-
27 Aralık 2006
Gelgit aklımın gel olduğu sürece yazacağım bunu bitene kadar yanıt yazmak eklemek hoplamak zıplamak yasaktır ...
t.a
27 Aralık 2006 da on atlı tozu dumana katarak Dikmen sırtlarından Ankara'ya yaklaşıyordu. Tarlalarını süren köylüler gözlerine inanamadılar bu devirde ata binmiş on kişi Başkente gidiyordu. Köylülerden birisi atlıları yakından gördü ve atlı olduklarına bile inanamayan gözleri yuvalarından fırladı...
3500 feet yükseklikten uçan keşif uçağı Dikmen'e doğru yaklaşan atlıları görmüştü. Pilot yüzbaşı biraz şaşkınlıkla atlılara baktıktan sonra 1500 feet e inerek keşif uçağının özel zoom lu fotoğraf makinesinin deklanşörüne bastı. Üst üste çekim sesini duydu tekrar yükselmeye başladı . Zaten kendince gereksiz bir keşifti bu uçuş en azından bu devirde atla şehre inen şu on kişinin resmini hatıra saklardı , Altimetre üzerine özel yerleştirilmiş ekrana fotoğraflar düşmeye başladığında önce şaşkın şaşkın baktı sonra kısa bir şoka girdi. Uçağın düşmemesi tam anlamıyla mucizeydi. İlk şoku atınca fotoları anında 'harekat yıldırım' ve 'çok gizli' kodlarıyla istihbarat dairesine yolladı. Uçak burnunu göğe dikmiş yükselirken pilot yüzbaşı ' Allahım , allahım ...' diye söyleniyordu...
Yaklaşık onbeş dakika sonra yaver ve genel sekreter kapıyı çalıyordu. 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER canı oldukça sıkkın bir vaziyette 'meclisten gelen kanunu' incelemekteydi. Bıkmış bunalmıştı. Halihazır hükümetin ipe sapa gelmez, çoğu anayasaya aykırı T.C temel niteliklerine aykırı kanunlarını veto etmekten, hükümetin inatla düzeltmeden aynı kanunu tekrar göndermesinden kanun gereği yasayı onaylayıp resmi gazetede yayınlatmasını müteakip öncelikle 'yürütmeyi durdurma' istemi ile iptal davası açmaktan bıkmış usanmıştı.Kendisini Cumhurbaşkanı olması için ikna eden ve seçtiren Bülent Ecevit' e kızsa mı kızmasamı karar veremiyordu.İnsan düşmanına istemezdi yahu bu görevi, halbuki en yüce makamda oturuyordu. 'Sorumsuz yetkiliydi' nasıl olmuştu da bu kadar çok 'sorumluluk' bu sorumsuz makama yığılmıştı. Anayasa mahkemesi başkanlığından emekli olduğunda ne mutluydu, yüzü pek gülmezdi ama mutlu olmak yüzü gülmek demek değildi ki 'öyle olsa anayasada yazar ' dedi. Kendi esprisine kendisi cidden gülümsedi . Uzun süredir ilk defa gülümsemişti. Eşi Semra Sezer geldi aklına daldı gitti kapı ısrarla çalıyordu....
1941 de Afyonda doğmuş 1962 de Ankara üniversitesi hukuk fakültesinden mezun olarak yaşama atılmıştı. 1964 yılında Öğretmen olan eşi ile evlenmiş bu evlilikten üç çocuğu olmuştu. Gerek kendisi gerekse eşi son derece mütevazi bir yaşam sürdürmüşler kendisi anayasa mahkemesi başkanı olduğunda bile Çankaya ilk okulunda öğretmen olna eşinin statüsü değişmemişti. Gerek kendisi gerekse eşi Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı kalmış çocuklarınıda böyle yetiştirmişti. 5 Mayıs 2000 de TBMM si tarafından Cumhurbaşkanlığına seçilmiş 16 Mayıs 2000 de yemin ederek görevine başlamıştı. Belki bir iki hukuksal hata haricinde geçmişi pırıl pırıldı. Hukuksal hata denilen konularda da kendi hukuk bilgisi ile inandığı kararı söylemişti. Eşini ilk günkü gibi seviyor çocuklarının üzerine bir baba olarak titriyordu ama asla görevinden dolayı ne karısına nede çocuklarına iltimas geçmemişti. Çocuğunun düğününü köşkte yapmıştı. O bile içine dert olmuştu ancak gerek güvenlik gerekse istihbarat birimleri bu düğünün köşkte olması yönünde ısrarcı olmaları nedeniyle konumu gereği kabul etmek zorunda kalmıştı. Gerçi elektrikten suya bütün sayaçları önce ve sonra olarak okutmuş aradaki farkı cebinden vermişti. O günün tüm giderlerini kendisi karşılamış devlet hazinesine bir kuruş yük olmamıştı . Ciddi hiç bir dedikodu çıkmamasına rağmen düğünün köşkte olması genede üzmüştü kendisini.. Gerçi ne oğullar ne düğünler vardı dimağında ne bereketli düğünler , örneğin halihazır başbakanın çocuklarının bir düğünü olmuş düğün sonu evler ,hamamlar, saraylar alınmış Türkiye yetmemiş Amerikada villa alınmıştı böyle bir bereketli oğul kendisine yoktu ama o gururluydu... Kapı ısrarla çalıyordu....
Cumhurbaşkanı kapının ısrarla çalmasıyla daldığı düşünce aleminden uyandı . Kendisine has sert tonlaması ile 'giriniz' dedi. Cumhurbaşkanı genel sekreteri ve emir subayı içeri girdi . Birisi baş selamı diğeri asker selamı verdi. İkisinin de yüzü bir garipti deyim yerinde ise allak bullaktı... Cumhurbaşkanı içinden 'belliydi 'dedi.' Belliydi. Hükümet bu demekrasi aşığı orduya rağmen tüm ihtilal nedenlerini yerine getirdi, ama hayret çok sessiz olmuştu ne bir duyuru ne bir tank sesi üstelik gündüzdü'. Kısık ve sert bir sesle sordu ' Ne var ? Ne oldu ?' Genel sekreter ve yaver birbirine baktı yaver yutkundu üniformasının eteklerini çekiştirdi anca duyulabilir bir sesle 'Dikmen sırtlarından on atlı geliyor , Genel Kurmay'dan deşifre edilmiş fotoğrafları geldi...' Sezer bu anlamsız sözlere anlamsız ve boş bakışlarla iki adama bakarak süzdü ve ' Ata binen her adamın haberi bana mı gelecek ne var yani bunda ' dedi . Aslında tuhaf birşeyler olduğunu sezmişti. Hissetmişti hissetmesinede ne olabilirdi ki? Yaver bir kez daha yutkundu dikilmeye çalıştı fotoğrafları uzatırken ' Sayın Cumhurbaşkanım on atlı geliyor gelmesinede ama gelenler .... '
to be con - devam edecek-de finito
-
Genel Kurmay başkanlığı'nın komuta kademesinin bulunduğu Kuzey binanın üst katında Genel kurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt Odasının Güneydoğu cephesindeki penceresinden TBMM i binasına bakıyor ve düşünüyordu.
Türkiye Cumhuriyetinin en zorlanarak seçilen Genel Kurmay başkanı olmuştu. TSK içerisinde olmasa bile malum kesimlerde aleyhine çok ciddi ve asılsız propoganda yapılmıştı. Neler neler olmamıştı ki bu yolda biraz da sarsılıp sinirlenerek anımsadı...
Aslında olaylar Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanmasından çok daha öncesine dayanıyordu. 1983-1986 yılları arasında kurmay albayken Kuleli askeri lisesi komutanlığı yapmıştı. Bu çok ama çok önemli bir görevdi çünkü TSK geleceğin subaylarını yetiştirecek okul komutanlarını bir 'özel istihbarat' tan sonra atıyordu. Laik, demokratik ve sosyal devlete özelliklede Atatürk ilke ve inkilaplarına bağlılığından hele hele T.C vatandaşlığından azıcık şüphe edilen birisinin asla gelemeyeceği makamlardan birisiydi Askeri lise komutanlığı İşte o makama atamışlardı kendisini yani bir bakıma taktir edilmişti.....
1982 den başlayarak TSK da ciddi bir 'irtica'gelişimi tespit edilmişti. Daha önceleride vardı elbette tek tük böyle subay astsubaylar ama bu tarihten sonra organize ve ciddi bir artış tespit edilmişti. Daha önceki olaylarda bu kişiler önce ' sakıncalı' sonra 'şüpheli' daha sonra ' sakıncalı süpheli' personel kategorisine alınıp en sonunda tespit kesinleşincede sıralı disiplin amirlerinin 'menfi' sicili ile TSK dan uzaklaştırılırdı. Bu sefer durum böyle değildi. 1982 yılından itibaren yapılan inceleme ve istihbaratlarda özellikle 1978 ve 1979 yıllarında ve sonrasında askeri okul öğrencisi olanlarda ciddi bir 'irtica' ve özellikle 'Fethullah gülen' isimli kişinin etkisi görülmekte , kırsal kesimden gelen ortanın üzerindeki 'çalışkan ' ama fakir öğrencilere bir şekilde el atıldığı belli idi...
Okul komutanı olduktan sonra gerek üç harp okulu gerekse askeri liselerde ciddi bir istihbarat ve incelemeye koyulmuştu Özellikle 1984-1985 yıllarında Kara ve Hava harp okulu ile Kuleli ve Işıklar askeri liseleri ile tüm astsubay okullarında , 1986 yılında da Deniz Harp Okulu ile Deniz lisesinde dindarlıktan uzak 'dinci' kafalara bağlı ve özellikle nasıl olduğu tam anlaşılamayan çok ama çok sayıda 'Fethullahçı' öğrenci okullardan uzaklaştırılmıştı. Bu sözde fakir öğrenciler 'muhteşem bir konvoyve son model arabalarla' alınmışlardı okullardan. İşte bu öğrenciler ve onları bu okullara yerleştiren veya okulda bularak kanına giren zihniyet saldırıyordu TSK ya ve kendisine .....
Meclis bahçesinde dalgalanan Bayrağa bir kez daha baktı döndü masasına oturdu. Masasının üzerinde rutin evraklarla yakında yapılacak olan Milli GüvenlikKonseyi toplantısı için yapılan hazırlıkların olduğu sümen vardı. İmzalaması gereken rutin evrakları önüne çekerken 2004 yılında Kara Kuvvetleri Komutanı Olduktan sonra aleyhine gelişen bir olayı daha anımsadı...
Kara Kuvvetleri Komutanı olduktan kısa bir süre sonra önce kökten dinci bir internet sitesinde sonrada aşırı sağ bir sitede kendisiyle ilgili nerden çıktığı belli olmayan bir iftira ortaya çıktı. Kendisinin bile bilmediği bir şekilde kendisinin sabetay olduğunu öğrendi. Bu çirkin iftira hiç bir zaman hedefine ulaşamadı ama bazı kıt kafaları da karıştırdı. Sabetay sevi adında bir izmirlinin 1648 de kendisini mesih ilan etmesiyle başlayan bu çarpık düşünceyle ne ilgisi olduğunu anlayamamıştı. Türkiyede herkes bilirdiki soyağacında ki en ufak şüphe yada aileden birisini işlediği bir suç dahi kişinin subay olmasına engeldi. Dahada ötesi Kurmay olmak içinde ayrıca meşakkatli ve daha sıkı bir istihbarat hele hele general olmak için tüm ailenin hatta eş ve çocukların durumu bile incelenirdi. Biri bile merak etmemişmiydi tüm bunları aşıp bu rütbelerenasıl geldi ki diye ? En büyük iddiaları 'empati kurarak astlarına öyle yumuşak davranıyor duki milliyetçi görünümüyle kandırıyordu' olmuştu. Gene birisi bile merak etmemişti 'yahu bu adam direk orgeneral mi oldu ? hiç mi üstü yoktu bunun diye ?' 'Sabetaycılar ya da Sabetayistler... Köklerinin Sefarad İspanyası'na dayandığına inanılan, bugün isimleri ortaya atıldığında, "Birkaç kuşak önce kaybolup gitmiş bir hareket" ya da "Türkiye'nin asıl kurucuları" şeklindeki komplo teorilerinin öznesi olarak anılan bir topluluk... Sabetaycılık üzerine yapılan tüm bu tartışmalar 'Matrix' filminin senaryosunu andıran sorular ve olaylar üzerine yoğunlaşıyor' diye düşündü vede ekledi kendi kendine ' yahudilikle benim aramda nasıl bağ olur ' ama öyle çalışmışlardıki bir ara kendi bile inanacaktı neredeyse ne soy kütüğü hazırlamışlardı hafif üzgün hafif kırgn hafif kızgın bir gülümseme geldi geçti dudaklarından ...
