Uyarma Ve Kınama Cezalarına Karşı Hak Arama Yolları
UYARMA VE KINAMA CEZALARINA KARŞI HAK ARAMA YOLLARI
I-GİRİŞ;
Anayasamızın 129/3.maddesi ile 657 sayılı yasanın 135/3.maddesi uyarınca devlet memurlarının, (ister resen isterse de Disiplin Kurulu tarafından verilsin) “uyarma ve kınama” cezalarına karşı dava açma hakları yoktur.
Bu hususta değişik içtihatlar İdare Mahkemeleri nezdinde verildi ise de, önce Danıştay akabinde Anayasa Mahkemesi tarafından “uyarma ve kınama” cezalarına karşı iptal davası açılması yolunun kapalı olduğuna karar verilmiştir.
Kısacası ülkemiz mevzuatı ve yargısı tarafından bu cezalara karşı iptal davası açma hakkının bulunmadığı noktasında tartışma bitmiştir.
Esasen tartışılan kısım;
a-“Uyarma ve kınama” cezalarına karşı iptal değil de, tam yargı yani tazminat davasının açılıp açılmayacağı,
b-İç hukukta etkili başvuru yolu kapalı olan bu cezalara (uyarma ve kınama) karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine dava açıp kazanıp, bunun 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanununun 53/1-ı.maddesinde yer alan “Hükmün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması” halinde yargılamanın yenilenmesine ilişkin hüküm çerçevesinde, İnsan Hakları Mahkemesinin lehe kararı, olağan üstü temyiz başvurusu anlamına gelen yargılamanın yenilenmesi sebebi sayılmak suretiyle istenilen sonuca, yani iptal davası yolu ile de, amaca ulaşmanın mümkün olup olmadığı,
c-Yargı yolu kapalı olan bu cezalara karşı, iptal davası değil, tam yargı davası (tazminat davası) açma imkanının, İç hukukta ve AİHM’si nezdinde bulunup bulunmadığı,
Konularının açıklığa kavuşturulması, büyük önem arz etmektedir.
II-AÇIKLAMA VE İLGİLİ MEVZUAT;
A-İPTAL DAVASI YÖNÜNDEN;
1- Anayasamızın 129/3.maddesinde “Uyarma ve Kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin kararları yargı denetimi dışına bırakılamaz” hükmü yer almaktadır.
657 sayılı yasanın 135/3.maddesinde ise; “Aylıktan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması ve Devlet Memurluğundan çıkarma cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir.” Hükmü yer almaktadır.
Yasın yasa koyucu Anayasanın sağladığı imkânı kullanmış ve “uyarma ve kınama” disiplin cezalarını, yargı denetimi dışında tutmuştur.
2-Anayasa Mahkemesinin 27.11.2007 tarih ve 2002/169 esas, 2007/88 sayılı kararına göre, Anayasanın 129.maddesinin TBMM gerekçesinde ise “…uyarma ve kınama cezaları özellikleri dolayısıyla bu kuralın dışına çıkarılmıştır, denilmek suretiyle “uyarma ve kınama” cezalarının yargı denetimi dışında bırakılacağı ifade edilmiştir.”
Anayasa Mahkemesinin kararının devamında da “Yargısal denetim bakımından uyarma ve kınama cezalarının, genel kural kapsamı dışında tutulmasının sebebi olarak madde gerekçesinde bu cezaların “özellikleri” gösterilmiştir. Disiplin cezalarının ağırlıkları birbirinden farklı olup, uyarma ve kınama cezaları en hafif disiplin cezalarını oluşturmaktadır.” Şeklinde açıklamalar yer almaktadır.
Anayasa Mahkemesinin karının sonuç bölümü ise “İtiraz konusu yasa kuralları ile Devlet memurlarına verilen uyarma ve kınama cezaları, Anayasa’da yer alan hükme ve Anayasa koyucunun bu yöndeki iradesine uygun olarak yargı denetimi dışında tutulduğundan söz konusu kuralların Anayasa’ya aykırılığından söz edilemez.” Şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir.
İç hukukta; uyarma ve kınama cezalarına karşı iptal davası açma hakkının tamamen ortadan kaldırılmış olması karşısında, etkili başvuru ve hak arama özgürlüğü çerçevesinde, dikkate alınacak ve başvurulabilecek diğer bir yargı makamı ise, elbette Avrupa İnsan Hakları Mahkemesidir.
3-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 27.03.2007 tarih ve 6615/03 başvuru nolu “KARAÇAY/Türkiye” davası ile ilgili kararında “AİHM, AİHS’nin 13. maddesinin, iç hukukta hak ve özgürlüklerin Sözleşme’de yer aldıkları şekliyle ileri sürülebilmelerini sağlayan başvuru yolunun mevcut bulunmasını güvence altına aldığını hatırlatmaktadır. Dolayısıyla bu hüküm, Sözleşmeye dayanan “savunulabilir bir şikayet”’in içeriğini incelemeye ve uygun tazmin yolunu sunmaya yetkili kılan iç hukuk yolunun varlığını gerekli kılmaktadır (Kudla-Polonya, no: 30210/96)……(Sözleşmede yer alan) 13. maddenin Sözleşmeci Devletlere getirdiği yükümlülüğün kapsamı, başvuranın şikayetinin niteliğine göre değişmektedir. Buna karşın 13. maddenin gerekli kıldığı başvuru yolu teoride olduğu kadar uygulamada da “etkili” olmalıdır (İlhan-Türkiye, no: 22277/93). )……(Sözleşmede yer alan) 13. madde uyarınca bir “başvuru yolunun etkili olması”, kesin olarak davanın başvuran lehinde sonuçlanması anlamına gelmemektedir. Aynı şekilde bu hükümde bahsedilen “makam” adli bir makam olmak zorunda değildir. Ancak böyle bir durumda, söz konusu makamın yetkileri ve sunduğu güvenceler, kendisine yapılan başvurunun etkililiğini değerlendirmek için göz önünde bulundurulmaktadır. Bunun yanı sıra aralarından biri tek başına 13. maddenin gerekliliklerine cevap veremese de, iç hukuk tarafından sunulan başvuru yollarının tümü, söz konusu gereklilikleri yerine getirebilir (Silver ve diğerleri-Birleşik Krallık, 25 Mart 1983 tarihli karar, ve Chahal-Birleşik Krallık, 15 Kasım 1996 tarihli karar).
