Türk alfabesinde ı harfi mi i harfi mi daha önce sıralanır.
Diğer bir deyimle;
1- a,b,c,ç,d,e,f,g,ğ,h,ı,i
2- a,b,c,ç,d,e,f,g,ğ,h,i,ı
Hangisi doğrudur?
Printable View
Türk alfabesinde ı harfi mi i harfi mi daha önce sıralanır.
Diğer bir deyimle;
1- a,b,c,ç,d,e,f,g,ğ,h,ı,i
2- a,b,c,ç,d,e,f,g,ğ,h,i,ı
Hangisi doğrudur?
Önce noktasızlar geliyor, I sonra İ kanaatimce, yanlışsa 40 yıl öğrendiklerim boşa gidecek :)
1353 sayılı kanun metnine göre alfabe cetvelinde İ harfi I harfinden önce sıralanmıştır. Ancak yaygın ve yerleşmiş kullanım, ı harfinin i harfinden önce söylenmesi şeklindedir.
Bkz. 1-11-1928 tarih, 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki hakkında kanun
Bu kanun Anayasaya aykırıdır.
CHP göreve :)
Kanun 1928 tarihli, çok enteresan, neden hep böyle öğretildi, alıştırıldı acaba?
Neden CHP?..Her şeyi sosyal-demokrat olarak düşünebilen insanlar hakkında ön yargılarımızı nasıl yok edebileceğiz? Bunu yazmakla birlikte bu partinin; savunucusu değilim...:)
Bu kadar mantıksız ve desteksiz bir yorum düşünemezdim. Biri kanunu göstererek bilim yapar, diğeri kafasından uydurur.
Nasıl kelimesi fonetiğimize uygun değil mi, olumsuzluk ifade eden "sız" (insafsız, akılsız, kumarsız..." kelimelerinde ı harfi yerine i mi kullanmalıydık? Hangi bilgiye veya bilime dayanarak ı harfinin fonetiğimize uygun olmadığını söyleyebiliyorsunuz sayİn Ferda Aydİn?
Türkçe veya dar kullanımla Türkiye Türkçesi, Ural-Altay dil ailesine bağlı Türk dillerinden ve Oğuz grubuna bağlı bir dildir. Türkiye, Kıbrıs, Irak, Balkanlar, Orta Asya ve Orta Avrupa ülkeleri başta olmak üzere geniş bir coğrafyada konuşulmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, Bosna Hersek, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti[1] ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kurumsal; Romanya, Makedonya, Kosova ve Irak'ın ise tanınmış bölgesel dilidir. Bulgaristan'da ise bazı bölgelerde konuşulmaktadır. Türkçe, farklı lehçelere ayrılmış bir dildir. Bu dilbilimcilerin lehçeler olarak kabul ettiği bu farklılıklar, TDK'ce ağız ve şive olarak nitelendirilmektedir. Bu lehçelerden İstanbul ağzı-lehçesi, sivrileşerek yazı dili durumuna gelmiştir.[5] Türkçe, 8 ünlü harf sayısıyla birlikte zengin bir dil olmasının yanı sıra, özne-nesne-yüklem şeklindeki tümce kuruluşlarıyla bilinmektedir. Ayrıca Türkçe sondan eklenmeli bir dildir.[6
"BUGÜNDEN SONRA DİVANDA, DERGAHTA,
BARGAHTA, MECLİSTE VE MEYDANDA TÜRKÇEDEN
BAŞKA DİL KULLANILMAYACAKTIR."
13 Mayıs 1277
KARAMANOĞLU MEHMET BEY...
Batı dillerinde bulunmayan Türk harfleri
Bazı Türkçe harflerinin evrensel kod (Unicode) değerlerinin listesi
Harf Kod # Harf Kod #
ç 231 Ç 199
ğ 287 Ğ 286
ı 305 İ 304
ö 246 Ö 214
ş 351 Ş 350
ü 252 Ü 220
â 226 Â 194
î 238 Î 206
û 251 Û 219
Türkçe'deki Ç/ç, Ü/ü ve Ö/ö harfleri İngiliz alfabesinde bulunmamaları nedeniyle ASCII standardına dahil değildir. Ancak bu harfler diğer batı dillerinde yaygın olarak kullanılmakta ve ISO-8859-1 (Latin-1) standardının içinde yeralmaktadır. Küçük ı, büyük İ, Ğ/ğ, Ş/ş harfleri ise ISO-8859-9 (Latin-5) standardının içinde yeralmaktadır.
