Çanakkale'ye Tersten Bir Bakış
Çanakkale yi düzden o kadar yazdık ki nasılsa kimse okumuyor birde tersten yazalım dedim. Ama sakın başlığa bakarak ''gayri resmi tarihçilerin'' bol palavra dolu dini sömürerek kullanan kendi hayali senaryolarına uygun gelişmeleri anlatacak veya onlara karşı bir yazı yazacak değilim. Hatta daha ilginci 18 Mart 1915 ve sonrasına pek fazla gitmeyeceğim bir iki tamamlama notu dışında. Yani kısacası bu yazı ne hacılar hocalar, ne bulut, ne karga ne kuş hikayesi HATTA GERÇEK KAHRAMANLAR sa ortada yok. Daha da ilginci sonuç bölümü hariç ciddi ciddi bir TÜRK bile bulamayacaksınız. Çünkü bu yazı gerçekten TERSTEN bir bakış açısı yakalayacak başka bir deyişle savaşın öbür tarafından bir grubu Avustralyalıları yada meşhur deyimi ile ANZAK ları. Ne oldu da geldiler Çanakkale ye Gelibolu'ya onu bulmaya çalışacağız tarihin tozlu ve esrarengiz dehlizlerinde.
Resmi tarihe göre binlerce kilometre öteden buralara gelme nedenleri Avustralya'nın İngiltere ye bağlı bir ülke olması ve bundan dolayı ''sıcak savaş'' ın başlaması üzerine doğal olarak İngiltere yanında savaşa girerek gerek ''maddi'' gerekse ''insan kaynağı'' olarak İngiltere'yi desteklemesidir. Bu aslında gerçektir gerçek olmasına da ortada şüphe yaratan olaylar zinciride bulunmaktadır. Yani başka bir deyişle bu resmi desteğin bir perde arkası vardır sanki....
Şüphelerin ilk ayağını oluşturan olgu Mısır'da kısa bir eğitimle ''er'' olarak savaşa gelen bu kişilerin büyük çoğunluğu'nun ''gönüllü ''olmasıdır. Öyle ya kendi ülkeni hiç ilgilendirmeyen bir savaş için kendi topraklarının binlerce kilometre ötesine hiç bilmedikleri insanlara ve hiç bilmedikleri coğrafyaya karşı neden gönüllü olarak gitsinler ki?
İkinci ayak ise bu gönüllü askerlerin yani Anzakların savaş öncesi sahip oldukları ruh halidir. Bu öyle bir ruh halidir ki ne '' korku çekinme'' yada tersi '' aşırı cesaret ve kendine güven'' gibi kabul edilebilir ruh hallerine benzemez. Yüzde doksanından fazlasına hakim olan duygu ve bunun sonucu oluşan ruh hali ''Nefret'' tir. Hemde öyle az buz savaş duygusu ile ortaya çıkmış bir nefret değil inanılmayacak boyutta aşırı bir nefret . İşin ilginci Anzaklarda ki bu ''nefret'' duygusunun sadece Türklere karşı olmasıdır!! Ne Almanlara ne de başkasına sadece Türklere... 1915 yılında Türkiye'nin yerini bile bilmeyen ki o zaman daha Türkiye bile yokken bu nefret neyin nesidir ? Çoüu yaşamları boyunca belki tek Türk bile görmemiş bunca insan böylesi büyük bir nefrete nasıl sahip olurlar ki?
Re: Çanakkale'ye Tersten Bir Bakış
MacMillan'ın ''Gallipoli''; Gabriel Domerque'nin ''La Guerre en Orient Aux Dardenelles Et Balkans'' ( Türkçe'ye 2007 de ''Çanakkale Yolunda'' olarak çevrildi ) , Victor Rudenno'nun ''Gelibolu Denizden Saldırı'' gibi anı inceleme kitaplarında yada ''biyografi anı gazete'' tarzı bir çok yazıda Anzak'ların savaş öncesi Türklere karşı bu ''açık nefreti'' neredeyse somut olarak görebiliriz.
Bir gazetecinin bir Avusturalya'lı ''Avusturalya hafif süvari askeri'' ile Nisan 1915 te yaptığı kısa söyleşi bu açık nefreti somut biçimde ortaya koyduğundan dolayı söyleşinin kısa bir bölümünü burada sizlere aktarmak istiyorum.
Yazarın dikkatini süvarinin güvertedeki askerlere seslenişi çekmiştir..
'' Türkleri delik deşik edeceğiz. Bitirip hepsini geberteceğiz onlar yaşam hakkı olmayan şeytan dölleridir....''
Yazar süvariye sigara tutarak kıza bir söyleşi yapar...
'' Savaştan korkuyor musun? Ondan mı böyle diyorsun ?''
'' Biraz korkuyorum ama ondan demiyorum. Savaşta bir kaç Türk'ün kafasını ezdikten sonra İstanbul'a gidip Türk kızlarıyla eğleneceğimi düşünüyorum...'' ( Burada bazı sözcükler tarafımdan sansürlenmiştir anladınız siz onları...)
'' Neden Türklere bu kadar düşmansın ?''
'' Onların hepsi alçak terörist piçtir de ondan. Nefret ediyorum onlardan yaptıklarının hesabını verecekler....''
'' Ne kadar Tük öldürmeyi planlıyorsun ?''
'' mümkün olduğunca çok....''
