-
Hrant Dink öldürüldü!
Gazeteci Hrant Dink silahlı saldırıda öldü
19 Ocak 2007
Gazeteci Hrant Dink silahlı saldırıda öldü Gazeteci yazar Hrant Dink, Agos Gazetesi'nin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti.
Cumhuriyet Savcılığı’ndan alınan ilk bilgilere göre, Hrant Dink, gazetenin önünde arkadan kafasına aldığı iki kurşunla hayatını kaybetti. Görgü tanıkları beyaz şapkalı birinin ateş ettiği bilgisini verdi. Gazetenin yayın kurulu üyesi Serkis Seropyan, Dink'in yemek yedikten sonra bir kişi tarafından kapının önüne çağrıldığını belirterek, ”Birisi kapının önünde başına 3 el kurşun sıkmış” dedi. Görgü tanıkları, 1.65 boylarında, 25-30 yaşlarında bir kişinin koşarak ara sokağa kaçtığını ifade ettiler.
İKİ KİŞİ GÖZALTINA ALINDI
Dink'e silahlı saldırıda bulunduğu öne sürülen ve eşkali belirlenen saldırganın yakalanması amacıyla, polisin bölgedeki çalışmaları sürüyor. Halaskargazi Caddesi üzerindeki gazete binasından çıkışı sırasında silahlı saldırı sonucu ölen Hırant Dink'e silahlı saldırıda bulunan kişinin, 18-19 yaşlarında, kot pantolonlu ve beyaz şapkalı olduğu bildirildi.Polis, saldırganın yakalanması amacıyla bölgede, metro, otobüs ve vapur iskelelerinde güvenlik önlemleri aldı. Polis kaynaklarından alınan bilgiye göre Taksim yakınlarında eşgale uyan iki kişi gözaltına alındı.
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
SON YAZISIDIR
Ruh halimin güvercin tedirginliği
(Agos'un Merceğinden Sayi:564-10 Ocak 2007 )
Hrant Dink
Başlangıcında, “Türklüğü aşağılamak” suçlamasıyla Şişli Cumhuriyet Savcılığı’nca hakkımda başlatılan soruşturmadan tedirginlik duymadım. Bu ilk değildi. Benzer bir davaya zaten Urfa’dan aşinaydım. 2002 yılında Urfa’da gerçekleşen bir konferansta yaptığım konuşmada “Türk olmadığımı... Türkiyeli ve Ermeni olduğumu” söylediğim için “Türklüğü aşağılamak” suçlamasıyla üç yıldan beri yargılanıyordum.
Duruşmaların gidişatından dahi habersizdim. Hiç ilgilenmiyordum. Urfa’dan avukat arkadaşlar gıyabımda yürütüyorlardı celseleri.
Şişli Savcısı’na gidip ifade verdiğimde de hayli umursamazdım. Sonuçta yazdığıma ve niyetime güveniyordum. Savcı, yazımın sadece birbaşına hiç bir şey anlaşılmayan o cümlesini değil, yazının bütününü değerlendirdiğinde, benim “Türklüğü aşağılamak” gibi bir niyetimin bulunmadığını kolaylıkla anlayacaktı ve bu komedi de bitecekti.
Soruşturma sonunda bir dava açılmayacağına kesin gözüyle bakıyordum.
Kendimden emindim
Ama hayret işte! Dava açılmıştı.
Yine de iyimserliğimi kaybetmedim.
O kadar ki, telefonla canlı olarak bağlandığım bir televizyon programında, beni suçlayan avukat Kerinçsiz’e “Çok heveslenmemesini, bu davadan herhangi bir ceza yemeyeceğimi, eğer ceza alırsam bu ülkeyi terk edeceğimi” dahi dile getirdim. Kendimden emindim, gerçekten yazımda Türklüğü aşağılamak gibi bir niyetim ve kastım -hiç ama hiç- yoktu. Dizi yazılarımın tamamını okuyanlar bunu çok net olarak anlayacaklardı.
Nitekim işte, bilirkişi olarak tayin edilen İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden oluşan üç kişilik heyetin mahkemeye sunmuş olduğu rapor da bunun böyle olduğunu gösteriyordu.
Endişelenmem için bir sebep yoktu, davanın şu ya da bu aşamasında muhakkak yanlıştan dönülecekti.
“Ya sabır” çeke çeke...
Ama dönülmedi.
Savcı, bilirkişi raporuna rağmen cezalandırılmamı istedi.
Ardından da hakim altı ay mahkumiyetime karar verdi.
Mahkumiyet haberini ilk duyduğumda, kendimi, dava süresi boyunca beslediğim ümitlerimin acı tazyiki altında buldum. Şaşkındım... Kırgınlığım ve isyanım had safhadaydı.
“Bak şu karar bir çıksın, bir beraat edeyim, siz o zaman bu konuştuklarınıza, yazdıklarınıza nasıl pişman olacaksınız” diye dayanmıştım günlerce, aylarca.
Davanın her celsesinde “Türkün kanı zehirlidir” dediğim dile getiriliyordu gazete haberlerinde, köşe yazılarında, televizyon programlarında.
Her seferinde “Türk düşmanı” olarak biraz daha meşhur ediliyordum.
Adliye koridorlarında üzerime saldırıyordu faşistler, ırkçı küfürlerle.
Pankartlarla hakaretler yağdırıyorlardı. Yüzlerceyi bulan ve aylardır yağan telefon, email, mektup tehditleri her seferinde biraz daha artıyordu.
Tüm bunlara “Ya sabır” çekip, beraat kararını bekleyerek dayanıyordum.
Karar açıklandığında nasıl olsa gerçek ortaya çıkacak ve bu insanlar yaptıklarından utanacaklardı.
Tek silahım samimiyetim
Ama işte karar çıkmıştı ve tüm ümitlerim yıkılmıştı.
Gayrı, bir insanın olabileceği en sıkıntılı konumdaydım.
Hakim “Türk Milleti” adına karar vermişti ve benim “Türklüğü aşağıladığımı” hukuken tescillemişti.
Her şeye dayanabilirdim ama buna dayanmam mümkün değildi.
Benim anlayışımla, bir insanın birlikte yaşadığı insanları etnik ya da dinsel herhangi bir farklılığı nedeniyle aşağılaması ırkçılıktı ve bunun bağışlanır bir yanı olamazdı.
İşte bu ruh haliyle, kapımda hazır bekleyen ve “Daha önce dile getirdiğim gibi ülkeyi terk edip etmeyeceğim”i teyit etmek isteyen basın ve medyadan arkadaşlara şu açıklamada bulundum:
“Avukatlarıma danışacağım. Yargıtay’da temyize başvuracağım ve gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de gideceğim. Bu süreçlerden herhangi birinden aklanamazsam ülkemi terk edeceğim. Çünkü böylesi bir suçla mahkum olmuş birinin benim kanaatimce aşağıladığı diğer yurttaşlarla birlikte yaşama hakkı yoktur.”
Bu sözleri dile getirirken yine her zamanki gibi duygusaldım. Tek silahım samimiyetimdi.
Kara mizah
Ama gelin görün ki beni Türkiye insanının gözünde yalnızlaştırmaya ve açık hedef haline getirmeye çalışan derin güç, bu açıklamama da bir kulp buldu ve bu kez de yargıyı etkilemeye çalışmaktan hakkımda dava açtı. Üstelik bu açıklamayı tüm basın ve medya vermişti ama onların gözüne batan ille de AGOS’takiydi. AGOS sorumluları ve ben, bu kez de yargıyı etkilemekten yargılanır olduk.
“Kara mizah” dedikleri bu olsa gerek.
Ben sanığım, bir sanıktan daha fazla kimin yargıyı etkileme hakkı olabilir ki?
Ama bakın şu komikliğe ki sanık bu kez de yargıyı etkilemeye çalışmaktan yargılanıyor.
“Türk Devleti adına”
İtiraf etmeliyim ki Türkiye’deki “Adalet sistemi”ne ve “Hukuk” kavramına olan güvenimi fazlasıyla yitirmiş durumdaydım.
Nasıl yitirmeyeyim? Bu savcılar, bu hakimler üniversite okumuş, hukuk fakültelerini bitirmiş insanlar değiller mi? Okuduklarını anlayacak kapasitede olmaları gerekmiyor mu?
Ama gelin görün ki, bu ülkenin Yargı’sı bir çok devlet adamının ve siyasetçinin de dile getirmekten çekinmediği gibi bağımsız değil.
Yargı yurttaşın haklarını değil, Devlet’i koruyor.
Yargı yurttaşın yanında değil, Devlet’in güdümünde.
Nitekim şundan bütünüyle emindim ki, hakkımda verilen kararda da her ne kadar “Türk Milleti adına” deniyor olsa da, şu çok açık ki “Türk Milleti adına” değil, “Türk Devleti adına” verilmiş bir karardı bu. Dolayısıyla, avukatlarım Yargıtay’a başvuracaklardı, ama bana haddimi bildirmeye karar vermiş derin güçlerin orada da etkili olmayacaklarının garantisi neydi?
Hem sonra zaten, Yargıtay’dan hep doğru kararlar mı çıkıyordu?
Azınlık Vakıfları’nın mülklerini elllerinden alan haksız kararlara aynı Yargıtay imza atmamış mıydı?
Başsavcının çabasına rağmen
Nitekim işte başvuruda bulunduk da ne oldu?
Yargıtay Başsavcısı tıpkı bilirkişi raporunda olduğu gibi suç unsuru bulunmadığını belirtti ve beraatimi istedi ama Yargıtay yine de beni suçlu buldu.
Ben yazdığımdan ne kadar eminsem Yargıtay Başsavcısı da o kadar okuyup anladığından emindi ki, karara da itiraz etti ve davayı Genel Kurul’a taşıdı.
Ama, ne diyeyim ki, bana haddimi bildirmeye soyunmuş olan ve muhtemelen de davamın her kademesinde bilemeyeceğim yöntemlerle varlığını hissettiren o büyük güç, işte yine perde arkasındaydı. Nitekim Genel Kurul’da da oy çokluğuyla benim Türklüğü aşağıladığım ilan edildi.
Güvercin gibi
Şu çok açık ki, beni yalnızlaştırmak, zayıf ve savunmasız kılmak için çaba gösterenler, kendilerince muradlarına erdiler. Daha şimdiden, topluma akıttıkları kirli ve yanlış bilginin tesiriyle Hrant Dink’i artık “Türklüğü aşağılayan” biri olarak gören ve sayısı hiç de az olmayan önemli bir kesim oluşturdular.
Bilgisayarımın güncesi ve hafızası bu kesimdeki yurttaşlar tarafından gönderilen öfke ve tehdit dolu satırlarla yüklü.
(Bu mektuplardan birinin Bursa’dan postalandığını ve yakın tehlike arzetmesi açısından da hayli kaygı verici bulduğumu ve tehdit mektubunu Şişli Savcılığı’na teslim etmeme rağmen bugüne değin herhangi bir sonuç alamadığımı yeri gelmişken not düşeyim.)
Bu tehditler ne kadar gerçek, ne kadar gerçek dışı? Doğrusu bunu bilmem elbette mümkün değil.
Benim için asıl tehdit ve asıl dayanılmaz olan, kendi kendime yaşadığım psikolojik işkence.
“Bu insanlar şimdi benim hakkımda ne düşünüyor?” sorusu asıl beynimi kemiren.
Ne yazık ki artık eskisinden daha fazla tanınıyorum ve insanların “A bak, bu o Ermeni değil mi?” diye bakış fırlattığını daha fazla hissediyorum.
Ve refleks olarak da başlıyorum kendi kendime işkenceye.
Bu işkencenin bir yanı merak, bir yanı tedirginlik.
Bir yanı dikkat, bir yanı ürkeklik.
Tıpkı bir güvercin gibiyim...
Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım.
Başım onunki kadar hareketli... Ve anında dönecek denli de süratli.
İşte size bedel
Ne diyordu Dışişleri Bakanı Abdullah Gül? Ne diyordu Adalet Bakanı Cemil Çiçek?
“Canım, 301’in bu kadar da abartılacak bir yanı yok. Mahkum olmuş hapse girmiş biri var mı?”
Sanki bedel ödemek sadece hapse girmekmiş gibi...
İşte size bedel... İşte size bedel...
İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey Bakanlar..? Bilir misiniz..?
Siz, hiç mi güvercin izlemezsiniz?
“Ölüm-Kalım” dedikleri
Kolay bir süreç değil yaşadıklarım... Ve ailece yaşadıklarımız.
Ciddi ciddi, ülkeyi terk edip uzaklaşmayı düşündüğüm anlar dahi oldu.
Özellikle de tehditler yakınlarıma bulaştığında...
O noktada hep çaresiz kaldım.
“Ölüm-Kalım” dedikleri bu olsa gerek. Kendi irademin direnişçisi olabilirdim ama herhangi bir yakınımın yaşamını tehlike altına atmaya hakkım yoktu. Kendi kahramanım olabilirdim, ama bırakın yakınımı, herhangi bir başkasını tehlikeye atarak, yiğitlik yapmak hakkına sahip olamazdım.
İşte böylesi çaresiz zamanlarımda, ailemi, çocuklarımı toplayıp, onlara sığındım ve en büyük desteği de onlardan aldım. Bana güveniyorlardı.
Ben nerede olursam onlar da orada olacaktı.
“Gidelim” dersem geleceklerdi, “Kalalım” dersem kalacaklardı.
Kalmak ve direnmek
İyi de, gidersek nereye gidecektik?
Ermenistan’a mı?
Peki, benim gibi haksızlıklara dayanamayan biri oradaki haksızlıklara ne kadar katlanacaktı? Orada başım daha büyük belalara girmeyecek miydi?
Avrupa ülkelerine gidip yaşamak ise hiç harcım değildi.
Şunun şurasında üç gün Batı’ya gitsem, dördüncü gün “Artık bitse de dönsem” diye sıkıntıdan kıvranan ve ülkesini özleyen biriyim, oralarda ne yapardım?
Rahat bana batardı!
“Kaynayan cehennemler”i bırakıp, “Hazır cennetler”e kaçmak herşeyden önce benim yapıma uygun değildi.
Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık.
Türkiye’de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi.
Kalacaktık ve direnecektik.
Bir gün gitmek mecburiyetinde kalırsak ama... Tıpkı 1915‘teki gibi çıkacaktık yola... Atalarımız gibi... Nereye gideceğimizi bilmeden... Yürüyerek yürüdükleri yollardan... Duyarak çileyi, yaşayarak ızdırabı...
Öylesi bir serzenişle işte, terk edecektik yurdumuzu. Ve gidecektik yüreğimizin değil, ama ayaklarımızın götürdüğü yere... Her neresiyse.
Ürkek ve özgür
Dilerim böylesi bir terk edişi hiç ama hiç yaşamak mecburiyetinde kalmayız. Yaşamamak için fazlasıyla umudumuz, fazlasıyla da nedenimiz var zaten.
Şimdi artık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruyorum.
Bu dava kaç yıl sürer, bilemem.
Bildiğim ve beni bir miktar rahatlatan gerçek şu ki, hiç olmazsa dava bitene kadar Türkiye’de yaşamaya devam edeceğim.
Mahkemeden lehime bir karar çıkarsa kuşkusuz çok daha sevineceğim ve bu da demektir ki artık ülkemi hiç terk etmek zorunda kalmayacağım.
Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak.
Yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. Kimbilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım?
Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım.
Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.
Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.
Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
"Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.
Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce. "
İki gündür aynı yazıyı tekrar tekrar okuyup duruyorum, üzülerek...
Olmamamlı... böyle olmamalıydı.
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Başımız sağolsun, ölümünden sonra dahi onu anlayamayanların bazı konumlarda halka seslenmeleri de bir o kadar acı...
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Çok ilginç bir zamanda ilginç bir dönemeçte gene bir insanlık ayıbı...
Ben terörü ve böyle insanlıktan nasibini alamamış oluşumları lanetlemekten bıktım. Devletin çok daha somut adımlar atmasının gerektiğini düşünüyorum...
Ben Türk üm diyen bir çok andavaldan çok daha fazla Türklüğü savunuyordu en azından katilinin bin katı bu ülkeyi seviyordu...
Çok üzgün sinirli ve bozuk bir durumdayım. Neler oluyor böyle anlayabilmişte değilim tam olarak. Nedir böyle saçsaça başbaşa kavga. nedir bu tahamülsüzlük ? Nedir bu kan hırsı ? Nedir bu yok etme isteği ? Nedir bu çarpık düşünce ? Neler oluyor bize ?
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Zamanlama süper değil mi?
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Cinayet zanlısı Ogün Samast Samsun'dan memleketi olan Trabzon'a giderken yakalandı.
Zanlıyı gazetelerdeki resimlerinden tanıyan babası ihbar etti.
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Aykiri dusunen bir insan daha olduruldu, kim, ve kimler yaptirmis hic bir zaman ortaya cikacigina inanmiyorum, gecmis ornekleri gibi. saniyorum bizim toplumda beyin hucreleri fazla, resmi dusunceden aykiri dusunen insanlari sevmeyen birileri var, ve onlar zaman, zaman aktiflesiyor. saygilar.
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Hrant Dink'in, İstanbul Valiliği'ne çağrılarak, bir Vali Yardımcısı önünde, birilerince tehdit edildiğine yönelik yazısı ve gazeteci Aydın Engin'in, bu yoldaki açıklamalarıyla ilgili olarak; İstanbul Valisi MUammer Güler'in derhal yaptığı, """böyle bir tehdit kesinlikle olmamıştır""" açıklaması, ne kadar mânidar?