Makam odasının önünde ki oda da çalışmakta olan emirsubayı albay başını kaldırdığında karşısında İstihbarat başkanını gördü. Hemen ayağa fırladı topuk selamını verdi. ' komutan içerde mi ?' diye sordu istihbarat başkanı 'içerde komutanım ama birazdüşünceli ' dedi emir subayı. 'komutanım sizde pek iyi görünmüyorsunuz 'diye de ekledi.. Boş koltuğa çöker gibi oturdu istihbarat daire başkanı ' yakında MGK var. gene çok sert geçecek gerek BÇG gerekse ÖBKK nın raporları genel izlenim ve oluşumlar iyi değil. Hükümet irtica birinci tehtittir denmesine karşın sadece oyalama taktiği güdüyor ve olayları körüklüyor. Hiç hoş bir durum değil normal sıkıntılı olması ama ama bu resimleri görünce sıkıntısı dahada artacak yada bitecek 'dedi....
Orgeneral Büyükanıt rahatlayamamıştı. Tekrar kalktı oda da bir tur atıp pencereden baktı başbakanlığa koruma ordusuyla başbakan gidiyordu. İçten bir gülümseme geldi dudaklarına aklına Temmuz ayında icra edilen Efes tatbikatıyla birleştirilmiş denizkurdu tatbikatı gelnişti. Başbakan Erdoğan bir intikal safhasına katılmış izlemiş bir olayada fiilen katılmıştı. varagele eğitiminin bir parçasında bir gemiden bir gemiye personel nakli yapılacaktı ve bu personel bizzat kendi isteği ile başbakan olmuştu. Okadar da anlatmışlardı oturağın kilit sistemini soldan sağa diye ve hatta ikaz etmişlerdi dokunmayın diye. Eğitimin ortasında ' sağı' sevdiğindenmidir nedir başbakan kilide asılınca sağdan sola kilit açılmış T.C 59. Başbakanı Egenin sularına düşmüştü. Allahtan gemi komutanları tecrübeli idiler. Anında stop edip bir olası bir faciayı önlemişlerdi yoksa dünya tarihine tatbikatta başbakanını denize düşürerek öldüren silahlı kuvvetler olarak geçeceklerdi. Geçi deniz kuvvetlerinin bu ilk vukuatı değildi, ama gelde dünyaya anlat başbakanın hatasını.... 'Ne başbakan dedi' içinden muhalefetle kendi partisiyle Ab ile tabanıyla tavanıyla devletin tüm kurumlarıyla aly üst kimliği ile kavgalı olduğu yetmiyormuş gibi doğa ilede kavgalı idi. Aklına 2005 yılı geldi tutamadı kendisini resmen kahkaha ile gülüyordu. İki seyisin tuttuğu son derece uysal görünüşlü bir 'sütçü beygirine ' binmiş öbür taraftan çok daha hızlı inmişti üstüne üstlük birde çifte yemişti hayvandan. Allah bilir diye geçirdi içinden ' allah bilir bu atın attığı ilk ve son çiftedir.' vardır elbet atında bir bildiği......
TSK ya gereksiz saldırılar başladığı gibi birden bitmişti. Bunun nedenleri belliydi ama düşünmeye bile değmezdi. Rektör olayı daha durulmadan 18 mayıs rezaleti. Araya sıkışan bir de Şemdinli olayı vardıki evlere şenlikti. Savcı halen dahane olduğunu anlamadım iddiasındaydı. genelkurmay başkanıda bunu anlamıyordu. Bir itirafçının sözleri ile sen tut ordunun en üst kademelerine hiyerarşi sistem yol yordam bilmeden soru sor Koca jandarma Genel Komutanlığını astınmış gibi sorgula çok gizli isimleri ifşa et sonra ne oldu de ? Yeşik kart sahibi adamın devleti 5,5 trilyon dolandırdığı ortaya çıkıncada sus olabilir hak verilmiş kullanmış de ... Ne güzel savcılık Zaten oldum olası oturduğu yerden ahkam kesenleri sevmezdi. Bir kere yerinden kalkmadan ezop masalı gibi iddianame yazmıştı. Birde komple hatalı anlayana kadar akla karayı seçmişlerdi . Zaten iki olay irdelendiğinde 92 mezunu sarıkaya ile 97 mezunu arslan 'ın yolları üç - beş kere kesişmiş rektör olayı Şemdinli ve peşinden danıştay patlak vermişti. Hükümete bu konu iletilmiş nedense üzerinde durulmamıştı. Bir diğer özellikte danıştay olayına nedense Fethullah sicilli bu işlerden anlamayan sicili şaibeli ramazan Akyürek getirilmişti. Bu iki ciddi faktör olayların çözümsüzlüğüne giden yoldaki kilometre taşları olmuştu...
Ne gariptir ki diye yeni bir düşünceye dalmak üzereyken kapısı vuruldu . Alnını oğuşturdu saate baktı saat 1002 idi ve hiç bir randevusu toplantısı yoktu. 'gir' dedi. Kapı açıldı emir subayı çakı gibi bir selam vererek ' komutanım istihbarat başkanımızın önemli bir arzı varmış tensiplerinize ' dedi. Başını salladı bu 'gelsin' demekti....
Bir dakika sonra şaşkın gözlerle fotoğraflara bakıyordu. saydı bir iki üç dört beş altı yedi de durdu yedinci atlı da kimdi kırk yaşlarında biraz toplu gözlüklü sert ama sevecen bakışlı okumuş biri olduğu belli birisi atada pek yakışmamıştı atladı 18 yaşşarında görünen kızıda tanımadı dokuzuncuyada baktı çıkaramadı başı açık 30 yaşlarında topluca bir kadın güneşten esmerleşmiş bir yüz, onuncuyuda çıkaramayınca biraz canı sıkıldı ama belli etmedi 45 yaşlarında dik ve sert duruşlu kararlı bakışlı birisi bir kere daha taradı içinden' aslında üç kişiyitanıdım ya neyse ' dedi. Şaşkınlığını attı 'ne bu tiyatro mu ?' dedi. Gerçek sanırız yanıtını alınca cidden sarsıldı. Bunca sene savaş için hazırlanmış bir komutandı. gözünü kırpmadan savaşa gider di ihtilal kararı gerekirse alırıdı. İnisiyatif kullanmasını bilirdi ama şimdi kafası cidden karışmıştı. Fotoların Cumhurbaşkanına başbakana vede TBMM i başkanına gönderildiğini duyunca şöyle bir baktı ' bu konuda Cumhurbaşkanının fikrini alalım randevu isteyin ' dedi. Genelde çok geç gelen yanıt yıldırım hızıyla verildi ' cumhurbaşkanı hemen kendilerini bekliyordu'
Makam arabasına atladı çankaya ya yola çıktı saat topu topu 1015 idi....
to be con..... DEVAM EDECEK
-
Halil amcanın telefonunu alan DYP yetkilisi hem inanmadı hemde şaşırdı. Olur muydu böyle saçma sapan bir olay . Ama genede parti genel sekreterine durumu iletti , genel sekreter 'Bu işlerle genel başkan uğraşamaz erken seçim için çalışma yapıyor sen en iyisimi konuyu DYP diyince akla gelen iki isme ilet gerçi ikincisini pek anımsayan yok ama genede başbakandı ' dedi. Bunun üzerine yetkili aşağı indi ve Süleyman Demirel 'in Güniz sokaktaki evini aradı....
Demirel çalışma odasında oturmuş yarı okuyor yarı düşünüyordu. Ne olmuştu bu ülkeyede bir sözüyle sokaklara dökülenler şimdi tepki gösteriyordu kendisine... Hemde tam anlamadan idrak etmeden 'baş örtülü okuyacaksınız suudi arabistan a gidin ' demekle kastettiğini nasıl anlamazdı o kadar yakınları ? Çok daha garip bir olay daha vardı aslında düne kadar düşman olduğu yok etmekye çalıştığı sol basın ve bazı yazarlar Demirel i desteklemiş ve siyasete dönmesini en çok onlar istemişlerdi. ' Ben solcuyum daa haberim mi yok ?' diyede düşünmedi değil... Şimdi kırk yıllık kurt olarak yapacağı manevrayı düşünüyordu ...
Aslında bugün kü siyasette olup ta olmaması gereken bir sürü uygulamayı ben başlattım diye düşündü. Kur'an'ı oy almak için bir yem bir reklam gibi kullanan kendisiydi mitinglerde öpüp öpüp başına koyar bununla saf dindarları kandırdığını sanırdı. Devlet parasıyla verdiği iftar yemekleri geldi aklına her ne kadar devlet parasıyla iftar yemeği vermek laikliğe uymasada daha da beteri dince de makbul caiz olmamasına rağmen kendi parası gibi verdirmişti. Zamanla sadece dinsel söylem, cuma namazlarına katılmak ,Eyüp camiine gitmek tekbir getirerek temel atmak gibi kendi başlattığı uygulamalar bile dinci akımların desteğini almaya yetmez olmuştu. Kasıldı şimdiki aklı ve tecrübesiyle ne kadar hatalı bir iş yaptığını kavradı ama artık çok geçti.
Verdiği taviz üstüne tavizlerle bu yobazlar aşırı çoğalıp yurt dışına taşmış hatta Almanya 'da hilafet devletini bile ilan etmişlerdi. Bu aşırı dinciler neler neler demişlerdi. 'Hakimiyet milletin değil Allahındır. Cumhuriyet zulmuyle hesaplaşacağız, cumhuriyet kafirlik laiklik dinsizlik özgürlük put Atatürk deccaldır' UFFF dedi uff hele sonuncusu ozamanda yüreğini dağlamıştı şimdi ise bu dev gibi gövdeyi eziyordu. Nasıl olmuştuda izin vermişti? Sırf omuydu izin verdiği.....
Aday listelerinde tarikat tmsilcilerine cumhuriyet karşıtlarına hatta bölücülereyer vermişti Şeriatçi basını beslemişti. Aslında dikkatli zeki dengeleri ayarlamakta usta biriyim dedi ama bazen taşları çok oynatmıştı. Neden diye düşündüğünde ise 'bilardo oynadığı, bir kaç roman okuduğunu şiirde ise Mehmet Akif'te son bulan bir zevki olduğu aklına geldi ayrıca Ciddi bir tiyatro kültürünün hele opera da sıfır olduğunun farkına vardı. Özetle sanata ilgi duymadığını ufkunu genişletip kültürünü inceltemediğini hissetti. Belki de bu yüzden dincilere fazla taviz vermiş hatta 1987 de gemiyi azıya alarak bir nurcu dergiye aynen ' İran ve pakistan islam Cumhuriyetleri vardır. Birkaç ülkenin başında islam kelimesi yer almaktadır. Aslında , 1924 Anayasasında da [Türk devletinin dini, din-i islamdır] denildiğine göre , o günkü devlet de bir islam cumhuriyetidir. 1923' te kurulmuş olan cumhuriyet bir islam devletidir. [ Atatürk'ün kurduğu laik cumhuriyet elden gidiyor ]şeklindeki beyanların,bence ,iyi bakıldığı zaman tutarlılığı yoktur. Atatürk'ün kurduğu devlet laik devlet değil , islam devletidir.''demişti. İçini derin bir sıkıntı kapladı. Bu kadarla kalmışmydı bu ülkeyle oynadığı....