Bu konuşma böyle sürer gider. Düşünceler ruh halleri aynıdır tüm Avusturalyalı askerlerde. Kesin olan şudur ki bu nefret asla ve kata 18 Mart 1915 yüzünden değildir. Çünkü o tarihte bu süvari dahil bir çok Avusturalyalı kara harekatı için Mısır da eğitimdeydiler ve aynı ruh haline sahiptiler...
Bu bölümü bitirmeden merak edenler için bir dip not vereyim hatta ilgisiz bir dip notta ilave edeyim alta... İlk dip notumla hafif süvari askerini bağlayayım. Aynı yazarın anılarına göre bu nefret kusan konuşmayı yapan avusturalya'lı hafif süvari askeri '' Bir tek Türk öldüremez.'' Arıburnu'nun Güneyine yapılan ilk çıkartma harekatında bir çok arkadaşı gibi daha ''karaya ayak basmadan'' çıkarma teknesinde boynundan vurularak öldürülür. Yani bırakın Türk öldürmeyi Türk topraklarına ayak bile basamamıştır....
İkinci dip not okuma özürlü Tayfun Kardeş için onun için kısa kısa yazıyorum... Başını sonunu unutmasın diye...
Re: Çanakkale'ye Tersten Bir Bakış
Türk tarihi boyunca özellikle ''haçlı seferleri'' ve son olarak ta ''balkan savaşı'' neticesinde birbirlerine açıkça düşman olan Yunanlılar'da bile bu nefret gözükmez. Yunanlılar tarih boyunca ilke olarak Türkleri Anadolu'nun içlerine sürmeyi seçmişler ve buna göre davranmışlardır. Ancak böyle bir nefret bireysel kişilikler dışında asla görülmemiştir. Hele Fransızlar da ilginçtir bırakın nefreti normal olarak ciddi bir ''düşmanlık'' bile yoktur. Sadece savaşın gereği olarak karşıt cephelerde olmanın gerekliliğini yapmışlardır. İngilizler her türlü entrikanın içinde olmalarına karşın istediklerin yapmak için izledikleri yollarda da nefret yoktur. Türkleri zaten söylemek gereksizdir.... Amma Türklerle hiç ilgisi olmayan binlerce kilometre uzaktaki Avusturalyalılarda '' derin bir nefret bastırılamayan bir kin vardır'' İyi de bu Türkler ne yapmışlardır ? Gerçi savaş boyunca yakalanarak esir düşen Avusturalyalılar la Yeni Zellendalılar ın neredne geldikleri nereli oldukları Türk erleri tarafından hiç anlaşılamamış Türkler bu iki yerin varlığından haberleri bile olmadığını açıkça ortaya koymuş ama nefretin nedenini öğrenemedikleri gibi bitmesini de sağlayamamışlardır.
Takiii yıllar yıllar sonra 18 Mart 1934 te Gazi Mustafa Kemal'in Anzak Anma Törenlerine gönderdiği mesaj bu nefretin tarihin tozlu sayfalarına gömülmesine yol açmıştır.
''Bu memleketin topraklarında kanlarını döken İngiliz, Fransız, Avustralyalı,Yeni Zelandalı, Hintli kahramanlar!
Burada, dost bir vatanın toprağındasınız.
Huzur ve sükun içinde uyuyunuz.
Sizler, Mehmetçiklerle yanyana koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar!
Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır.
Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır!''
Ulu Önder ATATÜRK ilk çıkarmada ölen Avusturalyalı hafif süvari askeri içinde böyle diyor. Amma o ''nefret'' doluydu .... İyi de NİYE???
Re: Çanakkale'ye Tersten Bir Bakış
Tahmin etmeye çalışıyorum :)
Re: Çanakkale'ye Tersten Bir Bakış
Tahmin etmenizden çok anlamanız için kısa kısa yazıyorum yoksa bu üç bölüm benim normalde ki bir bölümüm :))
Re: Çanakkale'ye Tersten Bir Bakış
Avustralya Güney yarı kürede yer alan bir ülkedir. Hint vr büyük okyanus arasında uzanır. Hiç bir ülkeyle kara sınırı olmayan tek dünya ülkesidir. İsmini Latince'den alır. Latince güneyde güneye ait anlamına gelmektedir. Hollanda ve İspanyol kaşiflerden sonra 1770 de James Cook ülkenin Güney sahillerinede inen haritasını çıkaran ilk kişi olmuş ve adanın Birleşmiş Krallığa ait olduğunu deklere etmiştir. Böylece ada Birleşik Krallık yönetimine girmiştir. Yani Avustralya da ''uygar'' taşam böyle bir çizgi izlemektedir tarihte.. Merak eden varsa öncesini sonrasını detaylı olarak okur araştırır. Bu yazının konusu bu değildir , ancak tarihi yolculuğumuzun net anlaşılabilmesi için burada bilmemiz gereken bir özellik daha vardır bizi ilgilendirecek zaman dilimi içinde o da 1 Ocak 1901'e kadar direk Birleşik Krallık tan yönetilen adanın bu tarih itibari ile Birleşik Krallık yönetiminde Avustralya Kraliyet Devleti olarak doğmuş olduğunu bilmemizin gerekliliğidir.
Avustralya'ya ''uygar'' dünyadan ilk gelenler rüya tacirleri, maceraperestler ve bol miktarda sürgün yani ''mahkum''dur. Rüya tacirlerinin ve maceraperestlerin büyük bir çoğunluğu çok büyük hayal kırıklıklarına uğrayarak ''tarihte'' bile yer almazken pek azıda ''rüyadan'' ''gerçeğe'' dönüşe bizzat katılarak tanıklık etmiştir. İşte bizim ''öykümüz'' rüyadan gerçeğe dönüşen kişilerle ilgili bir derleme ...