Böylece AİHM, ulusal hukukun, buna benzer bir uyarma cezasına başvuranın itiraz edebilmesi amacıyla ulusal mahkemeye başvuruda bulunma yolunun bulunmasını öngörmediğini tespit etmektedir (mutatis mutandis, Güneri ve diğerleri-Türkiye, no: 42853/98, 43609/98 ve 44291/98, 12 Temmuz 2005 ve sözü edilen Metin Turan kararı). Bundan dolayı başvurana yapılan uyarıya benzer disiplin cezasının verildiği durumlarda etkili başvuru yolunun bulunmaması, olası kötüye kullanımları engelleyecek yada sadece benzeri disiplin tedbirlerinin meşruluğunun denetlenmesini sağlayacak her türlü güvenceden başvuranı mahrum bırakmaktadır.” Gerekçesi ile İnsan Hakları Sözleşmesinde yer alan “Etkili başvuru” hakkının ihlali anlamına geldiğine karar verilmiştir.
4-Yukarıda belirtildiği üzere, 2577 sayılı yasanın 53/1-ı.maddesinde de, Danıştay ile bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinden verilen hükmün “İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması” halinde yargılamanın yenilenmesine neden olacağı ifade edilmiştir.
2577 sayılı yasanın 53/2.maddesinde, “Yargılamanın yenilenmesi istekleri esas kararı vermiş olan mahkemece karara bağlanır.” Hükmü yer almaktadır.
Aynı yasanın 53/3.maddesinde de, yukarıda belirtilen “(ı) bendinde yazılı sebep için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl” içinde başvurulması gerektiği belirtilmiştir.
Yani, İnsan Hakları Mahkemesinin kararı üzerine, aleyhe sonuçlanmış iptal davasını esastan karara bağlayan mahkemeye 1 (bir) içinde başvuruda bulunarak, yargılanmanın yenilenmesi talebinde bulunulabilir.
5-Kısacası, iptal davaları yönünden 2577 sayılı yasanın 53.maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ihlal kararları dairesinde, olağan üstü temyiz yöntemi olan yargılamanın yenilenmesi ile ilgili başvuru yolunun kullanılması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına dayanak alınan ve ülkemizin imzaladığı İnsan Hakları Sözleşmesinin, Anayasamızın 90.maddesinde yer alan öncelikli durumu ile 2577 sayılı yasanın 53/1-ı.maddesinde yer alan 2003 tarihli düzenlemenin, 657 sayılı yasanın 135/3.maddesinde yer alan, 1982 tarihli yasama kısıntısından daha öncelikli olarak uygulanmasının zorunlu olduğunun altının çizilmesinin gerekli olduğu değerlendirilmektedir.
Zira, Anayasanın 129/2.maddesi, uyarma ve kınama cezalarına karşı dava açmayı yasaklamamakta, sadece bu yönde kanun çıkarılması noktasında, TBMM imkan sağlamaktadır. TBMM, 657 sayılı yasanın 1982 tarihli 135/3.maddesinde, bu kısıtlama yetkisini kullanmış ise de, bir başka kanunda, 2577 sayılı yasanın 2003 tarihli 53/1-ı.maddesinde, koşullu olarak adeta uyarma ve kınama cezalarına karşı iptal davasının canlanmasına ve devam ederek neticelendirilmesine imkan sağlamaktadır.
Aksi halde, 2577 sayılı yasanın 53/1-ı.maddesini, istisna getirilmeyen uyarma ve kınama cezası noktasında, açıklamak mümkün olmayacaktır.
B-TAM YARGI (TAZMİNAT) DAVASI YÖNÜNDEN;
B1-İÇ HUKUK VE ULUSAL YARGI KARARLARI AÇISINDAN;
1-Danıştay ile aynı seviyede olan, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin 3.Dairesinin 22.04.2004 tarih ve 2003/675 esas, 2004/590 sayılı kararında; “Ankara Bölge İdare Mahkemesi, ……(Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulunun) HSYK’ nun disiplin cezaları da dahil kararlarına karşı yargı yolu kapalı ise de, Adalet Bakanına hakaret suçundan beraat eden savcıya, aynı sebeple verilen kınama cezasından dolayı, Anayasanın 125. maddesi karşısında tam yargı davası açılabileceğine ve beraat yönündeki yargı kararında, keyfi hakaret ettiği anlaşılan HSYK’nun cezaî işleminden doğan manevi zararın tazmininin gerektiğine karar vermiştir (14.03.1995, 747/1242).” Şeklinde bir tespit yer almaktadır.
