-
Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Hep ben mi ciddi ciddi yazacağım yahu dostlar... Nasılsa okuyan yok kendi kendime günümüzün mizahi olayıyla tarihi gerçeği yazayım dedim. Azıcık abarttım sayılabilir mi bilemem Olur mu olur adamın kafasının içinde değilim ya....
17 Mart akşamı Başbakanlık konutu...
Yardımcısı RTE ye yarın Çanakkaleye gidileceğini belirtir. RTE bakar bakar bir anlam veremez çünü usul emirden Türkiye sınırları içersinde sadece Ankara ve istanbul da bulunmakta onun dışında bindiği uçak yutdışanda nereye inerse hanımıyla birlikte orada resmi ziyaret yapmaktadır. Ve eğer hafızası kendisini yanıltmıyorsa Çanakkale denilen yer halihazırda kendisine rağmen Türkiye sınırları içerisindedir. 1 Nisan şakası yapıldığını düşünsede daha bir nisana çok vardır.
'' Bismillah'' der yatar uyur. Rüyasında Yargıtay Cumhuriyet Baş Savcısını recm ettirmiş hukuki intikamını hukuku katlederek almıştır. Ne güzeldir rüyası ısmarlanan ılımlı islama göre idare edilmektedir herşey islam desen islam değil demokrasi desen hiç değil dönüştürülmüş abd ve ab çıkarlarına uyarlanmış bir garip islamdır ama rüyası harikadır başbakan cumhurbaşkanı başkomutan padişah şeyhülislam vezir i azam imparator valife her bir şey kendisidir kısaca Aslan kraldır.
Ama heyhat dünya kendi ekseni etrafında dönmektedir. Bu dönmesinin neticesinde gece ve gündüz peşisıra birbirini takip etmektedir. Ve sıra gündüzdedir.
'' Bey bey kalk sağ ayağınla yere basarken besmele getir, zıbarıp yatmanın zamanı değil yolun çoğu gitti azı kaldı beraber yürüdük biz bu yollarda hadi bırak şu körolası yastığı '' gib sevgi dolu sözcüklerle eşi tarafından uyandırılır. Gün başlamış 18 Mart olmuştur. Nereyi gersemde sonra biz gerginlik tarafı değiliz desem gibi ulvi düşüncelerle traş olur giyinir aşağı iner artık 18 Mart mesaiside başlamıştır.
18 Mart....
Akşam aklını karıştıran yardımcısı
'' Efendim makam araçları akşamdan gitti bizde birazdan helikopterle Çanakkale'ye yola çıkacağız konuşma metninizi hazırladık isterseniz bir göz atın ''
Daha afyonu patlamamış RTE içinden '' sanada Çanakkalene' de '' desede '' bakarız'' demekle geçiştirmiş. Çok ciddi olarak '' Ne var ulan bu gün Çanakkalede ?'' diye düşünmekten kendini alamamıştır. Aklına yıllar önce başka siyasilerin Çanakkale değilse de Hamzakoy a alındığı ama bu alınmanın böyle kibar bir şekilde yardımcıları tarafından haber verilmeden ve gidiş özgürlüğü tanınmadan orada da pek kibar davranılmadan olduğu gelmiştir. Bu aklına gelince hala başbakan olduğunun farkına varır ve keyfi yerine gelir. Birde Çanakkale'de ne olduğunu hatırlasa daha da keyiflenecektir ama o da önemli değildir nede olsa İmam Hatip kültürü vardır kendisinde yani bilmesede anlamasada oku ezberle salla ikna et kısmında hiç hata yoktur yeterki ezberi dışında sorulmasın... Hay Çanakkale'yi...
Helikoptere doğru giderken günümüz Türkiyesinin en önemli ve ciddi gazeteleri Zaman, Vakit ,Akit, Nakit gibilerini göz ucuyla süzer. Bu sosyal hukuk devletine Atatürk ilke inkilaplarına Laik Cumhuriyete bağlı bunlardan ödün vermeyen gazetererde ne 18 Mart Ne Çanakkale ciddi bir haberdir. 18 mart sadece Gazetenin başlığında hangi gün de olduğumuzu belirtmek için vardır. Ama gazetenin birisinnde bir dip not büyüklüğünde aradığı haberi bulur.
'' 18 Mart Çanakkale Zaferi Kutlamaları Yapılacaktır''
Ayranı kabarır bol köpüklü olduğundan gene içinden sözlenir '' Gazetede bile dip not olan bir şey için başbakan mı gidermiş... Ben burada kalıp bir iki Kur'an suresiyle laiklik salvosu atsaydım iyi olurdu...'' Ama başbakanlığın protokolu nedeniyle çaresiz boyun eğer.....
Helikopterde yardımcılarına sorar
'' Atatürk NUTUK ta bu Çanakkale savaşı için ne demiş ? Baktınız mı? Oradan d bir iki satır söyleyelimde Nasıl Atatürkçü olduğumuzu anlasınlar''
Yardımcılar birbirine bakar aslında hiç birisinin haberi yoktur Nutukta ne olduğundan ama bu günle ilgili çalışmakla görevli yardımcı mecburen bir bakmış araştırma yapmıştır. Ama oda bulamamış işin kötüsü neden bulamadığınıda tam anlayamamış olsada sonradan uyanmıştır. Kısık bir sesle ...
'' Sayın başbakanım malumlarınız Nutuk Kurtuluş savaşını anlatır 1919-1927 yılları arasını içerir....'' sözünü tamamlayamaz başbakan bir Ali desidero bakışı fırlatan clark atar müthiş karizmatiktir ama ne denmek istediğinide anlamamış her zamanki gibi sadece kızmıştır.
'' Onu bizde biliyorsuz efendi bizde okuduk nutuk mutuk ama ne demiş anımsamadım göreviniz bunu bulmaktı sizde onu beceremediniz ''
Yardımcı koskoca başbakana laf edecek değil ya önüne bakmakla yetinmiştir. Ama içindende konuşmadan edememiştir. Nede olsa azda olsa görev gereği Nutuğa göz atmıştır....
'' Nutuğu Mutuğu okumuşmuş . Nutuğu okumadığın kesin Bırak Çanakkale savaşından da haberin olmadığı kesin biri 1915 te olmuş öteki 1919 sonrası olayları anlatıyor okumuşmuş pehhh....Bu kesin ikide bir MUTUK diyor mutuğu okumuştur ama ne hikmetse MUTUK UN da Türklerle ilgisi yok Dünyanın en büyük eskimo ailesinin yaşamını okumuş nutukla karıştırıyor ne adam beee... (Commodore1tr ın notu :Mutuk & Mukluks (English)(The Life and Times of the Wolds Largest Eskimo's - ISBN: 9780967150406) Price range: $31.86Publisher: Glacier Pr ) Zaten söyleyelimde mutuk diyip durmasın sonunda birisi uyanacak uyanan da kesin şarapçılardan olacak al başına belayı ee nede olsa bilen bilir mutuğu ...( Commodore1tr ın bir notu daha :MUTUK : Eskiden Mürefte'de üretilen fakat artık fabrikası kapatılmış olan Güzel Marmara'dan bile daha ucuz olan şarap markası. Mutuk şarabının asıl köpek öldüren olduğu rivayet edilir.)'' Bunları içinden desede başbakan RTE ye diyemedi ama yüzü kızardı RTE de bunu ''onun'' cahilliğinden sandı....
Helikopter tören için Çanakkalede Şehitler abidesinin yanına inmek için alçalmaya başlamıştı.....
The End of part one ....
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
RTE pencereden aşağı baktı ve gözleri büyüdü aşağısı yeşilin her tonunu barındıran bir cennet gibiydi. Sadece Karanın denizle birleştiği yerde bir insan tahribatı çok belliydi.
RTE '' Burayı nasıl ıskalamışız hemen bir yangın bir yasa bir otel '' diye düşünmeye başladı. Yeşilliklerin arasında bir takım yapılar dikkat çekiciydi alçaldıkça daha belirginleşiyordu. Yardımcılarına sordu
'' Bu sağda solda ki taş parçalarıda nedir?''
Yardımcılar aşağıya baktılar hiç biri abuk bir taş parçası göremedi. RTE yi en iyi tanıyanlardan birisi onun neye taş dediğini anladığı için kısık bir sesle yanıt verdi
'' Onlar taş değil başbakanım ANIT''
RTE yardımcısına kötü kötü baktı zaten sabah beri gerilim yaratıp gerilim tarafı olmamayı başaramamanın verdiği sıkıntı üzerindeydi. '' buna mı sarsam?'' diye aklına bir düşünce geldi ama uzaklaştırdı.
'' Böyle uyduruk taş parçalarını anıt diye dikip önünde sap gibi anlamsız dikilmekte neyin nesi? Bunları bir yerde toplayıp burada sosyal hayatı geliştirelim inşaat sekterümüz turizm sektörümüz burayı kullansın '' dedi. İçindende '' Benim gizli hissedarı olduklarım öncelikli bu öncelikte yüzde yüzdür. Bana bağlı sermaye için iyi bir yatırım yeri'' diye düşünsede bunu açık etmedi. Bir yardımcısı utana sıkıla araya girdi...
'' Başbakanım burası hem ulusal park hem 1. dereceden korumalı sit alanı hemde askeri bölge ''
İçinden koca bir '' Ohaaaaaa...'' çektikten sonra çok zor olacağına kanaat getirdi. Ama şu davayı atlatırsa nasılsa hukuk mukuk dinlediği yoktu olmadı yazardı iki satır olurdu sana kanun anayasa değişikliğiyse değişiklik ne olacaktı ki. '' Fethullah Gül e daha yakın adam birde cumhurbaşkanı oldu hanımda bozuluyor Hayrinüsa'nın tafralarına tarikatta benim hanım üst ama hale bak demokrasi dediler rezil olduk acaba bir anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanını başbakana bağlasam mı ?'' diye düşünürken helikopterin ayakları Arz a temas etti. Hafif sarsınrı RTE yi hayal aleminden uyandırdı.
İşte Çanakkale'deydi. İyide burada ne işi vardı ? Hala konuşmamışlardı. Kurtuluş savaşının önemli bir parçası olmuş olsa gerekti burada başka bir şey olamazdı zaten başka bir şey olsa bu kadar asker gelmezdi. Aval aval bakınıp makam arabasına yürürken bir grup gördü. Kulak kabarttı hiç bir şey anlamadı. Tek anladığı Türkçe konuşmadıklarıydı. '' Bunlarda kim ?'' dedi. Kendisinin haberi yokken yabancı dilde konuşan bir sürü kişinin orada dolaşmasına bozulmuştu ama hiç çaktırmadı.
'' Anzaclar efendim.''
Şöyle bir yan gözle baktı '' Anzac ta ne lan ?'' dedi içinden '' Salak farkında değil Kazaklar diyecekti '' diye düşündü tam rahatlarken '' Kazakların burada ne işi var? Kazakistan nire bura nire ? Hem bunlar savaşmadıki buralarda '' düşüncesi geldi içine oturdu. Gerçi çok eminde değildi kazakların savaşıp savaşmadığından savaştıysada nerede savaştığından işin içinden hiç çıkamadı . iyiki başbakandı çaktırmadan öğrenebilirdi. Ama öğrenirken yardımcısının yolundan gitse iyi olurdu yani Kazaklar a tam öğrenene kadar oda Anzak diyecekti...
'' Ne arıyor bu anzaclar burada ?''
Yardımcı Çanakkale savaşına iyi hazırlanmıştı o yüzden yanıtı yetiştirdi.
'' Sayın başbakanım I. Dünya savaşında İngiliz ordusunda savaşan, Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerlerden oluşan kolordudur. Çanakkale savaşında burada da savaştılar BİZE karşı '' dedi....( Commodore1tr notu :Anzac sözcüğü, Avustralya ve Yeni Zelanda kolordusu (Australian and New Zealand Army Corps) kelimelerinin baş harflerinden meydana gelmiş bir kısaltmadır. Aslında ANZAK denmemeli ANZAC denmelidir. Çünkü malum kısaltmada kısaltılan sözcüğün baş harfi alınır CORPS un baş harfide görüldüğü üzere C dir KORPS diye bir sözcükte konumuzda yoktur. )
Bu kadarıda fazlaydı ha.. Kazaklar olmuştu anzac yetmemiş birde dünyanın öbür ucundan bize uyarlamasıyla ''cehennemin dibinden'' gelmişlerdi. Hadi Avusturya yı karıştırdı Avustralya dedi de Yeni Zellanda yı nereden yumurtladı ki bu yardımcı diye düşünürken aklıma birden hanımıyla birlikte hiç yeni zellandaya veya Avustralya ya resmi ziyaret yapmadığı geldi. Hemen yapmalı görmedik yer kalmasın diye düşünüp talimat verecektiki törene geldiği aklına geldi.
'' Dikkat edelimde bizimkiler bir taşkınlık yapıp bu anzak mı kazak mı ne bunlara bir şey yapmasınlar'' dedi. Yanıtı beklemeden anzaclarla konuşmaya gitti. RTE Türkçe onlar İngilizce konuşup anlaştılar. Hatta daha ilginci RTE sabah beri en iyi bunları anladığına yemin bile edebilirdi. Gerçi her konuda yemin ediyor söz eriyor hep tersi çıkıyordu ama olsun bu sefer nasıl olduysa olmuş anlamıştı Anzaclara ne anladığı sorulmadıkça da sorun yoktu zaten....
Tören alanında dolaşmaya başladı vay vay vay diyordu. Aklı Ankarada bakınıp dururken kocaman bir şey gördü...
'' Bu ne lan?''
'' Top sayın başbakanım.''
Bu yanıtı alınca karşında suran devasa şeyin bir top olduğunu anladı baktı baktı '' Bu top olduğuna göre bunun bir mermiside vardır.'' diye düşünürken. Bir resim gördü.
http://www.tsk.mil.tr/anitkabir/atat...ucuk/s56-2.jpg
18 Mart 1915 Çanakkale deniz savaşlarında 215 okkalık (275 kg) top mermisini sırtında taşıyan Edremit-Havranlı Mehmet oğlu Seyit Onbaşı.
Resme baktı baktı yazıyı okudu Uyandı . Hemde iki kere uyandı . İlki bu Çanakkale savaşının Kurtuluş savaşıyla ilgisi olmadığı ve Nutukta ondan yer almadığı idi. İkincisi öyle bir İman salvosu atacaktıki Laikler şaşırıp kalacaktı.
Hemen yanındakilere döndü.
'' Bu Seyit Onbaşı ne yapmış hemen öğrenin....'''