Gereğinden çok ama çok fazla imam hatip okulu açmıştı ve Türkiye bugün bile bunun sancısını çok ciddi biçimde çekiyordu bu gidişlede bazı acı bedeller ödeyerek çekmeye devam edecekti. 1965 yılını anımsamak bile istemedi ama aklına taklımıştı oyıl milli eğitim yasasını delmiş Diyanet İşleri Başkanlığının bir maddesi ile Kur'an kurslarını açma ve yönetme görevini müftülere vererek, MEB devre dışı bırakmıştı . Vakıf ve tarikatların binlerce kur'an kursu açmasına oy uğruna göz yummuş olayların böyle olacağını öngörememişti. hatta aynı nurcu dergiye '1924 tarihli tevhid-i Tedrisat Kanununa ters düşüyor diye din eğitiminden vaz mı geçilecek ? Şayet Kur'an kursları veya din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa , yanlış olan din eğitimi değil, Tevhid-i Tedrisat kanunudur' demişti.... Uf ki uftu kendisi hiç bir imam okuluna gitmediği halde CUMHURİYET OKULLARINDAN her türlü bilgiyi almıştı üç oy uğruna yangına demirci körüğü ile gittiğini farkediyordu ama iş işten çok geçmişti. Bugünkü yangının temelini o zamanlar kendisinin attığını geç te olsa anlıyordu.
Antreden telefon sesi duyuluyordu önce bir koruma sonra hayat arkadaşı 50 senelik eşi Nazmiye sinin konuştuğunu duyuyordu, nazmiye seslendi 'şimdi meşgulum ben birazdan ararım' yanıtını verdi. Gerçektende konuşacak hali yoktu. Düşünceler beynini kemiriyordu. ...
DEVAM EDECEK .......
-
Demirel eskilerle yeniler arsında köprü kuruyor ve o köprünün tam ortasında olduğunu hissettikçe titriyordu o 101 kiloluk gövde sanki sarsılıp tarihle hesaplaşıyordu..
Demokrat parti 1950'de iktidara gelince , ilk iş olarak, ezanın tekrar arapça okunmasına izin vermişti halbuki daha 1918 yılında AZiya Gökalp ne demişti dizelerinde ...
Bir ülke ki camiinde Türkçe Ezan okunur.
Köylü anlar manasini namazdaki duanin...
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'an okunur.
Küçük, büyük herkes bilir buyrugunu Hüda'ni...
Ey Türkoglu, iste senin orasidir vatanin!
demekki dedi 1918 de 1950 lerden iyi düşünülüyormuş ne 1950 si şimdiden bile... Atatürk 1932 de önce Türkçe ezan okunmasının dinen caiz olup olmadığını tartıştırıyor ve caiz olduğu belirleniyor. Bunun üzerine içlerinde Hafız Burhan, Sadettin Kaynak, Hafız Nuri gibi dönemin önemli hafızlarının bulunduğu bir komisyon kurularak ezanın Türkçe çevirileri yapılıyor ve hangisinin ahenginin daha uygun olduğu
tartışılıyor. Kabul edilen metin şöyle:
"Tanrı uludur;
Şüphesiz bilirim, bildiririm:
Tanrı'dan başka yoktur tapacak,
Şüphesiz bilirim, bildiririm
Tanrı'nın elçisidir Muhammed
Haydin namaza, haydin felaha
Namaz uykudan hayırlıdır."
Diyanet İşleri Başkanlığı 18 Temmuz 1932 tarihli bir genelge ile bu metni bütün camilere bildiriyor ve ezan Türkçe okunmaya başlıyor. Tam halk neyin ne olduğunu anlarken ah Demokrat parti ah... Sanki bu yetmezmiş gibi devlet radyosunda Kur'an saatini ve mevlit yayınlarını başlatmıştı. Dilde sadeleşme bir devlet siyasetiyken , geri giderek anayasayı gene Osmanlıcaya çevirmişti Allah tan bu hatadan vazgeçildi dedi bir soluk aldı. Halkevleri, Köy Enstitüleri kapatılmış, Atatürk çizgisi terk edilerek Batının uydusu olma yoluna girilmişti her sokakta bir milyoner çığlıkları vede devlet tercihi olarak Cezayir direnişçileri yanında olmak varken Fransa'nın yanında olmak gibi... Devrim yasaları yavaş yavaş ihmal edildi unutturuldu bunun yerine dincilerin sırtı sıvazlana sıvazlana bu günlere gelindi... bende bunu olduğu gibi hatta artırarak sürdürdüm diye düşündü iyiki devrim yasaları unutulmuştu ya anımsayan çıksaydı.....
Bir an hükümetin en büyük din sorunu yaptığı türbana gitti aklı nereden nereye dedi şaştı kaldı eğer kendisi devlet adamlığını gösterebilseydi hiç olmayacak bir sorunu canlı bomba gibi Türkiye'nin kucağına bırakmayacağını hissetmedi bile. başörtüsüne ne eskiden karışılmıştı nede şimdi karışılıyordu. İlk kez Ankara İlahiyat Fakültesinde başladı başörtüsü sorunu. Okullarda başörtüsü yasaklanınca YÖK başkanı İhsan doğramacı, sanki farklıymış gibi türban fikrini ortaya atmış bu fikirde tutulup yayılmıştı. Türban ne Türk geleneklerinde nede islamda yeri olmayan bir örtünmeydi ve sadece 'islami sertliği' ile bilinen iranda bir islam kolu uyguluyordu. Türkiye de 1983 e kadar Türban diye bir nesne yoktu nasıl omuştuda şimdi dinciliğin simgesi laikliğe meydan okumanın yeni bir biçimi olmuştu anlayamadı. Tıpkı kendi hayalarını anlayamadığı gibi.... 23 senede dinde ve gelenekte yeri dahi olmayan bir örtü dini simge olmuştu kendisi ise bu 23 yılın 19 yılında fiilen vardı ve farkında değildi. Türbanda yasaklandı Anayasa mahkemesi ve Danıştay durumu incelemiş evrensel uygulamalarıda dikkate alarak , türbanın kamusal ve yönetsel alanlarda takılmasının laiklik ilkesine aykırı olduğunu tespit ederek yasaklamayı onaylamıştı. Çünkü kamu hizmetinin en önemli niteliği tarafsızlıktı. Kaç sene sonra gene türban yüzünden kendisini kaybeden bir avukat hala süren bu saçmalık ve kışkırtma yüzünden Danıştayı basmıştı bir değerli hakimde ölmüştü mekanı cennet olsun dedi içinden ama kafası iyice karıştı olmayan bir simge nasıl bu kadar değerlenmişti bu süreçte kendisinin başbakan ve hatta Cumhurbaşkanı olduğunu anımsayınca iyice bozuldu...
Aklına birden Said -i Nursi, yada eski adıyla Said -i Kürd'i geldi yüreği hop etti, offf dedi offf bayağı hata yapmışım Türkiye Cumhuriyetinin bu garip hale gelmesinden bayağı sorumluyum aslında bu bile bir şeydi ama bu düşünceyi kafasından uzaklaştırdı ve mevcut hükümeti nasıl alt edeceğini düşünmeye başladı hırslıydı bu yaşında bile iktidar hırsı yanlış üstüne yanlış yapmasını engelleyemiyordu oynayacağı en büyük koz yine dindi. Din diyince kaldığı yerdeki düşünceleri geldi aklına yahu ne zordu bu kadar uzun bir tarihle yüzleşmek bir doğrusu yokmuydu yahu ? Barajlar kralı olduğu aklına geldi evet evet bu doğruydu DSL den başlayan ve DPT de devam eden hayatının o kesiminde gerçekten barajlar kralıydı zaten aydın kesimde bu yüzden ona minnetterdı ama şimdi kalkıp baraj yapacağım diyemezdiki önce dine el atmalıydı....
Birazdan dediği süre geçmiş telefon gene çalmaya başlamıştı Nazmiye'si telefonla konuşuyordu bir ara sesler kesildi telefonun kapanma sesini duymamıştı yaklaşık iki dakika sonra 'yaaaa' diyen şaşkın Nazmiye'sinin sesini duydu ama gene düşünceye dalmak üzereydi hemde çok derin........
-
Said-i Nursi ye takılmıştı aklı , 1873' te Bitlis'in Nurs köyünde doğan dikbaşlı kendine özgü bir kişilik. karışık ve sistemsiz bir din eğitimi görmüş yetenekli birisi. İstanbul'a gelir tutuklanır sürülür hatta kısa bir süre akıl hastahanesinde yatar. ittihatçıların Teşkilat-ı mahsusasında bile görev alıyor. Ruslara esir düşüyor kaçıyor , Kürt ayrılıkçıların kurduğu Kürt Teali derneğine üye oluyor. Cumhuriyetin ilanıyla köyüne çekiliyor şeyh sait isyanı ile sürülüyor. Ömrü genelde sürgünde geçiyor 1926-1949 yılları arasında risaleler yazıyor toplam 130 kadar. Toplucada risale-yi nur diye anılıyor bu yazıları. Ağdalı karışık gramer hatalarıyla dolu bir dili var. O uzun ve tantanalı bir bölümü müphem ifadelerin içerisinde İslama bir soluk getiren yeni hiç bir şey yok... Bu risaleleri okuyanlara çoğultup yayanlara Nur talebeleri deniyor. harekat Nurculuk diye anılıyor. Zaten başına bela olmış bir cemiyet şimdi de bir yazar Kıbrıs açıklarında denize atıldı diye bir yazı yazıyor. Offff offfff...
Said-i Nursi bu Nurculuk hareketinnin amacını ' Mustafa Kemal'e karşı Nur un tokadıyla karşı çıkmak ( Şualar s.334) ' olarak tanımlamaktadır. Nurculuğun amacı örtülü bir ifade ile ' imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek, Kur'an'a sarılarak , dinizlik vede kominizm den kurtulmak' yani din devleti kurmak... 1960 da ölünce çeşitli nedenlerle Nurculuk bölünüyor, amma en önemlisi yargıtay ceza genel kurulu 20,09,1965 günlü kararla Nurculuğu mahkum etmesidir. tam kendi döneminin başlama zamanları yani , mahkumiyeti hükümet olarak hiç uygulayamamışız havada kalmış diye iç geçiriyor...
Nurcular önce Demokrat partiyi sonrada bizim partiyi destekledi gık demedim , çeşitli kitap ve dergiler çıkararak Atatürk ve cumhuriyeti karaladılar hele hele Yeni Asya kolunun yayınladığı 6 ciltlik Gayr-i resmi Yakın Tarih Ansiklopedisi bunun en üst düzeyidir. demekki dedi bugünün Türkiyesinin en baştaki sorumlularından birisi benim dedi hele risaleleri okuyup ta gereğini yapmadığı için tarihi bir utanç içindeydi...
Said-i Nursi , risalelerinde kendisini vede risalelerini yüceltmek için öyle şeyler yazıyorduki ona da inananlara da şaşmamak elde değildi... Acı acı gülümseyerek tekini anımsadı , Tevbe suresinin 33. va Saff suresinin 8. ayetinde geçen nur kelimesi hakkında ' Bu nur , Risale-yi Nur'un nurudur. Daha doğrusu Risale-i Nurun kendisidir. ' Buna benzer neler neler hele hele risalelerde hemen bir ikisini anımsadı ..
