TCK 301. maddesi hakkında görüşleriniz nedir?
diğer ülkelerde buna benzer maddeler varmıdır.
nasıl uygulanır.
Veya Milletler kendi devletleri hakkında aşağılayıcı şekilde konuşabilirmi?
Printable View
TCK 301. maddesi hakkında görüşleriniz nedir?
diğer ülkelerde buna benzer maddeler varmıdır.
nasıl uygulanır.
Veya Milletler kendi devletleri hakkında aşağılayıcı şekilde konuşabilirmi?
Madde 301 - (1) Türklüğü, Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisini alenen aşağılayan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini, Devletin yargı organlarını, askerî veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır.
(4) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.
Aşağılama ve hakaret bütün ülkelerin Ceza Yasaları'nda suçtur. Aşağılama ve hakaretin gerçek kişilere, Kurum ve Kuruluşlara, milli değerlere yöneltilmesi birşey değiştirmez.
TCK 301 madde temelde düşünceyi suç olarak görmemekte, eleştiri sınırları içerisinde kalan düşünce açıklamaları 301/4 suç kapsamında değerlendirilmemektedir.
Uygulamada düşüncenin ne şekilde açıklanmasının eleştiri, ne şekilde açıklanmasının aşağılama ve hakarete girdiği yoruma açık olduğundan dava açılması konusunda bazen kantarın topuzu kaçabilmektedir.
Hoşgörü ve mutabakat, Anayasa'nın değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek maddelerine içten bağlılık, ırkı, dini, dili ne olursa olsun, Milli Misak çerçevesinde birarada kardeşçe, huzur içerisinde yaşama arzusu, demokrasi bilinci ve sorumluluğu toplumumuzda geliştiği ve yerleştiği noktada bu uygulama sorunları da ortadan kalkacaktır. Sorun yukarıda bahsettiğim düşüncelere sahip olmayanların, amaçlarına ulaşabilmek için yasa sınırlarını zorlamaları, bir ucundan tırtıklamaya çalışmaları, diğer yanda da bir grubun dava açma işgüzarlığına düşerek, farkında olmadan karşı tarafın elini güçlendirmeleri sorunudur.
Sonuç olarak 301. madde aynen korunabilir, önemli olan kafaların değişmesidir.
Selamlar,
kesınlıkle katılıyorum sana arkadasım
Her isteyenin Türk'lüğü aşağılayabildiği, istediği yazıları yazabildiği ve jet hızıyla beraat ettiği, "Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Joost Lagendijk, Elif Şafak'ın beraat kararını olumlu olarak değerlendirirken, "önemli olan bu tür davaların açılmamasını sağlamak" dedi. Lagendijk, yıl sonuna kadar 301'inci madde ile ilgili bir gelişme olmasının olumlu sonuçları olabileceğini belirtti." gibi talimatların verilebildiği, Türklüğü aşağılıyanlara karşı tepki gösterenlerin "faşit" ilan edildiği "GENİŞ KARINLI" "GENİŞ MEŞREPLİ" dangalak Türklerin (tabii bunlara Türk denilebilirse) bolca yetişip semirdiği bu ortamda;
TCK 301/1. maddesinin KADÜK hale gelmiş olması nedeniyle uygulama ihtimalinin artık kalmadığını düşünüyorum.
Aman Fırat Üstad,
Aşağıdaki alıntılardan da göreceğin üzere yazar Türk? hanım, edebi? eserinde sadece kurgulamış, tamamen eleştiri sınırları içerisinde kalmış, aynı bölümlerde geçen Türk kelimelerini Ermeni, Rum, Amerikalı, İngiliz olarak değiştirsek, bu insanların gıkı bile çıkmazdı emin ol, gereksiz yere alınganlık gösterme lütfen!!?
Yazarın kendi ifadesi ile, bu edebi eseri yazmasının amacı "Türkler ve Ermeniler arasında insancıl ve barışçıl ortamın yaratılmasına katkı sağlamak"
Bu edebi?, kurgusal ve hayal mahsulü eserin Türk ve Ermeni halklarına sevgi ve saygı dolu bir beraberlik getirmesi dileğiyle;
63.sayfa ;
Bütün akrabalarını 1915'te kasap Türklerin ellerinde kaybetmiş soykırımzede bir sülalenin torunuyum... köklerime ihanet etmeyi öğrendim, soykırımı inkar etmek üzere yetiştirildim.......
65.sayfa ;
....... sen kalk gel Orta Asya'dan, dal dosdoğru Anadolu'nun bağrına, sonra bir bakmışsın her yerdeler! Orada yerleşik olan milyonlarca Ermeni'ye ne oldu peki ? Asimile edildiler!
Eridiler!Yetim bırakıldılar!Sürüldüler!Mal mülklerinden oldular!....
130.sayfa ;
.....Sıradan Türklerle ne konuşacaksın?... Eğitim görmüşleri bile ya milliyetçi ya cahil.Sıradan insanlar tarihi gerçekleri kabul eder mi sence? Sizi katliamdan geçirip sürdüğümüz, sonra da bütün bunları inkar ettiğimiz için özür dileriz mi diyecekler sanıyorsun?...
170.sayfa ;
..... Ayaş'ta sağ kalan olmamış .Çankırı'ya götürülenler de peyderpey öldürülmüşler......Sopalarla, balta saplarıyla dövülmüşler....
171.sayfa ;
..... bazıları açlıktan ölmüş.Bazıları da öldürülmüş....
172.sayfa ;
Türkler yapmış dedi Armanuş, söylediklerinin ucunun nereye vardığına dikkat etmeden....
.... Türklerdi 1915'te bunları Ermenilere yapanlar
185.sayfa ve 186.sayfa ;
..... 1909 Adana katliamlarından ya da 1915 tehcirinden ...Bunlar sana bir şey hatırlattı mı ? Ermeni soykırımı diye bir şey duymadın mı?Hiç?..."
HRMGR Notu: Yazar Hanım kitabında Adana 1909 katliamından bahsetmiş. Yanlış hatırlamıyorsam Yenice - Adana arasında, eski ismi Yeşiloba, yeni ismi sanırım Şehitlik olan (tam tersi de olabilir, Abbas Bey Adanalı olması nedeniyle daha iyi bilir) küçük bir tren istasyonu bulunan bir belde vardır. İstasyon Binası'nın, Adana'nın Fransız işgali esnasında, işbirlikçi Ermeni çetelerince (Bu çetecilerin, çocukları ve torunları dahil, iyiniyetli tüm Ermeni vatandaşlarımızı tenzih ederim) ne amaçla kullanıldığını, nasıl bir vahşete sahne olduğunu yolu düşenler gitsin öğrensin...
192.sayfa ;
.... toprağımızdan kovulduk,eşyalarımızdan olduk, hayvan muamelesi gördük,koyun gibi kesildik.Doğru düzgün haysiyetli bir ölüm bile esirgendi bizden.....
238.sayfa ;
..... Erkek bırakmıyorlar ortada.Silah arama bahanesiyle Ermenilerin evlerine girip, sonrada yağmalıyorlar....
HRMGR Notu : Hanım yazar açıkça "ben Türklerin Ermenileri katlettiğine inanıyorum. Ortada bir soykırım bence vardır" dese, doğru veya yanlıştır ama, bu ifade ve eleştiri özgürlüğüdür.Ancak iş yukarıdaki şekilde tezahür edince, hem karşıyı aptal yerine koymak oluyor, hem de insanı çok daha fazla incitiyor.
Selamlar,
BBC: MAHKEME AB'NİN BASKISI ALTINDAYDI
Yazar Elif Şafak'ın yargılandığı mahkeme tarafından "beraat" etmesi, yurt dışında yankılandı. BBC, mahkeme kararını duyururken "İstanbul'daki mahkeme, AB'nin baskısı altındaydı" yorumunu yaptı.
İngiliz yayın kurumu BBC, "Türkiye'de önde gelen yazar beraat ettiö başlıklı haberinde "Türklüğe hakare" ile suçlanan Elif Şafak'ın beraat ettiğini belirterek, "İstanbul'daki mahkeme, Şafak'ı suçsuz bulması için AB'nin baskısının altındaydı" dedi.
Elif Şafak'ın "Osmanlı imparatorluğunun son yıllarında Ermenilere yönelik kitle katliamlar konusunda karakterlerinin yaptıkları değerlendirmeler nedeniyle suçlamalarla karşı karşı kaldığınıö belirten BBC, Türkiye'nin ise, öldürmelerin "soykırım" oluşturduğunu reddettiğini kaydetti.
Milliyet bugün
BBC, tarafsız yayıncılığı ve tarafsız yorumculuğu ile dünyada ünlenmiş bir yayın kuruluşudur. BBC' nin bu yorumu ve haberi bu noktada çok önemlidir. Eğer bir Türk gazetesinde bir Türk Gazeteci bu satırları yazsaydı mutlaka ama mutlaka soruşturmaya uğrar, adliyenin manevi şahsiyetini tangır tungur etmek ( deyiş, merhum Uğur Mumcu' nun hediyesidir) nedeniyle 301/2. gereği suçlanır sürüm sürüm süründürülürdü. Bu satırları yazmak bir Türk'ün haddi değildir. Demokratrikleşme, AB'ne uyum, liberalizm, çağdaşlık, globalleşme, küreselleşme vb adına Yargıyı, işleyişini,kararlarını, kanunları Türkler dışında herkes eleştirebilir, aşağılayabilir, bizim yerimize geçerek bizim adımıza "KANUNLAR VAZ EDEBİLİR" ülke kaynaklarının el değiştirmesini sağlayacak, toplum dokusunu paramparça edecek yasaları empoze edebilir, değiştirebilirler. Buna karşı koymak, direnmek, bu zihniyeti eleştirmek "faşistlik" " AB KARŞITLIĞI" " antidemokratlık" vb. suçlamalara göğüs germek demektir. Adana havalisinde Fransız gemileri ufukta görünür görünmez komşusunu katletmeye başlayan, Fransız üniforması altında katliam yapan Ermeni'den söz ederseniz "milliyetçi-kafatasçı" damgasını yersiniz ama Batının teşviki ile isyan eden güruha zamanın koşulları ve gerekleri ile müdahale edilmesi hakkında rahatlıkla "soykırım" iddiaları hikayeleri giderek efsaneleri yaratabilirsiniz,atış serbesttir. Ama o güne kadar kapı komşu yaşayanların nasıl olup da boğazlaşma noktasına getirildikleri asla sorgulanmaz. Onun için de [quote sen kalk gel Orta Asya'dan, dal dosdoğru Anadolu'nun bağrına, sonra bir bakmışsın her yerdeler! Orada yerleşik olan milyonlarca Ermeni'ye ne oldu peki ? Asimile edildiler!
