Uyarma cezasında zaman aşımı
19.09.2006 tarihinde D.M.K.' nun 125. maddesi gereği uyarma cezası almıştım.21.09.2006 tarihinde verilen cezaya yazılı olarak savunmayı isteyen ve cezayı veren kişi olan aynı amire uyarma cezasını kabul etmediğime dair itiraz dilekçesi verdim. Bu defada yazılı itirazda bulunurken haddimi aştığımdan ve amire saygısızlık yaptığımdan bahsederek aynı amir yeni bir savunma istedi. İstenilen savunmayıda verdim.Ayrıca bu savunma ile yetinilmeyip 27.09.2006 tarihinde muhakkik marifetiyle aynı konuda ifadem alındı.Bugüne kadar yapmış olduğum itirazıma ve bunun akabinde istenilen savunma ile muhakkik tarafından alınan ifademe karşılık bir cevap çıkmadı. Uyarma cezasının iptali için İdare Mahkemesi' ne başvurmada süre aşımından sözedilebilir mi ?
Re: Uyarma cezasında zaman aşımı
Re: Uyarma cezasında zaman aşımı
Devlet Memurları Kanunu,135,136. md.;Disiplin amirleri tarafından verilen uyarma ve kınama cezalarına karşı itiraz, varsa bir üst disiplin amirine yoksa disiplin kurullarına yapılabilir.
Disiplin amirleri ve disiplin kurulları tarafından verilen disiplin cezalarına karşı yapılacak itirazlarda süre, kararın ilgiliye tebliği tarihinden itibaren 7 gündür.
Bu süre içinde itiraz edilmeyen disiplin cezaları kesinleşir.
Uyarma ve kınama kararları için idare mahkemesinden iptali istenemez.
Re: Uyarma cezasında zaman aşımı
Sn. Başak Şahin,
Uyarı cezalarına karşı şekil eksikliği yönünden ( Savunmayı alan amirle cezayı veren amir aynı kişi olamaz. Bu durumda yargı yoluna başvurulabilir ) diye yine sitenizde yazılmıştı.
7.gün içerisinde itirazımı yapmıştım. Bu yüzden de yeni ifadeler istenildi ; ancak bugüne kadar cevap verilmedi.
yapmış olduğum yazılı itirazımın neticesi konusunda bir cevap alamadığım için bugün için yazılı başvuruda bulunsam ve cevabı bugünden sonra vermiş olsalar cevabın verildiği tarihten itibaren 60 günlük süre başlar mı ?
Re: Uyarma cezasında zaman aşımı
18.04.2007 ' de yazılı olarak uyarı cezasının Personel Genel Müdürlüğü'ne intikal ettirildiği tarafıma bildirilmiştir.
60 günlük süre bu tarhten başlamış olmaz mı ? İdari mahkeme için süre geçmiş midir ?. Selamlar...
Re: Uyarma cezasında zaman aşımı
zaman aşımına uğramadı ise bile; cevap alana kadar uğrayacak gibi tşk.
Re: Uyarma cezasında zaman aşımı
T.C.
A N K A R A
5. İDARE MAHKEMESİ
Esas No: 2003-1796
Karar No: 2004-1212
uyarma ve kınama cezasıda idari yargıya gider..lütfen yukardaki kararı biyerden bulun okuyun...
idari yargıya gitme zamanı cezanın tebellüğünden itibaren 60 gündür
saygılarımla
Re: Uyarma cezasında zaman aşımı
An.Tolg,Uyarma ve kınama cezalarına Bölge idareye dava açma hakkınız olmadıgını biliyorum,itraz'ın sadece cezayı veren Re'sen ise veren amir'e tahkikat neticesinde ise ilgili cezayı veren disiplin kuruluna itiraz edebilirsiniz.Diger cezalar için Bölge idare Mah.(60)gün zaman tanınmıştır.Dikkat et sicilin bozulabilir.