Kişiler, yer ve mekanlar ile tarihler dışında ki olaylar biraz benim ''kurgum'' da kabul edilebilirsede ( Muhtemelen şöyle bir konuşma geçmiştir aralarında gibi kurgu...) tarihi bir ''gerçeklik'' olduğuda ''su götürmez'' bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Olayların oluşumu ''ansiklobedik'' bilgiler dizininede uymaktadır. ''O'' kargaşayı irdelerken gerekli yerlere doğru ve zamanında baktığımızda büyük yapbozun parçaları yerli yerine oturmaktadır. Bu bakımdan ''öykümüz'' bu değilse bile buna çok yakın bir senaryo olduğu anlaşılacaktır.
Her ne olursa olsan kurgu kaldırıldığında da ''gerçeklerin'' değişmeyeceği kanaati bende oluşmuştur. Her şekilde tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolan ya da kaybedilen asıl gerçek nasıl değişmeyecekse nefreti uyandıran senaryoda tarihin aldatmaca sayfalarında ki yerini alacaktır. O ''gerçeğin'' ne olduğuna hikayenin sonunda ''SİZ'' karar vereceksiniz. Herkesin kararıda ekndi gerçeği olacaktır bir şekilde. Her ne kadar okuyan az olsa da ; bu yazılanların yeri ''bir hukuk sitesi'' olmasada bu böyledir.....
Re: Çanakkale'ye Tersten Bir Bakış
Tahmin edilebileceği gibi bu hayal tacirleri veya başka bir deyimle rüya avcıları bu yeni ülkenin yani Avustralya'nın toprak üstü değerleriyle değil toprak altı zenginlikleriyle ilgilenen kişiler olmuştur. Gerçektende Avustralya'nın ''kıraç'' topraklarında tarımla uğraşan o zamanlarda pek kimseye rastlanmamış sadece ''ihtiyaçtan'' uğraşanlar olmuştur. Avustralya yerli halkı ile ciddi sorunlar çıkana kadarsa genelde bu ''gıda'' ya yönelik tarım işlerinde bu yerli halk kullanılmıştır.
Yukarıda da belirttiğim gibi bu rüya avcılarının çoğu koştukları rüyanın peşinde yok olup gitmiş. Ne tarihe geçmiş ne de Avustralya' ya bir hizmetleri olmuştur. Her zaman ki gibi pek azı aradığına yani''rüyasına'' ve hatta çok daha fazlasına kavuşmuş inanılmaz varlıklar elde etmiştir, tıpkı Charles Rasp ve arkadaşları gibi...
Charles Rasp güç bela binbir güçlükle hayatını kazanan bir Alman göçmenidir. Küçük bir madenci köyü olan Silvirton yakınlarında çift tamircisi olarak hayatını kazanmakta ama hayallerinden asla vaz geçmemektedir. 1883'ten beri elindeki maden arama rehberi ve çeşitli haritalarla arkadaşlarıyla maden arar durur bir haldeyken 1884 te biraz sezgi biraz şans ile ''hayalleri gerçeğe'' dönüşüverir. Zamanın en büyük gümüş-kurşun-çinko yatağını bulmuştur artık... Başta kendisi olmak üzere arkadaşlarıda bu işten büyük paralar kazanarak inanılmaz servetler elde ettiler.... Rasp karşısına çıkan bu şans ile arkadaşlarıyla birlikte 1885 te Broken Hill Proprietry ( BHP) şirketini kurdu aslında maden sayesinde Broken Hill bir anda yerleşim yeri oldu demek daha doğru olur. Nitekim ufacık kasaba 1887 de belediye 1907 dede il oldu....
Charles Rasp ve arkadaşları tarafından kurulan bu küçük maden şirketi , yüzyılın sonunda halka açık büyük bir şirket haline, 1915 yılında savaşta en çok ihtiyaç duyulan demir çelik tedarikçiliğine yükselerek Avustralya askeri-sınai endüstrisinin önde gelen lokomotiflerinden oldu , 2001 yılında ise ( Ne Hikmetse !!) U.K Billiton şirketi ile birleşerek BHP Billiton Ltd. olarak bir dünya devi şirket haline dönüştü. Tabiiki Rasp bu günleri göremedi ama onun kurduğu küçücük maden şirketi bugün bir dünya devi olmuştu...
Re: Çanakkale'ye Tersten Bir Bakış
İşte bu şirket daha sadece BHP iken 1914 lerde çok ciddi bir sorunla karşılaştı. Sorun 1912 den beri yaklaşmakta olan dünya savaşının ''ayak seslerinden'' kaynaklanıyordu. Resmen İngiltere'ye bağlı olan Avustralya nın BHP şirketi kutuplaşan dünyada tarafsız ülkelerde ki aracılar aracılığı ile ''düşmana'' ham madde satıyordu... Yani İngiltere'nin baş düşmanı Almanya'ya... ve 1914 yılının ikinci yarısında bir köstebek yüzünden hükmetçe yakalanıp ciddi bir şekilde soruşturma geçiriyordu...
İşte bu soruşturmadan dolayı sarsılan BHP genel müdürü G.D. Delpart toplantı üstüne toplantı yapıyor bu bir kaç çıkmazdan nasıl kurtulacağının hesaplarını yapıyordu. En azından çift taraflı bir çıkmazdı içinde bulundukları durum. Çünkü ''hammadde'' alıcısı Almanya idi; Almanya düşman!!dı, aracılı bile mal satamıyordu, Avustralya'nın ham madde ihtiyacı yoktu hemde ispiyonlanmışlardı ...yetmezmiş gibi savaş ekonomisinin ağır koşulları işlemeye başlamıştı.