Eridiler!Yetim bırakıldılar!Sürüldüler!Mal mülklerinden oldular!.... quote] diyenlere karşı -ülkenin başbakanı "onları sokakta görmek istemiyorum" dediği için - ülkenin emniyet yetkilileri de [quote] davaya taraf olan avukatların dışında hiçbir avukatın mahkeme salonuna alınmayacağını quote] gazetelere haber olarak verebilmektedir. Güya bu ülkede duruşmalar alenidir, herkese açıktır. Ama rölativite kuramı gereği "kendilerine göre" demokrasi isteyenlerin böylesi olaylara asla tahammülleri yoktur.Demek ki, gösterici avukatlar (!) gurubuna dahil olmasalar ve sırf meraktan duruşmayı izlemek için cübbeleriyle duruşma salonuna girmek isteseler, davada taraf olmadıkları için salona alınmayacaklar ve bu duruma bu ülkenin avukatları hiç bir tepki göstermeyecekler. Bu yazdıklarımızdan, bazı hukukçuların duruşma öncesi ve sonrası eylemlerine onay verdiğimiz sonucunu sakın ola ki kimse çıkartmasın. Ancak herkesin sustuğu bir ortamda birilerinin tepki göstermesinin de anlayışla ve tahammülle karşılanması gerekmektedir. Madem ki demokratik bir ülkeyiz, madem ki liberaliz, madem ki demokrasiye ulaşmak istiyoruz, özgürlük ve eşitlik istiyoruz, AB bize girsin istiyoruz, (bu deyişte de bir art niyet aramayın sakın Gümrük Birliği ile AB bize girdi ama biz bir türlü AB' ye giremiyoruz) o halde bu tepkilere de, (adeta bir alt kimliğe dönüştürülmek giderek yok edilmek istenen, ya da yaşananlar dolayısıyla böylesi bir endişe içine giren Türk'lüğe sevdalı) bu düşünce biçimine de en az türban ve onun temsil ettiği zihniyet için istendiği kadar saygılı ve toleranslı olmak durumundayız. Bu hoşgörünün gösterilmesi demokrasinin vazgeçilmez kuralıdır. Eğer demokratsak bu tür düşünceye de saygılı olmak zorundayız. Ve eğer demokrat olmak nedeniyle güçlüysek bu düşünce biçiminden de korkmamıza gerek yoktur. Alt tarafı bunlar marjinal guruplardır. Marjinal gurupların dahi örgütlenme, düşüncelerini açıklama, yayma,gösteri düzenleme, demokratik tepki gösterme HAK VE ÖZGÜRLÜĞÜ vardır ve bunun kullanılmasını hiçbir kavramın ardına gizlenerek suçlayamayız, engelleyemeyiz, engellememeliyiz. Demokrasi bunu gerektirir.
Allah analı babalı büyütsün ;
Umarım ki ana babası Türk olmasına rağmen en ufak Şafak KASAP olmayan bir soyda büyür. Özellikle anası bunu başaracak güçtedir. Orta Asya dan gelip sen dal anadoluya kal orada bir de çocuk peydahla ayıp ki ayıp... Bu utanılası soyla yaşamak zaten ayıpken ne demeye bu soyu devam ettirmek için çocuk yaparsın a elif kızım ; Zaten benim merak ettiğim sen milliyetçi misin ? Cahil mi? Milliyetçiyim desem milliyetçiler seni almaz cahil desen cahiller yanında allame kalır demek ki yazmayı unuttuğun bir de karacahiller var sen gibiler için söylenen O zaman cümleni şöyle yapalım ' Eğitim görmüşleri bile ya milliyetçi va cahil yada karacahil...' Kara cahillikte sıkılmazsın korkma al yanına Pamuk gibi birini bak kalabalıklaştınız hemen Karacahil in en büyük özelliği bilir bilmez sallamasıdır. Ne güzel tanımı var değil mi ? Cuk diye oturdu üzerine...
Sormuşsun ya milyonlarca Ermeni ne oldu diye ? Bende hep merak etmişimdir Ne zaman milyonlarca Ermeni vardı bu topraklarda ... 2001 yılında Ermenistan da topu topu 3 336 000 civarı varken 1900 lü yıllarda sadece anadolu da milyonlarca breh breh breh... 1927 deki ilk nüfus sayımında Tüm Türkiye 13 milyon kişidir. Kürtler bunun yarısına hep sahip çıkmışlardır kaldı mı 6,5 milyon özellikle İstanbul adalar ve İzmir'de başta olmak üzere hristiyanlar ( Yunan İngiliz v.s ) çoğunluktadır bunlarda yaklaşık 1,5 milyon olduğunu iddia ediyorlar kaldı beş.. Ermeniler o sıralar Antakya İstanbul Sakarya tarafında ve anadolunun çeşitli yörelerinde bir nüfus temsil ediyorlar ve yaklaşık 500 bin olduklarını iddia ediyorlar kaldı mı 4,5 milyon ... Özellikle Ankaranın doğusu ve güney doğuda Arap başta olmak üzere hicaz yemen vatandaşları çok fazla vardır bunlar da kendilerini 3 milyon kabul ediyorlar kaldı mı 1,5 milyon her daim de söylenen diğer azınlıklar ( boşnak rus azeri gürcü v.b ) yaklaşık 1,5 milyon elde kaldı 0 Bu sonuçla diyebiliriz ki 1927 yılında Türkiye Cumhuriyeti nde Türk yoktu...
Akıl fukarası yazarlarımız işte tarihi böyle çarpıta çarpıta gidiyorlar gitsinle önemli değil yollarıaçık olsun güle güle deriz olur biter... Amma bu saçmalığa birde kendileri inanıp bize de yutturmuyorlar mı olmaz böyle hata var diyince de entel dantel olduklarından dış güdümlü maşa gibi yükleniyorlar... Keşke sende biraz Milliyetçi olabilseydin. Türk lüğün değerini anlayabilseydin. kardeşliği insanlığı anlaya bilseydin Ama soy şerfsiz olunca şerefsizlik baki kalıyor....
Kafalardaki bağnazlık çözülmedikçe 301 le filan bu işler olmaz. Kişi kendi soyuna hakaret etmeme erdeminde değilse ne yapabilirsiniz ki ?
Taraflar haricinde alınmayan mahkemede yabancılar ne taraftı örneğin ? Peki biz ermeni diye bir ırk olmadığını kırma olduğunu oradan buradan devşirme olduğunu söylesek ne olur o zaman ? Ortada Ermeni kalmadığından soykırımı gibi saçmalıkta kalmaz değil mi ? Olmayan soy nasıl kırılır ?
Neyse şimdilik diyeyim eleştiri sınırlarında kalayım . Bu yazı kesinlikle TCK 301/4 e uygundur....
Ülkesini, milletini, milli değerlerini aşağılayarak, küçülterek, karalayarak aydın, entel dantel olduğunu zanneden bu zavallıcığa ne vaat edildi acaba?!! Pamuk'a nobel dediler, havasını aldı (Ekleme Pamuk bu kez favori gösteriliyormuş) , kala kala biryerlerinde kendisini oynattıkları iplerin deliği, izi kaldı... Muhtemelen bu hanımefendinin de sırtında sıvazlanma ve yine eklemlerinde bilimum delikler ile iplerin izleri kalacak...
Bu gün bir arkadaşımın Kitapevi açılışı vardı, akşam saatlerinde giitim.
Merakımdan sordum "nerede şu BABA VE PİÇ"
"Abi hiç kalmadı 1 saatte tükendi" dediler.
ŞİMDİ ANLADINIZ MI 301' İN NE İŞE YARADIĞINI???
Tabii başka yararları da var.
Mesela 300'ün 1'i olmasaydı nasıl bulurlardı "G" noktasını? nasıl orgazma ulaşırlardı?
Sabah'tan Yılmaz Özdil çok güzel tesbit etmiş
Olacağı bu...
Yıl, 1932...
İşgal sırasında İstanbul'da görev yapmış olan İngiliz istihbarat yüzbaşısı Armstrong, Bozkurt'u yazmış...
Batı'da çok satıyor.
Türkiye'de yasak.
Çünkü Atatürk'ün özel hayatıyla ilgili bilgiler var içinde...
Bir gün demiş ki Gazi...
Getirin şu eseri, okuyalım.
Getirmişler... Gazi ve arkadaşları, Çankaya'da sofrada oturuyor... Okunmuş... Bütün gece... Hepsi dinlemiş... Demiş ki Gazi...
Ne yaptınız bu kitabı?
Yurda girmesini yasak ettik.
Niçin?
Hakkınızdaki iftiralar dolayısıyla...
İçki filan mı?
Evet efendim.
Az bile yazmış... Bırakın kitabı yurda girsin, okusun millet.
Buna rağmen girememiş kitap yurda...
Evet, Atatürk'ten örnek veriyorum...
Örnek verebileceğim başka biri aklıma gelmiyor maalesef.
Çünkü bu tür yasakların ortadan kalkabilmesi için, devleti yöneten insanların "kitap" okumaları gerekiyor önce.
Ki, anlasın.
Neyi anlayacak?
Kitap yakan devlet çok gördüm de...
Devlet yıkan kitap görmedim hiç.
Bunu.
İşin "devlet" tarafı olduğu gibi...
"Yazar" tarafı var bir de.
Mesela, "yazar" olabilmek için önce "demokrat" olmak gerekiyor sanırım.
Ki...
Alkışlayanları sevdiği gibi.
Yuhlayanları da anlayışla karşılayabilsin.
Kitabın çok sattığı zaman "büyük yazar", kitabın az sattığı zaman "salak millet" demek, komik oluyor çünkü.
"Hukuk, hukuk" deyip, "hukuki" olarak dava açan avukatları "hukuk dışı" ilan etmenin komik olması gibi.
Laf hukuka gelmişken, şunu söylemekte bir sakınca yok herhalde...
Bana göre, hukukun "usül" yönünden verdiği karar ne olursa olsun, bir yazarı, "esas" yönünden "ancak bir makam" yargılayabilir.
Okur.
Beğenirse, okur.
Beğenmezse, okumaz.
Beğenirse, yasaksa da, okur.
Beğenmezse, serbestse de, okumaz.
Gerisi hikâyedir.
Gelelim, en son yargılanan kitaba.
Okudum.
Yazar arkadaşı rencide etmek istemem ama, bir "okur" olarak söylüyorum...
Edebi açıdan bir şeye benzemiyor.
Ve sanırım, asıl üzerinde durmamız gereken nokta bu.
AB'ciler gelmiş, canlı yayın ekipleri falan...
Zannedersin, Nazım Hikmet'i yargılıyoruz.
Gerçekleri kabak gibi ortaya koyarak, otoriteyi protesto manasına gelen "yazarak" anlatım direnişini... Aziz Nesin, Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Kemal Tahir seviyesinden, indirdiğimiz seviyeye bakar mısınız...
Dünyaya nanik yapan ve dünyaya parmak ısırtan kalemlerden...
Türkiye'de bile okunmayan bir romana...
Otu boku yargılarsan, olacağı budur.
Üç beş satır karalayan, sıkıştırıverir araya üç beş hakaret, kahraman olur.
Yukarıdaki yorum ve açıklamaları yapanlara teşekkür ediyorum.
Bu açıklamalar sonucunda, Kanunlar içerisinde yasak ve suç unsurları yazılsa dahi, ab ve dışarıdan desteklenen veya onların borazanını öttüren yazar, akademisten, politikacı, işadamı vb. kim olursa olsun istediği gibi yasalara karşı gelebilmektedir. Bunlara TÜRK yargı sistemi işlememektedir.
Bizler, başkalarına benzemeye çalıştıkça, başkalarıda bize benzemeye çalışmaktadırlar. Bizi biz sayan unsurlardan uzaklaştıkça " sarı öküz ve arslanlar" misali çil yavrusu gibi dağıtıyorlar. Kanun koyucu ve uygulayıcıları dahi kanun hakkında farklı düşünebiliyor ve baskı altında uyguluyorsa, Anayasanın "kanun önünde herkes eşittir" ve "mahkemeler bağımsızdır" ilkelerine aykırı hareket etmiş oluyor ve suç işlemiş oluyorlar.
Bu madde ve benzeri maddeler avrupa devletlerinde olmasına rağmen bize karışan sözde ab parlementerleri kendi ülkeleri hakkında söz söyletmiyorlar. çünkü onlar kendi kanunlarına sadıktırlar.
Bu olaylar DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ İLE İFADE EDİLEMEZ.
Benim daha önceki yorumlarda savunduğum gibi "ab ve diğer ülkeler dahi tekrar getirmek için çalışıyor" İDAM kanunu tekrar gelmeli ve gerektiği şekilde uygulanmasıdır.
Hiç bir düşünce KİŞİ, MİLLETİ, ZÜMREYİ, AŞAĞILAMA yetkisi içerisinde değildir.
Kanunlarımızda ki yumuşak ve muğlak ifadeler neticesinde herkes istediği gibi yorumlayabilmektedir.