"Bu konuda soruşturma açmadan, nasıl böyle bir açıklama yaparsın, ey Vali?" diyecek çıkacak mı acaba?
-
Dink davasında ‘Bilirkişi Raporu’
Dink davasında ‘Bilirkişi Raporu’
Olayın değerlendirilmesi
......
Dava konusu yayın sanık Hrant Dink tarafından Agos gazetesinde kaleme alınan yazı dizisinin 8 numaralı yazısıdır. Bilindiği gibi bu tür yayınlara ilişkin yargılamalarda suçun tespit edilebilmesi için bütünün ve bağlamın dikkate alınması gerekmektedir. Zira kimi durumlarda tek başlarına tahkir olarak nitelendirilebilen eylemler bir bütünün içinde bu maksada hizmet etmemekte, kimi zamanlarda ise tek başına tahkir edici olamayan ifadeler bir bütünün içinde tahkir edici olabilmektedir. Bu nedenle eylemin tipik olup olmadığı ve suçun diğer yapısal unsuları bakımından yapılacak değerlendirmede bu bütünün dikkate alınması gerekmektedir.
Dava konusu yayın Ermeni Kimliği başlığı altında yazılan bir dizi yazının içerisinde yer almaktadır. Bu dizi çerçevesinde yazar; (1) Kuşaklara Dair (7 Kasım 2003), (2) Kilisenin Rolü (14 Kasım 2003), (3) Kaç Vartan’ın Çocukları (5 Aralık 2003 10), (4) Pratik Kimliğin Teorisi (19 Aralık 2003), (5) Batı: Cennet ve Cehennem (26 Aralık 2003), (6) Ermeni’nin Türk’ü (23 Ocak 2004), (7) ‘Türk’ten Kurtulmak (30 Ocak 2004), (8) Ermenistan’la Tanışmak (13 Şubat 2004) başlıklı yazıları Ermeni Kimliği üst başlığı altında incelenmektedir. Bilindiği üzere milletler bakımından kimlik sorunu siyasi ve sosyolojik bir kavramdır. Milletler tanımları gereği ortak bir kültür ve amaç çerçevesinde bir araya gelmiş insan topluluklarıdır. Bu kısa tanımlamada pek çok unsur yer almamakla birlikte, ortak kültür aranan dil, din, yaşam tarzı, ortak tarih, coğrafya gibi pek çok unsuru bünyesinde barındırmaktadır. Milletlerin kimliği dendiğinde ise anılan sosyolojik ve siyasi pek çok kavramın bir bütünü, o milletin ortak değerleri ifade edilmektedir. Milletlerin kimliği kullanılan dilden tarihe, siyasi olaylardan dine, ortak amaçlardan coğrafi birlikteliğe kadar pek çok kavram ve kurumdan etkilenmektedir. Örneğin Türk kimliği dendiğinde kabul edilen dinin, yaşanan siyasal süreçlerin, savaşların, kültürün, milleti oluşturan bireylerce benimsenen ortak amaçların -ki örneğin bunlar Anayasamızın başlangıç bölümünde ifade edilmektedir- etkisi tartışılmazdır. Milletler bakımından kimliğin ortaya konması ve ana unsurlarının belirlenmesi hayati önemdedir. Zira kimlik milletlerin varlık ve devamlılıkları bakımından son derece önemlidir. Ermeni kimliğine ilişkin sanıkça yazılan yazıda da bu bağlamda Ermeni kimliğinin bir değerlendirmesi yapılmaktadır.Bu çerçevede sanık kuşaklar arasındaki farklılıklara, farklı ülkelerde yaşayan Ermenilerin kimlik bakımından durumlarına, 1915 yılında yaşanan olaylara, batıya göç eden Ermenilere, Ermenistan dışında yaşayan Ermenilerin Ermenistan’la ilişkilerine değinmektedir. Sanık bakımından kaleme alınan yazılardan sadece sonuncusu iddianamenin konusunu oluşturmaktadır.
Sanığın müsnet suç bakımından söz konusu ifadeleriyle anlatmak istediği husus tüm yazıları ardı ardına okunduğunda ortaya çıkmaktadır. Buna göre 1915 yılında yaşanan olaylar soykırım niteliğindedir. Bu olaylar Ermeni kimliğinde gerek oluşları gerekse daha sonra dünyanın ilgisizliği nedeniyle ciddi tahribatlara yol açmıştır. Sonrasında Ermeni toplumu bu olayı ayakta kalmak için kullanmış, zamanla ise bu olayların gerçekliği ve dünyaya kabul ettirilmesi bir inada dönüşmüştür. Bu inat yani soykırım ve dünyaya kabul ettirme sorunu, zamanla Ermeni kimliğinin asıl unsuru haline gelmiştir. Bu durum Ermeni kimliğine zarar vermekte ve Ermeni kimliğini tüketmektedir, sağlıksız bir ruh halinin göstergesidir.
Ermenilerin ruhsal hayatında, ulusal kimliklerinde Türk unsuru, bu anlamda -1915 olayları anlamında- ciddi etkiler doğurmaktadır ve Ermenilerin sağlıklı bir kimlik oluşturabilmeleri için bu etkiden kurtulmaları gerekmektedir. Bu kurtulma, Türklerin devlet ve toplum olarak Ermenilerin acılarını paylaştığını ifade etmesi ile mümkün olacaktır ki bu olasılığın gerçekleşmesi zor görünmektedir. İkinci yol olarak ise Ermeniler kendi kimliklerinden bu etkiyi çıkarmalıdır. Bu yol hem daha kolaydır ve yapılması gereken de budur. Ermeniler 1915’te yaşanan olayların gerçekliğinin farkındadır. Türkiye’nin ya da dünyanın bu olayları tanıması ya da tanımaması bir şeyi değiştirmeyecektir. Dolayısıyla Ermenilerin tek hedefi bu olayları Türkiye’ye ve dünyaya kabul ettirmek olamaz. Ermeni kimliğinin sağlığı başka ülkelerin soykırımı kabul edip etmemesine bağlı olamaz. Bu yaklaşım hatalıdır. Bu hatalı yaklaşım artık terk edilmelidir. Ermeni kimliğinin oluşumu bu bağlamda Türk’e bağlı kalmamalıdır. Ayrıca Ermenilerin tüm çabalarını dünya üzerinde ‘Türk’e baskı uygulamaya ve soykırımı kabul ettirmeye ayırması, kimliğin oluşumunu engelleyen bir zaman kaybıdır. Bu anlamda Ermeni dünyası kendini ‘Türk’ten kurtarmalıdır. Bu yapıldığında Ermeni kimliğinde ‘Türk’ten geriye kalacak boşluk sorun oluşturmayacaktır. Zira bu boşluk Ermenistan devletine gösterilecek ilgi ve devlet için harcanacak çaba ile doldurulmalıdır. Ermeni kimliğinin ‘Türk’ten kurtuluşunun yolu, ‘Türk’le uğraşmamaktır. ‘Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur. Yeter ki mevcudiyetin farkında olsun.
159. maddede düzenlenen Türklüğü tahkir ve tezyif suçunun oluşumu için dava konusu yayında Türk kimliğine ve Türklüğe yönelik bu tahkir ve tezyifin bulunması, tahkir ve tezyifin tahkir etmek özel kastıyla yapılması ve ifadelerin düşünce özgürlüğü kapsamında yer almaması gerekmektedir. Sanık yazılarında ‘Türk’ten bahsetmekte ve Ermeni kimliğindeki bu Türk olgusundan kurtulmak gerektiğini ifade etmektedir. Türklüğü tahkir ve tezyif suçunun oluşabilmesi için, Türk kimliğinin, Türklüğün tahkir ve tezyife konu olması gerekmektedir. Sanığın ifadelerinde sürekli olarak bir Türk olgusundan bahsedilmekte ve bu Türk olgusunun Ermeni kimliğini olumsuz etkilediğinden ve Ermeni kimliğinden çıkarılması gerektiği söylenmektedir. Sanığın bu Türk olgusu ile ne anlatmak istediği ise önceki yazılarından anlaşılmaktadır. Şöyle ki; sanık Ermeni Kimliği Üzerine (6) Ermeni’nin Türk’ü, Ermeni Kimliği Üzerine (7) ‘Türk’ten Kurtulmak, Ermeni Kimliği Üzerine (8) Ermenistan’la Tanışmak başlıklı yazıda bir olgu olarak Türk’le neyi anlatmak istediğini ifade etmektedir. Sanığın bütün yazıları birlikte incelendiğinde yazıya konu olan Türk ifadesi ile anlatılmak istenenin 1915 olayları sebebiyle Ermeni kimliğinde yer alan anlayış ve bakış açısı olduğudur. 159. maddede düzenlenen suçun oluşabilmesi için fail Türk kimliğine, Türklüğe yönelik eylemlerde bulunmalıdır. Oysa dava konusu yayında bu yönde bir eylem bulunmamaktadır. Yayında geçen “Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur” ifadeleri incelendiğinde ise ortaya çıkan sonuç sanığın Ermeni kimliğinde bir ruhsal sorun olarak ifade ettiği Türk olgusunu, yani 1915’te yaşananları Ermeni kimliğinin hayati bir unsuru olarak benimseyip, tüm çabaların ve birlikteliğin bu olgu üzerine kurulmasını, 1915 olaylarını soykırım olarak dünyaya kabul ettirme çabası ve inadından kurtulmak gerektiğini söylemektedir. Sanık daha önceki yazılarında da bu anlayış ve çabayı Ermeni kimliğini kemiren bir husus, ruhsal bozukluk ve zaman kaybı olarak nitelendirmektedir. Zehirli kan olarak ifade edilen husus, Türklük ya da Türkler değil Ermeni kimliğinde yer alan sanığın ifadesi ile hatalı anlayıştır. Tüm bu açıklamalar bir arada değerlendirildiğinde, sanığın ifadelerinin 159. maddede düzenlenen anlamda Türklüğü tahkir ve tezyif olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Bir kere ifadeler Türklere ya da Türk kimliğine yönelik değildir. Aksine ifadeler Ermeni toplumunun oluşturduğu Türk anlayışına ve olgusuna yöneliktir. İkinci olarak sarf edilen sözlerde tahkir, aşağılama, küçük düşürme, zayıflatmak anlamına gelebilecek bir husus bulunmamaktadır. Salt 1915 olaylarını soykırım olarak nitelendirmek de bu anlamda 159. maddede düzenlenen suçu oluşturmayacaktır. Ermeni soykırımı iddiaları halen tartışılmakta olup bu konuda gerek Ermenilerden gerekse Türklerden farklı bakış açıları ve görüşler ifade edilmektedir. Dolayısıyla bu açıklamalar tarihi bir olaya ilişkin görüş açıklamalarıdır. 159. maddede düzenlenen suç tipinin tipik eylem unsurunu oluşturmadığı gibi, açıklamalar bölümünde geniş olarak ifade edilen düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındadır.
Suçun oluşumu bakımından özel kast aranmaktadır. Nitekim 159. maddenin son fıkrasında, tahkir kastıyla olmayan eylemlerden bahsedilerek bu husus açıkça düzenlenmiştir. Yukarda da açıklandığı üzere sanığın davaya konu eylemi, Ermeni kimliği üzerinedir. Ermeni kimliğinin değerlendirmesi ve eleştirisi yapılmaktadır. Doğrudan Türklüğe yönelik bir eylem bulunmadığı gibi, bu amacı ortaya koyacak bir veri de bulunmamaktadır. Dolayısıyla sanığın eylemi tipik olarak nitelendirilse dahi, suç için gerekli olan özel kast sanıkta bulunmamaktadır.
SONUÇ
Sanıklar Agos gazetesi yazarı Fırat (Hrant) Dink ve sorumlu yazı işleri müdürü Karin Karakaşlı hakkında gazetenin 13.02.2004 tarihli nüshasında yer alan yazı tarafımızdan değerlendirilmiş ve aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır.
Sanıklardan Fırat (Hrant) Dink tarafından yazılan yazının tam olarak anlaşılabilmesi için yazının parçası olduğu dizi tümüyle incelenmelidir. Bu inceleme sonucunda dava konusu yazıda yer alan ifadelerin 159. maddede düzenlenen Türklüğü tahkir ve Tezyif suçunun tipik eylem unsurunu oluşturmadığı, ayrıca eylemde suçun oluşumu için gerekli olan tahkir ve tezyif özel kastının bulunmadığı, 5187 sayılı yeni Basın Kanunu’nun cezai sorumluluğu düzenleyen 11. maddesi cezai sorumluluk bakımından eser sahibinin sorumlu olduğunu, ancak eser sahibinin belli olmaması veya yayım sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması ya da yurt dışında bulunması nedeniyle Türkiye’de yargılanamaması veya verilecek cezanın eser sahibinin diğer bir suçtan dolayı kesin hükümle mahküm olduğu cezaya etki etmemesi hallerinde sorumlu yazı işleri müdürünün sorumluluğuna gidilebileceği hükmüne yer vermektedir. Bu nedenle Agos gazetesi sorumlu yazı işleri müdürü olması sebebiyle sanıklar arasında yer alan Karin Karakaş’ın durumunun bu hüküm çerçevesinde yeniden değerlendirilmesi gerektiği sonuçlarına ulaşılmıştır.”
-
Re: Dink davasında ‘Bilirkişi Raporu’
Hrant Dink (12 Ocak 2007) AGOS Sayı: 563
Niçin hedef seçildim?
Başlarken bir not: Hiç işlemediğim “Türklüğü aşağılamak” suçundan 6 aya mahkum oldum. Şimdi artık son çare olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidiyorum. 17 Ocak tarihine kadar avukatlarım başvuruyu gerçekleştirecekler ve benden de başvuruya eklemek için olayların gelişimini anlatan bir yazı istediler. Ben de dosyaya konacak bu yazıyı kamuoyuyla paylaşmayı uygun gördüm. Çünkü benim için AİHM’in kararı kadar ve hatta ondan daha fazla Türkiye toplumunun vicdani kararı önemli. Birkaç hafta sürecek bu yazı dizisindeki bazı bilgileri ve ruh halimi muhtemelen AİHM’e başvurmak mecburiyetinde kalmasaydım ilelebet kendime de saklayabilirdim. Ama madem ki iş bu noktaya kadar geldi olan biten herşeyi paylaşmak galiba en iyisi...
Sadece benim değil, sadece Ermenilerin de değil... Tüm kamuoyunun merak ettiği ve sormaktan kendini alamadığı soru şu: “Türklüğü aşağılamak suçlamasıyla 301’den soruşturma ya da dava açılan hemen herkes için bir biçimiyle teknik ya da hukuki çözüm bulundu ve dava mahkumiyete varmadan daha ilk celselerde sonuçlandı da, Hrant Dink niye 6 aya mahkum oldu?”
Hafif atlatılanlar...
Bu aslında yanlış bir tespit ya da gereksiz bir soru değil. Anımsanırsa eğer Orhan Pamuk için dava celsesi başlamadan daha, “Ne yapılabilir de dava düşürülebilir?” diye az takla atılmadı. Kimine göre Adalet Bakanlığı’nın yargılama için izin vermesi gerekiyordu, dolayısıyla oraya sormak gerekirdi. Nitekim öyle de yapıldı. Topun kendisine atıldığını gören Adalet Bakanı ise sıkışmışlığın arasında bir yandan Pamuk’a ateş püskürdü, bir yandan da ortaya çıkıp “Ben böyle bir şey demedim” demesi için çağrılarda bulundu. Sonuçta “Pamuk davası”nın ilk celsesi gerçekleşti ve bu ilk duruşma esnasında yaşanan vandalist saldırılarla Türkiye dünyaya rezil olunca, davanın ikinci celsesi aynı şekilde yaşanmasın diye de ikinci celsenin yapılmasına bile gerek kalmadan dava düşürüldü ve Pamuk’un 301 macerası teknik bir çözümle sona erdirilmiş oldu. Benzer sürecin daha hafifi ise Elif Şafak davasında yaşandı. Öncesinde hayli patırtısı koparılan dava daha ilk celsesinde, Şafak’ın mahkemeye görünmesine bile gerek kalmadan, sona erdirildi. Bu teknik çözümlerden herkes memnundu. Başbakan Tayyip Erdoğan dahi Şafak’a telefon açıp geçmiş olsun dileğinde bulundu. Benzer “Hafif atlatmaları” Ermeni Konferansı’nın sonrasında yazdıkları nedeniyle haklarında “Türklüğü aşağılamak” suçlamasıyla dava açılan gazeteci ve akademisyen arkadaşlar da yaşadılar.
Cevaplanamayan...
Bu davaların bu şekilde hafif atlatılmış olmasını kıskandığım sanılmasın. Aksine bu davaların ya da soruşturmaların açılmış olması dahi mağdurları açısından çok ağır bir bedeldir ve tüm bu davalardan yargılanan arkadaşların yaşamış oldukları haksızlığın ne gibi bir ağırlık taşıdığını en iyi bilenlerdenim ve paylaşanlardanım. Benim derdim onların davalarında gösterilen kaygı ve telaşın, Hrant Dink davasında niçin gösterilmediğini sorgulamak ve cevaplamak. Nitekim gördük ki, bu hafif atlatmalar Hükümet’e bir tür obsiyon verdi ve 301’in kaldırılmasını isteyen Avrupa Birliği’nin baskısı karşısında, “Sonuçları güzel” bu uygulamalar örnek olarak gösterilebildi ancak Hükümet’in 301’e ilişkin elinin kolunun bağlı kaldığı ve Avrupa Birliği yetkililerine herhangi bir cevap yetiştiremediği tek örnek ise Hrant Dink’in mahkumiyet almış olması oldu. Konu o davaya geldiğinde diller kilitlendi. Sahi, “Türklüğü aşağılamak suçlamasıyla 301’den soruşturma ya da dava açılan hemen herkes için bir biçimiyle teknik ya da hukuki çözüm bulundu ve dava mahkumiyete varmadan daha ilk celselerde sonuçlandı da, Hrant Dink, üstelik de hiç suç işlemediği bir yazısında, niçin 6 aya mahkum oldu?”