Re: Uyarma cezasında zaman aşımı
sayın ekremiyican ve diğer tüm hukukçu arkadaşlar...3.kezdir uyarma ve kınama cezasının yargıya taşınabileceğini gösteren detaylı mahkeme kararını burdan yayınlıyorum...kimseden tek kelime yorum alamadım...
burası insanlara hukuki yardım edilen yerse ve bir üye bu konuyla ilgili bir yargı kararını yayınlıyorsa neden bu konu görmezden gelinir anlamış değilim....
evet farkındayım bazı kadrolu yönetici hukukçular benden haz almıyor...hatta kimliğimi araştırmak için verdiğim telefon numaralarından bilem araştırıldım...ama umurumda değil bu.ben bu sitenin aşığıyım ve elimden gelen her yardımı bu siteye yapmaya devam edeceğim....ayrıca hukukla ilgili ne aramak istersem burda arayacağım....
yukardaki mesajımda ankara 5.idare mahkemesinin kınama cezası ile ilgili aldığı karar okunduğunda da hukuk derslerinin çok güzel bir şekilde verildiğini göreceksiniz.....lütfen siz hukukçular bu kararı okuyup gerekirse bizim anlayacağımız dilden bize tercüme edin...
bu sitenin aşık olduğum özelliği bu değilmiki zaten....
ben bu siteyle tanıştım...aşık oldum..hukuğa ilgi duydum ve hemen hemen hergün online olarak buraya katılıyorum....
özetle uyarma ve kınama cezaları yargıya taşınıbiliyor...bu klmakn nin yorumu değil...yargıçların yorumu ve örnek karar şudur:
A N K A R A 5. İDARE MAHKEMESİ Esas No: 2003-1796 Karar No: 2004-1212
Bu kararın dayanağıda anayasamızdaki değişiklikler ve AİHS kurallarıdır.ilgili kararda da bu net olarak zikredilmiş ve alınan karara dayanak yapılmıştır...malum anayasa adı üzerinde ANA yasadır.....
bu konuda varsa yanılgılarım düzeltilmesini önemle bekliyorum....
derin saygılarımla
Re: Uyarma cezasında zaman aşımı
sn.Klmakn,Memur ile işciyi karıştırıyorsunuz gibi geldi bana Gerekceli karar'ı yazarmısınız.
Re: Uyarma cezasında zaman aşımı
davayı açan memur ama mahkemin yazdıkları aşağda efendim....ayrım yok orda...Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı kimliğiyle sav ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Sav ve savunma hakkı birbirini tamamlayan ve birbirinden ayrılması olanaksız niteliğiyle hak arama özgürlüğünün temelini oluşturur. Önemi nedeniyle hak arama özgürlüğü yalnız toplumsal barışı güçlendiren dayanaklardan biri değil aynı zamanda bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Bu hakkın kullanılması, yerine getirilmesi olabildiğince kolaylaştırılmalı, olumlu ya da olumsuz sonuç almayı geciktiren, güçleştiren engeller kaldırılmalıdır.
Adil yargılanma hakkı, temel insan haklarından biri olması dolayısıyla 1948 yılında dünya devletlerince kabul edilen ve bir başlangıç teşkil eden İnsan Hakları Evrensel Bildirisinde tanınmış ve uygulanabilir evrensel bir ilke olarak kendine yer bulmuştur. 1948’den bu yana uluslararası bir gelenek haline gelmiş olan bu hak, takip eden yıllarda Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi ve diğer sözleşmelerle yaygınlık kazanmıştır.
Çeşitli sözleşmelerle zamanla ayrıntılı düzenlemelere gidilen bağlılığı artan bu hak, ulusal alanlarda da etkisini göstermiş ve devletlerin bu yapı içinde muhakemenin ulusal yasalara uygun olup olmadığı, ulusal yasaların uluslararası adil yargılanma güvenceleriyle uyumlu olup olmadığı ve yasaların uygulanma biçiminin uluslararası standartlara aykırılık taşıyıp taşımadığı noktalarında yasaların uluslararası uzlaşmaya uyumlaştırma çabalarını getirmiştir.
