Yargıtay Başkanlar Kurulu diyor ki:
Kuruluşunun 85. yılında Cumhuriyetin temel niteliklerinin tartışmalara ve yeni tanımlamalara konu edilmesinden ve Yargı erkine yönelik sistemli saldırıların ivme kazanmasından duyduğu kaygıyla Yargıtay Başkanlar Kurulu;
Aşağıdaki görüş ve önerilerini, adına yargı yetkisi kullanmaktan onur duyduğu Yüce Milletiyle paylaşmak gereğini duymaktadır.
Tartışılmaz bir gerçektir ki;
“Demokratik, lâik ve sosyal hukuk devleti” idealinin, yüceltmeyeceği kişi ve kurum yoktur.
Cumhuriyetin temel niteliklerini benimseme, sahiplenme ve koruyup yüceltme işlevinde, Devletin temel organları olarak Yasama, Yürütme ve Yargı, Anayasa gereği, uygar bir işbölümü ve işbirliğiyle yetki ve sorumluluk üstlenmiş, erkler arasında üstünlük sıralaması olmadığı, üstünlüğün sadece Anayasa’da bulunduğu ilkesi getirilmiş, yargının bağımsızlığına özellikle vurgu yapılmıştır.
Ne var ki;
Bir yıla yakın süreçte ve özellikle son zamanlarda, giderek artan bir biçimde, Yargı erkine yönelik ve hukuk devleti olma ilkesiyle bağdaşmayan sistemli saldırılar, anılan temel ilkeleri zedeler olmuştur.
Süreklilik gösteren bu davranışlar, toplumun, çözüm bekleyen sorunlarının ve gerçek gündeminin ötelenmesine, gelişimine harcanması gereken zamanın gereksiz biçimde yitirilmesine neden olur hale dönüşmüştür.
Bu cümleden olarak;
Gelişen dünyaya uyumda yetersiz kalan Anayasanın kimi hükümlerinin yenilenmesi konusunda oluşan genel kabulden yararlanılmak suretiyle bir siyasi görüşün istek ve direktifi doğrultusunda bütünü değiştiren bir taslak hazırlattırılarak, “en doğru ve en çağdaş Anayasa” tanımlamasıyla kamuoyuna sunulmuş, Anayasaların en geniş toplumsal mutabakatla, tartışma, uzlaşma ve sahiplenmelerle hazırlanması gerekeceği gözardı edilmiş, böylece ilk ciddi gerilim, beklenmedik bir zamanda ve hiç de gerekli olmayan yöntemle gündeme yerleştirilmiştir.
Taslağın, içeriği itibariyle “lâik cumhuriyet, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı” temel kavramlarıyla önemli ölçüde çelişmesi, haklı tepkilere zemin hazırlamış, o evrede Yargıtay Başkanlar Kurulu, 28.09.2007 günlü bildirisiyle;
“1- Yürürlükteki Anayasanın özünü ve lâik Cumhuriyetin dayanağını oluşturan ve metne dahil olduğu 176. maddede ifade edilen “Başlangıç” bölümünün sözünde ve özünde kısaltma yapılarak etkisiz hale getirilmesinin kabul edilemeyeceği,
2- Anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez hükümleri korunur gibi görünse bile başka maddelerde yapılacak değişikliklerle Cumhuriyetin temel ilkelerinin zaafa uğratılmasının benimsenemeyeceği,
3- Cumhuriyetin vazgeçilmez temel dayanağını oluşturan ve Yüksek Mahkeme kararları ile çerçevesi isabetle çizilmiş olan lâiklik ilkesinin doğrudan veya dolaylı yeni düzenlemelerle zayıflatılmasının kesinlikle kabul edilemez olduğu,
4- Tarafsızlığı tartışma konusu olamayacak, bağımsızlığı ise bir türlü sağlanmak istenmeyen Yargı erki’ni, Yasama ve Yürütmenin denetim ve hakimiyetine daha ziyade çekme niyetini açığa çıkartan önerilerin asla uygun bulunamayacağı,
Açıklanan vazgeçilmez ilkeler doğrultusunda ve bu sorumluluk duygusu ile gelişmelerin takipçisi olunacağı”
Yönündeki karşı duruşunu Ulusuna duyurmak zaruretini hissetmişti.
Toplumun yoğun ve isabetli refleksi, anılan taslağın yasalaştırılması girişiminde duraksama yaratmış; ancak, Anayasanın 10. ve 42. maddeleriyle ilgili değişiklik, engellenemeyen bir hızla yasalaştırılmıştır.
Tüm gelişmeleri izleyip değerlendiren Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Anayasanın ve yasaların kendisine yüklediği sorumluluğun gereği ve tezahürü olarak, yasal yöntemle topladığı kanıtlara dayanmak suretiyle bir siyasi parti hakkında iddianame düzenleyerek Anayasa Mahkemesi nezdinde yargılama ve müeyyide talebinde bulunmuş, ne var ki talebin muhatapları ve onların yandaşları, iddianamenin kurumsal olduğu gerçeğini gözardı ederek, akla, mantığa ve hukuka aykırı tavır, söylem ve yazılarla ve hatta çoğu suç teşkil eden davranışlarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nı, toplumun tepki ve husumetine muhatap kılmaya yönelmişlerdir.
