-
Osmanlı Fıkraları
Çok soğuk bir kış günü padişah, tebdil-i kıyafet gezmeye karar vermiş.
Yanına Başvezirini alıp yola çıkmış. Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir
adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş.
Padişah, ihtiyarı selamlamış:
"Selamunaleykum ey pir'i fani..."
"Aleykumselam ey serdar'i cihan..."
Padişah sormuş:
"Altılarda ne yaptın?"
"Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor..."
Padişah gene sormuş:
"Geceleri kalkmadın mı?"
"Kalktık... Lakin, ellere yaradı..."
Padişah gülmüş:
"Bir kaz göndersem yolar mısın?"
"Hem de ciyaklatmadan..."
Padişahla Başvezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah
Başvezire dönmüş:
"Ne konuştuğumuzu anladın mı?"
"Hayır padişahım..."
Padişah sinirlenmiş:
"Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım."
Korkuya kapılan başvezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla dere
kenarına dönmüş. Bakmış adam hala orada çalışıyor.
"Ne konuştunuz siz padişahla..."
Adam, başveziri şöyle bir süzmüş:
"Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim."
Başvezir, yüz altın vermiş.
"Sen padişahı, serdar-ı cihan, diye selamladın. Nereden anladın padişah
olduğunu."
"Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi."
Vezir kafasını kaşımış.
"Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne demek?..."
Adam, bu soruya cevap vermek için de bir yüz altın daha almış.
"Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü
çalışıyorsun, diye sordu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay da
kış çalışmazsak, yemek bulamıyoruz dedim."
Vezir bir soru daha sormuş...
"Geceleri kalkmadın mı ne demek?"
Adam bir yüz altın daha almış.
"Çocukların yok mu diye sordu. Var, ama hepsi kız. Evlendiler, başkasına
yaradılar, dedim..."
Vezir gene kafasını sallamış.
"Bir de kaz gönderirsem dedi, o ne demek..."
Adam gülmüş.
"Onu da sen bul..."
-
ANDREA DORİA ::..
Osmanlı donanmasıyla Venedik donanması arasında savaş çıkmış. Venedik donanmasının komutanı Andrea Doria imiş. Gözcü Osmanlı donanmasının yaklaştığını fark edince hemen Andrea Doria'ya haber vermiş:
-Osmanlı yaklaşıyoor.
Andrea Doria sormuş:
-Kaç gemi var?
Gözcü:
-10-20 kadar.
Komutan hemen emir erini çağırmış:
Oğlum bana hemen kırmızı gömleğimi getir.
Emir eri şaşırmış:
-Niçin komutanım?
Andrea Doria:
-Savasırken yaralanacağız. Kan izi belli olmasın ve de askerlerin cesareti kırılmasın diye...Bu arada gözcüden yine ses gelmiş:
Efendim 50 kadar oldular.
Andrea Doria heyecanlanmış ve emir erine tekrar seslenmiş:
-Gömleği boşver. Sen bana kahverengi pantolonumu getir.
-
Efendim, bir zamanlar bir padişahın çok sevdiği bir eşeği varmış. Padişah eşeğini öylesine çok severmiş ki; bu eşeğin, cahil kalmasına bir türlü rıza gösteremezmiş. Sonunda eşeğine kim okuma yazma öğretirse, onu servete boğacağını ilan etmiş. Fakat eğer bu konuda gönüllü olanlar, eşeğe okuma yazma öğretemezlerse, boyunlarını vurduracağını eklemekten de geri kalmamış.
Bu işe birtakım hevesliler çıkmış; fakat eşek bu, okuma yazma öğrenir mi? Tabii sonunda, bu heveslilerin kelleleri gitmiş.
Derken bir gün, gerçekten ülkenin en fukara adamlarından biri, padişahın huzuruna çıkmış ve eşeğe okuma yazma öğretebileceğini söylemiş. "Fakat padişahım" demiş, "İnsanların okuma yazma öğrenmeleri bile yıllar sürüyor. Sizin eşeğin okuma yazma öğrenmesi için, en az 10 yıl gerekir. Eğer ben 10 yılda eşeğinize okuma yazma öğretemezsem, boynumun vurulmasına razıyım."