Ermeni olmamın rolü
Evet, bu cevaba hepimizin ihtiyacı var! Özellikle de benim. Sonuçta bu ülkenin bir yurttaşıyım ve ısrarla herkesle eşit olmak istiyorum. Ermeni olduğum için kuşkusuz bundan önce birçok olumsuz ayrımcılıklar yaşadım. Sözgelimi 1986 yılında Denizli 12. Piyade Alayı’na kısa dönem askerlik (8 aylık) için gittiğimde, devremdeki tüm arkadaşlarıma yemin töreninden sonra erbaş rütbesi taktılar ve bir tek beni ayırıp er olarak bıraktılar. İki çocuk sahibi koca bir adamdım, umursamamam gerekiyordu belki. Üstelik bir tür rahatlık dahi sağlamıştı. Nöbet ya da daha zorlu görevler de verilmeyecekti. Amma velakin fena koymuştu bu ayrımcılık. Tören sonrasında herkes ailesiyle mutluluğunu paylaşırken, teneke barakanın arkasında, tek başıma iki saat boyunca ağladığımı hiç unutamıyorum. Alay komutanımın odasına çağırıp, “Üzülme, bir sorunun olursa gel bana” deyişi hâlâ belleğimde bir yara. 301’den yargılanış, aklanış ya da mahkum oluş bir rütbe takdimi değil hiç kuşkusuz. Dolayısıyla “Onlara verilmediğine göre bana da verilmemeliydi”, hele hele de “Bana verdiklerine göre onlara da verilmeliydi” arayışında asla olamam. Ama ayrımcılığa uğramanın tecrübeleriyle pişmiş biri olarak ussal refleksimin şu soruyu sormaktan da hiç geri durmadığını itiraf etmeliyim: “Benim Ermeni olmamın bu sonuçta bir rolü oldu mu?”
Bildiklerim ve sezdiklerim
Bu soruya karşılık, bildiklerimi ve sezdiklerimi yan yana getirdiğimde verebileceğim bir cevap var elbet. Özeti de şu: Birileri karar verdi ve “Bu Hrant Dink artık çok olmaya başladı... Ona haddini bildirmek gerek” diyerek harekete geçti. Kabul ediyorum, kendimi ve Ermeni kimliğimi çok merkeze alan bir iddia bu. Abarttığım öne sürülebilir. Ne var ki benim ruhsal algılamam bu... Elimdeki veriler ve yaşadıklarım bana bu iddiam dışında bir seçenek bırakmıyor. İyisi mi şimdi bana düşen tüm yaşadıklarımı ve sezgilerimi sizlere aktarmak. Sonrası sizin bileceğiniz.
Haddimin bildirilmesi
Öncelikle Hrant Dink’in “Çok olmasına” biraz açıklık getireyim. Dink zaten epeyi bir süredir dikkatlerini çekiyor, canlarını sıkıyordu. 1996 yılıyla birlikte, AGOS’u çıkardığından beri Ermeni toplumunun sorunlarını dile getirirken, haklarını talep ederken ya da tarihin konuşulmasına ilişkin Türk resmi tezinin hoşuna gitmeyen kendi duruşunu sergilerken, arada bir çizmeyi aştığı olmuyor değildi ancak asıl bardağı taşıran damla 6 Şubat 2004 tarihinde AGOS’ta yayınlanan “Sabiha Gökçen” haberi oldu. Dink imzasıyla ve “Sabiha-Hatun’un sırrı” başlığıyla verilen haberde Gökçen’in Ermenistanlı akrabaları konuşuyor ve Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in aslında yetimhaneden alınmış bir Ermeni yetim olduğunu iddia ediyorlardı. Bu haber, Türkiye’nin en çok satan gazetesi Hürriyet’te 21 Şubat 2004 tarihinde AGOS’tan alıntılanarak manşetten verilince olanlar oldu ve Türkiye’de yer yerinden oynadı. 15 günü aşkın bir süre tüm köşe yazarları habere ilişkin olumlu, olumsuz yorumlarda bulundular, değişik kesimlerden değişik beyanatlar verildi. Tüm bunların içinde en önemlisi ise Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı yazılı açıklama oldu. Genelkurmay bu haberi yapanlara karşı “Böyle bir sembolü amacı ne olursa olsun tartışmaya açmak, milli bütünlüğe ve toplumsal barışa karşı bir cürümdür” açıklamasıyla tepki koyuyordu. Onlara göre bu haberi yapanlar art niyetliydi, Türk kadınının miti ve sembolü haline dönüştürülmüş bir kişinin Türklüğünü birden bire onun üstünden çekerek o kimlikte deprem yaratmaya çalışıyorlardı. Kimdi bu densizler, kimdi bu Hrant Dink? Ona haddi bildirilmeliydi!
Resmi sohbete davet
Genelkurmay bildirisi 22 Şubat Pazar günü yayınlandı. Evimde, televizyon haberlerinden dinledim uzun bildiriyi. O gece çok rahat değildim. Ertesi gün muhakkak birşeyler olacağını seziyordum. Nitekim tecrübelerim ve sezgilerim beni yanıltmadı. Ertesi gün sabahın erken saatinde çaldı telefonum. İstanbul Vali yardımcılarından biri arıyordu. Sert bir tonla, habere ilişkin elimdeki belgelerle Valiliğe beklediğini bildirdi. “Bu çağrının hangi amaçla yapıldığını?” sorduğumda ise “Sohbet etmek ve elinizdeki belgeleri görmek” şeklinde yanıtladı. Tecrübeli gazeteci dostlarımı aradım, bu çağrının hangi anlama geldiğini sordum. “Bu tür sohbetlerin gelenekten olmadığı gibi bunun yasal bir prosedür de olmadığını ancak elimdeki belgelerle davete icabet etmemin doğru olacağını” telkin ettiler.
Dikkatli olmalıydım
Tavsiyeye uydum ve elimdeki belgelerle birlikte Vali Yardımcısı’nın yanına gittim. Hayli nazikti Vali Yardımcısı. İçeri buyur ettiğinde, odasında biri bayan iki kişi daha oturuyordu. Nazikçe “Onların kendisinin yakınları olduğunu, sohbetimizde hazır bulunmalarında bir mahzur görüp görmediğimi?” sordu. “Bir mahzur görmediğimi” söyleyip oturduğumda zaten ortamın nazikliğini kavramıştım. Hiç beklemeden girişi yaptı Vali Yardımcısı. “Hrant bey” diyordu “Siz, tecrübeli bir gazetecisiniz. Daha dikkatli haber yapmanız gerekmez mi? Sonra böyle haberlere ne gerek var? Bakın ortalık nasıl allak bullak oldu. Hayır, biz sizi biliyoruz ama sokaktaki adam ne bilsin? Bu tür haberleri başka bir niyetle yapıyorsunuz sanabilir. Bakın şu elimdeki evrakı görüyor musunuz? Ermeni Patriği’nin bir başvurusu vardı, bazı internet sitelerinde Ermeni toplumunun bazı kurumlarına yönelik bazı densizler terör sayılabilecek girişimlerde bulunmaya çalışıyorlarmış. İşte biz de onları aradık ve Bursa’da bulduk, sonunda adalete de teslim ettik. Ama bakın işte sokaklar ne gibi insanlarla dolu. Bu tür haberlere daha dikkat etmek gerekmez mi?” Vali Yardımcısı’nın bu girişle başladığı sohbete, odadaki misafirlerden erkek olan da katıldı ve ondan sonra da zaten sözü bir daha başkasına bırakmadı. Vali Yardımcısı’nın sözlerini daha da net bir üslupla bu kez o yineledi. Dikkatli olmamı, ülkeyi ve ortamı gerecek girişimlerden kaçınmamı telkin ediyordu: “Sizin yazdığınız bazı yazılardan, her ne kadar üslubunuza katılmasak da, niyetinizin kötü olmadığını anlayabiliyoruz, ancak herkes bunu böyle anlamayabilir ve toplumun tepkisini üzerinize çekebilirsiniz” diyerek de beni kerelerce uyarıyordu. Ben ise haberi hangi niyetle yaptığımı anlatmakla yetindim. Birincisi ben gazeteciydim ve bu bir gazeteciyi heyecanlandıracak bir haberdi. İkincisi de, Ermeni sorununu hep ölenler üzerinden konuşmak yerine biraz da kalanlar ve yaşayanlar üzerinden konuşmayı denemek istiyordum. Ama görüyordum ki kalanlar üzerinden konuşmak daha zordu! Odadan ayrılacaktım ki götürdüğüm belgeleri görmek ya da almak için ısrar bile etmediklerini farkettim. Belgeleri isteyip istemediklerini onlara ben anımsattım ve verdim. Zaten de konuşmaların içeriğinden, beni hangi amaçla oraya çağırdıkları belliydi. Haddimi bilmeliydim... Dikkatli olmalıydım... Yoksa iyi olmazdı!
Artık hedefteydim
Hakikaten de sonrası iyi olmadı. Valiliğe çağrıldığımın ertesi gününden itibaren birçok gazetede birçok köşe yazarı Ermeni kimliği üzerine yazmış olduğum deneme serisinin içinde geçen “Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermenilerin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur” cümlesini cımbızlayarak, bununla Türk düşmanlığı yaptığımı ortak bir kampanyayla dile getirmeye başladılar. Bu yayınların ardından ise 26 Şubat günü İstanbul Ülkü Ocakları İl Başkanı Levent Temiz’in başını çektiği bir grup ülkücü, AGOS’un kapısına gelerek aleyhime sloganlar attı ve tehditlerde bulundu. Polis gösterinin olacağını önceden haber almıştı. AGOS içinde ve kapısında gereken önlemleri aldı. Tüm televizyon kanalları ve gazete muhabirleri de haberdar edilmişlerdi, hepsi AGOS’un önündeydi. Grubun kullandığı sloganlar çok netti: “Ya sev ya terk et”, “Kahrolsun ASALA”, “Bir gece ansızın gelebiliriz” Grubun lideri Levent Temiz’in yaptığı konuşmada hedef açık ve seçikti: “Hrant Dink, bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir, hedefimizdir.” Grup gösterisini yapıp dağıldı. Ama ne hikmetse o gün ve ertesi gün herhangi bir televizyon kanalında (Kanal 7 hariç), herhangi bir gazetede (Özgür Gündem hariç) haber geçilmedi. Belli ki Ülkücü grubu AGOS’un kapısına yönlendiren güç, basını ve medyayı da o olumsuz görüntü ve sloganların ardından blokaj altına -bir iki fireyle- almayı başarmıştı.
Tehlikenin eşiğinde
AGOS’un önünde benzer bir gösteri de birkaç gün sonra kendilerini “Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Federasyonu” olarak adlandıran grup tarafından yapıldı. Ardından da devreye o güne değin hiçbir popülaritesi olmayan Av. Kemal Kerinçsiz ve onun başkanlığını yaptığı Büyük Hukukçular Birliği girdi. Kerinçsiz ve arkadaşları Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na giderek, hakkımda suç duyurusunda bulundular. Bu başvuruyla birlikte, Türkiye’nin itibarını bütünüyle zedeleyen 301 davalarına da hız verilmiş oldu. Benimle ilgili ise yeni ve tehlikeli bir süreç başlıyordu. Gerçi ben hayatım boyunca hep tehlikelerin etrafında dolaşmıştım. Ya tehlikeler beni çok sevmişti, ya ben tehlikeleri... Ve işte yine uçurumun kıyısındaydım. Peşimde tekrar birileri vardı. Onları seziyordum. Ve onların Kerinçsiz ekibiyle sınırlı ve salt onlardan oluşacak denli sıradan ve görünür olmadıklarını çok iyi biliyordum.
Hrant Dink (12 Ocak 2007) AGOS Sayı: 563
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
ÜLKENİ, ONU KANATMADAN SEVECEKSİN!
Umur Talu / Sabah:
Bu dünyaya verdiğimiz mesaj bu işte!
Rahibi öldür.
Bu memlekete sevdalı, aydın ve cesur bir gönül adamını, Hrant´ ı öldür.
Bir pusuda Kadir astsubay ölsün.
Bir hâkim öldürülsün, yüksek mahkemenin bağrında.
Bir avukat ölsün, ölüm orucunda; bir genç cezaevinde, mayında.
Birbirini öldür, öldür, öldür.
Sonra buna milliyetçilik de, ulusalcılık de, vatanseverlik filan de. Demokratlık dahi de. Hukuk bile de.
Sokak sokak, cadde cadde, meydan meydan, mezar mezar; aydınların, evlatların, vatandaşların, vurulmuş da uzanmış, öyle yatsın.
Sonra
Hep aynı, hep aynı.
Hrant'a "öldürüleceksin" dediler, öldürdüler.
Hrant'a "öldürüleceksin" dendi, koruyamadılar.
Kayıp bir sokak köpeğinin dahi, ilgilenilirse bulunabildiği bir yerde, bunu akıl edemedi 301'leri filan akıl üstüne akıl eden devlet.
"Katil kimdir? " sorusu elbette önemli; ama bir de şu soru var:
Katil nedir ki!
Katilin ağaları nedir ki!
Bu karanlık sinsilerin, yılanların, akreplerin bu ülkeye hayrı nedir ki! Sorunuz ve sorunumuz bir de budur.
Bir de, bir de şu var:
Gazeteciliğin vicdanının temel taşlarından ikisi, "şiddet karşıtlığı ve düşünce özgürlüğüne, çeşitliliğine saygı" dır.
Oysa, bizim mesleğimize sadece, İpekçi'nin, Mumcu'nun, Emeç'in, Kışlalı'nın, Darendelioğlu'nun, Ali İhsan Özgür´ün, Kaftancıoğlu'nun, Dursun'un, Anter'in, Göktepe'nin, diğerlerinin ve şimdi Dink'in kanı akmadı;
Aynı zamanda, mesleğimizin içinde, insanları, meslektaşlarını hedef gösteren, küfür kıyamet, şiddet kışkırtıcı bir gazeteci ve gazetecilik türünün iğrenç sesi ve fitnesi de bulaştı.
Kimi siyasetçileri, hukukçuları ve başkalarını saymıyorum dahi.
Bu ülkeyi hakikaten seven Hrant Dink, "Kim bilir ne daha ne haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım 2007'de" diyordu.
Alın size!
Sıradan faşizmden darbeli faşizme kadar tezgâh açanlar vicdanını başına toplasın.
Bu ülke canilikle, bu denli derin ihanetle sevilmez.
Böyle sevmeye kalktıkları her an, boğdular.
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Hrant Dink'in öldürülmesi bu ülkenin en büyük ayıplarından biridir. Ne yazık ki son zamanlarda bu ülkede acaip ve korkunç bir lümpen milliyetçilik boy göstermeye başladı. Milliyetçilikle ilgili teorik hiç bir alt yapısı olmayan, bu konuda ciddi bir kitap dahi okumamış olan insanlar, internetteki saldırgan ifadeli görüşlerden etkilenmekte ve kendileri gibi düşünmeyen insanları katletmektedirler. Bazı internet sitelerinde bu lümpen milliyetçilerin bu cinayet için "oh olsun" ya da "iyi olmuş" şeklindeki değerlendirmelerini görmek mümkün. Oysa milliyetçilik bu değildir. Milliyetçilik ülkesinin yararlarını düşünmektir.
Hrant Dink, bu ülkenin yararlarını düşünen bir insandı. Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi görüşünü paylaşmıyordu, ama ermeni sorunu konusunda azgın ermeni diaparosunun görüşlerini de paylaşmıyor ve onlarla tartışıyordu. Bu ülke, ermeni sorunu gibi bir konuda Hrant Dink'ten daha yararlı birisini bulamazdı, ama bunun kıymetini bilemedi ve onu korumadı. Korumayı bırakın, onu hırpaladı, "kerinçsiz"lerin saldırısını seyretti, valiliğe çağırarak üstü kapalı tehditlerde bulundu.
Hrant Dink, bir çok kişi gibi bu ülkeyi terkedebildirdi, yeterince popülerdi ve bu popüleriteyi kullanarak yurt dışında gidip ve bunu paraya tahvil edebilirdi. Bunları yapmadı, bu ülkeden gitmedi. Yetimhanede büyüdü ve öldüğünde ayakkabılarının altı delikti. Bir güvercin kadar tedrigindi. Sokaktaki güvercinler kadar özgür olmayı dahi kabullenmişti. Ama o güvercinleri dahi vurmaya hazır eli kanlı katillerin varlığından habersizdi.
Şimdi düşünmek zamanıdır. Şunu iyi bilmek gerekir ki, herkes bizim gibi düşünmek zorunda değildir. Bu ülkenin sorunları vardır ve bu sorunlara ilişkin farklı görüşlerde olanlara saygı göstermek gerekir. Bizim gibi düşünmüyorlar diye bunları düşman gibi görmeyelim. Orhan Pamuk'a, Elif Şafak'a az mı saldırıldı? Ya bunlar da yarın böyle bir saldırıya maruz kalırsa? O zaman utanmayacak mıyız?