Bu türden davranışların, kişisel tatmin duyguları ötesinde, yargılanan siyasi kuruluşa hukuken hiçbir yarar sağlamayacağı, yargılamanın sonucunu da etkileyemeyeceği gözetilmemiş, zaman zaman şiddetini kaybetse de bütünüyle sona erdirilmediği, belki de bilinçli tarzda sona erdirilmek istenmediği gözlenir olmuştur.
Süreçte;
Çelişki ve yanlışlıklar sürdürülmüş, açılan davayı Anayasal ve yasal sorumluluk ve yetkinliğiyle hukuka uygun olarak değerlendirilip sonuçlandıracağında hiçbir kuşku bulunmayan Anayasa Mahkemesi’nin, her tür etkiden uzak biçimde yargı yetkisiyle baş başa bırakılması ve sonucun saygıyla karşılanacağı kanısının yaratılması yerine, Anayasa’nın 138. maddesi hükmünü gözardı eder bir sorumsuzlukla, yargıyı etkilemeye yönelik tavır, davranış ve görüş açıklamaları artan bir hızla sergilenmiştir.
Yargı huzurunda, kendini ve siyasi teşekkülünü hukuka uygunluk içinde savunmak, ithamların asılsızlığı inancına sahip olunuyorsa kendi karşı kanıtları ve gerekçeleriyle iddiaları çürütmek yerine, “dilediği her şeyi yapabilme yetkisini halktan aldığı” gibi şaşırtıcı bir inançla, Yargıyı ve mensuplarını halka şikayet ederek, hedef göstererek, hatta yabancı kişi ve kuruluşların yardım ve katkılarını sağlayarak, Türk yargısını etkileme niyet ve gayretine girmek suretiyle, açılan kapatma davasında lehe sonuç alma heves ve yöntemleri sıklıkla denenir olmuştur.
Son olarak;
Avrupa Birliği genişlemeden sorumlu Komiseri’ne “Yargı Reformu Strateji Taslağı” adıyla bir belge tevdi olunmuş, bu konuda Yargıtay’ca yapılan düzeyli ve hukuki uyarıya hiç de icaplı olmayan biçimde karşılık verilmiş, zamanlaması, biçimi ve içeriği itibariyle kabulü mümkün olmayan böylesi bir taslakla, yürütme erkinin nasıl bir yargı erki yaratmak istediği gün ışığına çıkarılmıştır.
Yargı erkinin geleceğini şekillendirecek böylesine ciddi bir taahhüdün, yargıda reformu geçmişten bu yana ısrarla savunan, tüm toplumca benimsenir nitelik ve nicelikte öneriler saptayan ve bu önerileri de Avrupa Birliği temsilcilerine kabul ettirerek geçmiş tavsiye kararlarına yansıttıran Yargıtay’a sunulmadan, görüş, düşünce ve deneyimlerinden yararlanmadan diğer Yüksek Mahkemelerin ve yargı erkinin sair üst organ ve kuruluşlarının ve mensuplarının görüş ve önerilerinden de yararlanma gereksinimi duymadan Avrupa Birliği yetkilisine verilmesinin Devlet sorumluluğuyla bağdaşmayacağı, hiçbir gerekçeye de sığınılarak açıklanamayacağı ortadadır.
Kaldı ki, yayımlanmış içeriği itibarıyla reform gibi gösterilen ve gerçekleştirileceği Devletçe taahhüt edilen birçok önerinin, yargı bağımsızlığı adına asla kabul görmeyeceği, yoğunluğunun Avrupa Birliği’nin önceki istişare ve ilerleme raporlarıyla ve keza kabul görmüş uluslararası yargı bağımsızlığı kavramlarıyla büyük ölçüde çeliştiği gözlemlenmiştir.