Teklif padişahın hoşuna gitmiş. "Git, karını al da gel" demiş. "Size sarayımda bir daire vereceğim ve eşeğimi de oraya getirteceğim. Derslere hemen başlayın."
Adamcağız sevinçle evine gitmiş ve "Toparlan Hanım" demiş. "Saraya gidiyoruz."
"Neden gidiyoruz?" diye sorunca kadıncağız, padişahla olan konuşmasını anlatmış.
Kadın, "Efendi sen delirdin mi?" demiş. "Baksana kaç kişi bu uğurda canından oldu. Eşek okuma yazma öğrenebilir mi?"
Adam gülmüş. "Hanım" demiş, "Yaşadığımız sefaleti görüyorsun. Ne ocak yanıyor, ne tencere kaynıyor. Sarayda ekmek elden su gölden yaşayacağız. Önümüzde 10 yıl var. Bu 10 yıl içinde, ya eşek ölür, ya padişah ölür, ya da ben ölürüm. Hadi lâfı bırak da toparlan, saraya gidiyoruz..."
-
Yapacağı seferleri kimseye söylememesi ile ünlü "YAVUZ" padişahımız Selim hana bir gün veziri gelerek yakın tarihte herhangi bir seferin olup olmayacağı hususunda bir tio almak ister.
Selim han vezirin kulağına fısıldayarak der ki.
"Sen sır saklamasını bilir misin?"
Bir cevabın geleği umuduna kapılan vezir.
"Bilirim efendim" der.
Bunun üzerine padişah cevabı yapıştırır.
"Ben de bilirim..."
-
Kuran çarpsın
Abartıcı bir kişi olarak tanınan hattat İzzet Efendi bir dostuna:
- Dün gece sabaha kadar oturdum, bir Kur#8217;an yazıp bitirdim, demiş.
Az sonra dostu söze girmiş :
- Geçen Ramazan#8217;da Kandilli#8217;ye, bir iftar yemeğine gidiyordum. Boğaziçi#8217;nde öyle bir fırtına çıktı ki... Dalgalar bindiğim kayığı sahildeki minarelerin şerefelerine kadar çıkardı. Kayık dalgalar arasında sallanırken iftar oldu, toplar atıldı. Ben de sigaramı kandillerden yakıp orucumu bozdum.
Mustafa İzzet Efendi bağırmış:
-Yalan !..
-Yalansa, senin dün gece yazdığın Kur#8217;an-ı Kerim çarpsın
-
*Vaktiyle çok küfürbaz bir adam yaşarmış. Zamanla kendine
yakıştırılan küfürbazlık şöhretine tahammül edemez olmuş. Soluğu bir
tekkede almış ve durumu tekkenin şeyhine anlatıp sırf bu huyundan
vazgeçmek için dervişliğe soyunmaya geldiğini söylemiş. Şeyh efendi bakmış, adamın niyeti halis, geri çevirmek olmaz, matbahtan bir avuç bakla tanesi getirtmiş. Bunlara okuyup üfledikten sonra yeni dervişe dönüp tembih etmiş:
*-Şimdi bu bakla tanelerini al. Birini dilinin altına, diğerlerini
cebine koy. Konuşmak istediğin vakit bakla diline takılacak, sende küfür
etmeme isteğini hatırlayıp o an da söyleyeceğin küfürden geçeceksin. Bakla ağzında ıslanıp da erimeye başlayacak olursa cebinden yeni bir baklayı dilinin altına yerleştirirsin. *
*Adamcık şeyhinin dediği gibi tekkede kalıp kendini kontrol etmeye
başlar. Bu arada şeyh efendi de bir yere gidince onu yanından ayırmamaktadır. Yağmurlu bir günde şeyh ile derviş bir sokaktan geçerlerken bir evin penceresi hızla açılır ve gençten bir kız çocuğu başını uzatarak, *
*- Şeyh efendi, biraz durur musun? Deyip pencereyi kapatır. Şeyh efendi
söyleneni yapar, illa yağmur sicim gibi yağmaktadır. Sığınacak bir
saçak altı da yoktur. Üstelik niçin durdurulduğunu henüz bilmemektedir ve kız da pencereden kaybolmuştur. Bir ara evin kapısına varıp kızın ne