Körle yatan şaşı kalkar örneği yanındakilerde ona onun arayıp bulamayacağı bir öykü verdiler. Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz olmuştu... İşte bir hitabet sanatı göstermenin tam yeriydi....
The End Of part 2
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Konuşma metni hazırlanırken çevresine bir kez daha baktı burası cidden harikaydı ne turistik tesis yapılır ne hisse alırdı. Anayasa mahkemesinin iptal ettiği Ormanları kesme turistik tesis yapma kanununu gene gündeme getirmişler ve mecliste görüşmeye başlamışlardı. Anayasa mahkemesi yüzünden üç koca yıl kaybetmişti hisseleri aman Türkiye... Bir şekilde anayasa mahkemesinide halletmesi gerekiyordu. Sıra ona gelmişti. Ne ulemaya sormuş ne fetva almıştı savcı mı ne o durduk yere usul usul giderken kapatma davası kan gene beynine sıçramıştıki kendi partisine yakışır bir Seyid onbaşı yazısını eline tutuşturuverdiler. Baktı beğendi ve okudu...
'' Savaşın en korkunç anlarıydı Mecidiye tabyasının tamamı açılan ateşle şehit olmuştu kik kişi kalmıştı sadece iki kişi Seyit onbaşı ve arkadaşı. Seyit onbaşı bakar ki bir zırhlı Çanakkaleyi geçmek üzere Boğaz ı geçmiş istanbul a gidiyor. Gitse varsa yenilgi kaçınılmaz. Ama Seyit onbaşıda bir iman ve Allah sevgisi var anında plan yapıyor ve gemiyi vurmaya karar veriyor. 275 kiloluk top mermisini arkadaşının yardımıyla sırtlıyor merdivenle topa çıkıyor. 275 kiloluk top mermisini top kundağına yerleştiriyor dev topu çalıştırıyor nişanlıyor ve gemiye ateş ediyor bu işlemi ard arda üç kere yapıyor kahraman seyit onbaşımız ne ile iman gücü ile işte bu iman gücüyle yaptığı üç ateştede gemiyi vuruyor gemiyi batırıyor gemi boğazdan geçemiyor bu sayede 18 Mart zaferi kazanılıyor''
Altta bir iki satır yazı daha var yan gözle onları okurken hitabetle coşturduğu kalabalığıda süzüyor ve son iki satırı değiştirmeye karar veriyor. Çünkü son iki satırda Seyit onbaşının batırdığı geminin adı yazıyor ama iki satırda da başka bir isim içinden sövüyor '' Ulan bu adam kaç gemi batırdı yukarda bir gemi burada iki gemi ...'' Başbakan olarak hatanın farkına vararak söylememesinin gururuyla doğrulurken cümlenin ucunun açık kaldığını bağlanmadığını farkediyor. Fırsat bu fırsat Ankaraya yargıtaya bir gönderme yapayım da görsün laikler neneymiş diyerek salvosunu yapıyor...
''“İmandır, o cevher ki ilahi ne büyüktür. İmansız olan paslı yürek, sinede yüktür...Seyit Onbaşı’yı Seyit Onbaşı yapan odur. O mermiyi, ona kaldırma gücü veren odur. Herhalde buna da ‘laikliğe aykırıdır’ demezler....İşte bu toprakları vatan yapmak için şehit oldular. Her 18 Mart’ta buraya geldiğimizde Seyit Onbaşı’nın o mermiyi namluya yerleştirişini işliyor, komutanı ve askeri yeni güç devşiriyoruz. Bu bizim doğal hakkımız. Bunu kimse bir yerlere çekmemeli, çekemez... Bu vesile ile Başta Seyit onbaşı olmak üzere tüş şehitlerimize tanrıdan rahmet dilerim.....''
Muhteşem bir konuşma muhteşem bir hitam muhteşem bir hitap gücü diye düşünerek konuşmasını dinleyenlere bakıyor. Şaşırıyor çünkü daha ağzını açmadan alkışlayan tezahurat yapan yalakalar ortada yok ... Bir kısmı gözü yaşlı bir kısmı ağzı açık RTE ye bakıyor. RTE de ''amma etkili konuştum herkes etkilendi ağladı tamamdır bu iş.... laikler son darbeyide en güvendikleri yerlerden birinde yediler...'' diye düşünüyor....
Ama bilmiyor ki oraya toplanan binlerce Atatürk ve Türkiye sevdalısı yürek Çanakkaleyi de Atatürk üde Seyit onbaşıyıda ondan daha iyi bilip Laik demokratik sosyal hukuk devletini sever... Şaşkınlıkları ve göz yaşları '' Böyle birisinin nasıl olduda Türkiye nin başbakanı olduğunadır. Bu demokrasinin bir cilvesi bir hatasıdır... Ama çekilir gibi değildir...'''
Bu rezaleti izleyenler arasında uzakta bir yerde tarihe not düşmek ve doğruları yazmak için birisi vardır ve o kişi size bir alt bölümde Seyit onbaşıyı anlatacaktır....
Fin of parte 3
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
27 Mart 2008 tarihli Hürriyet'te Şükrü Küçükşahin, Seyit Onbaşı'nın resmi ile ilgili bir yazı yayınladı. Konuya katkı olması amacıyla aşağıya kopyaladım.
27 Mart 2008
Şükrü KÜÇÜKŞAHİN
skucuksahin@hurriyet.com.tr
O fotoğrafın öyküsü var
KÜÇÜK bir rahatsızlık nedeniyle iki gün MESA Hastanesi'nde konuk edildim.
Başhekim Dr. Necati Çanakçı ile doktorlarım Ayhan Kuzu, Mustafa Arsan, Semra Doğan; Hemşireler Direktörü Fatoş Gürbüz, bölüm hemşiresi Hüsne Gümüş ile hastanenin iletişim sorumlusu Sidar İvegen çok güzel bir ev sahipliği yaptılar.
Hemşireliğin ne kadar kutsal bir görev olduğunu bir kez daha anımsatan, yüzünde gülümsemesi hiç eksilmeyen Semra Çimendağ'ı ayrıca anmalıyım.
Rastlantının böylesi denecek şekilde odamı, köşe komşum Fatih Çekirge'ye bırakarak, kendisini Semra Hemşire'ye emanet ederek hastaneden ayrıldım.
YÜZBAŞI
MEHMET HİLMİ
Hastanede kitap karıştırmak için de zaman oluyor.
Benim Osmanlı'nın son dönemi ile Cumhuriyet'in kuruluş yılları arasındaki tarihe karşı özel bir merakım var.
Bu ilgimde alt düzey subayların, sıradan insanların anılarını okumayı özellikle yeğlerim.
Onlarda hiçbir tarih kitabında bulamadığım olayları öğrenirim.
Hastanede, "Cepheden Cepheye Bir Ömür -Yüzbaşı Mehmet Hilmi (Sanlıtop)" kitabını okudum.
Kitabı yeğeni Gazanfer Sanlıtop kaleme almış.
Yüzbaşı Mehmet Hilmi Çanakkale Savaşı'nda Dardanos Tabyası'nı korumakla görevlendirilmiş.
Burası, son olarak 18 Mart töreninde Başbakan Erdoğan'ın iman gücüne atıfla, "Bu da laikliğe aykırı değildir" diye yeniden andığı Seyit Onbaşı'nın görev yaptığı tabya.
İKİNCİ GÜN
BAŞARISIZ
Özel bir araştırma yapmadım; ama hep merak ederdim; acaba Seyit Onbaşı'nın o fotoğrafı nasıl çekildi; o an o fotoğrafçı orada ne arıyordu?
Belki bilenler çoktur; ama bilmeyenlerin ilgisini çeker diye Yüzbaşı Mehmet Hilmi'nin anlatımı ile o meşhur fotoğrafın öyküsü şöyle:
"Batarya çok şiddetli bir atış halindeydi. Mermi taşıyan arabalar yetersiz kalıyordu. İşte tam bu sırada Havranlı kahraman er Seyid, savaşın heyecanı ile öyle bir manevi güce ulaşmıştı ki normal zamanda yerinden kıpırdatması bile mümkün olmayan 276 kg ağırlığındaki mermileri, rahatlıkla kaldırıp sırtında taşıyarak toplara kadar çıkarmayı başarmıştı.
Ertesi gün bataryada yaşananlar da hayli ilginçti. Askere ve millete moral kazandırmak amacıyla fotoğraf çektirmek için gelen ekip, garip bir durumla karşılaşmıştı. Koca Seyid, kamera karşısında poz verirken aynı başarıyı göstermemişti. Çünkü bir gün önce ona insanüstü gücü veren şey savaş sırasında ulaştığı yüksek moral ve motivasyondu. O anda ise heyecanı yatışmış, normal bir insan olmuştu. Tahtadan bir maket yaparak sırtına yerleştirdiler ve fotoğrafını çekerek o güzel sahneyi kalıcı hale getirdiler."
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Abbas Bey teşekkür ederim ;
Gerçi ben gazete makalelerine bağlı kalarak onları direk almayı sevmem ancak oldukça güzel bir yazı .
Yüzbaşı Mehmet Hilmi Şanlıtop ( 1934 te soyadı kanunu çıkınca bu olaydan esinlenerek soyadını almıştır.) Bahse konu tabyanın komutanıdır. Torunu yıllar sonra anılarını kitaplaştırır. Kitabı komple okumayı herkese öneririm.
Ziya GÖkalp'in Yeni Mecmuası (12 Tem 1919-26 Ekim 1918) dergiside bu konu için bir kaynaktır. Rafet çağın'ın ''size ölmeyi Emrediyorum 'u İsmail Bilgin'in Çanakkale Destanı da yararlanılması gereken başka kaynakçalardır.
Ben bu konulara meraklı olarak bunları ve daha bir çok kitabın kendimce bir özetini yapıyorum. Okuduğum kitaplardan kısmi birleştirmelerle daha doğru bir analiz olabileceği kanaatindeyim. Gerçekte kendim için bir düzenleme yapıyorum da diyebiliriz. Okunma sayısına bakarsak kendimin yazıp kendimin ouduğu bir gerçek ama olsun benim çok hoşuma gidiyor. Tarihe en azından bir not düşülmüş oluyor.
İnsanı daha mutlu eden bir olayda İnternet ortamında kaynak ararken ''kendisini'' kaynak olarak bulması .... Kim yazmış yahu bunu diye okuduğum yazının sonunda Commodore1tr dan alıntıdır ibaresini görmek inanınki çok hoş oluyor.
İzninizle şimdi ben kendimce devam edeyim...
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
1889 yılının ılık bir Eylülünde Balıkesir in Havran ilçesinin Manastır köyünde bir ailede tatlı bir telaş vardı . Abdurrahman efendi gururla karısı Emineye bakıyor bakarkende gözlerinin içi gülüyordu. İkindi namazını müteakip evlerinde bir kutlama bir tören yapılacaktı.
Tüm aile toplanmıştı Abdurrahman'ın babası aile büyüğü olarak orada bulunuyordu. Zaman gelip çatmıştı. Torununu sol koluna yatırarak ayağa kalktı ve geleneklere uygun olarak ezan okumaya başladı. Ufacık bir köydü manstır köyü edremit körfezinde şirin az nüfuslu herkesin birbirini tanıdığı ve geçimin zeytin ve balıkçılık olduğu bir köydü. Manastır köyü denmesine rağmen halk Çamlık köyü demeyi yeğliyordu. İşte bu ufacık köyün içinde zamansız tok sesli ezan sesi duyuluyor herkes nedenini biliyordu. Ezan bitince torununa sevgiyle bakan dede oğluyla gelinine baktı.Abdurrahmanın gururlu göğsü kabardı hanımıyla göz göze geldiler ve dönüp babasına '' Dedemin adı'' dedi. Torununa daha bir şevkatle sarılan ihtiyar adam babasının ondan öncede dedesinin babasının olan ismi torununun kulağına fısıldadı.....
'' Oğlum senin adın Seyit'tir, oğlum senin adın Seyit'tir, Oğlum senin adın Seyit'tir...'''
Küçük seyit zamanın şartları gereği diyelim okuma yazma bilemedi bu anlamda cahildi. Ama ormanı ormancılığı denizi bilirdi. Toraman bir gençliği iri yarı olarak tamamladı.
1909 yılının Nisan ı geldiğinde Seyit e asker yolları gözüktü. Vatan hizmeti için gittiği askerlik çok şeylere gebeydi onun için ama bilemezdiki..
Terhis olacam diye beklerken 1912 de balkan savaşı patlak verince terhis olamadı askerliğe devam etti. Balkan savaşlarından sonra ise Dünya kaynamaya başlamıştı. Almanya ve ingiltere arasında soğuk rüzgarlar esiyor Osmanlı imparatorluğu Almanya nın yanına doğru kayıyordu. Osmanlı ileri gelenleri ve askerleri savaş istemeselerde Almanya bastırıyor Almanya hayranı olan Enver Bey Harbye nazırı ve Genelkurmay Başkanı sıfatı ile gizli anlaşmalar yapıyor bir yandan savaşa girmeyeceğiz diyordu. Tabiiki bizim Seyit bunlardnda habersizdi. Balkan savaşı sonrası terhis beklerken yaklaşmakta olan büyük tehlike nedeniyle gene terhis edilemedi ve topçu eri olarak Çanakkaleye gönderildi. Dünya tarihindeki yerini almasına az kalmıştı....
Almanya İngiltere Sırbistan rusya Bosna her yer kaynıyordu. Almanya ihtiras rüzgarına kapılmış gidiyordu Rusya ile Fransa ya aynı anda savaş açıp yıldırım gibi bitirmeyi ve bundan sonra İngiltereyi tarihteki yerinden etmeyi kafasına koymuştu. Osmanlı İmparatorluğu'da İngiltereye iki savaş gemisi siparişi vermiş bu sayede donanmayı ayakta tutmaya askeri iyileştirme yapmayı hedefliyordu. Ancak patlayan büyük krizler İngilterenin krizi bahane ederek aslında nedensiz yere parası ödenmiş gemilerimizi vermemesiye Osmanlı İngiltere krizinede dönüşmüştü Almanya bundan da yararlandı... Sular artık çok sıcaktı. Osmanlı gemilerini almak için İngiltereye 1200 denizci ile gitmişti ve o korkunç olay patladı gemilerin verilmesi hepten iptal oldu Osmanlı Almanya ya iyice yanaştı. Korkuçn olay 28 Haziran 1914 te bir Sırplı'nın Avusturya-Macaristan veliahtını ve eşini Saray Bosna'da öldürmesiydi... Dünya fokurdamaya başlamıştı. Nitekim fokurdamaya daha fazla dayanamadı ve 28 Temmuz 1914 te Avusturya'nın Sırbistan'ıb başkenti Belgrad ı bombalamasıyla patladı. Gerisi çorap söküğü gibi geldi Artık dev ülkeler birbirine tutuşmuştu bu bir dünya savaşıydı. Osmanlı da bundn nasibini aldı ve ilerleyen zamanda Bu kanlı savaşın taraflarından birisi oldu
1914 Sofya....
Sofya Büyükelçisi Askeri ateşesinin mavi gözleri çakmak çakmaktı. İçi içini yiyiyor bulunması gerektiği yerde bulunmadığından dolayı dert yanıyordu. Kurmay yarbay olarak olması gereken yer Sofya değil Anadoluydu. Bu konuda ısrarla telgraflar çekiyor ancak olumlu yanıt alamıyordu. Kendisine gelen yanıt
''Sizin için cephede her zaman bir yer vardır ; ancak , Sofya Ateşemiliterliğinin önemi nedeniyle sizin orada durmanızı uygun görüyoruz.'' şekindeydi...