Bu bağlamda;
Avrupa Birliği ilerleme raporlarında, Yargıtay’ın da görüşlerine uygun olarak yer alan;
1) Türk yargı erkinin bağımsızlığını zedeler düzeyde, yürütme erki kaynaklı müdahalelerin giderilmesi gereğine ilişkin tavsiyelerin dışlandığı, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun oluşumunda Bakan ve Müsteşarın yer alışının, “milli hakimiyet ilkesine yönelik önemli bir adım” olduğu gerekçesiyle savunulup korunduğu, bununla da kalınmayarak, geçmişte sakıncaları görülerek uygulanmasından vazgeçildiği gözetilmeden, “yargının yasama organına karşı sorumluluğunu temin” adı altında Yasamanın Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na üye seçmesinin gerekliliği ve bu doğrultuda düzenlemeler yapılacağının ifade edildiği, böylece Yasama erkindeki etkinliğini kullanarak, yargıç ve Cumhuriyet savcıları üzerinde Yürütme Erkinin baskı ve denetiminin geliştirilmek istendiği,
2) Yargı mensuplarının yürütme erki güdümünde bir sivil örgütlenme oluşturabilmelerinin öngörüldüğü, bağımsız ve özgür bir kuruluşa izin verilemeyeceği görüşünün öne çıkarıldığı,
3) Tüm olumsuz koşullara karşın, yargı işlev ve yetkisini özveriyle yürüten yargıç ve Cumhuriyet savcılarının, her türden engele rağmen ulaştıkları başarı düzeyini takdirle değerlendirmek, özlenen yargı hizmetinin sunulamamasının nedenlerini isabetle saptamak ve diğer erklerin sorumluluğu kapsamındaki eksikleri gidermek yerine, karşılaşılan olumsuzlukların yegane sorumlusu yargı mensuplarıymış gibi bir önyargıyla etik değerlere atıfta bulunulduğu, “yargıya güvenin tartışılması” başlığı altında “…asıl sorumluluk öncelikle yargının kendisine düşmektedir”… “bu çerçevede hakimlik makamına, bütün kişi ve kuruluşların yanı sıra ve bunlardan da önce olmak üzere bu makamı temsil eden kişilerin saygı göstermesi ve bu makamda bulunmanın onurunu hissedip bu onura uygun tavır ve davranışlar içerisinde bulunmaları vazgeçilmez bir sorumluluktur.” sözleri seçilerek, hiç de yerinde olmayan ifadelerle, ulusal yargının ve mensuplarının yabancılara şikayet edilebildiği esefle gözlemlenmiştir.
Bu düşünce, niyet ve tasarrufların, yargı erki adına ve Adli Yargının en üst kurumu olan Yargıtay tarafından asla kabul edilemeyeceği, “bağımsız yargı hedefiyle” bağdaştırılamayacağı, dahil olmayı amaçladığımız Avrupa Birliği müktesebatıyla da uyum sağlamayacağı açıktır.
Sorgulamak gerekmektedir ki;
Tüm bu gelişmeler, ısrarlı bir biçimde ve sistemli olarak yargı erkinin bağımsızlığının hazmedilemediğini, tarafsızlığı sağlama adı ve aldatmasıyla yürütmeye yandaş, onu koruyup kollayan ve onun tarafından denetlenen bir yargının oluşturulmasının amaçlandığını belgelemeye yetmektedir.
Hedeflenen budur !
Ancak asla unutulmamalıdır ki;
İnsanlık tarihi, böylesi güdümlü bir yargı ile varlığını sürdürebilen, bireyini güvenli ve mutlu edebilen ve uygarlık yarışında başarılı olabilen hiçbir millet ve devlete tanıklık etmemiştir.
Yüce Türk Ulusu ise bağımsızlığı ve etkinliği eksiksiz bir Yargı Erkine her zaman layık olmuştur.
Yüce Ulus adına yargı yetkisini, bu görüş ve sorumlulukla; kullanmayı sürdüreceğimizi, yargı bağımsızlığının takipçisi olacağımızı saygıyla duyururuz.
Re: Yargıtay Başkanlar Kurulu diyor ki:
Bu açıklamanın arkasından Hükümetin Bakanlarından gelen "dam üstünde saksağan", "yargının millet adına konuşma yetkisi yoktur?!!!" mealinde demokratik?!!! lafları izledim. Din diye diye ülkenin getirildiği hal canımı acıttı. Mısırcıklar, damatcıklar, gemicikler, medyacıklar ve çarpıtılmış Din adına fethedilen ?!!! daha nice ahlaksızlık, toplumun içinde bulunduğu durum, eğitimsizlik, yoksulluk artık yaşlanmış gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçti.
Sonra beynim uğuldadı, birden 1949 yılında buldum kendimi.. Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu yazıyordu hemen yanımda. Yazdıklarına bir göz attım.
"Ahlak telakkileri de değişti. Herşeyde müsamaha ve yumuşaklık, ahlaklılık zannedildi. Bunun neticesinde, her işte bir laubalilik kendini gösterdi. Vaktile Balkanları istila eden ordunun ferdleri bağ kenarlarından geçerken bir salkım üzüm yerlerse, mal sahibini bulamadıkları takdirde, parasını üzüm kütüğüne bırakırmış. Bugün şehir kenarında adam soyan jandarmalara rastlanıyor.
Ne tezad !
Demokrasiyi başıbozukluk, laubalilik ve müsamahacılık zannedenler pek çok. Evet, müsamaha elbette lazım; fakat memleket işlerinde, kanunların tatbikatında ve mesuliyetleri örtbas etmede değil !
Demokrasi fikirlere karşı müsamaha ister. Biz bunun tersini anlıyoruz. En münevverlerimiz bile, fırsat bulunca fikrin ve vicdanın sesini susturup, gayrimesul şahısların kanunsuz hareketlerini müsamaha ile karşılamak yoluna sapıyorlar ve bu güya bir ideal uğruna oluyor.
