-
10 Kasım
10 Kasım yaklaşıyor bu sene erken anmaya başlayalım dedik çünkü o kadar lazım ki bize ....
Milli Eğitim Bakanlığı TC yazısından utanırcasına TC kullanımını kaldırırken ; Avrupa devletleri bu kadar büyük ve önemli adam yetiştiremediğinden yada geleneksel krallık yapılarını ve sistemini korurken Atatürk resimlerini anlayamadığından AB ye girmek için kaldırın dediklerinde ATATÜRK ün ne anlama geldiğini anlatacağımıza olur diyip kaldırırken. Bazılarınca Atatürk ü savunma ve düşüncelerini hala kullanmaya hayasızca irtica derken İNADINA SAHİP ÇIKMAMIZ LAZIM..Daha çok daha fazla ...
Bakınız konuya tam girmeden başlamadan belki çok yakında neredeyse cenazesine bile kimse gitmedi diyeceklerinden bu konuyu yakalayalım dedik...
İzleyiniz.....
http://www.youtube.com/watch?v=GeMkB...elated&search=
<EMBED SRC="http://www.kho.edu.tr/atasayfa/10ncuyilnu/10yilnutuk.mp3" WIDTH=1 HEIGHT=1 HIDDEN="true" AUTOSTART="true" LOOP="false" volume="100"></EMBED>
-
Günümüzde ki sözde liderler hatta bizimkilerden bazıları anlayamadığı halde tarih Atatürk ü anlamış... Tarihe geçen liderlerde anlamış ama Tarihin sadece sayfasında Ülkenin o anki yöneticisi olma sıfatı dışındakiler anlamıyor. Anlayamazlar. Neden Beyin yok... İzleyiniz...
http://www.youtube.com/watch?v=qwJAJ...elated&search=
-
Atatürk Tek Yurtdışına çıkmayan ancak tüm dünya liderlerinin ayağına geldiği lider olarakta tarihe geçmiştir. Bugünün liderleri geçerken uğradıkları ülkeden hiç çıkmamıştır. Bazı liderler Kralların özel izniyle Kabeyi gezip bize önem verdi diye böbürlenirken Atatürk Bugünkü BM ler e girmek için bile siz bize müracaat edin biz beğenirsek gireriz demiş ve o zaman ki tüm ülkelerden teklif almıştır. Amma asla böbürlenmemiştir. Teki vatanı kurtarmış 'daha yapacak çok iş var ' diyerek devam etmiş Öteki ... Neyse...
İzleyiniz...
http://www.youtube.com/watch?v=0o-nV...elated&search=
-
Barış Manço nun gülpembe Ve Fikret kızıl okun bu kalp seni unuturmusu eşliğinde harika bir slay şovuna ne dersiniz?
Bakın bakalım ATATÜRK neymiş...
http://www.youtube.com/watch?v=4T48m...elated&search=
-
Atatürk Türklerin atası soyadını meclis kararıyla almış ve bu soyadının kullanılması yasaklanmıştır. Tarihte bazen Anatürk olmak isteyen kendini bilmezler çıksada tarih onlara gerekli yanıtı vermiştir. Kimin babası olduğu belli olmayan babalar da gelmiştir maalesef yaşantımıza ama Atatürk daima ATA olarak dimdik ve tek başına ayakta kalmıştır. İlke İnkilaplarıyla çağı aşan fikirleriyle
İzleyiniz...
http://www.youtube.com/watch?v=LnEgg...elated&search=
-
Ulu önder Atatürk her konuda o zaman için çağın üzerinde sayılan görüşleriyle Topluma örnek olmuştur. Yani soy adını tam anlamıyla hak eden toplumundan asla kopmayan halkının içinde ve daima yanında olan bir lider olarakta günümüz sözde liderlerine dersler vermiştir. Atatürk yoktan bir toplum var ederken o toplumun içinden çıktığını hiç unutmamış Köylü milletin Efendisidir diyecek kadar da halkına öz güven vermiş, tramvaya bedava binen milletvekillerine bile 'bu benim hiç hoşuma gitmedi' diyerek tepki koyabilmiştir...
İzleyiniz
http://www.youtube.com/watch?v=V2HLo...elated&search=
-
Atatürk kurduğu Cumhuriyeti gençlere emanet etti. Ederken karşılaşacakları zorlukları bir bir dile getirdi. Bu zorlukları aşmak için ' kutsal olduğu kudreti' de gösterdi. Günümüzde bunu bozmak için içerden dışardan uğraşılıyor. Ama önemli olan ve asla yıkamayacakları bir gerçek var oda Türk gençliğinin vede Türk Halkının Atasına duyduğu bağlılık.. Bir avuç meczup ve bir avuç kendini bilmez desteklerle ve hatta Nobel gibi ödüllerle şişirilsin sonuçta ATATÜRK ayakta kalır o ÖDÜL ve ÖDÜLÜN değeri yok olur gider...
İzleyiniz...
http://www.youtube.com/watch?v=E3lcX...elated&search=
-
Buraya yazmak izleyeceğinizden dolayı gereksiz, resimler eşliğindeki Türkü şiir anlatmış ondan iyi nasıl anlatalım...
http://www.youtube.com/watch?v=80xiH...elated&search=
-
O kadar büyüktüki Ölümü Türkiye yi değil dünyayı sarsıtı ... Tüm dünya önünde saygıyla eğildi...
İzleyiniz..
http://www.youtube.com/watch?v=7NWplWeQGes
-
Böyle bir lider dünyaya gelmedi. Geleceğide yok . Allah Türkleri sevmiş olacak ki böyle bir lider verdi. Atatürk sevdası öldürülmek istense bile büyüyerek çoğalacaktır. O bir taneydi şimdi binlerce...
O TÜRK OLMAKLA MUTLUYDU tÜRKLÜK ONUNLA DAHA MUTLU...
İzleyiniz...
http://www.youtube.com/watch?v=g1QNa...elated&search=
-
Ulu önderin edebiyete intikalini asla anmayacağız. Çünkü yaktığı ayeş içimizde olduğu gibi hatta büyüyerek duruyor. Nasıl ölür ki milyonlarda yaşayan bir lider.... 1915 yılında destanını Çanakkalede yazmaya başlıyordu..
İzleyiniz...
http://www.youtube.com/watch?v=nRWXV...elated&search=
-
Tarih 10 Kasım 1953 Atatürk Ebedi istirgahına götürüldü.
http://arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/t...ndem/50gun.jpg Tarih: 10 Kasım 1953. Mermer lahit sökülmüş, betonlar kırılmış, tabutu kaldıracak zincirli makaralar lahit salonunun tavanına yerleştirilmişti. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Meclis Başkanı Refik Koraltan, Başbakan Adnan Menderes ve devletin en üst düzeyi, tabutun çevresindeler...
Kız kardeşi tabutunun başında ağlıyordu...
http://arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/t...ndem/51gun.jpg
Atatürk'ün kızkardeşi Makbule Atadan, başını tabuta dayıyor ve dakikalarca öyle kalıyordu. Belki çok uzaklarda, Selanik'te kalan günleri yâd ediyor; belki de ağabeyinin ruhuna dualar gönderiyordu.
Tabut ortaya çıkıyordu...
[img]http://arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/turk/98/11/10/gundem/52gun.jpg[/img
Lahtin üzeri tamamen açılmış, Atatürk'ün cenazesini 15 yıldan beri muhafaza eden kurşun tabut ortaya çıkmıştı.
Çok önemli olan naaş salona çıkarılmak üzere...
http://img387.imageshack.us/img387/2720/54gun4oo.jpg
Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, Meclis Başkanı Refik Koraltan, Başbakan Adnan Menderes ve devletin en üst düzeyi tabutun çevresindeler...
Tabut salona yerleştiriliyor...
http://img387.imageshack.us/img387/1169/55gun4lx.jpg
Adnan Menderes birazdan 'Hanımefendi, buyurunuz' diyecek ve Atatürk'ün kızkardeşi Makbule Atadan'ı tabutun yanına götürecek...
Ve en önemli anlardan biri mermer lahit sökülüyor...
http://arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/t...ndem/56gun.jpg
Sonra betonlar kırılıyor ve tabutu kaldıracak olan makaralar lâhit salonunun tavanına yerleştiriliyor.
-
Atatürk'ün cenaze namazı
Türkçe dualarla kılınmıştı
Atatürk'ün cenaze namazı 10 Kasım'daki vefatından dokuz gün sonra, 19 Kasım 1938 sabahı saat sekizi on geçe kılındı.
Dolmabahçe Sarayı'ndaki namazı Diyanet İşleri Başkanı Şerefeddin Yaltkaya kıldırdı.
Kalabalık bir cemaatle kılınan namaz dört dakika sürdü. ;Allahu ekber yerine Tanrı uludur dendi.
Namazdan sonra selâm verilirken de Selâmun aleykum değil, Esenlik üzerinize olsun sözleri kullanıldı.
Altında Türkiye'nin önde gelen dokuz tıp profesörünün imzasının bulunduğu ölüm raporu, ...8 Kasım 1938 Salı günü bir kere daha gelen ve bütün dikkat ve ihtimama rağmen ilerlemesine mani olunamayan ve büyük bir hızla gelişen ikinci büyük koma içinde 10 Kasım 1938 Perşembe sabahı, saat dokuzu beş geçe, muazzez ve büyük hasta terk-i hayat eylemiştir cümlesiyle bitiyordu.
Bu raporun yayınlanmasıyla bütün dünya sarsıldı. Türkiye ise sarsılmaktan çok daha ötelerdeydi. Şairin Gidiyor rastgelemez bir daha tarih eşine / Gidiyor on yedi milyon kişi takmış peşine dediği şekilde, 17 milyonluk Türkiye nefesini tuttu, kalbini büzdü ve artık tek başına kalmış olduğunu o anda farketti: Ata'sını kaybeden Türk milleti artık yapalnızdı...
