubbesine bir ikram gibi
Gök sofrasında bir çeşni bir garnitür gibi
Kalk ve kavra ruhum bir kadavra gibi solan bu göksel yapıyı
Bir kartal taşırken yere düşmüş
Ve kalakalmış kaldığı yerde
Sonra karanlıklardan çıkan kartallar tünemiş üstüne
Yemişler ötesini berisini
Ey kozmiğin kemirdiği bir kent gibi yükselen yapı
Ey Allah'a açılan ve kapanan ulu kapı
Bir at gibi soluyorsun kulelerinle
Deniz öfkenin köpükleriyle benekli
Gel barışın köprüsü ol içimizde dışımızda
Yeniden sularından içelim kana kana
Savaşabilirim bugün bütün dünyayla
Gerekirse
Ruhumuzun susadığı hakikat olan
Evrensel İslam Barışının zaferi için
Aşk için Tanrı hakikati aşkı için
Göğe çıkan İsa yere insin diye
-Fazla çıkardılar göğe-
Gel ey Muhammed ve İsa hakikati
Burada sizi bekleyen bütün bir insanlık var
Bulutlar yaralı insanlar zehir saçan fırtınalar
Kara-düşünce fırtınalarıyla yüklü kurşun levha havaları
Savaşırım doğudan daha doğu
Doğrudan daha doğru olanı bulmak için
Zulme karşı savaşabilirim
İnsan başı yalnız Tanrı önünde eğilecektir
Ebedi hakikat budur
Bunun için savaşırım ben
Bunun için kanım helal olsun
Şehrimin altına özgür Tanrı aşkını yazmak
İstanbul'u yeniden Tanrı şehri yapmak
Bunun için savaşırım ben
Servi için savaşırım çınar için savaşırım
Tozlanmamış gün doğuşu için
Yıldızlar geceleri yeniden görünsün diye
Tuz deniz damlasında gülsün
Çam denizle gülüşsün
Su tenimizle barışsın
Ruhumuzla ışısın diye
Savaşçıyım ben atalarım gibi
İstanbul için savaşırım
Bağdat'ın dervişlik ortağı
Şam'ın kılıç kardeşi
Olan İstanbul için
Benim güneşimden öteye kimse gidemez
Benim güneşimin üstüne doğmadığı hayat hayat değil
"Benim duvarımdan yüksek duvar haraptır"
Gerçek özgürlüktür kölelik değil Tanrı'ya kulluk
İstanbul olacak yine gerçek özgürlüğün türküsü
Kıyamete kadar söylenecek türkü
Sezai Karakoç
-
HAZAN BAHÇELERİ
Kalbim yine üzgün, seni andımda derinden
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden
Yorgun ve kırılmış gibi en ince yerinden
Geçtim yine dün eski hazan behçelerinden
Senden boşalan bağrıma gözyaşları dolmuş
Gördümki yazın bastığımız otları solmuş
Son demde bu mevsim gibi benzimde kül olmuş
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden
Yahya Kemal Beyatlı
-
UYU YAVRUM
Uyu yavrum, uyanacak günler var,
Yarınları gözetleyen dünler var.
Baban şehit izlerinde ünler var.
O izlerde sen de dolaş
Öç gününe sen tezce ulaş
Uyu yavrum, tepesinde haç yatan
Camiler vardır bu mu seni ağlatan?
Dayanamaz çiğnenmeye bu vatan
Camilere götür hilal,
Hem yurdu, hem de öcünü al.