Türkçe'de noktalı i harfi büyük harfle yazılıyorken de noktası koyulur: İ. Benzer biçimde noktasız büyük I harfi, küçük harfle yazılıyorken noktası koyulmaz: ı. Ancak yabancı dildeki sözcükler büyük harfle yazılıyorken I harfi noktasız yazılır. Türkçe'nin dışında Azerice ve Tatarca'da da ı ve i harflerinin kullanımı bu biçimdedir.
Ş/ş harfinin sesi, İtalyanca'da sc(i), Fransızca'da ch, İngilizce'de sh ve Galiçyaca'da x harfleriyle elde edilir. Bu harf kimi zaman Rumence'deki Ș/ș (virgüllü s) harfinin yerine kullanılmasına rağmen farklı bir harftir. Türkçe'nin dışında Azerice, Tatarca ve Türkmence dillerinde kullanılmaktadır.
Ğ/ğ (yumuşak ge) harfinin kendine ait bir sesi yoktur, yalnızca kendisinden önce gelen ünlü harfi uzatmakta kullanılır. Bu harf Türkçe sözcüklerin başında yeralmaz. Türkçe'nin dışında Azerice ve Tatarca dillerinde kullanılmaktadır.
ASCII standardında yeralmayan Türkçe harfler ve Evrensel kod (Unicode) değerleri yandaki çizelgede verilmiştir.
Dil konusunda merakım üzerine seneler önce araştırma yaptım; Türkçe'de I harfi yok; neden mi kullanıyoruz bu harfi alışkanlık üzerine sanırım; Bazi kelimelerdeki; I harfi yerine i harfini kullanmam üzerine dikkatim çekildi; neden bu harfi bu kadar sık kullandığım üzerine...Araştırdığım kadariyle sonuç beni yanıltmadı; Kısaca çok kozmopolit bir kültürle iç içe yaşamışık;
Kavimler göçüne benzer bir durum; Anadolu'da bir şehirde; Türk dilini kuran Karamanoğlu Mehmet Bey"in yaşadığı bir ilde çeşitli mozaiklerle karşılaşabiliyorsunuz; Rum evleri ve halkı ile önceleri oluşmuş bir şehir ve çok farklı bir kültür..Ve yine de karışmamış bir dil; arı ve saf...
Bu farkı -gözlemlediğim kadarıyla pülümür, mardin, urfa yöresinin insanlarında gördüm; eğitime özel bir önem ve engin bir kültür..
Yazılarınızı okudum ama hiçbirinin içinde Türkçe'de ı harfinin olmadığına dair bir bilgi yok. Fonetik diyorsanız, ı sesini çıkartan bir çok kelimemiz olduğunu görmenize rağmen bilimsel bir saptamanız da yok. Lehçe veya şivelerin ses veya harflerle bir ilgisi de yok bu anlamda. Türkçe'de ı harfinin olmamasını gerektiren tarihi bir belge gösterseniz daha inandırıcı oldurdu.
Bilmedikleri konularda kişiler ahkam kesmemeli... Kısa bir süre sonra tüm bilgileri temelli olarak yazacağım...
Sanırım burada kaynak olarak, göktürk türkçesi ve alfabesi kullanılmakta.
Göktürk alfabesinde ve dilinde, ı sesinin olmadığı gibi, v,c,j,f,h harfleri de yoktur.
Keza g ile kelime başlamaz. görür yerine körür kullanır.
Bunun gibi gramer kurallarını sayabiliriz. Ancak, türkçe dediğimiz dil, bugünkü kurallarla kullandığımız dildir. markez olarak da, istanbul lehçesi kabul edilmektedir.
Yoksa değişik lehçeleri gözönüne alırsak, hem dilde birliği sağlayamayız; Hem de komik anlatımlar ortaya çıkabilir.
Örnek vermek gerekirse, "Yağmur yağıyor" cümlesi, azeriler için çok anlamsız ve komiktir. Zira, "yağmıyor, yağıyor" (yağmır, yağır) anlamındadır.
