Üniversitede deprem - Rektör atamaları
Üniversitede deprem
HABER MERKEZİ / BAHAR ATAKAN GÖKÇER TAHİNCİOĞLU Ankara
Cumhurbaşkanı Gül’ün yaptığı rektör atamalarına tepki gösteren bazı öğretim üyeleri istifa etti. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde en yüksek oyu almasına rağmen rektör olarak atanmayan Prof. Dr. Faruk Karadoğan ve öğretim üyeleri kararı protesto etti
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yaptığı rektör atamaları tartışma yarattı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yaptığı rektör atamaları, üniversitelerde istifa depremine neden oldu. Atamaları protesto eden bazı öğretim üyeleri, tepkilerini istifa ederek dile getirdi. “Dışarıdan yönlendirmelerin üniversiteleri böleceği” uyarıları yapıldı. Üniversitelerde yaşanan istifalar şöyle:
İstanbul Teknik Üniversitesi: Seçimlerde Rektör Prof. Dr. Hüseyin Faruk Karadoğan 362 oyla en fazla oyu alan aday olmuştu. Ancak Gül, YÖK’ün birinci sıradan kendisine gönderdiği, üniversitedeki seçimde 209 oy alan Prof. Dr. Muhammed Şahin’i rektör olarak atadı. Ayazağa Yerleşkesi’ndeki Atatürk Meydanı’nda dün bir araya gelen Karadoğan ve öğretim üyeleri, atamayı protesto etti.
‘Dışarıdan yönlendirme’
Karadoğan, “Üniversitenin ortaya koyduğu açık bir düşünce varken bunun bir kenara bırakılması, üniversitenin çoğunlukla benimsemediği bir adayın ve ekibinin iş başına getirilmesi, üniversitenin dışarıdan yönlendirilmesi anlamına gelir. Dışarıdan yönlendirmeler üniversiteleri bölecektir. Bu acı veren bir durumdur” dedi. Maden Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mahir Vardar da görevinden istifa ettiğine ilişkin dilekçeyi Karadoğan’a verdi.
Sözlü olarak istifalarını ileten senato ve öğretim üyelerinin isimleri şöyle: Rektör yardımcıları Prof. Dr. Erkin Nasuf, Prof. Dr. Fuat Anday ve Prof. Dr. Haluk Karadoğan, Sosyal Bilimler Enstitü Müdürü Prof. Dr. Ümit Şenesen, Prof. Dr. Özgür Turhan, Prof. Dr. Remzi Akkök, Prof. Dr. Mehmet Ali Taşdemir, Prof. Dr. Haluk Eyidoğan, Doç. Dr. Rahmi Nurhan Çelik, Prof. Dr. Melek Tüter, Fen Bilimleri Enstitü Müdürü Prof. Dr. Sumru Pala.
Gazi Üniversitesi: Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ayşe Dursun, Prof. Dr. Rıza Ayhan’ın rektörlük görevini devralmasının ardından istifa ettiğini açıkladı. Yapılan seçimlerde en yüksek oyu Prof. Dr. Kadri Yamaç almasına karşın YÖK tarafından ismi Köşk’e gönderilmemişti.
Dokuz Eylül Üniversitesi: Birinci sırada çıkmasına rağmen rektörlüğe atanmayan Prof. Dr. Sedef Gidener, Tıp Fakültesi Hastanesi Başhekimliği görevinden istifa etti. Gidener’in yerine Başhekimliğe Prof. Dr. İbrahim Astarcıoğlu vekaleten atandı. Üniversitede 7’si profesör, toplam 9 öğretim üyesi istifa etti.
Başhekim ve eşi istifa etti
Samsun Ondokuzmayıs Üniversitesi: Rektörlüğe atanan Prof. Dr. Hüseyin Akan’ın görevi devralmasının ardından Tıp Fakültesi Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Tayyar Cantürk ile eşi Zihinsel Engelliler Eğitim Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ferhan Cantürk görevlerinden istifa etti.
Akdeniz Üniversitesi Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Oktay Eray ve 4 yardımcısı istifa etti. Eray ile birlikte Yrd. Doç. Dr. Cahit Kaçar, Yrd. Doç. Dr., Cengiz Türkay, Yrd. Doç. Dr. Levent Dönmez ve Yrd. Doç. Dr. Dilara İnan Özcan istifalarını verdi.
Görev süresi dolan İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, üniversiteden ayrılacağını açıkladı.
Soysal’dan Gül’e teşekkür
Boğaziçi Üniversitesi’ndeki seçimde ikinci olan Rektör Prof. Dr. Ayşe Soysal, yerine Prof. Dr. Kadri Özçaldıran’ı ataması nedeniyle Gül’e teşekkür ettiğini söyledi. Soysal adaylıktan çekildiğini resmen YÖK’e iletmediği için, ismi YÖK’ten Çankaya Köşkü’ne gönderilen listede yer almıştı. Soysal, atama kararı için, “Boğaziçi Üniversitesi’nin teamüllerine uygun davranılmıştır. Benim de isteğim bu yöndeydi. Cumhurbaşkanımıza teşekkür ediyorum” dedi.
Akaydın: Boynumda madalya
Eski Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Akaydın, Show TV’ye yaptığı açıklamada, listede ilk sırada yer almasına rağmen Cumhurbaşkanı Gül tarafından yeniden atanmaması konusunda, “Yapılan siyasi müdahalede elenmiş olmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum. Cumhurbaşkanı Gül’ün kararnamesini yaşadığım sürece cumhuriyet madalyası olarak boynumda taşıyacağım” dedi.
İTÜ’de protesto
İstanbul Teknik Üniversitesi’nde (İTÜ) en yüksek oyu almasına rağmen rektör olarak atanmayan Prof. Dr. Faruk Karadoğan ve öğretim üyeleri, Ayazağa Yerleşkesi’ndeki Atatürk Meydanı’nda biraraya gelerek kararı basın açıklamasıyla protesto ettiler.
YENİ REKTÖRLERİN PORTRELERİ
Askeriyede ders verdi
Prof. Dr. İsrafil Kurtcephe (Akdeniz): Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi mezunu. Kuleli Askeri Lisesi’nde ve Kara Harp Okulu’nda öğretim üyeliği yaptı. 1999’da Akdeniz Üniversitesi’ne geçti. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etütler Başkanlığı Atatürkçülük Araştırma ve Eğitim Merkezi Genel Kurul üyesi olan Kurtcephe, TSK bünyesinde gerçekleştirilen akademik faaliyetlerde “Atatürkçülük” ile ilgili pekçok bildiri sundu. Kurtcebe’nin laiklik ve çağdaşlaşmayla ilgili birçok kitabı ve yayını var.
Sezer veto etmişti
Prof. Dr. Rıza Ayhan: (Gazi): 1953 doğumlu Ayhan, Ankara Hukuk Fakültesi’ni 1975’te bitirdi. Doçent ve profesörlük ünvanlarını Gazi Üniversitesi’nden aldı. Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı görevini yürüttü. 2000’de Gazi Üniversitesi Rektörü seçildi. Üniversitede ülkücü kadrolaşmaya gittiği iddialarıyla gündeme geldi. 2004’teki rektörlük seçiminde en yüksek oyu (1064) aldı, ancak 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 366 oy alan Prof. Dr. Kadri Yamaç’ı atadı.
Türbana imza
Prof. Dr. Hüseyin Akan (Ondokuz Mayıs): 1958 Manisa doğumlu Akan, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Radyoloji dalında uzmanlığını aldı. 1990’da İtalya Hükümeti’nin bursunu kazanarak, Padova’da radyoloji alanında çalışmalar yaptı, 1999’da Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nden profesörlük ünvanı aldı. 1995’te RP’den milletvekili adayı oldu, ancak seçilemedi. 2003’te TÜBİTAK Bilim Kurulu üyeliğine getirildi. “Türbana özgürlük” bildirisine imza attı.
Liseyi ABD’de bitirdi
Prof. Dr. Mete Cengiz (Uludağ): 1946 Diyarbakır doğumlu. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Bölümü öğretim üyesi. Lise eğitimini, kazandığı bursla ABD’de tamamladı. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi. Girdiği sınavla, ABD’de hekimlik yapmaya hak kazandı. Yardımcı doçent, doçent, profesörlük ünvanlarını Uludağ Üniversitesi’nden aldı. Rektörlük seçiminde, Prof. Dr. Merih Yurtkuran’dan sonra en çok oyu alan isim oldu.
‘Hasta ayrımı’ iddiası
Prof. Dr. Ayşegül Jale Saraç (Dicle): 49 yaşındaki Saraç, üniversitenin ilk kadın rektörü oldu. 1993’ten bu yana Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Başkanlığı görevini yürütüyordu. 22 Temmuz seçimlerinde AKP Diyarbakır’dan milletvekili adayı oldu. Bir dönem “erkek hastalara bakmadığı ve erkeklerle tokalaşmadığı” öne sürüldü. Rektör adaylığını açıkladıktan sonra yaptığı açıklamada “Şeffaf, katılımcı ve yatay bir yönetim anlayışı ilkem olacak” dedi.