Türkiye’de de adil yargılanma hakkının içerdiği pek çok ilke ve hak, Anayasa’nın 36, 38, 125, 138 ve 142. maddesinde yer almasına rağmen, 2001 yılında Anayasa’da yapılan değişiklikle kavram olarak 36. maddede yer verilmek suretiyle Anayasa’nın bir parçası haline getirilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’de idarenin eylem ve işlemlerinin yargı denetimi dışında tutulmasının adil yargılanma hakkının ihlali olarak kabul etmektedir.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi “Hakansson ve Sturesson-İsveç” davası ile ilgili olarak; uyuşmazlık konusunun sadece hükümet tarafından karara bağlanmasının, ne olağan mahkemeler ne idare mahkemeleri ne de 6. madde açısından mahkeme olarak kabul edilebilecek bir kurul tarafından hukukiliğin denetiminin mümkün olmamasının mahkemeye başvurma hakkının ihlali olduğu, “Pudos-İsveç” davasında da; başvurucunun taşımacılık ruhsatının Bölge İdare Kurulu tarafında iptal edilmesi sonrasında, son itiraz mercii ve bu uyuşmazlığı karara bağlayan makam olan İletişim ve Ulaştırma Bakanlığının kararına karşı bir mahkemeye veya mahkeme olarak kabul edilebilecek herhangi bir kurula başvurma imkanının olmamasının, ihlal olduğuna karar vermiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi benzer şekilde “Zander-İsveç” davasında da; başvurucunun arazisinin bitişiğinde yer alan ve çöplük olarak kullanılan arazi nedeniyle içme suyunun kirlendiği iddiasıyla çöp boşaltan şirketin ruhsatının yenilenmesi ve faaliyetlerinin genişletilmesine yönelik olarak ilkin Ruhsat Kuruluna başvurmuş ve bu Kurulun ret kararına karşı da hükümete yaptığı itirazın reddine karşı yargı denetimi tanınmadığı için adil yargılanma hakkına aykırılık olduğu belirtilmiştir.
Özetle, tarafsızlığı ve bağımsızlığından kuşku duyulmayacak şekilde oluşturulmuş bir mahkemeye başvuru olanağının tanınmadığı bir idari rejimin adil yargılanmaya uygun olmadığı ilkesinin kabul edildiği görülmektedir.
Disiplin cezalarına karşı yargı yolunun kapalı olmasının adil yargılanma hakkına aykırılığı ile ilgili yapılan bu açıklamalardan sonra “hak arama özgürlüğü” ve Anayasa’nın 90. maddesinde yapılan değişiklikle uyumlu olup olmadığı ortaya konulmalıdır.Anayasa’nın 90. maddesinin, “usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz” biçimindeki son fıkrasına “usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” cümlesinin eklenmesi nedeniyle “hak arama özgürlüğü” açısından bu konunun değerlendirilmesi gerekmektedir.Uluslararası Sözleşmelerin Türk hukukundaki yerini doğrudan doğruya düzenleyen hüküm Anayasa’nın 90. maddesinin yukarıda yer verilen son fıkrasıdır.Bu hükümle birlikte,Anayasanın 15, 16, 42 ve 92. maddelerinde de uluslararası hukuka, dolayısıyla uluslararası sözleşmelere göndermede bulunulmuştur.Bu nedenle, öncelikle uluslararası sözleşmelerin Türk hukukundaki yeri belirlenmelidir.
Anayasanın 15. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin kullanımı konusunda alınacak tedbirlerin uluslararası hukuk karşısındaki konumu,16. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin yabancılar için kullanımlarının uluslararası sözleşmeler karşısındaki yeri, 92. maddesinde de,savaş ilanı ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verme yetkisinde uluslararası sözleşmelerle ilgili atıflar bulunmaktadır.
