-
Küpe...
Yaşlı kızılderili reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.
Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurt köpeğiydi bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla dedesine sordu: Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.
- "Onlar benim için iki simgedir evlat" dedi.
- "Neyin simgesi" diye sordu çocuk.
- "İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.
Çocuk, sözün burasında; 'mücadele varsa, kazananı da olmalı' diye düşündü ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
- "Peki" dedi. "Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa.
- "Hangisi mi evlat? Ben, hangisini daha iyi beslersem!"
-
Yolcular uçağın yanında otobüsten inmişler.. Bavullarını gösteriyorlar. Bir bakmışlar uçak şirketinin minibüsü yanlarında durmuş. İçinden kaptan pilotla, yardımcı pilot inmişler... Yolcular fena halde şaşırmışlar.. Nasıl şaşırmasınlar..Kaptan pilotun elinde bir beyaz baston. Kolunda üç noktalı bant..Yardımcı pilotun elinde bir köpek tasması.. Tasmanin ucunda bir köpek.. Sağa sola çarparak öylece ilerliyorlar uçağa.. Günlerden 1Nisan değil ama, "Şaka herhalde" demiş yolcular, doluşmuşlar uçağa..Uçak pistte hızla ilerlemeye başlamış. Yolcuların gözleri camda. Uçak hızlanmış..Yolcular endişelenmeye başlamışlar.. Ucak daha hızlanmış.Pistin sonu hızla yaklaşmaya başlamış.. Uçak iyice hızlanmış.. Bazı yolcular paniklemiş, dua etmeye başlamışlar.Uçak son hıza ulaşmış. Bu arada pistin sonuna da ulaşmış. 100 metre sonra betonun bitip çimlerin başladığını gören yolcular dehşet içinde çığlığı basmışlar.. Tam o anda da kaptan pilot levyeyi sonuna kadar çekmiş... Uçak tam pist biterken tekerleklerini yerden kesmiş, havalanmış. Kaptan pilot arkasına yaslanmış derin bir nefes almış ve yardımcı pilota dönmüş:
- Biliyor musun? Bir gün çığlık atmakta gecikecekler ve hep birlikte geberip gideceğiz!..."
Dünyada nice kör yöneticiler var(!)
Çığlık atmaktan vazgeçmeyin...
-
On beş yıllık kasaptı. Çevresindeki hiçbir kasabın, onun kadar iyi et satmadığı söylenirdi. Çok meraklı bir adamdı doğrusu. Satacağı hayvanları kendi eliyle seçer ve yine kendi keserdi.
Müşterileriyle sohbet ederken:
- şimdiye kadar yüzlerce hayvan kestim!. derdi. Benim için hayvan kesmek, karpuz kesmek gibidir.
Kasap, yılların vermiş olduğu alışkanlıkla koyunları beş dakika içinde, sığırları ise yirmi dakikada kesip parçalar ve canlı bir hayvana bakarak, ondan kaç kilo et çıkacağını şıp diye söylerdi.
Fakat, ah şu kuzular yok muydu? Hele son zamanlarda, onları kesmeye bir türlü eli varmıyordu. Kuzu eti isteyen müşterilerine:
- Bırakın şu hayvancıkları büyüsünler!. diyordu. Başka bir et yeseniz, ne olur sanki?
Eski müşterileri, kasabın bu sözünden bir şey anlamıyordu. Öyle ya, şimdiye kadar dükkandan kuzu eti eksik olmamıştır. Oysa ki adam, bu sözleri boşuna söylemiyordu. Çünkü kuzu denince, gözlerinin önüne altı aylık yavrusu geliyordu. Kıvırcık saçlı, kara gözlü bir kızdı bu ve kasap onu, belki de ağzı alıştığı için "kuzum" diye seviyordu.
Aradan aylar geçti. Kasap, bu süre içinde müşterilerinin giderek azaldığını fark ediyor ve bunu, kuzu eti satmamasına bağlıyordu. Sonunda pes ederek:
- Aman yahu!. dedi. Benden başka yufka yürekli kalmadı mı? Keserim olur biter.
Ertesi gün, diğer hayvanlarla birlikte bir tane de kuzu aldı. Önce danayı, sonra koyunu kesti. Bunları parçalarken son derece ağır davranıyor ve kuzunun kısa ömrünü, sözde birkaç dakika daha uzatmış oluyordu.
Sıra ona geldiğinde, önemsiz bir iş yapıyormuş gibi, aklına ilk gelen şarkıyı söylemeye başladı. Kuzu, olup bitenleri bir oyun zannediyor ve bağlı olmasına rağmen yerinde zıplıyordu. Kasap kuzuyu yatırıp bıçağa uzanırken, parmağında bir sıcaklık hissetti.
Ve eline baktığında, öylece donakaldı.
Kuzu onun parmağını, annesinin memesi zannederek emiyordu...
-
Bir kuş soğuk bir kış gününde yiyecek bulmak için kanat
çırpıp duruyormuş.
Hava o kadar ayazmış ki minik kuş dayanamayıp karın
üstüne düşmüş. Minik kuş çaresiz soğuk karın üstüne ölümü beklerken
oradan geçen bir inek kuşun üstüne s..mış.
Kuş öyle bir sinirlenmiş ki kanatları donmamış olsa
kalkıp ineği dövecek. Bide bakmış ki b.kun sıcaklığı ile kanatları
çözülmüş, yaşama geri dönmüş.
Öyle bir sevinçle ötüyormuş ki oradan geçen bir kedi
bunun sesini duymuş ve b.ku eşeleyip kuşu b.ktan çıkarmış, kuş
buna da çok sevinmiş KEDİ ye teşekkür edecekmiş ki KEDİ onu yemiş!
Bu hikayeden çıkaracağımız 3 anafikir var;
1)Her üstüne s.çanı düşmanın sanma!
2)Seni her b.ktan çıkaranı dostun sanma !
ve en önemlisi:
3)B.KUN IÇINDE MUTLUYSAN, SESİNİ ÇIKARMA
-
Bir Kızılderili ile bir arkadaşı New York'un en işlek caddesinde
yürürlerken Kızılderilinin kulağına bir cırcır böceği sesi geldiğini
söyler ve aramaya koyulur. Arkadaşı "Böylesi bir gürültüde bu sesi duymuş
olamazsın, yanılıyorsun" der. Bir süre sonra Kızılderili cırcır böceğini
zorda olsa bulmuş ve arkadaşı şaşkınlıktan dona kalmış ve "Senin insan
üstü güçlerin var herhalde!.. Bu sesi nasıl duydun" der. Kızılderili "Bunu
duymak için insan üstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını, sadece insan
olmanın yeterlidir" der ve cebinden yarım dolar çıkarır ve insaların bol
olduğu bir yerde, kaldırımda yere fırlatmış. Yolda yürüyenler sesin geldi
yere bakıp, ceplerini kontrol ederek, kendilerinden düşüp düşmediğini
anlamaya çalışırlar. Kızılderili
arkadaşına dönüp ; " Önemli olan, nelere değer verdiğin, ve neleri
önemsediğindir. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin" der.
-
Babasının işi nedeniyle
çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı.
Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak
istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi öğretmeni.
Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine
sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir
kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı.
Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi.
Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi.
Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000
metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.
Ertesi gün öğretmenine sunduğu 7 sayfalık ödev,
tam kalbinin sesiydi.. İki gün sonra ödevi geri aldı.
Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir
"0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı.
"Neden "0" aldım?" diye merakla sordu öğretmenine, çocuk..
"Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal"
dedi, öğretmeni. "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun.
Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir.
Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da
alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız" ve ekledi:
"Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden
yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm."
Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.
"Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin.
Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!."
Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir
değişiklik yapmadan geri götürdü öğretmenine.
"Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi..
"Ben de hayallerimi..".....
-
Dilek hanım Dilek hanım....
Lütfen hikayeleri tam yazalım.... Olanlarıda yazmayalım....
-
Anlamadım... Neyse ben yazmaya (alıntılamaya) devam edeyim de eksikleri siz tamamlayın Sayın commodore1tr. ;)
Güneşli bir gündü. Kadın parkta yanında oturan adama "Bakın, salıncakta sallanan şu kırmızı kazaklı çocuk benim oğlum" dedi.
Adam gülümseyerek "Güzel bir oğlunuz var" dedi. "Diğer salıncaktaki mavi kazaklı çocukda benim oğlum"
Sonra saatine baktı ve "Heyyy, Todd, sanırım artık gitme zamanı" diye seslendi oğluna.
Çocuk salıncakta yükselirken "Beş dakika daha baba, lütfen yalnızca beş dakika daha" diye karşılık verdi babasına.