YÖK Yasası’na karşı
Prof. Dr. Mehmet Füzün (Dokuz Eylül): 56 yaşındaki Füzün, bir dönem YÖK Yasası’na karşı çıkmasıyla tanındı. Yükseköğretim kurumlarının işleyişlerini düzenleyen yürürlükteki mevzuatın “sorunlu” olduğunu dile getirdi. Yasanın rektörlere tanıdığı geniş yetkilerin “sorun” yarattığını kaydederek, bu yetkilerin kurullara paylaştırılmasını savundu. Ağabeyinin AKP Akhisar İlçe Başkanlığı yaptığı ve atanmasında bu durumun etkili olduğu iddialarını reddetti.
Keneye formül
Prof. Dr. İlyas Dökmetaş (Cumhuriyet): 51 yaşındaki Dökmetaş, rektör olana kadar Tıp Fakültesi Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları AD Başkanlığı görevini yürüttü. Bazı türleri Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) hastalığına yol açan kenelerin azalmasında karıncaların önemli rol oynadığı görüşünü savunarak, “Çünkü kenelerin küçük yumurtalarını karıncalar topluyor” dedi. Akademik çevreler, Dökmetaş’ın üniversitede türbana sıcak baktığını iddia ediyor.
Yalova Üniversitesi için 102 rektör adayı
Yalova’da kurulan ve bu yıl eğitime başlayacak olan Yalova Üniversitesi için şimdiye kadar 102 profesör rektör adayı oldu. Yalova Üniversitesi’nin rektörünü de YÖK’ün önereceği üç aday arasından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül atayacak.
Yalova Üniversitesi eğitime başlamadan bir rekora imza attı. Yalova Üniversitesi için YÖK’e bugüne kadar 102 profesör rektör olmak için adaylık başvurusu yaptı. Adaylar arasında bu yıla kadar Uludağ Üniversitesi’ne bağlı olarak eğitim veren Yalova Meslek Yüksek Okulu Müdürü Osman Sacit Görgül ile Yalova İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Adem Çubuk da bulunuyor. Hukuk, Mühendislik, İktisadi ve İdari Bilimler fakülteleri ile Yalova Meslek Yüksekokulu ile Sosyal Bilimler ve Fen Bilimleri Enstitüleri’nin yer alacağı üniversitenin rektör aday sayısının daha da artması bekleniyor.
570 öğrenci kontenjanı bulunan üniversiteye öğretim üyesi, öğretim görevlisi ve çalışanlarla birlikte toplam 1235 kadro tahsis edildi.
ERCAN YAPICI Yalova DHA
Re: Üniversitede deprem-Rektör atamalar
Bizde rektör atamaları kamuoyuna genellikle sorun olarak sunulmaktadır. Aslında konuya ideolojik bakıldığından, "bizim mahalleden biri atanmışsa çok yerinde bir atamadır, karşı mahalleden biri rektör olarak atanmışsa Cumhurbaşkanı yanlış yapmış, taraf tutmuş" mantığı ile bakılıyor konuya..
Biraz tarafsız ve elimizi vijdanımıza koyarak son iki cumhurbaşkanının rektör atamalarına bir bakalım. Her ikisi de en çok oyu alanı atadıkları da olmuş, atamadıkları da olmuş. Sayın Ahmet Nejdet Sezer'in atamalarını eleştirmeyenlerin sanıyorum Sayın Gül'ü eleştirmeye hakları olmamalı. Çünkü Gül'ün yaptığının Sezer'in yaptığından bir farkı yok. Yasaların kendisine verdiği yetkiyi kullanarak, kendisine sunulan 3 kişiden birini atamış. En çok oyu alanın atanacağı şeklinde yasa yok.
Zaten, cumhurbaşkanına 3 kişi arasından birini seçme yetkisi verilirken az oy alanların da seçilmesine yol açılmak istenmiştir. En çok oy alanın seçilmesi kuralı için cumhurbaşknına gerek yoktu.
Sayın Sezer'in yaptığı atamalardan bir kaç örneği sunuyorum;
Gazi Üniversitesi’nde 1064 oy alan Rıza Ayhan yerine, sadece 366 oy alan 3. sıradaki Kadri Yamaç’ı atamıştı.
Kastamonu Üniversitesi’nde 1. olan Mustafa Safran yerine, sadece 2 oy alan Bahri Gökçebay’ı atamıştı.
Yozgat Bozok Üniversitesi’nde en fazla oyu alan Mustafa İlbaş yerine, 4 oy alan İnci Varinli’yi atamıştı.
Giresun Üniversitesi’nde 25 oyla birinci olan Mehmet Tüfekçi yerine, 8 oy alan Osman Metin Öztürk’ü atamıştı
Bence bunda eleştirlecek bir şey olmadığı gibi Gül'ün yaptığında da eleştirlecek bir şey yok.
O zaman sesini çıkarmayanların şimdi hiç hakkı yok.
İsitfa ederek "deprem" yarattıklarını zannedenlere gelince.. Gördüğüm kadarı ile bunların hiç biri de üniversitelerindeki öğretim üyeliğinden değil, bulundukarı idari görevlerden ayrılmışlar. Yeni rektörle uyum sağlayamayacağını görerek "rektör yardımcılığı" "hastane müdürlüğü" gibi görevlerden istifa etmeleri gayet doğaldır. Bunun abartılacak ve "üniversitede deprem" olarak görülecek bir tarafı yok.
Basında bazan öyle saçma ve abartılı iddialar var ki inanmak mümkün değil. Örneğin Dicle Üniversitesi Rektörlüğü'ne atanan bayanın "erkek eli sımadığı" gibi bir iddiadan bahsediliyor. Gerçekten öyle mi bilmiyorum, ama inanmak istemiyorum. Rektörlük makamındaki bir kişinin zaten il protkolündeki yeri nedeniyle bir çok erkeğin elini sıkması zorunludur. Bu bayan erkek eli sıkmıyorsa bu göreve nasıl talip oldu ve bu görevi nasıl ifa edecek? Örneğin vali ile el sıkışmadan portokol görevini nasıl ifa edecek? Ben anlayamadım, anlayan varsa anlatsın..
Aslında eleştirlecek konu eski ve yeni Cumhurbaşkanının şunu veya bunu ataması değil, sistemin kendisidir.
Bu anayasada cumhurbaşkanının yetkisi gereğinden fazladır. Bu yetkiler azaltılmalıdır. Sayın Gül'ün atadığı rektörü beğenmeyenler bence işe 82 anayasasını değiştirme fikrine kendilerini alıştırsalar iyi olur. Çünkü sorunun kaynağı 82 anayasasıdır.
Sadece cumhurbaşkanının yetkilerinin kıslılması yeterli olmaz. YÖK'ün yetkileri de kısılmalı. YÖK önemli bir reforma tabi tutulmalıdır. 12 Eylül darbesinin bir ürünü olan YÖK üniversiteleri iyiye götürmemeiştir.
Rektörlerin de yetkisi kısılmalıdır. Bu sistemde rektörlerin aşırı yetkileri ile tam bir çiftlik ağası gibi davranma yetkisine sahip oldukları akademik çevrelerde biliniyor. Üniversitelerde çok büyük parasal boyutu olan yatırımlar, projeler, ihaleler var ve bundan kaynaklı rant kavgası var. Bu kadar büyük paralrın döndüğü yerde yetkilerin tek elde toplnması kadar yanlış bir şey olamaz. Ayrıca yeni akademik kadrolarda rektörlüğün yetkisi dağıtılmalıdır.
Rektör atamalarında seçim sistemi tek başına yeterli değildir. En çok oy almak kural haline gelirse bir çok üniversitede tıpçıların hep önde gideceğini üniversite çevreleri biliyor. Bu nedenle katılımı sağlayan seçim ile liyakat sisteminin ve gerekiyorsa başka unsurların da dahil edildiği bir yöntem bulunmalıdır. Sanıyorum başka ülkelerde bunun örnekleri vardır.
Re: Üniversitede deprem-Rektör atamalar
Batı Ülkelerinde üniversitelere atanan rektörler ya da diğer yöneticiler çok fazla haber değeri taşımaz çünkü batıda üniversitelerin yönetiminde mütevelli heyet uygulaması hakimdir genellikle. Tam olarak batı diye genelleme yaparak tek bir sistemden ahsetmek elbette yanlış bir genelleme olur. Pek çok farklı sistem ve uygulama vardır bu konuda. Ancak genellikle üniversiteler mütevelli heyet denilen ve tek bir kişinin yönetimiyle sulta kuramayacağı profesyonel bir yaklşaımla yönetilir. Yöneticilerin yani rektör, dekan gibi yöneticilerin sorumluluğu bu heyetlere karşıdır. Buna ek olarak seçim sistemi uygulayan üniversitelerde ise demokratik yöntemle seçimde sadece yard doç ve üstü değil üniversitelerde yer alan tüm öğretim elemanları ve öğrenciler de oy kullanır.