Anayasanın yukarıda yer verilen hükümleri ile uluslararası hukuk kuralları,dolayısıyla sözleşmeler ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır.Bu maddelerde belirtilen konulara ilişkin kurallar getiren sözleşme hükümlerini garanti altına alarak bunlara anayasal bir değer yüklenmiştir.
Uluslararası sözleşmeler konusunda yukarıda yer aldığı üzere, özel hükümler getiren maddeler ile birlikte, genel olarak sözleşmelerin Türk hukukundaki hiyerarşik yerini 90. madde düzenlemiştir.Fıkranın birinci cümlesine göre, usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası sözleşmeler kanun hükmündedir. Uluslararası sözleşmenin kanun hükmünde olması nedeniyle Türk Hukuk düzeninde doğrudan hüküm doğurucudur. Fıkranın ikinci cümlesine göre, andlaşmalar hakkında Anayasa Mahkemesine başvurulamayacaktır. Buna göre, uluslararası sözleşmelerin Anayasaya aykırı olduğunun ileri sürülememesi uluslararası hukukun üstünlüğünün teyidi olduğu, uluslararası sözleşmeler ile Anayasa arasında bir uyuşmazlık olması durumunda uluslararası sözleşmelerin üstünlüğü doktrinde de kabul görmüştür.
Kaldı ki;Anayasanın 129/3. maddesinde yer alan “uyarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin kararlarının yargı denetimi dışında bırakılamayacağına” ilişkin düzenlemeden de, uyarma ve kınama cezalarına karşı mahkemeye başvurma hakkını tanıyan iç hukuk kurallarının da Anayasa’ya aykırı olmadığının da yasa koyucu tarafından amaçlandığının anlaşılması gerekir.
Uluslararası sözleşmelerin iç hukukta geçerliliği ve Anayasa’da önceden de yer alan düzenlemeler ile ilgili bu açıklamalardan sonra son Anayasa değişiklikleri ile yeni oluşan hukuksal durum ve iç hukuk kurallarına etkisi üzerinde değerlendirmede bulunulması şarttır. 2001 yılında gerçekleştirilen Anayasa değişiklikleri öncesinde hazırlanan 37 maddelik Anayasa değişiklikleri paketinde onaylanmış uluslararası sözleşmelerin iç hukuktaki yeri ve değeri konusunda yer alan “kanunlar ile milletlerarası antlaşmaların çatışması halinde milletlerarası anlaşmalar esas alınır” şeklindeki düzenlemeden son anda vazgeçilmiştir.Anayasanın 90. maddesinde yapılması düşünülen bu değişiklik yukarıda yer verilen haliyle 22.05.2004 günlü ve 25449 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
5170 sayılı Yasa’nın 7. maddesi ile yapılan değişikliğin Anayasa Komisyonu’nda yapılan görüşmeler neticesinde gerekçesi; “uygulamada usulüne göre yürürlüğe konulmuş insan haklarına ilişkin milletlerarası antlaşmalar ile kanun hükümlerinin çelişmesi halinde ortaya çıkacak bir uyuşmazlığın hallinde hangisine öncelik verileceği konusundaki tereddütlerin giderilmesi amacıyla 90. maddenin son fıkrasına hüküm eklenmektedir.” şeklindedir.
Yasa koyucu temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklar demek suretiyle yargı yetkisini Türk milleti adına kullanan “adli, idari ve askeri yargı” yerleri ile birlikte yasama ve yürütme organının da yeni kural çerçevesinde hareket etmeleri gerektiğini belirtmiştir. Yargı yetkisini kullanan mahkemelerin yetkilerinin kullanımı ile ilgili düzenlemeler Anayasa’nın 9. ve 138. maddelerinde yer almaktadır. Anayasanın 9. maddesinde, yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı, 138. maddesinde de, yargıçların görevlerinde bağımsız olduklarını, Anayasa, yasa ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm vereceklerini, hiçbir organ, makam, merci ve kişinin, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve yargıçlara emir ve talimat veremeyeceklerini ve genelge gönderemeyeceklerini, tavsiye ve telkinde bulunulamayacağını kesin bir dille kurala bağlamaktadır.
