-
Linç
İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, Lübnana asker göndermeye hayır pankartı açan gençlerin halk tarafından linç edilme girişimini onaylamıştı.
İzmir' de bir bayan diş hekimini öldüren ve bir avukata bürosunda saldıran Rahşan defolusu tecavüzcüye cezaevinde linç girişimi yapılmasının ardından da bu kez linç nihayet gerçekleşti, hem de bir camide.
"Fatih'te İsmailağa Camii'nin emekli imamı Bayram Ali Öztürk bıçaklanarak öldürüldü. Öztürk'ü bıçaklayan kişi ise linç edilerek öldürdüldü.
Alınan bilgiye göre, Kocatepe Mahallesi'ndeki İsmailağa Camii'nde sabah namazı sonrası yapılan sohbet sırasında, Mustafa Erdal (27), caminin emekli imamı Bayram Ali Öztürk'e (54) bıçakla saldırdı. Öztürk'ü kalbinden bıçaklayan saldırgan, camideki cemaat tarafından linç edilerek öldürüldü.
Bayram Ali Öztürk de, ağır yaralı olarak kaldırıldığı Medical Park Hastanesinde hayatını kaybetti."
-
Birden çok insanın adaleti sağlama amacıyla yanlış birşey yaptığı düşünülen bireyi cezalandırmak amacıyla yaralamaları veya öldürmeleri olarak tanımlanıyor anladığım kadarıyla linç. Hukukcu arakadaşlar eminim bu konuda geniş kaynaklara ve bilgiye sahiptir. Ancak internet aracılığıyla hiçbir kaynağa ulaşamadım Türkçe sitelerde. İngilizce yaptığım taramalarda ise "linç" kavramının 1800' lü yıllarda Virjinya'da Afrika kökenli Amerikalıların suç işlemesi durumunda ortaya çıkan şiddeti tanımlamak için kullanıldığını farkettim.
Eğer okuduklarımdan yanlış bir çıkarımda bulunmadıysam aslında bu bizim toplulumuza sonradan giren bir şiddet tipi.
Böyle bir eyleme katılan insanların şiddet eğilimi olduğu açık. Ancak bunu destekleyenlere, övenlere ne demeli?
-
Siyasetçi, sosyolog, psikolog ve sivil toplumcular son günlerde yaşanan linç olaylarını değerlendirdi. İşte tespitleri: Bu olaylar uzun yılların birikimi. Türkiye'yi bu günlere yoksulluk, sen-ben ayrımı ve yöneticilerin linci alenen onaylaması getirdi.
Türkiye son günlerde "linç" sözcüğünü çok sık duyar oldu. İstanbul'daki 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamalarında Lübnan'a asker gönderilmesini protesto eden öğrencilerin açtığı pankart, linç girişimine neden oldu. Bu olayın hemen ardından İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah'ın, "Gerekli ve güzel bir tepki" sözleri tartışma yarattı. Türkiye'de linç kültürü mü oluşuyordu? Türk halkı her zamankinden daha tepkili ve öfkeli miydi? İnsanları galeyana getiren linç edilmek istenen kişiler miydi yoksa sorunlar mı? Siyasetçi, psikolog, sosyolog ve sivil toplum kuruluşu üyeleri bu soruları yanıtladı:
OTORİTELER ŞİDDETİ DESTEKLERSE LİNÇ KÜLTÜRÜ GELİŞİR
(Prof. Dr. Arus Yumal Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Bşk.)
"Şiddet kültürünün yaygın olduğu toplumlarda şiddeti olumlayan, yüceleyen ve hatta kutsayan toplumlarda linç kültürü kendisine beslenecek toprak bulur. Türkiye de dayağın cennetten çıkma olduğunu söyleyen bir ülkedir. Biz kendimizinkinden başka fikirlere açık olmayan, farklı görüşleri ve davranışları kaldıramayan ve bunları yok etmek için şiddete başvuran bir toplumuz. Medya ve söylem araçlarını elinde bulunduran ya da bunlara kolay erişen politikacılar ve fikir önderleri bu kültürün gelişmesinde önemli rol oynuyor. Ülkemizde şiddetin her türlüsüne karşı olmak yerine milliyetçilik, namus, din gibi motiflerle şiddetin bazı şekillerini meşru gören bir anlayış hakimdir. Yani "Kurşun atan da kurşun yiyen de kahramandır" anlayışını topluma empoze eden söylemlerle, Celalettin Cerrah'ın sözleri, zaten en küçük provokasyonda şiddete meyilli olan kitleleri anında harekete geçirebiliyor. Bu da linç kültürünün Türkiye'de nasıl bu hale geldiğini iyi açıklıyor. Şiddetin iletişim biçimi olarak benimsendiği toplumlarda eğer bunlar otoriteler tarafından da açık ya da gizli olarak destekleniyorsa linç kültürünün gelişmesi olasıdır. İnsanlar bir toplumsal cezalandırma yoluna gitmek istiyor.