Evet haklısınız size şu açıdan katılmamak mümkün değil. Sistemin düzeltilmesi gerekiyor. Çünkü hangi bakış açısı başa gelirse kendi görüşünü destekleyen bir bakış açısına sahip insan gücü yetiştirmeyi amaçladığı gibi bu bakış açısındaki insanları kadrosuna almaya çalışıyor. Üniversiteler birilerinin at oynatacağı arenalar olmamalı. Bilim adamları bu tip oyunlardan uzak olmalı. akademik özerklik dediğimiz şey kendi kararlarını alıp sadece bilimsel anlamda kendi vicdanına karşı sorumlu olan bilimadamlarıyla mümkündür ancak. başka türlüsü akademik otokrasiye gider..
Şimdi diyeceksiniz ki sezerin atadıklarına neden ses çıkarmadınız. şimdi Atatürk ten bahsetsem ve sezer bağıntısı kursam siz yine Atatürk e sığındığımı söyleyeceksiniz biliyorum. Kendi görüşlerimi dışında tutarak tamamen objektif baktığımda bunun da hata olduğunu düşünüyorum ancak Türkiyenin iç siyasetinin özel koşulları ve demokrasi bilincinin hala yerleşmediği bir ülkede üniversiteler sistemi korumak için toplumun çıkarına olan durumlarda sorumluluk sahibi kurumlardır. bir bilim insanı toplumu ilgilendiren her konuda görüşünü açıklayabilir ve kimse ona neden bu konuda konuşuyorsun ve bu hakkı hangi yetkiden alıyorsun diyemez.. bir bilim insanı toplumun ardında değil önünde yer almalı ve görüşlerini bu açıdan açıklamalı. üniversitelerin de misyonu budur. bilim ve teknoloji üretmek kadar topluma yarar sağlamak . sezer den buraya nasıl geldim? Bağlantıyı lütfen siz kurun çünkü benim söylemem hoşunuza gitmeyecek..
2547 sayılı kanun ve bu konunla kurulan 1980 yılının katı ve kısıtlayıcı ortamından etkilenmiş YÖK kanunu konusunda haklısınız. Değişmeli. 1750 sayılı üniversiteler kanunu çok daha demokratikti. yeni ve artık eskimeye yüz tutmuş hükümet 2. hizmet döneminde yani iktidarında üniversitelerde çatışmaktan bunu daha demokratik ve günümüz koşullarına uyan bir yenisiyle değiştirmeye fırsat bulamadı.
Bundan sonra e oılacak? Çok bir şey değişmeyecek.. Üniversitelerde kadroılaşmalar devam edecek.. Karşıt görüştekiler sıkıştırılacak. Atamayacaka ama dünyayı dar etmek için elinden geleni yapacak.. Kim zarar görecek?
Re: Üniversitede deprem-Rektör atamalar
Sayın akademik sultan;
Gördüğüm kadarı ile yüksek öğretimdeki sistem sorunu konusunda farklı düşünmüyoruz.
Ama siz Sayın Sezer'in atamalarının Atatürkçülük kriterine uygun olduğunu, yeni atamalarda bu kriterin gözetilmediğini ima etmeye çalışıyorsunuz.
CHP sözcüsü Kılıçdaroğlu, yeni rektör atamalarında çok oy alanların atanmamasını eleştirnce, bir gazeteci, "neden Sezer'i eleştirmemiştiniz?" diye sorunca, "AKP yandaşı medyaya Sezer'in aleyhine koz vermek istemedik" dediğini bir çok gazete yazdı. Ama daha sonra sayın Kılıçdaroğlu bu sözleri yalanladı ve başka türlü konuştuğunu, Sezer'in atamalrda "Atatürkçülük kriteri" doğrultusunda atama yaptığını, yeni atamalada bu kriterin gözetilmediğini belirtti.
Gördüğünüz gibi CHP sözcüsü de sizin gibi rektör atamalarında "Atatürkçülük kriteri"ne vurgu yapmaktadır. Bu kriter dikkate alınacaksa o zaman sormak gerekir, hangi Atatürk veya hangiAtatürkçülük? Herkes Atatürk'ü veya Atatürkçülüğü farklı yorumluyor. Bu konuda kitaplar yazıldı. Atatürkçü olduğunda kuşku olmayan kişiler arasında da farklı algılama ve farklı yorumlama var.Benim Atatürkçülük yorumum size göre sizin kriterinize uymayabilir. Sizin yorumunuza da ben katılmayabilirm. Ama ikimiz de Atatürkçüyüz. Bu durumda aslında kriter, "Atatürkçülük" değil, Sezer'in anladığı anlamda Atatürkçülük"tür. Bu da kişisel,ideolojik bir tercih anlamına gelir.
Oysa Sayın Gül'ün atadıkları arasında daha önce Sayın Sezer tarafından atanmış olanlar da var, daha önce CHP bilim kurulunda görev yapmış olanlar da var, AKP'den aday olmuş olanlar da var. Bu örnekler de gösteriyor ki, aslında Gül'ün atadıkları da standart değil, değişik çizgilerde insanlar.
Ben bu konuda Sezer'i eleştirmek istemiyordum. Özellikle de çok oy alan varken az alanı atadı diye eleştirmenin saçmalığına inanıyorum. Çünkü mevcut sistem çok oy alanı atayın demiyor.
Sezer'i bu konuda söyledikleri ile yaptıklarının tutarsızlığı nedeniyle eleştirebiliriz.
Sayın Sezer, 19 Temmuz 2000 tarihinde YÖK'e yazdığı veto yazısında;
“En çok oyu alan rektör adaylarının liste dışı bırakılması, YÖK’ün üniversitelerin demokratikleşmesinin önündeki engel olduğunu açıkça göstermektedir.” diyordu.
Görüldüğü üzere, en çok oy alanların liste dışı bırakılmasını demokratikleşmenin önündeki engel olarak gören Sayın Sezer, bir üniversitede 2 oy alan kişiyi atamıştır. (Bu iki oydan birisi de atanan kişinin olduğuna göre, demekki sayın rektör üniversitede sadece bir oy alabilmiş). BU Sezer'le ilgili sadece bir örnek, daha başkaları da var. Sayın Sezer'in söylediği ile yaptığı çelişkilidir ve bunun adı da çifte standarttır.
Sanıyorum Sayın Sezer de sizin gibi, "ülkenin içinde bulunduğu koşullar" nedeniyle bu şekilde davranmıştır. Ama unutmamak gerek ki Sezer'in bu atamaları yaptığında AKP de yotu. Yani "ülkenin içinde bulunduğu koşullar" kriterinin önemli aktörü henüz sahneye çıkmamıştı.
"Ülkenin içinde bulunduğu koşullar" kriteri şayet AKP dönemine özgü değil de her döneme ilişkin diyorsanız, bu ülke bu koşullardan kurtulamayacak ve bu müthiş gerekçe ile her türlü yanlı davranışı meşru ve mazur göreceğiz demektir. Aslında bunun anlamı da her dönemde bana yakın adamlar atansın, bana yakın adamlar ülkeyi korur ve kollar, bana yakın olmayanlar ya gericidir, ya bölücüdür, ya haindir. O halde bana yakın olmayanın bu ülkede önemli mevkilere gelmemesi gerekir.
Sizin değindiğiniz "ülke siyasetinin özel koşulları" veya "kurumların toplum çıkarını gözetmesi" gibi kavramların, antidemokratik davranışların üstün örtmeye yarayan bir örtü olması büyük ihtimaldir. Ülke siyasetinin özel koşulları ne zaman değişecek? Böyle muğlak bir karam her dönemde ileri atılabilir ve bu özel koşullar nedeniyle her türlü antideomratik ve yasa dışılık hoş görülebilir. Ve bu yol o zaman da tehlikeli bir duruma gelir. Bu gün bu "özel koşullar" gerekçesi ile Ergenekon tipi örgütlenmelere normalmiş gibi bakanlar var. Bu "özel koşullar", insanların fişlenmesinin, dinlenmesinin, faili meçhullere kurban gitmesinin gerekçesi olarak sunulabilmektedir. Bu nedenle bu "özelkoşullar" demokratikleşmenin önünde bir engel olduğundan hiç hazzetmek bu kavramdan.
"Toplumun çıkarını düşünmek" kavramı da ilk bakışta hoş bir şeymiş gibi görünse de; "aslında toplumun çıkarını toplumun yerine biz daha iyi düşünürüz, halkın iyiliğini biz halktan daha çok düşünürüz, halk bu işlerden anlamaz" düşüncesine götürür.
"Halk dediğin, bir kilo kömüre satılan, bidon kafalı, karnını kaşıyan adam"dır. "Aslında dağdaki çobanla benim oyum eşit olmamalı" gibi antidemokratik davranış ve düşüncelerin arkasındaki masum görüntülü kavram "toplumun çıkarını düşünmek" kavramıdır.Elette toplumun çıkarını düşünmek önemli ve gereklidir, ama bu düşünceyi, "toplum kendi çıkarını düşünüemez, ben ya da benim dediğim adamlar toplumun çıkarını toplumun adına daha iyi düşünürler" noktasına kaydırırsak, o zaman toplumu, halkı hiçe sayan bir totaliterizmin yolunu açmış oluruz.