2-Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin 3.Dairesinin, yukarıda belirtilen kararında “Anayasanın 129 ncu maddesinin 4 ncü fıkrasıyla tanınan İstisnaya uygun olarak 1602 sayılı AYİM Kanununun 21 nci maddesinde düzenlenen yargı bağışıklığından (yargı denetimi dışına çıkarılan) dolayı inceleme kabiliyeti bulunmayan disiplin cezalarına karşı iptal ve tam yargı davası açılamayacağı hususu tartışılmaz. Bununla beraber Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin niteliklerinden olduğu kabul edilen Hukuk Devleti ilkesinin en başta gelen teminatının bağımsız yargı denetimi olduğu aşikardır. Bu husus, Anayasa mahkemesinin, “... insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyan, adalete ve eşitliğe dayanan bir hukuk düzeni kurarak bu düzeni sürdürmekle kendini yükümlü sayan, tüm çalışmalarında hukuk kurallarına ve Anayasaya uyan, işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olup toplum yaşamında bireylerin haksızlığa uğratılmamasını ve mutluluğunu amaç edinen bir devleti biçimleyen hukuk devleti tanımı , doğal olarak devlete güven ilkesini de içerir. Devletin yaptığı düzenlemelerle haksız bir edinim sağlaması ve kişilerin haksızlığa uğratması kabul edilemez...” (AYM, 12.12.1989, 1989/11-48) ve “ ...Hukuk devletinin başlıca amacı, kamu gücü karşısında kişinin hak ve özgürlüklerini korumaktır. (...) Hukuk devletinde yönetimin tüm eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğu zorunludur. Bu nedenle hukuk devletinin vazgeçilmez koşullarından birisi, idarenin yargısal denetimidir. Yönetsel işlemlerin hukuka uygunluğunun denetiminde iptal davası yolu asıldır. İptal davaları kişilerin kendi yararlarına sonuç almalarını amaçlamakla birlikte genelde hukuka uygunluğu sağlayarak kamu yararını gerçekleştirir...” (AYM, 01.10.1991, E.1990/40, K.1991/33) şeklindeki yorumlarıyla, yargı güvencesinin Hukuk Devleti ilkesinin en önemli unsuru olduğu vurgulanmaktadır. Hukuk düzenimiz bakımından, bu güvence Anayasanın 125 nci maddesinde ifadesini bulmaktadır.
Ne var ki, çağdaş evrensel hukuk normları ve T.C. Anayasasının öngördüğü insan haklarına dayalı demokratik hukuk devleti ilkeleri gereği olarak idarenin ilgilerin fiili ve hukuki durumlarını etkileyen birel nitelikteki işlemlerinin hukuka uygunluk denetimi kapsamında olmaması düşünülemez ise de, birçok işlemin yanı sıra disiplin cezaları da pozitif hukuk kuralları açısından denetlenemez durumdadır. Bu takdirde dahi, doktrinde ve yargı içtihatlarında belirtildiği üzere yargı bağışıklığına sahip ve/veya hukuka uygun bulunan işlemlerin yoklukla sınırlı olarak ve kusursuz sorumluluk esası yönünden denetimi mümkündür. Konu, yokluk halinde idarenin tazmin sorumluluğu olarak ortaya konduğunda, öncelikle belirtmek gerekir ki, hizmet kusuru halinde idari işlemden kaynaklanan zararlarından dolayı idare evleviyetle sorumlu tutulabilmelidir. Zira, yokluk hali, mahiyeti itibariyle işlemin denetimine ilişkin sınırlamaları ortadan kaldırdığından, bunun doğal sonucu olarak idari mahkemelerde tam yargı davasını da mümkün kılmaktadır (SARICA, Ragıp: Yoklukla Malûl İdari Kararlardan Dolayı İdarenin Mali Mesuliyeti Meselesi, İÜHFM,C.XIII, İstanbul 1947 s.906 vd.; TANDOĞAN, Sabri: Objektif ve Sübjektif Tasarruflarda Yokluk, İdare Hukuk ve İdari Yargı ile ilgili incelemeler, C.I, Ankara 1976, s.91).
AYİM de yoklukla malûl idari işlemden dolayı idarenin zararı tazmin etmekle yükümlü olduğunu içtihat etmektedir. Örneğin, AYİM, ayırma işlemine ilişkin bir YAŞ kararını yok hükmünde sayıldıktan sonra ardından açılan tam yargı davasını kabul ederek idarenin tazminat ödemesine hükmetmiştir. (1 nci D., 25.05.1999, E.1999/92 K.1999/539).
İdarenin hukuka uygun işlemlerinden dolayı tazmin sorumluluğu konusuna gelince, doktrine göre, idare bu takdirde şartları varsa kusursuz sorumluluk esasına göre tazminat ödemek durumundadır. İdarenin kusursuz sorumluluğu bulanan hallerde genellikle kamu külfetleri karşısında eşitlik, (idari) risk ve sebepsiz iktisap ilkelerine müracaatla işlemen doğan zararların karşılanması gerektiği düşünülmektedir (DURAN, lütfi: İdari İşlemden Sorumluluk, İÜHFM, C.XXXIII, S.3-4, İstanbul 1968, s.10.vd.; ATAY,E.Ethem:İdarenin Sorumluluğu ve Tazminat Davaları, Ankara 2003, s.115; ESİN, Yüksel: Danıştay’da Açılacak Tazminat Davaları, İkinci Kitap: Esas, İdarenin Hukuki Sorumluluğu, Ankara 1973, s.1154 vd.) Bunlara, hiç şüphesiz, adalet, hak ve nısfet kuralları da eklenmelidir. Fransa’da, Danıştay, aksine hüküm yoksa kanunların uygulanmasından doğan zararların da kusursuz sorumluluk kuramına göre tazmin olunabileceğini kabul etmektedir (1938’de la Flevrette kararı, ATAY s. 1160)” şeklinde tespit ve değerlendirmeler yer almaktadır.
Sanırım bu tespitler yapılacak değerlendirmelere ışık tutacaktır.