Kanunlar uydulanmıyacaksa neden kanun denmektedir.
Sayın afyon03
Bu artık olanaksız bir dilektir. Çağdaş düzende ceza,toplum adına intikam almayı değil, suçu önlemeyi amaçlar. Düşünce suçu nedeniyle idam cezasını savunmak ise fazlasıyla aşırı bir taleptir. Bu ülkede 17 yaşındaki çocuklar bile düşüncesi nedeniyle idam edilmişken en azından bizler için idamı savunmak kendimizi inkar etmek olur. Eğer ülkeye, millete, değerlerimize küfredilmemesini, haksız suçlamalarla karşılaşılmasını istemiyorsanız, bu ülkeyi her yönüyle güçlü kılmak için çalışmalıyız.Alıntı:
<b id="quote">quote:</b id="quote"><table border="0" id="quote"><tr id="quote"><td class="quote" id="quote">İDAM kanunu tekrar gelmeli ve gerektiği şekilde uygulanmasıdır. </td id="quote"></tr id="quote"></table id="quote">
Peki, siz olsaydınız, bu 301'i nasıl yazardınız?
Bence kanun koyucu bu madde yi hazırlarken kanun da bulunsun mantığı ile hareket etmiş.
Açık yorum bırakan kanun uygulamaları çok ama çok baş ağrıtır. Eleştiri sınırının ne olduğu belirsizliğide beraberinde getiriyor. Bu kanununne olup olmadığını aslında ' aydın' geçinen bir avuç entel dantel yazardan çok sıradan bir vatandaş işlediğinde yapılan yorumdan anlayabileceğimizi sanıyorum
Eğer bu saçmalıkları yazan içi boş romanların yazarı Orhan ve veya Elif olmasaydı sıradan bir vatandaş söyleseydi mahkemelerin ne yapacağını merak ediyorum...
Çelidiği yere, kişiye duruma göre kanun maddesi olmamalıdır diye düşünüyorum. Birisine göre hakaret küçükdüşürücü öbürüne göre iltifat öbürüne göre eleştiri sınırı kabul edilen bir uygulama kanunun sakat olduğunu gösterdiği gibi insanların kanun uygulayıcısına olan güvenide sarsar.
Hukuk siyasete yön verir ama siyaset hukuka yön vermeye kalkarsa böyle garabetler doğar.
Dikkat ederseniz kara hukuk sistemine tabi ülkelerin hemen hemen tamamında buna benzer kanun bulunmaktadır.şart olarak teki eyleme dönüşmesini benimsemiş öteki devleti esas almıştır. Bizim kanunumuzun 2. maddesi çok sakat bir madde gibi durmaktadır. ' Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini' dediğiniz an her söyleminiz bu kanun kapsamına girebilecektir. Başbakan aleyhine söylenecek her söylem bu bent uyarınca değerlendirilebilir. TSK Ve Adalet uygulayıcılarına karşı davranışları düzenleyen kanunlarımızda olduğuna göre bu ikinci madde çok anlamsız sadece hükümeti koruyan bir madde konumundadır ki bu demokrasi ile terstir.
kanunun bence
'' Herhangi bir hakaret unsuru taşımayan eleştriler hariç olmak üzere ; Türkiye Cumhuriyeti Devletine, onun manevi şahsiyetine ; Yüce Türk ulusunu vede Türklüğü aşağılayan kişi ....... ''
'' Bu aşağılama ve hakaret basın yayın organları ile olmuşsa cezası .... oranında arttırılır....''
gibi bir şey yapardım biraz düşüneyim tam bir kanun maddesi yazarım size :))
Sırf böyle bir tanım bile son entel dantel boşboğaz elif hanımefendi fuzulilerinin ''Bütün akrabalarını 1915'te kasap Türklerin ellerinde kaybetmiş soykırımzede bir sülalenin torunuyum'' sözcüğü tartışmasız aşağılayıcı olurdu...
Zira kasap kelimesine bakarsak ;
Yaşamını et kesip satan veya kesilmiş etleri satarak sağlayan kişi olarak algılayabiliriz ki Tüm Türklerin kasap olması pek mantıklı gözükmemektedir.
öyleyse burada ki kasap başka bir şeydir nedir mecaz anlamında kullanılmıştır nedir mecaz anlamı ?
Azılı katil iflah olmaz kişilik insanları acımasızca sakatlayan öldüren kişi...
peki bu bir ulusu aşağılar mı? Aşağılar bu eleştiri midir ? değildir . Öyleyse konu açıktır. Mahkeme ciddi hata yapmıştır. Bunun demokrasi ile ilgisi filanda yoktur.
Kimse bana Ahlaksızlığı terbiyesizliği hayasızlığı çıktığı yeri beyenmemeyi Türk olmakla Gurur duymayı Demokratik değil diye yutturmaya kalkmasın...
Üç otuz para ve şöhret içinde aslını inkar edenlerin başta kendisi olmak üzere bizide rezil edenlerin Allah cezasını versin. Unutmayınki kendini inkar edenleri kullananlar işleri bitince ilk onlardan kurtulurlar yani kendi varlığına saygısı olmayandan kimseye yarar gelmez...
Ben 301'in esasından çok, uygulama şekline bir eleştiri getirmek istiyorum. Hanım yazarın eleştiri sınırlarını aştığı çok açık, iş aşağılamayı da geçmiş hakarete dayanmış.İnsanların bir roman, tiyatro, sinema eseri yazıp, hayal mahsulü olduğunu söyleyip (kaldı ki konumuza esas olan roman açıkça Türkiye'de geçmekte, Türk ve Ermeni ırkları açıkça telaffuz edilmektedir.), gerçekte söylemek istediklerini, bu eserlerdeki kahramanların ağzından söylemeleri en kibar şekliyle korkaklıktır, alçaklıktır.
301'e istinaden davacı olabileceklere Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile mi olur, başka bir yolla mı olur, bir sınırlama getirilmelidir. Örneğimiz için olmasa bile, sokaktan geçen vatandaşın hoşuna gitmeyen her eleştiri ve yorumu 301'e istinaden dava edebilmesinin yolu kapatılmalı, örneğin aşağılanan veya hakarete uğradığı düşünülen Kurumun 1. derece amirinin oluru ile bu davalar açılabilmelidir. Türklükle ilgili hakaretlerde Cumhurbaşkanlığı veya Başbakanlık (Hep RTE olmaz merak etmeyin) bu davaları açabilmelidir.
Mahkemeler açık veya kapalı yapılır. Son örnekte, mahkeme açık ise AB Temsilcilerinin mahkemede bulunmasını bir nebze anlayabilirim, ancak bir grubun mahkemeye özellikle alınmamasını, hatta sokağına bile sokulmamasını anlamakta zorluk çekiyorum. Mahkeme kapalı ise başta AB Temsilcileri olmak üzere diğerlerinin orada ne işi vardı, bunu da anlayamıyorum.
Sadece 301 için değil, hukuk sistemimizde yer alan tüm yasalar ve uygulamaları için ne yazık ki bir dış baskı yaşıyoruz. AB istedi oldu yargısı toplumda yerleşiyor. Buna da başta hükümet olmak üzere çeşitli Kurum ve Kuruluşların uygulamaları çanak tutuyor. Bu çok tehlikeli bir gelişmedir. Kaldı ki uyum yasaları adı altında çıkarılan bir çok yasa , hukukun amacı olan toplumun sosyal ihtiyaçlarına hukuken cevap vermek ve bu yolla adaleti sağlamak düşüncesinden uzak, aslının aynı çevirilerle , toplumumuza uygunluğu ve gerekliliği, yarar ve zararları yeterince irdelenmeden kanunlaşmıştır. Orta ve uzun vadede bunun zararlarını hepimiz ne yazık ki göreceğiz.
Selamlar,
Yorumlarda gene benim savunduğum fikirlerin hepsine olmasada bir kısmına karşı olunabileceğini biliyorum. Bu insanın tabiatında olan içgüdüdür. Herkes ayrı düşünebilir, fakat bazı müştereklerde fikirbirliği olduğu bir gerçektir.
Ceza yasaları insanları işledikleri suçlardan dolayı yargılamadır. Bu yargılama biçimleri sonucunda kişileri, suç unsurlarını birdaha işlemekten veya işlemeye meyilli olanları men etmektir.
Fakat, bakıyoruz tam tersine insanları bazı suç unsurlarının işlenmesine tahrik edilmektedir.
Örneğin;
Hırsızlık, kapkaççılık, kişi-kurum- vatana- millete alenen tahrik ve aşağılama unsurlarında cezalar yetersiz veya yorum farklılığı, muğlak ifadeler olması, kayırmacılığın olması ve dış baskılar sonucunda kanun uygulayıcıları anayasa da belirtilen temel ilkelerin dışına çıkabilmektedirler.
Yoksa, kanunlarımız mı yetersiz.
Kanun koyucular dahi kanunları kişilere göre farklı yorumlayabiliyorsa sonucu düşünmek dahi istemiyorum.
Bir televizyon konuşmasında alman gazeteciye soruyorlar.
"sizde almanlar hakkında aşağılayıcı yazı yazan varmıdır? diye
Gazeteci, alman yasalarına göre bunun ağır suç olduğunu ve kimsenin cesaret edemiyeceğini söylüyor."
Ancak, bizde suç olmaktan çıkarılması ve herkes kendisine "düşünce" adı altında her türlü aşağılama ve küfür dahi edlebileceğini söyleme cesareti gösteren çıkabiliyor.
Bu yolun sonu iyiye gitmiyor. Bu topraklarda yaşayan herkes topparlanmalı ve bu tehlikeli gidişe dur demenin yollarını aramalıdır.
sayın afyono3
sizce bir ulusun aşağılanması nedir?
mesela bir katili davul zurnayla karşılayıp türkiye seninle gurur duyuyor demek, türk ulusunu aşağılamak sayılır mı?
Ya da örnek verdiğiniz Almanya'da nazilertin soykırım yapmadığını söylemek suç. Almanların soykırım yaptığını söylemek mi yoksa söylememk mi almanları aşağılıyor?
Ya da uluslararsı kuruluşlardan okul yapımı için alınan yardımların zimmete geçirilmesi mi aşağılıyor yoksa?
daha örnekleyebiliriz tabi ama sanırım esas sorun başka
Bu konuya değişik boyutları ile bakmakta yarar var. Kanaatimce konunun;
1.TCK'nin 301. maddesinin yazılış ve uygulaması açısından,
2.Ermeni sorunu açısında,
3.Özgürlükler sorunu açısından,
İrdelenmesi gerekir.
KONUYA TCK MD. 301 AÇISINDAN BAKALIM;
TCK'nın 301. maddesinin benzerlerinin Batı ülkelerinde de bulunduğu, ancak oradaki hükümlerin bizdeki kadar belirsizlik taşımadığını bazı hukukçuların yazılarından öğreniyoruz. Bizdeki hüküm eski 159. maddeye karşılık gelen maddedir. 301. maddede hangi eylemin aşağılama sayılacağı, hangi anlatımların eleştiri sınırları içinde kalacağı belirlenmiş değildir. Bu nedenle de yoruma oldukça açık kalmakta ve rastgele davaların açılmasına neden olmaktadır.
Oysa ceza hukukunda kanunilik ilkesi gereğince suç sayılan eylemin tam olarak tanımlanması ve yoruma açık bırakılmaması gerekir.
Bazı hukukçular, bu belirsizliğin giderilmesi, daha somut ifadelerin kullanılmasını önermekte ve dava açılabilmesinin de onaya bağlanmasını önermektedirler. Örneğin, Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, bu davanın açılabilmesi için cumhurbaşkanının onayına bağlanmasının uygun olacağını belirmektedir.