Ziya Gökalp
-
YA GAZİ Ol YA ŞEHİT
Hadi yavrum ben seni bugün için doğurdum
Hamurumu yiğitlik duygusuyla yoğurdum
Türk evladı odurki yurdu olan toprağı
Ana ırzı bilerek yad ayağı bastırtmaz
Bir yabancı bayrağı ezan sesi duyulan
Hiçbir yere astırtmaz
Git evladım yıllarca ben oğulsuz kalayım
Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım
Hadi yavrum hadi git ya gazi ol ya şehit
Hadi yavrum köyüne, nişanlına veda et
Sabanını tarlanı herşeyini feda et
O silaha sarıl ki böyle günde bir erkek
Bir dualı demirden başka birşey kullanmaz
Bunu tutan bir bilek köleliğin
Uğursuz zincirine uzanmaz
Git evladım yıllarca ben oğulsuz kalayım
Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım
Hadi yavrum hadi git ya gazi ol ya şehit
Hadi yavrum kendine sende yiğit er dedir
Büyüdüğün gaziler ocağına can getir
O cenkleri kazan ki senin büyük Türk adın
Yedi iklim dört bucak içersine ün salsın
Beş yüz yıllık ecdadın kabirlerde titreyen
Kemikleri öç alsın
Git evladım yıllarca ben oğulsuz kalayım
Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım
Hadi yavrum hadi git ya gazi ol ya şehit
Hadi yavrum bugünde dertli ninen ağlasın
Ayrılığın oduyla yüreğini dağlasın
O yaşları saçsın ki senin aslan göğsünde
Benim kanlı gözyaşım düşman için kin olsun
Kara yerin yüzünde ayağının bastığı
Dağlar beller leş olsun
Mehmet Emin Yurdakul
-
Her Şey Sende Gizli
Yerin seni çektiği kadar ağırsın,
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın,
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin,
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün,
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun.
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın.
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer;
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret,
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın.
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın,
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak,
Bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir,
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli,
Bebek ağladığı kadar bebektir.
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin,
bunu da öğren,
SEVDİĞİN KADAR SEVİLİRSİN...
Can Yücel
-
Dünya üç beş bilgisizin elinde
Onlarca her bilgi kendilerinde.
Üzülme, eşek eşeği beğenir
Hayır var sana kötü demelerinde..
Ö. Hayyam
Give Justice A Hand
-
YALNIZLIK MACERASI
Öyle yalnız kaldım ki hayatımda
Kimi gün öldüm kimi gün ilah oldum
Çok zaman annemin dizlerine hasret
Koydum başımı kendi dizlerime
Doya doya ağladım
Paylaşırsa dost paylaşırmış
İnsanın derdini sevincini
Dost ümidiyle ortalığa düşmeye gör
Hangi kapıyı çalsan kimseler yok
Hangi omuza dokunsam yabancı çıkar
Aşık mı olmadım taparcasına
Bir Mecnun geçti o çöllerden bir de ben
Diz mi çektirmedim alemde Kerem gibi
Ferhat gibi gürz mü sallamadım dağlara
Ne Leyla yar oldu bana ne Aslı ne Şirin
O gün bugün sırtımı kendim sıvazlıyorum
Sabahları sokağa çıkmadan evvel
Cesaret şairim, cesaret
Kendi saçlarımı okşuyorum geceleri
Sevgilimin saçları niyetine.
CAHİT SITKI TARANCI
-
DENİZİN DELİSİ
Unutmak mı, delisin,
Gitmesem de bekler orada deniz.
Gelirsem bilmelisin
Benim beklememdir burada deniz.
Gitmek gibi geleceğim
Denizin delisine.
Delinin denizi gibi,
O ne kadar giderse.
ÖZDEMİR ASAF
-
ATATÜRK'TEN SON MEKTUP
Siz beni halâ anlayamadınız .
Ve anlamayacaksınız çağlarca da...
Hep tutturmuş "Yıl 1919, Mayıs'ın 19'u" diyorsunuz.
Ve eskimiş sözlerle beni övüyor, övüyorsunuz .
Mustafa Kemâl'i anlamak bu değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil.
Bırakın o altın yaprağı artık,
bırakın rahat etsin anılarda şehitler.
Siz bana, neler yaptınız ondan haber verin.
Hakkından gelebildiniz mi yokluğun, sefaletin ?
Mustafa Kemâl'i anlamak yerinde saymak değil.
Mustafa Kemâl'in ülküsü, sadece söz değil.
Bana, muştular getirin bir daha,
uygar uluslara eşit yeni buluşlardan..
Kuru söz değil, iş istiyorum sizden anladınız mı ?
Uzaya Türk adını Atatürk kapsülüyle yazdınız mı ?
Mustafa Kemâl'i anlamak avunmak değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil.
Halâ, o, acıklı ağıtlar dudaklarınızda,
halâ oturmuş, 10 Kasımlarda bana ağlıyorsunuz .
Uyanın artık diyorum, uyanın, uyanın !
Uluslar, fethine çıkıyor, uzak dünyaların..
Mustafa Kemâl'i anlamak gözboyamak değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil..
Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız ;
laboratuvarlarda sabahlayın, kahvelerde değil.