Delpart Melbourne'deki ofisinde BHP yönetim kurulu başkanı R.W. Knox la bir görüşme yapıyordu konu tabiiki bu açmazlar ve mali sıkıntıydı. Ortak olarak vardıkları kanı muhtemelen şuydu...
'' Geşecek bizim için madencilikte değildir. Gelecek öncelikle askeriye için demir çelik işi yapmakta. Gümüşten çeliğe madencilikten sınai üretime geçmek birincil önceliğimiz olmalı...''
Ancak önlerinde ki hukuki açmaz vede sendikaların aşırı bağımsızlığı ve denetim altına alamamaları önlerine ayrı bir engel olarak çıkıyordu. Savaş koşulları piyasaları daraltmış, işsizlik inanılmaz artmıştı. Üstelik ''sendikalar'' ülke her ne kadar Birleşik krallığa da bağlı olsa da tam anlamıyla '' ele avuca sığmaz sosyalistlerin '' elindeydi.... İşbaşında da İşçi Partisi hükümeti!!!
İşte tam bu noktada Delpart Knox'a bir Kanada gazetesi verdi. Knox gazeteye göz attı öne çıkan haber ''Kanada Savunma Bakanına yönelik bir suikast hazırlığında oldukları iddia edilen üç ''Türk'ün'' yakalanma '' haberiydi. Delpart Knox'un haberi okuyup bitirmesinden sonra '' Ne ilginç Türklerin bu tip terörist failiyetleri savaş karşıtı olanlara karşı hükümetin elini güçlendiriyor'' dediğini ve eklediğini varsayıyoruz '' Bizim ülkemizde de Fisher (Başbakan) ve İşçi partisi Hükümetinin başı savaş karşıtlarıyla dertte...bu konuda çalışsak...''
Delpart Knox u uğurladıktan sonra ülkenin Başsavcısı ve başbakan yardımcısı W.M. Hughes 'ten randevu talep etti. sorunlara (!) çözüm bulmalıydı. Beklenen randevu bir hafta sonrasına verildi. ...Oldukça sıcak bir Kasım sonuydu... Yaz kendisini erken hissettirmeye başlamıştı. Randevu 1914 Aralık ayının ilk haftasıydı...
Re: Çanakkale'ye Tersten Bir Bakış
Alıntı:
commodore1tr rumuzlu üyeden alıntı
İşte bu şirket daha sadece BHP iken 1914 lerde çok ciddi bir sorunla karşılaştı. Sorun 1912 den beri yaklaşmakta olan dünya savaşının ''ayak seslerinden'' kaynaklanıyordu. Resmen İngiltere'ye bağlı olan Avustralya nın BHP şirketi kutuplaşan dünyada tarafsız ülkelerde ki aracılar aracılığı ile ''düşmana'' ham madde satıyordu... Yani İngiltere'nin baş düşmanı Almanya'ya... ve 1914 yılının ikinci yarısında bir köstebek yüzünden hükmetçe yakalanıp ciddi bir şekilde soruşturma geçiriyordu...
İşte bu soruşturmadan dolayı sarsılan BHP genel müdürü G.D. Delpart toplantı üstüne toplantı yapıyor bu bir kaç çıkmazdan nasıl kurtulacağının hesaplarını yapıyordu. En azından çift taraflı bir çıkmazdı içinde bulundukları durum. Çünkü ''hammadde'' alıcısı Almanya idi; Almanya düşman!!dı, aracılı bile mal satamıyordu, Avustralya'nın ham madde ihtiyacı yoktu hemde ispiyonlanmışlardı ...yetmezmiş gibi savaş ekonomisinin ağır koşulları işlemeye başlamıştı.
Delpart Melbourne'deki ofisinde BHP yönetim kurulu başkanı R.W. Knox la bir görüşme yapıyordu konu tabiiki bu açmazlar ve mali sıkıntıydı. Ortak olarak vardıkları kanı muhtemelen şuydu...
'' Geşecek bizim için madencilikte değildir. Gelecek öncelikle askeriye için demir çelik işi yapmakta. Gümüşten çeliğe madencilikten sınai üretime geçmek birincil önceliğimiz olmalı...''
Ancak önlerinde ki hukuki açmaz vede sendikaların aşırı bağımsızlığı ve denetim altına alamamaları önlerine ayrı bir engel olarak çıkıyordu. Savaş koşulları piyasaları daraltmış, işsizlik inanılmaz artmıştı. Üstelik ''sendikalar'' ülke her ne kadar Birleşik krallığa da bağlı olsa da tam anlamıyla '' ele avuca sığmaz sosyalistlerin '' elindeydi.... İşbaşında da İşçi Partisi hükümeti!!!
İşte tam bu noktada Delpart Knox'a bir Kanada gazetesi verdi. Knox gazeteye göz attı öne çıkan haber ''Kanada Savunma Bakanına yönelik bir suikast hazırlığında oldukları iddia edilen üç ''Türk'ün'' yakalanma '' haberiydi. Delpart Knox'un haberi okuyup bitirmesinden sonra '' Ne ilginç Türklerin bu tip terörist failiyetleri savaş karşıtı olanlara karşı hükümetin elini güçlendiriyor'' dediğini ve eklediğini varsayıyoruz '' Bizim ülkemizde de Fisher (Başbakan) ve İşçi partisi Hükümetinin başı savaş karşıtlarıyla dertte...bu konuda çalışsak...''