Bence bizdeki önemli sorun, maddenin mevcudiyetinden çok özgürlük düşüncesine alışmamış olan bürokrasimizin yasakçı zihniyetinden kaynaklanmaktadır. Maddeyi dar yorumlayan yasakçı bürokrasi hemen dava açma yolunu seçmektedir. Çağdaş hukukun evrimi liberal yoruma doğrudur. Ama bizde liberal olmak liboş olmak anlamına geldiğinden Kemal Kerinçsiz gibi adamların yorumu ön plana çıkmaktadır.
Benzer bir davada Fransız mahkemesi davayı reddetmiştir. "Monsieur R" adlı Fransız Hip Hop şarkıcısının geçen yıl çıkan bir müzik klibinde Fransa'yı fahişe olarak gösterip, "Napolyon ve De Gaulle'ün üzerine işerim" ifadesini kullanması muhafazakar Fransızları ayağa kaldırmıştı.
Fakat iktidar partisine mensup bir milletvekilinin kendisini yargılatma sonuç vermemişti. Tutucu Fransızlar arasında nefret uyandırmasına rağmen mahkeme davayı reddetmişti. (Fransa'daki bu örnek 11.09.2006 günlü Milliyet'te Semih İdiz'in köşe yazısından alınmıştır).
KONUYA BİR DE ERMENİ MESELESİ AÇISINDAN BAKALIM
Birinci Dünya Savaşı'nda ölüm kalım mücadelesi veren Türkler Rus Ordusu ile işbirliği yapan Ermenilerin; hem düşmanla işbirliği yapması ve hem de savunmasız Türk köylerinde katliam yapması nedeniyle Osmanlı Devleti sınırları içindeki başka bölgelere (Irak ve Suriye'ye) zorla göç ettirilmeleri (tehcir) kararı alınmış, ancak bu kararın uygulamasında günün koşullarının da olumsuzluğu ile başarılı olamamışlardır. Binlerce insan ölmüştür. Ölümlerde resmi görüşün ileri sürdüğü açlık ve hastalığın tabi ki rolü büyüktür. Ancak işin organizesi ve güvenliği ile sorumlu olanların bir kısmı bu insanların canlarına kasetmiş ve mallarına el koymuştur. Tehcirin yoğun yaşandığı bölge Doğu ve Güneydoğu Bölgelerimiz olduğundan, Ermenilerin canlarına kastedenler ve mallarını yağmalayıp kadınlarına tecavüz edenlerin önemli bir kısmı kürt soygunculardır. Tabi ki bu işte Türklerin de günahı vardır ama bir numaralı suç ortağı da Kürtlerdir. Ancak dünyada Türk düşmanlığı prim yaptığından hep Türklere yüklenilmektedir.
Aslında Ermeni meselesinde Kürtlerin payı (veya katkısı) konusunda müstakil bir araştırma yapılmamış olması da dikkat çekicidir. Bu konu gerek Ermeni tezini işleyen yayınlarda ve gerekse Türk resmi tezini işleyen yayınlarda kısa bölümler halinde geçmektedir. Elif Şafak'la uğraşan ulusal solcularımız ve de milliyetçi ülkücülerimiz bu tür konularla uğraşıp bilimsel araştırmalar ortaya koysalar sanırım daha hayırlı bir iş yapmış olurlar. Adliye kapısında ucuz kahramanlık ve de çığırtkanlık yapmak yerine bu türden ciddi işlerle uğraşmalarını tavsiye ederim onlara.
Ermenilerin tehcirde telef olmaları konusu uydurma değil, bizzat devletin kendi kabul ettiği bir gerçektir. Çünkü buradaki organizasyon ve güvenlikten sorumlu kişilerin görevini kötüye kullanması veya ihmal etmesi nedeniyle bir çok yetkili yargılanmış, bir kısım bürokratlarımız idam edilmiş, bir kısmı da hapis cezasına çarptırılmıştır. Bu yargılamalar, soykırımın olmadığının kanıtı olarak ileri sürülmektedir.
Çok acı olaylar yaşanmıştır. Ancak bu olay bir soykırım değildir. Devlet, bir ırkın mensuplarını (Ermenileri) yok etmek amaçlı bir politika gütmemiş, imkanları ölçüsünde güvenlik önlemleri almış, bazı bölgeleri ve bazı mezhep mensuplarını bu göçün dışında tutmuş, yanlış yapanları da yargılayarak cezalandırmıştır.
Ermeni Diasparosu bu konuyu 1960'lı yılardan sonra abartarak Batı'yı kandırmıştır. Türklere karşı ön yargılı olan ve tarihten gelen kuyruk acısının da etkisinden kurtulamayan Batı bu konuda Ermenilerin dümen suyuna girmiş ve okadar aşırıya gitmiş ki bazı Batı ülkelerinde "Ermeni soykırımı yoktur" demek suç sayılmıştır.
Şu bir gerçektir ki, ne kadar haklı temele dayanırsa dayansın, zorunlu göç; çok meşakkatli, acıklı ve hüzünlü bir hikayedir. Bizim tarihimizde bunların örnekleri çoktur. Özellikle Balkanlardan yerini yurdunu bırakıp Anadolu'ya gelmek zorunda kalan soydaşlarımızın hazin hikayeleri tam anlamıyla yazılabilmiş değildir. Stalin, Kırım Türklerini bir gecede vagonlara doldurarak, aç susuz Sibirya'ya sürmüştür. Bunlar da çok acıklı hikayeler gizlidir.
Göçe tabi tutulan bir ailenin çocuğu olduğunuzu düşünün. Bu çocuk; ya hastalıktan ölecek, ya açlıktan ölecek, ya günlerce aç susuz yolarda yokluk içinde yürüyecek, ya da bir Türkün veya Kürtün yanında kimliğini kaybederek yaşayacaktır.
Elif Şafak'ın kitabı bir romandır ve Türklük aleyhindeki sözler de roman kahramanlarının konuşmalarıdır. Bu acıları yaşamış bir Ermeninin roman kahramanı olarak nasıl konuşmasını beklerdiniz? Lütfen biraz kendinizi bu insanların yerine koyarak objektif ve insaflı bakalım konuya..
KONUYA BİR DE ÖZGÜRLÜKLER AÇISINDAN BAKALIM
Aslında bu sorun Elif Şafak sorunu değildir. Sistem ya da özgürlük sorunudur. Bizim yazar-çizer takımı içinde ilk yargılanan kişi de Elif Şafak değildir. Edebiyat tarihimize bir bakalım. Kaç ünlü yazarımızın yolu cezaevinden geçmiştir? Kaç tanesi yurt dışına kaçmak zorunda kalmıştır? Yargılanmayan kaç yazarımız vardır?
Nazım Hikmet'ten başlayalım. Nazım kaç yılını cezaevinde geçirdi? Neden yurt dışına kaçmak zorunda kaldı?
Sabahattin Ali, Sinop zindanında hüzünlerini,
Dışarıda mevsim baharmış,
Gezip dolaşanlar varmış,
Günler su gibi akarmış
Geçmiyor günler geçmiyor
diye dile getirmedi mi?
Denizde deli dalgalar,
Gelir duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar,
Aldırma gönül aldırma
derken; denizin deli dalgalarının çarptığı duvarlar Sinop zindanının duvarları değil miydi? Yine de "Başın öne eğilmesin" diyerek başını dik tutmaya çalışıyordu. Ama yurt dışına kaçmak zorunda kaldığında Bulgaristan sınırında Devletimiz tarafından (ya da Devletin içindeki karanlık güçler tarafından) kafası ezilerek öldürülmedi mi?
Daha hangisini sayayım? Kemal Tahir'i mi, Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı)i mi? Çetin Altan'ı mı?
Hadi bu saydıklarım komünist veya solcu idi ve sistemle uyuşamıyorlardı.. Peki Türkçü şair/yazar Nihal Atsız'a ne demeli? O da sisteme uyamamıştı ve yaşlı ve hasta olduğu için ancak cumhurbaşkanı affı ile kurtulabilmişti zindandan.
İslamcı şair/yazar Necip Fazıl'ın zaten sistemle barışık olması mümkün değildi. O da oğluna yazdığı "Zindandan Mehmet'e Mektup" isimli şiiri ile zindan edebiyatımıza katkıda bulunmuştu.
Zannetmeyin ki liste burada bitiyor. Daha çok yazar/şair/düşünür var yolu zindandan geçen. Aslında edebiyat tarihçilerimiz için oldukça ilginç bir araştırma ve tez konusu dahi olabilecek bir konudur bu. Ne de olsa zindan edebiyatımız zengindir bizim. Malzeme bol...
Burada şöyle bir soru somamız gerekmiyor mu? Bu kadar yazar/çizer/şair takımı hep yamuk insanlar mıydı? Yoksa sistemde mi bir yamukluk var? Sistem, kendini korumak uğruna düşünen insanları sıkıyor. Oysa sistem zaten güçlü olduğundan korunması gerekenler zayıf olan bireylerdir.
Ama sistem hala yıllardır yaptığı gibi yazar/çizer takımını ezmeye devam ediyor. Eski hastalığını bir türlü bırakamıyor. Yani ülkemizin bu konuda sicili pek de temiz değil. Sicil bozuk olunca listeye Elif Şafak, Orhan Pamuk, İpek Çalışlar, Perihan Mağden'i de ilave edelim de biraz daha listemiz zengin olsun.
Zannedilmesin ki bu yazarların görüşlerini aynen onaylıyorum. Düşünce özgürlüğünün olduğu yerde insanlar hoşumuza gitmeyen şeyleri de yazabilirler, yazabilmeliler. Bunları benimsemek zorunda değiliz.
Ermeni meselesinde genel görüşlere aykırı görüşleri ilk yazan Elif Şafak değil ki. Bu konuda Taner Akçam'ın kitapları unutuldu mu? Franz Wefel'in "Musa Dağ'da Kırk Gün" isimli romanı unutuldu mu? Prof. Dr. Vahakn N. Dadrian'ın soykırımla ilgili kitapları unutuldu mu? Bütün bu kitaplar Türkçe olarak vitrinlerde duruyor. Bunlar varken Elif Şafak'a bu saldırı niye? Yanlış anlaşılmasın, "Bunlara da saldırılsın" demiyorum. İnsanlar düşüncelerini yazmada, ifade etmede özgür olsunlar. Karşı görüşte olanlar da bu tezleri çürütecek şeyleri yazsınlar.
Bugünkü iletişim çağında bu tür yasakların fiili bir önemi de yoktur. İstediğiniz kadar yasaklayın, bilgiye ulaşmak artık çok kolaydır. Bu nedenle anlamsız yasaklar yerine anlamlı cevaplar daha geçerli ve daha medeni bir davranıştır.
Elif Şafak eleştirilebilir. Ama eleştirinin bir adabı olur. Ulusalcı bir siteden mail kutuma düşen bir mesajda Elif Şafak için; "orospu, yosma, kaltak, fahişe" sıfatları kullanılıyor. Hoşumuza gitmeyen şeyler yazdı diye bir bayan yazara bu sıfatları yakıştırmak ne kadar düzeyli bir davranıştır acaba?
Benin savunduğum şey, benim gibi düşünmeyenlerin de düşüncelerini özgürce ifade edebilmeleridir.
Ne demiş Voltaire usta? "Fikirlerinize sonuna kadar karşıyım, fakat bunları özgürce ifade edebilmeniz için ölmeye hazırım."
Sayın Av. Abbas Bilgili'nin söyledikleri üzerine, söyleyebileceğim çok fazla birşey kalmadı; elinize, dilinize, klavyenize sağlık demekten başka...
Kendimi tutamadan, birkaç ekleme yapmak istiyorum:
1. "Çirkin Kral" Yılmaz Güney, bir hikayesinde, klasik zengin oğlan-fakir kızı işler ve kız; hikayede, """davul bile dengi dengine, ..., ama birgün bu değişecek, ...""" gibi şeyler söyler ve "Çirkin Kral", 8 yıl ağır hapis ve sürgün cezası alır.