İPEK MENDİLLE BAĞLANDI
Sonra Ankara'da başsız kalan devlete yeni bir lider bulma, İstanbul'da ise cenazenin kaldırılması telâşı başladı. Ölüm raporunun altında imzası olan doktorlardan Mehmet Kâmil Berk, Atatürk'ün çenesini ipek bir mendille bağladı, ayak parmaklarını pansıman sargısıyla birleştirdi ve cenaze merasiminin hazırlıklarına girişildi.
Atatürk'ün sonsuza kadar uyuyacağı yerin neresi olacağı konusunda henüz bir karara varılmamıştı.
Uygun bir yer seçiminin uzun zaman alacağı belliydi ve cenazenin bozulmadan kalabilmesi için tıbbi önlem alınması gerekiyordu. Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nin hocalarından biri, Akademi'nin patalojik anatomi profesörü Lütfi Aksu hemen İstanbul'a, Dolmabahçe Sarayı'na gönderildi.
Cenaze Prof. Aksu tarafından tahnit edildi, işlem tamamlandıktan sonra özel bir tabuta yerleştirildi ve Dolmabahçe Sarayı'nın muayede salonunda katafalka konuldu.
Türkiye tam dokuz gün dokuz gece boyunca Ata'sının nâaşının önünden gözyaşı seli halinde akıp geçti. Cenazenin Ankara'ya nakledilmesinin zamanı gelmiş ama namazı henüz kılınmamıştı.
KIZKARDEŞİN ARZUSU
Atatürk'ün sarayda günlerdir gözyaşları içinde bekleyen kızkardeşi Makbule Atadan namazın İstanbul'da kılınmasını ve tabutun yola dini merasimin tamamlanmasından sonra çıkartılmasını istiyordu. Hükümet Makbule Hanım'ın isteğine uydu ve namazı nakil töreninin başlamasından hemen önce, 19 Kasım 1938 sabahı saat sekizi on geçe kılındı. İmamlığı o dönemin Diyanet İşleri Başkanı Prof. Şerefeddin Yaltkaya yaptı.
Namaz Allahu ekber yerine Türkçe Tanrı uludur sözleriyle başladı ve selâmlar Esselâmu aleykum yerine yine Türkçe olarak Esenlik üzerinize olsun şeklinde verildi.
Tam dört dakika süren namazdan sonra tabut generaller tarafından sarayın avlusuna çıkartılıp top arabasına yerleştirildi.
Atatürkün cenaze namazını kılanlar arasında saray personeli, yakınları, bazı generaller, diyanet görevlileri ve onun on beş yıl boyunca müzisyenliğini yapmış olan Binbaşı Hafız Yaşar Okur da vardı. Hafız Yaşar, namaz sırasında Diyanet İşleri Başkanı Şerefeddin Yaltkayanın hemen arkasında saf tutacak, Dolmabahçe Sarayı'nda o sabah yaşananları ve namazın kılınış öyküsünü yıllar sonra kaleme aldığı anılarında bütün ayrıntılarıyla yazacaktı.
Bundan dolayı Atatürk yaşadığı sürece Ezan Türkçe okunmuştu işte ilk Türkçe Ezan
http://www.youtube.com/watch?v=fu_9rYkmAOI
Ve ulu önderin son istirgahathanesi...
http://www.youtube.com/watch?v=jNz3W...elated&search=
-
CUMHURİYETÇİLİK
Bu ilkenin ana hedefi, Halkçılığın Kamu hukuku açısından perçinlenmesidir. 620 yıllık Osmanlı döneminde egemenlik sadece hanedanın, yani kişinin elindeydi. Artık egemenlik kişi işi değil "res publica" yani kamu işidir. 29 Ekim 1923'te ilan edilen Cumhuriyetin temel koşulu zaten 1921 Anayasasının 1. Maddesinde de öngörülmüştür: "Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur". Bu da Mustafa Kemal'in kafasındaki yönetim biçiminin başlangıçtan beri ne olduğunun bir kanıtıdır.
Çoğu yurttaşların bu yeni yönetim biçimini kavraması elbette zamana gereksinim göstermiştir. Yüzde yüzlük bir "halk hakimiyeti"nin gerçekleştirilmesi her ne kadar Mustafa Kemal'in asıl amacı idiyse de, ki gözlemciler buna tanıklık etmektedirler, bu sürecin de belirli bir zaman kesitine gereksinimi olduğu ortaya çıkmıştır. Örneğin, 1924 ve 1930 yıllarında denenen muhalefet partisi kurulması sonucu ortaya çıkan durumlar gibi. Bilindiği üzere, bu partiler özellikle anayasal kazanımların karşıtı kimselerin biraraya geldiği partiler olmuşlardır.
Mustafa Kemal ve arkadaşları, sorumluluk ahlâkı nedeniyle, tam anlamıyla çoğulcu olmayan bir demokrasiyi, amaçlanan ana hedefleri tehlikeye sokmamaya tercih etmişler ve böylece de karşıtlarının amansız eleştirilerine rıza göstermişlerdir. Aslında bu da o zamanki aşamada demokratikleşmenin bir gereği olarak görülmeli ve değerlendirilmelidir.
O günlerin muhalefetsiz partisindeki "kanatlar"ın fikir ayrılıklarının, bugünkü çok partili ve çok muhalefetli meclislerinkinden daha keskin ve daha canlı olduğunu söylemenin bir abartma değil, bir gerçek olduğunu Meclis tutanakları da kanıtlamaktadır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, hiçbir şekilde, diktatörlerin sözde "Halk Temsilciliği"nde olduğu gibi bir kukla değildi. Ve de en son kararı veren yasama organıydı.
-
LAİKLİK
En etkili ve önemli ilke kesinlikle bu ilkedir. Aslında bu sözcüğün anlamı din ile siyaseti ve dolayısıyla da din ile kamu yaşamını birbirinden ayırmaktır. Osmanlı Imparatorluğu zamanında siyaset dinin emrine sokulmuştu. Hatta bazan din de siyasetin emrine sokulabiliyordu. Bunun böyle olmasındaki tarihsel neden, Islam dininin kurucusunun hem siyasî ve hem de dinî lider olmasından ve bunun yıllardan beri bir gelenek haline getirilmiş olmasından kaynaklanmaktadır
Akla hemen şu soru gelebilir: "Mustafa Kemal'in kamu yaşamıyla dini birbirinden ayırması kararı nereden kaynaklanmıştır?" diye. Burada bir din düşmanlığından sözetmek tamamen yanlış olur. Çünkü Laiklik din karşıtı bir ilke değildir. Din, kişinin özel yaşamının bir parçasıdır. Laikliğe göre, insan yaşamında ibadetin dışında her türlü tasarruf, dîne, daha doğrusu kutsal kitaba göre d e ğ i l, Anayasaya, yasalara ve kurallara göre yapılır.
Devlet yaşamında, hukukta, aile yaşamında, kültürde, eğitimde v.s. artık laiklik ilkesi ana temeldir. O'nu bu karara iten amaç dinî değil, siyasîdir. Bunun gerçekleşmesi için de önce siyasetin dinin emrinden kurtarılması zorunluydu. Mustafa Kemal henüz genç bir subayken şu kanaate varmıştı: "Mevzuatını ve hareket tarzını Kuran'dan ve hadisten alan bir devlet, bilimin ve çağdaşlığın gerisinde kalır."
Bir ülkenin, çağı yakalamış olan ülkelerle boyölçüşebilmesi, onların arasında sürekli olarak sesini duyurabilmesi, o ülke yurttaşlarının aklını kullanmasına ve bilime öncelik vermesine engel teşkil eden kurum ve kuralların ortadan kaldırılmasıyla mümkün olabilirdi. Mustafa Kemal bu gerçeği gözönünde bulundurmuş ve bazı çağdaşlık değerlerini "savaşta düşmanı olmasına karşın " Batılı ülkelerden almıştır.
O, 1924 yılında yaptığı bir konuşmada "Dünya yüzündeki her şey için, maddî ve manevî her şey için, yaşam için ve başarı için en doğru yol gösterici bilimdir, tekniktir... "Bilimin ve tekniğin dışında yol gösterici aramak, düşüncesizliktir, bilgisizliktir, yanlıştır", demiştir.
Bilime ve tekniğe öncelik verme konusunda asıl engeli oluşturan Hilafet, Halife'nin şahsında siyasî ve dinî temsilcilik bulmuştu. Bunu ortadan kaldırma planı, hem yurt içinde ve hem de yurt dışında karşıt güçlerin direnişiyle karşı karşıya kalmıştır.
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, dış güçlerin bu konudaki planlarının Türkiye'nin içişlerine karışmak olduğunu saptayarak, 1 Kasım 1922'de Saltanatın kaldırılmasında olduğu gibi, enerjik bir şekilde Hilafet yanlılarına karşı çıkması sonucu, 3 Mart 1924'te Hilfet'in kaldırılması büyük bir çoğunlukla gerçekleştirilmiştir.
Böylece, Şeyhülislamlık, dinî mahkemeler ve fetva usulü, dervişlik nişanı, medreseler de kaldırılmıştır.
1928 yılında, Anayasa'daki "Türkiye Cumhuriyeti Devletinin dini Islamdır" maddesi kaldırılmıştır. Böylece din ve mezhep ayrılığını kurumlaştıran yasalara son verilmiş ve önce devlet laikleştirilmiştir. Yani, laik devlet, bundan böyle meşruluğunu ne Tanrı'dan ne de kişiden alacaktır; ancak ve sadece ulusal yönetimden alacaktır; planlanan devrimler birer birer gerçekleştirilecektir: Eşit haklar, uygarlığa giden yolun açılması, eğitim birliğinin sağlanması, tek evlilik v.s.
Özellikle Latin harflerinden oluşan yeni Türk alfabesi üç amaca hizmet edecektir:
1. Yazı ve Konuşma dilinin herkes için aynı olması,
2. Sesli harfler açısından zengin olan Türk diline en uygun yazı çeşidinin seçilmiş olması,
3. Dünyanın büyük bir bölümüyle iletişimin kolayca sağlanabilmesi...
Bu yenilikler olağanüstü bir tempoyla ama sadece okulda değil, okul dışı alanlarda da gerçekleştirildi. Mustafa Kemal'in eğitim ve öğretime verdiği önem o kadar açıktırki, kendisi bizzat yeni harflerle dersler vermiştir.