' Risale-i Nur Kur'an 'ın bir aynasıdır ( Sönmez risalesi s29)
'Kur'an'ı kerim 'in ruhu, Risale-yi nur un cesedine girmiştir. ( Emirdağ lahikası s79'
'Risale-i Nur öyle değerli bir kitaptır ki Kur'an 'ın onda yansıyan nurlarına hizmet etmek, askerlikten ve kutsal savaştan bile üstündür. ( Lem'alar)'
Said- i Nursi nin Atatürk Cumhuriyet ve Cumhuriyetçiler için dedikleride aklına gelince titremesi arttı . Neler neler demişti bu adam ve buda onların dargilerine konuşmuştu sanki bu haklıymışcasına ama genede bu devirden iyiydi adamın ülkeyi bölmeye çalışan mürüdine af çıkmıştı.. ' Atatürk saltanat-ı hilafeti mahveden bir deccal (Şualar 434)' 'nefret -i ammeye layık adam (Atatürk oluyor) İslamın en büyük fitmeyi diniyelerinden biri. ( Şualar s313-314) Nurcuların Acz Mendi kolunun hocası olan zatı Müslüm gündüz de 'laiklik dinsizliktir bu rejim kökten kazınmalıdır' demişti kendiside o ara yetkiliydi..
daha beteri geldi aklına birden Taksim Toplantılarında kendi söyledikleri.. 'bediüzzaman Said-i Nursi; Kur'an'ı ve Resullullah'ı kendisine rehber yapmış ve inançlarından hiçbir taviz vermemiş bir şahsiyettir. mMerhumun külliyatı kütüphanemde vardır. Bu risaleler hakikat ve öğitlerle doludur. Bediüzzaman hazretleri....'' yuh olsundu bir kaç oy için Türkiyenin dibini resmen oymuştu Atatürk e Cumhuriyete laf eden Anlaşılmaz hatalarla dolu bir kitapçıkları değerli bulduğunu söylemiş yetmemiş adamı 'hazret' sıfatına çıkarmıştı. Bu ülke bu kadar darbeye genede iyi dayanmıştı Demekki Atatürk Sağlam temellerle kurmuştu Cumhuriyeti . O an aklına bir kitap geldi Atatürk Yazmıştı ne hikmetse hiç okumamaıştı okusaydı bir en azından bundan doğrudur diye geçirdi içinden....
12 mart 1971ve 12 eylül ne ilgimç dedi hepside kendi döneminde hepside kısmen ona karşı hatta 1960 bile sayılırdı nede olsa Demekrat Partinin devamıydı. 1979 un son günü bütün yetkililere ulaştırılan muhturayı bile anlamadığını düşündü. Hata darbeden önce tüm konuşmalarında sıkıyönetim komutanlarına övgüler yağdırırken yıllar sonra 12 eylülde kendisini haklı çıkarmak için salladığı ' 11 Eylülde akan kan 12 eylül de nasıl durdu?' yalanı aklına geldi gerçekten tarihten utandı. Ya bir tarih mahkemesi olsaydıda hesap sorsalardı.. İyiki tarih mahkemesi diye bir mahkeme yoktu adliyelerde... Milliyetçi cephenin bile hesabını veremezdi bölünme dağılma gereksiz kavga.....
Daha hesaplaşacak o kadar çok şey vardıki ama kapda ısrarla çalınıyordu ve eşi sesleniyordu. Silkindi kendine geldi nede olsa alışıktı^'dün dündür bugün bugündür ' demeye... Aslında iyiki hayal aleminden uyanmıştı ter içinde kalmıştı. Gel Nazmiyem dedi. Nazmiye demirel telaşla içeri girdi Kocasının yüzündeki soğuk terleri görünce ne söyleyeceğini unuttu ' Bey iyi misin ?' dedi. Demirel ' 50 yılın sorumluluğunu üstlenmek kolay değil nazmiyem ' dedi. Nazmiye'si bir şay anlamamıştı ama eşime gelen telefonu söylemesi gerektiğini biliyordu ve söyliyiverdi. Demirel beş kat terlemeye başladı 'imkansız yav nasıl gelecekler' dedi. Ama ya geldilerse demektende kendini alamadı geldilerse Hükümeti devirme çalışması yapmasına gerek kalmayacaktı ortada hükümet kalmazdı....
DEVAM EDECEK
-
DYP yetkilisi ikinci olarak Tansu Çiller ' i aradı. Telefonu Kuşadasında ki çiftlikten açan Özer çiller alo bile demeden ' birazdan arayın ' diyip kapattı, çok sinirliydi çok ama yapacak bir şeyde yoktu. Tencere kapak hikayesi gibi gidiyorlardı. Ama Tansu sinirleri bile zorluyordu. Haziran ayındaki 'çene kırlılma hadise'si' üzerine Kuşadasına gelmişler ve Özer için kuşadasının cehennem adası günleri başlamıştı. Çünkü eşi siyasete dönmek istiyor bu yüzden 'çok iddalı ' hazırlanıyordu. Bir de tarihleri olayları bir doğru bilse....
Tansu yaklaşık bir senedir kendi deyimi ile ısınıyor . Atatürk, Atatürkçülük, Milli mücadele , Cumhuriyet Devrimleri hakkında çalışıyordu hatta NUTUK diye bir kitabın 10-15 sayfasını okumuş hem anlamamış hemde sıkılmıştı. Okudukları sanki dünkü gazete haberiymiş gibi şaşırmakta kendisinin o devirde yaşadığını hayal ederek sorunları bir çırpıda çözmekteydi. Özerin görevide kendisine kitaptan soru sormaktı her doğru yanıtında zıp zıp zıplıyordu ama nedense az zıpladığını hissetti bir an. Çünkü çok hatalar vardı anlamıyordu olamazdı olmamalıydı. Örneğin bu sabah ki çalışmayı içine sindirememeişti olay şöyle olmuştu.
'' Cumhuriyet hangi yıl ilan edildi ?''
''1920''
'' yok yahu olurmu hiç kaçıncı tekrarımız tansı profesör olacaksın birde o meclisin açıldığı tarih sarı bebeğim''
'' Özer kendine gel ben ekonomi profesörüyüm bu kadar zor sotuyu bilmek için tarih profesörü olmak lazım. Hem meclis 23 Nisanda açıldı , 29 eKimde de cumhuriyet ilam edildi''
O an özer çok keskin bir bakış atmıştı Tansu ilk defa bakıştan ' Ekonomi bilginide gördük ne ekonomiden ne tarihten anlıyorsun ' anlamını çıkardı bozuldu açık etmedi. Özer yanıt veriyordu kendine...
'' iyide birisi 23 Nisan 1920 öteki 29 Ekim 1923 inanmazsan bak!!!''
Diyerek kitabı uzatmıştı kendisine şok olmuştu müthiş matematik bilgisiyle on dakika kadar düşünerek arada 3,5 sene kadar fark olduğunu hesapladı kesin kitap hatalıydı ve konuyu hemen açtı
'' Aaaaaa! 1920'den 1923'e kadar Cumhuriyet yok muymuş ? Atatürk o tarihlerde Cumhurbaşkanı değilse neymiş ?''
''Meclis Başkanı''
'' Aaa Valla inanmam. Sadece meclis Başkanı mı? Şu Bülent Arınç gibi mi? Yada bizim Cindoruk gibi filan ha?''
'' Kitap öyle diyor şekerim'' sesindeki sert ifadeyide anlamamazlıktan geldi Tansu bu iki olmuştu....
''Başbakan kimmiş?''
Özer sorunun yanıtını bir türlü bulamıyordu. Kitabı eviriyor çeviriyor başbakanlar kısmına bakıyordu ama o tarih yoktu sanki... Tansu hafiften tepindi...
'' Kimmiş diyorum ?''
'' Telaş etme bulamıyorum. Hah!! buldum o tarihlerde başbakan yokmuş!!''
Tansu buz kesti...
''Nasıl yani?''
'' Evet yokmuş. Fevzi Çakmak paşa Bakanlar toplanınca toplantıya başkanlık ediyormuş o kadar ''
Buz kesen Tansu'nun kanı bu seferde başına hücum etti. Olmak için o kadar çırpındığı başbakanlığa Kurtuluş savaşının başında yer verilmemiş olması çok fena onuruna dokunmuştu. Hayret dedi nasıl böyle bir hata yaparlar ki böylesine önemli bir makam boş bırakılır mıydı ? Kesin bir hata vardı ama Özer bulamıyordu. kendisi bir gün bulacak Özer' e hesabını o zaman soracaktı. Birden aklında bir şimşek çaktı nasıl olduysa bir isim anımsıyıvermişti. Büyük birisiydi herhalde o zamanlarki aklına gelmişti işte bu başbakan olabilirdi hemen sordu ...
'' İsmet paşa neciymiş peki ?'' Sorudan çok yanıtı bu der gibiydi ama Özer gayet sakin
'' Genelkurmay Başkanı'' diyince tam sinirlenecektiki bu yanıt hoşuna gitmişti yüzüne bir pembelik yayıldı MMMMMM diye bir ses çıktı dudaklarından Tansu'nun bu halini bilen Özer kitabı bir yana bıraktı eşi Tansu UÇUŞ a geçmişti gene hayal dünyasına ....
Tansu gerçekten uçuşa geçmişti düşünüyordu ' O tarihte Başbakan olsa , Koca İsmet Paşa emrinde olacaktı ha? O tak diye emreder , İamet Paşa 'da , Doğan Güreş gibi şak diye emrini yerine getirirdi. Mmmmm harika olurdu. O tarihte Başbakan olsa Kurtuluş savaşı kesinlikle daha önce biterdi. Üç-dört yıl mı ne sürmüş zaten, oysa kendisi Keardak olayında nasılda hızlı davranmıştı. Kih kih kih . Az kalsın savaş çıkaracaktı . Demirel filan çok korkmuştu. Çıksaydı iyi olurdu Yunanlıları birde o yener, tarihe Bacıtürk yok yok daha iyisi Anatürk olarak geçerdi.''Hayale devam edecektiki görevli portakal suyu getirmiş muhteşem hayalini bölmüştü. Bir bahane bulup kovmalıydı artık bu kadını bu yapılacak iş miydi..?
DEVAM EDECEK.....
-
Tansu koltuğu Mesuta kaptırdığından beri sinirliydi. Refahyol hükümeti kendisinin gereksiz yere sonu olmuştu. Aslında yerden göğe kendisi haklıydı ama anlamamıştı kimse onu. Şimdi de Mesut tutmuş siyasete hazırlanıyordu. Üç sözcüğü iki günde eden birisi girecek kendisi dışarıda kalacaktı olur şey değildi bu. Kaldıki kendisi tarihe geçmiş birisiydi nede olsa ilk Kadın Başbakandı. Kardak krizini bile lehine kullanamamıştı. Gerçi haritaya bakmış öyle bir ada görememişti ama olsun o da coğrafya haritalarını yapanların bilgisizliği idi. Gerçi kendisi Akdeniz de aramıştı bu adayı ada başka bir denizde olabilir miydi ki? Adaya bir keçi ve keçileri kaçırmış bir papazla iki tip çıkmış bilahare tüm Türkiyeyi ardına takmıştı Ordu ve Cumhurbaşkanı olmasa sorardı ama neyse o geçmişte hem de çok geçmişte kalmıştı
1946 da İstanbulda doğmuştu. . Bilecik Valiliği'nden emekli olan Hüseyin Necati Çiller ile Muazzez Çiller'in tek çocuklarıydı. 1898 de Muğla Milas ta doğan babası mülkiye de okumuş maliye eğitimi almıştı, 1920 lerin başında Ankara'da Vakit Gazetesinin muhabirliğini yapmış 1925-1927 de Muğla da Akyol gazetesini çıkarmıştı. Annesi ise i Balkan Savaşı yıllarında Selanik'ten göç eden bir aileye mensuptu. 1950 seçiminden sonra DP hükümeti babasını Bilecik valiliğine atamış ancak babası 1954 seçimlerinde CHP den aday olup da Muğla'da da DP tulum çıkarınca hem seçimi hem valiliği kaybedip emekli olmuştu. Ailesi mütevazi olanaklarını zorlayarak iyi bir eğitim görmesini sağlamıştı. Arnavutköy Kız kolejlinde okumuş ve burada okurken Robert kollejiyle ortak düzenlenen bir partide Eşiyle tanışmıştı. 1963 te evlenmişlerdi. Robert kolejinden sonra Boğaziçi Üniversitesi ekonomi bölümünü de bitirdi. Babası Menderese şiddetle karşıydı. Kendiside öğle idi hatta Menderes aleyhinde gösterilere bile katılmıştı. 27 Mayıs evlerinde coşkuyla karşılanmıştı. Ne gariptir ki yıllar sonra oy uğruna Menderes'e demokrasi şehidi diyecekti oysa çok iyi biliyordu ki, Aslı Menderes demokrasiyi şehit ediyordu.