Delpart Knox u uğurladıktan sonra ülkenin Başsavcısı ve başbakan yardımcısı W.M. Hughes 'ten randevu talep etti. sorunlara (!) çözüm bulmalıydı. Beklenen randevu bir hafta sonrasına verildi. ...Oldukça sıcak bir Kasım sonuydu... Yaz kendisini erken hissettirmeye başlamıştı. Randevu 1914 Aralık ayının ilk haftasıydı...
sevgili commodore1
yazın nefis bir tarih diyelektiği olmuş.
çoğu kez biz anadoludan çanakkaleye gideriz.
hiç avusturalyadan çanakkalaye gelmek aklımıza gelmez.
doğrusunu söylemek gerekirse benim arasıra geliyordu.
mesela askerlik anılarımın içinde vardır. hep savunma yaparak savaşması öğretiliyor bir saldırı yapacak olsak başarı şansımızın .çok olmadığı gibi bir düşüncem vardı neden bilmem.
hep bizim mağduriyetler sonrası savaşabileceğimiz öğretilmiş olacakki.
kore gazilerini dinlerken(yakınlarımdan biri kore gazisidir) kesinlikle zaferlerini içselleştiremezdim.
hep amcama sonunda yaaw amca tamamda ne işiniz vardı sizin taaa oralarda diye çıkışırdım.
amcam:
önce kızar sonra anlatmaya çalışır bir iki kem kümden sonra
ne bileyen oğul devletin işine akıl sırmı eriyor ki !(derdi)
ben biraz yüklenince kahramanlık hikayeleri ölüm olmadan yada istemeden öldürmelerle devam ederdi.
yani şunu anlardım.
ne kadar askerde olsa haksız bir yerde haksız ölümlerle egosu ne kadar yücelirse yücelsin
vijdanı razı olamıyordu....
şimdi. düşünüyorum.
bu bilinçle hiç bilmediğim topraklara götürseler ve orda önemli bir mağduriyet olmadan öldürmeye kasıt edebilirmiydim.?
eminim bunu yapamazdım.
ve düşman (tabi nekadar düşman denir) kesinlikle benden önce davranıp beni temizlerdi.
kısaca beni tanımadığım yerlerde hiçbir hukukum olmayan hiç tanımadığım insanlara öldürmeye motive edebilecek ne olabilir...
eminim bizim asker cumhuriyet kurulduktan sonra talihsiz kore savaşı dışında böyle bir noktaya gelmemiştir.
gelmemesinin sebebini araştırırsak
çanakkale ve kurtuluş savaşlarındaki büyük haksızlığa uğramış olmamızın büyük rolü vardır..
ama şimdi ABD (korede yaptığı gibi) afganistana vurucu timler istiyor
uzunca bir süredir bizim asker haklı olarak direniyordu.
eyer ikna olur giderse sizi bilmem ama gerçekten bende büyük bir hayal kırıklığı yaratacak.
yeni zellandalılara gelince:
onların anlattıklan hikayelerden aslında gerçek bir savaşa gelmediklerini anlıyoruz.
kendim bizzat çanakkalede birkaç yeni zellandalı turistle konuşunca anlıyorum ki .
ingilizler enikonu doldurmuşlar adamları
hatta onlara egzotik bir tatile çıkacaklarını bir iki ufak direniş olsa bile kolayca istanbula girebileceklerini söylemişler.
çoğunun tatile çıkar gibi geldiklerini anlatırlar.
bence bu doğru gibi.
adamlar gerçek savaş olduğunu öğreninceye kadar savaşın yarısını kaybetmişler.
yani diyeceğim
nefret varmıdır bilmem ama
atatürkün o ünlü söylevinden sonra sağ kalan biçok asker pişman olmuş geldiklerine.
'' meşru müdafa dışında kalan her türlü savaş cinayettir.''
ayazoglum
Re: Çanakkale'ye Tersten Bir Bakış
Kasım'dan Aralık'a dönecek olan günlerde başkent Melbourne'da Avustralya Başbakanı Andrew Fisfer sıkıntılıydı. ( Andrew Fisher 1862-1928 yılları arasında yaşamış ve 1908 den 1915 e kadar başbakanlık yapmıştır. Ancak bazı kaynaklar 1913 ün sonbaharında savaş durumuna geçildiğinden bizzat Büyük Britanya'nın vali atadığını söyler ve 1913 te görev süresini sonlandırır ki bu doğru değildir. Öykümüzün sonunda başbakan olan kişiye kadar Başbakanlık görevini sürdürmüştür.) 1914 Ağustos'unda ki başkanlık seçiminden de üstün bir başarı ile çıkmıştı. Avrupa'da ki Britanya imparatorluğu (Krallığı'na) düşmanlarına karşı savaşta/barışta yeterli gönüllü asker toplayacağına inancı tamdı. Ama işler umduğu gibi gitmiyordu...
Britanya'nın Avustralya'dan olası bir savaş için ; ki şimdi çıkmıştı bu savaş; istediği asker kotası 150 bindi. Buna bir de ekonomik yardım eklenecekti. Fisher ekonomik yardım da sıkıntıya düşmemiş ancak asker konusunda ciddi bir rahatsızlığa yakalanmıştı işin kötüsü nasıl aşacağınıda tam olarak bilemiyordu. Londra'dan Savaş bakanı Lord Kitchener'den ve özellikle Winston Chirchill'den aldığı mesajlar rahatsız edici daha ötesinde üzücüydü...