İYİ OLDU DEMEK, YİNE LİNÇ EDEBİLİRSİNİZ DEMEKTİR
(Prof. Dr. Kemal Arıkan, Cerrahpaşa Tıp Fak. Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi)
"Türkiye'de hukuk sistemi iyi işlemediği için insanların adalete güveni yok. İnsanlar kendi adaletlerini kendileri oluşturuyor. Bu uzun yılların birikimidir ve bunda politikacıların rolü çok büyüktür. Çünkü onların linçi onaylaması kadar cesaretlendirici bir şey yoktur. İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, pankart açan öğrencilere linç girişimi için sarf ettiği "Gerekli ve güzel tepki" sözü bunun en büyük örneğidir. Çünkü "iyi oldu" demek "bundan sonra da linç edebilirsiniz" demektir. Özellikle telkine açık toplumlarda bu tür olaylara daha sık rastlanır. Galeyana gelen insanlar, genellikle sosyal gelişimini tamamlamamış, kendi özgür iradesini kullanma konusunda sorunları olan insanlardır.
Linç kültürü insanları korkutur ve linç olma korkusu yaşayan toplumun insanları demokratik tepkilerini ortaya koymaktan çekinir. Dolayısıyla kendilerini demokratik yollarla ifade etmek durumunda olan sivil toplum kuruluşları da bu durumdan olumsuz etkilenir. Yani linç kültürünün bu hale gelmesi toplum ve demokrasi adına kötü ve tehlikeli bir durumdur."
ÇÖZEMİYORSANIZ, YOK EDERSİNİZ
(Şenay Demir, Klinik Psikolog)
"Linç, problem çözme, problemi anlama ve hoşgörünün azaldığı noktada sorun olarak nitelenen şeyin yok edilmesine yönelik ilkel bir toplumsal davranış modelidir, burada bir ruhsal histeri bileşkesi de vardır. Linç, gelişmemiş, üst yapıları oluşmamış ve geri ahlaki değerleri bir sığınma ve korunma olarak tanımlayan toplumlarda, o değerleri tehdit ettiği düşünülen her şeyi yok etme dürtüsüdür. Siyasilerimizin ve yöneticilerimizin konuşmalarında şiddet yönlendirmesi çok fazladır, daha çok bloklaşma ve bölme mekanizmasını ortaya çıkaran konuşmaları vardır. Yani ben, sen ve öteki kavramları kullanılır. İyi özellikler bize aittir, kötü özellikler ise öbürüne aksedilir ve ötekinin yok edilmesi gerekir. Siyasiler de bunu fazlasıyla yapıyor. Celalettin Cerrah'ın yaptığı bunu tetikleyen bir durumdur. Geçmişte de başbakanlarımız bunu çok yaptı. Toplumsal bunalım dönemlerinde, bireylerin tek tek hayatlarının ve mevcudiyetlerinin tehdit altında olduğu noktalarda, bireysel sıkıntılar bastırılarak bunlara toplumsal bir paye verilir ve tek bir düşman bulunur. Böylece bireylerin üzerindeki baskı kalkar, bu da kişinin linç etmesini sağlar. Linç bir gelişmişlik sorunudur ve en ilkel düzeyde bir araya geliş biçimidir."
NEDENİ YOKSULLUK VE İKTİDARIN SERTLİĞİ
(Kemal Kılıçdaroğlu, CHP İstanbul Milletvekili)
"Linç kültürünün gelişmesinin birinci nedeni yoksulluktur. Yoksulluk insanları en ufak olaylara karşı tepkili hale getirir. İkincisi siyasal iktidarların izlediği politikalar ve söylemlerindeki sertliktir. Üçüncüsü de bürokratik kadrolardır. Yasaları uygulamakla sorumlu kişilerin yasalara aykırı söylemleri, örneğin Celalettin Cerrah'ın sözlerini bu bağlamda değerlendirebiliriz. Bütün bunlar linç kültürünün beslenmesine neden oluyor ve yasayla çözümlenmesi gereken bir konuda belli kişilerin ve grupların, "ben cezayı veririm" mantığını egemen kılıyor. 12 Eylül öncesindeki çatışmalarda dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, "Tesbih çekenle tetik çekeni bir tutamazsınız ve bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz" demişti. Oysaki siyasetçilerin ve toplumbilimcilerin olaylara böyle tek yönlü bakmaması lazım, olayları daha sağlıklı görmeleri açısından bu çok önemlidir. Sayın Başbakanın yanında en azından üç sosyolog olsaydı, daha farklı bir konuşma şekli belirlerdi.