Eskiden beri kanaatimiz şudur ki; bu memleketi, ancak her türlü kaba taassuba fırsat vermemek, samimi yani özü ve sözü bir olmak, dinimizin emrettiği müsamaha ile laubaliliği, fikirle fiil ve ihaneti ayırd etmek, yeni nesle iyi örnekler vermek, halkı istismardan kurtarmak yükseltebilir.
Kötümser olmayalım. Bu kalitedeki insanları çoğaltmaya çalışmak ev ve mekteb terbiyesinin temeli olursa, hedefe varmak için geçecek zaman, bir milli camianın hayatına nisbetle çok kısa bir zaman olur.
Elverir ki bu yola samimi olarak girelim ! "
Birden tekrar 2008'e döndüm. 60 yıllık bir zaman yolculuğu sonrasında kendimi ne eskide, ne de şimdi yenide hissetmememde, sadece ve sadece derin bir acı duymamda eski-yeni kimler sorumluysa Allah belalarını versin, hiçbirine hakkımı helal etmiyorum.
Re: Yargıtay Başkanlar Kurulu diyor ki:
eski-yeni kimler sorumluysa Allah belalarını versin, hiçbirine hakkımı helal etmiyorum .H.Gür.(m.e.sezen)
Mahkemeler halkın kararına saygı göstermeliyse, bu halk onlara Kanunları hiçe sayma ruhsatımı veriyor? Güngör Mengi.
Re: Yargıtay Başkanlar Kurulu diyor ki:
Ben yaptım oldu mantığı çok ucuz ve çocukça bir yaklaşım. Bu forum bile neden güçler ayrılığı prensibinin gerektiğini açıklıyor. Yargı belki biraz siyasete girmiş gibi görünse de yıllardır yasamanın yargıya tahakkümünü izliyoruz.
Bugün sitemizde hukuki sorular soranlara genel olarak bilgi verip avukatlarına yani bir bilen kişiye müracaat etmelerini öneriyoruz. Oysa malesef son yıllarda konu hukuk olunca bilen kişi yargı değil, politika oluyor. İşte biz bu nedenle hukuk sitemizde politika ve siyaset konuşuyoruz... Keşke herkes gerçekten uzman olduğu konuda konuşabilse...
Re: Yargıtay Başkanlar Kurulu diyor ki:
Bunca yıl her görüşten birçok iktidar gördük ancak, meşruiyetlerinin temeli olan Devlet düzeni, Anayasa ve bağımsız yargı ile bu kadar ters düşen bir iktidara daha rastlamadık. Allah sonlarını hayır etsin.
Dün Hükümet sözcüsü Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun bildirisine "siyasi, demokratik dayanağı olmadığı gibi hukuki dayanağı da yok" demişti. Bugün cevap bu kez Danıştay'dan geldi.
Danıştay açıklaması:
"Cumhuriyetin temel niteliklerinin tartışmalara ve yeni tanımlara konu edilmesinden ve Yargı Erkine yönelik sistemli saldırıların ivme kazanmasından duyduğu kaygıyla toplanan Yargıtay Başkanlar Kurulunun 21 Mayıs 2008 gününde yaptığı ve esasen Danıştayca yapılan müteaddit açıklamalarda da yer alan konulara dikkat çeken bildiri üzerine Hükümet sözcüsü ve Devlet Bakanı tarafından yapılan açıklamanın yarattığı rahatsızlık nedeniyle Danıştay Başkanlar Kurulu, 22 Mayıs 2008 gününde toplanarak, aşağıdaki görüşlerini kamuoyu ile paylaşma gereğini duymuştur.
Öncelikle belirtmek isteriz ki, yargıyı doğrudan ilgilendiren konularda, yargı organlarının görüşlerini kamuoyu ile paylaşmalarının siyasi bir niteliği bulunmamaktadır.
Yargıyı ve yargılama sürecini ilgilendiren konulardaki Anayasal ve yasal değişiklik çalışmaları hakkında yüksek yargı organlarının açıklama yapmaları, Yasama Organının faaliyet alanına müdahale olarak görülmemeli; varlık nedenleri arasında, gücünü aldığı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 1 ila 3’üncü maddelerinde öngörülen ve 4’üncü maddesine göre değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek olan Cumhuriyetin temel ilkelerini de koruma görevi bulunan yargı organının işlevinin bir parçası olduğundan kuşku duyulmamalıdır.
Öte yandan; yargının demokratik meşruiyetinin tartışmaya açılmış olmasını kaygı ile izliyoruz. Anayasanın 6’ncı maddesine göre egemenlik yetkisi kayıtsız şartsız millete ait olup; Türk Milleti, egemenliğini Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanmaktadır. Hiçbir kimse veya organ, Anayasadan kaynaklanmayan Devlet yetkisini kullanamaz. Anayasanın bu hükmüne bağlı olarak da yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılmaktadır. Görüldüğü üzere; Yasama ve Yürütme organları nasıl yetkilerini halk oylaması ile kabul edilen 1982 Anayasası’ndan alıyorlar ise; Yargı da, Türk Milleti adına kullandığı yetkisini aynı Anayasadan almaktadır.