Kendisinden kaynaklanan bir nedenden dolayı değildi aslında bu rahatsızlık çünkü Avustralya da ''zorunlu askerlik'' kanunu yoktu dolayısıylada asker yoktu! Ülke Britanya Krallığı'na bağlı dahi olsa ne hikmetse sendikalar ''solcu'' doluydu ve hemen hemen hepsi savaşa kayıtsız kalıyorlar ve savaş karşıtı söylemler geliştiriyorlardı. Ülkede savaş şartlarının peşi sıra gelen ''parasızlık'' ve ''işsizlik'' artmış ama orduya yazılan ''günüllü'' artmamıştı. Gençler aylak aylak dolaşıyor ancak ''gönüllü'' yazılmıyordu. Daha açık bir ifade ile Avustralya gençleri '' Aslan Britanya , Kaplan Britanya büyüksün Britanya'' diyor ancak hiç biri binlerce KM ötedeki kendilerini hiç ilgilendirmeyen savaşa çok iyi ''maaşa'' rağmen gönüllü olmuyordu. İşte bu zorunlu askerlik kanunu olmamasından doğan ''askersizlik'' ; ''Hangi vatan ve amaç uğruna savaşacağını bilmeyen'' gençlerle aşılamıyor ve başbakanın canı sıkıldıkça sıkılıyor başı ağrıyordu... Londra'nın beklediği yada umduğu gönüllü sayısına göre oran çok ama çok azdı . Büyük Britanya Krallığı Avustralya'ya ''zorunlu askerlik '' için bastırdıkça bastırıyor ama başarılı olamıyordu....
Bu dert yetmezmiş gibi birde '' ülkesinden-düşmana'' hammadde satan bazı şirketlerin olduğu ve bunlardan ispatlı olan BHP nin çok ciddi baş ağrıtacağını çok iyi biliyor önlem almaya çalışıyordu. İşte bu sıkıntılı ruh hali içerisinde Başbakan Fisher Başbakan yardımcısı ve ülkenin Başsavcısı W.M.Hughes'u çağırıyordu... Amma bilmediği çok önemli bir şeyler vardı.... Öğrenemeyecek ve çok geç olacak bir şeyler...
Re: Çanakkale'ye Tersten Bir Bakış
W.M. Hughes Başbakan Fisher tarafından çağrılmıştı. Kendi bilgileri ve ''örtülü yaptığı anlaşmalarla Başbakan dışında bir oluşum sağlamıştı. Şimdi önemli olan doğru yerde doğru zamanda doğru oynamaktı. Hughes Başbakan yardımcısıydı ama çok daha önemlisi ülkenin Baş Savcısıydı. Bu ne demekti kendisinden habersiz hiç bir siyasi veya ekonomik sonuç doğurabilecek dava olamazdı demekti. Savaş durumunun sürdüğü ülkesinde bir çok abuk sabuk doğru yanlış ihbarlar gelmiş bunların hepsinide ciddiyetle incelemişti. Yüzde yüze yakın ciddi ihbarlar ve suç duyuruları ''yanlış'' çıkmıştı çıkmasına da ''suçlananlar'' aklanmak için hemde savaş şartlarında çok iyi bedeller ödeyerek aklanmıştı. Bu ödenen yüksel bedellerle ''maddi'' sağlamlığı sağlayan Hughes gözünü daha yükseklere dikmişti dikmesine de bunu nasıl sağlayabileceğini bir türlü bulamıyordu.
İşte tam da bu anda BHP şirketinin genel müdürü G.D Delprat tan randevu talebi gelmişti. Hughes biraz düşünüp Aralık Ayı başına randevuyu vermişti... Delprat ın başında olduğu BHP şirketi ''su götürmez kanıtlarla'' yakalanmış ve içerden ''ihbar'' edilmişti. Suçlama ve kanıtlanan olay ise çok büyüktü Düşmana yani Almanya ya ham madde satmak... Bu bir ''büyük'' bedelle geçiştirilecek bir konu değildi. Dahası ve ötesi olmalıydı... Diğer şirketler genelde bir bedelle yırtmıştı bu suçlamalardan çünkü ciddi ispat ve içerden ihbar hiç olmamıştı. Baş Savcı aynı zamanda bizzat BHP şirketinin içinden kendi kulağına gelsin diye yapılan bir haber trafiğinide öğrenmişti. Buda BHP nin üretim değişikliğine gideceği ve ''askeri sınai'' ye yöneleceği konusuydu. Kendi kendine hafifçe gülümsedi ''Hukuki açmazdan çıkacak en muhteşem yol..'' diye düşünüp gülümsedi... Acaba bunu niçin kendisinede duyurmuşlardı acaba neden demektende kendisini alamadı....
Tam bir hafta sonra Aralık başlarında W.M. Hughes BHP şirkeninin genel müdürü G.D Delprat ı kabulünde hoş ve etkileyici bir sunumla karşılaştı. Delprat bu arada ''yeni'' oluşumu yani Avustralya'nın endüstriyel kapasitesini genişletmeye katkıda bulunacak değişimleride uzun uzun etkileyici bir şekilde anlattı. Tam bu gün Delprat hükümetin pençesinden kurtulma ve gelecekteki çok büyük gelişmesinin tohumlarını çok sağlam bir şekilde attı. Hughes te hiç ummadığı bir anda siyasi geleceğini sağlama alma yolunu bulmuş oldu... ( Tam yerine gelmişken söyleyelim öykünün akıp bitmesine az kaldı bu hususta öykünün içinde yok amma bilinmeli. Bu toplantı ile iki güçlü adam yıllar yıllar sürecek iniş çıkışlarıyla her ikisininde kariyerine katkıda bulunacak bir özel-devlet sektörü ortağı oldular. Güçlü bir askeri-sinai kompleks yaratarak kısa zamanda Avustralya'yı hesaba katılması gereken bir askeri güç, BHP yi de yüzyılın önde gelen endüstriyel devlerinden birisi yapacaktır.) Hughes bu işi için bir sakınca görüyordu onuda Delprat a söyledi. ''Ülkede zorunlu askerlik yokken askeri sınai nasıl olacak erkekler özellikle gençler savaşa nasıl gidecekti.?'' Delprat gülümseyerek '' Bir planımız var yakında hemde çok yakında yürürlüğe koyabiliriz '' dedi... Bu kafasını bulandırdı amma gelecek hülyaları nedeniyle Hughes bunun üzerinde hiç durmadı....