Hrant Dink için fazla söyleyecek birşey bulamıyorum ve onu koruyamadığımız için de utanıyorum. Yazıklar Olsun.
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Hrant Dink’in son yazısındaki şifre
* Mustafa Armağan
Felaket senaryosu adım adım uygulamada. Türkiye’nin dış dünya karşısında elini kolunu bağlayacak ve köşeye sıkıştıracak olan Hrant Dink cinayeti bakalım aydınlanabilecek mi? Daha doğrusu, iş vuran kişiyi yakalamakla bitirilebilecek mi? Çünkü bu gibi deni cinayetlerde vuran kişi de büyük senaryonun tamamını değil, ancak kendisine ait kısmını okumuştur. Dolayısıyla fail yakalansa bile anlattıkları sadece “cirmi” kadar yer yakacaktır.
Bir ölüm, dikkatleri hemen “son söz”lere çeker. Acaba ölmeden önce neler söylemişti? Evden çıkarken nasıl vedalaşmıştı? Yolda en son kimleri görmüştü? vs. Bu kural, yazar olunca biraz şekil değiştiriyor galiba. Son röportajı kime vermişti? Son yazısında ne demişti? Kaleminden en son hangi kelime çıkmıştı? vs. Merak kıvılcımları bu sorular üzerinde yoğunlaşıyor ister istemez.
Biz de aynı merakla Hrant Dink’ın Birgün gazetesinde 19 Ocak 2007 tarihinde çıkan son yazısına eğildik ve burada ilginç bir şifre yakaladık. Daha doğrusu şifreyi Hrant Bey kısmen açıklamıştı ancak yine de genel okuyucuya kapalıydı. Şimdi bu şifre üzerinden giderek takvimler üzerinde hızlı bir gezintiye çıkalım.
Hrant Dink ne demişti?
Dink, “Tarihin cilvesi” başlıklı yazısında Van’ın Ahtamar adasındaki Surp Haç Kilisesi’nin açılışındaki gecikmeye dikkat çekiyor ve açılış tarihinin Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından üçüncü defa değiştirilmesini eleştiriyordu. 4 Kasım 2006 olarak açıklanan ilk açılış tarihi, olumsuz hava şartları gerekçe gösterilerek Nisan 2007’ye ertelenmiş. (Anlaşılan gün belirtilmemiş.) Ardından açılış töreninin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç tarafından 24 Nisan'da yapılacağı bildirilmiş.
Kıyamet de zaten bu tarih üzerinde kopmuş. Zira 24 Nisan, Ermeni Soykırımının yıldönümüdür! Bakanlık yetkilileri özellikle bu günü seçmekle Ermeni Soykırımı kutlamalarına bir tür cevap vermiş olacaklarını planlamış olmalılar. Ancak silahları hemen geri tepmiş ve Ermeni Patriği Mutafyan “Açılış 24 Nisan'da yapıldığı takdirde, kendisi dahil hiçbir Ermeni'nin törene katılmayacağını” duyurmuş. Tabii CHP’nin de elleri armut toplamıyor sonuçta. Onlar da Mecliste bunun AKP politikalarının bir sonucu olup olmadığını yazılı bir önergeyle sormuşlar. Öte yandan milliyetçi basın bu haberi memnunlukla karşılamış ve “Van'da İntikam açılışı” başlığıyla manşete taşımış.
İyi de şifre dediğin şey nerede diyorsanız hemen söylüyorum: Bakanlık yetkilileri tepkiler üzerine açılış tarihini her nedense(!) öne alarak 11 Nisan 2007 olarak açıklamış. Diyeceksiniz ki 11 Nisan’da ne enteresanlık var? Zaten Urfalılar kulaklarını dikmiş, ‘yoksa bizim kurtuluş günümüz mü?” diyorlar. Wikipedia’ya bakanlar Gregorien takvimde yılın 101. günü olduğunu okuyorlar. Yani?
Yok efendim, yok. Telaş buyurmayın. Öyle düz bir manası yok bu şifrenin. Bunun manası daha derinlerde.
Hrant Dink’in eksik çözdüğü şifre
“Tam bir komedi... Tam bir rezalet!”
Dink böyle niteliyor 24 Nisan’ı 11 Nisan’a kaydırma operasyonunu. Onu “tarihin cilvesi” olarak değerlendiriyor ve ilginç bir şekilde 11 Nisan’ın aslında 24 Nisan olduğunu yakalıyor.
Yakalıyor yakalamasına ya, bunun bilinçli bir yakalama değil, biraz rastgele bulunduğunu aşağıya aldığımız sözlerinden siz de anlayacaksınız. Yani Türk yetkililerin 24 Nisan’dan kaçarken 11 Nisan’a yakalandıklarını hesaplanmamış, tamamen tesadüfi bir bağlantı olarak sunuyor Hrant Dink ama bence yanılıyor. Şifrenin ilk etabını başarıyla kırmış ama ne yazık ki yarım kalmıştı. Şimdi kurşunu ensemde hissederek o şifreyi tamamlıyorum.
Hrant Dink, eski kaynaklara indiğinde Ermeni Tehciri’nin gerçek tarihinin 11 Nisan 1915 olarak verildiğini söylüyor. Doğrudur. Nitekim bizim 18 Mart Çanakkale Şehitleri Günü olarak andığımız olay da, 5 Mart’ta gerçekleşmişti! Hadi bir ipucu daha uzatayım. Şu 31 Mart Vak’ası vardır ya, hani irticanın babası olarak hala aramızda gezinir, o da aslında 13 Nisan’da cereyan etmişti!
Bürokrasimiz uyumuyor!
1917 yılının Şubat’ına kadar bizde Rumi takvim kullanılırdı. Rumi takvim ile Miladi takvim arasında zamanı ölçme bakımından oluşan fark, 19. yüzyılda 13 güne çıkmıştı. (Kullanılıyor olsaydı şimdilerde 14 gün olacaktı.)
Bu fark Miladi takvimde yapılan bir reforma dayanıyordu. Roma devrinden beri kullanılan Jülyen Takvimi, yılı 365 gün olarak alıyor ve her 4 yılda bir Şubatları 29 gün çektirerek 365 gün, 6 saatlik bir takvim yapıyordu. İyi de güneş yılının günleri tam olarak 365 gün 6 saat değildir ki. Tam olarak söylersek buna 5 saat, 48 dakika, 45 saniyeyi de eklememiz gerekir. İşte o 6 saatten düşülmesi gereken 11 dakika 15 saniyeler yıllar içinde birike birike 5 Ekim 1582 günü Papa XIII. Gregory’nin önüne 10 günlük bir fark olarak düşmüştür. Yani kozmik takvimle Papalık takviminin arası açılmakta ve buna bir an önce çare bulunması gerekmektedir. İşte Papalığın saygın matematikçileri düşünür taşınır ve sonunda takvimden 10 günü kesip atmaktan ve dakika ve saniyeleri de hesaba katan yeni bir takvim yapmaktan başka çıkar yol olmadığı kararına varırlar.
Böylece Papa hazretleri eline makası alıp ‘Bundan böyle 5 Ekim günü 15 Ekim olarak anıla’ demiş ve o 10 günü takvimden kesip atmıştır.
İşte bugün kullanmakta olduğumuz Gregoryen takvimin en basit izahı bu. 11 Nisan’ı 24 Nisan yapan da bu. Nasıl mı? Anlatayım.
Bizde 1840’larda takvim reformu yapılırken bu kesik ve yaşanmamış 10 gün hesaba katılmadığı için sanki o günlerde Miladi takvimi kesintisiz olarak yoluna devam etmiş gibi düşünülerek fahiş bir hata işlenmiş ve güya düzeltilmiş takvim olması öngörülen Rumi takvim daha ilk adımında menisküse yakalanmıştır. Sonuçta 1582’de 10 gün olan fark da yüzyıllar içinde büyüyerek yoluna devam etmiş, 20. yüzyılda 13 güne kadar çıkmıştır. İşte bu yüzden 31 Mart asında 13 Nisan’dır. Tabii Çanakkale’nin en kanlı günü olan 5 Mart da 18 Mart’tır. Dolayısıyla 24 Nisan, aslında bizim Rumi takvimimizde 11 Nisan’a denk gelir. Bunda da şaşacak bir şey yoktur. Birazcık tarih bilgisi olanlar 21 Şubat 1917’de yapılan ve takvimlerimizden 13 günü silip attığımız reformdan önceki tarihlerde bu farkı biliyor olmalılar.
Diyeceğim o ki, bu 11 Nisan tarihi Hrant Dink’in sandığı gibi “tarihin cilvesi” değil. Bana göre tamamen bilinçli bir hesap kitap işi. Herhalde Türk bürokrasisi de uyumuyor. Tebrik etmek lazım kim bulmuşsa. Dahası, 11 Nisan tarihini değiştireceklerini de hiç sanmam. Çünkü çok bilinçli olarak seçilmiş. Böylece müteveffa Hrant Dink’in yazısında açığını yakaladığını zannettiği bürokrasimizin kritik bir golüyle karşı karşıya olduğumuzu görelim.
Şifre: 11 Nisan. Açılım: Rumi. Hedef: Ermeni.
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Tıpkı Talat Paşa cinayeti gibiDink suikasti, 86 yıl önce Berlin'de işlenen ve Ermeni iddialarından kaynaklanan ilk cinayeti hatırlattı.
21.01.2007 08:32http://www.haberturk.com/kuturesim/cinayethrant.jpg
Talat Paşa 15 Mart 1921'de Sogomon Tehliryan adlı terörist tarafından ensesine iki kurşun sıkılarak öldürülmüştü. Ayakkabısının altı da Dink'in ayakkabısının altı gibi delikti.
Ayakkabıların altındaki delikte inanılmaz tesadüf
Hrant Dink'in ensesinden vurulması ve ayakkabısının tabanındaki çatlak, bana bundan 86 sene önce Berlin'de işlenen bir başka cinayeti hatırlattı: Sadrazam Talât Paşa'nın katledilmesini... Paşa, 1921'in 15 Mart sabahı Berlin'de Sogomon Tehliryan adında bir terörist tarafından ensesinden vurulmuştu ve maktulün kimliği tabanı delik ayakkabılarından anlaşılmıştı. Şimdi bu yazdıklarımı okuyup "Talât'a karşılık Hrant" gibisinden abuk sabuk bir kıyaslamaya gittiğimi zannetmeyin. Berlin'de 1921'de Sogomon Tehliryan tarafından sıkılan ilk kurşun bugüne kadar devam eden bir nefretin nasıl ilk ateşleyicisi olmuşsa, tarafları anlayış çizgisine çekmeye çalışan Hrant Dink'e sıkılan kurşunlar da aynı nefreti kat kat arttırma görevi görmüştür. Dolayısıyla Talât Paşa'yı katleden Sogomon Tehliryan ile Hrant Dink'i vuran cani arasında hiçbir fark yoktur..
Hrant Dink'i, ensesinden iki kurşunla vurarak katlettiler. Fotoğraflardan, yerde kanlar içerisinde yatan Dink'in ayakkabısının lâstik tabanının çatlamış olduğu apaçık görünüyordu. Herşeye rağmen Türkiye'de kalmakta, burada yaşamakta kararlı olan Dink, isteseydi dışarıya gidip kendine bambaşka bir hayat kurar, bir eli yağda öteki balda yaşar, ağırlığınca altınla tartılırdı. Üstelik ayakkabıları daha yeni ve tabanları daha sağlam olurdu. Ama o burada kalmayı tercih etti, zira bu toprağın çocuğuydu. Ben, üzerinden uzun seneler bile geçse, Hrant Dink cinayetinin öncelikle iki unsurunu hatırlayacağım: Maktulün ensesinden vurulmasını ve ayakkabısının tabanının çatlak olmasını... Bu iki unsur, aslında 80 küsur seneden buyana devam eden Ermeni meselesinin ayrılmaz parçasıdır, ilk cinayet ile son cinayetin de ortak noktasıdır ve hangi millete mensup bulunursa bulunsun, katilin hep aynıhttp://www.sabah.com.tr/2007/01/21/i...CB9582D54b.jpgolduğunu göstermektedir. İlk cinayet bundan 86 sene önce, 1921'de işlenmişti; o zamanki kurban Sadrazam Mehmed Talât Paşa idi ve Talat Paşa ile son kurban Hrant Dink'in katledilmeleri arasında büyük bir benzerliğin vârolduğu pek farkedilmedi: İkisi de enselerinden vurulmuşlardı ve vuruldukları sırada her ikisinin de ayakkabılarının tabanı delikti. Biri imparatorluğun bir zamanlar en güçlü adamıydı, diğeri istediği an büyük refaha kvuşabilecek bir çizgideydi ama kendilerini mali bakımdan rahata erdirecek yolu seçmemiş, altı delik yahut tabanının lâstiği çatlamış ayakkabılarla yaşamayı tercih etmişlerdi. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Ermeni diayporası tarafından "1915 olaylarının mimarı" ve "en büyük düşman" ilân edilen Talât Paşa, Hrant Dink gibi sokak ortasında katledilmişti. Paşa, 1921'in 15 Mart sabahı sürgünde yaşadığı Berlin'in Charlottenburg Caddesi'nde evinin hemenhttp://www.sabah.com.tr/2007/01/21/i...EBE75A37Db.jpgilerisinde Sogomon Tehliryan adında bir terorist tarafından ensesinden vuruldu. Yerde kanlar içerisinde yatan cesedini ilk gören Türk, cinayetten birkaç saniye sonra oradan tesadüfen geçmekte olan bir delikanlıydı: İttihad ve Terakki Partisi'nin uzun seneler kâtib-i umumisi yani genel sekreteri ve Talât Paşa'nın da çok yakın mesai arkadaşı olan Midhat Şükrü Bey'in Bleda) oğlu Turgut. Turgut Bleda, yerde yatan cesedin ayakkabılarının delik tabanlarını görünce katledilen kişinin Paşa olduğunu anlamış, cinayet mahallinden kaçmak üzere olan katili de, Paşa'nın yerdeki bulunan bastonuyla döverek bir hayli hırpalamıştı. Tehliryan, cinayetten birkaç gün sonra Berlin'deki Charlottenburg Mahkemesi'nde hakim karşısına çıkartıldı. Ama duruşmalar katilin değil, Türkiye'nin yargılandığı bir havaya büründü ve Tehliryan çok kısa bir yargılamadan sonra beraat etti! Karakoldaki ifadesinde "Paşa'yı niçin arkadanhttp://www.sabah.com.tr/2007/01/21/i...F8FC19803b.jpgvurduğu" sorulduğunda "Öldürmeye daha önce birkaç defa teşebbüs edip önüne çıkmıştım. Ama öyle bir bakışı vardı ki, silâhımı çekemedim. Sonra da arkasından vurdum" demişti. Şimdi bu yazdıklarımı okuyup da "Paşa'ya karşılık Hrant" gibisinden abuk sabuk bir kıyaslamaya gittiğimi zannetmeyin. Sadece, 80 küsur seneden buyana devam eden bu kanlı hesaplaşmanın ilk ve son kurbanları arasında varolan bir benzerliğe, menfaat kavramından nasıl uzak durduklarını ifadeye çalıştım o kadar... Berlin'de 1921'de Sogomon Tehliryan tarafından sıkılan ilk kurşun bugüne kadar devam eden bir nefretin nasıl ilk ateşleyicisi olmuşsa, tarafları anlayış çizgisine çekmeye çalışan Hrant Dink'e sıkılan kurşunlar da aynı nefreti kat kat arttırma görevi görmüştür. Dolayısıyla Talât Paşa'yı katleden Sogoman Tehliryan ile Hrant Dink'i vuran cani arasında hiçbir fark yoktur
MURAT BARDAKÇI-SABAH
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Dünya bugün de Türkiye'yi konuşuyorBatı basını: Cinayetin zamanlanması daha kötü olamazdı...
21.01.2007 17:15http://www.haberturk.com/kuturesim/hrantdinkaa.jpgHrant Dink’in öldürülmesinin tüm dünyada yankıları sürerken katil zanlısı olarak 17 yaşındaki bir kişinin göz altına alınması çok dikkat çekti. “Türkiye, geçmişi ile yüzleşmeliö gibi başlıkları kullanan Batı basını, “Cinayetin zamanlanması daha kötü olamazdıö, “Türkiye’nin AB hedefine yeni bir darbe vurulduö yolundaki yorumları da yaptı. Gazeteler, cinayetin dünyada bir “öfke dalgasıönı yarattığını da yazdılar.
OBSERVER: TÜRKİYE GEÇMİŞİ İLE YÜZLEŞMELİ
Pazar günleri İngiltere’de yayınlanan The Observer gazetesi başyazısında “Türkiye, geçmişi ile yüzleşmeliö başlığını kullandı. Gazete “Türkiye, laikliğin militan milliyetçiliğe bağlı olduğu garip bir demokrasi türüö ifadesini kullandı. Atatürk’ü küçültmenin de suç olduğunu yazan gazete, “Türk devleti, elbette ki Sayın Dink’in ölümünden sorumlu değil ancak ülkenin geçmişinin utanç verici bölümlerinin açık bir biçimde tartışılmasına izin verme isteksizliği gazetecilerin kolayca hain olarak nitelendirildiği bir iklim yaratıyorö yorumunu yaptı.
SUNDAY TİMES: CİNAYETİN ZAMANLANMASI DAHA KÖTÜ OLAMAZDI
Büyük Pazar gazetelerinden The Sunday Times ise, “Türk sağının nefret ettiği editör vurulduö başlıklı haberinde “Dink cinayeti zamanlanması, Türkiye’nin AB hedefi açısından daha kötü olamazdıö yorumunu yaptı.