3-Danıştay 8.Dairesinin 27.11.2005 tarih ve 2004/2716 esas, 2005/247 sayılı kararında, “Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulunun 23.10.1992 gün ve 164 sayılı kararında belirtildiği üzere; disiplin kurulu kararlarının sağlıklı, objektif olması, kararı veren kurul üyelerinin olayı objektif değerlendirmeleriyle mümkün olmakta; bu itibarla disiplin soruşturmasıyla görevlendirilen kişinin, delilleri toplayıp, ilgilinin savunmasını alıp, kendi kanaatini de belirtir şekilde hazırladığı soruşturma raporunu, disiplin kuruluna intikal ettirdikten sonra, kurula katılarak oy kullanması disiplin hukukunda kabul edilmemektedir.
Olayda, davacının soruşturmasında görevlendirilen soruşturmacı yanında, soruşturmanın başlamasına neden olan müştekilerden bazılarının da Disiplin Kuruluna katılarak oy kullandığı anlaşıldığından, dava konusu disiplin cezasına ilişkin işlemin hukuki anlamda sakat olduğu açıktır.
Davacının manevi tazminat istemine gelince; usulüne uygun olarak oluşturulacak disiplin kurulunun vereceği karar üzerine bu talebin irdelenebileceği açık olduğundan, istemin bu aşamada değerlendirilmesine olarak bulunmamaktadır.
Bu nedenle; davacının iki yıl kademe ilerlemesi cezası ile cezalandırılmasına ilişkin işlem ile 3.000.000.000.-lira manevi tazminata hükmedilmesine karar verilmesi istemiyle açılan davayı reddeden İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.” Şeklinde karar verilmiştir.
Bu karar ile de anlaşılacağı üzere, tazminat taleplerinin yargı yerlerince her olayın ve davanın özel koşulları içinde ele alınıp inceleneceği, dolayısı ile tazminat davası açılamaz şeklinde bir değerlendirmenin doğru olmayacağı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, uyarma veya kınama cezası alan bir memurun, tam yargı davası açıp açamayacağı noktasında cevabın “ evet” olması gerektiği yargı kararlarından anlaşılmaktadır.
B2- ULUSLAR ARASI YARGI KARARLARI AÇISINDAN;
1-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 27.03.2007 tarih ve 6615/03 başvuru nolu “KARAÇAY/Türkiye” davası ile ilgili kararında; başvurana yapılan uyarıya benzer disiplin cezasının verildiği durumlarda, etkili başvuru yolunun bulunmaması, olası kötüye kullanımları engelleyecek yada sadece benzeri disiplin tedbirlerinin meşruluğunun denetlenmesini sağlayacak her türlü güvenceden başvuranı mahrum bırakmaktadır.” Gerekçesi ile İnsan Hakları Sözleşmende yer alan “Etkili başvuru” hakkının ihlali anlamında, uyarma ve kınama cezalarının yargı denetimi dışında tutulmuş olması, tazminat için yeterli sayılmaktadır.
2-Bunun yanında kişilik haklarının ihlal edilmesi anlamında da İnsan Hakları Mahkemesine başvuruda bulunulabilir.
Örneğin Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin 3.Dairesinin 22.04.2004 tarih ve 2003/675 esas, 2004/590 sayılı kararında yer alan “Adalet Bakanına hakaret suçundan beraat eden savcıya, aynı sebeple verilen kınama cezasından dolayı, Anayasanın 125 nci maddesi karşısında tam yargı davası açılabileceğine ve beraat yönündeki yargı kararında keyfi hakaret ettiği anlaşılan HSYK’nun cezaî işleminden doğan manevi zararın tazmininin gerektiğine karar” verildiğine ilişkin Bölge İdare Mahkemesi kararı dikkate alındığında, haksız yere cezalandırılan ve küçük düşürülen, bir anlamda hakaret suçu işlediği haksız biçimde isnat edilen, mesleki kariyeri ve değerleri rencide edilen kişinin, eğer iç hukuk yolları kapılı ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru yapamasının mümkün olduğu yukarıda ki açıklamalar ile sabittir.
Kaldı ki, emsal gösterilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 27.03.2007 tarih ve 6615/03 başvuru nolu “KARAÇAY/Türkiye” davası ile ilgili kararında, sadece “etkili başvuru hakkı” ile değil, aynı zamanda dava konusu disiplin cezası ile, örgütlenme hakkına da müdahale edildiği, ve ihlal bulunduğu belirtilip, Sözleşmenin 11.maddesine de aykırılık tescillenmiştir.
Dolayısı ile, sadece etkili başvuru değil, sözleşmede yer alan tüm haklar bakımından, AİHM sine başvuru yolu açıktır.
III-SONUÇ;
1-İç hukuk ve yargı kararları ile sabit olduğu üzere, uyarma ve kınama cezalarına karşı iptal davası açılamaz. (Anayasanın 129/3.maddesi, 657 sayılı yasanın 135/3.maddesi, Anayasa Mahkemesinin 27.11.2007 tarih ve 2002/169 esas, 2007/88 sayılı kararı)
2-Uyarma ve kınama cezalarına karşı, sadece dava açma hakkının yani etki başvuru imkanının tanınmaması bile, tek başına Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru ve tazminat alma sonucuna yol açmaktadır. (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 27.03.2007 tarih ve 6615/03 başvuru nolu “KARAÇAY/Türkiye” davası ile ilgili kararı)
3-Uyarma ve kınama cezalarına karşı açılan davada, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince ihlal kararı verildiğinde; 2577 sayılı yasanın 53/1-ı.maddesi uyarınca bu husus, yargılanmanın yenilenmesi sebebi olur ve kapanan iptal davasını tekrar canlanır.
Bu durumda Anayasanın 90.maddesi ve 2577 sayılı yasanın belirtilen maddesinin birlikteliği karşısında, 657 sayılı yasanın uygulanabilirliği tartışılabilir.