Hayatının anahtar kelimesi Hırstı hatta yazar Faruk Bildirici bir kitabında kendisini şöyle tanımlamıştı 'Arkadaşları arasında hiç sevilmiyordu. En büyük neden, dizginleyemediği hırsıydı' çok bilmiş ukala yazar diye geçirdi içinden. Ama bu hırsla başbakanlığa kadar yükselmiş ve bu hırs yüzünden köklü bir partiyi eritmişti.
Tiyatroya merak duymuş Drama kulübüne girmiş çeşitli oyunlarda rol almıştı. Rol yapma yeteneği iyi gelişmişti. Kih kih bu sayede istediği an gözyaşı dökebilme rolünü oynamış ve çoğunda başarılı olmuştu. Kitap okumaktan hiç hoşlanmazdı. Bu yüzdende genel kültürü her daim, hava kadar hafif, yufka gibi ince kalmıştı. Allah tan şimdi Özer çalıştırıyordu. Dikkatsiz dağınık kıskanç ve pişkinliği seneler içinde kapmıştı. Ama oldukça güzel, zeki ve kurnazdı da. Bir kere hem de çok kötü faka basmıştı ama olsun o da olurdu.
En büyük düşleri ABD yi görmekti. 67 de mezun olunca burs alıp ABD ye gidip Özer i yanına aldırmıştı Mastır ve doktorasını burada yapmıştı. Ama İngilizcesi ilerledikçe Türkçesi zayıflıyordu ABD den yeşil kart almışlar ve ikinci vatanları yapmışlardı hatta 1973 te bir ev bile almışlardı
Canını ilk sıkacak olay, 1973 de meydana gelmişti. Babasını kaybetmişti. Babasından kendisine 437.000 TL. miras kalmıştı. Buda daha sonra canını sıkacak bir oyaya neden olmuştu. Parasını çok iyi değerlendirmiş ve 21 yılda bu mirası 676 milyar yapmayı başarmıştı ama basına yansımıştı, salak basın bilmez miydi ki kendisi çok başarılı bir ekonomi profesörü idi para kazanmayı elbette bilecekti. Gerçi Türkiye ekonomisini batırmıştı ama olsun ne çıkardı ki en azından bir kazanan vardı Gerçi bu konuda bir yalan daha vardı oda gene Faruk Bildiriciden çıkmıştı. 1974 de Türkiye ye döndükten sonra kuruluş halinde ki Boğaziçi üniversitesine girmiş eşi de Çukurova holdingde yönetici olmuştu. 1977 de doçent 1983 de de iltimasla profesör olmuştu. Eşi de holdingden uzaklaştırılmış İstanbul bankasına genel müdür olmuştu İşte bundan kısa bir süre sonra Yeniköy'de orta halli herkesin satın alabileceği mütevazı bir yalı almışlardı. Faruk Bildirici de tam burada devreye girmiş ve yalının Özer in kredi verdiği müşterilerden aldığı komisyon ile alındığını ayrıntılı olarak yazmıştı. İftiracı Gerçi İstanbul bankası da kısa bir süre sonra batmış yıllarca süren davalar zamanaşımına uğramıştı. . Sanki yalı alınması zor bir şeydi.
Hayatı 1989 dan sonra değişmeye başlamıştı. Siyasete ciddi bir biçimde ilgi duyuyordu. Özal'ın yobaz olduğunu söylemiş. İrtica tehlikesinden bahsederek bir Cumhuriyet kızı olduğunu söylemişti. Gülümsedi. İşte siyaset böyleydi ne demiş ne yapmıştı. Demirel çağırmış bize gel seni yıldız yapacağım demişti. DYP ye girdi ve Genel başkan yardımcısı oluvermişti. 20 Ekim 91 seçiminden sonra ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı oluverdi...
Özal'ın ölümü üzerine Demirel Çankaya'ya çıkmış olması DYP genel başkanlığına aday olmasını sağlamış, Necmettin Cevheri ve Yalım Erez'in yardım ve destekleri ile de medya dan , kadın olması ve şık bir vitrin olması nedenleriyle de kadınlardan büyük destek görmüştü. Ama nedense Demirel hiç istememişti genel başkan olmasını Kanısının olumlu olmadığını kendisini yıldız yaptığı için pişman olduğunu hissediyordu. İsmet Sezgin ve Köksal toptana karşı girdiği savaşı kazanarak Genel başkan otomatikmanda başbakan oluvermişti.
Başbakan olduktan sonra işler iyice karışmıştı ama onun suçu yoktu, birileri ortalığı karıştırıyordu muhtemelen de Mesut. Başbakan olurken halka herkese iki anahtar demişti halkın payına yokluk ve yoksulluk düşmüştü ama sözünü tutmuştu. Ekonomi iyi değildi kendi döneminde daha da kötü olmuş enflasyon %150 ye çıkmıştı. 5 Nisan kararları da bir işe yaramamıştı yolsuzluk söylentileri alıp başını gitmiş ekonomi bilgisinden kuşku duyulmaya başlamıştı. İlgisiz kişiler yüzünden olmuştu bunlar .
Azıcık hata da kendisi yapmıştı tabi hemen olur sanarak hiçbir yetkili ve ilgiliye danışmadan üniversite seçme sınavının kaldırılacağını söylemiş milyonlarca genç ve ailesi sevince boğulmuştu ama yeteneksiz YÖK yüzünden başaramamıştı bu onun hatası sayılmazdı ki , Lanet bir terör örgütü vardı garip bir ismi vardı onu çözmek için BASK modelini örnek alınabileceğini söylemişti aman ya rabbim ne gürültü kopmuştu Kendisini güneydoğu sorununu bilmemekle ve de Bask modelinden anlamamakla suçlamışlardı. İşte şimdi güneydoğunun en şirin ilçelerinden birinde yani Kuşadası'nda siyasete hazırlanıyordu, bilmiyor diyenler utansındı ama Bask' ın nerede olduğunu ne modeliydi anımsayamamıştı hala Rusya ziyareti dönüşünde S-300 füzelerinin Güney Kıbrıs'a satılmaması için ' masaya yumruğumu vurdum geri adım attırdım' demiş, yumruk konusu Rus yetkililerce, anında yalanlanmış, görüşmelerde daha sıklaşmıştı. Gerçi kendisine sadece Güney Kıbrıs' a silah satılmamasını rica edin denilmiş başka bir bilgi verilmemişti ahh bir deseler Güney de Rumların olduğunu belki daha ciddi konuşurdu Kuzey Güney diyince aklına sadece Amerika gelmişti . MGK toplantısında yine bu terör örgütünün Rusya ilişkileri konuşulurken durduk yere 'Yeltsini uyardığını' söylemiş ve Hikmet Çetin tarafından yalanlanmıştı anında, ne olurdu ki 'oldu' deseydi ne hava atmış olurdu, Irak operasyonu öncesi, ABD başkanı Clinton' un kendisini aradığını söylemişti ama nedense hemen yalanlaması gelmişti.. Düşmanları çoktu canım hem de pek çok
Düşündükçe aklına geliyordu, bir ara acaba Demirel haklımı diye kuşkuya düştüyse de bunu hemen kafasından uzaklaştırdı Demirel kıskanıyordu kendisini 'IMF den tarihin en büyük kredisini aldık tam 3 milyar dolar' demiş daha mürekkep kurumadan IMF Türkiye masası şefi ince bir dille kendisini yalanlamıştı. Başbakanlıktan ayrılmadan kısa bir süre önce örtülü ödenekten 500 milyar çektiği anlaşılmış baştan inkar etse de belge yayınlanınca kabul etmiş bu seferde 'nereye harcadığımı söyleyemem, söylersem dünya ayağa kalkar, savaş çıkar, Türkiye çöker ' gibi enteresan açıklamalar yapmış buna da inanan olmamış ' Mesut Yılmaz a güvenmiyorsanız, Cumhurbaşkanına açıklama yapın' baskısı üzerine Köşk e çıkmış Görüşme sonrası ' Sayın Cumhurbaşkanına Örtülü ödenek hakkında bilgi verdim' demesine rağmen yarım saat içerisinde yalanlama gelmişti Kıskanmasa susar kendisini azıcık korurdu. Zaten çok kısa bir süre sonrada Parsadan a parayı kaptırdığı ortaya çıkmış kendi dedikleri olmamış ancak Parsadan hapse girmiş kendisi rezil olmuştu....
Hele Genelkurmay olayları yok muydu? Onlar kötü olmuştu. Genelkurmay'dan İran'daki malım örgütün kamplarına operasyon düzenlemesi için bir plan hazırlamasını istemiş, plan görüşülürken Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin ( Korkak adam ) bunun bir Türkiye - İran savaşına yol açabileceğini ileri sürerek, Cumhurbaşkanına bu olayı danışıp danışmadığını sormuştu. Ertesi gün bilgi veririm diye ayrılmış Cumhurbaşkanı ile konuşup geldiğinde 'Cumhurbaşkanı ile konuştum, bu operasyona itirazının olmadığını söyledi' diyivermişti. Kendisine güvenmeyen o korkak Çetin toplantı arasında Cumhurbaşkanına telefon etmiş 'İran' a yapılacak operasyona onay verip vermediğini sormuştu' aldığı yanıt 'sınır dışı ufak bir operasyon sorduğu ve bunun Irak olduğu yolunda' idi. Bu operasyonu duyunca yerinden zıplayan Demirel ( 100 kilosuyla nasıl sıçramıştır kih kih ..) olaya el koyup operasyonu durdurup bir savaşı önlemişti. Kesinlikle korkmuştu ve kıskanmıştı kendisini. Bir kerede bir gazeteciye ' Askerler beni herkesten çok sever diyip Genelkurmay Başkanının Mesut Yılmaz a siz çekilin , sağı Çiller bütünleştirir' dediğini söylemiş ama Genelkurmaydan akabinde zehir zemberek bir açıklama gelmişti.
Off ki off tu ne çok düşmanı varmışta haberi yoktu. Sonra aklına başka düşünceler geldi Gene daldı.
DEVAM EDECEK ....
-
Sayın Commodore;
Bilmiyorum dediğiniz konuda 2 saat ehh bence dediğinizde günlerce konusursunuz da bu neden yarım kaldı acaba. Bu foruma ileti eklemenin yasak olduğunu biliyorum ama sonuca merak işte...
-
Düşüncelerinden ayılan Çiller siyasete ısınmak için çalışmasına devam etmek istedi. Neredeydi bu Özer dilide amma uzamıştı son günlerde... Kendisini batık bankalardan nasılda kolayca kurtarıvermiş hop uçurmuştu.. nankötdü canım nankördü..
Kocasını kestirdiği yerden buldu ve çalışmaya devam ettiler... Gerçi Özer bıkmıştı ama ne yapabilirdi ki heyhatt...
' Söyle bakalım Serves anlaşması ile Lozan anlaşması arasında ki fark nedir ? '' Çiller şüpheyle kocasına baktı böyle salak ve basit soru sorulur muydu ??
'Serves Fransa'da Lozan İsviçre de'' diye yanıtı yapıştırdı Özerden sadece 'ıghhh' diye bir ses çıkınca bir hata yaptığını anladı ama kendisinin haklı olduğunu bildiğinden hiç umursamadı...