Adam başını "peki" anlamında sallayınca çocuk neşeyle sallanmaya devam etti.
Dakikalar sonra adam ayağa kalkarak tekrar seslendi oğluna "Todd, artık gidelim mi, ne dersin?"
Çocuk yine gitmeye isteksiz "Ne olur baba, beş dakika daha, lütfen, beş dakika daha" diye bağırdı babasına.
Adam" Tamam" deyince çocuk kahkahalar atarak sallanmaya devam etti.
Sonunda kadın dayanamadı ve sesinde gizli bir hayranlıkla "Ne kadar sabırlı bir babasınız" dedi .
Adam gülümsedi kadına. "Sabır değil yaptığım bayan" dedi. "Büyük oğlum Tommy'yi geçen yıl burada sarhoş bir sürücünün çarpması sonucu kaybettim. Buraya yakın yolda bisiklet sürüyordu. Tommy'e hiç yeterince zaman ayırmamıstım. Oysa şimdi onunla beş dakika daha fazla birlikte olabilmek için herşeyi yapardım. Todd'la ayni hatayı yapmayacağıma söz verdim kendi kendime..
O her "Beş dakika daha baba" dediği zaman , oyun oynamak için beş dakika daha kazandığını düşünüyor, oysa işin gerçeği ne biliyor musunuz? Ben onu oyun oynarken beş dakika daha fazla izleyebiliyorum, asıl kazanan benim"
-
HINDI: Şu ağacın en üst dalına çıkmak istiyorum ama
hiç gücüm yok...
İNEK: Neden benim dışkımdan biraz yemiyorsun?
Onlar besin deposudur.
Hindi bir parça dışkı yedi ve gerçekten bunun İlk
dallara ulaşacak kadar enerji verdiğini farketti.
Ertesi gün biraz daha yedi ve ikinci dala ulaştı.
Birkaç gün sonra ağacın en üstüne çıkmayı başardı.
Aniden bir çiftçi ağacın tepesindeki hindiyi farketti
ve onu vurdu.
B.k yemek sizi zirveye çıkartabilir. Ama orda kalmanızı
sağlayamaz...
-
Bir gün çok zengin bir adam oğlunu yanına alarak, insanların ne kadar fakir olabileceğini göstermek için bir köye götürdü. Çok fakir bir ailenin evinde bir gün-bir gece geçirdiler. Şehre dönerken baba oğluna sordu:
Yolculuğumuzu nasıl buldun?
Çok güzeldi babacığım diye cevap verdi oğul.
İnsanların ne kadar fakir olabileceğini gördün değil mi?
Evet.
Peki ne öğrendin ?
Şunu gördüm dedi oğul:
Bizim evde bir köpeğimiz, onların dört köpeği var. Bizim evde bahçenin yarısına gelen bir havuzumuz var, onların kilometrelerce uzunluğunda dereleri var. Bizim bahçede ithal lambalarımız, onların yıldızları var. Bizim terasımız ön bahçeye kadar, onların ki ise ufka kadar uzanıyor.
Ufaklık konuşurken, babası şaşkınlıktan tek kelime bile edemedi. Ve çocuk ekledi:
Ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için, teşekkür ederim babacığım !
-
sayın kuzulu.emeginiz icin tesekür ederim.23-11-2006günü yazılarınızı kefle okudum.:)
-
İyi Ki Yaptım
Küçük bir kasabanın 4 ayrı mahallesi varmış.
Birinci mahallede''EVET AMA'' lar yasıyormuş. Evet ama'lar her zaman ne yapılması gerektiğini bildiklerini düşünürlermiş. Yapma zamanı geldiğinde ise''evet ama'' diye yanıtlarlarmış.Yanıtları hep yanlış olurmuş. Suçu'da başkalarına atmakta ustaymışlar.
İkinci mahallede''YAPACAĞIM'' lar yasarmış. Ne yapacaklarını bilirlermiş. Kendilerini yapacakları şeye adim hazırlarlarmış ama yapacakları sırada şanslarını kaçırdıklarının farkına varırlarmış. Bu mahallede insanların dizleri dövülmekten yara bere içindeymiş. Yasamı ertelememek için verdikleri kararı bile ertelerlermiş.
Üçüncü mahallede yasayan ''KEŞKE'' çilerin hayati algılama güçleri mükemmelmiş. Neyin yapılması gerektiğini daima en iyi şekilde bilirlermiş ama... maalesef her şey olup bittikten sonra.''Keşke'' cilerin de basları hep kanarmış, duvara vurmaktan !..
Kasabanın en yeşil bölgesinde, en güzel evlerin olduğu mahallede ise''IYI Kİ YAPTIM''lar otururmuş. ''Keşke''ciler bu mahallede yürüyüşe çıkar, etrafa hayranlıkla bakarlarmış. ''Yapacağım''lar ''Keşke''ciler ile birlikte bu mahallede yürüyüşe çıkmak ister ama bir türlü fırsat bulamazlarmış.''Evet ama''lar ise mahallenin güzelliğini görmek yerine, ağaçların gölgelerinin yeterince geniş olmadığından,günesin erken saatte dogması gerektiğinden şikayet ederlermiş.
''İyi ki yaptım'' mahallesinde ki insanların kusuru da beyinlerinde mazeret üretme merkezlerinin olmamasıymış.Bu yüzden yasadıkları ortam her zaman güzel, düzenli ve huzurluymuş.
Bu hafta hep beraber ''İyi ki yaptım'' mahallesine taşınmaya ne dersiniz ?
Can DÜNDAR
-
Çabuk Karar Vermeyin
Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış...Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. "Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki,at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi.Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler...İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş."Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu.Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez." Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş...Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler."Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.." "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?" Köylüler bu defa açıkçn ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler...Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeyeçalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara."Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş."O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı.Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez." Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..." "Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şnssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."
Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış:
"Acele karar vermeyin.Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir.Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur.Buna rağmen akıl,insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar.Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar.Bir kapı kapanırken, başkası açılır.Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."
-
Gürültü, patırtının ortasında sükunetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma. Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış.Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun.
Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma, içten ol; telaşsız, kısa ve açık seçik konuş. Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü dünyada herkesin anlatacak bir öyküsü vardır.
Yalnız planların değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış. İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen; hayattaki dayanağın odur. Seveceğin bir iş seçersen, yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın. İşini öyle sev ki, başarıların, bedenini ve yüreğini güçlendirirken verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.
Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmediğin zaman sever gibi yapma. Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme. İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz. Ve unutma ki, insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki tek bir kum taneciğinden daha fazla değildir.
Aşka burun kıvırma sakın; o çöl ortasındaki yemyeşil bir bahçedir. O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.
Kaybetmeyi ahlâksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakabileceğin en iyi miras dürüstlüktür.
Yılların geçmesine öfkelenme; geçliğine yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme.Rüzgarın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgara göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir. Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkânsızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol.
Hatırlar mısın doğduğun zamanları: Sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu. Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla gülümse. Sabırlı, sevecen, erdemli ol. Eninde sonunda bütün servetin sensin. Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanoğlunun biricik güzel mekânıdır.
(Eski bir tapınak yazısı imiş, alıntıdır.)
-
Aşçılığıyla ün yapmış yaşlı bir kadın, akşam yemeğine gelecek olan oğlu ve yeni gelini için yine mutfağına kapanmış, yemek yapıyordu.
Aynı akşam yemeğe eski bir aile dostu da davetliydi. Beklenen misafirler gelip sofraya oturduklarında çok şaşırtıcı bir durumla karşılaştılar. Yaşlı kadının o gece yaptığı yemekler değme oburların bile iştahını kapatacak kadar berbattı. Tatlılar un kokuyordu, patatesler yanmıştı, köfteler ise neredeyse hiç pişmemişti. Oğlu, yeni gelini ve aile dostu, kadıncağıza durumu fark ettirmemek için ellerinden geleni yaptılarsa da, yemek sırasında pek iştahlı göründükleri söylenemezdi.
Nihayet yemek bitti ve yeni evli çift annelerinin ellerini öperek evlerine gittiler. Aile dostları ise biraz daha kaldıktan sonra gitmeyi düşünüyordu. Oğlu ve gelini gittikten sonra, yaşlı kadına:
"Senin harika bir aşçı olduğunu adım gibi biliyorum. Bana söyler misin, bu geceki yemekler neden o kadar kötüydü? Bence ya hastasın ya da bir sorunun var." dedi. Yaşlı kadın gülümseyerek cevap verdi:
"Hayır, hiçbir şeyim yok. Kasten yaptım. Bu yemekten sonra oğlum asla ikide bir annesinin yemeklerini hatırlatıp karısının kalbini kıramayacak."