Ural Altay Dil Ailesi, eskiden birtakım dilbilimcilerinin varlığını savunduğu, fakat üzerinde genel olarak anlaşmaya varılmamış olan kuramsal bir dil öbeğidir. Günümüzde Altay Ailesi ve Ural Ailesi olarak ele alınan bu dil aileleri, eskiden aralarında var olduğu düşünülen dilbilimsel genetikten dolayı "Ural-Altay" dil ailesi denmekteydi.
Bu "ailenin" Altay kolu Türkçe, Moğolca, Tunguzca'dır. Macarca ve Fince ise bu ailenin Ural kolundandır. Bazı dilbilimciler Korece ile Japonca'yı da bu aileye katmış olsalar da, bu yöndeki kanıtlar daha da zayıftır.
Günümüzde çoğu dilbilimci Ural ve Altay ailelerindeki benzerlikleri "tarihsel orijin" veya "yakınsama" ile sonuçlanmış karşılıklı etkileşim ile açıklamaktadır. Sondan ek alırlar. Ural ve Altay arasında ünlü uyumu, sondaneklemelilik, cümlede özne-nesne-yüklem sıralaması ve dillerin dilbilgisel olarak cinsiyetsiz olması gibi güçlü benzerlikler göstermişlerdir. Fakat bu tip benzerlikler yapısaldır. Tarihsel dilbilim araştırmasında ortak kelime kökleri önemli bir yer tutmaktadır.
Günümüzde bu dil ailesinin varlığına dair bulunabilecek bilgilerin çoğu 1950 öncesi kaynaklara dayanmaktadır. Ural Dil Ailesi ile Altay Dil Ailesinin ayrı incelenmesi gerektiğini savunanlar da azımsanmayacak kadar çoktur ve birçok modern dilbilimci bu görüştedir
Şükür ki, hukuk ve kültür adına çok güvendiğim dostlarımın da yardımcı olmasıyla dil konusunda yanılmadığımı anladım... Kişi isminin hiç de önemi yoktu bu konuda; yanılınabilirdi, hatalı ve eksik söylemlerde bulunulabilirdi..
Tarz olarak şunu tercih ederdim ki; bariz hatalar da yapsa, hiç kimseyi eleştirmemeyi tercih ederdim...
Sorardım öncelikle acaba bu sorunun yanıtı bu mudur diye ? ;); düşünmeye sevk etmeye çalışırdım kimseyi..
Yeterince yanıt alamasam hoş olmayan yanıtlarda bulunmaya çalışmaz; kişiyi refüze etme ve hele de bir sanal ortamda attırma girişimlerinde bulunmazdım ve bulunmadım..
Göktürkler adına bir merak ve inceleme;
Bumin Han, Göktürkler İmparatorluğu
Göktürk İmparatorluğu Aşına Türk boyu tarafından kurulmuştur. İlk kez Türk adını devletin resmi adı olarak benimseyen Göktürk İmparatorluğu olmuştur. Göktürklerin kendilerine özgü bir alfabeleri vardı. Türkçenin tarihte görülen ilk alfabesi Göktürklerinki olmuştur. Oniki milyon kilometrekarelik bir alanda kurulan Göktürk İmparatorluğu daha önce Büyük Hun İmparatorluğuna karşı yürütülen ve başarıya ulaşan Çin oyunlarıyla parçalanarak yıkılmıştır. Toprakları üzerinde günümüzde Moğolistan, Çin Halk Cumhuriyeti ve Rusya bulunmaktadır.
Göktürk İmparatorluğu ilk resmi Türk İmparatorluğu olarak Sibirya'daki Yakut Türkleri ve Batı'da Ogur Türkleri yani Bulgarlar dışında Orta Asya'daki tüm Türk asıllı kavimleri ve boyları çatısı altında birleştirmiştir. Göktürk devleti, önemli bir siyasal örgütlenmeyi kurabildiği için yıkıldıktan sonra da etkileri diğer Türk devletlerinde sürüp gitmiştir. Kendilerine genellikle "Türük" adını veren Göktürklerin kitabelerinde Gök-Türk veya Kök-Türk deyimi geçmektedir ki, bu da göke ilişkin, kutsal Türk anlamına gelmektedir.