'Şapka yasasının gerekçesi nedir?' diye sorduğunda Özer içi bir kötü oldu Atatürk Şapka yasasını çıkarmıştı ama nedense tek giyen Süleyman Demirel di...
' neden olacak dedi emin olarak Modaya uymak. şapka oldukça modaymış o zamanlar Atatürk Türk erkeklerinin modayı takip edip zarif ve şık olmasını istedi . Ecevit gibi kasket giymelerini isteseydi şapka değil kasket yasasını çıkarırdı .Ecevit Atatürk e karşıdır zxaten bildim bileli. Mesut ve Bahçeli Baykal ile Tayyip neden şapka giymiyorlardıki yasayı hukukçulara inceletmiş giymenin zorunluluğunu öğrenmişti ama bir terslik vardı. Demek ki aslında dördüde Atatürk e ve yasa ya Ecevitten daha karşı oldukları sonucunu çıkardı rahatladı... Özerse karısından bir şey olamayacağını bir kez daha anladı.. Amma karısının cesaretine de hayran dı bu bilgi düzeyi ve bu Türkçe ile Başbakan olmayı göze almıştı ve yeniden aday olmak istiyordu.
Tansu dedi yumuşak bir sesle gel sen bırak bu işi Tansu Kükredi neden ne yaptım ki ? Ne yapmamıştı Özer cesaretini topladı bir kaçını karısının yüzüne sıraladı...
'' Arnavutlık büyükelçisini kabul etmeden önce dışişleri bakanına ' arnavutluk nerede?' diye soran ;
Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ebulfeyz Elçibey' i soyadından dolayı Türkiye'nin Bakü elçisi sanman;
Rusya nın Nato yaalınınp alınmaması tartışmasına giderken ''Rusya Nato üyesi değil mi'' diyen ;
Samsunlulara takımları zaten birinci ligdeyken ''Futbol takımınızı birinci lige alayım mı '' diye soran ;
Bir birliğimiz Irak a girince bunu nasıl ilgi kurdunsa ' buolay Plevne zaferinden de büyük'' diyen ;
Samsunlular'a Malazgirt kahramanlarının torunları' , Karabüklülere 'karagümrüklüler ' , Kuzay Kıbrıs Türk Cumhuriyetine ' Kuzey Kıbrıs Türk Tarafı ' Türkmelrere 'kürtmen' , Göktürk kitabeleri ' Gökberk kitabeleri ' Ramazan bayramına ' Kandil Bayramı ' ''
diyen sen değil misin ? Tansu daha neler varda üzülmemen için söylemiyorum dedi. Tansunun gözleri ateşler saçtı tamam tamam sen sus ne anlarsın siyasetten diye çıktı Özerde onun ne anladığını merak etti ama ses çıkarmadı...
Kendi odasına dalan Tansu aslında ne büyük işler yaptığını düşünmeye başladı. Ne ince siyaset yapmıştıda kimsenin ruhu bile duymamıştı. İlkin diye düşündü dini benim kadar güzel çaktırmadan kullanan olmamıştır . Fatiha suresini bile Bedrettin Dalandan öğrenmişti , ezan ile sela arasında ki farkı bile bilmiyordu din konulu resmi toplantılara başını örtüp gitmişti tepki çekmişti ama olsuno yolunu tutmuştu. Başbakanlığı sırasında 130 İmam hatip açmıştı 24 Aralık 95 seçimlerinde irticaya karşı çıkması tamamen bir taktikti ve Daha sonra ortağı olacağı Fazilet Partisine çatmıştı. Sonra ince manevra ile sıyrılmıştı yada o öyle sanıyordu. Neler neler demişti. Aklına geldiği için hem neşelenmiş hem kendini tebrik etmişti Kendi dediğini anımsaması iyi bir gelişmeydi..
' Erbakan Atatürk ün açtığı yolu kapatmaya çalışıyor ; Erbakanla asla koolisyon kurmam Elimde RP ile ilgili çok önemli belge var Refah a teslim olmam ülke satılık değildir. ''
Sonra ferah partisi Anap la görüşmelere başlayınca hep panik hem kaçan iktidarı görmüştü belkide hayatının usta manevrasını yapmıştı belkide gerçekten Anap refah ı terslemişti. Neler demişti.
'' Bu ülkenin aydınlığa gönül vermiş insanları buna izin vermez Türkiye yi karanlığa itme Mesud.... ; Mesut bey ; ülkeni satma gel ülkeni karanlığa gömme , Sende partinde ülkende bunun altında kalır... , ANAP-Refah koolisyonu çok vahim....
Olmayınca zoraki nikah olmuştu ANAP_ DYP arasında sadece üç aylığına , bozulur bozulmaz Refah ile Meclis soruşturmasından da kurtulmak için görüşmelere başlayıp koolisyon kurdunuz. Refahlıların verdiği Meclis soruşturmasından Refahlıların oylarıyla kurtularak aklanmış olmuştu Gerçi bazıları buna saklanmak desede ne farkederdiki . Sonra hacı - bacı yuvarlanıp gitmeye başlamıştı. Siyah bir tesbih bulmuştu aslında yeşil istemişti ama nedense siyah olmuştu onunla dolaşıp durmuş hiç gitmediği camilerden neredeyse çıkmaz olmuştu, oruç tutuyor ayaklarına yatıp türbanlı fotoğraflarını teşkilata göndermişti tarikat başkanlarına başbakanlıkta devletin parasıyla iftar yemeği vermeye bile tavır koyamamış normal karşılamıştı. Erbakanın Libya gezisi hakkında ki gensoruyu düşürtmek için neler neler yapmıştı. Hatta TAK ŞAK paşa bile geri adım atıp gensoruya red oyu vermişti. Ne büyük siyasetçiymişim diye düşündü birden . Birde kocası çiller olmaz diyordu.. Deli mi neydi ?
-
Aslında şuanki ortamda canını sıkıyordu. Tayip erdoğan çankaya ya çıkmak için her türlü manevrayı yapıyorortam gerlidikçe geriliyordu. Askerde ilginçti ha Erbakanla kendisinden daha beter bir durum ortaya çıkmış ne post ne doğru bir darbe olmamıştı. 15 Eylülden beri asker sertleşiyordu. Aslında bir propoganda yapsa Türkiyenin aydın yüzü olarak bir kadına tabiiki bu kadın kendisi olması koşuluyla Cumhurbaşkanlığı ne çok yakışırdı. Bu parti adını unutmuştu uzun bir adı vardı Ardniyeti kalkındırma partisi gibi bir şeydi ama ne garip bir isimdi ard niyet ? başka bir şeydi ama neyse bu partiden kendisini destekleyen çok çıkardı kurcalasa...
Tarikat ve cemaat başları ile görüşmeler yapmıştı bol bol , ''tek tip eğitim doğru değildir '' diyip imam hatipleri savunmuştu '' siyaset her daim dinin emrindedir'' demişti neden demişti pek anlamamıştı ama demişti. Çünkü Özer kendisine dinde kadının siyasette yeri olmadığını söylemişti yani kendi aleyhine mi laf etmişti ne ?? Amma bir lafı vardı ki muhteşemdi '' Bizim hiç kimsenin önünde eğilme gibi bir seçeneğimiz yoktur , sadece Cenab-ı Allah'ın önünde eğiliriz '' demiştide Erbakan aval aval bakmıştı kendisine çok ilgisiz bir yerde gereksiz söylemişti amma bu lafı uzun zaman önce hazırlamış ve satmak istediğinden yer mekan gözetmeden söylemişti..
28 Şubat sürecinde Refah yol u savunmuştu laikliği korumak isteyen askerin karşısına kapı gibi dikilmişti , ordunun içine ajan sokmaya ordu ben başbakan olursam susacak demeye kadar ileri gitmişti. Koalisyonu desteklemeyen milletvekillerini partiden atmıştı başbakanlığı kendisine vermedi diye Demirel in resimlerini indirtmişti bu gelince aklına biraz duraladı. Demirel her daim kendisine karşıydı acaba burada bir şey yapabilir mi diye düşündü ama mecliste Demirel i dinleyecek çok az kişi kalmıştı. Artık kurt kocamış maskara olmasına az kalmıştı..
Acaba şimdi iktidar partisi kendisini desteklermiydi ki gerçi Tayyip daha hırslı gibi duruyordu Cumhurbaşkanı olmak için ama bir kadını seçerlerse iste biz irticacı değiliz mesajını vermiş olurlardı amma nerede bunlarda o kafa diye geçirdi içinden . Daha öncede söylemişti ''benim gibisi bin yılda bir gelir'' diye evet doğruydu bin senede bir gelirdi o zaman da anlamamışlardı kendisini ama şimdi ... Bir umut yeşerdi içinden
Telefon ısrarla gene çalmaya başlamıştı. Özer in açtığını duydu önce gür sesle konuşan Özer in sesi kısıldığını hissetti . Zorlukla konuşuyor yutkunup duruyordu. Biraz sonra Özer yanına geldi kocasının yüzünden bir şey anlayamayan Tansu herzamanki asabi halyle konuştu
' Çıldırtma beni Özer ne olmuş..''
Özer sapsarı bir yüzle karısına baktı
'' Unut herşeyi evine dön '' dedi..
Tansu anlamaz boş gözlerle kocasına bakarken kocası anca duyulabilir bir sesle anlatıyordu...
Saat sadece 1025 ti....
TO Be....
-
İsmet amcanın aradığı ilk partiden ses soluk çıkmadı sonradan aklına geldi o partinin ne kadar ileri geleni varsa Bülent Ecevit in vefatından sonra bir türlü toparlanamamış cenazenin rüzgarını da arkalarına alamamış bir şekilde ne yapacaklarını düşünüyorlardı. Enteresan diye düşündü İsmet amca partililer eşinden bağlı çıkmıştı Ecevite kendisi bile yaşına aldırmadan en az on kere gitmişti hastahaneye ama Rahşan durduk yere tüm partileri dolaşmaya başlamış ne olduğu anlaşılmaz bir tavır içerisine girmişti. Gittiği tüm partilerde de Ecevit in eşi olarak saygı görmüş kabul edilmişti ama hataydı yaptığı. Durduk yere eski yeni herkesi ziyaret etmesi hele eşi kritik dönemdeyken hiç ama hiç yakışmamıştı ki halkın geriye dönmesini beklediği ve istediği tek lider vardı geçmişte kalan o da Ecevitti, ancak onunda siyasete dönmesini değil yaşama dönmesini istiyordu halk, oda olmamış Ecevit son çeyrek yüzyılın en görkemli töreniyle hak ettiği yere halkının kalbine göçmüştü. Önce devlet sahip çıkmıştı Ecevit e sonra kendisini onlardan gördüğü halkı... GATA daki törende hafızalarda kalmıştı. Askerlerden ha bire yasak yiyen ceza alan Ecevit e TSK en üst düzeyde temsil ile veda etmiş bir yerde Ahde vefa göstermişlerdi....
Sonra ikinci numarayı çevirdi. Karşısına çıkana üst düzey bir yetkili ile görüşmek istediğini söyledi amma 'solcu' CHP Kraldan çok kralcı olduğundan bir türlü istediği yetkiliyi bulamıyordu. Zaten o yüzden istediği yerde değildi ya bu Atatürk ün partisi dev CHP İsmet amca şöyle bir şimdiki başbakanı düşününce bu kişinin başbakan olabilmesi için aslında CHP nin demokrasiyi bir şekilde katlettiğine hüküm getirdi. Seçimden sonra cezası bittiği için Tayyip seçime girememişti. İlgisiz bir bahane bulup ek seçim olmasına CHP ön ayak olmuş ve belki bu günlerin hazırlanmasında bir nevi katkıda bulunmuştu.. Sonun da uzun bir beklemeden sonra bu seferde ummadığı bir şekilde Deniz baykal a bağlanmıştı. Aslında şaşırmamıştı ne de olsa Baykal onu harcaya bunu harcaya tek yetkili kalmıştı.. Zaten o yüzden değilmiydi kendisi yokken yetkili bulunamadığından çok önemli kanun tasarıları İktidar partisi tarafından CHP binasının kapısına bırakılıp dönülüyor kıyamet koptuktan sonra CHP tarafından bulunuyordu..