Bilim ağartsın saçlarınızı.. Kitaplar..
Ancak, böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar...
Mustafa Kemâl'i anlamak ağlamak değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil.
Demokrasiyi getirmiştim size, özgürlüğü..
Görüyorum ki, halâ aynı yerdesiniz, hiç ilerlememiş,
birbirinize düşmüşsünüz, halka eğilmek dururken.
Hani köylerde ışık, hani bolluk, hani kaygısız gülen ?
Mustafa Kemâl'i anlamak itişmek değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil.
Arayı kapatmanızı istiyorum uygar uluslarla.
Bilime, sanata varılmaz rezil dalkavuklarla.
Bu vatan, bu canım vatan, sizden çalışmak ister,
paydos övünmeye, paydos avunmaya, yeter, yeter !
Mustafa Kemâl'i anlamak aldatmak değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil...
Halim Yağcıoğlu
-
VAZGEÇTİM
Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki, çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki, yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki, ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem, dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki, korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki, çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki, kötüler kadı olmuş Yemen' e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var ya, o koyuyor adama.
William SHAKESPEARE
(Çeviri : Can Yücel )
-
ARARSAN
Beni aramaya çıkarsa düşlerin
Hüznün ruhuna çizdiği resimlerdeyim
Gamsız bir gecenin karanlığında değil
Yüreğinde kanayan kesimlerdeyim
Aklına düşerim hani olur da
Güzelliklerin görünmeyen yüzünde ara
Sevginin menfaate döndüğü yerde
Bir gönül yarasının izinde ara
Yıkılmış umutların enkazından geç
Öksüz bir çocuğun gözünde ara
Ağıtların tüttüğü evlere uğra
Bir ananın boş kalmış dizinde ara
Beni yıldızlarda arama boşa
Yüreğini yasa boğan sızılardayım
Dertlerinle bulursun beni başbaşa
Senin gibi karayazılardayım
Sahte sevgileri tanımaz kalbim
Beni seven gönüllerin ocağında ara
Menfaatle bakmasını bilmez gözlerim
Beni gerçek dostlukların kucağında ara
Mutluluğu anlatan şarkılarda değil
Yaralı yüreklerin ağıtlarında ara
Beni menfaat ve ihanetten uzakta
Yağacak sevgi bulutlarında ara
Öyle senden çok uzaklarda değilim
Görmesini bilen gözlerin bakışındayım
Belki sana senden daha yakın bir yerde
Çarpan kalbinin her atışındayım
Aklına düşerim hani olur da
Beni sığmadığın duyguların içinde ara
O kadar da kolay bulurum sanma
Beni benim seni görebileceğim biçimde ara.
(Yazarı bilinmiyor)
-
UZAK KADERLER İÇİN
Birgün, bir yağmurla garip garip
Çoluğu çocuğu terk edeceğim.
Bir sevgiyle doymayacak kalbim, anladım
Alıp başımı gideceğim.
Asır yirminci asırdır, amenna.
Bir yanımda sevgilerim, bir yanımda sancım
Neon lambaları büsbütün karartır gecemizi
Uzaklar daha uzaklaşır.
Bir define çıkarır gibi kayalardan, Ademden beri
Sımsıcak sevgilere muhtacım.
Bir gün alıp başımı gideceğim
Yıldızlar ışısın, yollar üşüsün, yollar...
Belimi bir ılık şal sarsın, mavi
Hüzünlü bir serencamın ardından, şarkısız
Rüyâlarım unutulmuş bir handa pes desin
Görmüş geçirmiş bir çift duygulu dudak karşısında.
Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm
Her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde.
Diyarı gurbette kanlı bir aşk,
Bahtsız bir çocukluk uzak köylerin birinde.
En uzak beyazlar,
En yakın ikindilerde, duygulu
Ve bir sahil meyhanesinde bir akşam
İçip içip ağlasam...
Nasıl kısa kesmeli bilmiyorum,
Herkesin derdinden pay isterken?
Uzak kaderlerin suları çağlar şimdi
Yıldızlar dökülür sonsuza içimizden.
Birgün, bir parkta otururken, biliyorum
Bir el yağmurla dokunacak omuzuma
Bir çift göz, bir davet, bir kalp
Çoluğu çocuğu terk edeceğim.