Saygılar.
Re: Üniversitede deprem-Rektör atamalar
Alıntı:
Av.Abbas Bilgili rumuzlu üyeden alıntı
Görüldüğü üzere, en çok oy alanların liste dışı bırakılmasını demokratikleşmenin önündeki engel olarak gören Sayın Sezer, bir üniversitede 2 oy alan kişiyi atamıştır. (Bu iki oydan birisi de atanan kişinin olduğuna göre, demekki sayın rektör üniversitede sadece bir oy alabilmiş).
İkinci oy da rektörün eşinden gelmiş. :o
Bkz. Emre AKÖZ, Sabah 05.08.2008
Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, sadece iki oy alan kişiyi rektör atanmıştı. (Daha sonra, öteki oyun aynı üniversitede çalışan eşi tarafından verildiğini öğrenmiştik.)
Re: Üniversitede deprem-Rektör atamalar
Bu sistemin bir an evvel değiştirilerek, akılcı bir yapıya kavuşturulması gerekiyor. Ama o arada, şunu sormamız gerek: Niye okuldaki oylamada birinci gelen aday doğrudan atanmıyor? Bunun birkaç sebebi var.
Birincisi, hiç kuşkusuz, ideolojik kaygılar: " Ya hocaların seçtiği kişi yeteri kadar devlete bağlı değilse? "
İşte yukarıda anlattığım seçim sistemi, bu olasılığı engellemek için çalışıyor.
Bu mekanizmanın sonucunu geçen yıl görmüştük: Eski YÖK Başkanı Erdoğan Teziç, üstüne hiç vazife olmamasına rağmen, 367 meselesi gündeme geldiğinde, atanmalarını sağladığı rektörleri ardına dizerek, parti başkanı edasıyla basın toplantısı yapmıştı.
Gelelim ikinci sebebe:
İkinci sebep aynı zamanda, yazının başında sözünü ettiğim varsayımla ilgili.
Bildiğiniz gibi üniversitelerimiz gelişiyor. Öğrenci sayısıyla birlikte, kaynakları artıyor, kadroları genişliyor.
Peki, bu gelişme, yönetimi nasıl etkiliyor? Gelişmeyle birlikte ortaya yeni tipte kadrolar mı çıkıyor?
Hayır!
Hatta tam tersi oluyor.
Üniversite büyürken, rektör, gerek yönetim kadrolarını, gerek diğer atamaları, görevlendirmeleri kendi çıkarına uygun bir biçimde yapıyor.
Böylece rektör, üniversitenin gelişmesinden, yandaşlarını ve müstakbel destekçilerini nemalandırmış oluyor.
Seçim zamanı geldiğinde de, o kişiler oylarını kendilerine koltuk çıkan rektöre veriyor.
Haberlerde izlemişsinizdir: Bu işi öylesine abartanlar var ki görev süresi dolduğu için mecburen çekilecek olan kimi rektörler, yerlerine eşlerini getirmek için uğraşıyorlar!
Yani " Avantajlarınızın devamını istiyorsanız, eşime oy verin, merak etmeyin perde arkasında ben olacağım " demiş oluyorlar.
İşte o saçma rektör belirleme sisteminin bir amacı da bu: Hazine'den aldığı parayla ve tahsis edilen yeni kadrolarla gelişen üniversiteleri kendi çiftlikleri haline getirmeye çalışan, koltuk sevdalısı rektörleri engellemek.
Yani eski rektörün kurguladığı oylama tezgâhına karşı, icabında tek oy alan adayı rektörlüğe atayarak, okulun çiftlikleşmesinin önünü kesmek.
Ancak olayın bu yönü, sistemi haklı çıkarmaz. Bilime değil, ideolojiye öncelik veren YÖK Kanunu'nun ve dolayısıyla rektör belirleme sisteminin kökten değişmesi şart.
(Emre Aköz 5 Ağustos)
Üniversitelerdeki rektör seçimleri, 'demokrasi' dairesinin ne kadar içinde, ne kadar dışında?
Demokrasinin temel ilkelerinden biri ' icraatın hesabının verilir' olmasıdır.
Mekanizma şöyle işler: Seçmenler oy verir. Meclis şekillenir. Meclis'ten çıkan Hükümet de ülkeyi yönetir. Normal şartlarda hükümet 4 yıl görev yapar.
Sonra tekrar seçime gidilir. Seçmenler daha önce iktidara getirdikleri partinin icraatından memnunsa, tekrar ona oy verir, değillerse başka partilere yönelir.
Dikkat ederseniz burada iktidar partisinin icraatı, seçmenlere yöneliktir. Hükümet, icraatını seçmenden topladığı parayı (yani vergileri) kullanarak yapar.
Peki rektörlerin durumu böyle mi? Yani ' rektör ve yönetici arkadaşları' ile ' iktidar partisi' arasında bir benzerlik var mı? Hayır, yok!
Rektör seçimlerine öğretim üyeleri katılıyor. Bu öğretim üyeleri, seçilmiş değil, rektörler tarafından atanmış kişiler.
Öte yandan, bir rektörün icraatı, sadece hocaları kapsamıyor.
Üniversite 'öğrencilere' ve (eğer hastanesi varsa) 'hastalara' hizmet sunuyor.
Yani " hizmeti alanlar " (öğrenciler ve hastalar) seçmiyor rektörü. Yine bizzat ' hizmet verenler' seçiyor. Demek ki demokrasinin en temel ilkelerinden biri olan ' icraatın hesabını verme' süreci burada çalışmıyor.
Bir rektör düşünün: Hocalara elinden gelen her türlü avantajı sağlıyor. Payeler dağıtıyor, sosyal tesisler kuruyor, vb. Velhasıl hocalarını hoş tutuyor.
Ancak bu rektörün döneminde "eğitim, öğretim ve diğer hizmet faaliyetleri" dökülmekte.Bu durumdan kim rahatsız olur? Elbette öncelikle öğrenciler ve hastalar.
İyi ama onların oy hakkı yok ki: Öğrenciler ve hastalar, " Bu rektörün döneminde iyi hizmet verilmedi, hadi başkasını seçelim " diyemiyor!
Ama ne oluyor? Bizimkisi 'hizmet alanlar' açısından çok kötü bir rektör olmasına rağmen 4 yılın sonunda tekrar seçiliyor!
Nasıl? Çünkü rektör, 'hizmet verdiklerini' değil, 'seçmenlerini' 4 yıl oyunca mutlu etti.
Özetle: Üniversitenin kullandığı parayı halk (vergiler), öğrenci (harç) ve hastalar veriyor. Ama rektör, onlara değil, kendisini seçecek hocalara karşı sorumlu!
Böyle bir mekanizmayı tartışırken, "demokrasi" kavramını kullanmak doğru mu?
İşin içinde bir 'seçimin' olması, oradaki mekanizmayı otomatikman 'demokratik' kılar mı? Bence kılmaz.
(Emre Aköz, 12 Ağustos)
- "Yazınız bir başka önemli gerçeği belirtmemiş: Rektörü sadece 'öğretim üyeleri' seçiyor. Yani: Yardımcı doçent, doçent ve profesörler. Buna karşılık okutman, öğretim görevlisi, araştırma görevlisi ve uzman arkadaşların oy hakkı yok." (İsmail İ.)
Ara notu 1: Okurumuz ayrıca " oy hakkı olan " kadrolar ile " oy hakkı olmayan " kadroların bazen yemekhanelerine kadar ayrıldığını da belirtiyor.
- "Rektör seçiminde, öğretim görevlisi, uzman, okutman, asistan, araştırma görevlisi, müdürler ve geriye kalan tüm personel; doktorlar,
hemşirelere vs. oy kullanamaz. Yani kısaca üniversitede çalışanların yüzde 10'u oy kullanır. Peki, oy nasıl kullanılır? Oy hakkı olanlar, el yazıları ile bir kâğıda adayın adını ve soyadını yazarlar. Böylece rektör seçilen kişi, o el yazılarından kim kimin adamı tespit edebilir. Gerisi malum." ( Ali A. )
Not notu 2: Dün Prof. Toktamış Ateş'e rastladım. " Gerçekten de elinizle adayın adını mı yazıyorsunuz " diye sordum. Öyleymiş.
- "İdari/mali işlerdeki iktisat mezunu memurların, mediko sosyaldeki doktorların, üniversitede hastane varsa o hastanedeki doktorların, teknisyenlerin, yapı işlerindeki mimarın, inşaat mühendisinin, üniversite genel sekreterinin ve tüm kademelerdeki memurların rektör seçiminde oy kullanma hakkı yoktur." ( Ali E. )
Okurumuz şöyle devam etmiş:
"Durum 'dağdaki çobanla benim oyum bir olabilir mi' diyen Aysun Kayacı'nın mantığına benziyor: Rektör seçimlerinde de ' öğretim üyesi ile idari personelin oyu bir olmaz' mantığı var."