Yetkisini Anayasadan alan organların meşruiyetlerinin tartışmaya açılması, bu organların kamuoyundaki güvenilirliklerini zedeleyeceği gibi; böyle bir yaklaşımın, Devleti zaafa uğratacağı gerçeği de gözlerden uzak tutulmamalıdır.
Ayrıca, 10 Mayıs 2008 tarihli Danıştayın kuruluş yıldönümü, Danıştay ve İdari Yargı Günü nedeniyle Danıştay Başkanı tarafından yapılan açış konuşmasında da ifade edildiği üzere, yargıya intikal eden konularda, uluslar arası çevrelerin de katılımıyla yargı organlarını yönlendirme ve etki altına alma girişimlerini doğru bulmuyor ve bu konudaki müdahalelere öncelikle Hükümetin karşı çıkması gerektiğini düşünüyoruz.
Bu bağlamda, Yargıtay Başkanlar Kurulu kararında da sözü edilen Yargı Reformu Strateji Taslağının anayasal kurumlar olan Türk yargı organları yerine, Avrupa Birliği temsilcileri ile paylaşılmış olmasını, bağımsızlık ilkesi ile bağdaşır bulmuyoruz."
Bu ve bundan önceki açıklamalarımızın Yüce Türk Ulusuna yakışır, evrensel ölçülerde bağımsız bir yargıyı amaçladığını kamuoyunun takdirlerine sunuyoruz."
Re: Yargıtay Başkanlar Kurulu diyor ki:
Yargı merciilerinin tarafsız olması gerektiği kanısındayım. RTE veya türevleri yargı sisteminde sızmalar oluşturursa o zaman yargı yine tarafsız olacaktır. Şu an aleyhine bir taraflılık varsa* (herhangi bir fikrim yok) o zaman lehine bir taraflılık doğacaktır. Yani yargı her daim Anayasa çerçevesinde kalmalı. Yargı merciinde kimin olduğu önemli değil.
Re: Yargıtay Başkanlar Kurulu diyor ki:
Yılmaz ÖZDİL
yozdil@hurriyet.com.tr
http://www.hurriyet.com.tr/_yazarlar/images/249b.jpg Yargıtay falan...
Tay’a binerken, tay’ming hatası yapıp, yere yapışmasından belliydi aslında... Tay’yip Erdoğan’ın başı tay’larla dertte...
*
Yargı’tay.
Danış’tay.
Sayış’tay.
*
Kaderin cilvesi mi desek, elastiki Türkçe’nin kıvraklığı mı, bilmem...
Ama verilen mesaj çok açık:
Yargı’tayyip.
Danış’tayyip.
Sayış’tayyip.
*
İstenen sadece bu.
*
Anayasal görevlerini yerine getiren onurlu hukukçulara "saksağan" diyeceğimize, bunların "beline kazma vurulması" gerektiğini ima edeceğimize; Avrupalılarla konuşurken Burhan "Kuzu", kendi hukukçularımızla konuşurken Mehmet Ali "Şahin" olacağımıza; "İstediğiniz gibi olmuş mu" diyerek, Anayasa taslağını önce AB’ye göndereceğimize, önce kendi "yargı"mıza "danış"sak... Cemil "Çiçek" gibi olacak her şey.
*
Yoksa, verilen mesaj açık...
Yargı’tayyip.
Danış’tayyip.
Sayış’tayyip.
Re: Yargıtay Başkanlar Kurulu diyor ki:
Bekir COŞKUN
bcoskun@hurriyet.com.tr
http://www.hurriyet.com.tr/_yazarlar/images/2b.jpg Dam üstünde saksağan ve kazma sapı...
YARGITAY Başkanlar Kurulu’nun muhtırasına en iyi yanıtı AKP’nin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin verdi bence:
"Bildiri bir dam üstünde saksağan olmuştur..."
Çok değerli bir hukuksal yorum, öyle kolay hukuk adamı olunmuyor demek ki.
Bizler hukukçu olmadığımız için bu tür bildirilerin ne anlama geldiğini bilemeyiz.
Ama kendi adında da bir kuş yer alan Şahin bakınca tanıdı:
"Bu saksağan..."
Sözün devamını getirmek ise vatandaşlar olarak size düşer, lafın arkasını bilirsiniz:
"Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı..."
*
Nitekim yargı bildirisinden hemen sonra, hukuk devleti endişesi olan yüksek yargıçlarımızı azarlayan karşı bildiri geldiğinde, anladık ki yargının beline kazma vurma operasyonu başlamıştır.
(.........)
Çünkü kendi "ılımlı İslam" rejimini kurmak isteyen AKP’nin önündeki tek engel yargıdır.
Misal; YÖK ile üniversitelerin, Türk-İş ile sendikaların, hileli ihalelerle medyanın ele geçirilmesinden, Ordu’nun sessizleşmesinden, Cumhurbaşkanı engelinin ortadan kalkmasından sonra AKP’nin önündeki tek engeldir:
Yargı...