Büyük Hun İmparatorluğu'nun dağılmasından sonra Asya steplerinde dağınık biçimlerde yaşayan Türk boylarını ilk kez bir araya getirerek yeniden büyük bir Türk İmparatorluğu kuran Göktürklerdir. Göktürklerin kökeni hakkında bilinenler Çin kaynakları ile sınırlı kalmaktadır. Bu kaynaklarda aslında efsanelerin ötesine gitmez. Bu durumda Göktürklerle ilgili bilgilerin çoğunluğu mitolojik karakterli olmaktadır. Çin kaynaklarının anlattığına göre Göktürkler eski Hunlardan inen bir koldur ve Aşına ailesinin soyundan gelmektedirler. Türkler Lin ülkesi ordusu tarafından büyük bir yenilgiye uğratılırlar ve halkın tümü öldürülür. Bu kırımdan yalnızca 10 yaşında bir çocuk kurtulur. Lin ülkesi askerleri yaşı küçük diye bu çocuğu öldürmezler ve yalnızca ayaklarını keserler. Kesik ayaklı çocuğu bataklığa atarlar. Dişi bir kurt bu çocuğu bulur ve etle besleyerek büyütür. Çocuk büyüyünce dişi kurt ondan gebe kalır. Lin ülkesi prensi çocuğun yaşadığını öğrenince onu öldürtmek için asker gönderir. Askerler hem çocuğu, hem de dişi kurdu öldürmek isterler. Kurt kaçarak Turfan bölgesindeki dağlara çıkar. Dağda, içi ot ve bitkiyle kaplı derin bir mağara vardır. Gebe kurt bu mağarada on erkek çocuk doğurur. Çocuklar büyüyünce dışarıdan kızlar ile evlenirler. Karıları gebe kalır ve her kadından yeni bir soy türer. Göktürk İmparatorluğu'nu kuran Aşına ailesi bu on soydan birisidir. Birkaç kuşak sonra kurttan türeyen topluluk mağaradan çıkar ve Altay Dağları eteklerinde Juan-Juan'lara bağlı olarak yaşamaya başlarlar.
Başka Çin kaynakları bu efsaneyi değişik biçimlerde anlatmaktadır. Bir Çin kaynağı ise Türkleri bir kuzey boyu olarak benimsemektedir. Türklerin atalarının So ülkesinden geldiklerini, birçok kardeşleri bulunduğunu, bu kardeşlerinden birisinin kurttan türediğini, dağlarda yaşayan bu boyun daha sonra ateşi bularak ısındığını, Göktürklerin kurucusu Aşına ailesinin bu boyun başkanının soyundan geldiğini yazar. Başkan ölünce, çocuklar arasında başkanlık seçimi yükseğe sıçrama yarışı ile yapılır. Aşına'nın oğlu, içlerinde en genç olarak, en yükseğe sıçrar ve böylece başkanlığı ele geçirir. Bozkır dünyasında efsaneler gerçek sayıldığından Çinliler bunları belgelemişlerdir. Genellikle, Göktürk devletini kuran ailenin Aşına ailesi olduğu ve bu ailenin tanrısal kökenli bir kurttan türediğine inanılır. Göksel kurttan türeme, Aşına soyuna da göksellik ve diğer boylar üzerinde soyluluk, üstünlük kazandırır. Kurdun Aşına soyunu ürettiği mağaraya "ecdat mağarası" adı verilir ve her yıl atalara o mağaranın önünde kurbanlar sunulur. Göktürklerin altından yapılma bir kurt başı taşıdığı, süslü bir tuğa sahip oldukları, devlet başkanının muhafız gücüne kurt denildiği belirtilmektedir. Göktürklerin bağlantılı olduğu Hunlar'da bir kurt atanın varlığı hakkında doğrudan bilgi yoktur. Turfan ve Altay yöreleri kurttan türeme efsanelerinin yaygın olduğu yerlerdir. Uygurların atalarının Hun başbuğunun kızının bir kurtla evlenmesinden türediğine benzer biçimde inanılır. Hatta daha ileri giderek Aşına soyunun Hunların ünlü başbuğu Mete'nin soyundan geldiğini söyleyenler de vardır. Çin Revnakları Aşına soyunun Hunlar'dan geldiğini ilke olarak benimsemektedirler. Aşına soyunun Hunların kuzey boylarından geldiğini ileri sürenlere de rastlanmaktadır.