-
Kıssadan Hisse;
sebepsiz sonuç olmaz
-
Çin'de bir adam, her gün boynuna dayadığı kalın sopanın iki
ucuna astığı testilerle dereden su taşırmış evine.. Bu testilerden
birinin yan kısmında çatlak varmış... Diğeri ise hiç kusursuz ve
çatlaksızmış; ve her seferinde bu kusursuz testi adamın doldurduğu
suyun tümünü taşır, ulaştırırmış eve..Ama her zaman boynunda taşıdığı
testilerden çatlak olanı eve yarım; diğeri dolu olarak varırmış iki
sene her gün bu şekilde geçmiş. Adam her iki testiyi suyla doldururmuş ama evine vardığında sadece 1,5 testi su kalırmış...Tabi ki kusursuz, çatlaksız testi vazifesini mükemmel yaptığı için çok gururlanıyormuş. Fakat zavallı çatlak olan kusurlu testi, çok utanıyormuş. Doldurulan suyun sadece yarısını eve ulaştırabildiği için de çok üzülüyormuş. İki yılın sonunda bir gün, görevini yapamadığını düşünen çatlak
testi,ırmak kenarında adama şöyle demiş:
"Kendimden utanıyorum. Şu yanımdaki çatlak nedeniyle, sular eve gidene kadar akıp gidiyor.." Adam gülümseyerek dönmüş testiye; "Göremedin mi? Yolun senin tarafında olan kısmı çiçeklerle dolu.
Fakat kusursuz testinin tarafında hiç yok.Çünkü ben başından beri
senin kusurunu, çatlaklığını biliyordum..Senin tarafına
çiçek tohumları ektim.. Ve hergün o yolda ben su taşırken,sen
onları suladın.. 2 senedir o güzel çiçekleri toplayıp,masamı süslüyorum. Sen kusursuz olsaydın, o çatlağın olmasaydı evime böyle güzellik ve zarafet veremeyecektim" diye cevap vermiş.
Aslında hepimiz birer çatlak testiyiz Her birimizin kendine has
kusurları vardır. Fakat sahip olduğumuz bu kusurlar ve çatlaklardır hayatlarımızı ilginç yapan,mükafatlandıran, renklendiren..
Etrafımızdaki her kişiyi,oldukları gibi kabullenin.. Onlardadaki
kusurları değil, içlerindeki güzellikleri görün...
(Alıntı)
-
Zaman zaman ,unuttuğumuz değerleri hatırlamak için böyle hikayeler hep gözümüzün önünde olsa...ne güzel...
-
Bir gün bir profesör,
Masasının üzerinde birkaç kutu olduğu halde
felsefe dersindedir.
Ders başladığında, hiçbir şey söylemeden,
Önüne büyükçe bir mayonez kavanozunu alır ve
İçerisini tenis topları ile doldurur.
Ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar,
Öğrenciler ittifakla kavanozun dolduğunu ifade ederler,
Bu sefer profesör önündeki kutulardan
Bir tanesinden aldığı çakıl taslarını,
Çalkalayarak kavanoza döker,
Böylece çakıl tasları kayarak,
Tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurur.
Ve öğrencilere tekrar
Kavanozun dolup dolmadığını sorar,
Onlar da "evet" oldu derler
Tekrar profesör masanın üzerindeki
Diğer kutuyu eline alır ve
içindeki kumu yavaşça kavanoza döker.
Tabii ki kumlar da çakıl taslarının aralarındaki
Boşlukları doldurur.
Ve tekrar öğrencilere
Kavanozun dolup dolmadığını sorar,
Öğrenciler de koro halinde "evet" derler.
Bu sefer profesör
Masanın *altında* hazır bekleyen
2 fincan kahveyi alır ve
kavanoza boşaltır,
Kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur.
Öğrenciler gülerler!
Profesör öğrencilerin gülüşünü
Destekleyerek "evet" diyerek;
ben "Bu kavanozun sizin hayatinizi simgelediğini
İfade etmeye çalıştım" der.
Söyle ki;
Bu tenis topları hayatınızdaki önemli şeylerdir;
Dininiz, ibadetleriniz, aileniz, çocuklarınız, sıhhatiniz,
Arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeylerdir
Şayet diğer şeyleri kaybetseniz de, bu *önemli şeyler
kalır ve hayatinizi doldurur.
O çakıl tasları ise daha az önemli olan diğer şeylerdir;
İsiniz, eviniz, arabanız vs. Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir.
"Şayet kavanoza önce kum doldurursanız..."
Diye, anlatmaya devam eder,
"çakıl taslarına ve özellikle de tenis toplarına
(yeterli) yer kalmaz.
Ayni şey hayatimiz için de geçerlidir.
Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar,
İsraf ederseniz,
Önemli şeyler için vakit kalmayacaktır.
Dikkatinizi mutluluğunuz için önem arbeden
Şeylere çevirin.
Çocuklarınızla oynayın.
Sıhhatinize dikkat edin.
Esinizle yemeğe çıkın.
Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın.
Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin.
Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin.
Gerisi zaten hep kumdur.
Bu ara bir öğrenci parmağını kaldırır ve sorar;
#8220;Pekiydi, o iki fincan kahve nedir?"
Profesör gülerek:
"Bu soruyu sorduğuna sevindim.
Hayatiniz ne kadar dolu olursa olsun,
Her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle
bir fincan kahve içecek kadar vakit ayırın!
(Alıntı)
-
Hikayemiz, Herkes, Birisi, Herhangi Biri ve Hiç Kimse adlı dört kişi hakkında...
Yapılması gereken önemli bir iş vardı ...
Herkes, Birisi'nin bu işi yapacağından emindi.
Gerçi işi, Herhangi Biri de yapabilirdi.
Ama Hiç Kimse yapmadı...
Birisi buna çok kızdı. Çünkü iş Herkes'in işiydi.
Herkes, Herhangi Biri'nin bu işi yapabileceğini düşünüyordu.
Ama Hiç Kimse, Herkes'in yapamayacağının farkında değildi.
Sonunda;
Herhangi Biri'nin yapabileceği bir işi, Hiç Kimse yapmadığı için, Herkes, Birisi'ni suçladı ...''
-
Eski Sisam krallarından Ancee adında bir zalim, yeni yaptırdığı bir bağa üzüm kütükleri diktiriyormuş. İşlerin bir an önce bitmesini sağlamak için kölelerini hiç dinlenmeden çalıştırıyormuş. O zavallı kölelerden biri, bir gün pek bitkin düştüğü için dayanamaz ve zalim krala ;
- Niçin bu kadar acele ediyorsunuz efendim? Siz bu bağın üzümlerinden yapılacak şarabı hiç bir zaman içemeyeceksiniz ki! deyivermiş.
Kral biraz kızmışsa da sesini çıkarmamış.
Nihayet gün gelip üzümler yetiştikten sonra, kral köleler de dahil herkesin toplanmasını emretmiş. Bir müddet sonra da o bağın üzümlerinden yapılmış şaraptan bir bardak getirilmesini emretmiş. Daha önce kehanet gösterisinde bulunan köleyi de huzuruna çağırtmış. şarap bardağını eline alarak:
- Söyle bakayım, benim bu şaraptan hiç bir zaman içemeyeceğimi tekrar iddia edebilir misin ? diye sormuş.
Köle şöyle cevap vermiş:
- Belli olmaz efendim. İçebileceğinizi söyleyemem. çünkü dudak ile bardak arasındaki mesafe çok uzundur. O arada başınıza neler gelebileceğini de bilemem!
Köle sözlerini bitirir bitirmez, içeri kralın adamlarından biri girmiş. Bir yaban domuzunun bahçeye girdiğini ve asmaları kırıp döktüğünü söylemiş. Kral elindeki bardaktan bir damla dahi içmeden hemen dışarı fırlamış. Bahçede domuzun bulunduğu yere koşmuş. Kral ve domuz arasında öldüresiye bir mücadele başlamış. Sonunda yaban domuzu mızrak gibi dişleriyle, Sisam kralının karını yarıp ölümüne sebep olmuş.