Ve yürekli yargıçlar...
AKP kendi amaçladığı düzeni kurmak istiyor. Ama her seferinde yargıya takılıyor.
İşte; yargı ile sorun çıkması bu yüzdendir.
Ve hedef gösterilen, dinlenen, izlenen, sindirilmek istenen, altı-üstü oyulan yargı tepki gösterince... Görevi yargının bağımsızlığını ve devamını sağlamak olan Adalet Bakanı’nın aklına dam üstündeki saksağanın gelmesi...
Fırsat bu fırsattır; vur beline kazmayı...
*
Kazmanın bir de sapı vardır.
Öyle her kalas kazmaya sap olamaz.
Hayatında bir işe yaramamış, yeteneksiz, kimliksizler bir yere yamandıklarında bu yüzden seviniriz.
"Bir kazmaya sap oldu" diye...
Ama ben böyle kazma görmedim...
Ne de böyle kazma sapı...
Re: Yargıtay Başkanlar Kurulu diyor ki:
Yalçın BAYER
ybayer@hurriyet.com.tr
http://www.hurriyet.com.tr/_yazarlar/images/42b.jpg ’Kara cüppeliler’den ’Dam üstünde saksağan’a
YARGITAY bir bildiri yayınladı ve son zamanlarda yurtiçinden ve dışından yargıya yapılan baskılara karşı itirazlarını ortaya koydu. Adalet Bakanı, bildiri için "dam üstünde saksağan" benzetmesini yaptı. Yeniden tarihe bir not düşülmesi gerekiyor bu gelişmeler karşısında... Peki ’hukukçu dostumuz’ ne diyor:
"Birkaç gün önce de yargı mensupları ile bir toplantıda "yargının standardizasyon zorunluluğu"ndan bahsederken "Artık hıyarın da bir standardı var, kabağın da bir standardı var" diyerek yargı mensuplarına, nasıl bir yargı standardı düşündüklerini açıkladı.
İyi ki kokoreç üzerinden bir standart benzetmesi yapmadı!..
Üslubuna hakim, saygılı bir siyasi kişilik olan Sayın Adalet Bakanı M. Ali Şahin, yargı kurumunun standardına örnekleme yaparken hıyar, kabak gibi zerzevatları örnek gösterdi ve Yargıtay’ın, üzerimize baskı kurulmak isteniyor itirazlarını içeren bildirisi ile ilgili olarak da, kendi bakanlık bünyesinde çok önemli bir kurul olan Yargıtay Başkanlar Kurulu’na sahip çıkması gerekirken "Dam üstünde saksağan" halk deyişini hatırlattı.
İyi ki devamı olan "Vur beline kazmayı" ilave etmedi ve ne yazık ki üslubunun dışına çıktı.
Menderes’in, DP’nin anti-demokratik uygulamalarını (yargı yetkisini haiz Tahkikat Komisyonları kurması v.s) eleştiren üniversite hocalarına "kara cüppeliler" yakıştırmasından bu yana değişen bir şey yok gibi...
Bunun adı "iktidar tahammülsüzlüğü"..
Yaşamakta olduğumuz sanal demokrasi aleminde, sayıca çok olan hiç bir eleştiriye katlanamıyor ve yanlış olan bu tahammülsüzlükleri, demokrasi, milli irade söylemi üzerinden yaparak meşrulaştırmaya çalışıyorlar.
Başbakan da 22 Temmuz’dan sonra aynı ruh haline hızla girdi, türban gibi hassas bir konuda uzlaşma yerine "velev ki siyasi bir sembol olsun" derken, Menderes’in meşhur grup konuşmasındaki "Siz isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz" retoriği ile aynı paralele girdi.
AKP için, demokrasilerde iktidar sahibi olmanın, kurumlar ve muhalefet edenler ile uzlaşarak Anayasal bir mutabakat çerçevesinde ’yönetmek sanatı’ olduğunu bir kere daha düşünmek zamanıdır.
Re: Yargıtay Başkanlar Kurulu diyor ki:
Alıntı:
Harun Gür rumuzlu üyeden alıntı
Sorgulamak gerekmektedir ki;
Tüm bu gelişmeler, ısrarlı bir biçimde ve sistemli olarak yargı erkinin bağımsızlığının hazmedilemediğini, tarafsızlığı sağlama adı ve aldatmasıyla yürütmeye yandaş, onu koruyup kollayan ve onun tarafından denetlenen bir yargının oluşturulmasının amaçlandığını belgelemeye yetmektedir.
Tüm kurumlar için yapılan aynı şeydir aslında. Yukarıdaki sonuç cümlesinde koyu renk ile belirginleştirilmiş yargı kelimesini kaldırıp onun yerine aklınıza gelebilecek her kurumun adını yerleştirin mesela. Oraya üniversiteleri koyun mesela. Cümleye ona göre bir devam cümlesi yazın. Göreceksiniz ki yapılmaya çalışılan pek çok kurum için aynıdır. Kontrol altına alma yaklaşımı.. "Kontrol edemediğin senin değildir" gibi Machievelliden kalma bir yönetim anlayışı hala uygulanıyor..