"CEVABI HALK VERMİŞTİR" DENMEMELİ
(Süleyman Çelebi, DİSK Başkanı)
"Kendilerini bu ülkenin mirasçıları kabul eden ve yargısız bir ilişkiyle müdahale eden anlayışlar, bu süreçte kendilerini güvenlik güçlerinin yerine koyarak yeni bir gerilime neden oluyorlar. Özellikle zaman zaman, "Cevabı halk vermiştir" şeklinde açıklama yapanlar bunun sorumlusudur ve bu davranışların onaylanması mümkün değildir.
Biz Celalettin Cerrah'ın sözlerini de Türkiye açısından büyük bir talihsizlik olarak değerlendiriyoruz. Bu sözleri, adalete ve güvenlik güçlerine ilişkin görevin bir başkasına ihale edilmesi olarak görüyoruz. Bu toplumu susturma ve ağzını kapatma dayatmasını da ifade özgürlüğünün ve demokratik hakların engellendiği bir nevi sıkıyönetim uygulaması olarak nitelendiriyoruz."
YÖNETİCİLER MEŞRULAŞTIRIYOR
(Mehmet Şandır, MHP Genel Başkan Yardımcısı)
"Linç bir sosyal psikoloji travmasıdır, aslında siyasette ülkemiz açısından çok tehlikeli bir sürecin işaretidir. Yani artık her sebebe bir linç hadisesi yaşayabiliriz, bunu çok tehlikeli buluyoruz. Bunu oluşturan şartlar ülkemizin kötü yönetildiğinin ifadesidir. Toplum önünde bulunan siyasetçi ve yöneticilerin bu tür olaylara yaklaşımları, meseleyi meşrulaştırıyor ve teşvik ediyor. Sonuçta her zamankinden çok daha fazla bu türlü linç hadiseleriyle karşılaşıyoruz, üzerinde durulması ve tedbir geliştirilmesi gereken çok önemli bir sorundur. Cerrah'ın söylemini doğru bulmuyoruz. Türkiye'de içinde bulunduğumuz şartlar nedeniyle insanlarımız tahammülsüz, sabırsız ve hoşgörüsüz bir duruma geldi. Bütün bunlar linç kültürünün artmasında etkilidir ve buna sebep olan tüm siyaset ve devlet yönetimi de bu sürecin oluşmasında suçludur. Ancak bu durum sadece siyasilerin değil, toplumun ortak sorunu ve sorumluluğundadır."
NTV
-
Siyasetçi, sosyolog, psikolog ve sivil toplumcular son günlerde yaşanan linç olaylarını değerlendirdi. İşte tespitleri: Bu olaylar uzun yılların birikimi. Türkiye'yi bu günlere yoksulluk, sen-ben ayrımı ve yöneticilerin linci alenen onaylaması getirdi.
Türkiye son günlerde "linç" sözcüğünü çok sık duyar oldu. İstanbul'daki 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamalarında Lübnan'a asker gönderilmesini protesto eden öğrencilerin açtığı pankart, linç girişimine neden oldu. Bu olayın hemen ardından İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah'ın, "Gerekli ve güzel bir tepki" sözleri tartışma yarattı. Türkiye'de linç kültürü mü oluşuyordu? Türk halkı her zamankinden daha tepkili ve öfkeli miydi? İnsanları galeyana getiren linç edilmek istenen kişiler miydi yoksa sorunlar mı? Siyasetçi, psikolog, sosyolog ve sivil toplum kuruluşu üyeleri bu soruları yanıtladı:
OTORİTELER ŞİDDETİ DESTEKLERSE LİNÇ KÜLTÜRÜ GELİŞİR
(Prof. Dr. Arus Yumal Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Bşk.)
"Şiddet kültürünün yaygın olduğu toplumlarda şiddeti olumlayan, yüceleyen ve hatta kutsayan toplumlarda linç kültürü kendisine beslenecek toprak bulur. Türkiye de dayağın cennetten çıkma olduğunu söyleyen bir ülkedir. Biz kendimizinkinden başka fikirlere açık olmayan, farklı görüşleri ve davranışları kaldıramayan ve bunları yok etmek için şiddete başvuran bir toplumuz. Medya ve söylem araçlarını elinde bulunduran ya da bunlara kolay erişen politikacılar ve fikir önderleri bu kültürün gelişmesinde önemli rol oynuyor. Ülkemizde şiddetin her türlüsüne karşı olmak yerine milliyetçilik, namus, din gibi motiflerle şiddetin bazı şekillerini meşru gören bir anlayış hakimdir. Yani "Kurşun atan da kurşun yiyen de kahramandır" anlayışını topluma empoze eden söylemlerle, Celalettin Cerrah'ın sözleri, zaten en küçük provokasyonda şiddete meyilli olan kitleleri anında harekete geçirebiliyor. Bu da linç kültürünün Türkiye'de nasıl bu hale geldiğini iyi açıklıyor. Şiddetin iletişim biçimi olarak benimsendiği toplumlarda eğer bunlar otoriteler tarafından da açık ya da gizli olarak destekleniyorsa linç kültürünün gelişmesi olasıdır. İnsanlar bir toplumsal cezalandırma yoluna gitmek istiyor.