2. "Türklüğü aşağılamak" gibi bir Yasa adı; hem "vatanın bölünmez bütünlüğüne" ve hem de "Türklük" tanımına aykırı olduğu gibi; "Türk Ulusu" olarak kabul edilen, Kürde, Laza, Çerkeze, Ruma ve Ermeni'ye karşı bir "ayrımcılık", dolayısıyla, Anayasamıza aykırılık teşkil etmez mi?
3. Bu Yasa uygulamasıyla, haklarında dava açılabilecek herkes; maalesef, bizim gibi "demokrasi"nin ucundan tutunan Ülke vatandaşlarınca, her çeşit lince açık olmaz mı (ya da olmadı mı)? Beraat etseniz, neye yarar?
4. Neden, """Türkiye Cumhuriyeti'ne ve halkına karşı, soykırım iddiası ileri sürenler""" aleyhine, ceza kanununa bir hüküm konulmaz, diye düşünmeyiz? (İsviçre'de verilen tutuklama kararını hatırlayınız)
5. Devleti, kim, nasıl korur? Nasıl aşağılar? Uluslararası saygınlığımızı yitirtenler, """Çarkıfelek hostesi Elif'in beli kaç santim, 757 .... arayın, Lord olun""" diye televizyon programı yapanlar, Türk Halkı'nı aşağılamaz lar mı? (Örnekler, saymakla bitmez).
6. Örnek; bir kamu görevlisine, mesela Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürü'ne, yazıyla; """ben sizi bir hukuk insanı addetmiştim; üzülerek görmekteyim ki, oradaki hukuksuzluk çarkının dişlilier, sizi de etkisi altına almış. Siz, kendi Ülkeniz vatandaşlarına bunu yaparsanız, başkaları bize ne yapmaz""" dersem; bu, suç olmalı mıdır? Mer'i olarak bu, suç teşkil eden bir eylem midir?
Ya da, bir Hakime, reddi Hakim dilekçesinde; """siz, taltif beklentisi içinde hareket ederek, davanın tarafı Adalet Bakanlığı'nın taleplerini, emir telakki ettiniz ve hukuka aykırı işlemler yaptınız""" dersem, bu, suç mudur? Hangi suçtur? Bunlar da, 301'e aykırılık var mıdır?
Her iki örnekle de, hakaretten yargılanıyorum (ikincisinden ceza aldım, temyizde).
Anlatmak istediğim; "hakaret", nedir, ne değildir, içtihadi olarak, ağır da olsa eleştiri, hele kamu görevlilerine karşı, suç değildir ve bunun eleştiri olup olmadığı, akla uygun biçimde, yargısal olarak takdir edilir. Ama, bizde; bir kamu görevlisine karşı, kızgın bir ifadeyle birşey söyleseniz, son derece yüksek bir alınganlıkla, """Devlet düşmanı""" ilan edilirsiniz. Bu kişi; hakim, kaymakam, başbakan, polis, asker, belediye başkanı, her kim olursa olsun, durum maalesef böyle. Yani sorun, demokrasi düzey ve kültürünüzle alakalı.
Konunun, AB ayağıyla ilgili olaraksa; hep Türk Hukuk Tarihi dersini hatırlarım. Değişmez sınav sorusu; "Avrupa nedir"? Cevap; "Avrupa, bir tarih ve kültür birliğidir". Avrupalı olmakla, avrupai olmak arasında, çok ciddi farklar vardır ve maalesef, "dahili ve harici bedhahlar""", hep olacaktır.
SON SÖZ YERİNE:
Geçmişte, Antep'te yaşandığı söylenen bir hikaye:
Biraz da meczup bir kişilik olan A., geceleyin, sarhoş olarak ortada dolaşır ve naralar eşliğinde; "ben böyle Kanunu da, yapanı da, ..." diye söver, yakalanır ve ertesinde Hakim karşısına çıkartılır. Hakim sorar, ne diyorsun diye? "Efendim, tam olarak ne dediğimi hatırlamıyorum, sarhoştum, görevliler tam olarak söylesinler" der. Görevliler söyler. Bunun üzerine A.; "Sayın Hakimim, malum sarhoştum, bir pavyonda içmiştim, orada birisi Kanun çalıyordu, onu siz de dinleseydiniz, siz de söverdiniz" der.
T.C. sınırları dışında, bizi aşağılamaya cür'et eden, yüzlerce kişi mevcut (örnek için bkz. Talabani'nin son sözleri). AB, bunu neredeyse hergün yapıyor. "Aşağılanıyoruz" diye hayıflanacağımıza, bizi kimsenin aşağılamaya cür'et edemeyeceği kadar yüksek seviyelere erişirsek; ekonomik bağımsızlığımızı sağlarsak; ortada böyle bir sorun da kalmaz. Ceza Hukuku'nun temel amacı, caydırıcılık ve eylemin yeniden yapılmamasını sağlamamaktır (tekerrür). Cezaevleri, istiap haddini kat be kat aşmış bir Ülke'de, bunu temel alarak, engelleyici ciddi tedbirler alınmazsa ve Türklüğü aşağılamanın karşılığı 6 ay hapis olursa; o kadar çok kişi ortaya çıkıp, "ben iki kere aşağılıyorum" der ki; ben buna şaşmam...
Saygılarımla,
Sayın Bilgili, Sayın Karakum,
Sizlerle çoğu noktada hemfikirim;
Düşünenler, düşündüklerini ifade edenler bence de cezalandırılımasın, bence de yargılanmasın. Bir başkasının özgürlüğüne müdahale etmemek şartı ve sınırı ile bence de herkes düşüncesini özgürce ortaya koyabilsin.
Bu tip olaylarda, ortaya çıkarak toplumu galeyana getirmeye, cephe oluşturmaya çalışanlara, protesto adı altında gerek sözle gerekse eylemle suç işleyenlere, şiddet içeren her türlü tepkiye ben de karşıyım.
Ancak tartışmalarda bence asıl üzerinde durulması gereken husus düşünce kavramıdır. Düşünmek, üretmek, özgün olanı oluşturmaktır. Ben, "X şahsının büyük büyük babası huysuzdu." desem bu benim o şahıs hakkındaki düşüncemdir, bir başkası için farklı da olsa bana göre o insan huysuzdur, tartışılır, eleştirilir. Ama "X şahsının büyük büyük babası hırsızdı." desem burada düşünceden bahsetmek imkansızdır. Burada suç isnadı vardır ve suç isnadı mevzuatımıza göre suçtur.
Bu tezi soykırım meselesine uygulayacak olursak; soykırım Birleşmiş Milletler'in ilgili sözleşmesi ile insanlık suçu kabul edilmedi mi, Türkiye bu sözleşmeyi kabul etmedi mi, gerek bizim gerekse çoğu ülkenin iç mevzuatında da soykırım suç olarak düzenlenmedi mi? Bir planın icrası için, dini ve etnik sebeplerle sistematik bir şekilde adam öldürme, çoğalmalarını engelleme, köleleştirme... gibi eylemler soykırım diye tanımlanmadı mı? Savaş halinde dahi soykırım, insanlık suçu, savaş suçu addedilmedi mi?
Soykırımın suç olduğu -çok yerinde olarak- genel görüşken, genel kaide iken ve de bu hususta resmi gayrıresmi hiçbir dayanak yok iken soykırımla, insanlık suçu işlemekle itham edilmek ağır değil mi? Bırakın manevi yönünü, yarın bir gün bir şekilde Türkiye'ye Ermeni Soykırımı kabul ettirilirse, rahatlayacaklar mı? Tamam kabul ettiniz, mesele burda bitti mi diyecekler, yoksa diyetini mi isteyecekler? Soykırım iddiası Türkiye üzerinde oynanan oyunların bir parçası değil mi? Ve bizim içimizden kültürlü, aydın oldukları iddia edilen birilerinin düşüncesizce, ileriyi görmeden ortaya atılması, bilerek ya da bilmeyerek bu oyuna katkı sağlamak değil mi?
Hukukun ilkelerinden bahsederken, her somut olayın kendi özelliğine, içinde bulunulan hal ve şartlara, dönemin şartlarına göre değerlendirilmesi gerektiğini de unutmamalıyız. Ülkemizin içinde bulunduğu durumu, dönemin hassasiyetini, Ermeni soykırımının bizlere dayatılma çabasını, AB sürecini, küreselleşme sürecini, Büyük Ortadoğu projesini ve bu süreçte Türkiye'nin konumunu göz önünde bulundurursak, böylesine hassas bir dönemde böylesine hassas bir konuyu pervasızca, hiçbir dayanak göstermeden kim ortaya atarsa atsın ben o kişinin iyi niyetinden, ben o kişinin ülkesinin çıkarını gözettiğinden şüphe duyarım.
Ayrıca, hukukta kanunlar, olaylar toplum yapısına, meydana geldiği çevreye göre de yorumlanır, değerlendirilir. Bazı kesimler için suç olan ya da ayıp olan, bir başkası için gayet normal bir davranış olabilir. "Büyük büyük baban zamanında benim dedeme şunu yapmış." cümlesi ile fırtına koparan, kan davaları güden bir toplumun atasına suç isnat ederseniz, o toplumu tam onikiden vurmuş olursunuz, o toplumun tepkisini ister istemez üzerinize çekerek gündeme oturmuş olursunuz. Sanıyorum bunun farkındalar ki (Değillerse aydın sıfatlarını bir kez daha değerlendirmek gerekecektir.) toplumu canevinden vurarak amiyane tabir ile köşe olmanın yolunu tutuyorlar...
Soykırım konusunda bence yapılması gereken şudur; varsa soykırıma ilişkin iddianız deliliniz, dayanağınız, önce koyarsınız ortaya, konunun uzmanları ile tartışılır, araştırılır, kanıtlarsınız iddianızı ondan sonra da yazarsınız çizersiniz, kurgularsınız, ona diyecek lafım olmaz. Ya da gerçekten iyi niyetle böyle böyle bir tezim var, gelin bu tez üzerine çalışalım diyerek toplarsınız tarihçileri, bilim adamlarını, tarihin aydınlanmasına, gerçeklerin ortaya çıkmasına katkıda bulunursunuz, ben de size helal olsun derim. Ammaaa, sözde Ermeni Soykırımına değinen Devlet Mavi Kitap isimli kitabın yazarının dahi kitapta geçen hususların tarihi doğruluğundan emin değilim dediği bir noktada, fırsatçıların dahi hiçbir kanıt sunamadığı bir ortamda siz kalkıp soykırım yaptık derseniz ya da bunu ima ederseniz ben sizin kukla olduğunuzu düşünürüm, ben sizin kişisel menfaatleriniz için ülke menfaatlerini hiçe saydığınızı düşünürüm. Aydın, düşünür (!) olduğunu iddia eden bu şahsiyetler hiç düşünmezler mi ki , soykırıma ilişkin en ufak bir emare, en ufak bir dayanak olsa çoktan yüzümüze vurulmuş ve diyetleri ödetilmeye başlanmıştı, bilmezler mi ki böyle bir fırsatı asla ama asla kaçırmazlar bir şekilde bize karşı kullanırlardı...
Sonuç itibarı ile, 301. madde bu haliyle kalırsa soyut ibareler içerdiği için uygulanamayacağı gibi bu tip tartışmalara meydan vererek, rant elde etme, çıkar sağlama, meşhur olma, en çok satan, en çok okunan sıfatını kazanma gibi amaçlara hizmet edecektir. Tamamen kaldırılırsa da adım kadar eminim ki kimse bu kapsamda yazı, kitap yazmayacaktır, çünkü konu popülaritesini yitirecektir ve ses getirecek başka bir madde kapsamı bulunacaktır. Yani ne yapılırsa yapılsın, kanunlar istediği kadar değiştirilsin, istediği kadar kaldırılsın zihniyetler değişmediği sürece Türkiye bu tip olaylara alışır hale gelecektir...