Mavi gözler öfkeden kızarmıştı Yarbay Mustafa Kemal bir şekilde anadoluya geçmek istiyordu. Bir kez daha telgraf çekti ve düşündü.
Enver yaşıtıdır ancak harbiyede ondan iki sınıf üstünde mezun olmuştur. ( İlk karşılaşmaları için bakınız https://www.hukuki.net/forum/showthread.php?t=32089 ) Ancak hırsı aceleciliği ve hayalciliği çıkarla birleşince çok tehlikeli olmuştur. Kendisi Yarbaydır Enver ise harbiye nazırı ve Genel Kurmay başkanı bir paşa... Enver bir ay içinde iki kez terfi ettirilerek 34 yaşında hem paşa hem genelkurmay başkanı hem harbiye nazırı savaş çıkıncada başkomutan vekili olmuştur. Aralarındaki husumette devam etmektedir. Nasıl etmesin...
Edirnenin geri alınışında Çatalca ve Gelibolu kolorduları Edirneye birlikte girmiş Çatalca kolordusunun öncülerinin başında kolordu kurmay başkanı Yarbay Enver, Gelibolu öncü birliğinin başında ise Yarbay Fethi Okyar ve Harekat şube müdürü Binbaşı M. Kemal vardır. Ancak ittihatçılar kendileri dışında kimse istemediklerinden Yarbay enver Edirne fatihi olarak parlatılıp kahraman yapılmış Fethi bey elçi M.Kemal ise ateşemiliter olarak sofyaya atanıp göz önünden uzaklaştırılmıştır...
Enver Bey ittihatçıların hükümette yer almasını istedikleri bir kişidir bu yüzden Trablus ve balkan savaşlarındaki üstün başarılarından dolayı !!üçer yıl kıdem alır böylece 18 Aralık 1913 te Albay 19 gün sonra 1 Ocak 1914 te mirliva (paşa) olur. Aynı gün HarbiyeNazırı 5 gün sonra da 6 Ocak 1914 te Genelkurmay başkanı oluverir.... M. Kemal hala yarbaydır...
Son müracatı üzerine M.Kemal 29 Kasım 1914 te 1.Tümen komutanlığına atanır ama 1 Aralık 1914 te nedense bundan vaz geçilir. Çok sinirlenen M.Kemal çok sert tepki verir.
''Vatanın müdafaasına ait vazifelerden daha mühim ve daha mücebbel bir vazife olamaz. Arkadaşlarım muharebe cephesinde ateş hatlarında bulunurken ben Sofya Ataşeliği yapamam. Eğer 1. sınıf zabit olmak liyakatinden mahrumsam, kanaatinizi açıkça söyleyiniz...''
Sonunda 20 Ocak 1915 günü Yarbay Mustafa Kemal Harbiye Nazırlığına vekalet eden Dahiliye nazırı Talat Bey'in imzası ile 19. Tümen komutanı olarak Çanakkale cephesine atanır. Kahramanlar Çanakkale'dedir artık....
Osmanlı savaşa girmiştir. Dev bir donanma çanakkale'yi zorlayarak istanbul'a gitmek istemektedir. İki tarafta müthiş bir hazırlık yapmış beklemektedir.
17 Mart 1915 Akşamı Topçu er Seyit batarya'sının başında otururken komutanları dolaşmış erlere moral vermiş kısa konuşmalar yapmıştır. '' Düşman buradan geçerse engelsiz istanbul'a varır buda yenilgimiz vatanı kaybetmemiz demek olur ona göre davranınız...'' Er Seyit için bunun anlamı daha da farklıydı. Neticede evi Edremit körfezinde şirin bir köydü ve düşmanın yolu üzerindeydi. Ev demek vatan namus demekti ana baba demekti .Düşman ise yağma tecavüz esaret... ölüm ve yok olma... Ve düşmanın en önce varacağı yer ailesinin oturduğu yerdi . Komutanı haklıydı düşman geçmemeliydi.
18 Mart
Amiral gemisinden beklenen işaret gelmişti '' Ateş'' Tarihe dünya birleşik donanması diye geçen su üstü unsurları yeri göğü sarsarcasına ateşe başlamıştı. İlk ateşi Triumph zırhlısı açtı ilk karşılık anında İntepe bataryasından geldi..
Çanaklale'de yangın başlamıştı
Tarihe 18 Mart Çanakkale Deniz Savaşı olarak geçecek kıyamet başlamıştı...Saat 11 15 ti
Er Seyit'ii Tarihe mal edecek gün gelip çatmıştı...
End off this part...
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Dünya Birleşik donanması olanca gücüyle yüklenmişti Kilitbahir yanıyordu her yeri bir kızıllık kaplamıştı. Çanakkale'de kelimenin tam anlamıyla kuyamet kopuyordu.
Saat 1240 Rumeli Mecidiye Tabyasıda ateş altında direnmeye çalışıyordu. dakikada yaklaşık 35 top mermisi tabyaya isabet ediyor buna kısıtlı olanakla karşılık veriliyordu. Hayli kayıp verilmiş bir takım toplar isabet sonucu bazıları ise kum altında kadıklarından kullanılmaz hale gelmişti. Durum içaçıcı değildi ama yüreklerde mangal gibi cesaret vatan sevgisi vardı. Tabyanın en büyük ve yararlı topunun yanında bir mermi kalmıştı sadece tek bir mermi...
2'nci Ağır Topçu Tugayı, 4'üncü Ağır Topçu Alayı, 2'nci Topçu Taburu'na bağlı 5'inci bataryanın Mecidiye Tabyası'ndaki 3 no'lu topunda Batarya komutanı Yüzbaşı Hilmi ( Şanlıtop) son kalan mermiye bakar sonra boğaza Erenköy Koyu'na çekilmeye çalışan Bouvet zırhlısına bakar bu top bunun için der ve son mermisini ona atar . Geminin uzaklığını çok iyi hesaplayabilmiş olmasına rağmen kılpayı ıskalar vuramaz.
Üzüntü ve ızdırap yürağini sıkıştırır. Ah, ah bir kaç mermi daha olsaydı ....
Ama bu topun mermilerini taşıyan vagoncuk çalışmaz durumdaydı. Top mermileride bu vagonsuz taşınamayacak kadar ağır.
Sıra eri Edremitli Seyit bu çaresizliğe isyan eder içine dokunur '' Buradan geçmek demek İstanbul demektir.'' sesi kulağında yankılanır. Cephaneliğe koşar. 215 Kg lık dev mermi rayın kullanılmaz durumda olmasından dolayı cephaneliğin kapısında ki kaldırmaca bağlı olarak havada durmaktaydı. Seyit daha önceleri 190 kg lık mermileri kaldırmış bu sayede iddaları kazanmıştı. Birazda bunun verdiği güvenle mermiyi işaret ederk '' Sırtıma verin.!'' dedi...
Oeada bulunanlar ve özellikle cephaneciler itiraz etti. '' taşıyamazsın Seyit bu çok ağır '' dediler. Seyit çoktan kararını vermişti Taşıyamazsın da ne demekti? Şu demir yığını ölüm kusan gemi geçip gidecek miydi ? Ailesini sevdiklerini vatanını elinden mi alacaktı? Topu boynu bükük mü kalacaktı ? Her bir yerde mermiler patlıyor toprak oraya buraya serpiliyordu. Seyit'in içindeki öfke vatan sevgisi doldu taştı ve dayanamadı bağırdı. '' Siz verin. Çabuk olun !''...
Seyit e birşey olmasın diye mermi kaldıracının askılarından çözülmeden ağır ağır indirilir. Seyit iki eliyle top mermisini kucaklar kemikleri zangırdar eklemleri ezilir Damarları çatlıyordu burnundan kan boşandı ama Seyit bana mısın demedi besmele çekip yürüdü mermiyi top asansörüne yerleştirdi.
Arkadaşları tarihi bir olaya tanık olan arkadaşları bu olağanüstülük karşısında sinip nefeslerini tutmuşlardır. Daha sonra yaşanan bu olayın tarihi tanıkları olan Deli Mustafa ile Deli İbrahim '' Gözlerimiz faltaşı gibi açık kaldı. Annesini kucağında taşır gibi topu asansöre yerleştirdi. Bu tarihi olağanüstülük sırasında bizler donup kalmaktan nefesimizi tutmaktan başka bir şey yapamadık!'' diye anlatacaklardır yaşananları....
Sıra eri Seyit kanayan burnunu silerek koşa koşa geri gelir . Cephanecilerde mahzenden bir mermi daha çıkarırlar. O mermiyide sırtlayan Seyit koşar adımlarla bunu da asansöre yetiştirir. Üçüncü mermi için döner üçüncü mermi çok ağır gelir Seyit e dizleri çözülü çözüle sürüme sürüne üçüncü mermiyide asansöre koyar orada çöker kalır...
Sıra eri Seyit in bu olağanüstü ile taşıdığı üç mermi Bouvet'in sonunu hazırlar. İlk mermi geminin kulesini ikincisibaş taretini parçalar. Üçüncü mermi ise su kesiminin biraz altına isabet ederek öldürücü darbeyi vurur. Açılan yaradan dolayı dev gemi yana yatar. Mecidiye mürettabatı sevinçten deliye dönmüş birbirine sarılıyordu. Ama Bouvet'in sonu böyle olmadı. Kader tahliye ye ağır ağır batmaya izin vermedi. Bouvet hareketsiz kalmış bir şekilde Karanlık Liman a kaymaya başladı. Orada Nusrat'ın döktüğü hala keşfedilmemiş mayınlar bulunuyordu. Bu mayınlar suların altında kuzu kuzu yatmaktaydılar. İşte Bouvet'in yaralı gövdesi bunlardan birisine çarpınca yeri göğü inletip çatlatacak bir gürültü bir patlama oldu. Gök kızıllaştı sonra bozlaştı siyahlaştı... Gemi topu topu iki dakika dayanabildi buna ve geminin komutanı Rageot, 20 mürettabatı ve 600 er ile birlikte sulara gömülüp kayboldu. Saat 14 05 ti....
Bu olay büyük bir coşku seviç ve moral kaynağı oldu. Olayın duyulması üzerine bu anı ölümsüzleştirmek isteyen Ordu Foto Film Merkezi 215kg lık merminin kaldırılış anının Fotoğrafını çekmek ister. Ama o ruh hali kaybolmuş Er Seyit mermiyi kaldıramaz. Bir topun içi boşaltılır maket mermi haline getirilir ve o meşhur fotoğraf çekilir. Daha sonra Heykelleşecek olan fotoğraf.....
Türk Müstahkem Mevkileri Komutanı Miralay Cevad Bey (Alb.Cevat Çobanlı) eliyle Ona onbaşı rütbesini takmıştır. Böylece sıra eri Seyit tarihe geçecek adıyla Onbaşı Seyit olmuştur.
1918 in sonbaharında 1909 NisanInda çıktığı köyüne terhis olarak döner. Öncelikle sanatı olan Ormancılık ve kömürcülükle uğraşır. Kurtuluş savaşına direk katılmasada Kuvvayi Milliyeye Edremit'te yardım eder. 1934 te soyadı kanunu çıkarılınca soyadını ÇUBUK olarak alır. 1939 yılında havranda bir yağ fabrikasında çalışırken 50 yaşında akciğerlerindeki rahatsızlık (zatüre) den dolayı vefat eder.
Doğduğu köyün adı Koca Seyit köyü olarak anılır ve resmen bu isim verilir. Havranda bir ilk okul ve caddenin adıda koca seyittir. Havran meydanında da heykeli bulunmaktadır.
İşte tarihimizdeki Çanakkale savaşının Bilinen Kahramanlarından olan Seyit onbaşının gerçek öyküsü budur. Betimlemelerde çok az katkım olsada olay yaşanan budur. O zaman ne yapalım son bölüme geçelim yani kıssadan hisse çıkaralım...
Bölüm sonu....
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
And Oscar Goes Tooooo .................. Who?
a-Recep Tayyip Erdoğan
b-Seyit Onbaşı
c-Abbas Abi
d-Komodorbirtere
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Tebrik ederim bir yazımı tamamlatmıyorsunuz. gerçi bende ağır yazıyorum bitiremiyorum başladığım konuları ama olsun. Madem araya girildi o zaman öncelikli olarak Oscar'ın kime gideceğine dair sorunuzu kendimce yanıtlayayım.
A- Recep Tayip Erdoğan : Sanata ve sanatçıya düşmandır. ''Takiye ve yalan'' Oscar ı verilmediği sürece bu konuda avcunu yalar. Kendi beğenmediği her davranış ve eleştiriyi '' sanatsal'' olarak değerlendirdiğinden '' Artizlik yapma lan!'' gibi '' sanatsal eleştiri'' ile değerlendirir. Yunus Emre ve M. AKif dışında ''sanatla'' ilgisi olan bir tanıdığı yoktur. Bu kişilerinde ne zaman yaşadığını hangi şartlar altında ve nerede ne dediklerini bilmediği gibi bu kişilerin cümlelerinin başını sonunuda bilmez. Okuduğu en ciddi kitap yukarıda da belirttiğimiz gibi ''Mutuk''tur. Bu kişiye oscar verilmez.
B-Commodore1tr : Sanat ve sanatçıyı sever. Fırsat buldukça film tiyatro sahne gösterilerini izler. Neredeyse '' inanılmaz'' bir DVD kolleksiyonu vardır. Ancak ''oyunculuk'' yeteneği sıfır bile olamayacak şekilde eksilerde dolaşır. Kaldı ki oyunculuk yapsada bir yerde unutup kelalaka bir ''replik'' sunarak devam eder ama ilgisiz bir zamanda da unuttuğu konuya geri dönerek sanki hiç ara verilmemiş gibi oradan anlatmaya devam eder. Dolayısı ile kendilerine değil ''oscar'' her hangi bir film de yemesi için parasıyla bile '' pop corn'' bile verilmez.