Değişik bilgilerden anlaşıldığına göre, Göktürklerin çekirdeğini, Kansu ve Şensi'de geçici küçük devletler kuran Hun boylarının kalıntıları oluşturmaktadır. Aşına soyu bunların uzantısı olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Göktürk siyasal birliğinin kurucusu Bumin Han hakkında da Çin kaynakları değişik bilgiler aktarmaktadır. Kurttan türeme büyük oğlanın Göktürklerin atası olduğu ileri sürülürken, soğuktan acı çeken bu boyu ateşi bularak ısıtan kişinin başkan seçildiği de yazılmıştır. Başkan seçilen bu torun daha sonra BüyükYabgu adı ile anılır. Büyük Yabgu, Tuvu'nun büyük oğlu Bumin Han, küçük oğlu da İstemi Han'dır. Göktürk devletinin siyasal birliği bu iki han tarafından kurulmuştur. Bu soy kütüğü belirlemesi Göktürklerin kökenini aydınlatmaktan uzaktır. Bilimsel açıdan, eldeki verilere göre söylenebilecek olan gerçek; Göktürklerin savaşlar ve yenilgiler sonucu Şensi ve Kansu gibi Kuzey Çin bölgelerinden Altaylar'a göçmek zorunda kalan Hun boylarının kalıntılarından türemiş olduklarıdır. Bu dağınık Türk boyları Aşına soyunun önderliğinde Türk budununu meydana getirmişlerdir.
Hun İmparatorluğunun dağılmasından sonra Türkler Altay eteklerinde yaşarlarken, stepler bu tür topluluklar ile doluydu. Çin sınırından Avrupa içlerine kadar yayılan çeşitli boylar zaman içerisinde değişmeler göstermiştir. Bazı boylar birbirleriyle kaynaşmıştır. Çoğunluğu göç etmiştir. Savaşlar ve ticaret ilişkileri nedeniyle boylar arasında birçok alışveriş olmuştur. Avcı ve çoban boylar zamanla dağılmış ve Hunlar Avrupa'ya göç edince onların yerini almışlardır.
Altaylar'da Juan-Juan'a bağlı olarak demircilik ile uğraşarak yaşayan Göktürkler, Bumin Han başa geçince güçlenerek doğuya doğru açılırlar ve Çin sınırına kadar gelirler. Başlangıçta ticaret amacıyla Çin sınırına gelen Bumin'in oymakları demir eşya satıp karşılığında pamuklu ve ipekli kumaşlar almak istiyorlardı. Bu yoldan Çin İmparatorluğu ile iyi ilişkiler geliştirmek istiyorlardı. Bumin'e bağlı güçler Çin sınırına geldiğinde daha önceleri bu bölgelerde var olan Topa devleti çöküş dönemine girmişti. Topa devleti Batı ve Doğu olarak ikiye ayrılmıştı. Batı ve Doğu devletleri eski siyasal birliklerini yeniden kurabilmek için birbirleriyle savaşlara girmişlerdi. İç ve dış karışıklıklar içinde bunalan Batı Topa devleti rakibi Doğu Topa devletinin ve Juan-Juan'ların baskılarını önleyebilmek için Çin sınırında görülen Göktürk boyları ile işbirliği kurmaya çalışır. Bu amaçla bir elçiyi Bumin Han'a gönderir. Bozkır beyleri kendi aralarında boğuşurken Çin uygarlığı önemli gelişmeler göstermişti. Çin'in lüks tüketim malları bozkır beyleri arasında çok revaçtaydı. Çin'e haraç sunmak bu lüks maddeleri sağlamayı amaçlayan bir cins ticaret yöntemi olarak o dönemlerde göze çarpıyordu. Bu durum da bir Çin devletinden elçi gelmesi, yeni yeni güçlenen Bumin'in oymaklarını çok sevindirir. Bumin 546 yılında oymaklarının türlü ürünlerini sunmak üzere Batı Topa devletine elçi gönderir. Bu sıralarda Töles adı ile ortaya çıkan Kaokü'ler Juan-Juan'lara saldırma hazırlıkları içindedirler. Bumin ve oymakları bu fırsattan yararlanır ve Töleslere saldırarak onları yenilgiye uğratır. Binlerce kişilik Töles boyları Göktürklere uyruk bir duruma getirilir. Bumin oymakları Töleslerin katılmalarıyla giderek daha da güçlenirler. Bumin