İşte Başbakan Fisher bu gelişmelerden bihaber , sıkıntılı bir şekilde Hughes i çağırmıştı Hughes bu bilgilerle toplantıya girdi amma Başbakan Fisher e hiçbirisini söylemedi. Basmakalıp sözlerle durumun ''iyi ''olduğuna başbakanı ikna etmeye çalıştı durdu. Başbakan tatmin olmamıştı amma bir şey de yapamayacak bir durumdaydı.
Aralık ayının ortalarına gelinmişti, yaz sıcağı etkisini tüm şiddetiyle göstermekteydi gerek Başkent Melbourne gerekse Broken Hill de yılbaşı hazırlıkları da başlamıştı. Avustralya'da herkes 1915 in yılbaşına odaklanmıştı...
Re: Çanakkale'ye Tersten Bir Bakış
Molla Abdullah ve Gül Muhammed Avustralya'da yaşam savaşı veren iki Afgandır. 1860 lardan itibaren Avustralya ya gelen bu Afgan devecilere ''sepoy'' denilirdi. Bu sepoyların Avustralya'ya geliş öyküleride apayrı maceralardır. 1800 lü yılların başında ''macera düşkünü'' beyazların ''rüyalarının peşinde'' Avustralya'ya akınından sonra bunlara ait malzemelerin ''çöl'' gibi uzun ve kurak yerlerde taşınması için Ortadoğu Arabistan, Afganistan ve Hindistan'dan develer getirilmiştir. Ancak sonra başka bir sorun çıkmıştır. Beyazlar bu develerin dilinden hiç bir şey anlayamamış ne sürebilmiş ne bakabilmiş ne yararlanabilmiş nede develeri beslemeyi başarabilmişlerdir. İşte bu beceriksizlik üzerine ''develer''için çoğunluk afgan olmak üzere bu ''yeni ve bakir'' ülkeye çok sayıda ''deveci'' gelmiştir. Ancak bunlar hiç bir zaman II. sınıf insan olmaktan, horlanmaktan, itilip kakılmaktan ve her suçun sorumlusu sayılmaktan kurtulamamışlardır.
İşte Molla Abdullah ile Gül Muhammed Avustralya'ya bu iş için ''bir şekilde'' gelmiş iki Afgandır. Bunlardan Molla Abdullah 1915 e girerken yaklaşık 60 yaşlarında bir ''sepoy''dur. Kandahar doğumlu olan Molla Abdullah Avustralya'ya ''deve sürücüsü'' olarak gelmiş uzun yıllar bu işi yapmış bir kişidir. 1899 sonlarına doğru Broken Hill kasabasına yerleşen Abdullah 1910 dan sonra yeni gelişen teknoloji ile birlikte yani taşıma araçları ortaya çıkınca ''devecilik sektörü'' otomatikman skteye uğrayınca kasabanın tek camisinin bakımını ve biraz arapça bilgisinden dolayı ''imamlığını'' üstlenmiştir.Bu camiinin en büyük özelliği Avustralya'da inşa edilen ilk islam eseri (camisi) olmasıdır. ''Molla'' ünvanı bundan sonra kendisine yapışıp kalacaktır. Abdullah imamlığın yanında müslüman aileler için ''islami usulde'' hayvan kesimide yaparak hayatını idame ettirmeye başlamıştır. Broken Hill emniyetide bu islami hayvan kesimine kontrollü izin veriyor bazen de ceza uygulamaktan geri kalmıyordu Molla Abdullah'a. İşte 1910 ların sonunda İmamlık ve kasaplık yapam Molla Abdullah ''oğlu '' gibi seveceği Gül Muhammed ile burada tanışıyor ve ömrünün sonuna kadar hatta ''ölümde'' bile ayrılmaz ikili olacaklardı. Özetle Mola Abdullah sevilen ve sayılan bir kişilikti ''sepoy''lar arasında...