Kral bostanda, bardak masada kalmış
-
Aç kalın, aptal kalın
Geçtiğimiz yıl pankreas kanserine yakalandığını öğrenerek, tedaviye başlayan Apple'ın CEO'su Steve Jobs, başarılı bir ameliyat geçirdi. Öğrencilere seslenirken, başlangıçta doktorların kendisine eve gidip, ailesiyle vakit geçirip, işlerini yola koymasını, yani bir anlamda 'ölmeye hazırlan' mesajını ilettiğini anlatan Jobs, gençlere zamanlarının kısıtlı olduğunu hatırlattı. Son derece dramatik olan konuşmada, Jobs'un unutulmaz bir ders niteliğindeki sözlerinin özeti şöyle:
1. Size yaşamımdan üç öykü anlatacağım. İlki noktaları birleştirmekle ilgili. Ben üniversiteden mezun olmadım, altı ay sonra okulu terk ettim. Annem üniversitedeyken, evlenmeden hamile kalmış ve beni evlatlık olarak bir avukat ve eşine vermiş. Bu aile bir kız çocuğuna sahip olmak istediği için, başka bir aile gündeme gelmiş. Biyolojik annem, yeni ailenin üniversite mezunu olmadıklarını keşfedince, onlara beni üniversiteye göndermeleri koşuluyla evlatlık vermiş.
2. Üniversiteye 17 yaşında başladım, ama işçi sınıfından gelen ailemin tüm birikimi okul taksitlerine gitsin istemedim. Bu yüzden okulu bıraktım. Hayatımı boş şişeleri satarak sürdürmeye çalıştım. Okulda verilen kaligrafi dersleri ilgimi çekti, bu derslerde yazı karakterleri hakkında her şeyi öğrenme imkânım oldu.
3. On yıl sonra, Macintosh bilgisayarları tasarlarken, bütün bu öğrendiklerim bana yol gösterdi. Macintosh, harika bir yazı karakteri olduğu için beğenildi.
4. Yaşamınızdaki noktaları birleştirirken, geçmişe bakarak bunu yapamazsınız. Geçmişteki noktaları birleştirerek çözüme ulaşılır. Noktaların gelecekte bir biçimde birleşeceğine güvenmek zorundasınız. Bir şeye güvenmek zorundasınız: Kadere, sezgilerinize, karmaya, vs. Benim yaşamımdaki en önemli öğe bu yaklaşımım oldu. Beni asla yanıltmadı.
5. İkinci öyküm aşk ve kaybetmek üzerine. Apple'ı 20 yaşındayken, garajda kurdum. On yılda 4 bin çalışanıyla 2 milyar dolarlık bir şirket yarattık. 30 yaşında, kendi kurduğum şirketten yönetim kurulunun kararıyla kovuldum. Yaşamımın merkezinde olan şeyi kaybedip, umutsuz biçimde ortada kaldım.
6. Hâlâ Apple'a aşıktım. Yeniden başlamaya karar verdim. Başarının ağırlığı yerini, yeniden başlamanın hafifliğine bıraktı. Yaşamımın en yaratıcı dönemlerinden birine başladım. Sonraki beş yılda, sıfırdan başlayan birisinin rahatlığıyla, NeXT ve Pixar'ı kurdum. O sırada şimdiki eşime aşık oldum. Pixar dünyadaki ilk bilgisayar yardımıyla tasarlanmış filmi, Toy Story'yi yarattı. Pixar bugün dünyanın en başarılı animasyon stüdyosu. Sonra Apple NeXT'i aldı, ben de tekrar işime kavuşmuş oldum. Bu arada şahane bir ailem oldu.
7. Apple'dan kovulmamış olsaydım, bunların hiçbirisi olmamış olacaktı. Acı bir ilaçtı, ama anlaşılan hastanın buna ihtiyacı vardı. Bazen yaşam kafanıza bir tuğla atıyor. İnancınızı yitirmeyin. Neyi sevdiğinizi anlayın. İş, yaşamınızın büyük bir bölümünü dolduruyor, eğer hâlâ bulamadıysanız, aramayı sürdürün. Aşkta olduğu gibi, bulduğunuzda onun olduğunu bilirsiniz.
8. Üçüncü öyküm, ölümle ilgili. 17 yaşında, şöyle bir şey okumuştum: "Hayatınızın her gününü, son gününüz gibi yaşarsanız, günün birinde mutlaka haklı çıkarsınız." Bu beni çok etkiledi, son 33 yılda, her gün aynaya baktım ve kendime sordum, "Bugün hayatının son günü olsa, şimdi yaptığın işi yapar mıydın?" Cevabımın hayır olduğu günlerin sayısı arttığında, değiştirmem gerektiğini anladım.
9. Yakında öleceğini bilmek yaşamdaki büyük kararları almamda yardımcı oldu. Çünkü tüm beklentiler, gurur, başarısızlık, utanç ve korku ölümün yüzü karşısında parçalanır. "Hayatınızın her gününü, son gününüz gibi yaşarsanız, günün birinde mutlaka haklı çıkarsınız." Öleceğinizi unutmamak kaybedecek bir şeyinizin olduğu tuzağından sizi çıkartır.
10. Zamanınız kısıtlı, başkasının hayatını yaşayarak onu boşa harcamayın. Başkalarının fikirlerinin sesinin iç sesinizi bastırmasına izin vermeyin. Kalbinizin ve sezginizi takip edecek cesaretiniz olsun. Geri kalan he şey ikincildir.
11. "Hayatınızın her gününü, son gününüz gibi yaşarsanız, günün birinde mutlaka haklı çıkarsınız." Öleceğinizi unutmamak kaybedecek bir şeyinizin olduğu tuzağından sizi çıkartır.
12. Zamanınız kısıtlı, başkasının hayatını yaşayarak onu boşa harcamayın. Başkalarının fikirlerinin sesinin iç sesinizi bastırmasına izin vermeyin. Kalbinizin ve sezginizi takip edecek cesaretiniz olsun. Geri kalan he şey ikincildir.
13. Gençken, benim neslimin İncil'i olan The Whole Earth Catalog (Bütün Dünya Kataloğu) isimli bir yayın vardı. 1970'lerde son sayılarını yayınladılar. Arka kapakta, sabahın ilk saatlerinde çekilmiş bir köy yolunun fotoğrafı vardı. Altında veda cümlesi olarak şu yer alıyordu: 'Stay hungry, stay foolish- Aç kalın, aptal kalın' Her zaman böyle olmayı diledim. Şimdi size de aynı şeyleri diliyorum.
-
Yüzük ve Mutluluk
Bir zamanlar ülkenin birinde padişah kendisine bir mutluluk hatırlatan şey yapılmasını ister. Bu öyle bir şey olmalıdır ki, her zaman yanında taşısın mutsuz olduğunda mutluluğu hatırlatacak, mutlu olduğunda ise bunun da farkına varmasını, kendisini tembelliğe kapılmasını engelleyecek bir şey olmalıdır. Saraydakiler düşünürler ve padişahın yanında taşıması ve her an görebileceği şey olarak bir yüzük yapılmasına karar vermişler. Bu yüzüğü de bilge bir dervişe danışarak yaptırmaya karar vermişler.
Bilge derviş ile kuyumcu birlikte çalışarak padişaha bir yüzük yapmışlar. Padişah yüzüğü aldığında şaşırmış. Çünkü sade ve basit bir yüzük imiş yapılan. Bir an öfkeye kapılmış böyle bir şeyi nasıl bana sunarlar diye. Sonra yüzüğün üstünde bir yazı olduğunu fark etmiş. Dikkatlice bakıp okuduğunda şu cümlenin olduğunu görmüş: "Bu da geçer."
Bazen bizim için de durum anlamsız hale geldiğinde, öfkelendiğimizde, kendi mutluluğumuzun coşkusu altında günümüzü unuttuğumuzda, zamanın hızla geçtiğinin endişesine kapıldığımızda ya da çok üzüldüğümüzde anımsayacağımız bir cümle olmalı:
"Bu da geçer."
-ALINTI-
-
NASIL BAKARSAN ÖYLE GÖRÜRSÜN
Fransa da, ağır işçilerin işleri hakkında ne düşündüklerini incelemek üzere araştırmayı yürüten bir görevli, bir inşaat alanına gönderilir. Görevli, ilk işçiye yaklaşır ve sorar:
Ne yapıyorsun?
Nesin sen, kör mü? diye öfkeyle bağırır işçi.
Bu parçalanması imkansız kayaları ilkel aletlerle kırıyor ve patronun emrettiği gibi bir araya yığıyorum. Cehennem sıcağında kanter içinde kalıyorum. Bu çok ağır bir iş, ölümden beter.
Görevli hızla oradan uzaklaşır ve çekinerek ikinci işçiye yaklaşır. Aynı soruyu sorar:
Ne yapıyorsun? İşçi cevap verir:
Kayaları mimari plana uygun şekilde yerleştirilebilmeleri için, kullanılabilir şekle getirmeye çalışıyorum. Bu ağır ve bazen de monoton bir iş, ama karım ve çocuklarım için para gerekli sonuçta bir işim var. Daha kötü de olabilirdi.
Biraz cesaretlenen görevli üçüncü işçiye doğru ilerler.
Ya sen ne yapıyorsun? diye sorar.