Anayasanın 138. maddesinde yer alan “hukuka” uygun karar vermenin iç hukuk yanında uluslararası hukuk da dahil olarak anlamak gerekir. Ulusal üstü hukuk herhangi bir şekilde ulusal hukuka dahil olmuşsa yargı yetkisini kullanan hakimlerin bunu göz önünde bulundurması zorunludur.
Yeni metinde yer alan “temel hak ve özgürlüklerin” iç hukukta yer alan temel hak ve özgürlüklerle sınırlı olmaması gerekir. Usulüne uygun yürürlüğe giren tüm uluslararası sözleşmelerde yer alan temel hak ve özgürlüklerin kapsam içinde bulunduğu anlaşılmaktadır.Uluslararası insan hakları hukukunun anlaşma, sözleşme, şart, pakt gibi belgelerce tanıdığı ve güvenceye aldığı tüm insan hakları bu güvence altındadır.
Yapılan bu açıklamalar ışığında Uluslararası İnsan Hakları Hukukunun temel belgelerinden olan ve Türkiye tarafından da kabul edilerek onaylanan Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesinin ilgili hükümlerinin Anayasamızda ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun disipline ilişkin hükümler içeren maddelerindeki “uyarma ve kınama" cezalarına ilişkin kuralların aynı konuda farklı düzenlemeler içerip içermediğinin belirlenmesi gerekmektedir.
Türkiye tarafından 15 Ağustos 2000 tarihinde imzalanan ve 4 Haziran 2003 tarihinde TBMM’de onaylanan Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi 4868 sayılı Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanunun 18 Haziran 2003 günlü ve 25142 sayılı Resmi Gazetede yayınlanmasıyla yürürlüğe girmiştir. Sözleşmenin Başlangıç bölümünde; “bu sözleşmeye taraf devletlerin Birleşmiş Milletler Şartı’nda ilan edilen prensiplere göre insanlık ailesinin bütün üyelerinin doğuştan sahip oldukları insanlık onurunu ve eşit ve vazgeçilmez haklarını tanımanın yeryüzündeki özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu dikkate alarak, bu hakların insanın doğuştan sahip olduğu insanlık onurundan türediğini kabul ederek, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ne uygun bir biçimde korkudan ve yoksulluktan kurtulma özgürlüğünü kullanabilen özgür insan idealinin ekonomik ve sosyal ve kültürel hakları ile birlikte kişisel ve siyasal haklarını da kullanabildiği şartların yaratılması halinde gerçekleşebileceğini kabul ederek Birleşmiş Milletler Şartı’na göre devletlerin insan haklarına ve özgürlüklerine her yerde saygı gösterilmesini sağlama ve bu haklara ve özgürlüklere uygun davranma yükümlülüğünü dikkate alarak, içinde yaşadıkları topluma ve diğer bireylere karşı ödevleri bulunan bireylerin, bu sözleşmede tanınmış olan hakları ilerletme ve bu haklara uyulmasını sağlamak için çaba gösterme sorumluluğu bulunduğunun farkında olarak, aşağıdaki hükümlerde anlaşmışlardır” hükmüne yer verilmiştir.
Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesinin III. Bölümünde yer alan “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 14. maddesinde ise; herkesin mahkemeler ve yargı yerleri önünde eşit oldukları, herkesin hakkındaki bir suç isnadının veya hak ve yükümlülükleri ile ilgili bir hukuki uyuşmazlığın karara bağlanmasında, hukuken kurulmuş yetkili, bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından adil ve aleni olarak yargılanma hakkına sahip oldukları belirtilmiştir.