Türk Dilinin yabancı sözcüklerden arındırılması 1932 yılında kurulan "Türk Dil Kurumu" ile akademik bir seviyede de desteklendi. Bir yıl önce de "Türk Tarih Kurumu" gerçekleştirilmişti. Bu kurumlar gerek "kültürel kimlik" ve gerekse "ulusal kimlik" bakımından da önemli görevler yapmışlardır, ve Mustafa Kemal'in özel vasiyetnamesinde yer almışlardır.
Laik devlete giden yolda en büyük engellerden birini Şeriat mahkemeleri oluşturmuştur. Bu mahkemelerin kaldırılmasından sonra, Türk Medenî Kanunu, Türk Ceza Kanunu, Türk Ticaret Kanunu ve Borçlar Kanunu çıkartılarak, devletin temeli Batı Hukuk Sistemine oturtulmuştur.
Bundan böyle, Türkiye Cumhuriyeti'nde bireylerin ilişkisini, yurttaş-devlet ilişkisini düzenleyen hükümlerin yasalaştırılması TBMM'ne, uygulaması da T.C. hükümetine ait olmuştur.
Artık her bakımdan özgürlüğüne kavuşturulan bir toplumun fertlerinin dış görünüşüyle de uygar olması gerekirdi. Bu nedenle Türk toplumu, fes, sarık, çarşaf, peçe gibi dinsel olduğu sanılan baş ve beden giysilerinden de kurtarıldı.
-
ULUSÇULUK
Mustafa Kemal'in yaşamında en geniş yer tutan ilke, bize göre, Ulusçuluktur. Bugün, Almanların ırkçı siyasetinden dolayı çeşitli Batı ülkelerinde, ama özellikle de günümüz Almanyasında - bilinen nedenlerden dolayı - bazı çekimser tavırlara neden olan Ulusçuluk kavramı, Atatürk Türkiyesi için şu anlamlara gelmektedir:
- Çok uluslu bir Osmanlı Imparatorluğundan vazgeçme (hem de özellikle 1.Dünya Savaşının galibi Batılı itilaf devletlerinin etki alanları ve kolonial siyaset güttükleri yıllarda)
- Panturanizm ve Panislamizm fikrinden vazgeçme
- "Ulusal Dikdörtgen" içinde (bugünkü Türkiye'nin haritası) ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık. Bu konuda, Mustafa Kemal'in haklı gerekçesi şudur: "çünkü bugün dünya ulusları sadece bir egemenlik türü tanıyor, o da ulusal egemenliktir"
- Ulus devlet olma, yurttaşlık kavramının gerçekleştirilmesi ve ümmetliği reddetme
- Bizzat kendisinin "Ne mutlu Türküm diyene" özdeyişiyle, yeni devletin yurttaşlarında yeni bir kendine güven ve ulusal değer bilinci uyandırma
- Saldırganlığı ve yayılmacılığı asla hedef edinmeyen ve dünya yüzündeki tüm uluslarla barış içerisinde, kardeşce yaşamayı ilke edinen, yeni bir yurtseverlik duygusunun başarılması
- Türkiye Cumhuriyeti'nin temelinin ne ırka, ne de dine, ancak kültüre dayandırılması
- Imparatorluktan kalan tüm etnik gruplara eşit haklarla birarada barış içerisinde yaşama olanağının sağlanmasıdır.
Mustafa Kemal'in Ulusçuluk ilkesi ve anlayışı yine O'nun tanımıyla şu formülde aranmalıdır: Yurtta barış, dünyada barış...
-
HALKÇILIK
Halkçılık (popülizm) ilkesinin anlamı, seçmene hoş görünme politikası olarak algılanmamalıdır. Bu ilkenin anlamı, kader siyaseti güdenlerin, halkı soktuğu uyuşukluktan kurtarıp, onun "birlik ve beraberlik gücü"ne dinamizm kazandırmaktır.
Halkçılık ve Ulusçuluk bu anlamda birlikte düşünülmelidir. "Eğer bir ulus kendi yaşamı ve hakları için tüm gücünü ortaya koymazsa, onun için kurtuluş yoktur. Biz işimize köyden, komşudan, çevremizdeki insanlardan, yani fertlerden başlayarak ilerleriz. Her fert kendini kurtarmak için tüm becerisini ortaya koymak zorundadır. Bu suretle aşağıdan yukarıya, tabandan tavana sağlam bir yapı oluşturulur" Bu, Mustafa Kemal'in uygulamak istediği programın, bireylere yüklediği sorumluluğa ilişkin olağanüstü önem taşıyan bir saptamasıdır.
Halkın ortak yaşam ve amaç bilincinin şekillenmesi ve güçlenmesi, işgalci kuvvetlere karşı başkaldırmada ve Kurtuluş Savaşı'nda olağanüstü özveriyle çalışmada ortaya koyduğu dayanışma sayesinde süreklilik ve anlam kazanmıştır. Buna rağmen, bu gelişme kurtuluştan sonra da çeşitli önlemlerle desteklenmiştir. Buna ilişkin olarak en somut örnek eşit haklar konusudur. Yeni devletin kuruluşunda halkın sadece bir bölümünün fiili katılımı sözkonusu olsaydı, büyük bir bölümünden yükümlülük beklemek safdillik olurdu.
Mustafa Kemal tarafından kurulan "Halk Partisi"nin programında, ki adı bile başlı başına bir programdır, halkçılık şu şekilde tanımlanmıştır: "Bizim için insanlar yasa önünde tamamen eşit mumale görmek zorundadır. Sınıf, aile, fert arasında bir ayrım yapılamaz. Biz, Türkiye halkını çeşitli sınıflardan oluşan bir bütün olarak değil, sosyal yaşamın gereksinimlerine göre çeşitli mesleklere sahip olan bir toplum olarak görmekteyiz."
Bu anlamda her ferdin eşit tutulmasının gerçekleşmesi, ancak, eskiden kalan eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olabilirdi. Nitekim de öyle oldu.
Bu konuda kaydedilen en etkili devrimci atılımlardan bazıları şunlardır: Kadın-erkek eşitliği konusunda gerekli önlemlerin alınmış olması; öğretim birliğinin gerçekleştirilmiş olması; her yurttaşın öğrenebileceği yeni bir Türk alfabesinin hazırlanması ve her yurttaşın devlet organları önünde eşit mumele görmesi konusunda alınan önlemler.
-
DEVLETÇİLİK
Bu ilkenin anlamı, devletin iktisadî yaşama müdahalesidir. Yıllarca savaş üstüne savaş yaşamış ve aydınıyla, işçisiyle, köylüsüyle büyük kayıplar vermiş olan bir imparatorluğun enkazı üzerine kurulmuş olan genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, iş yaşamının her alanında, yatırım yapıcı, üretici ve yolgösterici bir tutum içinde olması kaçınılmazdı...
Türkiye tarım için elverişli ve büyük bir ülke olmasına karşın, tarım işgücü bakımından yeterli olanağa sahip olmadığından, toprağın büyük bir kısmı işlenemiyordu; ulaşım araçları yoktu; yeterli uzman yoktu; endüstriden söz etmek olası değildi; temel ihtiyaç maddeleri bile ithal edilmek zorundaydı; yatırım yapacak güçte kapital sahibi insanların sayısı hemen hemen yok gibiydi; üretim konusunda yeterli bilgiye sahip yetişmiş eleman yoktu; demiryolları, limanlar, büyük kentlerin alt yapıları v.s. yabancı firmalar tarafından işletiliyordu; bu nedenler dolayısıyla da devlet kasasına giren bir gelir yoktu. Buna ek yük olarak ta Osmanlı borçlarının uzun bir süre ödenmesi gerekiyordu. Yeni devlet bu borçlar altında ezilmekteydi.
Durumun bu derece acı ve ciddî olduğu ve Lozan antlaşmasının henüz yapılmadığı bir tarihte, Şubat 1923'te, Atatürk Izmir Iktisat Kongresi'ni topladı. O, bu kongrede iktisadî hedeflerin öncelikliğini şu sözlerle dile getiriyordu: "Askerî ve siyasî zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, eğer bunlar iktisadî zaferlerle taçlandırılmazsa, yaratılan zaferler sürekli olamaz, kısa bir süre sonra söner. Bu bakımdan, en güçlü ve parlak zaferimizin sağlayacağı bayındırlık yararlarını saptayabilmek için, iktisadiyatımızın, iktisadî egemenliğimizin sağlanması, güçlendirilmesi ve yaygınlaştırılması şarttır."
Atatürk, bu anlamda varlıklı kimseleri yatırım yapmaya çağırıyordu. Ancak, o tarihte, varlıklı kimselerin sayısı yok denecek kadar azdı. Şunu da unutmamak gerekir: Halkçı bir siyaset izleyen Atatük, elbetteki meydanı sadece zengin tabakaya bırakmazdı. Yabancılardan borç almayı " ulusal onurun zedelenmemesi, bağımsızlığa gölge düşürülmemesi ve emperyalist ülkelerin tuzağına düşülmemesi için " düşünmüyordu.
Tüm bu nedenlerden dolayı, devletin iktisadî yaşama müdahalesi kaçınılmaz oluyordu.
Izmir Iktisat Kongresi'nde yeni devletin tez elden alması gereken önlemler şöyle sıralanıyordu: Vergi sisteminde reform, yeni kredi kurumlarının düzenlenmesi, ulaştırma sorununun çözülmesi, topraksız köylüye toprak dağıtımı, ticarî spekülasyonlara engel olunması, yeraltı kaynaklarının işletilmesi, yerli sanayiciyi gümrük vergileriyle korumaya gidilmesi, bunlara ilişkin yeni yasaların çıkarılması...