C- Av. Abbas Bilgili : Sanat ve sanatçıya olan ilgisini bilemiyoruz ancak okumaya ilgisi olduğu kesinlikle anlaşılmaktadır. Bununda ''oscar'ile ilgisi yoktur. Sıfati Avukat olduğundan eğer oscarlık bir oyuncu olsaydı kendilerinin ''şeytanın avukatında '' baş rolde görmemiz gerekirdi. Bırakın filmini fragmanında bile yoktu. Demek ki oscarlık bir oyun yeteneği bulunmamaktadır. Zaten görülüp anlaşıldığı üzere zatıalilerinin en büyük ''meşgalesi'' avukatlıktan boş kalan zamanlarında AKP ye muhalif olanlara muhalefet etmektir.
D- Onbaşı SEYİT : Hiç oynamamıştır. Vatanı uğruna bir hayat yaşamış oyunculuğunu ''gerçek hayatta '' göstermiştir. Hiç bir ''görsel efekt'' hiç bir kurgu ile ''canlandırılıp oynanamayacak'' bir destanın aktörlerinden olmuş ve kendi destanını bizzat '' yaşatmıştır.'' Yaşamı hiç bir Oscar la ödllendirilemeyecek kadar BÜYÜKTÜR. Başka bir deyişle ''Oscar'' Seyit Onbaşıya küçük gelir yetmez. Onun gerçek ödülü '' kalbimizdeki saygın onurlu yeridir''; Onun gerçek ödülü '' Her duamızda ruhunun şad mekanının cennet olması'' temennimizdir. Onun gerçek ödülü ''daima minnet ile anmamız unutmamamız, unutturmamamızdır''. Oscar göldeki damla bie etmez onun ödülü yanında....
Görüldüğü gibiseçeneklerinizin hiçbiri ''oscar'lık değil. İki kişini yeteneği yok ,birisi oscar a düşman ; ASIl kişiye ise oscar çok ufak gelmektedir. O zaman gelin biz bırakalım '' oscar'ı gene '' oscarlıklar '' alsın abd de oynasın...
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Yazınızı ilgiyle okudum.Türk Tarihinin bilinmeyenlerine ışık tutuyor. Çanakkale geçilmez sözünü altın harflerle tarihe kazıyan bu kahramanın 1939 yılında zatürreden öldüğü zaman çalıştıgı, o fabrikanın sahibi olan kişi( kişiler) acaba o yıllarda acaba neredeydi. Bence araştırılması gereken en önemli konulardan biride bu olsa gerek. Kanaatim odurki dönemin varlıklı aileleri suya sabuna dokunmayanlardan oluşuyordu genellikle. Saygılarımla. Ökkeş Kadri BAÇKIR. Emekli Assubay.
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Sayin commodore1tr, yazinin devamini sabirsizlikla beklemekteyim, icimden bir ses yanliz olmadigimi soyluyor :)
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Sayın commodore1tr;
Aşağıdaki alıntıdan hakkımdaki düşünceleriniz anlaşılıyor. Oscar konusunda sizinle hemfikirim ama bu alıntıdaki son cümleniz beni gerçekten üzüyor.
"C- Av. Abbas Bilgili : Sanat ve sanatçıya olan ilgisini bilemiyoruz ancak okumaya ilgisi olduğu kesinlikle anlaşılmaktadır. Bununda ''oscar'ile ilgisi yoktur. Sıfati Avukat olduğundan eğer oscarlık bir oyuncu olsaydı kendilerinin ''şeytanın avukatında '' baş rolde görmemiz gerekirdi. Bırakın filmini fragmanında bile yoktu. Demek ki oscarlık bir oyun yeteneği bulunmamaktadır. Zaten görülüp anlaşıldığı üzere zatıalilerinin en büyük ''meşgalesi'' avukatlıktan boş kalan zamanlarında AKP ye muhalif olanlara muhalefet etmektir."
Bu sitede defalarca AKP'li olmadığımı, bir başka partinin üyesi olduğumu yazdım. Başka bir partinin yetkili organlarında dahi görev yaptım. Siz kafayı AKP'ye taktığınızdan, her demokratik tepkiyi veya her sizin gibi düşünmeyeni AKP'li sanıyorsunuz. AKP'nin asker ya da hukuk (mahkeme) darebesi ile değil, alternatif oluşturacak ciddi bir halk hareketi ile gitmesini istiyoruz. Bu memleketin temel kurumları ile kavgalı olmayan, özgürlükçü ve demokratik bir ciddi oluşuma ihtiyacı var ve biz böyle bir oluşum için çevremizde uğraşıyoruz. AKP'li olsa idik, böyle bir oluşumla uğraşmaz, gider AKP'ye kaydolur ve oradana nemalanırdık.
Selam ve saygılar.
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Alıntı:
Ulaş Değirmenci rumuzlu üyeden alıntı
Sayin commodore1tr, yazinin devamini sabirsizlikla beklemekteyim, icimden bir ses yanliz olmadigimi soyluyor :)
Al bendende o kadar. Bende merakla beklemekteyim bu yazının düğümünü nasıl atacağım diye. Aklıma habire başka birşeyler geldiğinden düğümü atamadığım gibi tam bir şey diyeceğim sataşma oluyor !! dönüp ona yanıt veriyorum. Zaten bir türlü toparlayamadım sanırım ben sizlere bir öykücük daha anlatarak sona geleceğim anlayan ne anlarsa diye düğümü açık bırakarak...
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Alıntı:
Av.Abbas Bilgili rumuzlu üyeden alıntı
Sayın commodore1tr;
Aşağıdaki alıntıdan hakkımdaki düşünceleriniz anlaşılıyor. Oscar konusunda sizinle hemfikirim ama bu alıntıdaki son cümleniz beni gerçekten üzüyor.
"C- Av. Abbas Bilgili : Sanat ve sanatçıya olan ilgisini bilemiyoruz ancak okumaya ilgisi olduğu kesinlikle anlaşılmaktadır. Bununda ''oscar'ile ilgisi yoktur. Sıfati Avukat olduğundan eğer oscarlık bir oyuncu olsaydı kendilerinin ''şeytanın avukatında '' baş rolde görmemiz gerekirdi. Bırakın filmini fragmanında bile yoktu. Demek ki oscarlık bir oyun yeteneği bulunmamaktadır. Zaten görülüp anlaşıldığı üzere zatıalilerinin en büyük ''meşgalesi'' avukatlıktan boş kalan zamanlarında AKP ye muhalif olanlara muhalefet etmektir."
Bu sitede defalarca AKP'li olmadığımı, bir başka partinin üyesi olduğumu yazdım. Başka bir partinin yetkili organlarında dahi görev yaptım. Siz kafayı AKP'ye taktığınızdan, her demokratik tepkiyi veya her sizin gibi düşünmeyeni AKP'li sanıyorsunuz. AKP'nin asker ya da hukuk (mahkeme) darebesi ile değil, alternatif oluşturacak ciddi bir halk hareketi ile gitmesini istiyoruz. Bu memleketin temel kurumları ile kavgalı olmayan, özgürlükçü ve demokratik bir ciddi oluşuma ihtiyacı var ve biz böyle bir oluşum için çevremizde uğraşıyoruz. AKP'li olsa idik, böyle bir oluşumla uğraşmaz, gider AKP'ye kaydolur ve oradana nemalanırdık.
Selam ve saygılar.
Abbas bey;
Dikkat ederseniz sizle ilgisi cümleyi '' AKP ye muhalif olanlara muhalefet etmektir.'' diye bağladım. Bunu özellikle yaptım çünkü bu bu kişi AKP li değildir ama AKP ye laf edenlerede laf etmeden duramaz anlamını taşımaktaydı. Çünkü yazılarınızın tamamını okumaya çalışıyorum. Okudukçada açıkça gördüğüm AKP ye ne şekilde eleştiri gelirse gelsin bir şekilde muhalefet yapıyorsunuz. Bende isterim AKP nin bir askeri sürece girmeden yada hukuksal zorlama olmadan gitmesini ancak görünen o ki AKP kendisine karşı olan her şeyi darbe olarak niteleyerek hukuk dışı olmakla sıçluyor ve maalesef bunada inandırıyor. Aslında son derece tehlikeli bir darbeyi AKP planlayıp uyguluyor önemli olan bunu geç kalmadan görmek unutmamak gerekirki hukuk ta demokrasi içerisinde olan bir kurumdur. Hukukta demokrasiyi savunur. Zaten Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının tek görevi buna bakmaktır. Ve bir kere daha unutnayınız ki ARALIK 79 da İran a uçak inene kadar bir DARBE yoktu...
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Sonu bağlamadan hiçbir yerde bulamayacağınız bir öyküyü ekstradan hiç bir ücret talep etmeden Hukuki.net farkıyla yada ukalalık yapayım biraz commodore1tr farkıyla sizlere anlatıyorum bağlamayı bilahare yapacağım ama bağlantı yerleri iyice netleşecek... Tarihede not düşmüş olalım bir bütün olarak bulma şansımız bir daha olmayabilir...
Kış bahara dönüyordu. Ama Kırım dondurucu soğuğundan bir şey kaybetmemiş insanların yüzünü yalayan dondurucu rüzgarını savuruyordu. Hızır bey sevinsin mi üzülsün mü bilemiyordu. Hanımı Bahtlı doğum yapmak üzereydi. Zaten zor geçiniyorlar Türk oldukları içinde Rusların baskısını iyice hissediyorlardı. Ama can Allah tan gelirdi. O da dişini sıkacak bu en son aileye katılacak ferdede gereken değeri verecekti.
1898 in 11 Mart günü Bahtlı hanımın sancıları iyice arttı ve bebek dünyaya gelmek için harekete geçti. 11 Mart 1898 de Kırım da kar tipi şeklinde yağıyor insanlar buz tutuyordu ama dünyaya bir bebek merhaba demişti... Aile neşeye boğuldu bebeği bağırlarına bastılar. Biraz gizli olarak ritüeli tamamlayıp bebeğin ismini koydular...
Hızır bey dişini sıktı sıktı sıktı Rusların baskısı inanılmazdı. Dinleri dahil her şeyleri dilleri sevgileri özlemleri sorun oluyordu. Ama sonunda dayanamadı yeter deyip 1904 te Eskişehir e geldi. Bebek artık çocuktu. Oynamak istiyor tam oynayamıyordu. Oradaki yabancılıktan buradaki yabancılığa. Çocukluk yılları pekte çetin geçiyordu. Kırım'ın soğuğundan Eskişehirin bozkırına...Ama hava sıcaktı.. Diğer çocuklar üşürken o neredeyse terliyordu.
Zekiydi cin gibiydi ama zamanın şartlarının olumsuz etkisi ondada etkili oldu ve yarım yamalak bir şekilde okuma öğrendi. 1914 yılının sonlarında artık 16 yaşında bıyıkları terlemeye başlamış delikanlılığa adım atmak üzereydi. Çiftliklerde çalışmış her türlü işi yaparak ailesine yardımcı olmuştu.
Osmanlı İmparatorluğu'nun beklenmeyen bir şekilde savaşa girmesi yaşamını kökten değiştirecekti. 1915 yılında savaş şartlarının ağırlığı ve Osmanlının aslında hiçte hazır olmamasından dolayı daha 17 yaşındayken askere alındı. Acemi birliği ve atış eğitimlerini tamamlamak üzere İstanbul'a geldiğinde çakı gibi bir askerdi artık. Sevecenliği cinliği ve ustalara taş çıkaracak yeteneği ile Alman Yüzbaşının dikkatini çekti. O aralar Osmanlıda Alman ekolü ağırlıklı bir askerlik vardı ve eğitimin başında dahi Alman subayları bulunmaktaydı. Koca Osmanlının acınası halleri.. Genel kurmay başkanı Enver Paşa da Almanları nedense pek bir sevmişti. Hayatında Alaya bile kumanda etmemiş Enver tercihlerini hep yanlıştan yana yapmıştı. Aynen Çanakkale'ye de kendisi gibi Alay bile idare etmemiş Limon Paşa yı göndermesi gibi. Limon Paşa nın yeteneksiz bir asker dirayetsiz bir komutan olması Çanakkale'yi bizler için cehenneme çevirecektir ama o ayrı bir hikaye nereden geldim buraya bilmiyorum devam edeyim ben....
Alman yüzbaşı bu cin eri alıp özel olarak yetiştirilen birliğe alır. Bu ikiyüz kişilik özel birlik İstanbul yakınlarında eğitime tabii tutulur. Günümüz kimyasal silahlarının o zamanki benzeri olarak anılan ''gaz'' birliğidir bu özel birlik. Osmanlının gizli gaz birliği.... Zehirli gaz olarak bilinen o dönemin kimyasal silahının nasıl kullanılacağını öğrenir. Onlar da bu eğitimi cephede savaşan askerlere öğretecektir. Daha sonra bu olayı şöyle tanımlayacaktır genç asker : “Almanlar gazı nasıl kullanacağımızı bize öğretti. Teneffüs takımı vardı, kafamıza takıyorduk. Bu gaz bir silahla atılıyordu. Patladığı yerde dumanı dağılıyordu. Gaz zehirliyordu.” Eğitimini tamamlayan birlik 50 şerli dört ayrı gruba ayrılır. Bizim genç askerede Bağdat yolları gözükür....