Sözleşmenin yukarıda yer verilen maddesi ile “hak arama özgürlüğü” güvenceye alınmıştır.Temel insan haklarından olan bu hakkın kullanılabilmesi için hiçbir kısıtlamaya tabi olmaması gerekir.Mahkemeye başvurma hakkını engelleyen tüm yasaklamaların Sözleşme’ye de aykırı olacağı tartışmasızdır. Adil yargılanma hakkının tam ve koşulsuz gerçekleşmesi ve mahkemeye başvurma hakkının güvenceye alınması konularında sınırsız hükümler içermesi nedeniyle birçok ulusal ve uluslararası kurallara göre ileri durumda bulunan Sözleşmenin kısıtlayıcı hükümler içeren kurallara göre öncelikli kabul edilerek uyuşmazlıkların çözümünde uygulanması çağdaş hukuk anlayışının doğal bir sonucudur.
Buna göre, hak arama özgürlüğüne yönelik temel hükümler içeren ve uluslararası ölçekli insan hakları hukukunun kaynağı olan ve Türkiye tarafından da imzalanarak yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesinin “adil yargılanma hakkı” başlıklı 14. maddesinin mahkemeye başvurma hakkının hiçbir şekilde kısıtlanmamasını öngören hükümleri ile “uyarma” ve “kınama” cezalarına karşı yargı yolunu kapayan iç hukuk düzenlemelerinin aynı konu hakkında farklı hükümler içermesi nedeniyle, Anayasa’nın 90. maddesinde yargı organlarını da bağlayıcı şekilde yapılan değişiklik sonrasında oluşan son hukuki durum karşısında, BM Siyasi ve Medeni Haklar Uluslar arası Sözleşmesinin 14/1. maddesinin bu uyuşmazlıkta esas alınması gereken hukuk kuralı olduğu sonucuna varılmıştır.
Buna göre, “uyarma” ve “kınama” cezalarına karşı yargı yolunu kapayan iç hukuk kuralları yerine, “adil yargılanma hakkı”, “hak arama özgürlüğü” ve “mahkemeye başvurma hakkı” ilkeleri doğrultusunda dava açılması gerektiğini kurala bağlayan Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesinin 14. maddesinin uyuşmazlıkta esas alınması suretiyle davacıya 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 125/B-a maddesi uyarınca verilen “kınama” cezasına karşı dava açılabileceği kanaatiyle davanın esas yönünden çözümlenmesi yapılacaktır.
Re: Uyarma cezasında zaman aşımı
Tartışmaya şimdilik bir katkıda bulunabilmek adına ekteki Danıştay kararını foruma ekliyorum...Ancak şunu ifade etmeleyim ki Uyarma ve Kınama cezalarının idari yargı denetimine tabi tutmaksızın kesinleşmiş sayılmasını ,10 Aralık 1948'de ilan edilen insan Hakları Evrensel Bildirisi'nin Adil Yargılama hakkına ve de Anayasamızın Hak arama hürriyetine ilişkin ve mevuzatımızdaki konuyla ilgili sair düzenlemelerin ruhuna aykırı bulduğumu vicdanen belirtmeden geçemeyeceğim..Kanunları bazen lafzından öte ruhuyla ve de yasama organı tarafından kabul edilmekle anayasa normu haline gelen uluslar arası sözleşmeler eşliğinde yorumlamak gerektiğini düşünüyorum...Saygılarımla...
T.C.
DANIŞTAY
8. DAİRE
E. 1998/1220
K. 1999/5359
T. 21.10.1999
• UYARMA VE KINAMA CEZASI ( Memurlara Verilen Disiplin Cezası-Yargı Yolunun Açık Olup Olmadığı )
• YARGI YOLU ( Memurlara Verilen Uyarma ve Kınama Cezaları )
• MEMURLARA VERİLEN DİSİPLİN CEZALARI ( Uyarma ve Kınama Cezasına Karşı Yargı Yoluna Gidilip Gidilemeyeceği )
657/m.125-Ba,135
ÖZET : Uyarma ve kınama cezalarının usul ve zamanaşımı yönlerinden hukuka uygun olduğunun saptanmasından sonra, bu cezalara karşı yargı yolunun açık olup olmadığının tartışılması gerekir.