Benim görüşüm, düşünceyi açıklama özgürlüğünün geliştirilmesi ve korunması; soykırım iddiasının ise suç isnadı olduğu ve bu nedenle düşünce-ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemesi gerektiğidir.
Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Türk Ceza Kanunu'nun 301. maddesinin değiştirilmesini isteyenler için ilginç bir değerlendirmede bulundu.
Konuyu tartışanların 301. maddeyi doğru dürüst okumadığını ifade eden Çiçek, Yorum yapanların önemli bir kısmı okumamıştır bile. Birçoğu 301'i sadece kapı numarası sanıyor." dedi. Bakan, bu maddeye ilişkin yapılacak değişikliklerin toplumda ne tür yansımalara yol açacağının da bilinmediğini söyledi. Kayseri Barosu ve Uluslararası Avukatlar Birliği tarafından düzenlenen istişare toplantısına katılan Çiçek, gazetecilerin sorularını cevapladı. Salı günü 30'le ilgili geniş bir değerlendirme yapacaklarını belirten Çiçek, bu toplantıdan sonra herkesin bilgi sahibi olarak yorum yapacağını kaydetti. Konunun ayaküstü konuşulmaması gerektiğini anlatan Çiçek, "Yasa, Türk insanını ilgilendiriyor. Avrupa Birliği (AB) ağzıyla yorumlamak konuyu kavrayamamaktır."yorumunu yaptı. Cemil Çiçek, Türkiye#8217;nin her düzenlemeyi, ülkesi için yaptığını, bunu AB#8217;ye bağlamanın yanlış olacağını da belirtti.
301. maddenin kaldırılması gibi bir icraat yersiz ve gereksiz bir uygulama olacaktır..Vatanını aşagılayan bir birey zaten vatana hayılı değildir.Mutlak bir müeyyidesi olması son derece yerindedir.
Öğlen haberlerde izledim (Kelimeler birebir aynı olmayabilir, aklımda kalanları aktarıyorum) ;
Türk Profesör : Ben Türkiye'de bir üniversitede öğretim üyesiyim, profesörüm. Fransa'da davetli olduğum bir konferansa katılacağım ve orada soykırım yapmadık diyeceğim, beni de içeri atacaklar mı?
Rehn : Her ülkenin soykırım konusunda farklı mevzuatları var, buna müdahale edemeyiz. (Türkiye'yi bağımsız bir ülke olarak görmüyorlar anlaşılan!!)
Türk gazeteci : Bazı AB ülkelerinin kanunlar çıkararak soykırım yapılmadı diyene ceza vermesi düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmiyorken neden 301. madde bu kadar tartışılıyor ve konuşuluyor?
Rehn : Sizdeki durum farklı, Türklük gibi genel bir kavram kullanılıyor, biz İngilizliği, Britanyalılığı korumak gibi bir kavramdan bahsetmiyoruz. (Soykırım konusuna hiç girmiyor tabi!!!)
Evet 301. maddeyi değiştirelim. Ne kadar çağdışı bir madde öyle dğeil mi. Hatta Avrupa Birliğine uyum sağlamak için bir an önce Ermnei soykırımını da tanımalıyız. Ardından Ermeni soykırımı yoktur diyenlere hapis cezaları vermeliyiz.
Türklüğü aşağılamayanları cezalandırmalıyız. Türklük neki? Türkler zaten tarih boyunca mezalim yapmış. Taa Ortaasyadan gelmişiz. Bu vatan bizim de değil.
Hemen tüm çağdaş ülkelerden özür dilemeli ve pılımızı pırtımızı toplayıp gitmeliyiz.
( Bu arada umarım Avrupa bu yazıları okur ve bir dahaki sene nobeli de bana verirler. Yeterli gelmediyse bana çıtlatın. Daha fazlasını da söyleyebilirim.)
Siz sıranızı bekleyin Sayın alisinkay, sırada Elif Şafak var...
Büyük tartışmalara neden olan Baba ve Piç adlı kitabın yazarı Elif Şafak CNN Türk'te katıldığı canlı yayında Fransa'nın Ermeni soykırımını inkar edenlere karşı ceza öngören teklifi kabul etmesini yorumladı:
"Tepkilerde aşırıya gidersek durum daha da vahim olur. Sonuç düşündürücü ama farklı konuşanlar da var. Bunlar gözardı edilmesin. Ne yapmaktan ziyade neyi yapmamayı konuşmalıyız. Kısasa kısas yapmak çok tehlikeli olabilir. Tepkilerde aşırıya kaçmayalım.
Birbirimizi dinlemeliyiz. Empati yapmalıyız. Sivil toplum kuruluşların sesini çıkarması gerekli. 301 nasıl eleştiriliyorsa bu yasa da eleştirilmeli. Edebiyat çevrelerinde Türkiye AB'ye yaklaştıkça karşıt görüşlerin bir refleksi var."
haber3.com
Gözlerim yaşardı; tartışmaya izin vermiş hanımefedileri...
Elif Şafak'a ''uluslararası gazetecilik'' ödülü !
İtalya'da aralarında Corriere della Sera gazetesinin de yer aldığı önemli süreli yayınların yayıncısı RCS grubu, uluslararası gazetecilik dalında Türk yazar Elif Şafak'ı da ödüle layık gördü.
19 Kasım 2001'de Afganistan'da yaşamını yitirmiş olan Corriere della Sera muhabiri Maria Grazia Cutuli'nin adına dağıtılmakta olan ödüllerin bu yılki sahipleri de belli oldu.
Milano'da bugün düzenlenen basın toplantısında, "uluslararası gazetecilik" dalında Elif Şafak ve RAİ3 Televizyonu muhabiri Giovanna Botteri'nin ödüllendirilmesinin uygun görüldüğü açıklandı.
Ödüller, Cutuni'nin mezarının bulunduğu Sicilya adasındaki Catania'ya bağlı Santa Venerina beldesinde 18 kasımda düzenlenecek törenle sahiplerine verilecek.
Milano'da Corriere della Sera gazetesinin Montanelli Salonu'nda, gazetenin genel yayın yönetmeni Polo Mieli ve RCS Genel Müdürü Antonello Perriceno tarafından düzenlenen basın toplantısında, Türkiye'de iki gazetede köşe yazarlığı yapan, Berliner Zeitung, Washington Post ve Wall Street Journal'de de makaleleri yayımlanan Elif Şafak'ın da ödüle layık görüldüğü duyuruldu.
Basın toplantısında, Elif Şafak'ın "Baba ve Piç" romanı nedeniyle Türkiye'de 301. maddeden yargılananlar arasında yer aldığına da dikkat çekildi.
Kaynak : Anadolu Ajansı
Elin kızı memlekette ismini duyurmadan uluslararası oluyor, iyi ki 301 var da biz de madenlerimizin farkına varıyoruz.
301 MESELESİ, YENİDEN GÜNDEMDE...
Bugün yapılan resmi (!) açıklamaya göre; """301'in kaldırılması mümkün değil; ancak değişikliğe sıcak bakılıyor"""...
Adalet Bakanlığı; TBB'den ve diğer STK'larından bu konuda görüş istiyor. Yani; eski 159. madde olan 301; 2002'den bu yana 4 kere (80 yılda toplam 8 kez) değiştirildiği yetmedi; şimdi bir kere daha değiştirilecek (nedense?)
Benim kişisel teklifim şudur:
"""T.C. vatandaşları, bu suçtan ötürü yargılanamaz"""
şeklinde bir ibâre eklensin.
Bunun faydaları şöyle:
1. Yasa değiştirilmiş oluyor;
2. Yasa, kaldırılmamış da oluyor;
3. Hiçbir T.C. vatandaşı, bu Yasa'dan dolayı yargılanmayacak;
4. Gerçekten böyle bir eylemi işleyecek olanlar (ve hâli hazırda işleyenler), bu Yasa'dan dolayı cezalandırılabilecekler (örnek mi; Irak -sözde- Başbakanı; AB Direktörleri; çeşitli ABD vatandaşları, vs. ...)
Bence, her şeye "cuk" oturuyor.
Ne dersiniz???
301. maddeyi kaldırın ya da değiştirin”
Nedir bu 301. Madde 301
(1) Türklüğü, Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisini alenen aşağılayan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini, Devletin yargı organlarını, askerî veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır.
(4) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.”
Esasen dikkatlice incelendiğinde 301. madde Türkiye Cumhuriyeti’nin olmazsa olmaz kurumlarını alenen aşağılanmasına müsaade etmediğini, ama eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamalarına ise müsaade ettiğini görüyoruz.
Yani mevcut haliyle madde, alenen aşağılamadığı müddetçe ifade özgürlüğüne engel teşkil etmemektedir. Avrupa ülkelerinin, de durum nasıldır?
"Örneğin İtalyan ceza kanununda, ’Her kim Cumhuriyeti, parlamentoyu veya ikisinden birini veya hükümeti veya Anayasa Mahkemesini veya yargı gücünü alenen aşağılarsa 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası öngörülür’ diyor.
Polonya’da ’her kim Polonya halkını, Polonya cumhuriyetini alenen aşağılarsa 1 yıldan 3 yıla kadar’ diyor. Geçiyoruz İspanya’ya... İspanya ceza kanunu madde
543... ’İspanyayı, özerk bölgelerini veya simge ve amblemlerini sözle ya da
yazıyla veya eylemle alenen aşağılar, küçük düşürürse ona 2 aya kadar hapis cezası’ öngörüyor. Geçiyoruz Almanya’ya, ’her kim aleni olarak bir toplantıda Almanya Federal Cumhuriyetini, eyaletlerden birini, onun anayasal düzenini söverse, milli marşını, bayrağını, armasını ve kötü niyetli olarak küçük düşürecek olursa 1 yıldan 3 yıla kadar’... Geçiyorsunuz Danimarka’ya, Danimarka da da aynı şey var, hatta Danimarka ceza kanununda diyor ki milletleri, toptan almışlar yani ’AB ülkelerinin tamamını ya da milletlerini ya da Avrupa Parlamentosu’nu alenen aşağılarsa 2 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılıyor’ diyor.
301 madde benzeri yasalar, sadece Türkiye'de değil pek çok ülkede bulunmaktadır.Siz, vatanınızı, devletinizi, milletinizi kanunlarla, hukukla, meşru güçlerle koruyamazsanız, durumdan vazife çıkaran birileri, başka türlü korumaya kalkışırBu ülkeye yazık olur. Bu devlete yazık olur
Aşağılama ve hakaret bütün ülkelerin Ceza Yasaları'nda suçtur. Aşağılama ve hakaretin gerçek kişilere, Kurum ve Kuruluşlara, milli değerlere yöneltilmesi birşey değiştirmez.
TCK 301 madde temelde düşünceyi suç olarak görmemekte, eleştiri sınırları içerisinde kalan düşünce açıklamaları 301/4 suç kapsamında değerlendirilmemektedir.
Uygulamada düşüncenin ne şekilde açıklanmasının eleştiri, ne şekilde açıklanmasının aşağılama ve hakarete girdiği yoruma açık olduğundan dava açılması konusunda bazen kantarın topuzu kaçabilmektedir.
Hoşgörü ve mutabakat, Anayasa'nın değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek maddelerine içten bağlılık, ırkı, dini, dili ne olursa olsun, Milli Misak çerçevesinde birarada kardeşçe, huzur içerisinde yaşama arzusu, demokrasi bilinci ve sorumluluğu toplumumuzda geliştiği ve yerleştiği noktada bu uygulama sorunları da ortadan kalkacaktır. Sorun yukarıda bahsettiğim düşüncelere sahip olmayanların, amaçlarına ulaşabilmek için yasa sınırlarını zorlamaları, bir ucundan tırtıklamaya çalışmaları, diğer yanda da bir grubun dava açma işgüzarlığına düşerek, farkında olmadan karşı tarafın elini güçlendirmeleri sorunudur.