Görmüyor musun? der işçi kollarını gökyüzüne kaldırarak. Bir katedral yapıyorum.
Bu hikayenin enteresan tarafı her üç işçinin de aynı işi yapıyor olmaları. Görmeyi seçtiğiniz yol sizin tutumunuza bağlıdır. Bugün hava biraz bulutlu mu yoksa biraz güneşli mi? Güllerin dikeni mi vardır, dikenli dalların gülleri mi? Bardağın yarısı boş mudur, yarısı dolu mu? Yoksa bardak olması gerekenin iki katı büyüklükte midir?
Seçim size ait...
-ALINTI-
-
Özlü bir hikaye
ÇİT VE ÇİVİLER
Çabucak parlayıp arkadaşlarına kötü sözler söyleyerek onların kalbini kıran bir çocuk vardı. Kızdığında diline hiç mi hiç hakim olamıyordu.
Bir gün babası ona bir torba çivi verdi. Oğluna her parlayıp, ağzından çıkan sözleri kontrol edemediğinde, bahçenin çitine bir çivi çakmasını söyledi. İlk gün, çocuk çite 37 çivi çaktı. Ama çivilerin sayısı günler geçtikçe azaldı. Çünkü çocuk çivileri çite çakarken çenesini tutmaktan daha çok yoruluyordu..
Gün geldi, çocuğun ağzından kimseye karşı tek kelime kırıcı söz çıkmadı. Bunu fark eden çocuk sevinçle babasına koştu: "Bugün tek bir çivi bile çakmak zorunda kalmadım çünkü hiç kimseyi kırmadım."
Baba bu sonuca memnun oldu. Bu kez oğluna kimseye karşı kırıcı söz söylemediği her gün çitten bir çivi sökmesini söyledi. Günler geçti. Çocuk nihayet çitteki bütün çivileri sökmüştü.
Baba bu haberi duyunca oğlunun elinden tutarak çite doğru götürdü. Çitin yanına geldiklerinde "aferin oğlum" dedi. "Büyük iş başardın. Ama şimdi çite bak. Çitteki deliklere bak. Çit asla eski görünümünde olmayacak. İnsanlara kızgınlıkla kırıcı sözler söylediğinde aynen bu delikler gibi onlarda yaralar bırakırsın. İnsana bir bıçak saplayıp çektiğinde, ne kadar özür dilersen dile yara yine de orada olacaktır. Sözel yaralar, fiziksel yaralar kadar acı verir."
Bazen dürüstlük adı altında ne çok acıtırız sevdiklerimizi. Dürüstlük adı altında nobranlık yaparak, onlara öfke kustuğumuzun farkına bile varmayız. Bize kırıldıklarında ise, dürüstlüğümüzü kaldıramadıklarını söyleyerek kendimizi savunuruz. Nobranlık, kaba , kırıcı, sert ve gönül kırıcı davranış biçimidir.
Gerçek dürüstlükte, en ağır sözler bile sadece bizim iyiliğimizi gözeterek söylenmiş olduğu için, o an içinde kendimizle yüzleşmekten dolayı canımızı acıtsa da, özümüz söylenenin doğru olduğunu bilir. Bu yüzden o anki savunma mekanizmaları içinde kızsak da, incinmeyiz. Yani çivi çite çakılamaz.
Kızmak, gururumuza ya da onurumuza yapılan bir saldırıya verilen duygu tepkisidir.
İncinme de ise bir hayal kırıklığı vardır. yaralanma vardır. Çivi çitte delik açmıştır.
Kızmak anlıktır. Gelir geçer.
İncinme derindir. Yürek sızısıdır. Oturur.
Öfke kızgınlıktan farklıdır. Öfke, dışa vurulmamış, açıklanmamış ve bastırılmış kızgınlığın uç noktasıdır. Artık zapt edilemez. Bu da zamanla incinmeye çevrilebilir. Ama bu tür incinme, tümör gibi içeride sinsice büyüyen türdendir ve gerçekte kişinin kendisini de en az karşısındaki kadar incitmesidir. Tümüyle gurur kaynaklıdır, onur kaynaklı değil.
Onur incinmesi anında sağlıklı tepki verir ve öz-sorumluluğun ifadesidir. Onur, benliği korur.
Gurur incinmesi için için fokurdar, sağlıksız tepki verir ve yıkıcıdır. Gurur, egoyu korumaya çalışır.
Gurur incinmesi, zamanla ya birikerek kronik hastalıklar yaratır ki bu, içe yönelik şiddettir. Kanser gibi hastalıklar incinmişliğin had safhada birikiminin bedende tezahürüdür. Ya da dışarıya yönelik şiddetle kendisini ifade eder.
Başka insanları davranışlarıyla yargılarız, kendimizi ise niyetimizle savunuruz.
Gerçek niyetimizin ne olduğunu, sözümüzün doğruluğu, gerekliliği ve özünün iyi olması belirler.
Sadece doğru ve iyi niyetle bile söylenen sözler, bazen gerekli olmayabilir.
Sadece doğru ve gerekli sözlerin, özü iyi olmayabilir.
Sadece gerekli ve iyi niyetli sözler, doğru olmayabilir.
İnsanın diline hakim olabilmesi, dilini doğru kullanabilmesi ve duygularını bastırmadan ifade edebilmesi, olgunluğun ve gelişkinliğin göstergesidir.
Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir. Cennete giden yolun taşları da düşünce, söz, duygu ve davranış tutarlılığıyla döşeniyor.
Bir arkadaşım şöyle demişti: "Anneannem, öldüğünde cennete gidebilmek için her türlü ibadeti yapıyor. Ama hem kendi hem bizim hayatımızı birlikteyken öylesine çekilmez kılıyor ve anneme yaklaşımı öylesine saldırgan ki. Ama ben bundan bir ders çıkardım: 'Sevdiğin herkesle ilişkinde mümkün olduğunca cenneti yaratmaya bak.' Anneannem de bizim ailenin zebanisi."
Cennet ve cehennem bizim seçimimiz.
Bilinçsiz yaşamla cehennemi yaratıyoruz, bilinçli yaşamla cenneti.
İnsanlar bizim iyi niyetimizi anlamıyor mu? Sızlanıyor muyuz? Şikayet ediyor muyuz?
İşte cehennemin kapısı.
Onurlu ve çite çivilerin çakılmadığı bir yaşam mı sürüyoruz?
İşte cennet kapısı.
Cennet yolu, az seçilen yoldur.
Sevgiyle hoşça olun.
-
Sevgi yanımızda
ALTIN KUTU
Üç yaşındaki küçük kız, yılbaşı hediyelerini paketlemek için alınmış kağıtların en parlak sarı olanını bolca kullanıp bir paketi kat kat sarmaya çalıştığında babası küçük kıza bağırdı.
"Parayı sokakta bulmuyoruz, kağıdı ziyan ediyorsun!"
Küçük kız babasının tepkisinden ürkse de kutuyu paketlemeye devam etti.
Ertesi gün yılbaşı sabahıydı. Küçük kız sabah babasının yanına heyecanla gelip ona hediyesini uzattı.
"Bu senin için babacığım."
Baba, daha önce kızına gösterdiği tepkiden utanmıştı. Altın renkli kağıda sarılmış hediye kutusunu açtı. Ama kutunun içini boş görünce öfkesi kabardı. Kızına yine bağırdı.
"Birisine hediye verdiğinde içine bir şey konulması gerektiğini bilmiyor musun?"
Küçük kız gözleri yaşlarla dolu, kafasını kaldırarak babasına baktı.
"Oh, babacığım, kutu boş değil ki. İçini öpücüklerle doldurdum. Hepsi senin için babacığım."
Baba utancından koltuğa çöktü. Küçük kızını kucağına alarak, ondan af diledi. Küçük kız, sevgisinin doğal saflığıyla babasını çoktan affetmişti bile. Babanın kendini affetmesi ise hiç de kolay olamayacaktı.
Baba, ömür boyu, altın rengi kağıda sarılmış öpücük kutusunu yatağının başucunda tuttu. Morali bozuk olduğu anlarda, kutudan bir öpücük alıyor ve öpücükleri kutuya dolduran kızının sevgisi yüreğini ısıtıyordu.
Her birimizde sevdiklerimizden bize verilen içi sevgi ve öpücüklerle dolu altın kaplı bir hediye kutusu var. Bu kutunun içindeki hediyenin değerini bilmek, içimizin şükran duygusuyla dolmasını sağlıyor. Gerçek hediyeler, hep elle tutulamayıp gözle görülemeyenler değil mi? Yüreğimizi en çok ısıtan, bize sevildiğimizi hissettiren hediyeler yine onlar değil mi?