Juan-Juan'lara saldırıya hazırlanan Tölesleri yenerek, bağlı bulunduğu bu kavime hizmet sağlamış olur. Bu zaferinden cesaret alarak Juan-Juan'ların başbuğunun kızını ister. Başbuğ, Bumin'e bir mesaj göndererek, "Siz bizim demircilik yapan adi kölelerimizsiniz, nasıl olur da bizden kız istemeye cesaret edebilirsiniz" diye çıkışır. Bunun üzerine Bumin çok kızar ve gelen elçiyi hemen öldürür, iyice zayıflamaya başlayan Batı Topa devletinden kız ister. Zayıflayan devletin hükümdarı Göktürklerle akrabalığa razı olur ve 551 yılında Batı Topa soyundan bir prenses ile Bumin Han evlenir. 552 yılında Batı Topa ile ittifak halinde olan Bumin, Juan-Juan'lara saldırır. Onları büyük bir savaştan sonra kesin bir yenilgiye uğratır. Bu zaferden sonra Bumin Kağan adını alır ve Hanların Tanhu'sundan sonra Türklerin yeni imparatoru olarak başa geçer. Tölesleri örgütleyerek kendi oymaklarını güçlendiren Bumin Kağan bu hazırlıklarının semeresini zafer sağlayarak alır. Juan-Juan'lar yenilmelerine karşın gene de Göktürk devleti için önemli bir tehlike oluşturmaktadırlar. Yenik düşen bu kavim Moğolistan'ı Göktürklere bırakarak Topa devletinin arazisine sığınırlar. Batı Topa devletine sığınan Juan-Juanlar ise aradaki anlaşma nedeniyle Göktürklere teslim edilirler ve 555 yılında hepsi öldürülürler. Juan-Juanların bir kısmı Avrupa topraklarına kaçarlar ve bir süre sonra Avar adıyla yeni bir devlet kurarak yeniden tarih sahnesine çıkarlar. Göktürkler gene 556 yılında Batı Topa devletiyle beraber Moğolları ve Tibetlileri yenerek topraklarını genişletirler. Bozkır kökenli Batı Topa devleti 557'de yıkılınca bu devletin kalıntıları da Göktürklere katılır. Kendi boy adlarını yitirerek içinde eridikleri Türk boylarının adlarını alırlar. Altaylar'a göçen Hun kalıntıları, Töles oymakları, Juan-Juan ve Topa devleti kalıntıları Aşına soyunun yönetimindeki Göktürk siyasal birliğinin temelindeki çekirdeği meydana getirirler.
Devletinin batı kanadını, kuruluşta kendisi ile birlikte çalışan küçük kardeşi İstemi'ye "Yabgu" unvanını taşımak, dolayısıyla doğu kanadının yüksek egemenliğini tanımak üzere veren Bumin, devleti kurduğu ve Kağan ilan edildiği yıl içinde (552) öldü.
Artık yazılarınıza "atma recep" desem yeridir. Bir tanesi bile ı harfinin yokluğuna delalet değildir. Rumuzda avukat yazıyor ama bilimsellikten habersizsiniz.
Lehçe, şive ağız gibi yöreye özgü söyleniş biçimleri ulusal bir dilin yapısını değiştirmez...
Hele ki 595 yılından beri söylenen; Karamanoğlu beyliği zamanında resmi dil olarak kabul edilen ve günümüze kadar gelen saf dilimizin...
Bilim yapmak konu uzmanlarının inhisarındadır; bilim; gereken konumlarda ve akamedisyenlik ortamında icra edilir..
Nasıl ki hukuki bilgiler; yargılama konusunda hukukçulara danışılması gerektiğini önemle vurguluyorsak tüm meslek alanlarında aynı yaklaşımı göstermemiz gerekmez mi?
Hadi bunları da bir yana bırakalım; fikri olmayanın zikri de ne derece geçerlidir? Amaç bir kaşık suda boğmaksa karşımızdakini fikir oyunları yapıp zaman harcamaya değmez... Bırakalım tatlı su kurnazlığını.. :ok
Sayın Ferda Hanım, Göktürk Yazıtları'nı dikkatli okuyun lütfen "ı" sesinin olup olmadığını görürsünüz. Göktürk alfabesinde bir harfin iki ünlü sesi (i ve ı) karşılaması "ı" sesinin olmadığını göstermez. Bırakınız bu işi dilciler yapsın lütfen