Izmir Iktisat Kongresinde alınan bu kararların ışığında şu önlemler alındı:
- Aşar denilen ağır vergi kaldırılarak, Atatürk'ün "Ulusun efendisi" olarak nitelediği köylü büyük bir yükten kurtarıldı
- Kooperatifler kurularak, aracılara, spekülatörlere fırsat verilmedi
- Ziraat Bankası geliştirildi, sermayesi arttırıldı ve bu bankanın kaynaklarından çok küçük faiz karşılığı küçük krediler sağlanarak, köylüyü özendirici önlemler alındı; afetler ve benzeri nedenlerle zarara uğramış olan köylünün borçlarını erteleme gerçekleştirildi
- Ziraat okulları açılarak, tarımda bilgili ve bilinçli teknisyenler yetiştirme amaçlandı ve Ankara'da bir de "Yüksek Ziraat Enstitüsü" kuruldu
- Karadeniz bölgesinde çay ve tütün, Akdeniz bölesinde narenciye ve pamuk yetiştirilmesi için özendirici önlemler alındı
- Hayvancılık ve ormancılığın geliştirilmesi için yeni girişimlerde bulunuldu
- Atatürk, bizzat Orman Çiftlikleri kurarak, hem çağdaş tarım araçlarını ve yöntemlerini oralarda denettirdi ve hem de bu çiftlikleri birer Tarım okulu durumuna getirdi
- 1926 yılında çıkartılan bir yasayla, endüstriyi özendirici, Türk Ticaret yasası, Gümrükler yasası çıkartılarak ta, sanayiciye yol gösterici ve onu koruyucu önlemler alındı
- Büyük bir ticaret filosunun kurulması konusunda üretim merkezlerine malî destek sağlayacak çalışmalar başlatıldı. Havacılık ve Denizcilik desteklendi ve teşvik edildi
- Etibank kurularak, Türkiye'de yeraltı kaynaklarını işletme konusunda kaynak yaratıldı
- Bazı işletmeleri devlet üstlendi. Demir yolları (Osmanlı Imparatorluğu zamanında toplam olarak 3000 km'lik bir demiryolu mevcut iken, 8 yıl içerisinde buna 2000 km'lik bir demiryolu daha eklendi.)
- T.C. Merkez Bankası kurularak, devletin finans temeli oluşturulmuş oldu
- Planlı kalkınma yöntemleri kabûl edildi.
-
DEVRİMCİLİK
Bu kavram Batı dillerine bazan "Revolution" bazan da "Reform" olarak çevrilmektedir. Osmanlı döneminde "Devrim" kavramından önce "Ihtilal" ve "Inkılap" kavramları kullanılmıştır. "Ihtilal, kurulu bir hükümeti güç kullanarak yıkıp, yerine bir başka hükümet kurma" anlamına gelmekteydi. "Inkılap ise, parlamento, hükümet ve çeşitli kurullarca saptanarak uygulanması düşünülen, ekonomik, kültürel v.b. alanlarda yapılacak değişiklikler" anlamında kullanılıyordu. Yani, "Inkılap" kurulu bir devlet düzenine ya da hükümet biçimine karşı çıkarak, onu değiştirme, kaldırma anlamında değil, tam tersine, gerçekleşmesi devletin, hükümetin aracılığı ile istenen değişiklikler getirilmesi anlamını taşıyordu. Bu kavramın, Batı dillerinde kullanılan "Reform" kavramına yakın bir anlam taşıdığı söylenilebilir. "Devrim" kavramı ise, var olan toplumsal düzeni temelden değiştirmek, yeniden organize etmek anlamında kullanılmaktadır. Batı dillerindeki karşılığı da "Revolution" kavramıdır. Içerik bakımdan siyasal devrim, sosyal devrim, kültür devrimi gibi farklı tanımları vardır.
Atatürk'ün gerçekleştirdiği Türk Devrimi sözkonusu olunca, "Ulusal Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra demode olmuş geleneklere dönerek, onlara bağlı kalarak kendilerini gelişmiş ulusların sömürüsüne bırakan uluslar, geri kalmışlıktan kurtulamazlar" düşüncesini anlamak gerekir. Özgürlüğüne ve bağımsızlığına kavuşan uluslar, kendi geleceklerinin sorumluluklarını kendileri taşıyacaklardır. Bu uluslar, kendi istekleriyle, kendi güçleriyle kendilerini her alanda yenileme yollarını bulmak zorundadırlar.
Türk devrimi, kaynağını şiddetten almayan, zorbalıktan almayan bir devrimdir. 1789 ve 1917 devrimlerinin temelinde şiddet vardır. Atatürk, bundan kaçınmak için çok büyük gayret sarfetmiş ve başarmıştır. Buna karşın, Türkiye'de 1920'lerde ve 1930'larda yapılan devrimler büyük çapta devrimlerdir ve tarihte çok önemli bir yer tutmaktadırlar.
Bu ilkenin son ilke olarak alınmasının nedeni kavramsal bir özellikten kaynaklanmaktadır: Türk devrimi, daha önceleri yapılmış olan Fransız ve Rus devrimlerinde olduğu gibi, sadece (ulusçuluk, Cumhuriyet ya da iktisadiyat gibi) siyasî açıdan değerlendirilmemelidir. Diğer ilkeler de dikkate alınarak, sürekli devrimin her alanda geçerli olmasını mümkün kılacak bir devrimler bütününden sözetmek yerinde olacaktır. (Atatürk, bütün başarılarının kaynağının Türk ulusu olduğuna inanan bir devlet adamıydı. O, "devrimler" yerine "Türk Devrimi" denmesini istemiştir.)
Osmanlı zamanındaki katı kuralcılık karşısında, özellikle devletçilik ilkesinde görüldüğü gibi, çağın gerektirdiği ölçüde geliştirici önlemlerin alınması gereklidir.
Devrimcilik ilkesinin gösterdiği ana hedeflerden birisi de, Türkiye'nin çağdaş ulusların düzeyine çıkarılmasıdır. Aynı zamanda, bireyin özgürlüğü ve mutluluğu konusundaki gelişmeler Türk ulusunun yaşamına da geçirilmelidir. Atatürk bu konuda şunu söylüyor: "Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye halkını, tamamen yeni ve bütün anlam ve biçimleriyle uygar bir sosyal toplum durumuna ulaştırmaktır. Devrimlerimizin asıl amacı budur." , " Ülke mutlaka çağdaş, uygar ve yepyeni bir ülke olacaktır."
-
Atatürk gerçekten çok ama çok büyüktü.. Sadece Türkiye için mi? Hayır Dünya ? Hayır... Evrensellik ? Yetmez.... Ben söylemeyeyim siz karar verin...
http://www.aksam.com.tr/arsiv/aksam/...1/resim/a3.jpg
Ardahan..
http://www.misya.com/_borders/Bulutlarda_Ataturk---.jpg
Necati Ender Burhaniye...
http://www.ardahan.pol.tr/pictures/silüet.jpg
Ardahan bir yıl sonra...
http://www.ardahan.pol.tr/pictures/karscad.jpg
Damal
http://www.ardahantarim.gov.tr/Ataturksilueti.JPG
15haziran 15 temmuz daima gözetliyor bizi...
-
<center>LİDER DEDİĞİN HER ŞEYDEN ÖNCE KİM OLDUĞUNU BİLMELİ VE KENDİSİNE GÜVENMELİDİR!
http://img231.imageshack.us/img231/9540/12qp3.jpg
Ben diktatör değilim. Benim kuvvetim olduğunu söylüyorlar. Evet bu doğrudur. Benim isteyip de yapamayacağım bir şey yoktur. Çünkü ben zoraki ve insafsızca hareket etmesini bilmem. Ben kalpleri kırarak değil kazanarak hükmetmek isterim.
Mustafa Kemal ATATÜRK
LİDER DEDİĞİN
HER KİM OLURSA OLSUN İNSANLARA DEĞER VERMELİ,
http://img146.imageshack.us/img146/723/21zu1.jpg
Millete efendilik yoktur. Ona hizmet etmek vardır. Bu millete hizmet eden onun efendisi olur.
Mustafa Kemal ATATÜRK
VE MÜTEVAZİ OLMALIDIR....
http://img164.imageshack.us/img164/6122/33xe1.jpg
Bu ulusu ben değil içimizdeki ruh, damarımızdaki kan kurtarmıştır.
Mustafa Kemal ATATÜRK
LİDER DEDİĞİN
ÖNDE YÜRÜYEN DEĞİL,YOL GÖSTEREN OLMALIDIR...
http://img164.imageshack.us/img164/6004/47yo.jpg
Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz... Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir.
Mustafa Kemal ATATÜRK
LİDER DEDİĞİN
YERİ GELDİMİ SIRADAN ASKER,
http://img146.imageshack.us/img146/1568/51tv.jpg
YERİ GELDİMİ BAŞKOMUTAN OLMALIDIR....
http://img231.imageshack.us/img231/7389/60jy.jpg
Memleketin ellide biri değil, her tarafı tahrip edilse, her tarafı ateşler içinde bırakılsa, biz bu toprakların üstünde bir tepeye çıkacağız ve oradan savunma ile meşgul olacağız.
Mustafa Kemal ATATÜRK
LİDER DEDİĞİN
FEDAKAR OLMALIDIR...
http://img146.imageshack.us/img146/2667/74se.jpg
Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk Milletine canımı vereceğim.
Mustafa Kemal ATATÜRK
LİDER DEDİĞİN
İLKELERİNE VE SÖZLERİNE BAĞLI OLMALIDIR....
http://img146.imageshack.us/img146/3374/89zj1.jpg
Ben toprak büyütme meraklısı değilim. Barış bozma alışkanlığım yoktur. Ancak sözleşmeye dayanan hakkimizin isteyicisiyim. Onu almazsam edemem. Büyük meclisin kürsüsünden milletime söz verdim. Hatay'ı alacağım. Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getirmezsem
milletimin huzuruna çıkamam. Yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, Yenilmem. Yenilirsem bir dakika yaşayamam.