İstemin Özeti : Turizm Bakanlığında müfettiş olarak görev yapan davacının, bir soruşturma dolayısıyla eleştirdiği üç meslektaşımızın ve töhmet altında bıraktığı gerekçesiyle 657 sayılı Yasanın 125/B-a maddesi uyarınca kınama cezası ile cezalandırılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davayı: kınama cezasına karşı açılan davaların esasının Anayasanın 129/3. maddesi ve 657 sayılı Yasanın 135. maddesi uyarınca incelenmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle incelenmeksizin reddeden Ankara 8. İdare Mahkemesinin 18.11.1997 gün ve 1169 sayılı kararının; Anayasanın 129/3 maddesinin yine Anayasanın 2.,6/son.,9., 12..13..14/son..36.,125. maddeleriyle çelişkili olduğu ve hakların özünü ortadan kaldırır nitelikte bulunduğu, aynı şekilde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine de aykırı olduğu, bu nedenle Anayasanın 129/3. maddesiyle 657 sayılı Yasanın 135. ve 136/4. maddelerinin Anayasa Mahkemesine itiraz yoluyla götürülerek iptal edilmesinin gerektiği, dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu öne sürülerek, 2577 sayılı Yasanın 49.maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : İstemin reddi gerektiği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Adnan Dikenli'nin Düşüncesi: 657 sayılı Yasa uyarınca verilen uyarma ve kınama cezalarına karşı yargı yolu kapalı tutulmasına karşın anılan cezaların varlığından sözedilebilmesi için bu cezaların usulüne uygun oluşturulup oluşturulmadığının araştırılması gerekeceğinden, davayı incelenmeksizin reddeden mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Belma Kösebalaban'ın Düşüncesi: Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.maddesinin 1. fıkrasında belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymayıp idare mahkemesince verilen kararın dayandığı hukuki ve yasal nedenler karşısında anılan kararın bozulmasını gerektirir nitelikte görülmemektedir.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin reddiyle idare mahkemesi kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü :
Davacının durumu 3.9.1999 gün ve 23805 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4455 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanun kapsamında olmakla birlikte anılan Kanunun 2. maddesi uyarınca süresi içinde verdiği dilekçesinde davaya devam etmek istediğini bildirdiğinden işin esasına geçildi.
Uyuşmazlık, davacının kınama cezası ile cezalandırılmasına ilişkin işlemden doğmuştur.
Uyarma ve kınama cezalarına karşı yargı yolu kapalıysa da; usul ve zamanaşımı yönlerinden hukuka aykırılık halinde, tam anlamıyla oluşmuş bir disiplin cezası işleminden söz edilebilmesine hukuken olanak yoktur.
Davacı, usulüne uygun soruşturma yapılmadan ceza verildiğini öne sürdüğüne göre tebligat ve cevap verme evreleri geçip dosya oluştuktan sonra davacı savının irdelenmesi ve eğer savı doğru ise bu konuda karar verilmesi gerekmektedir. Ancak usulüne uygun olarak disiplin cezası verildiğinin tespit edilmesi durumunda yargı yolunun açık olup olmadığı tartışılabilecektir.
Bu yönüyle, davanın incelenmeksizin reddine ilişkin idare mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle Ankara 8. İdare Mahkemesi kararının bozulmasına ve dosyanın anılan mahkemeye gönderilmesine 21.10.1999 günü oybirliği ile karar verildi.
Re: Uyarma cezasında zaman aşımı
Nedim Bey katkınıza teşekkür ederim..
ekte yolladığınız danıştay kararı uyarma ve kınama cezalarının yargı yolu açıkmı kapalımıyı malesef tartışmıyor...henüz kesinleşmemiş yani usulsuz oluşmuş idari kararın incelenmesini isteyen bir danıştay kararı...hukuk anlamında disipilin cezası oluştuğunda yargı yolu açıkmı kapalımı daha sonra incelenip karara bağlanmalı diyor...
sanırım yanlış anlamadım kararı..
milyonlarca çalışanı ilgilendiren bu cezalarla ilgili açılan bu topiğin gelişerek devam etmesini diliyorum
saygılarımla
Re: Uyarma cezasında zaman aşımı
Pek bir şey anlamadım hukuki terimlerden. Sonuç ne:..?