Gül Muhammed ise 1915'le girerken yaklaşık 35 yaşlarında uzun boylu sert görünüşlü ama kalbi temiz bir Afgan'dı. Büyük olasılıkla oda 1905 lerde son deveci grubuyla birlikte Avustralya'ya gelmiş ve orada kalmıştı. 1910 lara kadar devecilikle uğraşmış sonra aynı teknolojik gelişme nedeniyle işsiz kalmış Molla Abdullah ile bu arada tanışmış onun sayesinde bir madene işçi olarak girmiş ve yaşamını sürdürmeye çalışmıştı. 1912 de patlak veren maden krizi ile birlikte ilk'' sepoy''lar işsiz kalmış doğal olarak Gülde bundan nasibini almıştı. 1912 sonlarında ise ''pek görülmeyecek'' ekilde talih yüzüne gülmüş tesadüfen taştığı ''dondurma satıcısı'' yaşlı İtalyan Giovanni'ye yardımcı olmuş, Giovanni'nin ölümü üzerine ilk defa Avustralya'da Broken Hill de bir Afgan dondurma satıcısı olmuştu. İşler yoluna girmiş gibiydi ikisi içinde . İşte tam bu arada ''Dünya Savaşı'' patlak vermiş ''dondurma işleri'' dahil herşey ters gitmeye başlamıştı. Gül Muhammed yaşının da verdiği ateşle ve birazda Avustralya'dan gitme isteği ile '' Hilafet Ordusunda'' savaşmak istemekteydi, Avustralya ise tam karşı taraftaydı yani düşmandı!! Gül Muhammed aslında Afganları sevmeyen her fırsatta onları arkadan vuran Hintli İngilizce bilen birisine ''hilafet ordusuna katılmak'' isteğini bildiren padişaha yönelik mektup yazdırdı. İşin komiği ''Sultan Abdülhamit'e'' yazılmıştı mektup! Abdülhamit'in tahtan ineli beş yıl oluyordu. İşin garibi '' Osmanlı Sultanı ve Müslümanların Halifesi Mehmet Reşad'' adına kendisine yanıt gelmesiydi ! Mektubu gene Hintli tercüme etmişti ve bu tercüme belki de sonun başlangıcı olmuştu...
Cevap: Çanakkale'ye Tersten Bir Bakış
31 Aralık 1914 Broken Hill Kasabasında da coşkuyla kutlanmaya başlandı. Kavurucu sıcağa rağmen herkes yeniyılın coşkusuna bürünmüştü.Afganların bulunduğu ''Teneke Mahallesinde'' ise aynı coşku olmasa bile bir coşku bir buruk sevinç vardı. Neticede her ne kadar sevaş şartları olsada tüm dünya yeni bir yıla giriyordu...1915 e....
Bir çok yerde olduğu gibi akşam kutlamalar yapıldı, yenildi ,içildi, eğlenildi...Yeni yıla ilk giren ülkelerden birisi olan Avusturalya'da 1915 yılına işte böyle girilmişti... Tüm dünyayla aynı eğlence neşe ... savaş hüznünde bile... 1 Ocak 1915 sabahı Broken Hill de gelenekselleşen yılbaşı pikniğine katılana kadar uyku vakti gelmişti herkes için artık... Saat ikiye üçe doğru kasaba tam bir sessizliğe gömüldü... Hiç kimse (olayı yaratanlar hariç) cehenneme uyanalacağını ve ''uyanık kabus'' yaşanalacağını bilmeden derin bir uykuya daldı...Ama 1915 in ilk günü 1 Ocak sabahı kabusa kalkacaklardı...
Büyük bir olasılıkla 1 Ocak 1915 günü ilk uyananlardan birisi ve belkide ilki Molla Abdullah'tı.. Tek camii de ezan okuyacak orada ki müslümanları ''namaza'' kaldıracaktı. Muhtemelen Molla Abdullah la yaşayan genç Gül Muhammed de ilk kalkanlar arasındaydı... O da ezan namaz ve sonrası dondurma satmak için uyanmıştı... Ama kendileride bilmiyordu ki bu ikisinden önce kendileri için uyanan birileri daha vardı... Bu ikisi ve 7 kişi için daha hayat çok kötü bir sürpriz hazırlamıştı... Ve sayı bununla kalmayacak her türlü dengeyi alt üst edecekti... Bu kötü sürpriz bir efsane şeklini alacak ve yıllar yıllar boyu hafızalardan kalplerden silinmeyecekti...
Metodist Papaz William J.Shaw, Su işleri mühendisi Alf Millard, genç bir kız Alma Cowie, James Craig George Stokes, Thomas Champell... Broken Hill de yaşayan ve 1915 in bir ocağında pikniğe katılan bir kaç kişi bazıları ise çok önemli kişi kasaba için... Avusturalya tarihini değiştirecek kurbanlar....
Geleneksel yılbaşı piknik treni 1 Ocak 1915 günü yaklaşık 1200 kişiyle saat 10 sularında Siverton'a gitmek üzere hareket etti... Şarkılı sazlı sözlü neşeli bir 1200 kişi...Yarım saat geçmeden kabus yaşandı hem de ne karanlık bir kabus...
Tren merkez mezarlık mevkiine yaklaştığında ortalık cehenneme döndü.... Piknik trenine peş peşe ateş ediliyordu... İşi nedeniyle trene binemeyen Alf Millard bisikletle treni takip etmiş silah seslerinin ne olduğunu anlamaya çalışırken ölen ilk kişi olmuştu... Onu papaz W.J.Shaw, Alma Cowie, George Stokes takip etti... Altıda yaralı vardı... Kimse ama hiç kimse ne olduğunu anlamamıştı inanılmaz büyük bir kargaşa yaşanmaya başladı... Kimi ölülere koşturuyor kimi yaralılara bakıyor kimi ağlıyor kimi treni hareket ettirmeye uğraşıyordu... Bu olayın sonuçları ve bu sonuçlardan doğan sonuçlar çok daha büyük olacaktı...
Daha sonra Thomas Champell ve James Craig enteresan bir şekilde öldürülecekti... Ancak bu daha sonra gün bazında değil saat bazında olacaktı... Bu son iki ölüm karanlığı daha karanlık yapacak şüpheleri çözümsüzlüğe itecekti...
Cevap: Çanakkale'ye Tersten Bir Bakış