(Emre Aköz, 13 Ağustos)
Re: Üniversitede deprem-Rektör atamalar
Cumhurbaşkanlığı yeminini bir daha okumakta yarar var diye düşünüyorum. Orada bu görevi icra edecek zatın yapması gerkenler yazılı aslında .
Emre Aköz de bayağı ciddi önemli bir yazarımızdır ha ... Akla zarar.
Re: Üniversitede deprem-Rektör atamalar
Bende ülkemizdeki rektörlük seçimlerinin yapılış biçiminden son derece rahatsızım. Ancak kimse Sezer ile Gül'ün yaptığı atamaları karşılaştırmasın. Sayın Sezer'in atama kriteri belliydi. Ki O kriterler anayasamızda yer almaktadır. Laikliğin etrafından Sezer'in kendi yorumu diye dolanmaya çalışanlar anayasa mahkemesinden dönen kararı destek için imza kampanyalarına katılan akademisyenlerin rektör atanmasının izahını yapmalıdırlar. Sayın Gül taktir hakkını kullanırken hangi kriteri baz almaktadır? Akademik katkıyı olmadığı açık. Önceki yönetim deneyimi desen değil. Nedir kriteri?
Yapılan atamalara kişisel yoruma gelince üniversite üniversite olsa kim gelse korkulacak bir şey olmaz. Ancak biliyoruz ki üniversitelerimiz üniversite değildir. En yaşlısı bile dünyadaki eşdeğerleriyle karşılaştırıldığında çocukluk çağında sayılır. Aynı üniversitenin aynı enstitüsünden eş zamanlı üretilen lisans üstü tezlerin arasında bir yüzyıllık fark olabilmektedir. Akademik kadroların atanmasında ideolojik farklılıklar güdülürken, aynı farklar etik problemlerin üstünün örtülmesine gelince yok olmaktadır. Çıkarlar söz konusu olduğunda kimse ideoloji falan hatırlamamaktadır.
Rektörlük seçimleri içinde benzer hesaplar söz kousudur. Örnek mi? Son seçimden bir üniversitemiz ister dedikodu olarak kabul edin, ister gerçek bilen bilir. En fazla oyu aldığı halde atanmayan liberal (Sözüm ona Atatürkçü) rektör adaylarımızdan biri Fethullahçı olarak tanımlanan grup tarafından desteklenmiştir. Ençok oyu almadığı halde Gül tarafından atanan aşırı muhazafakar olarak bilinen rektör ise en sol ve örgütlü grubun blok oyunu almıştır.
Açık söylemek gerekirse atamalar beni şaşırtmadığı gibi hiç üzmedi. Bir kaç kişisel hesabın görülmesinin dışında herhangi bir fark doğacağına inanmıyorum. Ilımlı İslam ülkesi adayının üniversitelerinin rotası çizileli çok oldu. Varsın bazı olayların yaşanması bir kaç yıl öne alınsın. Fark eder mi?
Re: Üniversitede deprem-Rektör atamalar
25.08.2008/HÜRRİYET
Cumhuriyet’te Ahmet Necdet Sezer kavgası 25 Ağustos 2008
Sefa KAPLAN
Dünyaca ünlü jeologlarımızdan Prof. Celál Şengör’ün, Cumhuriyet Bilim Teknoloji ekindeki köşesinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer arasında nitelik açısından bir fark olmadığını yazması kıyamet kopardı.
Derginin Yayın Yönetmeni Orhan Bursalı, aynı sayıda Prof. Celál Şengör’ü Cumhuriyet okurlarına şikáyet ederek, "Bu ayıptır! Yazarımızı bu ifadesinden dolayı kınıyorum!" dedi.
"(Ahmet Necdet) Sezer’in yükseköğretimdeki icraatının Abdullah Gül’ünkünden tek farkı, Sezer’in solcuları, Gül’ün ise dincileri tercih etmesiydi. Benim gözümde hiçbir bilimsel kıstasa dayanmayan her iki grup atamanın verdiği zarar aynıdır. Ben bunu çeşitli gazetelerde en açık dille Sezer zamanında da tenkid etmiştim."
Hem Türkiye’nin hem de dünyanın en ünlü jeologlarından birisi olan İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Celal Şengör’ün Cumhuriyet Bilim Teknoloji Dergisi’nde yayımlanan bu sözleri ortalığı karıştırdı. Prof. Şengör’ün tavrı son derece netti: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün rektör atamaları ile eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in rektör atamaları arasında nitelik açısından hiçbir fark yoktur. Sezer solcuları, Gül ise dincileri atıyordu. Oysa, ister solcu, ister dinci, her iki zihniyette üniversiteye ve bilime zarar veriyordu.
Cumhuriyet Bilim Teknoloji Dergisi’nin Yayın Yönetmeni Orhan Bursalı, bu sözleri dolayısıyla Prof. Celál Şengör’ü, üstelik aynı sayıda, Cumhuriyet okurlarına şikáyet etti. Bursalı, Prof Şengör’ü kınadığını belirterek şunları yazdı:
"Celál Şengör diyor ki bugünkü yazısında, Sezer ve Gül’ün yaptıkları birbirinden farklı değil! Bu ayıptır! Sezer en azından, laik, aydınlanmacı ve demokrat geleneğin temsilcisidir (Kendisini hiç ilgilendirmese de!) Gürüz ve Şengör’ün Sezer’e karşı tutumlarında daha ince başka nedenler vardır, bunlar bu köşenin konusu değil... Ama ikisini de, birini YÖK zamanındaki tutumundan, yazarımızı da bu ifadesinden dolayı kınıyorum! Kendimizi aşan bu tür yorumlarda bulunmaktan kaçınmalıyız!"
Kemal Gürüz tartışması
Aslında, Cumhuriyet Bilim Teknoloji Dergisi’ndeki tartışmanın kökeninde, Prof. Celál Şengör’ün, eski YÖK Başkanı Prof. Kemal Gürüz’le eski Milli Eğitim Bakanı Hasan-Áli Yücel’i kıyıslaması yatıyor. Prof. Şengör’ün, Prof. Gürüz için, "Hasan-Áli Yücel’den sonra ülkemizin yetiştirdiği en büyük araştırma ve yüksek öğretim yöneticisi" sıfatını kullanması tepki çekmişti. Bursalı da, kendisinin o yazıyı yayımlarken editörlüğünü eksik yaptığını söyleyerek, "Hasan-Áli Yücel yanında Kemal Gürüz’ü görse, belki sopayla kovalardı" diyecekti. Bursalı’ya göre, Prof. Şengör’ün yaptığı, arkadaşı Prof. Gürüz’ün sırtını gereksiz yere okşamaktı ve "YÖK, Gürüz için koca bir başarısızlıktı."
Prof. Şengör: Teziç’le Özcan’ın ne farkı var
Ben daha önce de Ahmet Necdet Sezer’in YÖK’e yaptığı atamaları eleştirdim ve hiçbir bilimsel kıstasa dayanmadığını söyledim. Eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in YÖK’e başkan olarak atadığı Prof. Erdoğan Teziç ile mevcut Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün başkan olarak atadığı Prof. Yusuf Ziya Özcan arasında bilimsel yeterlilik açısından ne fark var? Uluslararası standartlarda kaç makale yazmışlar ve bu makaleler kaç atıf almış? Teziç öyleydi de yine Ahmet Necdet Sezer tarafından atanan Prof. Burhan Şenatalar, Prof. Aysel Çelikel veya Prof. Alparslan Işıklı farklı mıydı? Bilimsel kıstas değil de politik kıstas temel alınınca, Sezer’in yaptığı ile Abdullah Gül’ün yaptığı atamalar arasında hiçbir fark yok. Ben bir bilim adamı sıfatıyla bunu söyleyince bana kızıyorlar.
Re: Üniversitede deprem - Rektör atamaları
Prof Şengör'e gerçekten saygı duyuyorum. Keşke Şengör'de sosyal bilimlere ve sosyal bilimcilere saygı duyabilseydi. Teziç, Özcan, Şenatalar, Çeliker Işıklı.. Bu isimlerin ortak noktasını Sezer ya da Gül tarafından atanmış olmak olarak tanımlarken ve bilimsel yeterliliklerini uluslar arası makaleleri ve atıflarıyla ölçmeye çalışırken akademik alanlarını bilmezden gelmesi gariptir.
Sayılan isimlerin hepsi sosyal bilimcidir Hukuk, sosyoloji, maliye kamu... Dolayısıyla Şengör'ün sözünü ettiği tarzda yayınlarının sınırlı olması normaldir. Anormal olan Sayın Şengör'ün bunu bilmezden gelmesidir. Sayılan isimlerin bilimsel yeterlilikleri tartışılabilir. Kaldı ki özellikle son YÖK başkanın ki kendi akademik alanının kıstaslarına göre tartışılmaktadır. Ancak yurtdışı yayın ve atıf sayısıyla bir sosyal bilimciyi eleştiren ya cahil ya da art niyetlidir.