Görev gizli olduğundan kimseciklere haber verilmez. Yolculuk 10 gün sürer yolculukta komutan yüzbaşı dahil bir çok asker hastalanır o günleride şöyle anlatır genç asker ''Bağdat'a savaş için gitmedim. Bizim oraya neden gittiğimizi kimse katiyen bilmiyordu. Ne kumandanlar ne başkası.'' Halil Paşa komutasındaki Osmanlı askerleri 11 Mart 1917 tarihinde Bağdat’ı İngiliz birliklerine teslim etmiş, ancak Osmanlı askeri yeniden gücünü toplayarak Bağdat’ı kuşatmıştır. Bizim genç askerimiz de bu günlerde Gizli Gaz Birliği’nin üyesi sıfatıyla Bağdat’tadır. Bir ay boyunca ‘gazı kullanın’ emrinin gelmesi beklenir. O anıda şöyle ifade etmektedir. “Bağdat’ta bir ay kadar durduk. Yapacağımız işi bekliyorduk. Askere öğretecektik. İstanbul’u arayınca gazı kullanmayın emri geldi.” Böyle bir emir gelince görev otomatikman iptal olmuştur. Gizli görev kalkınca bizim er müstahkem tabura katılır . basra ya gider savaşır. Bağdat ın geri alınması için kuşatma yapan 10 bin askerden birisi olur. Bağdat’ın yeniden Osmanlı topraklarına katılması an meselesidir. İngilizler kuşatılmıştır. Havadan kuşatma altındaki İngilizlere erzak gelir. Bir ara un ve üzüm taşıyan bir gemi karaya oturtulup erzaklara el konur. Aynı günlerde, 13 Kasım 1918’de İstanbul İngilizler tarafından işgal edilmiştir. Başkenti işgal edilen cephedeki Osmanlı askerine destek bir türlü gelmez. 5 bin asker şehit olur, kalanlar da teslim olmak zorunda kalır.Osmanlı askeri teslim olmaya karar verince elindeki silahların ve topun düşman askerine geçmesini istemez. Bütün silahları birbirine çatıp yakar, topları da kullanılamaz duruma getirir. Tüfeklerin bir kısmı da Dicle nehrine atılır bizim asker o gün içinde şöyle diyecektir. "Türk askerinin silahı, canından daha kıymetlidir."....
Bizim yağız asker usta bir askerdir. Ama esir düşmüş kolundan da yaralanmıştır. 65 gün hastanede tedavi görür kolunun kesilmesi gündeme gelir ama Bir İngiliz doktorun azmi ve tedavi ısrarı sonucunda iyleşir. Tam iki sene esir hayatı yaşar o ara bir gerçek ortaya çıkar Kolundaki yaradan dolayı çalıştırılmazken diğer esirler para karşılığında işe götürülür. İki seneye yakın esir kaldığı kampta bir Arap kendine “German, German” diye seslenir. “Ne Almanı! Müslümanım ben.” der. Koynundaki hamaylını çıkartıp Yasin-i Şerif’i okur. Arap şaşırır. Olayı, “İngilizler kurnazdı. Araplara bizi Müslüman değil Alman olarak tanıtmışlar. Esirlerin etrafında Arap olmasını da istemezlermiş. Savaşta Alman vuruyoruz sanıyorlarmış.” diye anlatır bizim yağız asker. Bir süre sonra esir değişimi olur ve bizim er serbest kalır. 22 günde İstanbul'a güç bela varır. İstanbul' a geldiğinde ilk gördüğü boğaza demirlemiş İngiliz gemileridir. Bizim usta askerin gözleri yaşarır vurulduğunda canı bu kadar yanmamış acı duymamıştır. Gittiği askeri birlikten "Ordu dağıldı, siz de evinize gidin" yanıtını aldıktan sonra memleketlerinin yolunu tutar. Evden ayrılışından yaklaşık üç sene sonra Bilecik'e kadar yürüyerek gelir neyle karşılaşacağını bilemez sonunda Eskişehir e gelir. yıl 1919 un Nisan ayıdır.....
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Bizim yağız asker bir hafta ablasının yanında dinlenir içi kan ağlamaktadır. Ama yapabileceği hiç ama hiç bir şey yoktur. Sonunda tezkeresini almaya gitmeye karar verir. Teskeresi için geldiğinde Anadolu'da direnişin başladığını öğrenir. İçini bir sevinç kaplar işte beklediği olmuş Anadolu dirilmeye başlamıştır. Teskere almak için girdiği askerlik şubesinden '' İsmini Mustafa Kemal'in ordusuna yazdırmış'' gururlu bir er olarak tekrar çıkar. Zaman vatan için savaşma zamanıdır. Gururla evine döner iki üç gün içerisinde hazırlıklarını yapar ve Polatlı ya yola çıkar. Asıl savaşı şimdi başlamıştır....
Polatlıda kısa bir eğitim görür zaten en usta askerlerdendir kendisi. O anıda şöyle anlatır artık bizim usta asker “Bu tarafta Mustafa Kemal olmuş. Kütahya’da onun ordusuna katıldım. Onun askeri yoktu. Birtakım çoluk çocuğu asker yapmış, ne silah kullanan var ne başka bir şey. Eline silah verilen asker olmuş.” Anlayın artık bizim Çılgın Türkler in doğuşunu....
Polatlı'dan cepheye katılan bizim usta asker burada Sakarya Meydan Muharebesi'ne katıldı. Bizim askerin ayağında ne çarık nede karnında azık vardı. İman dolu gir göğüs ve bitmek bilmeyen bir vatan sevgisi vardı.
Dürbünle kendilerine altı saat mesafedeki düşmanı gözetliyor hareketlerini takip ediyordu. Düşmanın elindeki ağır silah ve modern vasıtaları dürbününden net bir şekilde görünce '' Uffff ufff uffff vay anam vay...'' nidaları peş peşe dudaklarından döküldü. Tam bu nidaları bitmiştiki bir ses duydu...'' Ne oldu çocuk ? Ne gördün ?'' Bizim usta asker dünyayı titreten Türk askeri sesin sahibine baktığı an dizleri çözülür gözleri kamaşır karşısında bir çift ateş gibi mavi göz durmakta altın sarısı saçlar parlamaktadır. Mustafa Kemal Paşa'nın gözleri gülümseyerek bakmaktadır bu has vatan evladına kendisini toparlayan bizim asker yanıt verir ''Düşman komutanım'' Ulu önder dürbünü alır bakar '' Düşman ayağımıza gelmiş karşılamamak olmaz....'' der. Yaklaşık yarım saat sonra ordu hareket eder.... Keskin savaş başlar.... Polatlı tarafında sabaha karşı düşman gelip bizim istihkâmlara yerleşmiştir Nöbetçiler de sabah görünce ‘Düşman geldi, düşman geldi’ diye uyarırlar. Askerlerimiz savunma için geri kaçar bizim asker kaçamaz. Bizim tarafla bbizim asker arasında bir kurşunluk mesafe var. Arkasında da Yunan askeri var. Düşman ateş etmeye başlar.. Teslim olsa eziyet edip öldürürler. Bizim tarafa doğru koşar. Bir kulağına düşmanın, bir kulağına bizim askerin kurşunu gelir. Kafasına teki değse kesin ölüm. Ama kurşun yemeden bölüğüne katılır. Kocatepe yakınlarında ki çatışmada yaralanan Yüzbaşının '' beni bırakma'' demesi üzerine onu kurtarır ve ne olduğunu merak eder fakat öğrenemez. Son taaruz için askerlere hazırlık yaptırıp talip ettirirken canı bir sigara çeker bizim askerin. Tütün zaten zor bulunan bir şeydir o zamanlar. Bizim asker tütününüde bulamaz. canı sıkılır ceplerini arar Allah arar ille bir kırıntı bulmak için '' Bir çekimlik yahu bir çekimlik '' diye kendi kendine söylenirken yandan bir sigara uzatılır '' Yak bakalım birlikte tüttürelim....'' der bir ses. Sigarayı ikram gibi alır çok sevinir tam yakacakken sigarayı tutana bakar bir şok daha geçirir bizim asker... Karşısında İsmet İnönü vardır......
Destan yazılan savaş sona ermiştir. Bizim er 1915 te başladığı askerliği 1922 de tamamlamıştır Gururla memleketi Eskişehir 'e döner ne ana vardır ne baba ikiside vefat etmiştir....
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Hakimin elleri arasında ciltli ince koskoca bir şey vardır bir kaldırır bir kürsüye koyar karar defteri mi defteri kebir mi ne tam anlaşılmaz. Bir suçlu vardır önünde bir de inanılmaz bir kalabalık yarısı kızgın yarısı şaşkın yarısı sulu göz. Bir şeyler olmuştur bir dolandırıcılık bir delikanlılık kabadayılık raconuna ters bir şey ama ne ? Hakimin garip bakışları altında savunma yapılır ki tarihe geçecektir...
''Yani öğretmek gibi olmasın ama kimsenin on parasına dokunmadım. kimsenin emniyetine yani böyle bir halel getirmedim. Ama o küçük kız.. .Ya iki güne kadar gitmezse ölecek dediler hakim bey. Böyle bir şey... Hani saksıda çiçek gibi şu kadarcık. Sen olsan ne yapardın hakim bey ? Ya siz...Ölecekmiş, ölmesin dedim! Bir can kurtulsun dedim. Bütün hayatımda ofsayt dediler, bir işe yaramaz, sümsük dediler, varsın yine desinler dedim. Hayatımda bir defacık bir kız sevdim, onu da kaybedeyim dedim. Hayatımda bir kerecik bir şey kazanacak oldum onu da kaybedeyim dedim. Tek, bir can kurtulsun dedim. Çocuğu kurtaracak kadarını aldım, üst tarafına el sürmedim. Fena mı oldu? Sizler, hepiniz...hepiniz, hepiniz hakem olun abiler... ya bu maç be. Tıpkı bir maç. Ama böyle hayat sahasında oynanıyor. Oyuncuları bizleriz. Topumuz da namusumuz, vicdanımız, insanlığımız. ben, ben Osman. ofsayt Osman. Söyleyin be... Allah rızası için söyleyin. Gene mi atamadım golü ha? Bu da mı gol değil be? Gol mü? ( bu arada ağlamakta salon ve hakimde ağlamaktadır.)
– Ayla : gol!
- bu da mı gol değil be!
Ferhat Ağa: gol yavrum gol.
- bu da mı gol değil!Adaletine, insanlığına kurban olayım hakim bey, bu da mı gol değil ?
( VEEE hakim yani mahkeme resisi TÜRK ADALET tarihine geçecek ve bir daha şiirde hikayede filmde maslada öyküde romanda karikatürde resimde asla görülemeyecek kararını şağ elini kaldırıp o ne olduğu anlaşılmaz deftere vurarak verir.... )
- Golll....
Anımsadınız mı? Bu son sahneyi yazabilmek için 15 kere filan seyrettim filmin sonunu elifi elifine... Sadri Alışık ın Şakayla Karışık filminin finali Filiz Akın Ajda Pekkan Vahi Öz Kadir Savun çok güzel bir filmdi.. Hakimde Selahattin İçsel Ferhat ağa da Aziz Basmacı...
Şimdi burada bunun ne işi var diyeceksiniz ... Burada bunun şu işi var film karakteri olarak Ofsayt Osman ( Yaşam ona ofsayt gelmiştir karakteri dört dörtlüktür) bile muhteşem bir gol atar. ( Hukuken olanaksız olsada gönüllerde atmıştır bence...) Ama birisi varki birisi icraat olarak karakter olarak hep ofsayt olmasına karşın hayatına asla ofsayt olamayacak bir şekilde taçtan atılan bir topla kalecisiz kaleyle karşı karşıya kaldığı halde yanında arkadaşı da varken Ofsayttan öte kalmıştır... Neyse yeri gelince devam ederiz. Kısa bir öykü...
Kuzey İtalya'nın Bettola şehrinde fakir bir ailenin 7 Aralık 1897 de bir bebekleri olur .Aile fakirdir ve çocukları çoktur. Üç sene sonra aile bölünür ve daha üç yaşındayken ağabeyleri Fransa ya gider o ailesiyle yanlız kalır. Anne evlatlarının hasretine dayanamaz ve 9 yaşında bir çocuk olarak Fransa ya gelir oda. Çevresine alışması yanı sıra hem fakir olmaları hem yabancı olmalarından dolayı hayat çok ama çok zor olur onun için ...Gazete dağıtıcılığı baca temizliği yaparak hayatını idame ettirir ailesine destek olur....
Zor yıllar gelmiştir 1. dünya savaşı çıkmıştır 1915 te İtalya savaşa girince askere çağrılır ve Avusturya ya karşı tirol şehrinde savaşa girer ve yüzünden yaralanır. Almanların yaraladığı bazı Fransız askerlerini kurtarır kahramanlıklar gösterir.
Savaş biter Fransaya bir daha geriye dönmemek üzere yerleşir ve 1939 yılında Fransız vatandaşı olur. Ağabeyleriyle birlikte çok çalışıp üretip metal ve boru üreten bir şirket kurar 2. dünya savaşı çıkıncada şirketini Vichy’ye taşıdı ancak bu kent düştüğünde direnişçilere maddi manevi yardımcı oldu. İşin ilginci bu savaşta italya Fransa ya karşıydı... Ama o gök mavisi Fransız savaş üniformasını ve Fransa'yı sevmişti...
2. Dünya savaşıda bitince işlerini büyütür çalışır çalışır yanında 5 bin kişiye yakın personel çalışan dev bir şirketin sahibi olur. Savaştan konuşmayı savaşla ilgili öyleşi yapmayı ve ölümünde tören yapılmasını hiç istemez.Savaşa karşıdır zaten Fransa’dan Legion d’Honneur dahil beş madalya alır ve bunların hepsini bir ayakkabı kutusunda saklar. Vefatıyla ilgili tören ısrarlarına son zamanlarda dayanamayıp '' sade bir tören'' belki der...
Fransa Cumhurbaşkanlığı basın yayın bildirisinde bizzat Cumhurbaşkanı ağzından 12 Mart 2008 de Fransanın en büyük askerinin 110 yaşında öldüğünü Fransa nın yasa boğulduğunu duyacaktır....
Şehitleri anmak için o gün tüm ülkede bayraklar yarıya indirildi. Başbakan François Fillon, Savunma Bakanı Herve Morin , Genelkurmay Başkanı Jean-Luis Georgelin, Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac da törende hazır bulundu. Cenazeyi taşıyan askerler ise törene Birinci Dünya Savaşı üniformaları giyerek geldi. Fransız yetkililerin Ponticelli’yi devlet mezarlığına gömme talebine rağmen 79 yaşındaki kızı aile mezarlığına defnedilmesini tercih etti. Ülkenin en büyük gazeteleri manşetten dev resmiyle haberlerini verdi. O Fransanın savaşmış son gazisi Lazare Ponticelli ydi...
Ofsaytta olmasına rağmen golün nasıl atılabileceğinin en güzel örneğinide Fransa vermişti....
EE artık izninizle toparlama bölümüne geleyim......
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
15 ve 16 da anlattığım öyküyü bağlayayım . Belki kim olduğunu anladınız belki birisinden bahsedildiğini anlamadınız bile ama önemli değil bu kişi öyle birisiydiki... Bizim bilip bilmememiz önemli değil...
Bizim er 1915 te başladığı askerliği 1922 de tamamlamıştır Gururla memleketi Eskişehir 'e döner ne ana vardır ne baba ikiside vefat etmiştir.... demişiz... devam kısaca ama...