Mustafa Kemal ATATÜRK
LİDER DEDİĞİN
GÜVENİLİR VE SAMİMİ OLMALIDIR.KALBİNDE NE VARSA DİLİNDEN DE O DÖKÜLMELİDİR...
http://img155.imageshack.us/img155/8048/95zf.jpg
Ben düşündüklerimi, sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda lüzumlu olmayan bir sözü kalbimde taşımak iktidarında olmayan bir
adamım. Çünkü ben bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın huzurunda söylemeliyim. Yanlışım varsa, halk beni tekzip eder. Fakat şimdiye kadar bu açık konuşmada halkın beni tekzip ettiğini görmedim.
Mustafa Kemal ATATÜRK
LİDER DEDİĞİN
KONUŞMAYI,
http://img155.imageshack.us/img155/8222/109sc.jpg
DİNLEMEYİ BİLMELİDİR....
http://img231.imageshack.us/img231/963/116mh.jpg
LİDER DEDİĞİN
SORUMLULUK ALMAYI BİLMELİ,
http://img231.imageshack.us/img231/8803/129jy.jpg
Mesuliyet yükü her şeyden, ölümden de ağırdır.
Mustafa Kemal ATATÜRK
ASTLARINA VE DOSTLARINA SONUNA KADAR GÜVENMELİ
http://img162.imageshack.us/img162/3156/134iw.jpg
Benim için ordumuzun kıymetini ifadede ölçü şudur: Türk ordusunun bir kıtası muadilinin behemehal mağlup eder, iki mislini durdurur ve tespit eder.
Mustafa Kemal ATATÜRK
VE BAŞARIYI PAYLAŞABİLMELİDİR..
http://img231.imageshack.us/img231/5439/144ja.jpg
Bir ulus, bir toplum yalnız bir kişinin çabası ile adımcık bile atamaz.
Mustafa Kemal ATATÜRK
LİDER DEDİĞİN
HEDEFLERİ GİBİ,
http://img146.imageshack.us/img146/6515/157ug1.jpg
Zafer zafer benimdir diyebilenin, muvaffakiyet, muvaffak olacağım diye başlayanın ve muvaffak oldum diyebilenindir.
Mustafa Kemal ATATÜRK
LİDER DEDİĞİN
KAVGALARI GİBİ
http://img146.imageshack.us/img146/7442/169lw.jpg
Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz. Benim sizden istediğim şey, yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman da, durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir.
Mustafa Kemal ATATÜRK
LİDER DEDİĞİN
SEVDALARI GİBİ
http://img146.imageshack.us/img146/9193/179fs.jpg
Biz hayat ve istiklal isteyen bir milletiz. Ve yalnız ve ancak bunun için hayatimizi yok etmeyi göze alırız.
Mustafa Kemal ATATÜRK
LİDER DEDİĞİN
ATATÜRK GİBİ OLMALI.
Büyüklük odur ki kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın. Memleket için gerçek ülkü ne ise onu görecek ve o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır, seni yoldan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen burada direneceksin. Önünde sonsuz engeller yığılacaktır. Kendini büyük değil, küçük, araçsız hiç telakki edecek, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu engelleri asacak, ondan sonra sana büyüksün derlerse bunu diyenlere güleceksin.
Mustafa Kemal ATATÜRK
OLDU MU VATAN,
http://img162.imageshack.us/img162/1238/187nc.jpg
ÖLDÜ MÜ EFSANE OLMALIDIR !
http://img145.imageshack.us/img145/4355/glge3ed.jpg</center>
-
-
-
Anlamlı son sözü, "Saat kaç" olmuştu.
- Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp'e, son söz olarak "Vealeykümüsselam " dedi.
- Koma içinde manası anlaşılamayan ve devamlı olarak tekrarladığı söz "aman dil...aman dil..."di.
- Son aldığı gıda, 8 Kasım 1938 Salı günü, saat 18.35'de dört kaşık elma suyu oldu.
- Son yemek istediği sebze, enginardı.
- Son verilen ilaç, ölüm halinden kırk dakika önce, saat 8.25'de, 1/8 aubaine'di.
- Hekimler ölüm raporunu imzalarken, son olarak elini öpen ve gözlerini kapayan Prof. Dr. Mim Kemal Öke idi.
-
ÖLÜM İLANI
Atatürk'ün ebediyete intikal edişi Türk Halkına şöyle duyuruluyordu;
Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin resmi tebliğidir:
"Müdavi ve müşavir tabiplerin neşredilen SON raporu, Atatürk'ün dünyaya gözlerini kapadığını bildirmektedir.
Bu acı hadise ile Türk vatanı büyük yapıcısını, Türk milleti ulu şefini, insanlık büyük evladını kaybetti. Milletimize, içimiz yanarak, bu tarife sığmayan ziya'dan dolayı en derin taziyelerimizi sunarız.
Kederlerimizin tesellisini ancak ve ancak O'nun büyük eserine bağlılıkta ve aziz vatanımızın hizmetinde ararız. Şurasını da her şeyden evvel beyan etmeliyiz ki, ölmez olan, onun büyük eseri, Cumhuriyet Türkiye'sidir. Hükümetimiz, içinde bulunduğumuz bu mühim anda, bugüne kadar olduğu gibi dikkatle vazife başındadır. Müesses olan nizam ve idame hususunu, büyük Türk milletinin hükümetiyle tek vücut olarak teyit ve temin edeceğine şüphe yoktur.
Teşkilat-ı Esasiye Kanununun 33. maddesi mucibince Büyük Millet Meclisi derhal yeni reisicumhuru intihap edecektir. Türkiye'nin en büyük makamına, Teşkilat-ı Esasiye Kanununa göre geçecek zatın etrafında hükümetiyle, şanlı ordusuyla ve bütün kuvvetleriyle Türk Milleti sarsılmaz bir varlık olarak toplanacak ve yükselmesine devam edecektir.
Bugün ayrılığına ağladığımız büyük şefimiz Atatürk, her vakit Türk Milletine güvendi. Eserlerini bu güvenle yaptı. İdamesi esbabını da istikmal ederek güvenle büyük milletimize bıraktı. Ebedi Türk Milleti onun eserlerini ebediyetle yaşatacaktır. Türk gençliği onun kıymetli vediası olan Türkiye Cumhuriyetini daima koruyacak ve onun izinde yürüyecektir.
Kemal Atatürk, Türk'ün tarihinde ve gönlünde daima yaşayacaktır."
-
CENAZE NAMAZI
Son vazifeler yerine getirilirken, dini şart ve örfler itina ve hassasiyetle yerine getirilmiştir. Cenaze namazının bir camide kılınıp kılınmama yolunda dinen ne gerektiği konusunda, Makbule Atadan Hanımefendi Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak'a danıştı, İlahiyat Fakültesi kelam ilmi ve İslam Felsefesi ordinaryüs Profesörlerinden Mehmed Şerafettin Yaltkaya'nın fikri alındı. Din alimi, cenaze namazlarının muhakkak camilerde kılınması yolunda kesin bir kayıt olmadığını bildirmiş ve daha çok makam, kıdem ve selahiyeti olarak, bir de Diyanet İşleri Başkanlığı'nın görüşlerinin alınmasını tavsiye etmiştir.
Bunun üzerine Diyanet İşleri Başkanı Mehmed Rıfat Börekçi'nin fikri sorulmuştur. Milli Mücadelenin meşruiyetine dair Anadolu Uleması fetvasına, ilk imza koyan din adamı, "O'nun cenaze namazı, tertemiz hale getirdiği bütün vatanda, bu farizanın yerine getirilebildiği her yerde kılınabilir" fetvasını vermiştir.
Atatürk'ün cenaze namazını, Diyanet İşleri Başkanlığı yapan, Ord. Prof. Mehmet Şerafettin Yaltkaya kıldırmıştır.
-
ATATÜRK'ÜN VASiYETNAMESiNiN TAM METNi
Malik olduğum bütün nukut ve hisse senetleriyle Çankaya'daki menkul ve gayrimenkul emvalimi Cumhuriyet Halk Partisi'ne atideki şartlara, terk ve vasiyet ediyorum:
1. Nukut ve hisse senetleri, şimdiki gibi, İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır.
2. Her seneki gibi nemadan, nispetleri şerefi mahfuz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe, Makbule'ye ayda 1000, Afet'e 800, Sabiha Gökçen'e 600, Ülkü'ye 200 lira ve Rukiye ile Nebile'ye 100'er lira verilecektir.
3. Sabiha Gökçen'e bir ev de alınabilecek, ayrıca para verilecektir.
4. Makbule'nin yaşadığı müddetçe Çankaya'da oturduğu ev de emrinde kalacaktır.
5. İsmet İnönü'nün çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç olacakları yardım yapılacaktır.
6. Her sene nemadan mütebaki miktar yarı yarıya, Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edilecektir.
M.Kemal ATATÜRK
-
-
Yaşamını milletine adayan, bir imparatorluğun küllerinden ulus yaratan Atatürk, 10 Kasım 1938'de Dolmabahçe Sarayı'nda hayata gözlerini yumdu. Ulu Önder'in son sözleri, ''saat kaç'' oldu... Ata'nın hastalığının giderek ilerlediği Kasım ayının ilk günleri Dolmabahçe Sarayı'nın önü, Ulu Önder'in sağlık haberini almak için her gün demir kapının parmaklıklarına sarılan genç, yaşlı, kadın, erkek vatandaşlarla doluydu. ''Atatürk nasıl?...'' diye soruyor, O'nun sağlığı hakkında bilgi almadan evlerine dönemiyorlardı.
8 Kasım Salı günü saat 18.30'da ikinci koma başladı. Bu sırada Atatürk gözlerini açıyor ve yavaşça soruyordu: ''Saat kaç?...'' Atatürk'e cevap verdiler. Sustu ve bir daha konuşmadı. Son sözleri bunlar olmuştu...
10 Kasım 1938 sabahı acı haber tüm yurda yayıldı. Caddelerde, sokaklarda, evlerde milli bir yas yaşanıyordu, herkesin yüreğine adeta bir ok saplanmıştı. Türk milleti zamansız ebediyete intikal eden Ata'sına ağlıyordu...