Deniz Baykal biraz sinirli biraz histerik bir sesle buyrun demişti. Demiştide ne diyecekti şimdi İsmet amca... Sonunda tüm cesaretini topladı ve sabahki olayı anlatıverdi, sonuna da ekledi geliyorlar Ankaraya doğru Muhtemel çiftlik yolundalar diye...
Deniz Baykal peki dedi telefonu kapattı inanmamıştı ama sarsılmıştı ısrarla diğerlerinden tanıdık var mı diye sormuş ancak ciddi bir yanıt alamamıştı. Olmayacak bir işti söylediği İsmet amca nın zaten oluru olsa yanmıştı kendisi Ecevitten sonra karşısına kim çıkarsa çıksın bir şekilde hiziple belden aşağı vurarak bir şekilde karalayarak yenmişti hatta kendilerine çok yarar sağlayan dev gibi ilçe başkanlarını bile yok etmişti iktidarı için. Farkında bile değildi Atatürk ün kurduğu partiyi yalan yanlış yönettiği için ikinci lige düşürdüğünün...
Kafasını sallaya sallaya odasına gitti aslında daha önemli işleri vardı seçim zamanı yaklaştıkça rakip partilere muhalefet yapılacağına geleneksel olarak CHP kendi kendiyle kavga ediyordu. Halletmesi gereken bir iki ilçe teşkilatı bir iki ilçe başkanı ve merkez yürütme üyesi vardı amma dedi içenden amma bu haber doğruysa çok ilginç olacaktı bu yiyebileceğinden çok ama çok büyük bir lokmaydı...
Koltuğuna otururken keşke Altan Öymen den hiç geriye almasaymışım bu işi diye içinden geçirdi.. Geçmişle günümüz arasında daldı gitti ...
saat 0955 ti....
DEVAM EDECEK...
-
Deniz Baykal 2002 seçimlerinden aslında beklemediği bir yenilgi almıştı. İktidar bir şekilde altın tepside kendisine sunulmuş ama herzamanki gibi almayı becerememişti...
Mevcut partinin kendisine sağladığı tek getiri Atatürk ve Laiklik diyince otomatik kendisinin akla gelmesiydi. Buna rağmen iktidar partisinin bukadar yüksek oranda oy potansiyelinin olmasına çok şaşırıyordu...
Özellikle 5 Kasımdan sonraki süreçte 18 Mayısta ki cenaze ile başlayan kıpırdanma hızlanmış Genelkurmay değişimi ile asker sertleşmiş , tayyip AB yi askere karşı kalkan yapmıştı. Amma 5 Kasımda bir efsanenin ölümü belirli kitleleri harekete geçirmiş özellikle cenaze töreninde Asker Cumhurbaşkanı ve milyonlar tavrını net koymuştu....
Anlayamıyordu bu kadar bilgi ve konuşmaya karşı niçin bu kadar geri kaldığını aslında en bilgili ve tecrübeli parti başkanı kendisiydi ama halk ile arasındaki buzlar erimiyordu. Ölene kadarda bilemeyecekti istediği kadar doğru söylesin doğruyu anlatsın halkın anlayacağı gibi konuşmadıkça ilgisiz biri gibi kalacağını...
Siyasete Bülent Ecevit sayesinde girmişti akademik bir çalışmasını CHP ye sunduğunda o zamanlar genel sekreter olan Ecevitin dikkatini çekmiş ve kendisini yanına almıştı. 1973 tede Antalya dan milletvekili... 1974 yılında ilk kez bakan olmuş ve Ecevit hükümetinde maliye bakanlığı yapmıştı, 1978 Ecevit hükümetinde ise enerji ve tabii kaynaklar bakanlığı görevlerini üstlenmişti. Baykal bu dönemde parti meclisi ve merkez yürütme kurulu, genel sekreter yardımcılığı görevlerinde bulunmuş 12 Eylül askeri müdahalesinden sonra bir süre Ankara'da Ordu Dil Okulu'nda gözetim altında tutulmuştu. Hayatının zor yılları idi o yıllar... Çilesi bitmemişti 1982 Anayasa'sının 5 yıl süreyle siyasi yasağı getirdiği politikacılar arasında yer almış 1983 yılında siyasal partilerin kurulmasına izin verilmesinden sonra "yasaklı olmalarına rağmen faaliyetlerini sürdürdüğü " gerekçesiyle bir grup önde gelen CHP' li ve AP' li politikacıyla birlikte Çanakkale Zincirbozan Askeri Tesisleri'nde 2.kez gözetim altına alınmıştı.
Yasaklar bittiğinde Eylül 1987' deki genel seçimlerde SHP' den Antalya Milletvekili seçilmiş, SHP' de önce grup başkanvekilliği ardında da genel sekreterlik görevlerinde bulunan Baykal, Haziran 1988 de göreve başladığı genel sekreterlikten 10 Eylül 1990' da istifa etti. Deniz Baykal Antalya Milletvekili olarak Türkiye Avrupa Birliği Karma Parlementolararası Komitesi eşbaşkanlığını yürüttü. Avrupa Konseyi Parlementerler Meclisi üyeliğine seçildi. TBMM Dışişleri Komisyon üyeliğinde bulunmuştu...
Sonunda beklediği olmuş ve 1 haziran 1992 de kabul edilen bir yasayla Kapatılan partilerin açılmasına izin verilince Bülent Ecevit in karşı çıkmasına rağmen 9 Eylül 1992 de partiyi tekrar açmış ve Genel Başkan seçilmişti. Türkiyenin en köklü en eski partisinin 4. Genel Başkanı olmuştu...
-
Bir türlü uyanamamıştı bölünmüşlüğünün aslında dinci partilere yaradığına, gerek kendisi gerek SHP ve gerekse DSP bencil particilik içinden çıkıp yerel seçimlerde bile dayanışmaya yanaşmamışlar ve büyük illeri başta olmak üzere bir çok yeri yok yere kaybetmişlerdi. Sürekli yenilgilerin ardından 18 Şubat 1995 te SHP ile CHP çatısı altında birleşmişlerdi. Bu birleşmede Hikmet Çetin genel başkanlık yapmıştı içine nasılda oturmuştu bu durum.... Amma 9 eylül 1995 kurultayında Genel başkanlığı tekrar geri almıştı. Almıştıda ne yapmıştı halkın nabzını tutacağına dikkatini meclis içine vermişti. Çiller ile koalisyonu bozmuş sonra erken seçim şartıyla yeniden anlaşmış Halk tam Çillerden kurtuldum derken tekrar başbakan olmasını sağlamıştı. 30 Ekim 1995 Tarihinde kurulan DYP-CHP koalisyon hükümetinde başbakan yardımcılığı ve dışişleri bakanlığı görevlerini üslenmişti.. .. yaptığı hatalardan birisi buydu... 80 öncesi hatalarına ve Sayın Ecevit in hatalarına müdahale etmemesi aklına geldi amma kendisi orada ilk adam değil di halk onu sorgulamamıştı Ecevitte bir efsane lider olarak toprağa verildiği için asla hataları gündeme getirilmemiş o yıllardaki büyük hataları Özellikle Erbakanla olanlar unutulup gitmişti... Derin bir ohhh çekti bu duruma sonra bozuldu kendi kendine Ecevit öldüğü için sevinmiş gibi olmuştu ama yukarıda Allah vardı çekişsede çok ama çok saygı duyduğu bir liderdi Sayın Ecevit....
Çillerle yaptığı yap boz oyununun ne kendisine nede millete hiç bir yararı olmamıştı. 24 Aralık 1995 seçimi CHP ve kendisi için büyük bir yenilgi olmuştu. %10,7 ile en az oyu alan parti olmuş 50 milletvekili çıkarabilmiş belkide kendi yaptığı hizipçilik sayesinde tarihte ilk defa bir dinci partiyi Refah Partisi ni %21.3 oy oranı ve 158 milletvekili ile birinci parti yapmıştı... Halk çok ama çok ciddi bir uyarı yapmıştı ama bunu anlamamıştı bile... Tıpkı diğer partilerin anlamadığı gibi.. .. Ertesi günde borsa çökmüştü zaten......
Seçimleri takiben 53.Hükümetin kurulmasıyla dışişleri bakanlığı ve başbakan yardımcılığı görevlerinden ayrılmış. 23 Mayıs 1998 Tarihinde yapılan Cumhuriyet Halk Partisi 27.Olağan Kurultayında genel başkanlığa 2. kez seçilerek kendine olan güvenini tazelemişti. Refah yoldan sonra kurulan hükümete 18 Nisan 1999 da seçim yapılma koşulu ile dışarıdan destek vermişti. Erken seçim istiyordu çünkü kazanacağına emindi. Ancak İç tartışmalr, yöntemsiz bilinçsiz arayışlar yüzünden CHP yörüngesinden daha da sapmıştı.Halkın nabzını tutacağına meclis içi kombinezonlarla meclis aritmetiğiyle uğraşmış bunun büyük hata olduğunu kavrayamamıştı....
Halkla bütünleşmeyi bırak kendi içimizde bile bütünleşememiştikki diye geçirdi içinden yıllar sonra dürüstçe bir iç hesaplaşma ile... İsteğine uyularak 18 Nisan 1999 da genel seçimler yapılmıştı seçimden önceki son kurultayda müthiş bir sov la sahneye çıkmış ve 'İktidar istiyorum Başbakanlık istiyorum '' diye bağırmış çılgınca alkışlanmıştı. Sonra ne olmuştu CHP 2 Milyon 712 Bin 51 oy ve % 8.72 oy oranı ile baraja takılmış meclise bile girememişti. CHP Cumhuriyet tarihinde ilk kez meclis dışında kalmıştı. O seçimleri bitti denilen Sayın Bülent Ecevit in DSP si % 22.17 ile birinci çıkmış 136 milletvekili çıkarmıştı. Buna dayanamamış bir ara CHP bu yenilgiyi haketmedi keşke yeniden açmayıp tarihin kucağına bıraksaydım diye düşünüp 22 Nisan 1999 da Genel Başkanlık ve partisinden istifa etmişti... Kendisi dahil kimse buna inanmamış ve 30 Eylül 2000 Tarihinde Ankara'da toplanan Cumhuriyet Halk Partisi 11. Olağanüstü Kurultayında yeniden seçilerek üçüncü kez CHP Genel Başkanı olmuştu..... Partiye her dönüşünde Genel başkan oluyordu amma bir türlü Türkiyede iktidar olamıyordu bunu düşünmeye başladı.....
TO BE....
-
Başında bulunduğu CHP misyonu ve kimliği olan, tarihine bağlılık gereği devletin niteliklerine ve halka sahip çıkmakla yükümlü , yol açıcı, gösterici bir kitle partisi olduğunu biliyordu. Sadece şeriatçılara karşı olmakla amacını yerine getirmiş olamayacağını kestiriyordu. Adet yerini bulsun diye ara sıra göstermelik tepki yapmakla yetiniyor gibi algılanmaktaydı. Mevcut iktidar uzun süteden beri hata üzerine hata yapıyor. Kendi seçmeninden bile eleştiri alıyordu. Hele hele yaklaşmakta olan Cumhurbaşkanlığı seçiminde izleyecekleri tutumu bir türlü saptayamamış olmaları lehineydi. Gerek terör örgütünde gerek ekonomide gerek AB politikalarında gerek iç siyasette gerek devlet yönetiminde başarılı olamamışlar ama genede anketlerde hep önde çıkmaktaydılar., bir hata vardı vardı da neredeydi... Senelerin rekabeti olan MHP bile kendisine en yakın parti haline gelmişti... İlginç ti hemde çok ilginç...