Zira Anayasanın 129/3.maddesinde, uyarma ve kınama cezalarına karşı dava açılamaz diye bir hüküm yoktur. Sadece TBMM bu yönde kanun çıkarma imkânı verilmiştir. Aynı meclis, 2577 sayılı yasanın 53.maddesinde 2003 yılında değişiklik yaparak, tam 21 yıl sonra, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ihlal kararına dayalı biçimde, red ile kapanan iptal davalarının da tekrar bakılması ve değerlendirilmesi yolunu açmıştır.
4-Uyarma ve kınama cezalarına karşı, iç hukukta tazminat davası açılması mümkündür. (Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin 3.Dairesinin 22.04.2004 tarih ve 2003/675 esas, 2004/590 sayılı kararı ve Ankara Bölge İdare Mahkemesinin kararı (14.03.1995, 747/1242)
5-İç hukukta veya uluslar arası mahkemede açılan tazminat davasının kazınılması sonrasında, devletçe ödenen tazminatın, şartları var ise ihlale yol açan kararı veren kamu görevlilerine rücu edilmesi mümkündür. (Danıştay 5.Dairesinin 03/06/2008 tarih ve 2007/7369 esas, 2008/3234 sayılı kararı)
Önder ÖZLEM
Re: Uyarma Ve Kinama Cezalarina Karşi Hak Arama Yollari
Re: Uyarma Ve Kinama Cezalarina Karşi Hak Arama Yollari
Hukuk devletinin en önemli niteliği kamu gücü karşısında kişilerin hak ve özgürlüklerinin korunmasıdır. Bu da idarenin tüm işlemlerinin Yargı denetimine tabi tutulması ile sağlanacaktır.
Anayasamızın 129/3.maddesinde “Uyarma ve Kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin kararları yargı denetimi dışına bırakılamaz” hükmü yer almaktadır. 657 sayılı yasanın 135/3.maddesinde ise; “Aylıktan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması ve Devlet Memurluğundan çıkarma cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir.” Hükmü yer almaktadır.Ancak,
Anayasamızın 90.maddesine 5170 Sayılı Yasa’nın 7. maddesi ile eklenen, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.”hükmü bulunmaktadır.
AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ 6.maddesinde “1. Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. “demek sureti ile herkesin “ADİL YARGILANMA HAKKI” olduğuna hükmetmiştir.
Sözleşmenin 13. maddesi Devletlere, Sözleşmede tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkese, bu ihlal iddialarının ulusal hukuk çerçevesinde soruşturulup ihlalin sonuçlarının izale edilmesine yarayacak etkin bir başvuru mekanizmasını kurma ve bu mekanizmayı etkin bir şekilde çalıştırma yükümlülüğünü getirir. Sözleşme ile korunan hak ve özgürlüklerin ihlali iddialarının etkin bir şekilde soruşturulması ve faillerinin cezalandırılması yolunda Devletlerin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır.
Bireylerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin öngördüğü hak ve özgürlüklerin korunmasından öncelikle Avrupa Konseyi üyesi sözleşen devletler sorumludurlar. Bu yükümlülük devletlere Sözleşme'nin 1. maddesinde belirtilen “ Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkese bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlükleri tanırlar” hükmü uyarınca verilmiştir. Sözleşmenin 1. maddesinde belirtilen bu ilke, 13. madde hükmü ile yinelenip pekiştirilmiştir.
Bilindiği gibi insan hakları ve temel özgürlüklerin sağlanıp korunmasında ilk ve asıl görevli, egemen devlettir. Bu göreve ilişkin hükümler başta anayasalarda olmak üzere diğer mevzuatlarda yer almaktadır.
İnsan haklarını koruma önceliği, ulusal organlarındır. Uluslar üstü sözleşmeler de, temel hak ve özgürlüklerin ulusal organlarca korunup geliştirileceği varsayımı doğrultusunda yapılanmıştır.
Yasama organının amacı çok açık biçimde ortaya konmuştur. Bu değişiklik, “usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmaları...” üst hukuk normları düzeyine çıkarmıştır.. TBMM’nce onaylanan sözleşmeler, sonuçta ulusal yasalar olmaktadır. Ayni konulara değinen başka yasalarda “uyuşmazlık” olarak nitelenebilecek farklı düzenlemelerin gözlenmesi durumunda, başkaca bir isleme gerek kalmaksızın uluslar üstü hukuk uygulanacaktır.
Değişen biçimiyle Anayasa’nın 90. maddesini, yine Anayasa’nın 11. maddesi karsısında sorguladığımız zaman, bu kuralın, hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak biçimde, “..yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağladığını..” görülecektir.
Bu değişim, kapsadığı sözleşmeleri üst hukuk normları düzeyine çıkarmakla yetinmemekte, onların güncel işlem ve ilişkilerin her aşamasında yasama egemen olmasını amaçlamaktadır. Milli eğitim memurundan kolluk görevlisine, Bakanlar Kurulu’ndan Belediye Meclisi’ne kadar tüm yürütme birimleri uluslar üstü hukuk kurallarına uygun davranma yükümlülüğü altına girmektedir. Yargı organının bu tür sözleşmeleri doğrudan uygulaması için, artık, ulusal yasaların sözleşmelere uyarlanmasına gerek kalmamaktadır.
TBMM, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin bir sözleşmeyi, başka bir yasa ile yürürlükten kaldırabilir. Ancak Anayasa’nın 11. ve 90. maddeleri karşısında daha önce onayladığı Sözleşme’lere aykırı yasalar çıkarmaması gerekmektedir. Böyle durumlarda, anayasaya aykırılık süreci işletilebilecektir.
Böyle durumlarda, hiç kuşku yok ki Sözleşme’ye rağmen, ulusal hukukta varılan hak ve özgürlükler korunacaktır. Bu sınırlamalar, onaylanan uluslar üstü sözleşmeden de kaynaklansa, Anayasa’nın 13. maddesine göre, “Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkelerine aykırı olamaz.”