Neyse..ortalık sakinleşiyormuş.. ! Bu tür açıklamalar zaman zaman hükümete bir fren görevi görür ve bir süre idare eder onları..
Re: Yargıtay Başkanlar Kurulu diyor ki:
Yargi kurumlarin bariz bir sekilde belli bir ideolojinin "icra aygitlari" haline geldiler.
Kuvvetler ayriligi dengeleri yerinden oynuyor ... Görünen bu ...
Türkiyede olan nedir peki? Basit söylemek gerekirse ,
"Yargi" "Yasamaya" diyor ki,istedigin "kadar" yasama yapamazsin.
Yargi siyasallasti ve verdigi kararlar da maalesef siyasi ... Bariz görülüyor ...
Mesela ... Bir "Isci partisi" var ... lideri cetecelikten hapisde. Danistay cinayeti
dahil bir sürü suca karismis bir cete ve IP onun "legal kolu" gibi calisti ve hatta
aramalarda yine bir sürü dokümana el koyuldu ...
Terrör ve millete karsi yürütülen psikolojik savasin odagi haline gelmis bu partiyi
kapatmak aklindan gecmiyor,ama milletin %50sinin oy almis,hükümet olmus
partiyi eline tutusturulan gazete küpürlere istinaden kapatmak icin dava ac ...
Yargi mesruyetini kimden aliyor?
Valla Meclisde hakimiyetin milletden alindigi yaziyor ...
Meclis olusturdugu hükümet de milletin adina konusurken,
yargi kimin adina konusabilir ki?
Evet tüm devletlerde yargi sistemi hükümetleri de denetler ,
yasalarin sinirlarini korur ... Ama Türkiyede bazilari dokunulmaz.
Baykal "367 cikmazsa,catisma cikar" diyerek etkiledi aym ...
Ama bir sorusturma bile acilmadi bassavcilik tarafindan ...
Erdogan aynisini söyleseydi ne olurdu acaba?
T.Cölasan darbeyi övdü , darbe degil devrim dedi.
Tabi ki sorusturma yok yine ... Yargi mensubu Cölasan
danistay cinayetinde yalaniyla meshur. Ulusalci tetikcinin
"Allahuekber" bagirdigi yalani hafizalarda taze ...
"Degistirilemez ve degistirilmesi" teklif dahi edilemez prensibi
bir müslüman icin ancak kuran´da gecen ayetler icin gecerli
bir sey ...
Laiklik bir inanc ya da neredeyse bir din haline geldi. Dine yakin
bu "atakült" laikligi bir dogma olarak edinmis.
Al bir garabet daha ...
Türkiyede laiklik yok ...
Türkiye sözde laik , özde laik degil ...
"Resmi ideoloji" hem laikim diyor ,
hem de dini,devletin kurumu olan
Diyanet, temsilciligine hem de
seksenbin memur ile "irticai faaliyetler",
yani toplu namazlar icra ettiryor ...
Hani din ile devlet isleri ayri idi?
Hic de ayri degil ...
Laik devletin namaz kildiran memurlari ...
Yargi o kadar bagimsiz ki, taraf oldu ,
hükümetlere,siyasilere kafa tutuyor ...
Bu da Mogultayin zamaninda büyük
kadrolasmanin ve Sezerin ayrimci
atamalarin eseri.
Yargitay,Danistaya sahsen benim bir güvenim kalmadi ...
Köklü bir reforma ihtiyac var.
Ideolojisiyle hukuku birbirinden ayirabilen yargi mensublarina ihtiyacimiz var.
Re: Yargıtay Başkanlar Kurulu diyor ki:
Barack Obama'nın Demokrat parti başkan adayı gösterilmesinden sonra yaptığı konuşmadan :
Siyaset yaparken/konuşurken yapmamız gereken ilk değişim birbirimizin karakterini, vatanseverliğini, şerefini sorgulamaktan vazgeçmek olmalı.
M.E.Sezen: Ben bunu terstten düşünerek yorumlayıp hakkımı helal etmiyorum. Yani siyastci seçerken şerefsiz olabilir vatanını sevmeyebilir karektersiz biri olabilir her türlü melanet üstünde bulunabilir bunları sormayın vatanı bize saatsın diyor obama denen zat...
Sıradan bir vatandaş olarak hakkımı helal etmediklerim! Mustafa Mutlu
Dün, bunca Ergenekon tantanasının yarattığı karanlıkta, Meclis’te görüştükleri Tapu Yasası’na bir son dakika değişikliğiyle, daha önce Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği “Ormanlık alanların yapılaşmaya açılmasını” öngören 2-B düzenlemesini ekleyenlere...
Bundan faydalanacak olanlara...
Ve “garip- gureba”nın hakkını “yasa tanımazlara yedirmek” anlamına gelen bu girişimde emeği geçen hiç kimseye... Hakkımı helal etmeyeceğimi yazmıştım.