istediğini sormak geçer içinden ve tam kapıya yöneleceği sırada kız tekrar pencerede görünür ve, *
*- Şeyh efendi, der, birkaç dakika daha bekleseniz...*
*Şeyh içinden "lahavle" çekse de denileni yapmamak tarikat adabına
mugayir olduğundan biraz daha beklemeyi göze alır. O sıra da küfürbaz derviş kendi kendine söylenmeye başlamıştır. Yağmurun şiddeti gittikçe artmakta, bizimkiler de iliklerine kadar ıslanmaktadırlar. Nihayet pencere üçüncü kez açılır ve kız seslenir: *
*- Gidebilirsiniz artık!.. *
*Şeyh efendi merak eder ve sorar:*
*- İyi de evladım bir şey yok ise bizi niçin beklettin? *
*- Efendim, der kız, elbette bir şey var, sizi sebepsiz
bekletmiş değiliz. Tavuklarımızı kuluçkaya yatırıyorduk. Yumurtaları tavuğun altına koyarken bir kavuklunun tepesine bakılırsa piliçler de tepeli olur, horoz çıkarmış. Annem sizi geçerken gördü de yumurtaları kuluçkaya koydu. *
*Münasebetsizliğin bu derecesi üzerine şeyh efendi, *
*- Ulan derviş, der, çıkar ağzından baklayı!.*
-
Osmanlıca Bilgisayar Terimleri
görev çubugu: degnek-ül vazife
çift tiklama: tikirt-ül tekerrür
administrator: sahip-ul edevat
flash disk: edevat-ül yumusak
hard disk: edevat-ül civanmert
anti spyware : müdafa-ül hafiye
mouse: zindik faresi
klavye: taht-ul hurufat
power supply: kuvvet macunu
my documents: sanduka- i evrak
internet: allame-i ulul arz
google: kasif-ul ali
google earth: seyr-ül arz, kesif-ul arz
denetim masası: sehpa-i saltanat
cd- rom: pervane-ül hâfiza
ekran: perde-ül temasa
kasa: kaide
enter: duhul
virus: deyyus
antivirüs: akinci
msn : elçi
hacker: deyyus-ül-ekber
hata raporu: malumat-ül kabahat
mail server: divan-ül mektubat
messenger: havadisçi
chat : muhabbet ül zabıy
ctrl alt del : zeamet-i has timar
-
Aşağıdaki şiir, edebiyat tarihimizin saygın şahsiyetlerinden Sümbülzade
Vehbi Efendi'nin müstesna bir eseridir. Şiirin hikayesi ise şöyle: Bir gün
padişah Vehbi Efendi'yi yanına çağırır ve: "Bana öyle bir şiir yaz ki bir
mısrasını okuyunca içimden seni öldürmek, bir sonrakini okuyunca ise
ödüllendirmek gelsin" der. Ve işte sonuç aşağıda:
Azm-u hamam edelim, sürtüştürem ben sana,
Kese ile sabunu, rahat etsin cism-u can.
* * *
Lal-u şarap içurem ve ıslatıp geçirem,
Parmağına yüzüğü, hatem-i zer drahsan.
* * *
Eğil eğil sokayım, iki tutam az mıdır?
Lale ile sümbülü kakülüne nevcivan.
* * *
Diz çökerek önüne ılık ılık akıtam,
Bir gümüş ibrik ile destine ab-ı revan.
* * *
Salınarak giderken arkandan ben sokayım,
Ard eteğin beline, olmasın çamur aman.
* * *
Kulaklarından tutam, dibine kadar sokam,
Sahtiyenden çizmeyi, olasın yola revan.
* * *
Öyle bir sokayım ki, kalmasın dışarıda hiç,
Düşmanın bağrına, hançerimi nagehan.
* * *
Eğer arzu edersen, ben ağzına vereyim,
Yeter ki sen kulundan lokum iste her zaman.
* * *
Herkese vermektesin, bir de bana versene,
Avuç avuç altını, olsun kulun şaduman.
* * *
Sen her zaman gelesin, ben Vehbi'ye veresin,
Esselamun aleyküm ve aleykümesselam.