Sonuç olarak 301. madde aynen korunabilir, önemli olan kafaların değişmesidir.
Önceki mesajımdan alıntıdır.
Size aynen katılıyorum Ergün Bey...
Selamlar,
TCK’nın 301’inci maddesi konusunda hükümet, maddede değişiklik yapmaya karar verdi.
TCK’nın 301’inci maddesi konusunda devam eden uzun tartışmaların ardından hükümet, maddede değişiklik yapmaya karar verdi.
301’inci madde konusunda Agos Gazetesi yazarı Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından başlayan tartışmalar sonrası maddeye ilişkin hükümet adına ilk açıklamayı Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, ABD’deki temaslarının ardından yaptı. Gül, 301’de değişikliğe gidileceğini bildirdi.
Dışişleri Bakanı Gül’ün ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da nasıl bir tutum izleyeceklerini ilk kez parti yöneticilerine iletti. Başbakan Erdoğan, AKP MKYK toplantısında Hrant Dink cinayeti ve sonrasındaki gelişmeleri değerlendirirken, 301’inci maddede değişikliğe gidceklerinin ve bu konuda bir düzenleme yapılacağının mesajını ilk kez verdi. 301’inci maddenin tamamen kaldırılmasına ksinlikle karşı olduklarını ve böyle bir durumun gündemlerinde olmadığını belirten Erdoğan, söz konusu maddede değişikliğe hazır olduklarını, değişikliğin de bir süredir sivil toplum kuruluşları tarafından yürütülen çalışmalar sonucu açıklanan mutabakat paralelinde olabileceğini belirtti. Erdoğan, sivil toplum kuruluşları arasında oluşan en geniş mutabakat doğrultusunda hükümet içinde bir çalışma yapılarak konunun Meclis gündemine getirileceği mesajını verdi.
Değişiklik için tarih ve kesin sınırları olan bir tanım yapmamasına karşın Başbakan Erdoğan’ın verdiği bilgiye göre hükümetin yapmayı öngördüğü değişikliğin sivil toplum kuruluşlarınca açıklanan "aşağılama" kavramının değiştirilmesi ve suçun ihlali halinde verilen cezanın üst sınırın indirilmesinden oluştuğu öğrenildi.
Bu arada AKP yöntiminde, hükümet içinde sivil toplum kuruluşlarının önerileri doğrultusunda yapılacak çalışmanın ardından ortak bir düzenleme olması amacıyla CHP’nin de mutabakatının aranması planlanıyor.
haber3.com
İstanbul Bağımsız Milletvekili Zülfü Livaneli’nin yasa teklifi uzmanlar tarafından tartışılıyor
AKP yönetimi ve hükümet 301. madde değişikliği konusunda nihai kararını önümüzdeki hafta alacak. Hrant Dink cinayetinden sonra sivil toplum kuruluşlarından gelen Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesinin, eski kanunun 159. maddesine dönüştürülmesi önerisine sıcak bakmayan AKP nihai karar için İstanbul Bağımsız Milletvekili Zülfü Livaneli’nin yasa teklifini mercek altına aldı.
TEKLİFİ 2005’TE YAPMIŞTI
Livaneli, 30 Kasım 2005’de TCK’nın 301. maddesinin 1. ve 3. fıkralarının değiştirilmesi için teklif vermişti. O dönem Livaneli’nin görüştüğü Adalet Bakanı Cemil Çiçek ile CHP’nin “sıcak baktığı” ancak daha sonra üzerinde görüşülmeyerek askıya alınan teklifte “Türklüğü” ifadesi yerine “Türk ulusu” ifadesinin getirilmesini öngörülüyor.
Teklifin gerekçesinde, “Türklük” kavramından kastedilenin “Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasınlar Türklere has müşterek kültürün ortaya çıkardığı ortak varlık olduğu” belirtilerek bunun bir ırkı ve etnisiteyi esas aldığı izlenimi yarattığına dikkat çekiliyor. Livaneli, teklifinde bu ifade yerine Anayasa’nın 66. maddesindeki vatandaşlık bağını esas alan “Türk ulusu” kavramının kullanılmasının daha doğru olacağını belirtiyor.
Gerekçesinde ise şöyle deniyor: Değişiklik olumsuz bir sonuç yaratmayacaktır, çünkü eski TCK’daki 312. maddenin karşılığı olan 216. maddedeki “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” düzenlemesine göre bir ırk olarak Türkleri aşağılayanlar zaten ceza alabilecektir. Bu suç tipinin ifade özgürlüğü ile yakından ilgisinin bulunması ve AİHM’in içtihatları göz önünde tutulduğunda, suçun koruduğu hukuki yararın sınırlarının oldukça net bir biçimde ve ihlal etmeyecek şekilde çizilmesi gerekmektedir.
MADDE ŞÖYLE DİYOR:
Madde 301- (1) Türklüğü, Cumhuriyeti veya TBMM’ni alenen aşağılayan kişi, 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır.
ÖNERİ İSE ŞÖYLE
Livaneli’nin önerisi kabul edilirse maddenin 2 ve 4. fıkraları aynı kalacak, ancak 1. ve 3. fıkraları şöyle değişecek:
Madde 301 - (1) Türk ulusunu, Cumhuriyeti veya TBMM’ni alenen aşağılayan kişi, 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Türk Ulusunu aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır.
STK’LARIN ÖNERİSİ NEYDİ?
Sivil toplum örgütlerinin önerdiği yeni 301, eski TCK’da bu suçun karşılığı olan 159. maddenin neredeyse aynısı. Sivil toplum kuruluşlarının önerisindeki en radikal unsur 1. maddedeki “aşağılama” ifadesi yerine “tahkir (hakaret) ve tezyif (küçümseme, alaya alma)” ifadesinin konulması oldu. Hrant Dink davasında eski TCK’nın 159. maddesi ile yeni TCK’nın 301. maddesi birlikte değerlendirilmişti.
Vatan
Tartışmalı 301'inci maddeden 21 ayda 12 kişi hüküm giydi, 18 dava halen devam ediyor...
CHP'nin 'virgülünün bile' değişmesine karşı çıktığı, AKP'ninse henüz net bir öneri ortaya koyamadığı Türk Ceza Kanunu'nun (TCK), 301. maddesi uygulandığı 21 aylık dönemde en az 12 kişinin hüküm giymesine neden oldu. 301'den açılmış 18 dava devam ediyor.
'Türklüğü, TBMM'yi, hükümeti aşağılama ve hakaret' suçlamalarını düzenleyen TCK'nın 301. maddesinden 2007'nin ilk mahkûmu avukat İbrahim Güçlü oldu. Kürd-Der sözcüsü Güçlü, 'Türklüğü, askeri veya emniyet teşkilatını alenen aşağıladığı' gerekçesiyle 1.5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme cezayı ertelemedi.
Aydın Engin'e soruşturma
301. maddenin en yeni kurbanı AGOS gazetesi yazarı Aydın Engin oldu. AGOS'taki yazısında, 'Yolumu Paris'e düşürüp, 'Ermeni soykırımı olmamıştır' demek; ardından Türkiye'ye dönüp 'Ermenilere soykırım uygulanmıştır' demek gibi planlarım var' dediği için hakkında TCK'nin 301. maddesinden soruşturma açılan Engin, dün ifade verdi. Engin, 5 Ocak'ta yayımlanan 'Yeniyıl Yazısı Gibi' başlıklı yazısı sonrasında avukat Kemal Kerinçsiz'in ekibindeki Recep Akkuş'un 9 Ocak'taki suç duyurusu üzerine dün Şişli Savcılığı'na geldi. Savcılıkta yarım saat ifade veren Engin, çıkışta, savcılığın bu suç duyurusunu ciddiye almasına üzgündü:
"Savcılığın, suç duyurusunu okuduktan sonra çöpe atması gerekirdi. Suç olmadığı aşikâr bir yazı. Buna rağmen savcılık, bu ihbarcılığı meslek haline getirmiş bir grubun üyesi olduğunu tahmin ettiğim kişinin duyurusunu kabul etti. Bir gazeteciye soruşturma açılması, utanç verici. Bu, trajik bir durum: Şu anda Bakanlar Kurulu 301. maddenin değiştirilmesini de içeren bir gündemle toplantı halinde ve ben, Şişli Adliyesi'nde 301'i ihlal ettiğim için ifade veriyorum."
Yazar Ümit Fırat, gazeteci Ertuğrul Mavioğlu, Hazer-Sen MYK üyesi Mehmet Demir ve Uluslararası Af Örgütü'nden Özlem Dalkıran da Engin'e destek verdi.
Hükümetin harekete geçmek için başlangıçta 'uygulama önemli' yaklaşımıyla izlediği 301 yolculuğunda şimdiye kadar verilen mahkûmiyetler İnsan Hakları Ortak Platformu'nun elde ettiği verilere göre şöyle:
Öldürülen AGOS Yayın Yönetmeni Hrant Dink, Türklüğe hakaretten altı ay hapis cezasına çarptırıldı.
'Yeni Dünya İçin Çağrı' ve 'Güney' dergilerinin sorumlu müdürü Aziz Özer, 301'den yargılandığı üç ayrı davanın ikisinde altışar ay hapis, birinde 720 YTL para cezasına çarptırıldı.
'TSK'nın manevi şahsiyetine hakaret ettiği' iddasıyla yargılanan İHD İstanbul Şubesi Başkanı Eren Keskin 10 ay hapse mahkûm edildi.
'Yeni Dünya İçin Çağrı' dergisine Ermeni sorunuyla ilgili yazı gönderen Erkan Akay, bir yıl hapis cezası aldı.
Yayıncı Fatih Taş, 'Cumhuriyet'i aşağılamak'tan altı ay hapis aldı.
Eğitim-Sen Tunceli Şube Başkanı Hanefi Bekmezci, "Askeri kuvvetleri aşağıladığı" gerekçesiyle altı ay hapis cezasına mahkûm oldu.
Sendikacı Hüseyin Ser, Munzur Festivali'nin ertelenmesini eleştiren ortak bildiri nedeniyle altı ay hapis cezası aldı.
DTP Erzincan İl Başkanı Hüseyin Bektaşoğlu, Emniyet'i aşağıladığı gerekçesiyle bir yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Yazar Mustafa Balbal, 'Ararat'taki Esir Generalden Kan Çiçekleri' adlı kitabında güvenlik kuvvetlerini aşağıladığı için 10 ay hapis cezasına mahkûm edildi.
Radyocu Ejder Öziç, Irak'a asker göndermeyi eleştirdiği için altı ay hapis aldı.
Gazeteci Zülküf Kısanak, kitabında Cumhuriyet'i aşağıladığı gerekçesiyle beş ay hapis cezasına çarptırıldı.
Onlar hâlâ mahkemede
Süren 301 davalarıysa şöyle:
Gazeteci Abdurrahman Dilipak: TSK'nın manevi şahsiyetini tahkir.
Yazar Murat Coşkun ile yayıncı Ahmet Önal: Askeri kuvvetleri aşağılama.
Doz Yayınevi editörü Ali Rıza Vural: Cumhuriyet'i aşağılayan kitap yayımlama.
Tempo dergisinden Enis Mazhar Tayman, sorumlu yazıişleri müdürü Neval Barlas ve Kürd-Der yöneticisi İbrahim Güçlü: Türklüğü aşağılama.
Erhan Kara: Bir sergideki kolajda Başbakan'ı aşağılama.
Erol Özkoray: Askeri aşağılama.
Gazeteci Ersen Korkmaz-Necmettin Salaz: Hükümeti aşağılama
Ferhat Tunç: Adliyeyi aşağılama.
Yazar Faruk Çakır: Askeri aşağılama.