LE FİGARO: ERDOĞAN HÜKÜMETİ İHTİYATLI AÇILIM KARTINI OYNUYOR
Fransız Le Figaro da, Türkiye’deki yeniden yükselen sert milliyetçiliğin trajik bir dönüş yaptığını savundu. Ankara’nın “Ermeni soykırımıö iddialarının araştırılması için bir komisyon kurmasını önerdiğini anımsatan gazete, “Kemalist devletin temsilcilerine göre daha esnek olan Erdoğan hükümeti, ihtiyatlı bir açılım kartını oynuyorö görüşünü dile getirdi.
LA TİMES: TÜRKLÜĞE HARAKETTEN MAHKUM OLMUŞTU
Hrant Dink’in “Türklüğe hakaretö gerekçesiyle yargılanan bir grup yazardan biri olduğunu anımsatan Los Angeles Times ise, bunların çoğunun beraat ederken Dink’in mahkum olduğunu belirterek Dink’in Türk ulusuna sadık olmayı sürdürdüğü görüşlerine de yer verdi.
NYT: CİNAYET TÜRKİYE’Yİ ŞOK ETTİ
New York Times gazetesi de, Dink cinayetinin Türkiye’yi şok ettiğini belirterek çeşitli çevrelerden analistlerin cinayetin Türkiye’ye doğrudan hedef alan bir saldırı olduğu konusunda birleştiklerini yazdı.
LE MONDE: DÜNYA ÇAPINDA ÖFKE DALGASI YARATTI
Türkiye’nin şok olduğunu, cinayetin siyasi olduğu konusunda bir kuşkunun bulunmadığını belirten Fransız Le Monde de, Dink cinayetinin dünya çapında bir “öfke dalgasıönı yarattığını kaydetti. Dink’in Türkiye’deki Ermeni topluluğunun en iyi tanınan sesi olduğuna işaret eden gazete, öldürülmesini protesto edenlerin “katil devletö bağırdıklarını da yazdı.
TELEGRAPH: AB ÇABALARINA DARBE VURACAK
İngiliz The Telegraph da, Dink cinayetinin Türkiye’nin AB çabalarına yeni bir “darbeö vurması beklendiğini öne sürdü. Binlerce Türkün Agos gazetesinde önünde toplanarak Türk devletine karşısı sloganları attığına dikkat çeken gazete, Dink’in Ermenilerin öldürülmesini “soykırımıö olarak nitelendirerek Türkiye’de yaygın bir öfke yarattığını kaydetti.
ABC: 32 SAAT SONRA YAKALANDI
İspanyol ABC ise, Hrant Dink’in öldürülmesinin zanlısı olarak 16-17 yaşında bir kişinin göz altına alındığını belirterek bunun cinayetin sadece tam 32 saat sonra meydana geldiğine dikkat çekti.
EL MUNDO: BABASI POLİS İLE TEMAS KURDU
İspanya’nın önde gelen gazetelerinden El Mundo da, zanlının babasının polis ile temas kurduğunu kaydederken İstanbul valisinin cinayetin aydınlatılması için halka işbirliği çağrısını yaptığını yazdı.
ANKA
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Trabzon'da rahip cinayeti sonrasında gerek iç ve gerekse dış basında yazıldı çizildi, dışarıyı bilemem ama içeri, olayları, oradaki zaafiyetleri çabuk unuttu. 18 yaşında katile silahı sağlayanın daha önce Mc Donalds'a bombalı eylem gerçekleştiren ve bunun üzerinden 11 ay sonra elini kolunu sallayarak tahliye edilen kişi olduğunu bugün gazeteler yazıyor.
Ceza Yasası, AB zorlaması ile bu hale geldi, ne yazık ki bugün ülkede suçlular, hem de azılıları suçsuz ya da serbest, mağdurlar suçlu konumuna geldi. Suçluya avukat sağlamak yasa gereği, bunun ücretini devlet ödüyor, mağdur olan parası ile avukat tutuyor. Başka forumlarda da konusu geçti, hukuk bir ülkede sosyal ihtiyaçtan, toplumun geldiği sosyal düzeyden beslenir. Tepeden inme ve demokrasinin gereği olarak empoze edilen yasaların (birçoğu AB ülkelerinde mevcut değildir) bu topluma nasıl zarar verebildiğinin bundan daha büyük örneği olur mu?
Ayrıca bu ükede iyi ile kötü de dezenformasyon sebebi ile iyice birbirine karıştı. Bu forumlarda, aynı konularda ahkam kesen Elif Şafak'ı, Orhan Pamuk'u yerden yere vurduk, çünkü onların düşüncelerinde samimi olmadıklarını biliyorduk. Bildiğim kadarıyla Hrant Dink'e en ufak bir eleştiri bile gelmedi bu forumlarda (Türk Solu Dergisi'nin anketinin yorumsuz alıntısı hariç ki oradaki düşüncelerin sadece ankette yer alan düşünceler olduğu, iletiyi ekleyenlerin düşünceleri olmadığı ve bu düşüncelerin de tasvip edilemeyeceği anlaşıldı) Hrant Dink bana göre sıradışı fikirleri olan bir insandı ama düşüncelerinde samimi idi, dürüsttü, düşüncelerini paraya tahvil etmeyecek kadar mertti. En azından o nedenle benim için saygıyı hakediyordu, fikirlerine katılmasam da kendisine saygı duyuyordum.
Konuya başka bir açıdan yaklaşmak gereği duydum. Sonucun bu olmasından inanılmaz üzüntü duyuyorum, ailesinin ve ülkemizin başı sağolsun...
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
türk milletinin başı sağolsun..hrant dink öldürülen 62.gazeteciymiş.her geçen gün kötüye gidiyoruz..bu saldırıyı şiddetle KINIYORUM.
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Akşamdı saat bir suları bir tv kanalı yerde yatan naaşın fotoğrafını ayakkabıları görünecek şekilde ekrana getirmiş ve altına yazmış.... ' Vatanını satmadı ayakkabısı delik gitti.....'' O an boğazıma birşey düğümlendi... Zaten aşağılık olan cinayet gözümde dahada aşağılara indi....
Bir kişi aykırı fikirler savunabilir önemli olan onun ne dediğini anlayabilmektir. Anlayabildik mi ? Hiç sanmıyorum.... Göstere göstere gelen cinayet Türkiye yi sarstı geçti... Aslında bir barış adamı hunharca katledilmişti... Bu kişinin vatanını sevme olasılığı ise sıfırdı... Şimdi eğri oturup doğru konuşalım bu vatana bir ihanet söz konusu ise acaba bu ihaneti kim yapmıştı ?
Devlet bazı durumlarda kişilerin taleplerine bakmaksızın o kişiyi koruma altına almakla yükümlüdür. Bu kişi öyle bir kişiydi. 2004 ten beri git gide artan tehtidler bir takım kendini bilmez sovmenlerin üç kuruşluk gösterişi uğruna hedef gösterilmesi kendisinin aykırı konuşması bu koruma için gerekli alt yapıyı oluşturmuştu. Devlet vatandaşını korumak zorundaydı her zamanki gibi koruyamadı....
Aşağılık katil Cuma namazından çıkıp kendisiyle konuşmaya gelmiş sekreterya uyanmamıştı.... Güvenlik kameralarına yansıyan pozlar adamın orada iki buçuk saat beklediğini gözünü apartman kapısından almadığını göstermiş güvenlik görevlileri şüphelenmemişti. İfadesi doğruysa banka dönüşü göz göze gelmişler Dink irkilmişti... Katiliyle gözgöze gelmiş irkilmiş ama uyanmamıştı... Muhtemelen banka istediği paranın hazır olduğunu belirten telefonu üzerine tekrar çıkmış ve sonun başlangıcı olmuştu bu çıkışı.... En korkuncuda katilin pişman değilim gene olsa yaparım demesiydi....
Katil dediğimiz de 17 yaşında yasalara göre aklı baliğ olmamış yani sorumluluklarını tam anlayan reşit biri olmadığıydı... Bu kişinin nasıl bir ruh yapısına sahip olduğu ise ciddi ciddi incelenmesi gereken ayrı bir konuydu... Nasıl bir hınç yanış bir yanlış bilgilendirme nasıl bir beyin yıkama olabilirdi ki böyle ? Yakalandığında cebinden bir ytl ve tabanca çıkmıştı.... Bir ytl değil amma tabanca çok önemliydi.. Sanki herkese katil benim işte buda silah başka bir şey aramayın mesajı verilmek için yakalanmıştı ... Öyle ya neden atmamıştı denize ? Neden yok etmemişti ? Bırakın tespit edilip aranmayı sıradan bir kontrolde başına sorun açacak bir nesneyi neden yanında taşıyordu ? İşin bir garip yanıda silah temizdi.... Daha garip bir yan ise bu katilde Trabzonlu hemde iki ayrı olayda ki ortak kişilerle ilişkisi olan birisiydi....
Trabzonda rahip Andrea Santora nın öldürülmesinde de 16 yaşında bir genç çıkmış oda tabancasıyla bilahare yakalanmıştı... Aradaki tek fark bu genç pişmanım demişti mahkemede bu ne der bilemiyoruz amma şimdilik tek fark bu gözüküyor. Sözde sadece İsa nın heykeline ateş etmek isterken ' kazara' rahibi vurduğunu savunmuş amma ikinci el ateşi neden ettiğini açıklayamamamıştı... Tabancasıda yakalanmış o tabanca da tertemiz çıkmıştı... Kaderin bir garip cilvesi olacak bu katilin aldığı 18 yıl on ay hapis cezasının gerekçeli kararının açıklandığı gün Hrant Dink Hollanda'nın uluslararası yardım kuruluşlarından Oxfam Novib, "Pen Awards" adıyla her yıl verdiği ödüle layık görülmüştü....
18 yaşın altında kişilerin sıradan olmayan ve özellikle kendileriyle ilgisi bulunmayan kişileri katletmesi münferit bir olay olarak değerlendiriemezdi ancak Rahip cinayeti aksini gösteren bir çok bulguya rağmen münferit kabul edildi ve kapatıldı umarım ve ümit ederim ki bu sefer bu göz yumma olmayacak ve sonuna kadar gidilecektir. Çok önemli bir detay vardır. Gencin spor yaptığı spor klübünün antrönörü ' o kişiyi ben bilmiyorum hayatında gazete okumayan bu nereden bilecek...' diyordu... Evet bilmeyeceği şeyi hemde oldukça yanlış öğrenen katil 200 ytl ve bir tabanca ile istanbul a gelip bu hunharca rezil cinayeti işleyip geri dönerken yakalanıyordu...
TV lerden seyrettiğim kadarıyla ailesinin ve komşularının yüzlerindeki şaşkınlık ve utanç gerçekten bu kişinin hür iradesi ile böyle bir olayı yapamayacağının göstergesiydi. Yani aile ve komşular bu katletmeye şaşmış utanmış ve kabullenememişlerdi. Zaten bu yüzden de bizzat babası ve teyzesi ayrı kanalrlardan ihbar etmişler utancı azaltmaya çalışmışlardı...
Şimdi yapılması gereken sağa sola sapmadan siyasi çıkar ve kavga zemini oluşturmadan bu işin tam anlamıyla çözülmesidir. Çünkü ne milliyetçi ne dindar ne solcu ne sağcı böyle bir cinayeti onayamaz Kesin olan her kesimin tümden dolayısıyla Türkiye nin ciddi bir darbe aldığı bu elim cinayet sonuna kadar gidilerek çözülmelidir. Bu katile de 18 sene hapis cezası vermek ne vicdanları tatmin eder nede bundan sonraki cinayetlerin önüne geçer.... İstanbulda bahsedilen kadın dahil tamamı bulunmalı en ufak detaya kadar bu olay çözülmelidir. Yoksa katilin yakalanması sadece buruk bir sevinç olarak kursaklarda kalacak kamu vicdanı sızlayacak gerçeklerin üzeri kapanacaktır...
Dink e toprağı bol olsun derken onun gibi aykırı ama barış adamını katleden kişi kişiler vede zihniyetleri lanetliyorum...
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Bu üzücü olayı esefle kınıyorum.Kimler yapar bunları nasıl yaparlar anlamıyorum
ZALİMCE.......
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Türkiye'nin huzur ve sükununu bozmaya; Türk-Ermeni sorunu yaratmaya/körüklemeye; aydınları, düşünürleri katlederek ülkemizi karanlığa sürüklemeye; kardeşi kardeşe düşürerek kaos ortamı yaratmaya ve bu kaos ortamından menfaat sağlamaya; kendi gibi düşünmeyeni yok ederek tek tip insan yaratmaya yönelik bu hain saldırıyı esefle kınıyor, Merhum Gazeteci-Yazar Hrant Dink'e rahmet, yakınlarına sabır ve milletimize başsağlığı diliyorum...
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Her gün yeni bir "abi" çıkıyor.
Önce; Yasin abi, şimdi de bir başkası (galiba Erhan Abi'ymiş)...
Peki; Trabzon'da, TAYAD'lıları linç etmeye çalışanlar için; """insanlarımız, özellikle gençler, vatandaşlık tepkilerini ortaya koyuyorlar""" diye açıklama yapan "abi" ne olacak?
Benzeri açıklamayı, kısa bir süre sonra İstanbul'da yapan "abi" ne olacak?
Asıl sorumlu, hangi "abi"?
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Evet ilginç doğru ve eksik bir yaklaşım...
Beni de rahatsız eden bir takım olaylar oldu abiler içinde ve sanki abilerin üzerinde bir amca var gibi geliyor...
Emniyet müdürü olan zat çok dikkat çekici... "Milliyetçi duygularla işlenmiş" bir cinayet diyor hunharca işlenen gözü dünmüş cinayet için sanki bir iyi olmuş milliyetçi genç iki kurşun sıkmış ne var ki dercesine.... Anımsarsanız aynı zat İsmailağa Camisi cinayetinden sonra linç edilen zanlı için " Başını minbere vurup intihar etmiş " demişti... Sanki adam emniyet müdürü değil cinayetleri araştırıp aydınlatma sonuna kadar gitme memuru değilde ' örtbas etme' den sorumlu bir emniyet müdürü gibi....
En çok canımı sıkan olaylardan biriside sanki adam bir katil değil bir tetikçi değilde bir kahraman gibi poster yapılacak fotoğraf çektirilip gazetelere verilmesi... Samsun Jndarmasının yediği halt ta halt yani.... Sen tut katili kahraman gibi poz verdir hemde nerede '' Türk bayrağının, Atatürk'ün " Vatan toprağı kutsaldır, kaderine terk edilemez " sözünün tam önünde'' pes ki pes... Sanki bu gerizekalı tetikçi 'vatan toprağını kaderine terk etmeme'' adına gitti katletti Hrant Dink'i.... Gerçi ben damla inanmıyorum bu cinayetin vatan sevgisi yada başka bir milliyetçilik duygusu altında işlendiğine sadece yaratılmak istenilen kanı bu...
Bundan dolayı abileri bırakalım da Amcalara babalara bakalım derim ben....
Aslında en anlamlısı cenaze arabasının üzerindeki kırmızı karanfillerin arasına gelip konan beyaz güvercindi...Hrant Dink ürkek güvercin gibiyim demişti... Güvercin başını bekledi....
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Ermenistan: Türkiye ile önkoşulsuz ilişkiye hazırız
24 Ocak 2007Ermeni Dışişleri Bakanlığı, Türkiye ile önkoşulsuz diplomatik ilişkiye hazır olduğunu açıkladı.
Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Arman Kirakosyan, Erivan'ın Ankara ile diplomatik ilişki kurmaya hazır olduğunu açıkladı. Doğan Haber Ajansı'nın haberine göre, Ermenistan, diplomatik ilişki için ön koşul öne sürmedi.
Diplomatik kaynaklar Ermenistan'ın bu çıkışında Hrant Dink'in ölümünün ardından Türkiye'de oluşan birlik ortamının etkili olduğunu kaydetti.
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Bsbakan yardımcısı Mehmet Ali Şahin Ben Ermeniyim demenin Türrklükten istifa etmek anlamını taşımadıgını bunu söyleyenlerin Hrant Dink in uğradığı cinayeti kendime yapılmış sayıyorum demek istediklerini açıkladı.
Anlaşılması için açıklaması mı gerekiyordu?
Bir parti lideri çıkar Dink in cenazesinde Hepimiz Ermeniyiz diyen pankartların tasınmasını elestirir birbşkası da böyle slogan atılmasını arabalı vapur kaçırarak protesto etmeye kalkarsa böyle açıklamalar doğal olarak gerekliolur!
Ogün Hepimiz Ermeniyiz hepimiz Hrant ız diye binlerce yurttasımız etnik kökeni dini rengi cinsi ne olursa olsun bir vatandasının hatta bir insanın uğradıgğı böyle bir felaketi kabul edemeyen onun eşinin coluğunun çocuğunun yakınlarının arkadaslarının duydukları ıstırabı hissededilen kedilerini onların yerine koyabilen yani Enpati denenve insanı insan kılan o önemli niteliğe sahip olan kimselerdir!
Empati ya da eşduyum insanın belli bir durum karsısında bulunan başka bir insanın o durumda nelerhissedebileceğini anlayabilme kendisini onun yerine koyabilme yeteneğidir. Azliğı insanı sosyal insancıl bir yaratık olmaktan uzaklastırır kısmiyokluğu ya da tam anlamıyla var olmaması psikolojik psikiyatrik
tedavi gerektiren ciddi bozukluklara yol açar.