Türkiye tarafından 15 Ağustos 2000 tarihinde imzalanan ve 4 Haziran 2003 tarihinde TBMM'de onaylanan Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi 4868 sayılı Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanunun 18 Haziran 2003 günlü ve 25142 sayılı Resmi Gazetede yayınlanmasıyla yürürlüğe girmiştir. Sözleşmenin Başlangıç bölümünde "bu sözleşmeye taraf devletlerin Birleşmiş Milletler Şartında ilan edilen prensiplere göre insanlık ailesinin bütün üyelerinin doğuştan sahip oldukları insanlık onurunu ve eşit ve vazgeçilmez haklarını tanımanın yeryüzündeki özgürlük adalet ve barışın temeli olduğunu dikkate alarak, bu hakların insanın doğuştan sahip olduğu insanlık onurundan türediğini kabul ederek, İnsan Haklan Evrensel Bildirisi'ne uygun bir biçimde korkudan ve yoksulluktan kurtulma özgürlüğünü kullanabilen özgür insan idealinin ekonomik ve sosyal ve kültürel hakları ile birlikte kişisel ve siyasal haklarını da kullanabildiği şartların yaratılması halinde gerçekleşebileceğini kabul ederek Birleşmiş Milletler Şartı'na göre devletlerin insan haklarına ve özgürlüklerine her yerde saygı gösterilmesini sağlama ve bu haklara ve özgürlüklere uygun davranma yükümlülüğünü dikkate alarak, içinde yaşadıkları topluma ve diğer bireylere karşı ödevleri bulunan bireylerin, bu sözleşmede tanınmış olan hakları ilerletme ve bu haklara uyulmasını sağlamak için çaba gösterme sorumluluğu bulunduğunun farkında olarak, aşağıdaki hükümlerde anlaşmışlardır" hükmüne yer verilmiştir.
Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesinin III Bölümünde yer alan “Adil yargılanma hakkı" başlıklı 14. maddesinde ise. “herkesin mahkemeler ve yargı yerleri önünde eşit oldukları, herkesin hakkındaki bir suç isnadının veya hak ve yükümlülükleri ile ilgili bir hukuki uyuşmazlığın karara bağlanmasında, hukuken kurulmuş yetkili, bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından adil ve aleni olarak yargılanma hakkına sahip oldukları” belirtilmiştir.
Sözleşmenin yukarıda yer verilen maddesi ile "hak arama özgürlüğü" güvenceye alınmıştır. Temel insan haklarından olan bu hakkın kullanılabilmesi için hiçbir kısıtlamaya tabii olmaması gerekir. Mahkemeye başvurma hakkını engelleyen tüm yasaklamaların Sözleşmeye de aykırı olacağı tartışmasızdır. Adil yargılanma hakkının tam ve koşulsuz gerçekleşmesi ve mahkemeye başvurma hakkının güvenceye alınması konularında sınırsız hükümler içermesi nedeniyle birçok ulusal ve uluslararası kurallara göre ileri durumda bulunan Sözleşmenin kısıtlayıcı hükümler içeren kurallara göre öncelikli kabul edilerek uyuşmazlıkların çözümünde uygulanması çağdaş hukuk anlayışının doğal bir sonucudur.
Buna göre, hak arama özgürlüğüne yönelik temel hükümler içeren ve uluslararası ölçekli insan hakları hukukunun kaynağı olan ve Türkiye tarafından da imzalanarak yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesinin “adil yargılanma hakkı" başlıklı 14 maddesinin mahkemeye başvurma hakkının hiçbir şekilde kısıtlanmamasını öngören hükümleri ile "uyarma" ve "kınama' cezalarına karşı yargı yolunu kapayan iç hukuk düzenlemelerinin aynı konu hakkında farklı hükümler içermesi nedeniyle, Anayasa'nın 90 maddesinde yargı organlarını da bağlayıcı şekilde yapılan değişiklik sonrasında oluşan son hukuki durum karşısında. BM Siyası ve Medeni Haklar Uluslar arası Sözleşmesinin 14/1. maddesinin bu uyuşmazlıkta esas alınması gereken hukuk kuralı olduğu sonucuna varılabilinecektir.
Re: Uyarma Ve Kınama Cezalarına Karşı Hak Arama Yolları
malesef ki müşteki olduğunuz şahıs hakkındaki soruşturma raporunu elde etme şansınız yok. ayrıca muhakkiklerce memuriyetten men cezası verilmesi gereken bir şahsa uyarva cezası verildiyse. artık sittin sene o adama aynı suçtan dolayı ne kadar itiraz edersen et. ceza verilemiyor.. bir suça iki caza olmuyormuş.... iyi güzelde kıyak ceza da olmamalı. su-i istimale çok açık kapı...
Re: Uyarma Ve Kınama Cezalarına Karşı Hak Arama Yolları
2006 yılında uyarı cezası aldım. Şimdi başka bir konuda idare aleyhine dava açtım.İdare savunmasında konu ile alakası olmamasına rağmen 3 yıl önceki uyarı cezasını davaya konu etmiş. Başka bir konudaki davaya konu edildiği için 3 yıl önceki uyarı cezası için dava açma hakkım doğar mı ? Savunmayı alan amir ile cezayı veren amir aynı kişi olduğunda şekil eksikliğinden idari yargıya başvurulabilineceğini yine buradaki formlarda görmüştüm.
Re: Uyarma Ve Kınama Cezalarına Karşı Hak Arama Yolları
Cevaplarınızı sabırla bekliyorum. 60 günlük sürem dolmadan...