Bütün kuruluşlar bayraklarını yarıya çekerek mateme katılıyordu. Atatürk'ün ölüm haberi duyulur duyulmaz, gazetelerin telefonları aralıksız bir şekilde çalmaya başladı. İstanbul'da halk sokaklara dökülmüş, gazetelerin bulundukları yerlerin önüne toplanmıştı. Biraz sonra gazeteler ikinci baskılarında hükümet bildirisini yayınlıyorlardı.
-ÖLMEDİN ÖLEMEZSİN...-
Atatürk'ün sonsuzluğa göçtüğü gün Cumhuriyet Hükümeti, milli yasın acısını her satırında ortaya koyan ve ulusun duygularını dile getiren resmi bir tebliğ yayımladı.
Anadolu Ajansı'nca duyurulan bu tebliğ, aynen şöyle:
''İSTANBUL, 10 (A.A) - Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin resmi tebliğidir:
Müdavi ve müşavir tabiplerinin neşredilen son raporu Atatürk'ün dünyaya gözlerini kapadığını bildirmektedir.
Bu acı hadise ile Türk vatanı büyük yapıcısını, Türk milleti Ulu Şefini, insanlık büyük evladını kaybetti. Milletimize içimiz yanarak bu tarife sığmayan ziyanından dolayı en derin taziyelerimizi sunarız.
Kederlerimizin tesellisini ancak ve ancak onun büyük eserine bağlılıkta ve aziz vatanımızın hizmetinde ararız. Şurasını da her şeyden evvel beyan etmeliyiz ki, ölmez olan, onun büyük eseri Cumhuriyet Türkiye'sidir.
Hükümetimiz, içinde bulunduğumuz bu mühim anda bugüne kadar olduğu gibi dikkatle vazife başındadır. Müesses olan nizamı ve vaziyeti idame hususunu, büyük Türk Milleti'nin hükümeti ile tek vücud olarak teyid ve temin edeceğine şüphe yoktur.
Teşkilatı Esasiye Kanunu'nun 33'üncü maddesi mucibince, Büyük Millet Meclisi Reisi Abdulhalik Renda, Reisicumhur Vekaleti vazifesini deruhte etmiş ve ifaya başlamıştır.
-''TÜRK MİLLETİNE GÜVENDİ''...-
Gene teşkilatı Esasiye Kanunu'nun 33'ncü maddesi mucibince, Büyük Millet Meclisi derhal yeni Reisicumhur intihab edecektir.
Türkiye'nin büyük makamına Teşkilatı Esasiye Kanunu'na göre, geçecek zatın etrafında hükümeti ile şanlı ordusu ile ve bütün kuvveti ile Türk Milleti, sarsılmaz bir varlık olarak toplanacak ve yükselmesine devam edecektir.
Bugün ayrılığına ağladığımız Büyük Şefimiz Atatürk, her vakit Türk Milleti'ne güvendi. Eserlerini bu güvenle yaptı. İdamesi esbabını da istikmal ederek, güvenle büyük milletimize bıraktı. Ebedi Türk Milleti, onun eserlerini ebediyetle yaşatacaktır. Türk gençliği, onun kıymetli vediası olan Türkiye Cumhuriyeti'ni daima koruyacak ve onun izinde yürüyecektir.
Kemal Atatürk, Türk'ün tarihinde ve gönlünde daima yaşayacaktır.''
-
16 Kasım 1938'de Atatürk'ün naaşı Türk Bayrağının örttüğü bir katafalk üzerinde Dolmabahçe Sarayı'nın büyük tören salonuna konuldu.
Türk Milleti genç, yaşlı Atatürk'e son saygı görevini yapmak için Dolmabahçe'ye koştu. 19 Kasım 1938 Cumartesi sabahı Dolmabahçe Sarayı tören salonunda Prof. Şerafettin Yaltkaya cenaze namazını kıldırdı. Cenaze Alayı, İstanbul halkının gözyaşları arasında geçerek Gülhane Parkı'na geldi.
Atatürk'ün naaşı burada bir torpidoya alınarak ''Yavuz'' zırhlısına konuldu. İzmit'te özel bir trene nakledilen cenaze, yol boyunca Ata'larına son saygı görevi yapan vatandaşların yüreklerinde derin acılar bırakarak 20 Kasım 1938'de Ankara'ya getirildi.
Atatürk'e geçici kabir olarak ayrılan Etnografya Müzesi'ne götürülen naaş, mermer lahdin üzerine saygı ile yerleştirildi. Ata'nın naaşı, Anıtkabir yapılıncaya kadar 15 yıl bu geçici kabirde kaldı. 15 Kasım 1953'de Büyük Kurtarıcının naaşı, yine gözyaşları arasında ebedi istirahatgahı Anıtkabir'e götürüldü.
-İZİNDEYİZ...-
Ata'nın ebediyete intikalinin üzerinden tam 68 yıl geçti. Ülkenin çok zor koşullar altında bulunduğu bir ortamda Mustafa Kemal'in yaktığı meşale, Türk ulusunun önünü aydınlatmaya devam ediyor.
O'nun devrimleri gencecik milyonlarca vatan evladının yüreğinin tam ortasında ilk gün ateşlenen meşale gibi yanmaya devam ediyor. Türk ulusu Ata'sını unutmadı, dünya döndüğü sürece de unutmayacak...
AA BÜLTENLERİNDE ATATÜRK'ÜN RAHATSIZLIĞI VE ÖLÜMÜ
ANKARA (A.A) - Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün rahatsızlığı ve ebediyete intikal edişiyle ilgili ''Resmi Tebliğler'', Anadolu Ajansı kanalıyla duyurulmuştu.
Atatürk'ün sağlığına ilişkin ilk resmi tebliğler, 17 Ekim 1938 günü yayımlandı. Riyaseticumhur Umumi Katipliği'nden (Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği) yapılan ve 18 Ekim 1938 tarihli gazetelerde, (A.A) rumuzuyla yer alan haber, o günün diliyle şöyle:
İSTANBUL 17 A.A. - Riyaseticumhur Umumi Katipliği'nden:
1- Reisicumhur Atatürk'ün sıhhi vaziyetleri hakkında müdavi ve müşavir tabipleri tarafından bugün verilen rapor ikinci maddededir.
2- Reisicumhur Atatürk'ün düçar oldukları karaciğer hastalığı normal seyrini takip ederken, 16 birinciteşrin (ekim) 1938 tarihine tesadüf eden Pazar günü birdenbire aşağıdaki arazı göstermiştir.
a. Saat 14.30'dan 22.00'ye kadar gittikçe artarak devam eden umumi zaaf ile birlikte hazmi ve asabi araz. Bu saate kadar nabız dakikada 116, teneffüs 22 ve hararet derecesi 36,5 idi.
b. Saat 22.00'den bu sabah saat 10.00'a kadar yukarıda ismi geçen araz kısmen hafiflemiş ve nabız dakikada 104, teneffüs 20 ve hararet derecesi 37 olmuştur.
c. Yapılan muayene ve müşavere neticesinde tespit ve tatbik edilen müdavattan sonra, umumi ahvalde hafif bir salah görülmekle beraber, vaziyet ciddiyetini muhafaza etmektedir.
3- Müteakip sıhhi vaziyet raporları neşredilecektir.
İKİNCİ TEBLİĞ
İSTANBUL 17 A.A. - Riyaseticumhur Umumi Katipliği'nden:
1- Reisicumhur Atatürk'ün sıhhi vaziyetleri hakkında müdavi ve müşavir tabipleri tarafından, bu akşam saat 20.00'de verilen rapor ikinci maddededir.
2- Bugün, dün akşama nispetle daha iyi geçmiştir. Asabi arazlarda bir değişiklik yoktur. Nabız muntazam 116, teneffüs 20, hararet derecesi 37'dir.
Müdavi Doktorlar:
Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp
Prof. M. Kemal Öke
Dr. Nihat Reşat Bilger
Müşavir Doktorlar:
Prof. Dr. Akil Muhtar Özden
Prof. Dr. Hayrullah Diker
Prof. Dr. Süreyya Hidayet Serter
Dr. Abravaya Marmaralı
Dr. Mehmet Kamil Berk.
17 Ekim 1938'de yayımlanmaya başlanan resmi tebliğler, 22 Ekim'e kadar aralıksız devam etti. 22 Ekim 1938 tarihinde yayımlanan Resmi Tebliğ'de, yine aynı doktorların imzalarıyla hastalığın normal seyrine döndüğü ve tebliğ yayımlanmasına gerek kalmadığı bildiriliyor.
-
22 Ekim 1938'de ara verilen Atatürk'ün sağlığına ilişkin resmi tebliğler, Gazi'nin durumunun ağırlaşması üzerine, 8 Kasım 1938'de yeniden yayımlanmaya başlandı. ''Ulus'' gazetesinin sol üst köşesinde, ''A.A'' rumuzuyla yayınlanan tebliğde, Atatürk'ün sağlık durumunun yeniden ciddileştiği kaydedildi.
9 Kasım günü Atatürk'ün sağlığıyla ilgili üç resmi tebliğ yayımlandı. Saat 24.00'de yayımlanan tebliğde, ''Saat 20.00'den itibaren dalgınlık artmıştır. Umumi ahval vahamete doğru seyir etmektedir'' denildi.
Atatürk'ün vefat ettiğine ilişkin, doktorları tarafından verilen rapor ile ''Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin'' resmi tebliği de, Anadolu Ajansı aracılığıyla kamuoyuna duyuruldu. Gazetelerin ikinci baskılarında yer verdikleri tebliğler şöyle:
''İSTANBUL, 10 (A.A) - Atatürk'ün müdavi ve müşavir tabipleri tarafından verilen rapor suretidir:
Reisicumhur Atatürk'ün umumi hallerindeki vehamet, dün gece saat 24.00'de neşredilen tebliğden sonra her an artarak bugün, 10 ikinciteşrin 1938 Perşembe sabahı saat 9'u 5 geçe, Büyük Şefimiz derin koma içinde terki hayat etmişlerdir.''