Re: Üniversitede deprem - Rektör atamaları
BUGÜN size bir bilim adamını tanıtacağız; daha doğrusu, bir bilim adamını yine bir bilim adamından naklen anlatacağız.
Tanıtacağımız bilim adamı tıp doktoru Prof. Dr. Alper Demirbaş. Onu bize tanıtan da hukuk doktoru Prof. Dr. Çetin Yetkin...
* * *
PROF. Dr. Alper Demirbaş 40 yaşında profesör olmuş bir bilim adamı. Şu anda 44 yaşında.
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra aynı fakültede genel cerrahi uzmanı oldu.
ABD’de Miami Üniversitesi’nde organ nakli ihtisası yaptı. Bunu izleyen yıllarda İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’nde ve Japonya’da Kyoto Üniversitesi’nde organ nakli üzerine çalışmalarını sürdürdü. Hemen belirteyim ki, bu üç üniversite de organ nakli konusunda dünyanın en önemli merkezleri.
Türkiye’de çeşitli dernekler tarafından tam 12 kere “Yılın Tıp Adamı” seçildi.
* * *
2004-2008 yılları arasında da Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Merkezi müdürlüğü yaptı. Prof. Dr. Alper Demirbaş, Akdeniz Üniversitesi’nde de ilk karaciğer naklini gerçekleştirdi. Türkiye’de ilk defa böbrek-pankreas nakli programını başlattı.
Doku uyumsuz böbrek nakli programını ilk başlatan yine Prof. Dr. Demirbaş oldu. Kan grubu uyumsuz böbrek nakli programını ilk defa başlatan da bu genç profesör. Müdürlüğünü yaptığı Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Merkezi, geçtiğimiz yıl ABD de dahil olmak üzere tüm dünyada en çok başarılı böbrek nakli yapan merkez oldu.
* * *
AKDENİZ Üniversitesi’nde 2000 yılından bu yana 1800 böbrek-pankreas, karaciğer nakli ameliyatı yaptı.
Her yıl bir önceki yıldan daha çok organ nakli ameliyatı gerçekleştirdi.
Almanya, Hollanda, Kanada başta olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerinden hastalar Prof. Dr. Alper Demirbaş‘ın müdürlüğünü yaptığı Organ Nakli Merkezi’nde ameliyat olmak üzere Antalya’ya geldi.
Yurtdışında en son çalıştığı ABD’de kalsaydı yıllık alacağı ücret 200.000 (iki yüz bin) Amerikan doları olacaktı ama ülkesinde hizmet vermeyi yeğledi.
* * *
PROF. Dr. Alper Demirbaş, gerçekten özverili bir hekim. Öylesine ki tam üç defa, kanamalı hastalara uygun kan bulunamadığı için, kendi kanını bu hastalara vererek ameliyatlarını yaptı ve onları sağlıklarına kavuşturdu. Kendisine hem kan vermek ve hem de aynı hastanın aynı anda ameliyatını yapmak zor olmadı mı diye sorduğumda. “Tabii güç. Ama beni asıl işin psikolojik yönü sarstı, bir yandan ameliyatı yaparken, aynı anda insanın kendi kanının hastaya verildiğini görmek çok şok edici bir şey...” diyecekti.
O dünyada tanınan ve takdir edilen bir hekim, bir bilim adamı.
* * *
HERHALDE bu bilim adamını yeteri kadar tanıdınız değil mi?
Sonra ne oldu?
Şimdi onu anlatalım...
Biliyorsunuz, Üniversitelerarası Kurul Başkanı ve Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Akaydın, YÖK’ün gönderdiği listede de birinci aday olmasına rağmen, Cumhurbaşkanı Gül tarafından seçilmedi, yerine bir tarihçi, Prof. İsrafil Kurtcephe getirildi.
Yeni rektör, Prof. Dr. Alper Demirbaş‘ı makamına çağırdı. Organ Nakli Merkezi müdürlüğünden istifasını istedi; çok da nazikti, kâğıdı ve kalemini uzatarak istifasını yazmasını bekledi.
Peki, niçin?
Tarihçi rektör, Organ Nakli Merkezi’nde kendi ekibiyle çalışmak istiyordu, nasıl çalışacaksa!!!
* * *
ÖYLE mi?
Prof. Alper Demirbaş da istifa etti, ama Organ Nakli Merkezi’ndeki görevinden değil, üniversiteden...
Olan kime olacak?
Hastalara!
Ve Sayın Cumhurbaşkanı “Ben herkesin Cumhurbaşkanıyım!” diyor, takdirleri ortada...
Hasan Pulur
Re: Üniversitede deprem - Rektör atamaları
29 Ağustos 2008/HÜRRİYET
Rektörlük seçimi mahkemelik oldu
Nesrin COŞKUN/DHA
İzmir’deki Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü’ne, seçimde ikinci sırada yer alan Prof. Dr. Mehmet Füzün’ün atanmasını, ilk sırada yer alan Prof. Dr. Sedef Gidener, yargıya taşıdı.
Üniversitedeki seçimde yüzde 47 oya, YÖK’ün listesinde birinci sırada olmasına karşın, Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü’ne ikinci sıradaki Füzün’ün atanmasının, "muayenehanesi olup, kısmi statüde çalıştığı" için yasal olmadığını öne süren Gidener, yürütmeyi durdurma istemiyle nöbetçi İdare Mahkemesi’ne dava açtı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e, "Neden atanmadığını" da bir dilekçeyle soran Gidener, Gül’ün, "icraatlarında yanlışlık yapabileceği, hatasından da geri dönebileceğine" ilişkin demeciyle umutlandı. Füzün’ün rektörlüğünün tartışmasız olmak bir yana, yasal olmadığını savunan Gidener, şunları anlattı: "Çünkü yine YÖK Yasası diyor ki ’Kısmi statüde olanlar rektör olarak seçilemezler, atanamazlar.’ Ve daimi statüye geçmesi için de yapılması gereken prosedürler var. Füzün Bey bunlardan hiçbirini şu anda Dokuz Eylül Üniversitesi için yerine getirmiş değil. Bunu öğrenince geçen gün hem rektörlüğe dilekçe verdim, Füzün’ün kendisini uyardım, ’Sizin atanmanız yasal değil, atacağınız imzalardan kişisel sorumlu olursunuz, lütfen durumunuzu YÖK’e haberdar edin ve artık da herhangi bir icraatta bulunmayın’ diye. Mehmet Füzün Bey icraatlarına devam ediyor. Bu yüzden ben de mahkemeye başvurdum. Nöbetçi İdare Mahkemesi’ne dava açtım. Sonucunu bekliyorum."
Re: Üniversitede deprem - Rektör atamaları
Rektör atamalarına ilişkin yasal düzenlemelerde bir sakatlık olduğu açık.
SEZER ve GÜL kıyaslaması yapmayacağım. Zira ikisini yaptıklarına bakınca yok aslında birbirlerinden farkı. SEZER bazı kriterleri dikkate alıyormuş. Hiç sanmıyorum. Zira önüne gelen listedekiler, uzaydan gelmedi, hepsi bu toprakların insanı. Bu ülkenin eğitim sisteminden geçerek belli yerlere gelmiş insanlar. Bunlar arasında laik antilaik ayrımı yapmak ayrı bir ayıp bana göre.
Gazi Üniversitesinde 1.olan aday YÖK tarafından elenmişti. 2. 3. ve 4. sıradaki adayların isimleri Cumhurbaşkanına gönderildi. O da 2.sıradakini (kendine gelen listede en çok oy alanı) atadı. Ancak 2. 3. ve 4.adaylar yakın görüşte insanlar. Eğer bunlardan 2'si diğeri lehine çekilmiş olsaydı, 2. olan 1. olurdu.
Çözüm; rektörlerin hakkında atama işlemi kalmayacak şekilde ya da yapılan atamanın göstermelik kalacağı düzeyde düzenleme yapılmasıdır. Seçimler yapılır. Üniversitelerin özerk olması için yapılması gerekenlerden sadece birisidir bu.
İki turlu seçim; İlk turda en çok oy alan 2 kişi tekrar seçime girecek ve en çok oy alan rektör olacak.
Re: Üniversitede deprem - Rektör atamaları
02.09.2008/MİLLİYET
Can Dündar
can.dundar@e-kolay.net
Rektörü kim seçecek?
Rektörler halen “ne kuş, ne deve” bir sistemle göreve geliyorlar.
Yöntem, hem seçime benziyor, hem atamaya...
Ama aslında ne tam seçim, ne de atama...
Üniversitede bir seçim yapılıyor gerçi ama YÖK, o seçimden çıkan iradeyi kendi kafasına göre değiştirebiliyor. En çok oy alan adayı silip daha az oy almış birini Köşk’e sunmayabiliyor mesela...
Cumhurbaşkanı da hem üniversitenin iradesine, hem YÖK’ün listesine tamamen aykırı bir atama yapabiliyor.