Cevap: Uyarma Ve Kınama Cezalarına Karşı Hak Arama Yolları
bende idarece uyarma cezası aldım
anladığım kadarıyla sadece tazminat davası açabiliyoruz
ve suçun tarihinden yaklaşık 3 ay sonra ilk ifadem alındı
bu durumda şekil yönünden dava açabilirmiyim
Cevap: Uyarma Ve Kınama Cezalarına Karşı Hak Arama Yolları
Dava açarsınız da, bir şey çıkacağını sanmam... Ama dava açılması, yöneticilerin hukuka uygun davranması bakımından teşvik edici etkisi olacağını düşünüyorum. :)
Cevap: Uyarma Ve Kınama Cezalarına Karşı Hak Arama Yolları
Tazminat için tam yargı davası idare aleyhine kişiye rücu edilmek üzere yine İdare Mahkemesi'nde mi açılıyor? Bir de cezanın iptali istenilmeden ( Uyarma cezasına yargı yolu kesin olarak kapalı olduğuna göre ) sadece tazminat talep edilebilinir mi?
Haftaya uyarı cezası alacam da..
Cevap: Uyarma Ve Kınama Cezalarına Karşı Hak Arama Yolları
Cezanın iptalinin istenmesi ayrıca bir masrafa neden olmaz. İptal ve tazminat (tam yargı) davaları aynı dilekçe ile açılabilir.
Davayı, idareyi hasım gösterek, idare mahkemesinde açabilirsiniz.
Şahısları hasım göstererek dava açmak isterseniz adli yargıda tazminat davası açmanız gerekir. (ki tavsiye etmem)
Mahkeme, muhtemelen, ceza için "incelenmeksizin ret", tazminat için ise, "inceleyerek ret" kararı verecektir.
Cevap: Uyarma Ve Kınama Cezalarına Karşı Hak Arama Yolları
Alıntı:
Kantaroncu rumuzlu üyeden alıntı
Cezanın iptalinin istenmesi ayrıca bir masrafa neden olmaz. İptal ve tazminat (tam yargı) davaları aynı dilekçe ile açılabilir.
Davayı, idareyi hasım gösterek, idare mahkemesinde açabilirsiniz.
Şahısları hasım göstererek dava açmak isterseniz adli yargıda tazminat davası açmanız gerekir. (ki tavsiye etmem)
Mahkeme, muhtemelen, ceza için "incelenmeksizin ret", tazminat için ise, "inceleyerek ret" kararı verecektir.
SEKİZİNCİ DAİRE: E:1997/1535, K:1997/4048
UYARMA VE KINAMA CEZALARINA KARŞI İDARİ YARGI YOLUNA BAŞVURULAMAYACA-
ĞINA İLİŞKİN KISITLAMA YASA İLE KONULABİLECEĞİNDEN, 4792 SAYILI SOSYAL
SİGORTALAR KURUMU YASASINDA DA KINAMA CEZASINA KARŞI İDARİ YARGI YOLU-
NUN KAPALI OLDUĞUNA İLİŞKİN BİR HÜKÜM BULUNMADIĞINDAN, DİSİPLİN CEZA-
SININ İNCELENMESİ VE ESASI HAKKINDA KARAR VERİLMESİ GEREKTİĞİ HK.<
ONİKİNCİ DAİRE : E: 2002/3280, K:2005/472
399 SAYILI KHK'YE TABİ OLARAK ÇALIŞAN DAVACININ, 657 SAYILI YASANIN 125/B-A MADDESİ UYARINCA KINAMA CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA İLİŞKİN İŞLEMİN İPTALİ İSTEMİYLE AÇILAN DAVANIN ESASININ İNCELENMESİ GEREKTİĞİ HK.<
Her iki kararda da; Davacının görev yapmakta olduğu Kurumu, kendi özel kuruluş kanunu olan bir kurum olması nedeniyle, davacının, 657 sayılı Devlet Memurları Yasasına tabi olmayıp ....... sayılı Kanuna tabi olduğu açıktır...... sayılı Kanunda ise uyarma ve kınama cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurma hakkını engelleyen herhangi bir kurala yer verilmemiştir.
Benim çalıştığım kurum da kendi özel kuruluş kanunu olan bir kurumdur. Kendi yasasında yukardaki gibi bir kısıtlama yok. Bu yüzden iptal davası esastan incelenecek gözüküyor.
İşin tazminat tarafına gelince, 4 ay gibi bir sürede 2 kez savunma alınmadan, 2 kez de muhahkkik tarafından soruşturuldum. İlki kurum nizamiyesine sık sık gitmeme konusunda ikaz, ikincisi sık sık sevk ve rapor almamam konusunda ikaz, üçüncüsü sık sık sevk ve rapor almam konusunda (Aynı konuda) muhakkik tarafından soruşturulmam ve neticesinde kurum amirlerine daha nazik davranmam konusunda ikaz, şimdiki ise, 12 dakika görev yerinde bulunmadığım ve izinsiz terk ettiğim konusunda 125. maddeye göre uyarı olacak. Ancak tutanağı tutan amir aynı zamanda soruşturmacı ve tuttuğu tutanağı 16:28 ve 16:40 saatleri arasında yazmış, ancak her iki saatide karalayarak çevirmiş. Sanırım ifade alırken "16:30' da nerdeydin?" sorusuna verdiğim cevaptan saatleri uydurmaya çalışmış ve soruşturmaya 25 gün sonra başlamıştır.25 gün önceki 12 dakikalık saat dilimini hatırlamam beklenmiştir.Ayrıca aynı soruşturmacı imza çizelgeme "16:30 da imzasını attığı görüldü" diyerek yazıp imzalamış. Yani hem "16:30'da nerdeydin?" diye soran soruşturmacı en büyük şahidim olmuş.