-''RESMİ TEBLİĞ''-
Atatürk'ün sonsuzluğa göçtüğü gün Cumhuriyet Hükümeti, milli yasın acısını her satırında ortaya koyan ve ulusun duygularını dile getiren resmi bir tebliğ yayımladı. Bu tebliğ, o günün diliyle şöyle:
İSTANBUL, 10 (A.A) - Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin resmi tebliğidir:
Müdavi ve müşavir tabiplerinin neşredilen son raporu Atatürk'ün dünyaya gözlerini kapadığını bildirmektedir.
Bu acı hadise ile Türk vatanı büyük yapıcısını, Türk milleti Ulu Şefini, insanlık büyük evladını kaybetti. Milletimize içimiz yanarak bu tarife sığmayan ziyanından dolayı en derin taziyelerimizi sunarız.
Kederlerimizin tesellisini ancak ve ancak onun büyük eserine bağlılıkta ve aziz vatanımızın hizmetinde ararız. Şurasını da her şeyden evvel beyan etmeliyiz ki, ölmez olan, onun büyük eseri Cumhuriyet Türkiye'sidir.
Hükümetimiz, içinde bulunduğumuz bu mühim anda bugüne kadar olduğu gibi dikkatle vazife başındadır. Müesses olan nizamı ve vaziyeti idame hususunu, büyük Türk Milleti'nin hükümeti ile tek vücud olarak teyid ve temin edeceğine şüphe yoktur.
Teşkilatı Esasiye Kanunu'nun 33'üncü maddesi mucibince, Büyük Millet Meclisi Reisi Abdulhalik Renda, Reisicumhur Vekaleti vazifesini deruhte etmiş ve ifaya başlamıştır.
Gene teşkilatı Esasiye Kanunu'nun 33'ncü maddesi mucibince, Büyük Millet Meclisi derhal yeni Reisicumhur intihab edecektir.
Türkiye'nin büyük makamına Teşkilatı Esasiye Kanunu'na göre, geçecek zatın etrafında hükümeti ile şanlı ordusu ile ve bütün kuvveti ile Türk Milleti, sarsılmaz bir varlık olarak toplanacak ve yükselmesine devam edecektir.
Bugün ayrılığına ağladığımız Büyük Şefimiz Atatürk, her vakit Türk Milleti'ne güvendi. Eserlerini bu güvenle yaptı. İdamesi esbabını da istikmal ederek, güvenle büyük milletimize bıraktı. Ebedi Türk Milleti, onun eserlerini ebediyetle yaşatacaktır. Türk gençliği, onun kıymetli vediası olan Türkiye Cumhuriyeti'ni daima koruyacak ve onun izinde yürüyecektir.
Kemal Atatürk, Türk'ün tarihinde ve gönlünde daima yaşayacaktır.''
-
ANKARA (A.A) - Büyük Önder Atatürk'ün naaşının, İstanbul'dan Ankara'ya getirilişindeki görkemli törenleri tüm ayrıntılarıyla aktaran Anadolu Ajansı haberleri, Ata'sını son yolculuğuna uğurlayan yurttaşların duygularını da aynı görkemle yansıtıyordu.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 10 Kasım 1938'de yaşama gözlerini yumduğunda, bütün ülke yasa boğulmuştu. Her yaştan İstanbul halkı, 16 Kasım'da Dolmabahçe Sarayı'nda büyük tören salonunda bir katafalka konulan Atatürk'ün Bayrağa sarılı tabutunun önünden üç gün üç gece saygı geçişi yapmıştı. 19 Kasım sabahı, Sarayın dış kapısı önündeki top arabasına konularak törenle Sarayburnu'na getirilen Atatürk'ün tabutu, burada Zafer Torpidosu'na alınarak Moda açıklarında duran Yavuz Zırhlısı'na naklediliyordu.
-''ŞEHİR AYAKTA...''-
Bu duygulu töreni aktaran A.A haberi, "Daha gün ağarmadan şehir ayakta... Evinden fırlayan sahile ve Beşiktaş'tan Sarayburnu'na kadar inen yollara doğru koşuşuyor" diye başlıyordu. ''İşte Büyük Ölünün Ankara'ya nakil merasimi daha başlamadan bedbaht İstanbul sokaklarının kısa bir tablosu...'' anlatılan haberde, Dolmabahçe Sarayı'ndaki muhabir ise buradaki ortamı anlatıyor ve cenaze namazını şöyle bildiriyordu:
''Ailesinin talebi ile Büyük Ölünün namazı kılınmak suretile hususi merasim yapılıyor. Tekbir Türkçe verilmiş, namazı, İslam Tetkikleri Enstitüsü Direktörü Ordinaryüs Profesör Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırılmıştır.''
Atatürk'ün naaşı, en yakın silah arkadaşlarından on iki tümgeneral tarafından, eller üstünde, vakur adımlarla taşınarak top arabasına konuluyordu. Sarayburnu'na getirilen naaş, ''genç subayların elleri üzerinde, Zafer Torpidosu'na geçirilerek, hazırlanan hususi mevkie yerleştiriliyordu.'' Buradan Moda açıklarında bekleyen Yavuz Zırhlısı'na nakledilen naaş, İzmit'e doğru yola çıkarılıyordu.
-GECENİN YASLI SESSİZLİĞİ-
Mustafa Kemal Atatürk, sağlığında devrimlerini anlatmak, çok sevdiği yurttaşlarının durumunu yakından görmek, onların sorunlarını dinlemek için geçtiği yollardan; gecenin yaslı sessizliğini bozmamaya özen gösterircesine ilerleyen şimendiferin çektiği özel trenle Başkent'e doğru sonsuza dek gidiyordu.
Trende bulunan A.A muhabiri, Bilecik'ten, Eskişehir'den, Polatlı'dan, Etimesgut'tan haberler yazdırıyordu.
''Atatürk'ü hamil bulunan tren İzmit'ten gözyaşları ve hıçkırıklar arasında geçmişti. Tren meşalelerle aydınlatılmış bütün istasyonlarda birer dakika duruyordu, gözleri yaşlı halk, büyük Ata'sına son vazifesini yapıyordu.''
Bilecik'te de mahşeri bir kalabalık vardı: ''Gece yarısından sonra olmasına rağmen her istasyonda ellerinde meşaleler tutan kadın ve erkek binlerce insan büyük Ata'yı ziyaret ve tavafa geliyor. 'Atamızı kaybettiğimize inanamıyoruz' diye feryat ediyorlar''dı.
-''GURUP EDEN BÜYÜK GÜNEŞ''-
Tren Eskişehir'e sabahın 3'ünden sonra ulaşıyordu; istasyonda binlerce insan vardı. Kadın, erkek, genç, ihtiyar herkes, 'Atamız gitme, Atamız nereye gidiyorsun' diye inliyor, ellerini onun mübarek varlığı arkasından uzatarak titriyordu. Tren bu matemli havanın içinden geçerek, Ata'yı Ankara'ya götürürken; Eskişehir halkı gurub eden en büyük güneşin acısıyla uyumuyor, oturmuyor, ağlıyor ve caddelerde dolaşıyorlardı; binlerce Türk hala Ankara'ya doğru bakarak hıçkırıyordu.''
Polatlı'da da sabahın yaklaşmış olmasına ve soğuğa rağmen trenin geçtiği yollarda halk yığınları göze çarpıyordu. Nemli gözler büyük Ata'nın naaşını taşıyan vagonu arıyor: ''Vagon çiçekler içinde ve katarın en sonundaydı. Atatürk'ün vagonu görününce hıçkırıklar ve feryatlar başlıyordu''du.
Etimesgut'ta, şafakla beraber Atatürk'ün naaşını selamlamaya gelen tayyareler gözükmüştü ve geniş kavisler çizerek trenin üzerinde uçmaya başlamışlardı. Alacakaranlıkta hattın iki tarafına dizilen halk yığınları görünüyordu. ''Herkes boynu bükük, yaşlı gözlerle büyük Ata'ya son teşyi vazifesini yapıyorlardı.''
-SONSUZ DEK ANKARA'DA...-
Ankara'ya yaklaştıkça tanyerindeki mesafe artıyordu. Ankara da yasa boğulmuş; yaşlı gözlerle Ata'sını bekliyordu.
Ankara, 20 Kasım sabahı, erken saatlerinden itibaren ebedi şef Atatürk'ün aziz naaşlarını selamlamak için caddelere ve yollara dökülmüştü.
''Onu, daima her dönüşünde en büyük bayram sevinci içinde şevk ve heyecanla karşılayan, bağrına basan Ankara, bu defa fanilerin duyabileceği acıların ve ıstırapların kahredici matemiyle bekliyordu. Büyükler büyüğünü hamil hususi tren, saat onu on geçe ağır ağır istasyona giriyordu.''
''Hususi tren, istasyona girerken Reisicumhur İsmet İnönü, yanında Meclis Reisi Abdülhalik Renda, Mareşal Fevzi Çakmak, vekiller olduğu halde tabutun bulunduğu vagona doğru ilerliyordu. Vagondan, yol esnasında tabuta refakat etmiş olan Başvekil Celal Bayar, Orgeneral Fahrettin Altay ve Riyaseti Cumhur erkanı iner inmez, Reisicumhur İsmet İnönü ve vekiller vagona çıkarak ölmezler ölmezinin aziz ve mübarek naaşını selamlıyorlardı.''
Vagondan indirildikten sonra 12 general tarafından top arabasına konulan naaş, Büyük Millet Meclisi'ne götürülüyordu. Millet Meclisi'nde defne ve meşe dallarıyla sarılmış ve üzerinde altı meşale yanan altı yeşil sütunun çevrelediği katafalk hazırlanmıştı. Sarmaşık dallarının sarıldığı beyaz bir zemin üzerine yukarıdan aşağıya, tabutun konacağı kaideye kadar inen büyük bir Türk Bayrağı katafalkın fonunu teşkil ediyordu, yerler yeşil yapraklarla örtülmüştü.
-
Atatürk'ün naaşı, ''40 erin ve 12 mebusun omuzları üzerinde'' taşındıktan sonra katafalkın içindeki kaideye konuluyordu. Üzerine al atlas bayrağın örtülmesinden sonra, tazim geçişine başlanıyordu.