Yapraklar dökülecek, çiçekler solacak
Bir sonbahar, bir sabah ve bir yağmur olacak
Toprak ve insan kokularıyla
Uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için
Başımı alıp gideceğim.
Edip Cansever
-
DENİZİ ÖZLEYENLER İÇİN
Gemiler geçer rüyalarımda
Allı pullu gemiler..
Damların üzerinden, ben, zavallı,
Ben, yıllardır denize hasret,
Bakar, bakar ağlarım.
Hatırlarım ilk görüşümü dünyayı,
Bir midye kabuğunun aralığından;
Suların yeşili, göklerin mavisi,
Lapinaların en harelisi...
Halâ tuzlu akar kanım
İstridyenin kestiği yerden.
Neydi o deli gibi gidişimiz,
Bembeyaz köpüklerle, açıklara!
Köpükler ki, fena kalpli değil,
Köpükler ki, duduklara benzer,
Köpükler ki,
İnsanlarla zinaları ayıp değil.
Gemiler geçer rüyalarımda,
Allı pullu gemiler..
Damların üzerinden, ben, zavallı
Ben, yıllardır denize hasret.
Orhan Veli Kanık
-
BEN BİR EYLÜL- SEN HAZİRAN
Bir eylüldü başlayan içimde
Ağaçlar dökmüştü yapraklarını
Çimenler sararmıştı
Rengi solmuştu tüm çiçeklerin
Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı
Katar katar gidiyordu kuşlar uzaklara
Deli deli esiyordu rüzgâr
Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa
Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar
Neydi o bir zamanlar
Sevmişliğim, sevilmişliğim
O heyheyler, o delişmenlikler neydi
Ne bu kadere boyun eğmişliğim
Ne bu acıdan korlaşan yürek
Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım
Önümdeki diz boyu karanlıklar da ne
Ne bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım
Beni kötü yakaladın haziran
Gamlı, yıkık eylül sonuma
Bir ilk yaz tazeliği getirdin
Masmavi göğünle
Cana can katan güneşinle
Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime
Çiçekler açtı dokunduğun..
Çimler büyüdü yürüdüğün
Ve güller katmer katmer oldu güldüğün yerde
Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi
Oldurduğun yemişlerin ağırlığından
Dallarım yere değiyor
Güneşi batmadan saçlarının
Bir dolunay doğuyor bakışlarından
Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma
Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık
Başım dönüyor, off başım dönüyor yaşamaktan
Ölebilirim artık
Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse
Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma
Baksana; parmak uçlarım ateş
Lavlar fışkırıyor gözbebeklerimden
Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan
Benimle meydan oku her çaresizliğe
Benimle uyu, benimle uyan
Birlikte varalım onuncu aylara
Ben bir eylül,
Sen haziran...
Ümit Yaşar Oğuzcan
-
Babama Selam Söyle
Karlı bir akşamdı ankara'da;
Son kez elele yürümüştük,
Bitmesin istediğimiz yola.
Kısacık beraberliğimizin bütün anılarını sığdırmıştık.
Yazarsın bana demiştin.
Bende yazarım sana sık sık.
Ağlıyordum....
Sen görmeyesin diye kaldırmıyordum başımı.
Elimi daha sıkı tuttun,
Anlıyordum....
Bu ayrılığa dayanmıyordu kalbim,
Öğrettiğim çiçek adlarını unutma dedin,
Kelebekleri kitap arasında kurutma,
Sık sık fotoğraf çektir, yolla bana,
Kitaplarım sana emanet,
İncitme kimseyi, kin büyütme kalbinde...
Beni bekle...
Yol bitti, gidiyordun artık;
Sokakta gördüklerimi, filmlerdeki aktörleri sen sandım bir süre,
Kin büyütmedim kalbimde söz vermiştim sana diye,
Kitaplarını okudum, kelebeklerine dokunmadım,
Öğrendiğim çiçek adlarına yenilerini ekledim,
En çok fesleğeni, çoban heybesini, akşam sefasını sevdim.
Seni beklerken çok şey öğrendim,
Yolunu gözlediğim, sevdiğim ilk adam...
Nasıl olsa bulacaktır diye, her görüşümde aynı sesle seslendim
Uçak, babama selam söyle!
Beni kötü rüyalardan uyandıran sevdiğim ilk adam...
Bir bilsen seni nasıl özledim...