Kendi aralarında ki çekişmeye öncelik vermesinin partiyi neredeyse bitme noktasına getirdiğini bir türlü analiz edemiyordu. Bu bitmek tükenmek bilmeyen açık-gizli kavgalar sürerken tabanı erimeye başlamıştı. Erime ne kelime dağılma sürecine girmişti resmen... Kavga da Türkiye nin önünü açmak için değil kendi iradeleri içindi. Hele hele Belediye başkanları ile girdiği gereksiz mücadele çok zarar vermişti kendilerine çok... İzmir i tek başına alan Piriştina nın ölümüyle İzmir de tehlikedeydi aslında mam Allahtan belediye seçimi yoktu yakında... Kendi Antalya sını bile kaybetmemişmiydi... kaleydi sözde Antalya Surları yıkılmış bir kale....
Sonradan görme CHP lilerde tam bir sorundu hemde ne sorun, bunlardan bazıları kendilerini ulu önderden daha akıllı daha ileri görüşlü ve daha yurtsever sanıyorlardıki bu erimeyi hızlandırıyordu. En kötüsüde ( Aslında komikleri...) 2. Cumhuriyetçilerdi , Bunlar Atatürk ün olmadığı bir ikinci Cumhuriyet kurmak istiyorlarmış... ( FRansa gibi ) Bunun nasıl olacağı ise belirsizdi. Atatürk'süz Türkiye... Titredi... Bunu yapabilmek için 1915 ten ilan edeceklere kadar ki zamanı takvimleden çıkarmak bile yetmezdi. Blelekler tarih ne olacaktı sonra Resimler heykeller caddeler sokaklar stadlar meydanlar köprüle kurumlar ne olacaktı 2. lerin bu konuda fikri bile yoktu... Anıtkabir ne olacaktı ? bilen yoktu TSK ne olacaktı TBMM si offff dedi offf. 2. Cunhuriyet ilan edilince zaten başkaca da bayrama ihtiyaç kalmazdı ne 23 Nisan ne 19 Mayıs ne 30 Ağustos ... 10 Kasım belki takvimden çıkar Türkiyede 9 kasım 48 saat sürerdi senede 264 gün... İstiklal marşının değişmesi de gerekecekti Bu sakallı tipler şaka maka geçmişi olamayan dımdızlak sıfır kilometre bir Cumhuriyet kurmayı hayal etmişler buda partiyi sallamıştı. Daha doğrusu Bu sapkın psikiyatrik vaka Türkiye yi Türk halkıda CHP yi sallamıştı... Seçimlerde bunun sonucunu açık ve net görmüştü aslında bir sandelye bile alamayarak ikinci cumhuriyeti tarihe gömüvermişti halk...
Atatürkçülüğü güncelleştiriyorum derken özüne bile sahip çıkamamış sulandırıp bulandırmıştı. Dernek statüsündeki Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu 12 Eylül sonrası genel bütçeye alınıp bir devlet dairesine dönünştürülüvermiş ve kendisi bugüne kadar bunu değiştirip tekrar düzeltememişti. Çaba bile göstermemişti aslında Bir dava açmış peşine düşmemiş mücadeleyi zoru görünce bırakıvermişti.
MSP ile kurulan koalisyonun mimarlarından birisiydi kendisi yani dinin devlete ilk sızışının mimarlarındam dı... Gümrük Birliğine katılmamızı zafer ilan etmişti Çiller ile beraber neden etmişti belki gerisi de çabuk gelir diye ama bu süreç sadece Ab lehine işlemişti ve bu açıkça ortaya çıkmıştı. Ama son zamanlarda iyi toparladığını sanıyordu aslında oda emin değildi omu toparlanıyordu İktidar mı sapıttığından puan kazanıyordu. Böyle bir iktidara karşı bu durumda olduğumuza göre diye içinden geçirdi kazanımşlarda benim sayemde değil bu iktidar sayesinde oluyor diye düşündü bir an ve aslında CHP olarak bir şey yapmamış olduklarının ürkütücü gerçeğini gördü......
O kadar da değil diye iç geçirdi özellikle Hükümete rağmen Irak olayında Hayır oyu aldırması bile ciddi bir başarı idi. gerçi sonrası getirilememiş hali hazır garabet doğmuştu, Irak çok karışık bölünmek ve iç savaşa girmek üzereyken Türkiye sınırdan bile seyredemiyor sadece hükümet bazında kimseyi bağlamayan boş laflar ediyorlar iç siyaset malzemesi yapıyorlardı gerçekte ise durum korkunçtu Dünya da itibarımız kalmamış dinleyen yok bir durumdaydılar. Ah bu hükümetttt 83 senelik birikimin Cumhuriyetin altını nasılda oymuştu... AB yolunda anormal tavizlere dış politika bilmezliğine rağmen tıkanmışlardı kendileride bu konuda hiç bir somut öneri dile getirememiş sadece iktidara yüklenmekle yetinmişti. Bu hükümet bu güne kadarki en kötü TC hükümetiydi. Halktan en çok tepkiyi Cumhurbaşkanı Sezer knusunda alıyorlar halk koskoca CHP yi Sezer in yarısı kadar bile muhalefet yapamamakla suçluyordu. Ecevit in cenaze töreninden sonra iyice kendi lehlerine dönmüş havayı bile değerlenmdiremediğinin farkındaydı. En ciddi çıkışını birazda MHP nin zorlaması ile eğer Başbakan cumhurbaşkanı olursa yapacaklarını söylemesi olmuştu.... Aslında iktidar kendilerine gülüyordu hemde çok yakın gülüyorduda bir türlü bunun farkına varamıyordu....
Sonra birden günümüze döndü 'Ne demişti telefonda ki ses ?'' Birden ayıldı eğer eğer doğruysa diye iç geçirdi ne seçim kalırdı Ne cumhurbaşkanına ihtiyaç.... Hiç bir şekilde klikleşemeyeceği kendisinide silpi süpürecek bir güçtü ..... Ama buna olanakta yoktu...
to be...
-
27 Aralık geldi geçti ben bu yazıyı burada bitiremedim amma çoğunu bitirdim gerçek yazımda .... 27 Aralık 2007 gelmeden burada tamamını bitireceğim kuşkunuz olmasın....
Eğer varsa tarihi bir hata yada bir görüş lütfen KM olarak atınız....
-
Re: 27 Aralık 2006
Bülent Arınç Meclisteki odasından dışarıyı seyrediyordu. Çalan telefonu duyamayacak kadar dalıp gitmişti. Kafasından birn türlü soru ve kendince çözümleri vardı. Ülke tam bir kargaşadan çıkmak üzereydi. Her zamanki gibi gene kaybetmişti kaybedenler safhında olarak meclis başkanlığı çok iyi bir payeydi doğrusu...
Cumhurbaşkanlığı seçimleri için ne umutlar beslemişti kendisini Cumhurbaşkanı olmaya hazırlamıştı o yada bu şekilde hayalleri bu yöne kaydı...
Çok hareketli günlerdi herkes Cumhurbaşkanı kim olacak diye konuşup kendince bir hesap yapıyordu AKP içindede sonrası için hesaplar yapılıyor ama başka diğer koşullarda AKP yi sıkıştırdıkça sıkıştırıyordu. Ülkede aklı eren ermeyen askeri sivili boştagezeri aşığı avaresi haneberduşu çullusu çulsuzu başıbozuğu delibozuğu herkes Cumhurbaşkanı kim olacak onu konuşuyordu. Tayyip in neden bir şey demediği merak konusuydu o zaman amma gerçek Tayyip in kafasının herkesten fazla karışık olduğuydu o yüzden ne yapacağını şaşırmış renk vermez bir serseri mayın gibi dolanıyordu. Yukarı tükürse bıyık aşağı tükürse sakal hesabı. 14 Nisan mitingi Cumhurbaşkanının zehir zemberek Harp akademileri konuşması Genel kurmay başkanının basın toplantısı YÖK ün tavrı hep aleyhine çıkar çevreleri hep lehineydi. Hatta çıkar çevrelerinden bazıları bile çıkmamasını söylüyor daha ileri giderek CHP nin söyleyemediği ni söyleyenler bile oluyordu. Gerçi Tayyip hedefteydi ama kendiside öne çıksa aynısının olacağını biliyor ama aldırmıyordu. Çok yönlü hesap yapmıştı...
Tayyip son anda vazgeçip kendisi Cumhurbaşkanı olursa o kargaşa arasında köşke çıkacağını ve yedi sene boyunca orada kalacağını bu arada dedelerinden kalan yarım işi oldukça ileriye götüreceğini hesaplıyordu. İran ı çok iyi incelemişti İran devrimi ağır ağır aslında göstere göstere 15 senede gerçekleşmiş bu günkü İran olmuştu gerçi Fatma isimli birisi dini liderlerden daha büyük bir mesaj vermişti dünya ya unutulmayan '' Kadınlar çok dikkat edin çarşafı giymek bir gecede olur çıkarmak için ömür boyu mücadele edersiniz'' Gerçi Türkiye de böyle bir sorun pek olmazdı aksine kanunlar olmasına rağmen kadınlar çarşafa bürünmeye meraklıydı. İstemeyenlere ise çözüm basitti o günler bir gelse sorun kalmazdı.
İkinci bu konudaki hesabı çok daha ilginçti. Şeytanın bile aklına gelmezdi bu plan. Ortada bir 184-367 kavgası vardı kendisi bu kavgaya 184 ü gördüm mü oturumu açarım diye tavrını koymuş taraf olmuştu ama içinden de aksi planıda yapmaktan geri kalmadı... İlk turda 367 olmaz CHP anayasa mahkemesine giderse ve anayasa mahkemesi üçüncü tura kadar karar açıklayamaz Tayyip Cumhurbaşkanı olursa Anayasa mahkemesi Türkiye nin en ilginç kararını verecekti ilk kez seçilmiş olan Cumhurbaşkanını ya onaylayacak yada veto edecekti. Yada olağan üstü toplantıyla seçim tamamlanmadan. Tayyip Cumhurbaşkanı olursa yapılacak bir şey yoktu o zaman parti içi iktidar kavgası başlayacaktı. Herkes Gül ü başbakan bekliyordu o ara ama söylenti Hilmi Güler şeklindeydi ki bu apayrı bir durumdu. Peki ya Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanlığı seçimini iptal ederse ne olacaktı. İşte hinliği buradaydı Anayasa ya göre Türkiye hemen seçime gidecekti yani üç ay içerisinde Meclisin kurulması alması hükümet oluşması güvenoyu alması Cumhurbaşkanlığı takviminin yeniden başlaması... En iyi şartla altı ay peki bu sürede ne olacaktı gene Anayasa gereği kendisi Cumhurbaşkanı olacaktı vekalet mekalet olacaktı ya... Ne plandı ama.... Ve Türkiye bir ilki daha görecekti sayelerinde Cumhurbaşkanlığına vekalet eden TARAFSIZ Meclis Başkanı Milletvekili olmakl içinde uğraş verecekti... Hatta daha garibi seçilemezse meclis dışı vekaletle Cumhurbaşkanlığına devam edecek , seçilirse milletvekili olarak başbakana bağlı Cumhurbaşkanı olarak Başbakan atayacaktı...
Ne günlerdi heyecanlı garip ilginç Dünyada eşi benzeri görülmemiş garip bir demokrasi süreci.... Ama hiç biri olmamıştı Çünkü....
Telefon ısrarla çalıyordu... Hayalinden uyandı bir ara telefona baktı aslında bağlamayın diye talimat verdiğini sanıyordu ama tam anımsayamadı. Geçmiş anılardan uyandırıldı diye kızarak telefonu açtı . Dinlerken yüzü allak bullak oldu ne aklında anı kaldı ne bir şey... Olamaz dedi olamaz .. Koltuğuna çöktü doğumundan bugüne hayatının muhasebesini yaptı....