İlk olarak Cumhurbaşkanı İnönü, Büyük Şef'in tabutu önünde eğilmişti. Resmi geçişlerden sonra ''nihayet sabahın erken saatlerinden beri Ankara'nın bütün anayolları üzerinde toplanmış olan ve Ata'sına tazimi ifa için bekleşen mini mini yavrulardan yakınlarının koltuğunda sürüklenip gelen ihtiyarlara kadar kadın erkek bütün Ankara, katafalkın önünden büyük bir sükun içinde geçmeye'' başlamıştı. ''Bir sel halinde Büyük Şef'in tabutu önünden akıp giden bu halk safları arasında zaman zaman zaptedilemeyen bir feryat yükselmekte ve hiç kimse gözyaşlarını tutmak kudretini kendinde bulamamakta idi.''
Atatürk'ün naaşı, 21 Kasım 1938'de geçici ''istirahatgahı'' Etnografya Müzesi'ne götürüldü.
A.A'nın haberine göre, ''Şehrin bugünkü erken uyanışı, uykusuz geçen bir gecenin kabusundan daha evvel sıyrılmak içindi.'' Tanyeri ağarmıştı. Ankara'nın ufukları, bulutlar, ıslak ve nemli bir sabaha açılıyordu. Ata'nın katafalkı günün ilk ışıklarını üstüne çekiyordu.
Saat 9.50'de Büyük Kurtarıcının naaşını top arabasına nakletmek için hazırlıklar başlamıştı. ''Tabut bir an içinde ellerin üstünde görülmüştü. Büyük ve ölmez şefi bu son seyahatinde baş üzerinde taşıyarak tarihi vazifeyi yapmak onun kendi eseri olan Büyük Millet Meclisi'ne ve onun muhterem mümessillerine düşüyordu.''
Top arabası ağır ağır hareket ettiğinde uzaktan top sesleri yankılanıyordu; ''Riyaseti Cumhur Bandosu'nun ağır ağır çaldığı Şopen'in matem havası göklere yükseliyor''du.
''Atatürk'ün tabutu müzeye gelinceye kadar bütün güzergah boyunca birikmiş ve acıdan, ıstıraptan yoğrulmuş olan ve sessizce inleyen halk kütlelerinin arasından geçti.
Şef'in tabutu kendisine son ihtiramı ifa için saf tutmuş Türk ve ecnebi kıtaatının arasından geçerek, orada, Etnografi Müzesi'nde hazırlanan muvakkat istirahatgahı önüne geldiği zaman, Cenaze Alayının arz ettiği manzara, çok ulvi ve o derece de muhteşem olmuştu.
Tabut, müzenin tam orta kısmını teşkil eden ve yukarıdan aşağıya beyaz muslinlerle kaplanmış olan salonun ortasındaki kaideye yine silah arkadaşlarının elleriyle kondu ve yine bu ellerle üzerine şanlı Bayrağımız örtüldü.''
Atatürk'ün naaşı, Anıtkabir'e nakledildiği 10 Kasım 1953 tarihine kadar, geçici kabri Etnografya Müzesi'nde kaldı.
-
Ey Büyük Atam
Varlığımın en kutsal temeli olan, Türk İstiklâl ve Cumhuriyetinin sonsuz bekçisiyim. Bu karar, değişmez irademin ilk ve son anlatımıdır. İstikbâlde, hiçbir kuvvet beni yolumdan döndürmeyecektir. Ben, bütün hızımı senden, ulusal tarihimizden ve ruhumuzdaki sönmez inanç ateşinden alıyorum. Senin kurduğun güçlü temeller üzerinde attığım her adım sağlam, yaptığım her atılım bilinçlidir. En kıymetli emanetimiz olan, Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti, varlığımızın esası olarak, eğilmez başların, bükülmez kolların, yenilmez Türk evlatlarının elinde sonsuza dek yaşayacak ve nesillerden nesillere devredilecektir. İstiklâl ve Cumhuriyetimize kastedecek düşmanlar, en modern silahlarla donanmış olarak, en kuvvetli ordularla üzerimize saldırsalar dahi, ulusal birliğimizi ve yenilmez Türk gücünün zerresini bile sarsamayacaktır. Çünkü, bu aziz vatanın toprakları üzerinde yetişen azimli ve inançlı Türk gençliği, dökülen temiz kanların ve Cumhuriyet devrimlerimizin aydın ürünleridir. Vatanın ve milletin selameti için her zorluğa iman dolu göğsümüzü germek, gerçek amacımız olacaktır.
Ey Türk'ün büyük Ata'sı !
İstiklâl ve Cumhuriyetimizi korumak gerektiği zaman, içinde bulunacağım durumlar ve şartlar ne olursa olsun, kudret ve cesaretimi damarlarımdaki asil kandan alarak, bütün engelleri aşıp her güçlüğü yenmek azmindeyim.
Türk genci, Türk kadını olarak özgürlüğün, bağımsızlığın, egemenliğin, cumhuriyet ve devrimlerin yılmaz bekçisiyim. Her zaman, her yerde ve her durumda Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağıma, çağdaş uygarlığa geçmek için bütün zorlukları yeneceğime, namus ve şeref sözü verir, kendimi büyük Türk ulusuna adarım.
Dilek Kuzulu Yüksel
RAHAT UYU ATAM, İZİNDEYİM !
-
Ey Büyük Ata
Varlığımın en kutsal temeli olan, Türk İstiklâl ve Cumhuriyetinin sonsuz bekçisiyim. Bu karar, değişmez irademin ilk ve son anlatımıdır. İstikbâlde, hiçbir kuvvet beni yolumdan döndürmeyecektir. Ben, bütün hızımı senden, ulusal tarihimizden ve ruhumuzdaki sönmez inanç ateşinden alıyorum. Senin kurduğun güçlü temeller üzerinde attığım her adım sağlam, yaptığım her atılım bilinçlidir. En kıymetli emanetimiz olan, Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti, varlığımızın esası olarak, eğilmez başların, bükülmez kolların, yenilmez Türk evlatlarının elinde sonsuza dek yaşayacak ve nesillerden nesillere devredilecektir. İstiklâl ve Cumhuriyetimize kastedecek düşmanlar, en modern silahlarla donanmış olarak, en kuvvetli ordularla üzerimize saldırsalar dahi, ulusal birliğimizi ve yenilmez Türk gücünün zerresini bile sarsamayacaktır. Çünkü, bu aziz vatanın toprakları üzerinde yetişen azimli ve inançlı Türk gençliği, dökülen temiz kanların ve Cumhuriyet devrimlerimizin aydın ürünleridir. Vatanın ve milletin selameti için her zorluğa iman dolu göğsümü germek, gerçek amacım olacaktır.
Ey Türk'ün büyük Ata'sı !
İstiklâl ve Cumhuriyetimizi korumak gerektiği zaman, içinde bulunacağım durumlar ve şartlar ne olursa olsun, kudret ve cesaretimi damarlarımdaki asil kandan alarak, bütün engelleri aşıp her güçlüğü yenmek azmindeyim.
Türk genci, Türk kadını olarak özgürlüğün, bağımsızlığın, egemenliğin, Cumhuriyet ve devrimlerin yılmaz bekçisiyim. Her zaman, her yerde ve her durumda Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağıma, çağdaş uygarlığa geçmek için bütün zorlukları yeneceğime, namus ve şeref sözü verir, kendimi büyük Türk ulusuna adarım.
Başak Şahin
-
TÜRK'üm,
DOĞRUYUM,
ÇALIŞKANIM.
İlkem: Küçüklerimi korumak,
Büyüklerimi saymak;
Yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm:Yükselmek, İleri gitmektir.
Ey Büyük Atatürk !
Açtığın yolda,
Gösterdiğin hedefe
Durmadan yürüyeceğime and içerim.
Ne mutlu Türk'üm diyene !
ATAM İZİNDEYİM!
-
Ne mutlu bana ki Atam;
sayende Cumhuriyet Çocuğu oldum.
Rahat uyu Atam;
Herkese ve herşeye rağmen;Çocukların izinde..............
Duygu Tekay
-
Bugün, senin fikirlerini anlayamayıp sana karşı çıkanlar, bilmiyorlar ki; bunu bile senin sayende yapıyorlar. Senin sayende bu topraklarda özgürce yaşayıp özgürce konuşuyorlar.
"Ey Türk Gençliği" diye hitap ettiğin Türk Gençlerinden biri olmaktan gurur duyuyorum. Vazifemi biliyor ve Türk istiklalini ve Türk Cumhuriyeti'ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmeye and içiyorum.
Rahat uyu ATAM.
-
Michel Ange'ın bir şiirinde söylediği gibi,her mermer blokunda bir Venüs heykeli saklıdır.Gerçek sanatçı bu heykeli ,o kaya parçasından çıkarana derler.Atatürk de Türk milletinde bu ruhu ,bu heybetli varlığı sezen ve ona şekil veren Büyük İnsandır.
Atatürk ve Atatürkçülük
-------------------------------------------------------
-
Ulu Önder ATATÜRK ;
Dün manevi olarak tekrar huzuruna gelme mutluluğunu yaşadım... Bize verdiğin Cumhuriyet ve Özgürlükler sayesinde Hür ve mutlu yaşamımızı sürdürdüğümüzü o muhteşem maneviyatının altındayken anladım , bir takım nursuz ve memenetsiz içten pazarlıkçı çıkarcı kökten dinci irticai kişiliksiz kişilerin ne yaparlarsa yapsınlar Kurduğun Cumhuriyeti yıkamayacaklarını algıladım...
Huzurunda bir şey daha keşfettim senin ölümün 10 Kasım değil ki... Doğumun 19 Mayıs 1881 yani 125 Yaşındasın ATAM doğum günün kutlu olsun....
Ne Mutlu Tüküm diye ne....
Ne mutlu SENİN gibi yol göstericisi olana...
TÜRKLÜK SENİNLE ÇOK MUTLU ATAM ÇOK MUTLU....