Cevap: Uyarma Ve Kınama Cezalarına Karşı Hak Arama Yolları
Bu arada psikiyatriden iş yerindeki bu olaylar yüzünden Doktora anlatarak 1 yıl ilaç kullanım raporu aldım. Birde yine 1 yıl süreli epilepsi+ esansiyel raporu verildi.
Cevap: Uyarma Ve Kınama Cezalarına Karşı Hak Arama Yolları
Senden daha beter durumda olan ve psikyatriden aldığı ilaç ve raporları belge olarak sunan bir tanıdığa, asliye ceza hakiminin "Bu hastalıkların, bu olay nedeniyle ortaya çıktığına dair elinde belge var mı" diye sorduğunu bugünkü gibi hatırlıyorum.
Yani şöyle olması lazım (mış): Sana haksız yere ceza verildiği için sağlığın bozuldu ise, doğrudan doktora gidip ilaç ve rapor almak yerine, önce savcılığa yazılı müracaatta bulunup, Savcılık'tan sevk ettirdikten sonra, verilecek rapor ve tedavi ile hastalığını belgeyeceksin...
Savcılıklara, bu amaçla bir başvuru oldu mu, olduysa nasıl muamele ile karşılaştı, bilemiyorum. Henüz duymadım.
Cevap: Uyarma Ve Kınama Cezalarına Karşı Hak Arama Yolları
Alıntı:
Kantaroncu rumuzlu üyeden alıntı
Senden daha beter durumda olan ve psikyatriden aldığı ilaç ve raporları belge olarak sunan bir tanıdığa, asliye ceza hakiminin "Bu hastalıkların, bu olay nedeniyle ortaya çıktığına dair elinde belge var mı" diye sorduğunu bugünkü gibi hatırlıyorum.
Yani şöyle olması lazım (mış): Sana haksız yere ceza verildiği için sağlığın bozuldu ise, doğrudan doktora gidip ilaç ve rapor almak yerine, önce savcılığa yazılı müracaatta bulunup, Savcılık'tan sevk ettirdikten sonra, verilecek rapor ve tedavi ile hastalığını belgeyeceksin...
Savcılıklara, bu amaçla bir başvuru oldu mu, olduysa nasıl muamele ile karşılaştı, bilemiyorum. Henüz duymadım.
Ceza davası için dememiştim.Mazallah sonra iftiradan başım derde girer.Çünkü idarecinin imkanları karşısında memurun aciz kalacağı büyük ihtimaldir.İdare mahkemesi açısından düşünmüştüm.
Cevap: Uyarma Ve Kınama Cezalarına Karşı Hak Arama Yolları
Sayın Hukuksever;
Uzun yıllardır çalışmakta olduğum kurumda son 2 yıldır kurumun en yüksek yöneticisi konumundaki kişi tarafından şahsıma sürekli olarak psikolojik baskı uygulandı. Bu psikolojik baskı neticesinde psikolojik sağlığımda bir takım bozukluklar meydana geldi, bu baskı zaman içerisinde artarak devam etti ve sonuçta bana 1 ay evvel aynı gün içerisinde hem uyarı hem kınama cezası verildi.Cezalara gerekçe gösterilen suçlamaları boşa çıkaracak somut delilleri sunmama, hatta yapılan suçlamaların bişrçoğu mevzuatta yer almamasına rağmen sonuç değişmedi; üst disiplin amirine itiraz etti ama şahsıma karşı husumetli olan kişi cezayı vereninde, iptali için itiraz ettiğim kişininde amiri durumunda olduğundan sonuç değşmedi. Disiplin kuruluna itiraz ettim ama tarafıma itiraz hakkımı kullandığım ve cezaların kesinleşdiğine dair bir yazı gönderildi. Disiplin cezalarını almadan 20 gün önce husumet güden kişi hakkında adli yargıda tazminat davası açmıştım. Yoklukla sakat olduğunu düşündüğüm bu cezalar için idari yargıda idare aleyhine tazminat davası açablirmiyim. aynı soruşturma dosyasında teklif edilen her iki işleme tek dava açılabilirmi yoksa ayrı ayrı tazminat davaları mı açmalıyım. Verilen cezaların yoklukla sakat olduğundan en küçük bir şüphem yok, sizce kazanma şansım olabilir mi ? Vermiş olduğunuz son derece yararlı bilgiler için teşekkür ederim.
Cevap: Uyarma Ve Kınama Cezalarına Karşı Hak Arama Yolları
"Yoklukla sakat" teriminden ne anlatmak istediğiniz anlaşılmıyor... Verilen cezaların iptali ve cezalandırma işlemlerinden gördüğünüz manevi zararın tazmini için aynı dilekçe ile dava açabilirsiniz... İki ayrı ceza olduğuna göre iki ayrı iptal ve tazminat davası açmanız uygun olur...
Cevap: Uyarma Ve Kınama Cezalarına Karşı Hak Arama Yolları
Alıntı:
Kantaroncu rumuzlu üyeden alıntı
"Yoklukla sakat" teriminden ne anlatmak istediğiniz anlaşılmıyor... Verilen cezaların iptali ve cezalandırma işlemlerinden gördüğünüz manevi zararın tazmini için aynı dilekçe ile dava açabilirsiniz... İki ayrı ceza olduğuna göre iki ayrı iptal ve tazminat davası açmanız uygun olur...
SayınKantaroncu; Yoklukla sakat derkenanlatmak istediğim, bu cezai işlemlerin işlemiş olduğum hiçbir suç olmadan tamamen uydurma bahanelerle tesis edilmiş olmasından ötürüdür. Örneğin fazla sayıda dilekçe vererek idareyi lüzumsuz meşgul etmek suçundan uyarı cezası tesis edilmiştir. Bilindiği üzere dilekçe vermek anayasal bir hak iken; tesis edilen işlemin yoklukla malul olduğunu düşünüyorum.