Sevgiyle hoşça olun.
-
Re: Sevgi yanımızda
YÜREGINDE BÜYÜMEK...
Okulda birinci sinif ögrencileri, bir aile fotografi üzerinde tartisiyorlardi.
Fotograftaki küçük çocugun saç rengi ailenin öteki bireylerinin saç renginden degisikti. Ögrencilerden biri o küçük erkek çocugunun belki de evlat edinilmis olabilecegini söyledi.
Onun bu sözünü duyan Jocelynn Jay adinda küçük bir kiz ögrenci, birden sesini yükseltti:
"Ben evlat edinme konusunda her seyi bilirim, çünkü ben de evlatligim!..."
Siniftaki bir baska ögrenci sordu: "Madem biliyorsun bize de anlatsana
Evlat edinilmek ne demektir?"
Jocelyn, kendinden emin bir biçimde bilgisini özetledi:
"Annenin karninda degil, yüreginde büyümüssün demektir."
-
Re: Küpe...
Daha evliliklerinin ilk yılıydı.Evde kavga hiç eksik olmuyordu.Birbirini severek evlenen çift
yolun başında bu işin fazla gitmeyeceğini düşünmeye başlamışlardı.
Fazla yıpratmadan buna bir çare bulmaları gerekiyordu.
Bir akşam oturup ilişkilerini yeniden gözden geçirirlerken adam eşine "aklıma bir fikir geldi "dedi.
"bahçeye bir fidan dikelim ve bu fidan üç ay içinde kurursa bışanalım.yok eğer kurumazsa bu konuyu
sonsuza dek kapatalım."Bu ilginç fikir karısınında hoşuna gitti.Ertesi gün bahçeye bir meyve fidanı
diktiler.Aradan bir ay geçti.Bir gece bahçede karşılaştılar.her ikisinin de elinde içi su dolu birer kova vardı.
-
Re: Küpe...
ÖĞRENDİM Kİ...
Farkında mıyız acaba ?
Yıllar sonra öğrendim ki...
Öğrendim ki,
Kimseyi sizi sevmeye zorlayamazsınız
Kendinizi sevilecek insan yapabilirsiniz, gerisini karşı tarafa bırakırsınız.
Öğrendim ki,
Güveni geliştirmek yıllar alıyor
Yıkmak 1 dakika.
Öğrendim ki,
Hayatında nelere sahip olduğun değil, kiminle olduğun önemli.
Öğrendim ki,
Sevimlilik yaparak 15 dakika kazanmak mümkün,
Ama sonrası için bir şeyler bilmek gerek.
Öğrendim ki,
Kendini en iyiyle kıyaslamak değil,
Kendi en iyinle kıyaslamak sonuç getirir.
Öğrendim ki,
İnsanların başına ne geldiği değil,
O durumda ne yaptıkları önemli.
Öğrendim ki,
Ne kadar küçük dilimlersen dilimle,
Her işin iki yüzü var.
Öğrendim ki,
Olmak istediğim insan olabilmem çok zaman alıyor.
Öğrendim ki,
Karşılık vermek düşünmekten çok daha basit.
Öğrendim ki,
Sevdiklerinle iyi ayrılman gerek.
‘’Bittim’’ dediğin andan itibaren, daha pilinin bitmesine çok var.
Öğrendim ki,
Sen tepkilerini kontrol edemezsen,
Tepkilerin hayatını kontrol eder.
Öğrendim ki,
Kahraman dediğimiz insanlar bir şey yapılması gerektiğinde,
Yapılması gerekeni
Şartlar ne olursa olsun yapanlardır.
Öğrendim ki,
Affetmeyi öğrenmek deneyerek oluyor.
Öğrendim ki,
Bazı insanlar sizi çok seviyor,
Ama nasıl göstereceğini bilmiyor.
Öğrendim ki,
Ne kadar ilgi ve ihtimam gösterirseniz,
Bazıları hiç karşılık vermiyor.
Öğrendim ki,
Para ucuz bir başarı.
Öğrendim ki,
En iyi arkadaşla sıkıcı an olmaz.
Öğrendim ki,
Düştüğün anda seni tekmeleyeceğini düşündüklerinden bazıları,
Seni kaldırmak için elini uzatır.
Öğrendim ki,
İki insan aynı şeye bakıp, farklı şeyler görebilirler.
Öğrendim ki,
Aşık olmanın ve aşkı yaşamanın çok çeşidi vardır.
Öğrendim ki,
Her şartta kendisi ile dürüst kalanlar daha uzun yol yürüyor.
Öğrendim ki,
Hiç tanımadığın insanlar 2 saat içinde hayatını değiştirir.
Öğrendim ki,
Anlatmak ve yazmak ruhu rahatlatır.
Öğrendim ki,
Duvarda asılı diplomalar insanı insan yapmaya yetmez.
Öğrendim ki,
Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa kullanılsın,
Anlam yükü o kadar azalır.
Öğrendim ki,
Karşındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasındaki çizginin,
Nereden geçtiğini bulmak zor.
Öğrendim ki,
Gerçek arkadaşların arasına mesafe girmez,
Gerçek aşkların da!
Öğrendim ki,
Tecrübenin kaç yaş günü partisi yaşadığınızla ilgisi yok,
Ne tür deneyimler yaşadığınızla ilgisi var.
Öğrendim ki,
Aile hep insanın yanında olmuyor.
Akrabanız olmayan insanlardan da ilgi, sevgi ve güven görebiliyorsunuz.
Aile her zaman biyolojik değil.
Öğrendim ki,
Ne kadar yakın olurlarsa olsunlar,
En iyi arkadaşlar da üzebilir.
Onları affetmek gerekir.
Öğrendim ki,
Bazen başkalarını affetmek yetmiyor,
Bazen insanların kendisini affedebilmesi gerekir.
Öğrendim ki,
Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın,
Dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.
Öğrendim ki,
Şartlar ve olaylar,
Kim olduğumuzu etkilemiş olabilir,
Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz.
Öğrendim ki,
2 kişi münakaşa ediyorlarsa
Bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez.
Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.
Öğrendim ki,
Her problem kendi içinde bir fırsat saklar
Ve problem fırsatın yanında cüce kalır.
Öğrendim ki,
Sevgiyi çabuk kaybediyorsun,
Pişmanlığı uzun yıllar sürüyor…
Kaynak: geocities.com
( Sayın Tangör Evren bu yapıştırma iletiyi görmez inşallah :mahcup: ama harika sözler.. hepsi birer küpe, o nedenle paylaşmak istedim)
-
Re: Küpe...
Hintli bir adam suda bata çıka ilerlemeye çalışan boğulmak üzere olan bir akrep görür.
Onu kurtarmaya karar verir ve parmağını uzatır AMA akrep onu sokar. Hintli tekrar akrebi sudan kurtarmaya çalışır AMA sonuç değişmez akrep tekrar sokar...
Yakınlarında onları seyretmekte olan birisi ona , kendisini sürekli sokmaya çalışan akrebi kurtarmaktan vazgeçmesini söyler....
Hintli şu yanıtı verir...
Sokmak akrebin doğasında vardır. Benim doğamda ise sevmek var. NEDEN ?Sokmak akrebin doğasında var diye kendi doğamda olan sevmekten vazgeçeyim ????
SEVMEKTEN VAZGEÇMEYİN....
İYİLİĞİNİZDEN VAZ GEÇMEYİN.
ETRAFINIZDAKİ İNSANLAR SİZİ SOKSALAR DA !......
-
Re: Küpe...
Sayın Dilek hanım, çok güzel hikayeler yazmışsınız. Ders verici. Bazılarını ben de biliyordum. İşlerinizde başarılar dilerim. Saygılarımla.
-
Re: Küpe...
Sayın deniz02, yazdıklarınız çok güzel. Bizimle paylaştığınız için teşekkürler.
*Öğrendim ki,
Dal, rüzgarı affeder ama, kırılmıştır bir kere...
*Öğrendim ki,
Affetmek sanıldığı kadar kolay değilmiş.
*Öğrendim ki,
Taş uzaktan gelmezmiş.
-
Re: Küpe...
Yaşlı ve çirkin bir tüccar; karşılığını parayla
ödeyeceği zevk
gecesi için olağanüstü güzel ama taş kalpli bir
f.....e gitmiş...
Sabaha karşı, yaşlı adamın uykuya dalmasını fırsat
bilen genç
kadın, soyguncu dostlarını çağırmış. Ne var ki
tüccar, tilki
ykusundan fırladığı gibi olanca gücüyle karşı
koymaya, dövüşmeye
başlamış. Haydutlar hem kalabalık, hem de işinin
ehliymiş. Onu
kolayca köşeye sıkıştırmışlar. Ancak ne kadar
vururlarsa
vursunlar, bu zayıf ve çirkin bedende hiç yara
açılmadığını, can
alıcı darbelerin hiç iz bırakmadığını görmüşler..