Okur soruyor:
“Hakkını helal etmeyeceklerin sadece onlar mı?”
Elbette hayır:
***
- Halkın dinî duygularını siyaset ve ticarete alet edenlere...
- Seksen altı yıl önce kurulan ve laik, demokratik, sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni “din devleti”ne dönüştürmeye çalışanlara...
- Bu ülkenin en üst yargı organı olan Anayasa Mahkemesi tarafından, “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” oldukları tespit edildiği halde bu uyarıya aldırış etmeyip devletin tüm kurumlarını ele geçirmeye çalışanlara....
- “Amacımıza ulaşacağımız güne kadar tüm kurumlara sızacağız ama bunu belli etmeyeceğiz” diye sinsi planlar yapan tarikat ağalarına...
- Devletin olanaklarını kullanıp; bu tarikat ağalarına güç, para ve saygınlık kazandırmak için ellerinden geleni esirgemeyenlere...
- Maaşlarını, bu devletin fakir halkının ödediği vergilerden kazandıkları halde; asıl amaçları bu devleti yıkmak olanlara....
- Hukuk ve adalet kavramlarının içini boşaltanlara...
- Eğitim politikalarıyla oynayarak, çocuklarımızı kaderci bireyler haline getirmeye çalışanlara....
- Rejimi değiştirmek için başka devletlerin yöneticilerinin güdümüne girip, onların ağızlarından çıkan her sözü emir olarak kabul edenlere...
- Deneyimi, bilgisi, eğitimi yeterli olmadığı halde, sırf badem bıyık bırakıp, karısına türban taktırarak makam-mevki elde edenlere ve o makam ve mevkileri onlara verenlere...
- Esrardan, eroinden, silah kaçakçılığından, hortumculuktan, rüşvetten kazandıkları paraları yurda getiremeyenlere, “Allah aşkına getirin o paraları” diye yalvaranlara...
- Hayatında bir gün bile çalışmayıp, ömür boyu siyaset (!) yaptığı halde, torunlarının torunlarına yetecek kadar mal-mülk biriktirenlere...
- Halkı yoksullaştırdıktan sonra, sadaka kültürünü yayarak bununla övünenlere...
- Atatürk’ün gösterdiği “Batılı çağdaş bir ülke” olma hedefini umursamayıp, ABD’nin dayattığı “Ortadoğulu ülke” olma hedefini hayata geçirmeye çalışanlara...
- Bu ülkenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarından “deccal” diye söz edenlere...
- Ülkenin dört bir yanındaki tarikat odalarında haftada bir buluşup, bugün varlıklarını borçlu oldukları devletin yıkılması için proje üstüne proje üretenlere...
- Kadını hâlâ ikinci sınıf insan olarak görenlere...
- Tüyü bitmemiş çocukları dinci ve bölücü mücadelelerine alet edenlere...
- Kendileri jet-ski’li tatil yaparken, 13-14 yaşlarındaki kızlara cinsel tacizde bulunurken; çevresine ahlak ve erdemden söz edebilenlere...
- Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni savunan aydınların, gazetecilerin, siyasetçilerin, bilim adamlarının katledilmeleri için fetva verenlere...
- Yasadışı dinlemelerle, uyduruk davalara delil toplamaya çalışanlara...
- Tüm güçlü devletlerin “Avrupa Birliği” örneğinde olduğu gibi “birleşerek güç kazanmaya” çalıştıkları bir asırda, yine o güçlerin oyunlarına gelerek ülkeyi bölmeye soyunanlara...
- Kırk bine yakın vatandaşımızın ölümüne neden olanlara...
- Meclis çatısı altında ülkenin bölünmez bütünlüğü üzerine namusları ve şerefleri üzerine yemin ettikleri halde, eli kanlı katillere “Kardeşimiz” diyerek sahip çıkanlara...
Sırf üç-beş kuruş daha fazla kazanmak için; Türkiye’yi bölmek, parçalamak, güçsüzleştirmek isteyen lobilerin, gizli örgütlerin emirlerine giren sahte aydınlara...
Hakkımı helal etmiyorum...
***
Bugüne kadar tek kuruşluk vergi kaçırmamış, devletine hiçbir borcu olmayan, kendisine düşen bütün vatandaşlık görevlerini yerine getirmiş “sıradan” bir vatandaş olarak söylüyorum bunları!
Alnı ak ama ülkesinin düşürülmek istendiği durumu gören yüreği isyan dolu biri olarak söylüyorum:
İçimizdeki o satılmışlara...
O yobazlara... O bölücülere, o kan emicilere, o hainlere...
O dini kullanan ateistlere...
Vatan toprağını kimyasal formülle tanımlamaya çalışan o ruhsuz bedenlere...
Hakkımı helal etmiyorum!
Peki; helallik vermemem onlr için önemli mi?
Hiç sanmam...Çünkü bunca kötülüğü yapabilenlerin gerçekten dindar olduklarına bile ihtimal vermiyorum!
18 OCAK 2009 Vatan G.Z.T