Eskisehirde enişteleriyle birlikte çiftçilik manavlık gibi işlerle uğraşır asla tamah etmez. Görücü usulüyle evlenir. Tam 6 Çocuk 48 Torun sahibi olur Şu sözü çok ama çok önemlidir. ( Hikayemizde Atatürk ile karşılaşmasını anlatırken duyguları... )
“Adı aramızda daha o zaman efsane haline gelen komutan, o anda tam karşımdaydı. Rüya gibiydi. Mustafa Kemal’in zaman zaman asker ve halk arasına karışarak insanları şaşırttığını hikâye gibi anlatırlardı. Ben de, “Koca komutanın ne işi var bizim gibi insanlarla” derdim. Şimdi düşünüyorum da onu Türkler’in Ata’sı yapan işte buydu. 109 yaşıma geldim. Cumhuriyet’in bütün yöneticilerini gördüm. Bunca yıl sonra Atatürk’ün niye Atatürk olduğunu ancak bu kelimelerle anlatabiliyorum. Atatürk kâh çocuk olurdu kâh kendinden yaşça büyük bir dede.”
Aslında daha sonra bir kez daha karşılaşırlar Ulu önderle... Atatürk şakalaşır '' Bak bakalım düşman görünüyor mu ?'' der bu anıları hiç ama hiç unutmaz 1934 te soyadı kanunu çıkınca yaptığı işten dolayı SATAR soyadını alır. Aslında hiç bir şey satmasada bakmak zorunda olduğumuz bu kişi... Son on senesinde pek dışarıyada çıkamaz o yağız yüz parlak ela gözler içine kaçmıştır. Verdikleri maaş Türkiye için Utançtır....
2006 senesinde commodore1tr evinde ziyaretine gitmiş elini öpmüş helallik almıştır. Tam 6 saate yakın oturup o nurlu yüzü seyretmiş gözleri dolu dolu olmuş 301. madde olmasına rağmen kısmen Türklüğünden utanır gibi olmuştur... 2007 senesinde de RTE ziyaretine gitmiştir gözleri zor gören bu kişiye köstekli saat hediye etmiş bol bol hava atmıştır...
İşte bu değerli kişi Güzü karanlığa dönerken hep ofsaytta bulunan RTE ye hayatının pasını atmıştır Kendi güzünün karanlığa döndüğü 2 Nisan 2008 den tören yapıldığı 4 Nisan 2008 e kadar geçen iki gün sürede bile gol atabilecek yetenekte olmadığını kanıtlamıştır RTE...
Bu öykünün kahramanıysa toprağı bol mekanı cennet olmasını dilediğim Ruhunun şad olduğundan emin olduğum herkesin deyimi ile YAKUP DEDE YANİ YAKUP SATAR DEDENİN ÖYKÜSÜYÜ BUDA. Bu toprakları bize bağışlayan Yakup SATAR vatanını asla satmamış giderayakta RTE ye gol atma fırsatı vermiştir. Ama ALLAH bile bu kadar TAKİYE ye dayanamamış ÇARŞAFI AYAĞINA dolamıştır...
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Bu öykünün sonuna geldik ama üç-dört çeşit son yapacağım. Herkese ayrı bir son . Ama hepsinin bileşkeside var olmalı... Hikayelerin başı belli sonu belli yalanı dolanı girdisi çıktısı atmasyonu yok... 1890 lardan günümüze uzanan farklı kesitlerde olsada üç yaşam üç ayrı olay iki devlet iki farklı yaklaşım birde atılan nutuklar... Varın değerlendirin artık ben kendimce değerlendireceğim tabiiki...
RTE efendi 18 Mart günü sağına soluna bakınırken bir top görüp elbet bunun mermiside var diye başladığı akla zarar konuşmasını nedense gene din iman üzerine getirdi bağladı. Gerçi 1915 yılında TC'nin olmadığını Osmanlı İmparatorluğu nun olduğunu RTE bilmiyordur ama olsun. Bir insanın almış olduğu ve yargıtayca onanan cezası üzerine bu kadar mı yakışır dedirtecek birisidir RTE Halkı sadece dil din olarak bölmekle görevli birisi gibi partisinin kapatma davası açılmışken tamda açılma nedenini doğrularcasına bu kadar abuk sabuk laf edebilen kişiyi tebrik etmekten başka bir şey yapamayacağım artık.
Seyit Onbaşı'nın nezdinde tüm şehitlerimizi anarken belli ediyordu aslında Seyit Onbaşıyıda bilmediğini samırsınızki Seyit Onbaşı otopları taşırken şehit oldu... Seyit onbaşı Şehit değildir sayın RTE bunu bari bilin İmanla ilgisizdir ama kendi tarihimiz ile ilgilidir...
O top mermisini iman gücüyle kaldırmış. Hoppala Hasan dayı bu ne biçim bir sözdür ağızdan çıkan sözü kulak işitmez mi ? İşitince beyine göndermez mi ? Ben ne dedim yahu demez mi insan ? Pes ki pes... Seyit Onbaşının dinine imanına laf edecek değiliz ve canı gönülden inanıyorum ki aklı başında bir dindardı. Bazıları gibi din bezirganı bir dinci değildi.
Peki Seyit onbaşı o top mermisini iman gücüyle kaldırdı ise tüm o bataryada ki diğer subay ve erler dinsiz imansız mıydı ? Bu kadar garip bir laf etme hakkını nereden buldu !!! Peki oradn birisi seslenseydi '' tayyip efendi her yerde din imanı tekeline aldın türban din iman gidiyorsun en fazla sende var bu din iman hele bir yüklende görelim iman gücünü....'' Ne olurdu ? At bile üstüne almadı bizim RTE yi... ( Anlayan anladı...)
Seyit Onbaşı o mermiyi din iman gücü kadar savaşın getirdiği o anki motivasyon vatan sevgisi istiklal ve manus uğruna kaldırmış olması kuvvetle muhtemeldir. Bağımsızlığı olmayan bir ülkede öyle yada böyle dinini yaşayamayacağınıda biliyordur kesin. Ve gene Seyit onbaşı arkasında ki gücün vatanını sevenler olduğunu biliyordu. 4 kilo bulgur bir çeki kömüre oy alanların satanların ülkesi değildi o zamanlar... En büyük namus vatan toprağının bir karışının gitmesiydi...
Fransız ihtilalinden sonra din eksenli savaşların azaldığını ve ulus devlet savaşlarının başladığını söyleyemesede biliyor hissediyordu Seyit onbaşı.. Balkan savaşı din değil ulus savaşıdır. 1. Dünya savaşında uluslar karşıkarşıya gelmiştir Seyit onbaşı o zamanlar bunu hissediyordu RTE bu gün bilmiyor.... O yüzden bizim 1919 da başlayan savaşımız İSTİKLAL SAVAŞIDIR. Kurtuluş değil... Bunuda anlayan anladı....
Bol keseden atan RTE yi Yakup SATAR da gördük aslında ne olduğunu ...ne acı....
SONUMSU....
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
3 Nisan 2008 Çankaya Köşkü....
Sabah Uyanan Abdullah Gül sağına soluna bakınır hala Çankaya da olduğunu anlayınca badem bıyıklarına bir gülümseme gelir. Kalkıp banyoya gider elini yüzünü yıkar traşını olur. Banyodan çıkışında giyinirken
'' Hayrinüsa , Hayrinüsa kalk artık miskinliği Allah sevmez şu tadilat işlerine bak hele nereyi yıkıp nereye ne yapacağız gerçi durduğumuz yok ama olsun bütçeden pay alırım ben dert etme sen '' der....
Gerçektende başta leylek ler olmak üzere tüm göçmen kuşlarla yarışan bir Cumhurbaşkanı ve başbakan vardır ülkede. Ne gariptir ki gazete haberleride artık '' Gül Ankara'ya döndü'' diye çıkmakta sıradanlaşmaktadır. Şahsın durması gereken tek yerdir oysa Ankara...
Kahvaltı etmek için aşağıya inerken aklına takılır
'' Yüzde 64 arttırılmış köşk ödeneği bile yetmemişken benden önceki nasıl hemen hemen tamamını iade ediyordu acaba... RTE ile kafakafaya verip alınacak uçakların sayısınıda dörde çıkarmaları iyi olmuştu hani''' Haklıydıda her ziy<rete nası danası karısı çoluk çocuk gittiklerinden bir makam uçağı yetmiyordu gariplere... Alışmalıydı Türk halkı alışmalıydı ümmete geç kalsalar birey olanlar çoğalmaya başlamıştı...
Masaya oturduğunda bugünkü işi gelir aklına
'' Bir yerin emiri geliyordu havaalanında karşılayayım nede olsa emir emir demek islam büyüğü yöneticisi demek ayıp olur '' Aslında kendisine Cumhurbaşkanı denmesinden hiç haz almıyordu padişah şıh şeyh emir sultan gibi sıfatlar olsa iyi olurdu ama zaman erkendi zaten partisine kapatma davası açılmıştı. Halk ta ne saftı ha 1 saat te kendisinin bağımsız olduğunu kabul edivermişlerdi...
Gazetelere göz atar bir haber dikkatini çeker '' Son Gazi Vefat etti...'' Baştan anlamasada sonra okuyunca yarım yamalak anlar içinden '' iyi olmuş ohh ne vardı Cumhuriyeti kurmaya istiklal savaşına '' desede makam olarak böyle diyemeyeceği bir konumdaydı. Tam o an bir ampul çaktı kafasında zaten partilerinin amblemide ampuldü gayet normaldi ampul çakması ne çakacaktı ki başka... Bu kendileri için bulunmaz bir fırsat bir show olabilirdi....
Hemen kader arkadaşı kardeşi RTE yi aradı.
'' Yakup SATAR vefat etmiş....''' önce bir sezsizlik....
'' Parti üyemizse hemen tören yapalım ama sizin katılmanız doğru olmaz. Kim bu Yakup canım kardeşim ? Mütahit mi ?''
'' Gazi, gazi....''
'' Canım kardeşim gazi deme bana başımıza ne geldiyse zaten o gaziden geliyor bir yok edemedik . Hem o ölmedi miydi ? 10 kasımlarda dikilip duruyorduk. Onada laf ettilerdi....''
'' Bu istiklal savaşının son gazisi RTE ''
'' Aman aman iyi olmuş soyları kurudu sonunda biz şimdi vur kaççı al satçı ver geççi dinci ve eğitimsiz bir nesil yaratıyoruz. Son buydu değil mi eminsin ?''
'' Haklısında çaktırma tören yapmamız lazım tören, devlet töreni ....''
'' Kurtulduk diye mi?''
'' Hayır be kaybettik ayaklarına yatacağız en büyük uğurlamayı yapacağız herkesin gözü boyanacak GOL atacağız....''
'' Hay aklınla bin yaşa boşuna Cumhurbaşkanı atamadım aman pardon seçtirmedim seni... hemen ilgileneyim...''
'' Bende Emiri karşılayacaktim bir şekilde haber uçurur özür dilerim bu iyi oldu iyi....'''
Bu konuşma üzerine birisi başbakanlığa diğeri Köşk çalışma salonuna fırlar. Gül randevuları iptal eder... RTE de toplantıya çağırır herkesi....
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
3 Nisan 2008 CHP genel Merkezi...
Deniz Baykal partinin tüm üst düzeyini toplamıştır.
'' Arkadaşlar İstiklal Savaşımızın son gazisini kaybettik. Bu hükümet hiçbirşeyin farkında olmadığı gibi bunun da farkına varmaz. Ama biz CHP olarak gazimizin son yolculuğunda yanında olmalıyız. Tüm milletvekilleri ve Eskişehir parti yönetimi orada olacak devlet törenine çevireceğiz.... Bu bizim asli sorunumuzdur. Halkımızada gerçekleri bir nebze olsun göstereceğiz....'' Alkışlar Alkışlar Alkışlar.... CHP hazırlığa koyulur.....
3 Nisan 2008 Genel Kurmay
Genel Kurmay başkanı Üç kuvvet komutanıyla Jandarma Genel Komutanını çağırmıştır. Ankara'nın hızlı gazetecileri '' Ahanda gündüz gözüyle darbe toplantısı'' derken Star gazetesi yıldırım baskıya girer '' Sarıkız hayata geçirildi. Ordu darbe toplantısında Ergenekon ortaya çıktı....''
Genel Kurmay Başkanı
'' Değerli Silah arkadaşlarım. Dün akşam İstiklal savaşımızın son gazisi vefat etti malumlarınız. Bizler bu yerleri onlara borçluyuz. Onun için Bu hükümetten yada herhangi bir yerden haber beklemeksizin bir askeri tören için hazırlıklı olalım. Başta beşimiz olmak üzere tüm general ve amiraller törende hazır bulunsun. Şanına layık bir törenle uğurlayalım gazimizi...''
Tüm kuvvet komutanları ve Jandarma Genel Komutanı birliklerine döner plan çalışmaya başlar....
Star gazetesi ikinci yıldırım baslısını yapar...'' Ordu harekete geçti darbe geldi....''
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Sonunda farkına varılırki Devletiyle Hükümetiyle Ana Muhalefetiyle TSK sıyla herkes seferber olmuştur son gazimiz için. Gerçek bir devlet töreni hemde gerçekten hak eden birisine...
Çark işlemeye başlar Cumhurbaşkanlığı bir basın bildirisiyle halka bunu duyurur. Yaşayan tüm Cumhurbaşkanları Eskişehir e davet edilir. Mülki ve askeri erkan oradadır. Yargının tepesi oradadır. Ülkede 4 nisan da bayrakların yarıya inmesi bir günlük ulusal yas ilan edilmesi kararlaştırılmıştır.
Yaşlı genç çoluk çocuk herkes farkındadır ki bugün eğer iyi kötü kavga ediyorsak knedi dilimizde konuşup kendi dinimize göre ibadet ediyorsak bunu son gazimize ve silah arkadaşlarına borçluyuz. Bugün başta 11. olmak üzere Cumhurbaşkanlığı başbakanlık genel kurmay varsa işte bu gazimize borçluyuz. Demekki Türkiye nin en önemli adamı vefat etmiştir. Ona göre davranmamız gerekir.
Türk Bayrağına sarılı gazimizin naaşı top arabasındayken etrafında başta Genel Kurmay Başkanı olmak üzere Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanı nöbet tutmaktadır. Kenan Evren Süleyman Demirel A.Necdet Sezer ve Abdullah Gül saygı duruşunda bulunmakta arkasında tüm eski başbakanlarla birlikte halihazırdaki başbakan tüm muhalefet liderleri Tüm askeri ve sivil yargı başkanları Komutanlar tüm milletvekilleri kısaca Devlet saygı duruşunda bulunmaktadır. Tüm Türkiye tek bir yumruk tek bir ulus olmuş son gazimize son görevini yapmaktadır...