Bıçaklarını, kılıçlarını çekmişler...
Ancak en keskin bıçak, en acımasız kılıç bile
tüccara hiç bir şey
yapamıyormuş....
Sonunda korkup kaçmışlar....
Dövüşü izleyen kadın, yaşlı adamın mucizevi
gücünden etkilenmiş,
bir kez daha, ama bu kez 'aşk' adına, tüccarla
sevişmek istemiş.
Onu hayranlıkla, arzuyla, şefkatle okşamaya
başlamış...
Gelgelelim, güzel kadının her dokunuşunda tüccarın
bedeninde yeni
bir yara beliriyormuş. Dövüşün, darbelerin,
bıçakların, kılıçların
açtığı yaralarmış bunlar...
Yaralar, içten bir ilgi ve şefkat görene dek gizli
kalmışlar.
Sonunda tüccar kanlar içinde kadının kollarına
yığılmış, ölmüş....
Tam da bu türden hayatlar yaşamıyor muyuz ? Aşktan bunca korkmamız
da bu yüzden değil mi ? Kimsenin kollarında yığılıp can vermek istemiyoruz. Çünkü zaten, her yanımız kılıç
yaralarıyla dolu. Ama bir şekilde kapanmış, kabuk bağlamış yaralar
onlar....
Nasıl yapmışsak yapmışız, üstesinden gelmişiz...Ama biri, o kabuk tutmuş yaraları okşamaya
başladığında, yaralar tekrar açılıveriyor ve hepsinden oluk oluk kan
akmaya başlıyor....Birine teslim olduğumuzda, kendimizi anlatmaya
başladığımızda,içimizi döktüğümüzde, bedenimiz ve ruhumuz kan
revan içinde kalıveriyor....O yüzden değil mi kendimizi tutmamız? Birine teslim
olmaktan korkmamız? Tedirgin bir şekilde ortalıkta dolanmamız? "Anlatsam
mı, anlatmasam mı?" kararsızlığımız."Bu sevgi beni acıtır mı?" kuşkularımız...."
-
Re: Küpe...
Bir kus soguk bir kis gününde yiyecek bulmak icin kanat
çirpip duruyomus.Hava okadar ayazmis ki minikkus
dayanamayp ;karin üstüne düsmüs.minik kus çaresiz soguk
karin üstünde ölümü beklerken ordan geçen bi ;inek kusun üstüne
s..çmiş.kus öyle bir sinirlenmis ki kanatlari donmamiş olsa kalkip
inegi dövecek.bide bakmis ki b..kun sicakliği ile kanatlari
çözülmüs,yasama geri dönmüs. öyle bi sevinçle ötüyomuski
ordan geçen bir kedi bunun sesini duymus ve b..ku eseleyip kusu
b..ktan çikarmis,kus bunada;çok sevinmis KEDİ ye
tesekkür;edecekmişki..KEDİ onu yemis!;Bu hikayeden çikaracamiz 3 ;anafikir var; 1)Her üstüne s..çani düsmanin sanma! ;2)Seni her b..ktan çikarani dostun
sanma;3)enönemlisi: B..KUN IÇINDE MUTLUYSAN,SESINI
ÇIKARMA :)
-
Re: Küpe...
KÜÇÜK KIZ Bülent, avucunu açmış kendisine doğru elini uzatan adama ters ters baktı. Elli yaşlarında gösteren adam, görmeye alıştığı hırpani kıyafetli dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski fakat temizdi. Eli yüzü temiz ve sağlıklı görünüyordu. "Sapa sağlam adam gidip çalışacağına dileniyor, belki benden daha zengindir" diye düşündü. Zaten canı çok sıkkındı, bir de sinirlenmişti. Alaycı bir ses tonuyla : - Ekmek parası mı istiyorsun ? diye sordu. - Hayır çikolata parası lazım! Bülent'in kızgınlığı şaşkınlığa döndü. Espri yeteneği olan dilencinin hali de başka oluyor diye düşündü. - Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz? - Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz, onu da bulamadıysak aç yatarız. Bülent adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı. - Bu gün karnınız doydu üstüne tatlı mı istedi canınız? - Fakirin canı mı olur ki, tatlı istesin beyim. - Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış stend upçı mısın? - Hiçbiri değil. Sadece fakirim. Bugün karımın doğum günü, ona çikolata götürmek istiyorum. - Doğum gününde yaş pasta alınır bildiğim kadarıyla. - O bizim için değil zenginler için. Otuz yıllık evliliğimiz boyunca ona bir kez bile yaş pasta alamadım. Ama her doğum gününde mutlaka çikolata götürdüm. Çikolatayı çok sever. Adamın söyledikleri Bülent'in dikkatini çekmişti. O akşam karısıyla kavga etmiş, kapıyı çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da binmemiş sahile kadar yürümüştü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamıştı . Oysa eskiden denizi seyrederken çok rahatlardı. Dalgalar sıkıntısını alıp götürürdü. Fakat karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa gerek, hiçbir şey onu rahatlatmıyordu. Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı. "Acaba söyledikleri gerçek mi, yoksa uyduruyor mu" diye düşündü. - Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi? Bülent'in sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı, bir nüfus cüzdanından başka bir şey çıkmadı. - Ben dilenci değilim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam yaparım. Fakat bu gün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya, hiçbir iş bulamadım. Bülent oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi. - Oturun biraz dertleşelim bari, dedi. Adam çekingen çekingen oturdu yanına. - Yok mu eşin dostun, borç alacak akraban? - Fakirin akrabaları da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi karınlarını doyururlar. - Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını ? - Hem de çok seviyorum. Otuz yılımı aydınlattı o benim. - Hımmmm. Aşk hem de otuz yıl süren aşk. Hayret doğrusu! Aşkın ömrü en fazla üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz yıldan bahsediyorsun. - Evet. Geçen yıllar sevgimi azaltmadığı gibi artırdı. - Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı? Söylediklerine bakılırsa sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin. - Ben ilkokulu bile bitirmedim. Öyle formül falan bilmem. - Formül dediysem kimya formülü sormuyorum canım. Bende altı yıllık evliyim. Sevdiğim kadınla evlendim, fakat mutlu değilim. Sürekli kavga ediyoruz. Daha iki saat önce kapıyı çarptım çıktım. Evimiz, arabamız, işimiz, gücümüz, her şeyimiz var, ama mutlu değiliz. Senin hiçbir şeyin yok, ama mutlusun. Para mı acaba bizi mutsuz eden? - Hiçbir şeyim yok mu? Hayır benim her şeyim var. Benim karım her şeyim. Sevgilim, eşim, arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı paylaştığım insandan daha değerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada? Sizin ev, araba, iş diye her şey dediğiniz şeylerdir aslında hiçbir şey olan. - Öyle deme, şu kadar varlığın içinde bile karım her şeyden şikayet ediyor. Bir de fakir olsam kim bilir ne olur? - Altın tasın, kan kusana faydası yoktur beyim. Sen kadın ruhunu hiç anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, hergün çeşit çeşit yiyecekler yediği için mutlu olmaz. Bir kadın, kocasının her şeyi olduğunu bildiğinde ancak mutlu olur. - Sizin mutluluğunuzun sırrı bu mu ? - Olabilir. Ben karıma değerli şeyler alamıyorum ama ona benim için ne kadar değerli olduğunu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor. - Bir kadına değerli olduğunu nasıl hissettirilir? - Küçük kızı severek. - Küçük kız mı ? Hangi küçük kız ? - Yaşı kaç olursa olsun her kadının içinde hiç büyümeyen bir küçük kız vardır. O kızı ne kadar çok sever, ne kadar çok mutu edersen, o kadını da o kadar mutlu edersin. - Nasıl yani ? - Küçük kız neleri sever, nelerden hoşlanır bir düşünün. Küçük kızlar hep beğenilmek, ilgi görmek isterler. Güzel olduklarını duymaya bayılırlar. Kendilerine prensesmiş gibi davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep prenses olmayı hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. İltifata doymaz küçük kızlar. Öyle değil mi? - Haklısın. Benim dört yaşımda bir kızım var. Adı Aylin. Her akşam boynuma sarılır "babacığım beni ne kadar seviyorsun?" diye sorar. Giysisini değiştirdiği zaman etrafımda "Baba güzel olmuş muyum?" diye sorar durur. Güzelsin demem de yetmez ona. " Harikasın prenses gibi olmuşsun" demeliyim. Dünyanın en güzel kızı demeliyim. - İşte kadınlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben elli yaşındaki karıma böyle davranıyorum. Ömrümüz olurda seksen, doksan yıl da yaşarsak ben ona böyle davranmaya devam edeceğim. Ona "bebeğim" diye hitap ediyorum çok hoşuna gidiyor. "Bebeğim bana bir çay yapar mısın?" dediğimde çay yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz. - Hiç kavga etmez misiniz siz? - Kavga evliliğin tadı tuzu. Arada biz de tartışırız. Küsüp barışmanın tadı ayrıdır. Benim karım bir keçi kadar inatçıdır. Onunla barışmak için uğraşmak ayrı bir keyif verir bana.