Hatırlayın ATATÜRK ÇANAKKALE"DE ÖLEN DÜŞMANASKERLERİ İÇİN
Burada bir dost vatanın toprağındasınız-Huzur ve sükün içinde uyuyunuz"dediğinde,Anzaklara T.C. kimliği dağıtmıyordu,O empati sahibi bir lider olduğundan sadece,kendini bu savaşta oğullarını,sevgililerini,babalarını,yakınlarını yetirmiş insanların yerine koyabilip bu insanların neler hissedebileceklerini algılayabilmiş ve millerce uzakta yaşaşalar bile bu kimselerin acılarını hafifletmenin insanlık gereği: olduğuna inanmıstı.
ATATÜRK bunları söylediğinde
Avustralyalıların arasında "Çanakkale"de ölen Anzaklar,hiçbir zaman TÜRK deyildiler,hele asla sizin evladınız olamazlar! gibi ilkel tepki gösterenlerin çıktığını
hatırlamıyorum.O tarihte oğullarını,damatlarını Çanakkale"de yetirmiş şehit yakınlarınıda"bu yöne kurşun sıkan Türk olamaz dediklerini de hatırlamıyorum.
Bu sözleri söylediği tarihte MUSTAFA KEMAL ATATÜRK sergilemiş olduğu inceliğiyle insanseverliğile dünyanın her yerinde özellikle bu savaşa katılmış ülkelerin halklarının gözünde TÜRKLERE saygı duyulmsına yol açmıştı aynen
Hrant Dink"in yitiminde ve cenazesinde Hepimiz Ermeniyiz diyen vatandaşlarımızın yapmıs oldukları gibi
VATANI çekincesiz sevmek yani gercek MİLLİETÇİLİK yedi düvele TÜRK"ün kan dökücü barbar ve ilkel olmadığını,bu ülkede ırk,din.dil ayrımı yapmadan tüm insanların dertleriyle hemdert olma yeteneğine sahip çok insanın yasdığını göstermektir!!
Selçuk Erez cumhuriyet
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
73 şair Hrant Dink için şiir yazdı
Türkiye’nin 73 şairi 19 Ocak günü öldürülen Hrant Dink için bir araya geldi ve bir şiir yazdı.
Aralarında Akif Kurtuluş, Adnan Satıcı, Haydar Ergülen, Ahmet Telli, Gülten Akın, Arif Damar, Orhan Alkaya, Sina Akyol ve Küçük İskender’in de bulunduğu 73 şairin yazdığı şiirin adı Yetim Ağıdı...
Türkiye’nin 73 şairi 19 Ocak günü öldürülen Hrant Dink bir araya geldi ve bir şiir yazdı.
Yetimler Ağıdı
Bunu sana nasıl söylerim
Hata benim günah benim suç benim
Dünyalar içinde dünyalar sevgilim
Ateşten çıkardım baktım uzunca kendimdi
Bir de başımın üstünde yok bir ülke; kendimdi
Dilim yola düştü pupa yelken pınarlarım yas içinde, hey hey
Yüzümde kan kalmadı kuraklık can alıyor bir yandan, dan!
Bir travmam var kenarı hâreli
Yine hâreli geçti yine zulüm beni
Meydan başaklarım kanıyor
Uzun bir yürüyüşüm ben; bakın
Anlarsınız yol yorgunu gözlerimden
Şiircebimden beslenen tedirgin güvercin
Dayamış gagasını yavrusununkine
Eyvah ki hrant, bir vakitte
Göğerçinleri yemlemişti, seninki!
Kanı gördük okul dönüşünde ders kitaplarında
Seslere karşı çok ilgiliyiz de ondan seslerden olur ölümümüz
Sonra büsbütün çıkarız raydan, her vagon kendi cehennemine
Kalbimiz doludizgin, kimse avutmasın içimizdeki tren düdüklerini
Toprak insana gömülüyor, bodina da öldü
Sınırlar biraz daha kırmızı
Bütün karakamuları alaşağı eden bir bun
Bir bayraktın düştüğün yerde patikalar’ın açtığı
Bir kısrağın tayını emzirme sesiydi soluğun
Şimdi çığ gürlemesidir aşan zamanı
Bembeyaz tırnaklarla kazdığı o görülmedik arkta
Kan ve gözyaşının birbirine değmeyen ortaklığı
Yattım yere bakıyorum toprağın hisli eşitliğine
Sular sınırları pasaportsuz geçer
Asıl azınlık yerkürenin kendisidir
Tek millet, gökyüzüdür ölürken yürekli düşünüldüğünde
Çan ve ezan arasına gerili mahyada
Acıyı dengeler yazı: ah-ya!
Orda hrant, başı dumanlı ararat’ta
Irağı bilmez bir yağız atla vardı oraya
Hrant ki, külü bile nemlendirir çorak dünyayı
Yine de her damlada ürperir yaşlı ararat
Ne değişir hayatla karşılaşsan
Hemen yanında arkadaşın ölüme gülerek bakıyorsa
Gözün arkada değildi, içerideydi a hrant! gözüm
İçerdeydi ve sözcükler - ki onlardı ve öldüren idi
Ürkekliğin ürperdi karardı boz güruhun
Yırtık tabanaltından kaçtı güvercin ruhun
Yaslandığım duvarın uğultusuydun
Beni sessizlikle açıklayan
Hüznü giydiğin pabuçlarında bin ahhh!
İçini delmiş kuzeyli bir rüzgârın
Erguvan kalbine kuzu’layan bir güvercin
Beykoz iskelesinde karaya vuruyor göçebe
Ağarmış bir gül var yakamda
İçimizdeki bahçelerden goncası
Bir yağmur kenti ne kadar ıslatır?
- Kanın insanı ıslattığı kadar ancak!
Neden ayakta ölür aylar?
- Kim bilir!
Ölümün yüzüne gülüyorsun
Bedenin kurşun geçirse de
Kanamasın yaprakları güllerin
Üşüyen sular ırmakların tenine karışsın
Akımını vurdular sözcüklerden kurulu fırat’ın
Beyaz bere bile ağlar çamurun işine
İki damla göz yaşı düştü vurulunca sen
Pülümür’ün yaşsız kadınının gözlerinden
Oysa küçük bir çocuktum ben de tren raylarında
Bozuk para gibi ezilen, hiç gelmeyecek sandığım baba
Duydu mu mersinli balıkçı cemal, yağmurun yağdığını
Ölümsüzlük denizine sabaha karşı?
Fazlasıyla geciktin, suyu dinle, aynayla ödeş, toprağa dokun
Buluşmayı bil kemik fırtınasında; sancınla yüzleş
Şeytan tiryakilerinin sivilcelerindeki irin,
Ey! kulak zarımı kanatan antik öfke
Topla köpek dişlerini, düşlerini çektir ve git!
Ölüm saklar ölümsüzlüğü yaşamın bildik türküsünde; hrant dink’i de
Zehrini yağmalar karanlık
Sis peçesine çakılı çöller
Affet! yoksulduk, ezilmiştik; aval aval seyrettik mülk talan kavgasını
Kan revan içinde söktüğümüz hayatlar, sözde şanlar sundu bizlere
Korkumuz kutsaldı gölgemizden, gönüllü kurşun olduk düş kırımında
Sesimizi linç tutup, kazıdık vicdanı, altın ve gümüş kakmalı hançerlerle
Bu kez çatlak bulunca suyunu, yasaklandı
İkinci emre kadar dökmek zehirli kanı
Ne cehennemi ne cenneti
Gurbeti de sılası da içindedir insanın
Ömrümüzün biriktirdiği onca kavram ve sözcük
Şimdi işgal altında
Son pankart sokakta gerili birazdan polis kesip atacak
Hepimizin ölümü en küçüğümüzün elinden olacak!
Ah ile eyvah ile geçiyor zaman
Dönsek kardeşliğimizi kutsayacak ardımızdaki kan
Vart’a gül demişler, ağlayan kim
İki kalp, iki zehir, yüz yıllık birikim
Bin dereden kanla dolmuş kuyuları hep ıslak
Sen, ben, hrant... bu toprak püskürtüyor sevgimizi
Artık kış çiğdemleriyle anacağız seni
Onlara kanınla, terin karıştı
Yüreğindeki tohumlar
Rüzgârlı sözcüklerle girecek türkülere
kırık bir zamanda uçan güvercin
üzgün tutar ağzındaki zeytin dalını
Sen dostumdun benim gülünce güneşler açan
Bulutlara rüzgâra asarım suretini her akşam
Her akşam bir mektup yazarım ararat kadar
Unutmadım bırakıp giderken söylediğin sözleri
Günler mi ağdı, ah, sular mı boğuldu
Sisten kapılar mı var şehrin gözlerinde
Göğüslerinin arasını şiirlerle süsledim hayatın
Aranızdan geçerken incinmeler düştü payıma
Güvercin kapaklandığında, yüzüm albatros ve yağmur
Borandır, bahardır, uzar sakallarım çıtırtılarla mavi
Kuşların sabahından geçelim hrant
Çiçek tozları havalansın göklerimizden
Zalimin gecesi mazlumun gecesiyle birdir
Ve daha uzundur zulme karar verenin gecesi
Bu yüzden sesini düşürmüş kaldırımlar leylak
Kırmızı, kanla gül arasında gidip gelirken kanı çekilmiş yaprak
Işık bilir vuracağı yüzü, konacağı kalbi
Güvercin, toprağın düşüne kanat
Kimi ölülerin ayakkabısı delik
Ve sakalları saklanmış ertesi güne
Kimi silahlı çiçek taşır öldürdüğüne
Bayrağa sararlar gözsüz yüzünü
Çorabını dikerler suç kime
Ak bir güvercin kanıyla çiziyor ölümünde
Ölümsüzlüğün resmini
Çocuksu, muzip, yakışıklı
Yüzün ki
Canlar içinde bir can
Kanlar içinde altı milyar insan!
Ve onlar vurdukça sana, alışkanlıklarımız çözülüyordu böylelikle
Küçümsediğimiz yollar açılıyordu önümüzde
Güvercinlerin dudaklarındaki sıcak rüya, korkularımızı dolduruyordu
Dilini susarken anlıyordum, konuşurken
Birden kendimi bir kardeş çavlanında bulurken
Çatılara konan kırmızı
Güvercinin bıraktığı vedayı büyütüyordu
Gölgesi ansız çekilen bir ağaç gibi yıkılırdım
Bir elim ötekini tutmasaydı
O ki bir fincan tuz istemişti yalnızca komşudan
Şimdi tuzlu bir nehir akıyor kalan ömürler arasından
Şimdi kim
Bu uzak diyen
Diyen bu yalan
Bu burkulan ruhun üşümesiyle kardeşliğin
Şu kurşun dökülmüş zaman
Bir ölüm şiirine eklensin diye
Gövdesiyle yazmıştı son dizeyi
Sürgüne okunmuş arguvan havası; ki kan
Yüzünü acıya dönmüş duduk, ah! gasparyan
Unutulmuş; ötekinin cenneti değil miydi her insan
Kim yırttı vicdanımızı, sevgimizi kim düğümledi
Kaç bin kerre öldük seni
Seni öyle sevdik, bağışla bizi
Bu evleri borçlu olduğumuz taş ustaları
Yürüyecek. Anı: hiçbir şey kalmadığında
Su inceliğiyle gülümseyen günahsız kan
Masum yüzünün görüntüsüdür dağılan
Kan kabuğun altında fokurduyor yeniden
Usanmış acısını sokakta gezdirmekten
Şairleri dinlemek lazım: kabuk, su, tir, naz-
Bir nar ki kırılınca hikâyemiz olacak
Hadi ölümü tuzlayalım sonsuz deniz
Hrant’tan sonra kokmasın bari ülkemiz
Aslında ne türk’üz, ne kürd’üz, ne ermeni’yiz
Öyle bir “baba”mız var ki hrant, hepimiz yetimiz!
ŞİİRE İMZA ATAN 73 İSİM:
A.Hicri İzgören, Adnan Satıcı, Ahmet Ada, Ahmet Günbaş, Ahmet Telli, Ahmet Uysal, Akif Kurtuluş, Altay Öktem, Altay Ömer Erdoğan, Arif Damar, Asuman Susam, Ataman Avdan, Aydın Şimşek, Betül Tarıman, Bilsen Başaran, Bülent Güldal, Celal Soycan, Cezmi Ersöz, Cihan Oğuz, Dinçer Sezgin, Enver Ercan, Fadıl Öztürk, Fergun Özelli, Fuat Çiftçi, Gonca Özmen, Gülten Akın, Gültekin Emre, Halim Şafak, Halim Yazıcı, Haydar Ergülen, Hayri K. Yetik, Hüseyin Peker, Hüseyin Yurttaş, İlhan Tülman, İlker İşgören, İ.Mert Başat, Kadir Aydemir, Küçük İskender, Mahmut Temizyürek, Mavisel Yener, Mehmet Atilla, Mehmet Can Doğan, M. Mahzun Doğan, M. Mazhar Alphan, M. Sadık Kırımlı, Mehmet Sarsmaz, Mehmet Mümtaz Tuzcu, Metin Cengiz, Metin Kaygalak, Mustafa Özturanlı, Muzaffer Kale, Namık Kuyumcu, Nesimi Aday, Nevzat Çelik, Oğuz Tümbaş, Olcay Özmen, Onur Akyıl, Orhan Alkaya, Özkan Satılmış, Özlem Sezer, Pelin Batu, Rahmi Emeç, Salih Bolat, Sedat Şanver, Selim Temo, Sennur Sezer, Sina Akyol, Tarık Günersel, Tuğrul Keskin, Turgay Gönenç, Veysel Çolak, Yunus Koray, Yücelay Sal ve Zeynep Uzunbay
www.ntvmsnbc.com
.................................
Nacizane benim de su satirlarim siirden sayilirsa
74. Siir olur
Adina suc diyerek yargilandigi gun dusunce
Ismi
''Hrant Dink'' ile basliyordu haberin...
Anlamaya calisiyorduk
Anlamak isteyenlerle birlikte..
Direniyordu tehditlere tek basina bir beyaz guvercin
Gucleniyordu kanat cirpislari direndikce...
Zafer bizim diye seviniyorken kin kusan cellatlar
Bilmem kactir sayisi bu kacincidir?
Mahrum biraktiklari aydin dusuncelerin!
Adi Agos' tu bu kez gazetenin
Yargilanan dusuncenin sesiydi kesilen
Yankilaniyordu tum dunyada...
O gun
Yorulmadan kosturmaktan asinmisti yine
Ayak tabanlari INSANLIGIN...
deniz02
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Hrant Dink hakkında Agos Gazetesi’nin 13 Şubat 2004 tarihili nüshasında, ”Şap Parigce” adlı köşesinde yer alan yazısı nedeniyle dava açıldı.
Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede, Dink ile gazetenin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Karin Karakaşlı’nın, ”Türklüğü neşren tahkir ve tezyif etmek” suçundan 3′er yıla kadar hapisle cezalandırılmaları istendi.
Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucu, 7 Ekim 2005 tarihinde kararını açıklayan hakim, Dink’i ”yazısının eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklaması niteliğinde olmadığı, aşağılayıcı, incitici nitelikte olduğu gerekçesiyle 6 ay hapis cezasına çarptırdı.
Sabıkasız olması ve ileride bir daha suç işlemeyeceği konusunda oluşan kanaat nedeniyle Dink’in cezasını erteleyen hakim, Karin Karakaşlı’nın ise beraatına karar verdi.diyor aşağıdaki link.http://savcibey55.wordpress.com/2007...nt-dink-hukuk/
Sebep her ne olursa olsun bir insanın canına kıymak çok yanlış birşey.Kendinizi hem savcı, hem hakim vede en kötüsü cellat yerine koymanız,kendi hukuk anlayışınızla hükmedip infaz gerçekleştirmeniz,toplum içinde yaşamayı hak etmediğiniz anlamına geliyor.Memlekette hukuk var mahkemeler var. Suçluysa mahkeme verirdi cezasını. Adaleti beklemek en güzel adalettir.Şiirler gerçekten çok güzel.
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
İktidar eğilimli bir azeri gazetesi olan 525. Gazete'nin 23 Ocak2007 tarihli sayısında, ve Agil Abbas imzasıyla yayımlanan makale (YORUMSUZ)
"Benim için en zor yazı bu. Tamamen başka bir şekilde yazılmalıydı,
ancak sinirlerimi yatıştırdım. Bilmiyorum, belki de yatıştıramadım.
Türkiye'de Hrant Dink isimli Ermeni kökenli bir gazeteci öldürüldü.
Kötü bir olay. Öldüren de 17 yaşında bir genç. Şimdi bütün Türkiye
çalkalanıyor. Adam işte, öldürmüşler. Niye kendinizi yırtıyorsunuz?
Hangi şehirde olduğunu hatırlamıyorum ama, birkaç yıl önce Türkiye'nin
ünlü aydınlarını bir evde yakarak öldürdüler. O zaman Türkiye kendini
böyle yırtmıyordu, o zaman Başbakan ağlamıyordu, o zaman halk
sokaklara çıkarak haykırmıyordu. Dünyanın da umurunda değildi. Çünkü
öldürülenler büyük Türk aydınlarıydı. O Türk aydınları ki, Hrant Dink
onların tırnağı bile olamazdı. Yani bizi öldürebilirler, yakabilirler!
Ermenistan'da, Dağlık Karabağ'da, Kerkük'de, Bosna Hersek'de
katledebilirler. Ancak dünyanın umurunda değil.