Kar yağıyor şimdi, otuz yaşım bitti,
Kitapların bende, kelebekler gibi kar taneleri,
Kendi yolumda yürürken hiç unutmadım o cümleyi;
Selamını aldım babacığım,
Kin büyütmedim kalbimde....
Küçük kızının gözleri hala senin çiçeklerinde.
Uçak, babama selam söyle!
Uçak, babama selam söyle!
İclal Aydın
-
Yagmur
Ne zaman eskiyor sevgiler
odenen bedellerin acisi gecince mi
yagmur yagiyor
mutfak camindayim
nasil usudugumu bilemezsin
menekselerim cicek vermiyor artik anne
soyledigin gibi
hep dibinden su verdim ama
simdi telefon acsam sana
sesini duymakta yetmiyorki..
hep ayni cumleler
babamlar nasil
ilacini aldi mi
nedenini bilmedigim bir aglamak var icimde
bi yerlere sigdiramiyorum yuregimi
bazen dalip giderdin mutfakta yemek yaparken
tahta kasikla tencerenin basinda, oylece
ne dusunurdun acaba
ozlemek cok fena anne
anlamak seni daha da fena
omuzlarim agriyarak uyaniyorum sabahlari
benim kizimin omuzlari olmasina daha cok var
gittikce sana mi benziyorum ben
ya da, annenin kaderi kiza dedikleri dogru mu
baban... eskitir herseyi kizim demistin bikez
anlamamisim meger
eskiyormus annecim
omzunu ovucak kalmiyormus meger ayni evin icinde
simdi duysan bunlari ne uzulursun, mutsuzmu kizim diye
coktan kendinden vazgecmis bir sesle
mutsuz degilim de anne,
yagmura ve mutfagimdaki kedere care bulamiyorum
evimi topluyor, toz aliyor, patlican kizartiyor
televizyon seyrediyor, aksam calan kapiyi aciyorum
actigimi goren olmuyor
pisirdigim yeniyorda, guzel olmus denmiyor..
cay demleniyor, demleniyor, demleniyor..
kederim mutfagimin her yerine yerlesiyor
ah nasil eskiyor hersey anne
nasil eskiyor..
eskilerimi de atmaya kiyamiyorum
seni cok ozluyorum..
bana yasakladigin bahceler, sanada mi uzakti hep
gidemeyisine agladin mi
ne zaman eskiyor sevgiler
odenen bedellerin acisi gecince mi
iste boyle..
kalbimde bir aci..
sarkilar seni soyler
İclal Aydın
-
ONUR DA AĞLAR
Gözlerinin pınarında
Bir bulut,
Boşandı boşanacak
Nerdeyse.
Aklımdan geçenleri
Okuyorsun su gibi.
Dünya gördü
Bizi boğazladılar...
Tutma gözyaşlarını
Onur da ağlar...
Bırak yıkansın gökyüzü,
Lacivert, yeşil, altın
Işıkları günbatının.
İşte şafaktayız gene
Çırılçıplak
Ve mavi.
İşte sanki dağ yeli
Ve işte sanki meltem...
Kimse toz konduramaz
Kesip attığımız tırnağa bile
Sen en güzel kızısın
Bütün galaksilerin
Bense tozuyum artık
Akkor tozuyum
Prometheus'u yakan
Kara sevdanın...
Ne alnımızda bir ayıp
Ne koltuk altında
Saklı haçımız
Biz bu halkı sevdik
Ve bu ülkeyi.
İşte bağışlanmaz
Korkunç suçumuz...
Ahmed ARİF
-
ISLAK GÜL
Seninle paylaşmak uykularda en büyük günahları
Seninle uyanmak nice çılgın gecelerden sonra.
Alır, götürür beni kokun uzaklara, en uzaklara
Ağzın; dudaklarımda ıslak bir güldür sabahları
Tenin çekiyor beni, tenin tutmuş saçlarımdan
Afrikalı kölenim senin, esirinim, mecburunum
Gözlerin değmese gözlerime kahrolurum
Ölürüm, çekersen ellerini avuçlarımdan
Dönsün başım, tutuşsun damarlarımda kanım
Gel, otur yanı başıma, erişilmez kadınım
Yum iri gözlerini, devir kirpiklerini
Ser önüme, bir hazine gibi güzelliklerini
Sana en muhtaç olduğum şu anda gel.
Yaşamak olsan da gel, ölüm olsan da gel...
Ümit Yaşar OĞUZCAN