-
Re: Osmanlı fıkraları
Ancak Ondan Anlar
II. Abdülhamit zamanında Enderun'da Tıfli lakabı ile meşhur bir zat vardı. Bir gece körkütük sarhoş olmuş ve Karacaahmet mezarlığına giderek, ölen arkadaşının başında nara atarak kahkalarla gülmeye başlamıştı. Ancak bölgenin güvenliğinden sorumlu subaşı kendisini yakalayıp karakola götürür ve
Komiser Tıfli'yi şöyle bir süzdükten sonra sorar:
“Gece yarısı mezarlıkta ne işin vardı?"
”Arkadaşıma üç ihlas, bir fatiha okuyordum, komiserim” dedi.
Bu duruma öfkelenen komiser:
“Ulan, atarak ve kahkahayla fatiha okunduğu nerde görülmiştür?" deyince Tıfli şu cevabı verdi:
“Komiserim sen bilemezsin, orada yatan ancak bundan anlar.”
-
Re: Osmanlı fıkraları
Öküz
Çevresindekilerce gizliden gizliye "Öküz" olarak adlandırılmış olan Mehmet Paşa'nın komuta ettiği ve İran'a karşı düzenlenen bir seferde, ordu komuta heyeti kışlak çadırında toplanmış taarruz planlarını gözden geçirirlerken, birliklerin iaşesi ve taşıma işleri icin getirilmiş öküzlerden biri çadırın aralığından kafasını uzatıp gözlerini Öküz Mehmet Paşa'ya dikmiş. Çevresindekiler gülmemek icin kendilerini zor tutmuşlar, biraz tebessüm ederlerken, ökuz gitmiş. Ancak bir süre sonra tekrar gelip, başını yine içeri uzatmış ve yine uzun uzun Öküz Mehmet Paşa'yı süzmüş. Bu sefer çevresindekiler artık kendilerini tutamayıp kahkahaları basmışlar. Herkes gülmekten kırılırken, Ökuz Mehmet Paşa,
"Bu hayvan bana ne diyor biliyor musunuz?" diye sormuş.
"'Hadi senin kim olduğunu anladım da, bu yanındaki eşekler neyin nesi?' diye soruyor."
-
Re: Osmanlı fıkraları
Atla Ne Konuştu?
Asıl adı Mustafa olan İncili Çavuş, Nasrettin Hoca'dan sonra en büyük Türk fıkra kahramanlarından biridir.
İncili Çavuş unvanını, Padişah IV. Murat'ın başlığına takdırdığı inciden almıştır. Şakacılığı ve hazır cevaplığıyla tanınmış olan İncili Çavuş, İran'a elçi olarak gönde¬rilmişti Hediyelerle ve bir heyetle birlikte İran Şahı'nı ziyaret edip gerekli görüşmelerde bulunarak İran'daki programı tamamlamıştı. Artık İstanbul'a dönülecekti.
İran Şahı, Türk elçilik heyetine görkemli bir uğurlama töreni hazırlatmış, ileri gelenleri ve halkı toplatmıştı.
İncili Çavuş’a bir at hediye etmiş ve: "Bu küheylan benim sana hediyemdir. Yolculuk esnasında binersin.” demişti. Ama bu öyle bir attı ki; uyuz mu uyuz, cılız mı cılız, zayıf mı zayıf. Üf desen yıkılacak. Ayakta zor duracak kadar yaşlı.
İncili Çavuş adeta kendisiyle alay edilircesine böyle bir at hediye edilmesi karşısında bozulmuş, ama bozuntuya vermeden ağzını atın kulaklarına götürerek bir şeyler söylemiş. Sonra da kulaklarını atın ağzına götürerek bir süre dinlemiş ve basmış kahkahayı.
Başta Şah olmak üzere vezirler ve halk, şaşkın şaş¬kın bu manzarayı izledikten sonra Şah sormuş:
"Atla ne konuştun? Sen ata ne dedin? At sana nesöyledi ki, böyle kahkahayla gülersin?"
İncili Çavuş şöyle demiş:
"Ben ata sordum:
Ey ruhumun ruhu! Tanır mısın Hz. Nuh'u?"
Şah:
"Eee! At ne dedi?" deyince,
İncili Çavuş: "Valla, at bana şöyle dedi:
Nuh da ne ki be gardaş Sırrımı kimseye etme faş
Ben Hz. Adem'e taş taşımışam taş"