İşte tam bağımsız laik demokratik sosyal bir hukuk devleti olan TC son gazisi sonsuzluğa böyle uğurlanmakta bu vesile ile tüm dünyaya Türk ulusunun büyüklüğü yıkılmaz birlik beraberlik mesajı verilmektedir....
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Hayali bile güzeldi ama olmadı. Hemde hiçbiri olmadı. Siyasilerin aslında ne kadar boş konuştuklarının en güzel örneğini yaşattı bize Yakup dede sonsuzluğa intikalinde... Ve maalesef bu kısır sığ ve abuk ortamdan TSK da nasibini aldı ve son gazimizin son yolculuğunda kuru bir mesajla geçiştirdiler. O gazi ki çok ama çok şey demekti...
Şimdi bizler hamaset edebiyatı yaparken büyük ulusuz derken birileri çıksa '' Hadi leyn... bulgura kömüre oyunu satan üç kuruş için değerlerini yabancılara devreden gazisine bile sahip çıkamayan garip bir ulus oldunuz '' dese ne deriz ???????
18 Martta akla zarar konuşan RTE nin eline işte böyle bir altın fırsat geçmişti Sonsuzluğa intikal eden Yakup dede bu fırsatı verdi RTE ye Törenin nasıl olası gerktiğini nasıl ulus olunacağının göstergesininde Fransa gazisini uğurlarken verdi. İşin garibi peşpeşe oldu bunlar 1 Aylık sürede yaşandı bitti. Ofsayt osman işte burada tam doksana golü atardı. Görüldüğü gibi kalede kalecide yok Cumhurbaşkanıda yanınd ver pası o atsın o versin sen at ne yaptılar ? Teki abuk bir Emiri karşıadı öteki bir gençlik kolunda devlet parasıyla konuşma ... Nerede iman ? Nerede devlet ? Palavra....
CHP side masum değil. O her zamanki gibi iki gol birden kaçırdı yukarıda yazdıklarımızı birdaha yazmaya gerek yok. Bunlarda safsata Al sana Ulus demenin bundan iyi yolu mu olur ? Cumhuriyetin gazisine sahip çıkamıyorsun Cumhuriyete sahip çıkacaksın... Hadi canım sende....
TSK da siyasetin bu garip girdabından mı? Hantallığından mı ? Nedir anlayamadım onlarda ayıp etti. Bugün Genel Kurmay Başkanı O koltukta Oturuyorsa bunu Yakup Dedeye borçlu kaldıki O yaşayan en büyük asker siz bakmayın sıfatının ER olduğuna MARAŞALDİ MARAŞAL ...
Bizler siz biz hepimiz aynaya baktınız mı? Ne gördünüz ?
Al sana nokta İman la top kaldırıldı dedi RTE yardımcısı büyük adam ve düşünür de imanı tarif etti... '' Türbanını çıkar demek donunu çıkar demektir...''
Ey şehitlerim nur içinde yatın....
Sonun sonu Türban mı don mu bilemem de ben size gene başarırsam Türk kadını nasıl bu günlere geldi hikaye şeklinde anlatayım mı ? 1880 den başlayarak... Mücadeleleri görün ve bakalım ne diyeceksiniz bu duruma İstermisiniz??? Commodore1tr'ınız sizi 1. lige çıkarsın mı ???
BİTTİ.
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Alıntı:
commodore1tr rumuzlu üyeden alıntı
Türk kadını nasıl bu günlere geldi hikaye şeklinde anlatayım mı ? 1880 den başlayarak... Mücadeleleri görün ve bakalım ne diyeceksiniz bu duruma İstermisiniz???
Evet...
Bir önceki gerçek hikaye için de çok teşekkürler...
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
1. bölümü okudum, oldukça güzel bir başlangıç...:)
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Saati 2300 kabul edersek yaklaşık 5 saat 30 dakika sonra Çanakkale cehenneme dönecek ve büyük destanın kara ayağı yazılmaya başlayacak . RTE nin şehit ettiği Seyit Onbaşıda muhtemelen bir Çanakkale kahramanı olacağını bilmeden gergin bir uykuda. Hiç biri bilmiyor cehennemin başlayacağını Elizabeth gemisinde son planlar yapılmış mağrur ve ukala İngilizlerde uykuda o kadar eminler bir günde Alçı Tepeye gidileceğinden...
İvrin'dili ( Balıkesir) Azman Dede ki 104 yaşında vefat eden bir gazimiz'nin bir anısını yazayım dedim. Hani gerçek olanlarından bir çok yerde okumuşsunuzdur ama olsun burada da yeridir. Azman dede 1934 yılında soyadı kanunu ile Azman soyadını alır esas ismi neredeyse unutulmuş bir gazimizdir. Boyu iki metreye yakın olduğundan Azman diye anıla anıla soyadı olup kalmış bir kişidir.
-“Bir hücum sırasında bölük erimişti. Yüzbaşı telefonla takviye istedi. Gece yarısı siperleri takviye için istediğimiz askerler geldi. Hepsi askere alınmış gencecik insanlardı. Ama içlerinde daha çocuk denecek yaşta üç-dört asker vardı ki hemen dikkatimizi çekti. Bölüğü düzene soktum. Yüzbaşı gelenlerle tek tek ilgileniyor, karanlıkta el yordamıyla üstlerini başlarını düzeltiyor, sabah yapılacak olan süngü hücumuna hazırlıyordu. Sıra o çocuklara geldiğinde, o cıvıl cıvıl şarkı söylerek gelen çocuklar birden çakı gibi oldular. Yüzbaşı sordu; “Yavrum siz kimsiniz?”, içlerinden biri; “Galatasaray Mektebi Sultanisi talebeleriyiz Vatan için ölmeye geldik!..” diye cevap verdi. Gönlüm akıverdi o çocuklara. Bu savaş için çok küçüktüler. Daha süngü tutmasını bile bilmiyorlardı. Onlarla ilgilendim. “Mermi böyle basılır. Tüfek şöyle tutulur. Süngü böyle takılır. Düşmana şöyle saldırılır!..” diye. Onları karşıma alıp bir bir gösterdim. Siperlerin arkasında ay ışığında sabaha kadar talim yaptık. Gün ışımadan biraz dinlensinler diye siperlere girdik. Ortalık hafif aydınlanır gibi olunca hep yaptıkları gibi düşman gemileri gelip siperlerimizi bombalamaya başladılar. Yer gök top sesleriyle inliyordu. Her mermi düştüğünde minare gibi alevler yükseliyor birgün önce ölenlerin kol, bacak, el, ayak gibi parçaları havaya kalkan toprakla siperlere düşüyordu. Mermiler üzerimizden ıslık çalarak geçiyordu. Siperler toz duman içinde kalmıştı. Bir ara yüzbaşı “Azman yandık!..” diye siperin köşesini işaret etti. O şarkı söyleyerek sipere gelen, sanki çiçek toplarmış gibi neşeli olan o çocuklar siperin bir köşesinde sanki bir yumak gibi birbirine sarılmış tir tir titriyorlardı. Çocuklar harbin gerçeği ile ilk defa karşılaşıyorlardı. Ürkmüşlerdi. Yüzbaşı yandık demekte haklıydı. Muharebede bir ürküntü panik meydana getirebilirdi. Tam onlara doğru yaklaşırken içlerinden biri avaz avaz bir marş söylemeye başladı!..
Annem beni yetiştirdi bu yerlere yolladı
Al sancağı teslim etti Allah'a ısmarladı
Boş oturma çalış dedi hizmet eyle vatana
Sütüm sana helal olmaz saldırmazsan düşmana
Baktım hemen biraz sonra ona bir arkadaşı daha katıldı. Biraz sonra biri daha... Marş bitiyor yeniden başlıyorlar. Bitiyor bir daha söylüyorlar. Avaz avaz!.. Gözleri çakmak çakmak... Hücum anı geldiğinde hepsi süngü takmış, tüfeklerine sımsıkı sarılmış, gözleri yuvalarından fırlamış, dişler kenetlenmiş bekliyorlardı. O an geldi. Birden yüzbaşı “Hücum!..” diye bağırdı. Bütün bölük, bütün tabur, bütün alay cephenin her yerinden fırladık. İşte tam o anda, tam o anda, o çocuklar kurulmuş gibi siperlerden fırlayıverdiler. İşte o an. Tam o an bir makinalı yavruları biçiverdi. Hepsi sipere geri düştüler. Kucağıma dökülüverdiler. Onların o gül gibi yüzleri gözümün önünden gitmiyor. Hiç gitmiyor!.. İşte ben ona ağlıyorum, o çocuklara ağlıyorum!..”
Azman dede ağlıyordu. Ben ağlıyordum. Kahvede kim varsa ağlıyordu. Kahveci gözyaşları içinde bize çay getirdi. Eğildi;
“Azman dede hep ağlar. Niye ağladığını bugün ilk defa anlattı.” dedi.
Galatasaray lisesi 1915 te hiç mezun veremedi... Tüm şehitlerimizin toprağı bol ruhları şad olsun...
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Alıntı:
commodore1tr rumuzlu üyeden alıntı
Annem beni yetiştirdi bu yerlere yolladı
Al sancağı teslim etti Allah'a ısmarladı
Boş oturma çalış dedi hizmet eyle vatana
Sütüm sana helal olmaz saldırmazsan düşmana
Bu hazin öyküyü hatırlattın, sen de bizi tekrar ağlattın ya commodore, helal olsun sana...
Çanakkale savaşlarının 93. yıldönümü törenlerine katılmak üzere Avustralya'dan gelen bir bayan asker Şehitler Abidesi'nin alt kesiminde aniden yere yığıldı. Bu durumu gören ve bölgede bulunan 2. Kolordu Komutanlığı'na bağlı 2 asker yere yığılan askerin koluna girerek yardım etti. Kenara oturtularak ilk önce kendine su verilen Avustralyalı bayan askerin tedavisinin yapılması için bölgeye ambulans istendi. Kısa sürede olay yerine gelen ekipler tansiyonu düşen askeri Eceabat Sağlık Ocağına götürdü. Bu arada Avustralyalı diğer askerler ise rahatsızlanan bayan askere yardımcı olan Mehmetçiklere teşekkür ettiler.
Mayıs ayının başından itibaren bu bölgedeki savaşlar siper savaşlarına dönüşmüş, siperler arası mesafeler 7 ile 8 metreye kadar düşmüştü. Siperlerde karşılıklı yoğun atışlar devam ediyordu. Böyle bir esnada iki siper arasında yaralı yatan bir İngiliz subayı yardım istemesine rağmen hiç kimse yardım edemiyordu. Bu esnada Türk siperlerinden bir Türk askeri siperden çıkıp yaralı İngiliz subayını kucaklayıp Anzak siperi önüne bırakarak geri dönmüştü. Bu olay karşısında büyük şaşkınlık yaşayan Anzak askerler, kendilerine anlatılan Türklerin barbar olduğu sözlerinin gerçek olmadığını anlamışlardı. İşte bunun ardından Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'ndaki Kabatepe-Conkbayırı arasındaki bölgeye bunu tasvir eden bir anıt yapılarak konuldu.
İHA
Bugün çok önemli ve mucizevi bir habermiş gibi ; banka hesabına yanlışlıkla yatırılan 17.000 YTL'yi sahibine iade eden kişi haber oldu medyada.
Bir tarafta Çanakkale'nin insan oğlu insan kahramanları, dürüstçe olması gerekeni yapan vatandaş, diğer yanda bugün yine medyada yer alan Kemer'de 68 yaşında kadına tecavüz edip öldüren mahluklar.
Biz bunları kesinlikle haketmiyoruz.:kızgın:
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Türkiye Cumhuriyetinin başbakanına RTE şeklinde saygısızca hitap edilmesini kınıyorum.
Ne bu kin bu nefret..
yazık..
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
başbakanın gafları kim bilir belkide bilinç altında olanlardır..aslında bu hiçde saçma bi fikir değil..
http://vdo.mynet.com/video/16182
Yazık.
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Alıntı:
Ahmet Turan Yıldırım rumuzlu üyeden alıntı
Türkiye Cumhuriyetinin başbakanına RTE şeklinde saygısızca hitap edilmesini kınıyorum.
Ne bu kin bu nefret..
yazık..
Kin nefret demeyelim de tepkiyi ortaya koyma yolu diyebiliriz belki. İnsanın isminin baş harfleri onun parafı olarak kullanılabilir. Paraf neden saygısızca hitap olsun ki?
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Alıntı:
Ahmet Turan Yıldırım rumuzlu üyeden alıntı
Türkiye Cumhuriyetinin başbakanına RTE şeklinde saygısızca hitap edilmesini kınıyorum.
Ne bu kin bu nefret..
yazık..
Bende sizi kınıyorum. Hemde bir kere değil üç kere....
1. Sizi okuyanda Türkiye Cumhuriyetinin halihazır başbakanıza RTE diyen bir benim sanacak. Medya görsel yazılı tüm basın hatta AKP nin kendi sitesinde ki haberlerde bile bu RTE diye geçmekte... RTE nin saygısızlık olarak algılanan düşüncenizi kınıyorum. Bu ülkenin kurucusu Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK bile M. K. ATATÜRK diye bazı yerlerde ise ( Gerçekten suç olmasına rağmen ) sadece Mustafa Kemal ( ATATÜRK yazmaktan korkuyorlar mı nedir ?) diye geçmekteyken onun tırnağı bile olamayacak bir zata ismini baş harfleriyle yazmak neden saygısızlık olsun ? Saygı bu kadar ucuz mu? Kaldıki iştigal ettiği makama gerekli saygıyı göstermekteyim. Kendisine saygı duymam gereksiz...
2. Kin ile nefreti birbirinize karıştırmanızı kınıyorum. Ögkelenmek birisinden nefret etmek ayrıdır. İlkel bir duygu olan kin aynıdır. Asla kin gütmüyorum RTE ye Ama çok öfkeliyim nefret doluyum. Nedenini Türkiyenin hali hazır durumu açıklamaktadır. Tabiii baktığını anlayan anladığını yorumlayabilen öngürü sahiplerinedir sözüm... Bakıp bakıp toz pembe gibi görenlere diyecek sözümüz yok...