İYİ OLDU DEMEK, YİNE LİNÇ EDEBİLİRSİNİZ DEMEKTİR
(Prof. Dr. Kemal Arıkan, Cerrahpaşa Tıp Fak. Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi)
"Türkiye'de hukuk sistemi iyi işlemediği için insanların adalete güveni yok. İnsanlar kendi adaletlerini kendileri oluşturuyor. Bu uzun yılların birikimidir ve bunda politikacıların rolü çok büyüktür. Çünkü onların linçi onaylaması kadar cesaretlendirici bir şey yoktur. İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, pankart açan öğrencilere linç girişimi için sarf ettiği "Gerekli ve güzel tepki" sözü bunun en büyük örneğidir. Çünkü "iyi oldu" demek "bundan sonra da linç edebilirsiniz" demektir. Özellikle telkine açık toplumlarda bu tür olaylara daha sık rastlanır. Galeyana gelen insanlar, genellikle sosyal gelişimini tamamlamamış, kendi özgür iradesini kullanma konusunda sorunları olan insanlardır.
Linç kültürü insanları korkutur ve linç olma korkusu yaşayan toplumun insanları demokratik tepkilerini ortaya koymaktan çekinir. Dolayısıyla kendilerini demokratik yollarla ifade etmek durumunda olan sivil toplum kuruluşları da bu durumdan olumsuz etkilenir. Yani linç kültürünün bu hale gelmesi toplum ve demokrasi adına kötü ve tehlikeli bir durumdur."
ÇÖZEMİYORSANIZ, YOK EDERSİNİZ
(Şenay Demir, Klinik Psikolog)
"Linç, problem çözme, problemi anlama ve hoşgörünün azaldığı noktada sorun olarak nitelenen şeyin yok edilmesine yönelik ilkel bir toplumsal davranış modelidir, burada bir ruhsal histeri bileşkesi de vardır. Linç, gelişmemiş, üst yapıları oluşmamış ve geri ahlaki değerleri bir sığınma ve korunma olarak tanımlayan toplumlarda, o değerleri tehdit ettiği düşünülen her şeyi yok etme dürtüsüdür. Siyasilerimizin ve yöneticilerimizin konuşmalarında şiddet yönlendirmesi çok fazladır, daha çok bloklaşma ve bölme mekanizmasını ortaya çıkaran konuşmaları vardır. Yani ben, sen ve öteki kavramları kullanılır. İyi özellikler bize aittir, kötü özellikler ise öbürüne aksedilir ve ötekinin yok edilmesi gerekir. Siyasiler de bunu fazlasıyla yapıyor. Celalettin Cerrah'ın yaptığı bunu tetikleyen bir durumdur. Geçmişte de başbakanlarımız bunu çok yaptı. Toplumsal bunalım dönemlerinde, bireylerin tek tek hayatlarının ve mevcudiyetlerinin tehdit altında olduğu noktalarda, bireysel sıkıntılar bastırılarak bunlara toplumsal bir paye verilir ve tek bir düşman bulunur. Böylece bireylerin üzerindeki baskı kalkar, bu da kişinin linç etmesini sağlar. Linç bir gelişmişlik sorunudur ve en ilkel düzeyde bir araya geliş biçimidir."
NEDENİ YOKSULLUK VE İKTİDARIN SERTLİĞİ
(Kemal Kılıçdaroğlu, CHP İstanbul Milletvekili)
"Linç kültürünün gelişmesinin birinci nedeni yoksulluktur. Yoksulluk insanları en ufak olaylara karşı tepkili hale getirir. İkincisi siyasal iktidarların izlediği politikalar ve söylemlerindeki sertliktir. Üçüncüsü de bürokratik kadrolardır. Yasaları uygulamakla sorumlu kişilerin yasalara aykırı söylemleri, örneğin Celalettin Cerrah'ın sözlerini bu bağlamda değerlendirebiliriz. Bütün bunlar linç kültürünün beslenmesine neden oluyor ve yasayla çözümlenmesi gereken bir konuda belli kişilerin ve grupların, "ben cezayı veririm" mantığını egemen kılıyor. 12 Eylül öncesindeki çatışmalarda dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, "Tesbih çekenle tetik çekeni bir tutamazsınız ve bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz" demişti. Oysaki siyasetçilerin ve toplumbilimcilerin olaylara böyle tek yönlü bakmaması lazım, olayları daha sağlıklı görmeleri açısından bu çok önemlidir. Sayın Başbakanın yanında en azından üç sosyolog olsaydı, daha farklı bir konuşma şekli belirlerdi.