> - Benim eşim çok ciddi kadındır. Hiç küçük kız havası yok onda - Küçük kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye utanırlar. En ciddi ya da en yaşlı kadının bile o küçük kız mutlaka vardır. Yeterki sen o tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kızı asla> aldatma. Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla bakar. Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hem de çabuk kırılırlar. Çok narindir onlar. Hoyrat elleri sevmezler. Yumuşak> dokunuşları severler. - Bu tavsiyeni deneyeceğim. Fakat her zaman yapabilir miyim bilmiyorum. Bazen işlerim çok yoğun oluyor o zaman eve çok yorgun gidiyorum. - Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu etmek dünyanın en kolay işi. Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur. Sen o küçük kızı mutlu ettiğinde karşılığını fazlasıyla alırsın. Artık o seni rahat ettirmek için elinden gelen gayreti gösterir. Karısı mutlu olmayan erkek mutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir. Düşünsene somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen biriyle yolculuğa çıksan ne kadar mutlu olabilirsin. - Haklısında ben de bütün gün ailem için çalışıp yoruluyorum. - Yine para, yine dış sebepler. Evet para önemli ve gerekli ama kadınlar para için erkekleri sevmezler. Para geçici mutluluklar verir. Kadınlar hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi. Ama hediyeyle mutlu olmasını bekleme. Hediyenin yanına sevgini katmazsan hediyenin bir anlamı yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük kazandım günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu. Hiçbir zaman karımın kulaklarına altın küpe takamadım ama her zaman aşk sözleri fısıldadım. Hiçbir zaman boynuna pırlanta gerdanlık alamadım ama hep öpücüklerle sevdim boynunu. Hiçbir zaman ona ipek elbiseler giydiremedim ama kendi bedenimle ipek elbise gibi yumuşacık sardım bedenini ve mutlu ettim onu. Adam ayağa kalktı. - Bana müsaade, artık gitmeliyim, karım merak eder. Sen de git evine küçük kızın gönlünü al, belki o küçük kız şimdi evde ağlayıp duruyordur. - Bülent de ayağa kalktı. Kuvvetlice elini sıktı. - Sizi tanıdığıma çok memnun oldum.> Elini bıraktı koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi. - Hadi gel eşin için şuradan çikolatalı pasta alalım, dedi.> Pastayı aldılar. Adam hayatında ilk defa karısına yaş pasta götürmenin mutluluğuyla, bin bir teşekkür ederek evginin yolunu tuttu. Bülent de pastanenin yanındaki manavdan karısının en sevdiği meyvelerden aldı. Evine geldiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak masasında oturmuş su içiyordu. Bülent hiç konuşmadan meyveleri büyükçe bir tabağa döküp yıkadı., sonra eşinin önüne koydu. Bunlar dünyanın en şanslı meyveleri, dedi. inci hiç konuşmadı. - Sorsana "niye" diye. İnci kızgın kızgın: - Niye? Diye sordu - Çünkü dünyanın en güzel ve en tatlı kadının midesine gidecek, dedi >gayet> ciddi bir ses tonuyla. İnci şaşırmıştı. Bir anda yüzünün ifadesi> yumuşamıştı.> - Bunlar senin sevdiğin meyveler, senin için aldım. - Hayret bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın. Benim hangi meyveleri sevdiğimi iyi hatırlamışsın. Aslında bu beklediğim istediğim bir şeydi. "bak senin sevdiğin meyveleri aldım" Ama şimdi kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak gönlümü alamazsın. - Özür dilerim seni kırdığım için. Sonra Bülent yere diz çöktü. - Cezam neyse razıyım. Ama bir tek şey istiyorum senden. Seni delice seven bu adamı senden mahrum etme. - Bülent yere çömelmiş, boynu bükük bir vaziyette çok komik görünüyordu. İnci kıkır kıkır gülmeye başladı. - Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara katlanabileceksin, dedi. Bülent işte o zaman ona muzip muzip bakan eşinin içinde sakladığı küçük kızı gördü . Bundan sonra her şey daha farklı olacak diye düşündü.
-
Re: Küpe...
Cimri bir adam , tüm mal varlığından emin olmak için herşeyini satar ve altına çevirir. Altınlarını yer altına gömüp ara sıra ziyaret ederek inceler.Bu hareketi işçilerinden birinin dikkatini çeker ve orada bir hazine olduğundan kuşkulanır. Gece o noktaya gider ve altını çalar. Cimri ertesi sabah altının yerinde yeller estiğini görür, ağlayarak saçını başını yolar. Onu böyle perişan gören komşusu nedenini öğrenince şöyle der:"Kendini üzme artık, bir tas alıp aynı çukura koy ve o taşın altınların olduğunu düşün. Çünkü kullanmayı hiç düşünmediğine göre tas da aynı işi görecektir."Elimizdekilerin değeri sahip olmakta değil, kullanmaktadır.
Hiçbir şey için "BENİMDİR" deme
Sadece deki; "YANIMDADIR"
Çünkü ne altın,
Ne toprak,
Ne sevgili,
Ne hayat,
Ne ölüm,
Ne huzur,
Ne de keder?.
Daima seninle kalmaz.
-
Dudakla Bardak Arasi
DUDAKLA BARDAK ARASI
Eski Sisam krallarından Ancee adında bir zalim, yeni yaptırdığı bir bağa üzüm kütükleri diktiriyormuş. İşlerin bir an önce bitmesini sağlamak için de kölelerini hiç dinlenmeden çalıştırıyormuş. O zavallı kölelerden biri, bir gün pek bitkin düştüğü için dayanamaz ve zalim krala:
- Niçin bu kadar acele ediyorsunuz efendim? Siz bu bağın üzümlerinden yapılacak şarabı hiçbir zaman içemeyeceksiniz ki! deyivermiş.
Kral biraz kızmışsa da sesini çıkarmamış.
Nihayet gün gelip üzümler yetiştikten sonra, kral köleler de dahil herkesin hemen toplanmasını emretmiş. Bir müddet sonra da o bağın üzümlerinden yapılmış şaraptan bir bardak getirilmesini emretmiş. Daha önce kehanet gösterisinde bulunan köleyi de huzuruna çağırtmış. Şarap bardağını eline alarak:
- Söyle bakayım, benim bu şaraptan hiçbir zaman içemeyeceğimi tekrar iddia edebilir misin? Diye sormuş.
Köle şöyle cevap vermiş:
- Belli olmaz efendim. İçebileceğinizi söyleyemem. Çünkü dudak ile bardak arasındaki mesafe çok uzundur. O arada başınıza neler gelebileceğini de bilemem!
Köle sözlerini bitirir bitirmez, içeri kralın adamlarından biri girmiş. Bir yaban domuzunun bahçeye girdiğini ve asmaları kırıp döktüğünü söylemiş. Kral elindeki bardaktan bir damla dahi içmeden hemen dışarı fırlamış. Bahçede domuzun bulunduğu yere koşmuş. Kral ve domuz arasında öldüresiye bir mücadele başlamış. Sonunda yaban domuzu mızrak gibi azı dişleriyle, Sisam kralının karnını yarıp ölümüne sebep olmuş.
Kral bostanda, bardak masada kalmış...
Şu söz bu olayı güzel bir şekilde ifade ediyor:
"Nasip ise gelir Hint'ten Yemen'den, Nasip değil ise ne gelir elden?"
Kalbinize yakın bulduklarınızı çantada keklik sanmayın. Sıkıca asılın onlara tıpkı hayata asıldığınız gibi... Çünkü onlarsız hayat da anlamsızdır.. Hayatı çok hızlı koşmayın, nereden geldiğinizi ve nereye gittiğinizi unutmayın. Hayatın bir yarış değil, her saniyesinin tadı çıkarılması gereken güzel bir yolculuk olduğunu aklınızdan çıkarmayın.
Dün tarih oldu... Yarın bir sır... Bugünün kıymetini bilin.
Sevgiyle Kalın .....
( alıntı)