Ne rektörler memnun, ne oy veren akademisyenler, ne YÖK ve ne de son sözü söyleyen Cumhurbaşkanı...
Son olarak Gül, NTV’ye “Rektör seçimini cumhurbaşkanı yapmamalı. Yeni bir sistem getirilmeli” dedi. Siyasi yarışa dönen seçimlerin üniversitede derin yaralar açtığını söyleyerek de yeni bir tartışmayı başlattı.
Peki seçim sakıncalıysa, cumhurbaşkanı da atamayacaksa rektör kim tarafından, nasıl seçilecek?
* * *
Önce bugüne kadar nasıl seçilmişler, ona bakalım:
İlk düzenleme 1933 tarihli... Tek partili rejimde rektörü eğitim bakanı seçiyor, cumhurbaşkanı onaylıyordu.
1946’da “demokrasi gelince”, sistem “atamadan seçime” döndü. Üniversitedeki profesörlerin kendi aralarından birini 2 yıllığına rektör seçmesi yöntemi benimsendi.
1973’te rektörün seçmen tabanı biraz daha genişletildi. “Bütün öğretim üyelerinin oylarıyla, salt çoğunlukla, 3 yıl için” seçilmeye başlandı.
Tabii “akademisyene oy hakkı” verilince bir sürü “sakıncalı isim” rektör oldu.
12 Eylül’de asker hemen buna bir çare buldu:
“Rektörün 15 yıl hizmet vermiş, tercihen devlet hizmetinde bulunmuş kişiler arasından devlet başkanınca 5 yıllığına atanması”na karar verildi. “Akademisyen olmasa da olur”du yani...
Bunun yürümediği de çabuk görüldü. 1992’de sistem yeniden tadil edildi ve düzeltileceğine, iyice karmaşık bir hale getirildi:
“Öğretim üyeleri profesörler arasından seçimle 6 aday belirlesin. Seçilen adayları YÖK 3’e indirsin, 3 içinden en uygununu cumhurbaşkanı 4 yıllığına atasın” denildi.
İyi de Köşk, “en uygunu”nu nasıl bilecekti?
Seçim sonuçlarına mı bakacaktı, istihbarat raporlarına mı?
Üniversiteler karıştı, YÖK arada kaldı. Köşk eleştirildi, sistem hepten kitlendi.
* * *
Şimdi yeni bir sistem aranıyor.
Demokraside yaşayageldiğimiz çıkmazın aynısı üniversitede de yaşanıyor:
İsteniliyor ki, hem akademisyenlerin iradesi yönetime yansısın, hem de devletin hassasiyetleri dikkate alınsın. Seçim yapılsın, ama “okul” da büsbütün kontrolden çıkmasın.
Oysa sandık tecrübesinden biliyoruz ki bu ikisi her zaman bir arada olamayabiliyor.
Seçmen ile devletin iradeleri çatışabiliyor.
Ve günümüzde sayıları 127’ye ulaşan üniversitelerde 100 bine yakın öğretim üyesini, 12 Eylül’den kalma bir kıskaca hapsetmek mümkün görünmüyor.
O halde ne yapılacak?
Gül’ün önerdiği şekilde Köşk bu işten çekilirse nasıl bir sistem kurulacak?
Bu konudaki tartışmaları da bir sonraki yazıda özetleyeceğim.
Re: Üniversitede deprem - Rektör atamaları
Cem Vakfı Ankara Başkanı Binici: Gül'ün atadığı 21 rektörün 8'i Alevî
Çeşitli çevrelerden farklı değerlendirmelerin yapıldığı rektör atamalarını Cem Vakfı, memnuniyetle karşıladı.
Ankara Şubesi Başkanı İlhami Binici, Cumhurbaşkanı'nın atadığı 21 rektörün 8'inin Alevî kökenli olduğunu ileri sürdü "Devlette Alevî müsteşar, genel müdür yoktu. Sayın Cumhurbaşkanı'nın bu atamaları gelecek için umut verici. Güzel bir başlangıç oldu." diyen Binici, AK Parti hükümetine de diyalog çağrısı yaptı. Zaman'a açıklamalarda bulunan Binici'ye göre, Türkiye'de bir Alevî sorunu yaşanıyor ve toplumsal barış için bir an çözüm sağlanmalı. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, Cem Vakfı Başkanı İzzettin Doğan'ı arayarak diyalog sürecini başlatabileceğini düşünen Binici, Sünnî din adamlarının da devreye girmesini istedi.
Cem Vakfı Ankara Şube Başkanı İlhami Binici, "Bu sorunu Aleviler ve Sünniler birlikte çözecek. Dışardan birileri gelir çözerse, bu onurumuzla oynamak olur." görüşünü dile getirdi. Binici, çözüm bekleyen acil konuları ise şöyle sıraladı: "Cemevlerinin yasal statüye kavuşturulması, dedelerin eğitimden geçirilmesi, Diyanet'te Alevilerin temsil edilmesi ve din derslerinde Aleviliğin yer alması."
Bir dönem SHP'den Tunceli milletvekilliği de yapan İlhami Binici, Alevilerin hiçbir partinin arka bahçesi olamayacağını vurguluyor. Alevilerin AK Parti'ye de oy verdiğini söyleyen Binici, siyasi duruşları konusunda şunları söyledi: "Ben kendim için 'solcuyum' demiyorum. 'Aleviler solcudur' anlayışı da doğru değil. Kim hizmet ederse ona destek veririz. Biz laik, cumhuriyetçi, demokrat insanlarız. Aleviliği İslam dışında görenlere, ateistlere kapımız kapalı. Bir kişi hem ateistim, hem Alevi'yim diyemez." İlhami Binici, cemevlerinin yasal statüye kavuşmasına verdikleri öneme değinirken, cemevleri adı altında kurulan bazı yapılara dikkat çekiyor. "Sahte cemevleri türedi. Bunların bizlerle hiçbir ilgisi yok. Tamamen siyasi rant amacıyla kuruluyor." diyen Binici, DHKP-C terör örgütünün elebaşısı Dursun Karataş'ın cenazesiyle ortaya çıkan cemevi görüntüsünü tasvip etmediklerini ifade etti. Binici, şu mesajı verdi: "Cemevleri illegal örgütlerin gösteri ve propaganda merkezi olamaz. Bunu kabul etmiyoruz."
Ömer Şahin
04 Eylül 2008, Perşembe - ZAMAN
Re: Üniversitede deprem - Rektör atamaları
2006 da yayınlanmış bir yazı. Fakat içerik olarak halen geçerli ve değişimin ayak izlerini ve üniversitelerin bugün içinde bulundukları durumu çok iyi tahlil ettiğini görebiliyoruz.. Okuyalım..
Suç ve Ceza
Cem Terzi
Bildiğiniz gibi üniversiteler aklın ve bilimsel değerlerin geçerli olduğu öğretim kurumlarıdır. Ama ne yazık ki bugün üniversitemizde, üniversitelerimizde üniversiter değerlerle bağdaşmayan bir süreç işlemektedir ve bu süreç Dokuz Eylül Üniversitesi’nde “amirini küçük düşürmek” suçundan Prof. Dr. İzge Günal’ın üniversitedeki görevine son verilerek cezalandırılmasına kadar dayanmıştır.
Biliminsanlarını düşüncelerini ifade ettikleri ya da eylemleri için cezalandırma çabaları hep süregelmiştir.
Bertrand Russell, Cambridge’de öğretim görevlisiyken, savaşa karşı çıkması ve barışçı görüşleri savunması yüzünden 1961’de görevinden ayrılmak zorunda kalmıştı. Üstelik, resmî makamlar kütüphanesine de el koymuştu. Ama Russell hayatı boyunca, inanç ve ifade özgürlüğünü savundu ve savaşa karşı çıktı. ABD’nin Vietnam’da işlediği suçları mahkum etmek için uluslararası bir mahkemenin kurulmasına öncülük etti. Bu mahkeme onun adını taşıdı. Doksan küsur yaşında, sokaklarda yapılan savaş karşıtı gösterilere ve oturma eylemlerine katıldı.