"CEVABI HALK VERMİŞTİR" DENMEMELİ
(Süleyman Çelebi, DİSK Başkanı)
"Kendilerini bu ülkenin mirasçıları kabul eden ve yargısız bir ilişkiyle müdahale eden anlayışlar, bu süreçte kendilerini güvenlik güçlerinin yerine koyarak yeni bir gerilime neden oluyorlar. Özellikle zaman zaman, "Cevabı halk vermiştir" şeklinde açıklama yapanlar bunun sorumlusudur ve bu davranışların onaylanması mümkün değildir.
Biz Celalettin Cerrah'ın sözlerini de Türkiye açısından büyük bir talihsizlik olarak değerlendiriyoruz. Bu sözleri, adalete ve güvenlik güçlerine ilişkin görevin bir başkasına ihale edilmesi olarak görüyoruz. Bu toplumu susturma ve ağzını kapatma dayatmasını da ifade özgürlüğünün ve demokratik hakların engellendiği bir nevi sıkıyönetim uygulaması olarak nitelendiriyoruz."
YÖNETİCİLER MEŞRULAŞTIRIYOR
(Mehmet Şandır, MHP Genel Başkan Yardımcısı)
"Linç bir sosyal psikoloji travmasıdır, aslında siyasette ülkemiz açısından çok tehlikeli bir sürecin işaretidir. Yani artık her sebebe bir linç hadisesi yaşayabiliriz, bunu çok tehlikeli buluyoruz. Bunu oluşturan şartlar ülkemizin kötü yönetildiğinin ifadesidir. Toplum önünde bulunan siyasetçi ve yöneticilerin bu tür olaylara yaklaşımları, meseleyi meşrulaştırıyor ve teşvik ediyor. Sonuçta her zamankinden çok daha fazla bu türlü linç hadiseleriyle karşılaşıyoruz, üzerinde durulması ve tedbir geliştirilmesi gereken çok önemli bir sorundur. Cerrah'ın söylemini doğru bulmuyoruz. Türkiye'de içinde bulunduğumuz şartlar nedeniyle insanlarımız tahammülsüz, sabırsız ve hoşgörüsüz bir duruma geldi. Bütün bunlar linç kültürünün artmasında etkilidir ve buna sebep olan tüm siyaset ve devlet yönetimi de bu sürecin oluşmasında suçludur. Ancak bu durum sadece siyasilerin değil, toplumun ortak sorunu ve sorumluluğundadır."
NTV
-
Linç, hukuk dışı bir eylemdir. Psikolojik ve sosyolojik kökenleri vardır. Son zamanlarda bizim toplumumuzda da giderek yaygınlaştığına tanık olmaktayız. Bu durum toplumun marazi yönünü gösteriyor.
Hukuk devletinde suçlunun cezasını devlet verir. Toplumun ya da kişilerin suçluyu yargılamak ve cezalandırmak gibi bir görevi yoktur ve olamaz da... Kişiler ya da toplum kendisini böyle bir görevle yükümlü görürse o toplumun kaosa girmesi kaçınılmazdır.
Linç kültürü ile ilgili Murat Belge'nin yeni bir kitabı piyasaya çıktı. Bu kitaptaki tüm görüşlere katılmamakla birlikte linç kültürü açısından okunmaya değer diye düşünüyorum..
-
Linç, hukuk dışı bir eylemdir. Psikolojik ve sosyolojik kökenleri vardır. Son zamanlarda bizim toplumumuzda da giderek yaygınlaştığına tanık olmaktayız. Bu durum toplumun marazi yönünü gösteriyor.
Hukuk devletinde suçlunun cezasını devlet verir. Toplumun ya da kişilerin suçluyu yargılamak ve cezalandırmak gibi bir görevi yoktur ve olamaz da... Kişiler ya da toplum kendisini böyle bir görevle yükümlü görürse o toplumun kaosa girmesi kaçınılmazdır.
Linç kültürü ile ilgili Murat Belge'nin yeni bir kitabı piyasaya çıktı. Bu kitaptaki tüm görüşlere katılmamakla birlikte linç kültürü açısından okunmaya değer diye düşünüyorum..
-
Evet kitabı duydum. Henüz okumadım.
Benim gibi okuma fırsatı bulamayanlar için ana saptamaları özetlermisiniz?
-
Evet kitabı duydum. Henüz okumadım.
Benim gibi okuma fırsatı bulamayanlar için ana saptamaları özetlermisiniz?