Dünya ile işim yok zaten, benim kafamın tasını attıran kendiminkiler.
Türk televizyonları nı seyrettiğimde ve Türk gazetelerini okuduğumda
Karabağ olaylarını hatırladım.
Hankendi'nde, Meşeli'de, bilmem nerde Ermeniler Azerileri
katlediyorlardı . Bizimkiler ise, aydınlarımızı televizyona çıkararak,
Ermenilere övgüler yağdırıyorlardı. Biri, 'Annemin sütü kurumuştu,
komşu Haykanuş'un sütünü emdim', diğeri 'Aşot benim amcam, beni oğlu
gibi sever', bir diğeri ise 'Ermeni halkı çok akıllı bir halk, onların
günahı yok, birkaç Bolşeviğin işi bu' derdi.
Tüm bunları neden söylüyorum?
Söylediğim gibi, Türk televizyonları nı seyrediyorum, Türk gazetelerini
okuyorum. Aynen bizim gibi. İnsan, kendini bu kadar mı aşağılayıcı bir
duruma düşürür?
"Kanal D" diye namussuz bir televizyon var (Nuşirevan Muharremli'ye,
Azerbaycan'da yayımını durdurduğu için teşekkürler). 24 saat Hrant
Dink hakkında programlar hazırlıyor, canlı yayım yapıyor. Türkiye'de
ne kadar eşcinsel aydın varsa, televizyona toplayarak Ermenilere
övgüler yağdırıyor. Gazeteler de aynı şekilde.
Hrant Dink kimdi? Ermeni dilinde çıkan haftalık Agos Gazetesi'nin
sahibi, Genel Yayın Yönetmeni. Bu adam her zaman Türkiye'ye ve aynı
zamanda Atatürk'e küfür eden bir adamdı. Gazetesi'nde, 'Türk'ün kanı
pis bir kan' diye yazıyordu. Sözde soykırımı tanıyordu. Kısacası,
Türkiye'nin ve Türkçülüğün düşmanlarından biriydi.
Türkiye'nin düşmanları da, kimi öldüreceklerini ve Türkiye'yi nasıl
karıştıracakları nı iyi biliyorlar. Türkiye'yi karıştırıyorlar ve
çalkalıyorlar. Ne yazık ki, Türkiye de bu çalkantıya uyarak, ülkeyi
karıştırmak isteyenlere imkan sağlıyor.
Sıradan bir gazeteciyi öldürdüler. Şimdi Türkiye de mi bundan dolayı
ölmeli? Deniz Baykal, hüngür-hüngür ağlayarak gitti cenazeye, sanki
kardeşini öldürmüşlerdi. Erdoğan, babası öldüğünde bu kadar
ağlamamıştı. İtalya Başbakanı Prodi ile yapacağı görüşme nedeniyle
cenazeye katılamayacağı için özür bile diledi. Kardeşim, canı
cehenneme Prodi'nin, Hrant'ın cenazesine git.
Türkiye'nin düştüğü duruma bir bakın ki, Türkiye'ye ve Türkçülüğe
hakaret eden bir adamı Türk bayrağına, Ermenilerin katlettiği
Türklerin kanına boyanan Türk bayrağına sararak, defnetmek istiyor.
Ayıp, ayıp, erkek olun, erkek! Devleti bu kadar aşağılamayın. Bu
devlet, sadece Türkiye'de yaşayan Türklerin değil. Aynı zamanda
Ermenilerin, çoluk çocuğa bakmadan katlettiği 20 bin Azerbaycanlı
şehidin de devleti, bizim de devletimiz!
Nerde Türk ideolojisini yönlendirenler? Nerde asıl meseleyi ortaya
dökecek Türk emniyet organları?
Kardeşim, Ermeniler ile onların arkasındakiler, düşünülmüş bir şekilde
bu cinayeti işlediler. Bunu dökün ortaya.
Dünya ile bir Türk gibi, bir Bozkurt gibi konuşun. Cengizhan'ın,
Timur'un, Yıldırım Beyazıt'ın, Fatih Sultan Mehmet'in, Atatürk'ün
diliyle konuşun. Kaçmayın artık! Kaçtıkça sizi kovalayacaklar.
Türkiye'nin düştüğü duruma bakın ki, Avrupalı politikacılar, Hrant'ın
ölümünün, Türkiye'nin AB üyeliğini kuyunun dibine attığını
söylüyorlar. Aklınıza şaşayım, sanki Hrant Dink ölmeseymiş, AB
Türkiye'yi kabul edecekmiş? Türkiye bu kadar saf mı ki, AB'nin
kendisini üye kabul edeceğine inansın?
Kendine gel, kardeşim, kendine!
Türkiye'nin kendine gelmesi için yeni bir Atatürk lazım! (
--
Bizi güçlü yapan yediklerimiz değil, hazmettiklerimizdir .
Bizi zengin yapan kazandıklarımız değil, muhafaza ettiklerimizdir.
Bizi bilgili yapan okuduklarımız değil, kafamıza yerleştirdiklerimizdir.
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Hrant Dink'in yargılandığı davalar düştü 22 Mart 2007
Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi, uğradığı silahlı saldırıda öldürülen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink hakkında “Türklüğe hakaret” ve “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” suçlarından açılan 3 davayı, ölümü nedeniyle düşürdü.
Dink'in, 19 Ocak 2007 tarihinde Şişli'de Agos Gazetesi önünde uğradığı silahlı saldırıda öldürülmesine ilişkin otopsi raporu ve öldüğünü gösterir nüfus kaydı Şişli Adliyesine ulaştı.
Bunun üzerine Hrant Dink hakkında “Türklüğe hakaret” ve “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” suçundan açılan 3 ayrı davanın dosyalarını inceleyen Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi hakimi, Dink'in ölümü nedeniyle bu davaları düşürdü. Dink'le birlikte bu davalarda yargılanan sanıkların dosyasını ayıran hakim, söz konusu sanıklar yönünden yargılamanın sürdürülebilmesi için yeni duruşma tarihleri belirledi.
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
ERHAN TUNCEL POLİSE 17 KEZ RAPOR VERMİŞ
Hrant Dink cinayetini organize ettiği öne sürülen ve polisin yardımcı istihbarat elemanı olarak görev yapan Erhan Tuncel’in, Trabzon emniyetine, Yasin Hayal ve Dink cinayeti hakkında, 4 değil tam 17 kez rapor verdiği belirlendi
22.03.2007 13:02
--------------------------------------------------------------------------------
--------------------------------------------------------------------------------
Erhan Tuncel’in hem Yasin Hayal’i, hem de kendisiyle irtibat kurmaktan sorumlu polisi kullandığı izlenimi ortaya çıkıyor.
Biri cinayet günü olmak üzere polisle 25 kez görüştüğü tutanaklarda yer alan Erhan Tuncel’in, Yasin Hayal gibi rapor verdiği polisi de kullandığı görüşü güçleniyor.
Hrant Dink cinayetinde kilit isim olan Erhan Tuncel’in yardımcı istihbarat elemanı yapılmasında ve bu görevde kullanılmasındaki ihmaller belirginleşiyor. NTV’nin emniyete yakın kaynaklardan elde ettiği bilgiye göre usülsüzlükler, 2004 yılında Trabzon’da Mcdonalds’ın bombalanmasıyla başlıyor.
Bombayı hazırlayan ve eylemi organize eden Erhan Tuncel, Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde görevli bir öğretim üyesi aracılığıyla, dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek tarafından istihbarat elemanı yapılıyor. Ancak, istihbarat elemanı olması için suça karışmaması ilkesi atlanıyor.
Alperen Ocağı’na gidip gelen ve oradaki Ermeni karşıtı ortamdan etkilenen Tuncel, kendisine reis olarak hitabeden Yasin Hayal ve arkadaşlarıyla Hrant Dink cinayetini organize ediyor. Tuncel bir yandan da Trabzon emniyetine Yasin Hayal’in, Hrant Dink’i öldüreceğine dair raporlar veriyor.
HAYAL VE TUNCEL’İN TELEFONLARI DİNLENİYOR
Trabzon emniyetinin İstanbul’a gönderdiği, Yasin Hayal’in İstanbul’a gelip ağabeyi Osman Hayal’in evinde kalacağına dair raporla birlikte Yasin Hayal ve Erhan Tuncel’in telefonları dinlemeye alınıyor.
Ancak ilk raporun boş çıkması üzerine, Hrant Dink’in ensesinden vurulacağına dair bilginin de yer aldığı 16 rapor, İstanbul emniyetine ulaştırılmıyor.
AKYÜREK SONRASI TUNCEL İSTİHBARATTAN ÇIKARILIYOR
Ramazan Akyürek’in Trabzon Emniyet Müdürlüğü’nden, İstihbarat Daire Başkanlığı’na atanmasının ardından, yeni emniyet müdürü, Erhan Tuncel’i Kasım ayında istihbarat elemanlığından çıkartıyor. Ancak, Tuncel’in polis ile irtibatı sürüyor. Kasım ayından itibaren, biri cinayet günü olmak üzere telefonla 25 görüşme yapıldığı tutanaklarda yer alıyor.
Hrant Dink cinayeti haber alınınca, Trabzon emniyeti Erhan Tuncel’i hemen Terörle Mücadele Şubesi’ne çağırıyor. 18 saat boyunca şubede tutulan Tuncel, “Cinayeti bizim grup yapmadı, Yasin Hayal burada” ifadesi üzerine bırakılıyor.
Ogün Samast yakalanıp, Yasin Hayal İstanbul’a getirilince Erhan Tuncel’in ismi yeniden ortaya çıkıyor. Bunun üzerine İstanbul emniyeti, Trabzon’dan Tuncel hakkında bilgi istiyor ancak bir gün boyunca hiç bilgi gelmiyor. Ertesi gün, bilgi beklenirken, Tuncel’in kendisi uçakla İstanbul’a gönderiliyor.
Tuncel’in İstanbul’daki sorgusunda anlattıklarından, 5 sayfalık tutanak hazırlanıyor. Görüşmede Erhan Tuncel’in hem Yasin Hayal’i, hem de kendisiyle irtibat kurmaktan sorumlu polisi kullandığı izlenimi ortaya çıkıyor. Emniyete yakın kaynaklar, Erhan Tuncel’in, Trabzon’a ulaşması halinde Ogün Samast’ı az ceza alma vaadiyle polise teslim edip ikili rolünü sürdürmeyi planladığı görüşünde.
NTV
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Muhbiri öğretim üyesi önermiş
23 Mart 2007 09:42
Hrant Dink suikastının kilit ismi E.T’yi Karadeniz Teknik Üniversitesi’nden bir öğretim üyesinin önerdiği, dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Akyürek tarafından muhbir yapıldığı ortaya çıktı.
POLİS muhbiri E.T’nin, Trabzon Emniyeti’ne, azmettirici Y.H. ve Hrant Dink cinayeti hakkında, dört değil 17 kez rapor verdiği ortaya çıktı. Biri cinayet günü olmak üzere polisle 25 kez görüştüğü tutanaklarda yer alan E.T’nin, polisi de kullandığı belirtildi.
NTV’nin haberine göre, Dink suikastının kilit ismi E.T’nin yardımcı istihbarat elemanı yapılmasında ve bu görevde kullanılmasındaki ihmaller belirginleşiyor. Buna göre usülsüzlükler, 2004’te Trabzon’daki Mcdonald’s’ın bombalanmasıyla başlıyor. Eylemi organize eden E.T., Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde görevli bir öğretim üyesi aracılığıyla, dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek tarafından istihbarat elemanı yapılıyor.
POLİSİ DE KULLANMIŞ
ANCAK istihbarat elemanı olması için suça karışmaması ilkesi atlanıyor. Alperen Ocağı’na gidip gelen ve oradaki Ermeni karşıtı ortamdan etkilenen E.T., arkadaşlarıyla Dink cinayetini tasarlıyor. E.T. bir yandan da Trabzon polisine Y.H’nin Hrant Dink’i öldüreceğine dair raporlar veriyor. Trabzon Emniyeti’nin İstanbul’a gönderdiği rapor üzerine Y.H. ve E.T’nin telefonları dinleniyor. İlk rapor boş çıkınca Dink’in ensesinden vurulacağına dair bilginin de yer aldığı 16 rapor, İstanbul’a gönderilmiyor. Cinayetin ardından E.T’nin İstanbul’daki sorgusunda anlattıklarından, beş sayfalık tutanak hazırlanıyor. Görüşmede E.T’nin hem Y.H’yi hem de kendisiyle irtibat kuran polisi kullandığı izlenimi ortaya çıkıyor.
STAR
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Fatih Uğur - Sayı: 636 - 12.02.2007
Danıştay ve Dink suikastları akraba
Tamer Korkmaz, derin devlet tartışması konusunda “Başbakan cinayeti doğru okudu. Gereğini de yapması beklenir.” diyor. Derin devlete de bir çift sözü var: Eski hâl muhâl!
--------------------------------------------------------------------------------
‘Derin devlete çomak soktuk, bağıranların bağlantısı var.’ Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Hrant Dink cinayetinden sonra ortaya çıkarılan ilişkiler ağına yönelik yaptığı ‘derin devlet’ çıkışında en son bu sözleri söyledi. Herkes derin devleti bir yanından tarif ediyor; fil tarifi gibi tartışmalar hâlâ sürüp gidiyor. Basındaki derin devlet tahlillerine farklı bir kapı aralayan Zaman Gazetesi yazarı Tamer Korkmaz, tanımlamanın eksik yapıldığını; hatta soyutlamak ve hedefi örtmek için derin devlet tartışmasının kullanıldığını düşünüyor: “Derin devlet sadece askerlerden müteşekkil bir yapı değil; askerlerin de içinde bulunduğu bir mekanizma. Sadece darbe olduğunda öne çıkan/hâkim olan bir yapıdan söz etmek yanıltıcıdır.” Korkmaz’a göre, Dink suikastı sadece Ogün Samast, Yasin Hayal, Erhan Tuncel üzerinden okunmamalı. Perde arkasında sinsice ve ihtimamla yazılmış bir ‘Alacakaranlık Kuşağı Senaryosu’ var. Üstelik bir taşla birden fazla kuş vurulmuş vaziyette. Trabzon da tetikçi üreten bir tarla değil, operasyona uğrayan bir şehir.
Korkmaz, derin devleti teşhise çıkanlara ‘arzın merkezine’ yolculuk etmeleri tavsiyesinde bulunuyor. Başbakan Erdoğan’ın ‘derin devlet’ çıkışını Türkiye’yi doğru okumaya başladığı şeklinde yorumluyor. Korkmaz’ın bir yıldır kaleme aldığı bir tezi var: Türkiye 2006’da eksen değiştirdi; Amerika’nın yörüngesinden çıktı. Gazeteci Korkmaz’a göre kavga bu eksen değişikliği sırasında gücü elinden kaybedenlerin geri alma çabası. Tamer Korkmaz, uzun zamandır yazılarında, ‘eski hal muhaldir’ yazıyor. Derin devlet ya da kontrgerillanın atraksiyonları da artık tutmuyor. Halk ve devlet yöneticileri provokasyonları görüyor. Kısacası derin devlette son hal; eski hal muhal!
-Başbakan Erdoğan, Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel’den sonra derin devleti zikreden üçüncü devlet adamı oldu. Üstelik diğerlerinin aksine görevdeyken konuştu. Erdoğan’ın Dink cinayetinden sonra yaptığı derin devlet açıklamalarının anlamı ne?
Hrant Dink suikastı olduktan sonra olaya bir izah getirilmesi gerekiyordu. Bu bir provokasyondur. Yıllardır Türkiye’nin çok talihsiz bir şekilde ‘provokasyon hafızası’ oluştu. 1980’ler ve 90’lar öncesinden başlıyor provokasyonlar. Danıştay ve benzeri hadiselerle günümüzde de geri döndü bunlar. Bu mekanizmanın artık nasıl işleyebileceği hakkında herkesin bir fikri oluştu. Türkiye’de insanların bunun kişisel hadise olmadığını, provokasyon olduğunu görmemesi mümkün değil. Şöyle söyleyelim. Burada milliyetçi duygular ortaya çıktı, kişisel eylem yaptı yargısının gerçekle alakası yoktur.
-Başbakan sahneyi tanımladı diyorsunuz yani?
Tabii bunu tanımladı; derin devlet, dedi. Bu provokasyonsa başka türlü tanımlaması beklenmez. Başbakan olayı doğru okudu.
-AK Parti iktidarı süresince benzer başka olaylar da oldu? Şemdinli, Danıştay, Atabeyler, Sauna gibi. Niye şimdi ‘derin’ adı kondu?
Şimdi artık birtakım provokasyonlar birikti çünkü. Başbakan bunları söyleyebilir, söylemesi doğru. Ama, o zaman sorarlar; madem böyle, bunu çözmek için ne yaptın, diye. Bu soruya şimdi yeterli cevap vermesi de mümkün gözükmüyor.
-Bir yazar, ‘Derin devlet, bilgi kirliliğinin takma adıdır’ dedi. Başbakan Erdoğan üç ayrı tanımlama yaptı. Sizin derin devlet tanımınız ne?
Derin devlet askerdir, diye bir tanımlaması oldu Süleyman Demirel’in. (Sabah Gazetesi, 2005 - Yavuz Donat) Derin devlet, sadece salt askerlerin bulunduğu bir yapı değildir. Askerlerin ve başka mekanizmaların da bulunduğu bir yapıdır derin devlet. Ancak mesela derin devlete Susurluk’tan bahisle bir çeteleşme olayıdır derseniz, burada da eksik kalırsınız. Çünkü derin devlet üst mekanizmadır, bu çeteleri ve çeteleşmeyi de kullanır. Buradan yola çıkıp, derin devlet, devlette rutinin dışına çıkan ana mekanizmadan habersiz bir çeteleşme dersek, olayı küçültmüş oluruz.