Yazar İsmail Beşikçi, gazeteci ve yayıncılar Mehmet Ali İzmir ve Ferzende Kaya: Askeriyeyi aşağılama.
Ahmet Şah Ayaz, Murat Ayaz: Bir gazetede devletin vergi politikalarını eleştiren yazıda devlet kurumlarını aşağılama.
Yazar Murat Pabuç: Yaptığı bir konuşmayla askerleri aşağılama.
Yazar Osman Tiftikçi-Yayıncı Sırrı Öztürk: Orduyu aşağılama.
Yazar-Yayıncı Ragıp Zarakolu: Türklüğü aşağılama dolayısıyla iki ayrı dava.
Gazeteci Serhat İncirli: İki yazısında Türklüğü aşağılama.
Gazeteci Sinan Kara: Bir gazetedeki yazısında askerleri aşağılama.
Tuncay Özkan-Cüneyt Arcayürek-Adnan Bulut: KanalTürk TV'de yayımlanan programda askerleri aşağılama.
Öneri çok ama AKP oyalıyor
301. maddenin mevcut hali şöyle: "Türklüğü, Cumhuriyet'i veya TBMM'yi alenen aşağılayan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Türkiye Cumhuriyeti hükümetini, devletin yargı organlarını, askeri veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır. Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz."
Maddeyle ilgili değişiklik önerileri şöyle:
Basın Konseyi: 'Türklük' ifadesi yerine 'Türk Ulusu' denilsin.
'Aşağılamak' yerine 'hakaret' kullanılsın. Eski TCK'daki gibi 'Türklüğe hakaret' suçlarında Adalet Bakanı'nın izniyle soruşturma açılsın. Maddeyle verilen cezaların alt ve üst sınırları indirilsin.
Erdoğan'ın çağrısıyla bir araya gelen dokuz sivil toplum örgütü: 'Türklük' tanımı korunsun. 'Aşağılama' ifadesi, 'tahkir ve tezyif' diye değiştirilsin. Suçu işleyenlere tek ve aynı ceza verilsin. Mevcut maddedeki ceza bir yıl azaltılsın. Suçun yurtdışında işlenmiş olması cezayı ağırlaştırıcı sebep sayılmasın.
Yargıç ve Savcılar Birliği: 'Türklük kavramı'ndan ne anlaşılması gerektiği Anayasa gözetilerek bir fıkra halinde yasaya eklensin.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC): 'Türklük' kavramının yerine vatandaşlık bağını ifade edecek şekilde 'Türk milleti' ifadesi,
'aşağılama' sözcüğü yerine de tahkiri ifade eden 'hakaret' sözcüğü konulsun.
Radikal
İsmet DEMİRDÖĞEN
''Biz hakarete karşıyız''
CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, aşağılamanın ifade özgürlüğünün bir unsuru olmadığını söyleyerek, ''Biz aşağılamaya, hakarete karşıyız. Kurucularından devraldığımız bu cumhuriyete, bu memlekete hiç kimsenin hakaret etmesine izin vermeyiz'' dedi.
Tüm Öğretim Üyeleri Derneği (TÜMÖD) tarafından düzenlenen, ''Hakaret Suçu ve 301. Madde'' panelinde konuşan Öymen, 301. maddenin eleştiriyi değil aşağılamayı yasakladığını, aşağılamanın da ifade özgürlüğünün bir unsuru olmadığını kaydederek, ''aşağılama hürriyeti diye bir şey yoktur'' diye konuştu.
Aşağılama ve ifade özgürlüğünün bazı durumlarda birbirlerine karıştırıldığını dile getiren Öymen, bunun nedeninin çağdaş hukuk ve yargı zihniyetinin tam olarak yerleşmemesi olduğunu anlattı.
301. maddenin kaldırılmasına karşı çıktıkları için görüşlerinin, düşünce özgürlüğünü daraltıcı, kısıtlayıcı, bir görüş olarak görülmemesini isteyen Öymen, dışarıdan gelen baskılara karşı konulamadığını, asıl tartışılması gerekenlerin tartışılmadığını iddia etti.
Öymen, ''Yabancıların borazanlığı yapılarak bu ülke çağdaşlaştırılamaz. Bu memleketi küçültme çabalarına fırsat verecek değiliz'' diye konuştu.
Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, panelde, hukuki gibi görünse de siyasi bir sorunun tartışıldığını dile getirerek, 301. maddenin kaldırılması tartışmalarıyla ''tehlikeli adımlar'' atıldığını savundu.
Kanadoğlu, ''301. maddenin ifade özgürlüğünü önleyici niteliği ortaya sürülerek, ulus devleti meydana getiren yapımızın, zaten alt kimlik-üst kimlik tartışmaları içerisinde zedelenen birliğini ortadan kaldırmak ve ulus devletin her türlü saldırıya açık hale gelmesini sağlamak amaçlanmaktadır'' diye konuştu.
Her ülkenin kendi gereksinime göre yasa yaptığını söyleyen Kanadoğlu, ''301. maddenin kaldırılmasını istemek ulus devletin yıpratılmasını talep etmekten başka bir şey değildir'' dedi.
haber3.com
Ben hukukçu değilim. Sıradan vatandaşım. Bence 301 kesinilikle kalkmamalı hatta içeriği dahada genişletilmeli.Sırf Türklüğü değil Anadoluda yaşayan diğer ırklarıda kapsamalı. Yok Türklükten T.C vatandaşlığı kast ediliyorsa onu bilemem.Yani nasıl bir Ermeninin veya Rumun veya Kürdün beni aşağılamaya hakkı yoksa beninde onları aşağılamaya hakkım olmamalı..Siz <<Ermeni tohumu,Rum dölü,Gavur>> gibi kelimeleri kullananlar için bir şikayet konusu veya bir dava konusu olduğuna şahit oldunuzmu?? ben olmadım.saygılar.
Ey ırkım sen bir zaman
Avrupa'yı titreten
İstanbul'u fetheden
Fatihlere maliktin
Ateş saçan sahralarda harbeden
Cenğavere sahiptin
Bir zamanlar Avrupa
Cehl içinde yüzerken
Yine sen ey ırkım
İlm-i vakte asina
Alimlere maliktin
Neden bugün Avrupa
Sana meydan okusun
Neden bugün
O cehalet yuvası
Sana ilim öğretsin.
, 15 Mayıs 1331 (28 Mayıs 1915)
Nazım Hikmet
Elif şafak Orhan pamuklar okusun ders alırlar belki?
Bu maddenin kaldırılmasıyla her önüne gelen anarşist ya da bölücü herhangi kesimler, alırlar ellerine kalemi ve başlarlar içerisinde yaşadığı,ekmek yediği ülkesi hakkında aşağılayıcı ve hakaret unsuru taşıyan düşüncelerini yazmaya.Ülke dışında yaşayan ve türklüğü aşağılayan türklerin cezalarının ise üçte bir yerine,üçte iki arttırılması taraftarıyım.
Bu yüzden 301'in kapsamının daha da genişletilmesinde fayda var.
Bu forumda Elif Şafak'ın "Baba ve Piç" romanından bazı bölümleri önceki mesajımda alıntılamıştım. Alıntılanan bölümden bir kısmı aşağıdadır.
Bu konuda yeni bigi ve belgelere ulaştım. Bunu sizlere de aktarmak istiyorum. 5 Ocak Adana'nın Kurtuluş Günü'dür. Ulaştığım belge oldukça uzun , birden çok ileti ile aktaracağım. Elif Şafak 1909 Adana Katliamı'ndan bahsetmiş, belgede 1922 'ye (Adana'nın kurtuluş yılı) kadarki dönem işgal dönemi mevcut... Bana ilginç gelen Elif Şafak'ın romanına göre katliam yapıldığı iddia edilen bir halkın 10 yıldan az zaman sonra, yerli halka Fransızlar desteğinde katliam yapacak kadar palazlanabilmesi... Önce 1909 olaylarına Adana Fen Lisesi'nin tarihçesinden bakalım:Alıntı:
185.sayfa ve 186.sayfa ;
"..... 1909 Adana katliamlarından ya da 1915 tehcirinden ...Bunlar sana bir şey hatırlattı mı ? Ermeni soykırımı diye bir şey duymadın mı? Hiç?..."
Harun Gür Notu: Yazar Hanım kitabında Adana 1909 katliamından bahsetmiş. Yanlış hatırlamıyorsam Yenice - Adana arasında, eski ismi Yeşiloba, yeni ismi sanırım Şehitlik olan (tam tersi de olabilir, Abbas Bey Adanalı olması nedeniyle daha iyi bilir) küçük bir tren istasyonu bulunan bir belde vardır. İstasyon Binası'nın, Adana'nın Fransız işgali esnasında, işbirlikçi Ermeni çetelerince (Bu çetecilerin, çocukları ve torunları dahil, iyiniyetli tüm Ermeni vatandaşlarımızı tenzih ederim) ne amaçla kullanıldığını, nasıl bir vahşete sahne olduğunu yolu düşenler gitsin öğrensin..."
"Osmanlı ülkesinin geleceği üzerinde kara bulutların dolaştığı 1909 yılı Mart ayı sonlarında başkent İstanbul ve diğer Anadolu kentlerinde Türkler ve Ermeniler arasında gerilim ve çatışma ortamı giderek çatışmaya ve kanlı bir iç savaşa dönüşmek üzere idi. Tarihi belgelerde “31 Mart Vakası” olarak yazılan ama miladi 13 nisan 1909 yılında gerçekleşen olaylar sonrasında istanbul’da “irtica isteriz” diyen gruplara karşı Selanik’ten gelen Hareket Ordusu'nun müdahalesi sonucu sıkıyönetim ilan edilmiş, tutuklama ve yargılamalar başlamıştı. 14 Nisan 1909 günü Adana şehrinde iki Türk Ermenilerin açtığı ateş sonucu öldürüldü. Türkler olayları Valiliğe şikayet etmek üzere toplandıklarında Ermeni mahallesinden yaylım ateşi ile karşılaştılar. Olaylar kısa zamanda kontrolden çıktı. Türk ve Ermeni mahalleleri arasında çatışmalar devam etti.İngiltere’nin Adana Konsolosu Doughty Wylie ile Türk ve Ermeni ileri gelenlerinin araya girmesi sonucu olaylar yatışır gibi oldu.
Ancak 25 nisan günü Seyhan nehri kıyısındaki Kumluk semtine yerleşen Türk askerleri üzerine Ermeni Kilisesi'nden makinalı tüfek atışı yapılması ve askerlerden ölenlerin olması üzerine “iç savaş” patlak verdi. Mayıs 1909 başlarına kadar süren savaş sonrası Adana şehrinde Türk ve Ermenilerden binlerce insan öldü. Olayların çıkmasına neden olan Ermeni komitacı Muşeg Adana’dan kaçtı, Mısır’a gitti. Geride yanmış yıkılmış enkaz haline gelmiş bir şehir ve yakınlarını kaybetmiş yüzlerce Ermeni ve Türk yetim çocuklar vardı.
Olaylardan sonra Cemal Paşa,vali olarak Adana’ya geldi. İç savaşın yaralarını sarmak gerekiyordu. Osmanlı Hükümeti 10 bin altın lira yardım yaptı. İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesi'nin de okul yapımına yardımcı olması üzerine Kuzey Avrupa ülkelerine özgü mimarisiyle Ermeni yetim kız çocukları için “Dar-ül-eytam mektebi” adındaki bir okulun açılmasına karar verildi. Şehrin kuzeyinde Bağlarbaşı semtinde okulun yapım işlerine başlandı. Cemal Paşa’nın yakın ilgisi sonucu okulun yapımı kısa sürede bitirildi. Okulun eğitim malzemelerinin önemli bir kısmı Fransa’dan geldi. Adana Fen Lisesi’nin tarihi taş binasının yapılış hikayesi böyle başladı. Taş binanın yapım tarihi olarak 1909/10 yılları esas alınabilir."