-
Türkiye insanının giderek linçe daha yatkın hale geldiği,toleranssız bir toplum olmaya başladığımız tarzından yazılanlara ilişkin söylemek istediklerim var.Bu ülkede hiç bir zaman tolerans olmamıştır ve de linç olayı bize yabancı ve yeni bir şey değildir her zaman her çeşidiyle var olmuştur.
Malessef islami kültür Türk milletini de diğer islam ülkelerinde olduğu gibi linç olayına yatkın bir hale getirmiştir.Bunu yeni bir şey gibi algılayanlar yanılmaktadırlar.Menemen olayı bunun en çarpıcı olanlarındandır."Vurun Kahpeye"gerçeklerin romanlaşmış halidir.Sıvas Madımak Oteli daha yakın bir gerçeğimizdir.Biz buyuz...
Kaç kişi rahatlıkla komünist ve/veya ateist olduğunu söyleyebilir "dini bütün"bir topluluğun önünde (bugün yada geçmişte)?
Bu arada İslama yüklendiğim sanılmasın,islam buna cevaz verir mi vermez mi,bilmiyorum ve ilgilenmiyorum benim dediğim her ne şekilde olmuşsa sonuç olarak islami kültürün egemen olduğu topluluklarda böyle bir kültür oluşmuştur.Ayrıca yine sadece dindar ya da dinci topluluklar böyle davranır demiyorum bu kültürün egemen olduğu halklarda -Burada Türkiye'den bahisle-Liberal Dünya görüşü ile donanmamış,kişisel bazda adelet duygusu gelişmemiş ve demokrasiyi birey olarak algılayarak sindirememiş her türlü topluluk potensiyel olarak linç olayına yatkındır.Burada sorun yukarıda bahsettiğim İslami kültürün (siyasi ve sosyal görüşü ne olursa olsun)girdabından kurtulamamış bireylerden oluşan toplulukların her biri yani Dinci,Atatürkçü,Milliyetçi,Komünist farketmeden,hatta Fenerli,GS li,BJK li bu potansiyele sahiptir.Kurtuluş demokrasi,adelet ve liberal bakışı bireysel yaşamımızın en basit ilişkilerinde bile uygulayabilmektedir.
Saygılar
-
Türkiye insanının giderek linçe daha yatkın hale geldiği,toleranssız bir toplum olmaya başladığımız tarzından yazılanlara ilişkin söylemek istediklerim var.Bu ülkede hiç bir zaman tolerans olmamıştır ve de linç olayı bize yabancı ve yeni bir şey değildir her zaman her çeşidiyle var olmuştur.
Malessef islami kültür Türk milletini de diğer islam ülkelerinde olduğu gibi linç olayına yatkın bir hale getirmiştir.Bunu yeni bir şey gibi algılayanlar yanılmaktadırlar.Menemen olayı bunun en çarpıcı olanlarındandır."Vurun Kahpeye"gerçeklerin romanlaşmış halidir.Sıvas Madımak Oteli daha yakın bir gerçeğimizdir.Biz buyuz...
Kaç kişi rahatlıkla komünist ve/veya ateist olduğunu söyleyebilir "dini bütün"bir topluluğun önünde (bugün yada geçmişte)?
Bu arada İslama yüklendiğim sanılmasın,islam buna cevaz verir mi vermez mi,bilmiyorum ve ilgilenmiyorum benim dediğim her ne şekilde olmuşsa sonuç olarak islami kültürün egemen olduğu topluluklarda böyle bir kültür oluşmuştur.Ayrıca yine sadece dindar ya da dinci topluluklar böyle davranır demiyorum bu kültürün egemen olduğu halklarda -Burada Türkiye'den bahisle-Liberal Dünya görüşü ile donanmamış,kişisel bazda adelet duygusu gelişmemiş ve demokrasiyi birey olarak algılayarak sindirememiş her türlü topluluk potensiyel olarak linç olayına yatkındır.Burada sorun yukarıda bahsettiğim İslami kültürün (siyasi ve sosyal görüşü ne olursa olsun)girdabından kurtulamamış bireylerden oluşan toplulukların her biri yani Dinci,Atatürkçü,Milliyetçi,Komünist farketmeden,hatta Fenerli,GS li,BJK li bu potansiyele sahiptir.Kurtuluş demokrasi,adelet ve liberal bakışı bireysel yaşamımızın en basit ilişkilerinde bile uygulayabilmektedir.
Saygılar
-
Linçle ilgili Altan Öymen'in 10.09.2006 tarihli Radikal gaztesinde yayınlanan yazısını ekte sunuyorum:
'Hukuk devleti' yerine 'linç devleti' olmayacaksak...
Altan Öymen
Hükümet her çeşit şiddet olaylarına ve linç girişimlerine karşı açık ve kesin tavır almalıdır. Olayları görmezlikten gelen, olay çıkaranları koruyan, hatta bazen teşvik eden kamu görevlilerine yaptırım uygulanmalıdır. Yoksa durum meydandadır: Linç girişimleri tırmandıkça tırmanıyor...