BİR BAŞKA ATMA DENEMESİ VE ÖRNEK EVRENSEL TAVIR
Prof. Edward Said, 2000 yılında Lübnan sınırındaki bir İsrail karakoluna taş atınca, Columbia Üniversitesi'ndeki öğretim üyeliğine son verilmesini isteyenler olmuştu. Bunun üzerine Rektör Jonathan R. Cole, akademik özgürlük çerçevesinde Said'i savunan bir yazı kaleme almıştı. Bu yazıdan bazı kesitlerle rektörün bu zor duruma nasıl yaklaştığını anımsayalım:
“... Akademik özgürlükten kasıt, bütün öğretim görevlilerinin, sınıflarında konularını tartışırken özgür olmalarıdır; bu özgürlük, araştırma ve bu araştırmaların sonuçlarını yayımlama özgürlüğünü de içerir. ... Öğretim görevlileri fikirlerini ifade etmelerinden veya özel ya da kamusal alanda kurdukları ilişkilerden dolayı üniversite tarafından cezalandırılmaz ... Kısacası, üniversite, bir görevlisinin fikirlerini açıklamasına veya davranışlarına karşı, bunlar yargının alanına girse bile müdahale etmeyebilir. Karşılığı, hal ve şartlar belirler. ... Bir üniversite için, bireyin siyaseten baskın bir ideolojinin titreten-felç edici etkisinden korkmaksızın, görüşünü ifade etmekte kendisini özgür hissetmesinin güvence altında olmasından daha temel bir ikinci şey yoktur. ... Fikirler, sınıf içinde veya dışında kamusal ifade buldukça anlam taşır; bazı fikirler bize çirkin gelebilir, 'doğruluk' mefhumumuza aykırı düşebilir, yargılarımıza veya kabullerimize meydan okuyabilir, ama ne olursa olsun akademik düzenimizin temel yapısını tehdit etmedikçe güvence altında olmaları gerekir. ... Bu nedenle, Said'in etrafında süregiden son tartışma da bizi rahatsız etmemelidir; yeter ki tartışma özgür fikir alışverişine zincir vurma veya Profesör Said'e yaptırım uygulama çanlarını içerir hale gelmesin. Hepimizi ve akademik özgürlüğü tehdit eden işte tam da Said'in ifade özgürlüğünü ya da eleştirilerini sınırlama düşüncesinin kendisidir. Öğretim üyelerimizin görüşlerine yönelik bu tür kısıtlamalarn, bu üniversitenin saygın bir özelliği açısından uzun süreli olumsuz etkileri olabilir: Bu özellik, çoğunluğun kabul edilemez görebileceği fikirlere karşı hoşgörü göstermektir....”
Bu örnek, akademik özgürlüğün korunması için harekete geçen ve Edward Said’in üniversitede kalmasını sağlayan bir rektörün ibretlik sözleri...
ÜNİVERSİTEDE OTORİTARYEN ZİHNİYET
Biz de ise üniversiter yaşamdaki otoriter, merkeziyetci, keyfî ve bazen baskıcı yönetim, 12 Eylül rejiminin YÖK yasasının armağanıdır. 1402 sayılı yasa ile binlerce öğretim görevlisini görevden uzaklaştırma faciası belleklerimizde yerini almıştır. Yükseköğretim Yasası yayımlandığı 1981 yılından bu yana defalarca değiştirilmesine karşın anti-demokratik ve baskıcı özellikleri korunmuştur. Üniversitelerde tüm yetki tek bir kişiye; rektöre bırakılmıştır. Disiplin yönetmeliği, yapılan değişikliklerle öğretim üyelerine yasal şiddet uygulanmanın bir aracı haline getirilmiştir. Yükseköğretim dünyası, bilimsel örtülü otoriter zihniyetin egemenliği altındadır. Üniversiteler mutlak yönetim gücüyle donanmış tek bir kişinin adeta şahsi iktidarı ile yönetilmektedirler. Mutlak iktidar peşinde koşanlar bunu asla elde edemezler. Mutlak iktidar, doğası gereği imkansızdır. Üniversitede aşırı merkeziyetçi ve hiyerarşik yapılanma yaratıcılık ve özgürlükle bağdaşmaz. Üniversite ötekine tahammüllün garanti altına alındığı yerdir aslında.
ÖNCE İŞÇİLER ATILDI SONRA PROF.DR. İZGE GÜNAL
Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü’nün paravan şirketi -taşeron şirketi-, Güzel İzmir, DİSK üyesi Genel-İş sendikasında örgütlenen işçilerden 213’ünü geçtiğimiz Ağustos işten çıkardı. Temizlik ve taşıma gibi aslında süreklilik arz eden, geçici olmayan ve sağlık hizmetinin bir parçası olan bir işte çalışan bu işçiler, iş güvencesi sağlamak adına sendikalaşmışlardı.
Asgari ücretle geçinmeye çalışan bu insanların çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve iş güvencesi sağlanması için sendikalaşması kadar doğal ve haklı bir çaba olamaz.
Topluma öncülük etmekle görevli olan, toplumsal barışın sağlanmasına ve toplumun gelişmesine katkı sunmak için kurulmuş olan üniversite, işçisinden örgütlenme hakkını esirgememeliydi ve onunla mahkemelik olmamalıydı ama oldu...
Prof. Dr. İzge Günal’ın atılan işçilerin geri alınmasını talep eden 4000’e yakın destek imzasını rektöre iletmek isterken seçtiği yol, “amirini küçük düşürmek” suçlaması ile üniversiteden atılmasına yol açmıştır.
Ceza, isnat edilen suç ile orantısızlaştıkça, bir güç gösterisine dönüşür ve adalet duygusunu rencide eder.
Prof. Dr. İzge Günal alanında çok sayıda bilimsel yayına sahip olan bir öğretim üyesidir. Günal’ın ortopedi alanında yurtdışında üniversitelerde eğitim kitabı olarak kullanılan bir kitabı vardır. Birçok yerli ve yabancı bilimsel derginin hakem kurullarında görev almıştır. Çalışmaları yurt içinde ve yurtdışında birçok ödüle lâyık görülmüştür. Mesleğini maddi kazanca tahvil etmek yerine üniversitenin kamusal nitelikte bir bilim ve eğitim kurumu olarak kalması için yüreğinden geleni inatla savunmuştur. Ayrıca ülkemiz akademik dünyasında maalesef var olan bilimsel etik kaygısızlığına direnmiş, bilim etiğini savunmayı kendisine iş edinmiştir.
ÜNİVERSİTELERDE NELER OLUYOR?
Prof. Dr.İzge Günal bu özellikleri ile emekten ve emekçiden yana bir tavır alırken son yıllarda üniversitelerimizde neler olmaktadır? Devlet tarafından finanse edilen yüksek öğretim kurumları, Özal döneminden itibaren adım adım piyasa güçleri ile yüz yüze gelmeye ve serbest girişimin rekabetçi ruhunu benimsemeye zorlanmışlardır. Kamu kurumlarına “işletme kültürü”nün yerleşmesini sağlamak amacıyla bu kurumların bütçelerinden kesintiler yapılmıştır. Üniversiteler kendi yaratacakları döner sermaye gelirlerine bağımlı hale getirilmiştir. Bu kurumlara yapılan merkezî desteğin korkak bir bağımlılık kültürü yarattığı insanların bilinçlerine yerleştirilmiştir. Bir kısım akademik camia bu değişime direnmek yerine işletme kültürünü kucaklamış ve gönüllü bekçisi olmuştur. Özal’ın tohumlarını ektiği serbest piyasa politikalarına zayıf da olsa direnen toplumsal muhalefet 2001 ekonomik krizinin etkisiyle iyice kırılmış ve toplumun zihin dünyasına “piyasa metaforu” yerleştirilmiştir. YÖK’ün de üniversiteler için hazırladığı ve uyguladığı proje, bu metafora uyum projesidir. Bu proje üniversiteleri ‘teori’ye ev sahipliği yapmaktan piyasaya teslim etme sürecidir: Adı, girişimci üniversitedir, para kazanan üniversitedir, kendi başının çaresine bakan üniversitedir, piyasa yönlendirmeli üniversitedir, talep merkezli üniversitedir, piyasa dostu üniversite’dir... Kamu yararı kaygısı olmayan bir serbest girişimciliğin ve parası olanın yüceltilmesi projesidir.
İkinci öğretim programları, yaz okulları, sertifika programları, tezsiz yüksek lisans uygulamaları, projecilik - döner sermaye uygulamaları, kampüslerin ticarileştirilmesi, öğrenci harçlarının öğrenci başına cari hizmet ödeneğinin yarısı seviyesine çekilmesi gibi uygulamalar, YÖK’ün üniversiteleri ticarileştirme çabalarıdır.
Öte yandan, kurulduğundan bu yana süregelen siyasi ve örgütsel olarak merkeziyetçi otoriteryenliğin sürdürülmesinden asla vazgeçilmemektedir.
AKADEMİK ÖZGÜRLÜK
Oysa, akademik özgürlük, herhangi bir kimse tarafından cezalandırılma korkusu olmaksızın inandığını öğretme, akademik veya akademik olmayan konularda çoğunluğun paylaşmadığı görüşleri savunma ve kendi anladığı şekliyle bilgi ve fikirlere göre hareket etme hakkıdır.Düşünceleri yolunda eyleme geçenler genellikle yalnız kalırlar, ama bazen yalnızlık, mevcut duruma hoşgörü göstermekten ya da haksızlığa uyumculuktan çok daha iyidir.
http://www.birikimdergisi.com/biriki...uç%20ve%20Ceza
...............................
...................................
Nitekim sonrasında YÖK tarafından öğretim üyeliğinden atılma kararı reddedildi..
" Prof. İzgi Günal`a YÖK sahip çıktı
Prof. Dr. İzge Günal hakkında, Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Rektörlüğü tarafından verilen ``öğretim üyeliği görevinden alınma`` kararı, YÖK tarafından reddedildi."
http://www.tumgazeteler.com/?a=1864040