3. Bu foruma özellikle bu foruma bu ipe sapa gelmez kınama yazınız yüzünden sizi bin kere kınıyorum. Burada RTE bir aksesuar başka bir şey değil. Bu forum bir destanın bir kahramanlık öyküsünün kısaca mizansen edildiği bir forum. Okumadığınızı sanıyorum Okuduysanızda bunu yazdıysanız çok vahim vah benim Türkiyem boyutu olur. Hiç okumadan anlamadan ne ki bu forum demeden en önemsiz yeri yazmak nasıl bir düşüncenin ürünüdür anlamakta zorluk çekiyorum. Siz anladınız demek istediğimi...
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
baştan sona soluksuz okudum elinize sağlık çok güzel olmuş
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Alıntı:
commodore1tr rumuzlu üyeden alıntı
Bende sizi kınıyorum. Hemde bir kere değil üç kere....
1. Sizi okuyanda Türkiye Cumhuriyetinin halihazır başbakanıza RTE diyen bir benim sanacak. Medya görsel yazılı tüm basın hatta AKP nin kendi sitesinde ki haberlerde bile bu RTE diye geçmekte... RTE nin saygısızlık olarak algılanan düşüncenizi kınıyorum. Bu ülkenin kurucusu Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK bile M. K. ATATÜRK diye bazı yerlerde ise ( Gerçekten suç olmasına rağmen ) sadece Mustafa Kemal ( ATATÜRK yazmaktan korkuyorlar mı nedir ?) diye geçmekteyken onun tırnağı bile olamayacak bir zata ismini baş harfleriyle yazmak neden saygısızlık olsun ? Saygı bu kadar ucuz mu? Kaldıki iştigal ettiği makama gerekli saygıyı göstermekteyim. Kendisine saygı duymam gereksiz...
2. Kin ile nefreti birbirinize karıştırmanızı kınıyorum. Ögkelenmek birisinden nefret etmek ayrıdır. İlkel bir duygu olan kin aynıdır. Asla kin gütmüyorum RTE ye Ama çok öfkeliyim nefret doluyum. Nedenini Türkiyenin hali hazır durumu açıklamaktadır. Tabiii baktığını anlayan anladığını yorumlayabilen öngürü sahiplerinedir sözüm... Bakıp bakıp toz pembe gibi görenlere diyecek sözümüz yok...
3. Bu foruma özellikle bu foruma bu ipe sapa gelmez kınama yazınız yüzünden sizi bin kere kınıyorum. Burada RTE bir aksesuar başka bir şey değil. Bu forum bir destanın bir kahramanlık öyküsünün kısaca mizansen edildiği bir forum. Okumadığınızı sanıyorum Okuduysanızda bunu yazdıysanız çok vahim vah benim Türkiyem boyutu olur. Hiç okumadan anlamadan ne ki bu forum demeden en önemsiz yeri yazmak nasıl bir düşüncenin ürünüdür anlamakta zorluk çekiyorum. Siz anladınız demek istediğimi...
Sakin olun önce.
gözünüzü bürüyen kin ve nefretten arının.
ondan sonra konuşun burası konuşan Türkiye.
Ancak kin ve nefret kalbinizi öyle doldurmuşki ne kadar yazsam da sanırım boşuna.
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Alıntı:
Ökkeş Kadri BAÇKIR rumuzlu üyeden alıntı
Yazınızı ilgiyle okudum.Türk Tarihinin bilinmeyenlerine ışık tutuyor. Çanakkale geçilmez sözünü altın harflerle tarihe kazıyan bu kahramanın 1939 yılında zatürreden öldüğü zaman çalıştıgı, o fabrikanın sahibi olan kişi( kişiler) acaba o yıllarda acaba neredeydi. Bence araştırılması gereken en önemli konulardan biride bu olsa gerek. Kanaatim odurki dönemin varlıklı aileleri suya sabuna dokunmayanlardan oluşuyordu genellikle. Saygılarımla. Ökkeş Kadri BAÇKIR. Emekli Assubay.
Sayın comodore1tr ,
sordugum şu soruya cevap arayalım lütfen. Çünki Türk tarihi ve bu günki gidişat için çok önemli bence.
Saygılarımla.
Ökkeş Kadri BAÇKIR
E.Hv.Assubay
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Sayın Ahmet Turan Yıldırım ;
Konuşan Türkiye'nin konuşan insanı olmak istemenizi saygıyla karşılıyorum. Ama önce konuşulanı dinlemek anlamak gerekir aynı şekilde yazılanıda. Profilinize göre bu iki yetiyede sahip olmanız gerekir.
Yeni bir forum açabilirdiniz, AKP ve RTE ile ilgili yazılı forumlara yazabilirdiniz, düşüncelerinize katılmasamda asla yanıt dahi vermezdim. Benim ilgi alanım değil çünkü yazdıklarınız.
Size söylediğim ve ANLAMANIZI umduğum şuydu. Bu forum Çanakkale Savaşının destanlaşan bir kahramanının anlatıldığı ve bizim bazı değerlerimizin ele alındığı bir forumdu. RTE bura da aksesuardı önemi olmayan bir aksesuar O sadece Hurafelere inanan hurafeleri gerçek diye halkı yutturmaya çalışan bilgisi ve türkçesi az bir kişiliği temsil ediyor burada olsada olur olmasada.. Bu forumu bu tartışmayla kirletmeyin demiştim. Ama görüyorum ki anlama zorluğu içerisindesiniz...
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Alıntı:
Ökkeş Kadri BAÇKIR rumuzlu üyeden alıntı
Sayın comodore1tr ,
sordugum şu soruya cevap arayalım lütfen. Çünki Türk tarihi ve bu günki gidişat için çok önemli bence.
Saygılarımla.
Ökkeş Kadri BAÇKIR
E.Hv.Assubay
Sayın Ökkeş Kadri Baçkır ;
Havran daki zeytinyağı fabrikasının sahiplerini bilemem ama tahminim var. Burada yazarsam çok siyasi bir yanıt olur ki oda bize yakışmaz. Aslında sizde bende bir çok kişide neyin ne olduğunu biliyor.
Bugün İstanbul'un gözde yerlerinin sahiplerinin 14-18 deki 1. dünya ve peşinden gelen İstiklal Savaşında suya sabuna dokunmayan ama bu savaş sırasında duyulan gıda ve erzak ihtiyacından zengin olan tipler olduğu yalan değil. Yalan olan onların bunu ne olduğu belli olmayan bir takım tarihi vesikalarını duvara asarak saklamaları ve dedelerinin dedelerinin bir şeyler olduğunu söylemeleridir. Günümüze de bakarsanız bazı şeylerin aynı olduğunu üzülerek görmekteyiz.
Seyid Onbaşı hiç bir zaman hakettiği gibi yaşayamamıştır. Bilinen odur ki fakir ve zor bir hayatı olmuştur. Ormancılık ve ziraatla uğraşmış muhtemelen ormancılıkta kaptığı soğuk algınlığı yüzünden zatürre kapmıştır. Aslında çalıştığı fabrikada işine son vermek istemiş hatta vermiştir de bir iki kez.
1930 lu yılların ikinci yarısında neredeyse kimse kendisini tanımaz olmuştur. Aslında benim tüm yazılarımın ardında yatan gerçekte bu bizim ahde vefa duygumuzun olmadığının açıkça belirtilmesidir. Ama söze gelince baştan büyüklerimiz olmak üzere mangalda kül bırakmayız. İstiklal savaşımızın son gazisini burada anlatmam ve kıyaslamam ondandır.
Farkında mısınız ? Daha doğrusu farkındamıyız bilmiyorum ama elimizde bir Mustafa Kemal ATATÜRK kalmıştır. Onuda yok etmek için büyük bir savaş vardır. Bu savaştan bizlerin galip çıkması için ipe sapa gelmez tartışmaları bir kenara koymamız gerekmektedir. Her bölünme onlara yaramaktadır. Tarihimiz yok edildiği gibi geleceğimiz çalınmaktadır.
Seyid onbaşıdan bize kalan bir o temsili resim birde doğru anlatılması durumunda harika bir destan kalmıştır. Öz kızı Ayşe YIKAR nine 2007 Ekim ayında hasta yatağında 98 yaşında vefat etmiştir. Belki tek teselli Devlet Ayşe Yıkar'a 65 yaş üstü maaşı bağlamış ve sağlığıyla yakından ilgilenmiştir.
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Çanakkale ile ilgili bir mizahi hikaye de aşağıdadır. Mizah mı yoksa kara mizah mı bilemem. Çanakkale'yi gezmeye gelen avukatların türbanlı eşlerini "Çanakkale geçilmez" diyerek durduğuna göre, kendisini siperdeki asker, karşısındakileri de "düşman" sanan bir rektörle de bu şekilde tanışmış olduk. Yazık, rektör olmuş ama, ...
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=687743
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Sayın Bilgili,
Söz konusu haberde pansiyon olarak anılan konaklama tesisi Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Dardonos Yerleşkesinin ortasında yer almaktadır. Söz konusu yerleşke sosyal tesislerin yanısıra Ziraat Fakültesi başta olmak üzere uygulamalı dersler için ortak kullanım alanı olan bir yerleşkedir. Yani orası okuldur. Üniversitenin sosyal tesisleri halka açık olamakla birlikte, "avukat" kimliği taşıyan vatandaşlarımızın üniversite yerleşkelerine türbanla girilmediğini, bununla ilgili yasal süreçleri bilmediğini rektörlere yasal olmayan emirler yağdıran YÖK başkanın dahi YÖK yerleşkesine türbanlıları almadığını bilmiyor olması mümkün müdür? Güzelyalıya 5 km. Çanakkale ye 10 km. uzakta olan meskün mahal dışı yerleşke kapısında gece yarısı 1:00 da hazır bulanan Zaman gazetesi muhabirini tebrik etmeden geçemeyeceğim bu arada.
Haberi kınıyorum. Araştırıp soruşturmadan buraya taşıdığınız haberin benzerleri heryerde tüm rektörler ve hatta üniversitede çalışan herkesi içine alacak şekilde yayılmaktadır.
Bilmem farkındamısınız ama öğretim üyeleri artık akademik kimliklerini cüzdanlarının iç gözlerine saklıyor. Üniversitelerinin yerleşke girişlerine kimlik işlevi gören amblemli pullarını araçlarından söküyor. Anayasaya sadakatin suç(!) olduğu bir ülkede akademisyen olmak hakikaten zor iş.
Saygılar.
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Sayın gecem1970;
Haber mahalline yakın olmanız nedeniyle sizden yanıt geleceğini tahmin etmiştim.
Konuya gelince..
"Zaman" gazetesinin o saatte orada hazır olup olmamasının bir önemi yok. Gazetecinin bir şekilde olaydan haberdar olması ve bunu kamuoyuna aktarması onun görevidir. Basın olmasaydı bizim bir çok yolsuzluktan, kanunsuzluktan haberimiz olmazdı. Basının olmadığı yerde "kamu oyu denetimi" denilen önemli mekanizma işlemezdi. Bu nedenle Zaman gazetesinin muhabirinin orada hazır olmasına şaşmamak lazım.
Biliyorsunuz ben daha önce de defalarca üniversite öğrencilerinin kılık kıyafetine müdahale edilmememsi gerektiği görüşünde olduğumu yazdım. Mevcut iktidarın bu konudaki anayasa değişikliği konusunda da yanlış hareket ettiği kanısındayım. Laiklik konusunda hassas olan kesimlere güvence vermedeğini ve bu güvenceyi vermek gerektiğini de zaman zaman ifade ettim. Örneğin, üniverssitelere serbestlik getirirken, ilk ve orta öğretimde bu serbestliğin olamayacağını, ayrıca kamu görevlilerinin görev anında türbanlı olamayacağını kesin bir ifade ile aynı değişiklik içine alabilirlerdi, yapmadılar. Bu da onların samimiyetini kuşkulu hale getirmektedir.
Ancak, somut olayda konu üniversite öğrencileri değil, benim gazete haberinden anladığım kadarı ile; üniversitenin halka açık sosyal tesislerindeki konaklama yeri.. Şayet bu yer halka açık değilse gazete haberinin yanlış olduğunu kabul etmek gerekir ve benim de yazdıklarımdan dolayı özür dilemem gerekir. Ama burası halka açık olmasaydı, dışarıdan kişilerin burada kalmak ve rezervasyon yapmaları da girişimleri de olmazdı. Halka açık bu yerin üniversite yerleşkesinin içinde olması ya da tamamen bir başka yerede olmasının bir önemi bence yok. Halka açıksa ve bu insanlar önceden de rezervasyon yapmışsa, bu ayrımcılık size mantıklı geliyor mu? Bu durum bazı insanları rencide etmek anlamına gelmez mi? Zencilerle aynı otobüste aynı okulda olmak istemeyen beyazların ayrımcılığına benzemiyor mu? Bunları aşmak gerekmez mi? Sizin mantığınıza göre, orada öğrenci olan evladını ziyaret için dahi türbanlı bir annenin bu yerleşkeye girmemesi gerekiyor. Bu ne kadar insani? ne kadar yasal? Yasaları bu kadar dar ve yasakçı yorumlamakla bu konu çözülür mü?
Saygılar..
-
Re: Seyit Onbaşı ve RTE Mizahi Gerçek Öykü...
Sayın Bilgili,
Bu forum üniversitede türbanın tartışıldığı bir forum değil. Onu başka forumlarda tartışmış, uzlaşmazlıkta uzlaşmıştık. Kamu görevlisinin görevinin kuralları tartışmak değil uygulamak olduğunu yasayı yorumlayanın rektör olmadığı, yönetmelik ve yönergelerin onun tarafından yapılmadığını, yökten geln yazıların açık olduğunu anlatmaya çalışsam, anlatsam anlatsam... Biliyorumki faydasız.
Hele yabancı her kadına nataşa dendiği için barış elçilerinin tecavüz edilip öldürüldüğünü, "avukatın işgüzarlığı" lafının icraya giden avukatın ölümüne neden olduğunu gayet iyi bilen birinin aşağıdaki cümlesinin üstüne benim sözüm zaten olamaz.
"kendisini siperdeki asker, karşısındakileri de "düşman" sanan bir rektörle de bu şekilde tanışmış olduk. Yazık, rektör olmuş ama, "
Hatta daha iyisini ben yapayım.
Bizler din iman düşmanı, devletin malını kendinin sanan, çalıp çırpmaktan ötesini bilmeyen, laftan başka bir şey üretmeyen, evlatlarınızın düşmanı, kendini bir şey sanan, dayı amca sayesine buralara doluşmuş bir grup meczupuz. Ne baş nede ayakız. Kimsenin sesi çıkmaz korkmayın. Hadi durmayın. Vurun kahpelere...
Saygılar...