10/09/2006 (1279 kişi okudu)
Radikal'in dünkü manşetini ve manşet haberiyle birlikte yayımlanan fotoğrafları görmüşsünüzdür. Haber, Doğan Haber Ajansı'nca verilmişti.
Ajansa abone olan gazeteler arasında Posta ve Gözcü'de de manşetten yayımlanmıştı. Bence ülkemizin şu sıradaki gündemi açısından, çok önemliydi.
Özetini, bir fotoğrafıyla birlikte burada da yayımlıyorum. Sanırım, ne kadar çok görülür ve hatırlanırsa, o kadar iyi olur.
Sakarya'da Akyazıdaki fındık bahçelerinde mevsim işçileri de çalışıyor. Aralarında başka bölgelerden gelmiş olanlar da bulunuyor. Onlardan birkaçı, akşam vakti çay bahçesine gelip oturmuş. Aralarında Kürtçe konuşuyorlarmış. Akyazılı bir genç bundan rahatsız olmuş.
Önce tartışma, arkasından kavga çıkmış. Polis, Diyarbakırlı oldukları anlaşılan dört işçiyle onlarla çatışan bir Akyazılıyı gözaltına almış.
O arada şehrin mahallelerinden çevredeki köylere kadar, telefonlarla şu söylenti yayılmış: "İşçiler bir genci dövüp PKK sloganı attı" söylentisi...
Bu telefon trafiği yeterli olmuş. Akyazı civarındaki yerleşim yerlerinden şehre iki bine yakın genç, hızla gelip, gözaltına alınanların bulunduğu polis merkezi önünde toplanmış.
Amaçları, merkeze girip 'PKK'lıları almak'mış... Amerika'nın kuruluşunun ilk dönemlerinde, 'şerif'in bürosunun önünde toplanıp, hakkında rivayet çıkan sanığın 'cezasını oracıkta vermek' isteyenler gibi...
Veya, artık, o kadar uzağa gitmeye gerek yok. Ülkemizdeki son örnekler, hem daha yakın, hem daha somut. Radikal'in yazıişlerindeki arkadaşlarımız, geçen yıldan bu yıla kronolojik listesini çıkarmışlar. O listeye göz atmak yetiyor, Akyazı'daki olayın nasıl bir olay olduğunu anlamak için:
2005'te: 6 Nisan'da Trabzon'da, 12 Nisan'da Sakarya'da, 22 Ağustos'ta İzmir'de, 12 Aralık'ta Samsun'da... 25 Şubat'ta İzmit'te, 8 Nisan'da Isparta'da, 20 Temmuz'da Kırklareli'nde, 29 Ağustos'ta Konya'da, 30 Ağustos'ta İstanbul'daki linç girişimleri gibi...
***
Akyazı polisi, Adapazarı'ndan gelen takviye ekiplerinin de katkısıyla polis merkezini saranların amaçlarına ulaşmasını güçlükle önlemiş...
Olay yerine Sakarya Valisi de gelip, alınan önlemlere nezaret etmiş. Polis Merkezi'ndeki dört Diyarbakırlı, gece yarısından sonra çelik yelekler giydirilerek Adapazarı Emniyet Müdürlüğü'ne götürülmüş. Haklarında hiçbir suç iddiası bulunmadığı saptanmış, serbest bırakılmışlar.
Demek ki, polisin tedbirleri yeterli olmasaymış, onları 'almak' isteyenler alacaklar, hiçbir suç işlemedikleri halde, yasalara aykırı hiçbir fiilleri olmadığı halde 'oracıkta cezalandıracak'larmış...
Tabii, bu 'oracıkta cezalandırma' girişiminde, cezalandırılmak istenenin suçlu olması, suçlu olduğunun herkesçe görülmesi halinde de, durum değişmez. Yeryüzünün sadece 'hukuk devleti' olma iddiasındaki devletlerinde değil, kabile yönetimlerinde bile artık, suçlunun cezasının yargı yoluyla belirlenmesi ve uygulanması esastır. Buna aykırı girişimlere hiçbir yerde müsamahayla bakılmaz.
Hele hukuk devletlerinde... Eğer idam cezası varsa, defalarca cinayet işleyip idama mahkûm edilen ve cezası infaz edilmek üzere olan, en kanlı katili bile öldürebilir misiniz?
Öldürürseniz, sizin için istenecek ceza da idamdır.
"Canım nasıl olsa siz öldürecektiniz. Ben öldürüverdim. Ne fark eder?" diye savunma yapsanız, beraat edebilir misiniz?