-Ne demek lazım?
1980 öncesi olaylarını değerlendirdiğimizde Türkiye’de Amerika’nın yörüngesinde bir mekanizma görüyoruz. Bu yörüngedeki mekanizmanın kontrgerilla faaliyetleri olarak ortaya çıktığı biliniyor. Bu, Özel Harp Dairesi ile özdeşleştirilmişti hep. Siyasiler bunu söylemiş, raporlara yazılmış. O da derin devletin bir parçasıdır. Ama derin devlet eşittir, ‘Özel Harp’ tanımı da eksik olur. Yani derin devlet eşittir; asker, özel harp, çeteler diye tanımlamaların hepsi eksik olur. Bunların hepsini içine alan bir derin mekanizma var.
-Dink cinayeti özelinde düşündüğümüzde derin devletin ayak izleri nereye kadar uzanıyor?
2006 yılında Türkiye’de bir yörünge değişikliği meydana geldi diyorum ısrarla. Gücü kaybedenlerin tekrar gücü ele geçirme çabası olarak görüyorum. Kaybedenler tarafı tekrar bu gücü ele geçirmek için eski kontr faaliyetleri ve alışkanlıkları çerçevesinde bir hamle yaptılar. Ama bu tutmadı ve tutmayacak.
-Yani kaybedenler derin devleti ve aygıtlarını kullanma ihtiyacı hissettiler diyorsunuz?
Evet, ama kaybedenler eskisi gibi gücü elinde bulundurmuyor. Ama birtakım parçalar devletin birtakım yer ve kurumlarında var. Bunu kullanarak tekrar kafalarını kaldırmaya çalışıyorlar.
-Peki şu haksız bir soru mu; her siyasi cinayetten sonra derin devlet aramak paranoyaklık değil mi?
Ben derin devlet tartışmalarının aynı zamanda bir soyutlama süreci olduğunu düşünüyorum. Soruyu soranlar da bunu yapmaya çalışıyor. Dolayısıyla bu konuları her provokasyon olduğunda arzın merkezine gerektiğince seyahat edilmediği için bu tür tartışmaların; derin devlet deve midir, kuş mudur tartışmalarının soyutlama sürecine katkı sağladığını düşünüyorum. Bu provokasyonların arkasını aydınlatmak için gerçek anlamda, hukukî, fizikî, teknik anlamda ‘arzın merkezine’ inmeye yönelik gayret sarf edilmediği müddetçe saçma görüyorum.
-Türkiye üç haftadır Hrant Dink cinayetinin sonuçlarına göre konuları tartıştı. Ermeni davasında zarar göreceğiz, Kürt-Türk çatışması çıkarılacak, yükselen milliyetçiliğin eseridir vs. Sebep ve delilleri açısından cinayeti nasıl tarif edersiniz?
Bunun milliyetçilik akımlarının yükselmesi sonucu meydana geldiğini söylediğiniz zaman, yani Türkiye’de günlük hayatta faşizm etkili hale geldi ondan oldu derseniz, provokasyonun amacına hizmet edersiniz. Yani olayın perde arkasına seyahat etme şansı, üstündeki örtünün kaldırılması şansı ortadan kalkar. Çünkü, bu tip tetikçiler doğada bulunur. Ya da saksıda yetiştirilir. Mesela böyle bir olayı Kurtlar Vadisi dizisine bağlamak ne kadar absürtse, faşizm etkisi demek de o kadar absürttür.
-Kolaycılıktır yani?
Evet. Neden kolaycılıktır? Ağca’ya baktığınız zaman ‘yıllardır faşizm etkili oldu, o yüzden İpekçi cinayetini işledi’ denildi. Ağca olayının sağcılıkla, ülkücülükle alakası olmadığı; arkasında NATO-CIA mekanizmasının olduğu çok net bir şekilde ortaya çıktı. Yani o zaman demek ki yükselen milliyetçi dalga falan diyerek bu konuyu açıklamak mümkün değil. Tabii ki aşırı milliyetçi söylemler üzerinde bu vesileyle tartışma yapılmasını normal karşılıyorum. Ancak faturanın tetikçinin tırnak içerisinde ‘dünya görüşüne’ bakarak olayı açıklamaya çalışmak provokasyonun amacına hizmet eder ve bir yanılsama meydana getirir. Bizi gerçekten uzaklaştırır.
-Suikast ve provokasyonları da birbirine benzetiyorsunuz yazılarınızda…
Şimdi buraya baktığım zaman teknik anlamda İpekçi suikastı ile çok benzeyen ve son dönemde gerçekleştirilen iki provokasyon var. Bunlar Danıştay provokasyonu ve Dink suikastıdır. Buradaki tetikçiler arkadaki mekanizmayı bütün olarak tanımamaktadır. Yakalanmaları açısından da, tetiği kimin için çektikleri açısından da ‘bilmemek anlamında’ birbirlerine benziyorlar. Bu mekanizmayı matruşka gibi düşünürseniz, bir iki kompartıman öncesini; yani tetikçi, azmettirici, azmettirici yardımcısına kadar gidebiliyorsunuz. İki, en fazla üçüncü halkaya kadar biliniyor olay. Mesela Ağca olayında, Ağca tetikçi. O zamanki adamlar bugüne göre biraz fazlaydı; işte Yalçın Özbey, Yavuz Çaylan, Mehmet Şener, Oral Çelik. Bu adamlar neyin karşılığı bugün; Erhan Tuncel, Yasin Hayal. Bunların karşılığı. Peki ondan sonraki provokasyonun müteahhidi kim? Ağca olayında Abdullah Çatlı işin organizatörü idi.
-Soru şu o zaman; Dink cinayetinde ihaleyi kim verdi, derin devlet mi?
Türkiye’deki provokasyonlar tarihine baktığınız zaman burada iki cinayet görüyoruz. Danıştay suikastı ve Dink cinayeti. Bu ikisinde içerideki ulusalcıları kullanan bir uluslararası mekanizma olduğu anlaşılıyor.
-Uğur Mumcu cinayeti laik-anti laik kamplaşmasını körüklemişti. Dink cinayeti neyi körüklüyor, körükleyecek?
Dink cinayetinde işin şöyle bir tarafı var. Bir taşla birçok kuş vurulmuştur. Bunun dışarıdaki tepkisi Ermeni soykırım tasarısı konusunda Türkiye’nin mevzi kaybetmesidir. Ama bu en dışarıdaki halkadır. Kolaydır bunun tespiti, nitekim bu tespit yapıldı da.
-İçeriye doğru gelelim. İç halkalarda ne var?
İçeride cumhurbaşkanlığı seçimiyle alakası var mesela. Bu birebir olarak görülmez, ama total anlamda böyledir. Mutlaka Cumhurbaşkanlığı seçimini etkilemek amacını gütmektedir. Daha içerideki halkada güçler çatışması vardır. Bir taşla çok kuş meselesinde Trabzon da var mesela. NATO’nun Akdeniz’deki aktif gücünü Karadeniz’e taşıyabilmesi için, bu tip cinayetlerde Trabzon üretimi tetikçilerin kullanıldığını görüyoruz. Sonuçta denilecek ki sizin bu Karadeniz bölgesinde istikrar yok, bu gücü buraya koyalım.
-Trabzon’u ‘orası tetikçi tarlası değil, operasyona uğrayan bir şehir’ diye tanımlıyorsunuz. Nedir bu operasyon, tabiri açar mısınız?
Son cinayetteki tetikçiler Trabzon’un kendi iç dinamikleriyle, şehrin sosyal anlamda çürümesiyle ortaya çıkmış değildir. Çünkü eğer sosyal çürüme ve asayişsizlik varsa, bu bütün Türkiye’de var olan bir şeydir. Trabzon’a has değildir. Ama Trabzon’a operasyon yapıp, orada birtakım tetikçiler için bir mekanizma üretiliyor. Şehir bir pilot bölge olarak kullanılıyor. Geçmişte de Malatya böyleydi. (Ağca ve diğerlerini kastediyor.)
-Danıştay ve Dink cinayetinin birinci derece akrabalık bağı var diyorsunuz. Bu akrabalık bağına giren yakın döneme ait başka hadiseler var mı?
Danıştay hadisesinde, tetikçinin yakalandığı pozisyonda bazı yanılsamalar yaptırıldı. Nurcu şeyh çıkarttılar mesela. ‘Alparslan Arslan, Nurcu şeyhten ders alıyor,’ dediler. Filmlerdeki sanat yönetmeninin tarihî bir filmde padişahın cep telefonunu cebinden çıkartma görüntüsünü atlaması gibi bir sorundur bu. Cinayetin perde arkasında emniyet içindeki tarikatçılar vardır demek, tamamen olayları çarpıtmak ve perde arkasını kapatmak için yapılan bir dezenformasyondur. Aynı hataya düşmektir.
AKSİYON
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Hrant Dink cinayetine iştirakten tutuklanan Tuncay Uzundal’ın suikasttan 4 gün önce ev arkadaşı Erhan Tuncel’e "7.65 mermileri geldi mi" diye mesaj geçtiği ortaya çıktı. Trabzon Emniyeti ve İstihbarat Daire Başkanlığı ise cinayetin ardından soruşturmayı yürüten İstanbul Emniyeti’ne bu mesajı "Mermiler geldi mi" diye kısaltıp geçmiş.
GAZETECİ Hrant Dink cinayetinden sadece 4 gün önce "Büyük Abi" Erhan Tuncel ile oda arkadaşı Tuncay Uzundal arasında geçen mesaj trafiğindeki bazı önemli bilgilerin Trabzon polisi ve İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından, İstanbul polisinden gizlendiği iddia edildi.
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in Şişli’de öldürülmesinin ardından, suikastın planlayıcısı olduğu ileri sürülen ’Büyük Abi’ Erhan Tuncel’in ev arkadaşı olan Tuncay Uzundal, Trabzon’da gözaltına alındı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne gönderilen Tuncay Uzundal’ın Ogün Samast’a cinayet sırasında üzerinde bulunan Türk Bayrağı’nı verdiği öne sürüldü. Uzundal, adam öldürmek suçuna iştirak ve siyasi örgüt üyesi olmak suçlarından tutuklandı.
ERHAN PLANLADI
Terörle Mücadele’de sorgulanan Uzundal’ın verdiği ifadeler ise Hrant Dink cinayeti soruşturmasında yeni bulguları ortaya koyarken, ihmaller zincirine de başka halkalar ekledi. Tuncay Uzundal poliste verdiği ifadesinde Erhan Tuncel’in baştan beri 2’li oynadığını belirterek, "Her şeyi Erhan planladı. Tetikçi olarak Ogün’ü de belirleyen de Erhan oldu" dedi.
7.65 MERMİLER GELDİ Mİ
İfadesinde Erhan Tuncel’in polisce dinlendiğini bildiğini de belirten Tuncay Uzundal, "Cinayetten 4 gün önce ’7.65 mermileri geldi mi?’ diye bir mesaj çekmiştim. Cevap olarak Tuncayyyyyyy diye yazdı. Kızdığını anladım, akşam telefonda bir daha böyle mesajlar çekmemem konusunda beni uyardı. Telefonlarımızın izlendiğini söyledi" dedi.
EKSİK MESAJ
Tuncay Uzundal’ın bu ifadesinin ardından, Dink cinayetinden sonra kendilerine Trabzon Emniyet Müdürlüğü ve İstihbarat Daire Başkanlığı’ndan gelen telefon dökümlerini inceleyen İstanbul polisi böyle bir mesajın kendilerine gönderilmediğini fark etti. İstanbul polisine Dink cinayetinin ardından gönderilen telefon dökümlerinde, Tuncay Uzundal’ın ifadesinde belirttiği mesaj "Mermiler geldi mi?" şeklindeydi.
TUTANAKLA TESPİT
Bunun üzerine Telekomünikasyon İzleme Başkanlığı’na yazı yazan İstanbul Emniyeti, Tuncay Uzundal ile Erhan Tuncel arasındaki telefon görüşme dökümlerini tekrar istedi. Gelen dökümler Uzundal’ın ifadesini doğrular nitelikteydi. Mesajın tamamı, "7.65 mermiler geldi mi?" şeklindeydi. Bu mesajdan 4 gün sonra Dink’in 7.65 mm çapında bir mermiyle öldürülmesini de dikkate alan İstanbul polisinin, bu eksikliği tutanağa geçirdiği ve soruşturmayı yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdiği belirtildi.
BAŞKA HEDEFLER
Uzundal polise ayrıca "Tek hedef Hrant Dink değildi, Erhan Tuncel, başka hedefler de belirlemişti." diyerek önemli bazı kişi ve kurumların isimlerini verdi. Ayrıca Tuncel’in kendisine Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan da bir görevliyle görüştüğünü söylediğini de anlattı.
Hurriyet- 24 Mart 2007
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Cinayette kara kutu 'memur' çıktı
Dink suikasti soruşturması Erhan Tuncel’de tıkanırken, kilit isim olarak öne çıkan Mustafa Öztürk memleketi Erzurum’da yakalandı. Geçen ay TCDD’de Hareket Memur Yardımcısı olarak işe başlayan Öztürk cezaevine kondu.
GAZETECİ Hrant Dink suikasti kapsamında gözaltına alınan BBP MKYK yedek üyesi ve Trabzon yöneticisi Halis Egemen ile Trabzon İl Başkanı Yaşar Cihan’ın oğlu Hakkı Bahadır Cihan’ın ifadelerinde işaret ettiği ve cinayetin ‘kara kutusu’ olduğu ileri sürülen BBP Trabzon Alperen Ocakları Başkanı Mustafa Öztürk Erzurum’da tutuklandı. Soruşturma kapsamında 20 Mart’ta gözaltına alınan Mustafa Öztürk, 23 Mart’ta çıkarıldığı mahkemede serbest bırakılmıştı. 25 martta Trabzon İl Başkanı Yaşar Cihan, oğlu ve iki BBP’li daha gözaltına alındı. Hakkı Bahadır Cihan ifadesinde Mustafa Öztürk’ün Ankara’da bulunan birilerine ‘‘Bu Hrant işini biz yapacaktık ama başkasına verdik, onlar da eline yüzüne bulaştırdı’ dediğini kendisinin de bunu sorduğunda utanarak ‘ya dedik öyle bir şey ama öylesine söyledim’ dediğini anlattı. Halis Egemen de Erhan Tuncel ile Mustafa Öztürk arasında yaşanan sorunları polise aktardı. Bu ifadeler ışığında soruşturmayı yürüten savcılar Selim Berna Altay ve Fikret Seçen 26 Mart’ta Mustafa Öztürk’ün tutuklanması için üst mahkemeye itiraz etti.
HAREKET MEMURU OLMUŞ
TRABZON Alperen Ocağı Başkanı olan Erzurum’un Narman İlçesi nüfusuna kayıtlı Mustafa Öztürk’ün bir ay önce Devlet Demir Yolları’nda ‘Hareket Memur Yardımcısı’ olarak işe başladığı öğrenildi. İstanbul Nöbetçi 9. Ağır Ceza Mahkemesi, Öztürk hakkında yeniden yakalama emri çıkardı. Bunun üzerine Erzurum Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi ekipleri Öztürk’ü dün sabah yeniden gözaltına aldı. Ezurum Adliyesi’ne götürülen Öztürk, hakkındaki gıyabi tutuklama kararı vicahiye çevrildikten sonra Erzurum H Tipi Kapalı Cezaevi’ne kondu.
ERHAN’IN HAKKI DAYAK
HRANT Dink cinayetinde ‘yardım ve yataklık’ yaptığı gerekçesiyle 20 mart günü İstanbul terör polislerine ifade veren Mustafa Öztürk şunları söyledi: ‘Ben Trabzon Alperen Ocağı Başkanı olduktan sonra Erhan Tuncel’in ocakla ilişkilerini kestim. Ancak Erhan’ın İl Başkanı Yaşar Cihan ile arası iyi olduğu için ocağa gidip gelmesine izin verdiler. 2006 yılında ben Erzurum’da bulunduğum bir sırada Erhan Tuncel’in ocağa başkan olması için Tamer isimli bir şahsı getirdiğini hatta partinin diğer üyeleriyle tanıştırdığını öğrendim. MKYK üyesi Halis Egemen’in yanına giderek Erhan’ın hakkının ‘dayak’ olduğunu söyledim.’
GENÇLERİ KIŞKIRTIYORDU
MUSTAFA Öztürk’ün 20 martta gözaltına alındığında verdiği ifadede Erhan Tuncel’in güvenilir biri olmadığını hatta Trabzon’daki gençleri kışkırttığını belirterek, şunları anlattığı öğrenildi: ‘Erhan’ın ‘kulak’ olmasından şüphelendim. O.S.’yi tanımıyorum, Ocak ile de hiçbir ilişkisi yoktu. Yaklaşık bir sene önce Yasin Hayal bana Hrant Dink’i öldüreceklerini, eylemi Zeynel Abidin Yavuz isimli şahsın yapacağını söyledi. Yanımızda Erhan Tuncel de vardı. Ben konuyu ciddiye almadım ve kimseye de söylemedim. Bu cinayete BBP adı karışırsa diye bilsinler diye bunları söyledim.’
29 Mart 2007 07:35
STAR
-
Re: Hrant Dink öldürüldü!
Bugün, katledilişinin 2. senesi ...