Re: Uyarma cezasında zaman aşımı
1-Anayasnın 129/3 ''Uyarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz.''hükmüyle yasa koyucuya takdir yetkisi tanımıştır.
2-Yasa koyucuda devlet memurları kanunun 135 ve 136. maddeleriyle uyarma ve kınama cezalarına karşı yargı yoılunu kapatmıştır.Yalnızca idari başvuru yolu (itiraz)öngörmüştür.
Madde 135 - (Değişik: 12/5/1982 - 2670/39 md.)
Disiplin amirleri tarafından verilen uyarma ve kınama cezalarına karşı iti-
raz, varsa bir üst disiplin amirine yoksa disiplin kurullarına yapılabilir.
Aylıktan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması ve Devlet memurluğundan
çıkarma cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir.
İtiraz süresi ve yapılacak işlem:
Madde 136 - (Değişik: 12/5/1982 - 2670/40 md.)
Disiplin amirleri ve disiplin kurulları tarafından verilen disiplin cezala-
rına karşı yapılacak itirazlarda süre, kararın ilgiliye tebliği tarihinden iti-
baren 7 gündür.
Bu süre içinde itiraz edilmeyen disiplin cezaları kesinleşir.
İtiraz halinde, itiraz mercileri kararı gözden geçirerek verilen cezayı ay-
nen kabul edebilecekleri gibi cezayı hafifletebilir veya tamamen kaldırabilir-
ler.
İtiraz edilmeyen kararlar ile itiraz üzerine verilen kararlar kesin olup,
bu kararlar aleyhine idari yargı yoluna başvurulamaz.
İtiraz mercileri, itiraz dilekçesi ile karar ve eklerinin,kendilerine inti-
kalinden itibaren 30 gün içinde kararlarını vermek zorundadırlar.
Kaldırılan cezalar sicilden silinir.
Re: Uyarma cezasında zaman aşımı
bu soruyu iniversite yıllarımda idare hukuku dersinde de tartışmıştık, benim savım şuydu anayasanın 125. maddesinde idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolu açıktır hükmünden yola çıkarak, 129/3 de ise uyarma ve kınama cezaları hariç disiplin cezaları yargı denetimi dışında bırakılamaz demektedir. anayasa açıkça yargı yolunu kapatmadığından uyarma ve kınama cezalarının yargı denetimi dışına çıkarılamayacağını savunmuştum, tabi bu benim öğrenci olduğum dönemlerde savunduuğum bir görüştü, özellikle demokratik toplumlarda bu tarz disiplin cezalarının yargı denetimi dışına çıkarılması demokratik ve çağdaş toplum gerekleri ile bağdaşmasa da bugün itibariyle anayasanın kanun koyucuya takdir yetkisi tanıdığı düşünüldüğünde, 657 sayılı kanunla yapılan düzenlemenin anayasaya aykırı olmayacağı kabul edilebilir.
657 sayılı kanunda görevde bulunmadan bir üst ögrenimi bitirme
merhaba
2004 kpss önlisans puanıyla 2006 yılında atanan bir memur 2005 yılında lisans ögrenimini tamamlamış asalet tastik sürecinin sonunda intibakının yapılması için lisans diplomasını kurumuna ibraz etmiş
bunun üzerine kurun devlet personel den görüş almış aldıgı görüşte
657 sayılı kanunun 76. ve 36. maddesinin a b c d fıkralarıyla intibak işleminin düzenlenebilecegi belirtilmiş
ancak göreve başlamadan bir üst öğrenimi bitirenlerin intibakıyla ilgili herhangi bir yasal düzenleme bulunmadığından intibakının yapılamayacağı bildirilmiştir
bu konuda nasıl bi çözüm yolu bulabiliriz yardımcı olursanız sevinirim
teşekkürler