***
Bunları yazarken, ben de şaşırıyorum. Ben de biliyorum, bunlar, herkesin bilmesi gereken basit gerçekler. Sadece hukuk fakültelerindeki 'Hukuk başlangıcı' derslerinde okutulmuyor. İlköğretimde bile genel bilgi olarak öğrenilmiş olması gerekiyor. Bunları 21'inci yüzyılın Türkiye'sinde gazete yazılarında tekrar etmek gereksiz değil mi?
Evet, 'teorik' olarak, bence de 'gereksiz olması gerekir.' Ama 'pratik'te öyle mi?
Radikal'in listesinde, o konuda yapılan bazı açıklamalarla ilgili hatırlatmalar da var:
O olaylar sırasında bir valinin durumla ilgili açıklaması şöyle:
"Huzuru bozan cezasını çeker"...
Bir başka valinin yorumu:
"Vatandaş tahrik oldu."
Bir milletvekili:
"İnsanımız cezalarını verdi."
Bir Belediye Başkanı:
"Onlar olduğunu bilsem, inip, ben de vururdum."
Ve nihayet... Bir Emniyet Müdürü:
"Vatandaşın tepkisi güzeldi."
Sıradan vatandaşları geçtik, devletin sorumlu merkezlerindeki valiler, milletvekilleri, belediye başkanları, emniyet müdürleri
arasında, olayları bu şekilde yorumlayanlar varsa, başka çare kalmıyor. Teorik olarak 'gereksiz olması gereken' şeyleri, pratik hayatta tekrarlamak zorunda kalıyorsunuz, gazete yazarı olarak yazı yazarken...
***
Aslında bu, yazarlardan önce, devletin sorumlu makamlarındaki kişilerin işi değil midir?
Başta Başbakan, Adalet Bakanı ve İçişleri Bakanı olmak üzere, hükümetin tüm sorumlularının, linç girişimlerine kadar varan şiddet hareketlerini mazur gösteren(hatta bazen açıkça teşvik de eden) yönetici ve siyasetçilere karşı, açıkça ve kesin bir tavır ortaya koymaları gerekmez mi?
Hayır.. Onlar da, her gün her konuda bol bol(bazen de gereğinden fazla) konuşurlarken, bu konuyu ya 'es' geçmektedirler, ya da yuvarlak laflarla geçiştirmektedirler.
***
Linç girişimleri diyoruz ama, ortada artık gerçekleştirilmiş bir 'linç olayı' da vardır. İlgili emniyet birimlerinin, önce üstüne hiç gitmediği, sonra da soruşturulmasında önemli bir sonuç alamadığı olay... Olay çevresindeki koşulları bilenlerin de zaten "Bunun soruşturulmasından sonuç alınamaz" dediği olay...
Olay çevresindeki koşulların bir kısmı, dünkü bazı gazetelere de yansıdı. Sabah muhabiri Ali Balcı, camide ve civarında görev yapmaya giden gazetecilerin durumunu şöyle özetledi:
"Gazetecileri tehdit ederek mahalleden uzaklaştıran cemaat üyeleri, basın mensuplarının fotoğraf makinalarından cami ve Çarşamba Mahallesi görüntülerini sildikten sonra, makinaları iade etti."
Yani, 'cemaate ait' bir mahalle orası... Kimin gireceğine, kimin giremeyeceğine cemaatin yetkili üyeleri karar veriyor. Gazetecilerin fotoğraf makinalarını kontrol edip film silmek gibi yetkiler de kullanabiliyorlar.
Öyle bir mahallede yapılacak soruşturmadan kim nasıl sonuç alabilir?
***
Özetle: Bir başka yazımızda da belirtmeye çalışmıştık. Bir kere daha vurgulayalım:
Ülkemizde şiddet giderek tırmanıyor. 'Manganda kurşunları'ndan, tasarlanarak işlenmiş 'töre cinayetleri'ne, 'linç girişimleri'nden 'linç olayları'na kadar çeşitli örnekleri, giderek daha sık ortaya çıkıyor.
Son sıralardaki olaylarda ırk ve din esasına dayalı siyasi tahriklerin rol oynadığı görülüyor. Bu tahriklerle harekete geçen topluluklar, suç işletmeye yöneltiliyor.
Bazı yerlerdeki devlet yetkililerinin olaylar karşısındaki sözleri, 'şiddetçi'leri koruyucu, hatta bazen teşvik edici niteliktedir. Hükümet ise o beyanlara karşı caydırıcı bir tavır almadığı gibi, şiddet olaylarının ciddiyetini hala kavramamış görünüyor.
Dileriz, son olaylar, gerek hükümet için, gerekse konuyla ilgili tüm görevliler için uyarı etkisi yapar. Ve her türlü şiddete karşı bilinçli ve kapsamlı bir mücadelenin başlamasına vesile olur.