-
Nutuk/Söylev
ÖNSÖZ
--------------------------------------------------------------------------------
Yurdumuzun parçalanıp işgal edildiği günlerden başlayarak, Türk tarihinde bir dönüm noktası olan İstiklâl Savaşı'nı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu ve inkılâpların yapılışını anlatan Nutuk, siyasî ve millî tarihimizin birinci elden, pek değerli bir kaynak eseridir. Atatürk'ün kendi kaleminden çıkan bu eser, yine Atatürk tarafından, Cumhuriyet Halk Partisi'nin 15 -20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara'da toplanan İkinci Kurultayı'nda 36,5 saat süren ve altı günde okunan tarihî bir hitabeye dayandığı için Nutuk adını almıştır.
Nutuk, inkılâp tarihimizin birinci elden pek değerli bir kaynağıdır dedik.Çünkü, eserin sahibi, tarihî olayları yalnızca belgelerle inceleyerek objektif gerçeğe ulaşmak isteyen bir tarih yazarı değil, doğrudan doğruya o tarihi yapanın kendisidir. Tarihi yapan ile yazanın aynı şahsiyette birleşmiş olması, Nutuk'u,benzerleri ile karşılaştırılamayacak üstün değerde bir eser durumuna getirmiştir.
Bu eserde, kendini her şeyi ile milletine adamış olağanüstü yetenekleri ile dehânın en iyi örneğini vermiş büyük bir komutanın, inkılâpçı bir liderin ve ileri görüşlü bir devlet adamının, askerî ve siyasî aksiyonları ile, Türkiye Cumhuriyeti'ne şekil veren temel düşünce ve görüşler yer almıştır. Ayrıca, eserde millî değerler sistemine bağlı Cumhuriyet rejiminin, tarih şuuru içindeki gelişmesinin adım adım nasıl olgunlaştırıldığını, sosyal ve kültürel alanlara yön verici siyasî ve idarî şartların nasıl hazırlandığını yakından görebilmekteyiz.
Bu eser, yalnız geçmiş bir devrin hikâyesi olarak dünümüzü anlatmakla kalmamakta, yakın tarihimizden alınan ibret dolu tecrübelerle, milli varlığımızın bugününe de yarınına da ışık tutabilen yüksek bir değer taşımaktadır. Çünkü :
Nutuk, tarihin akışını değiştirme gücüne sahip bir önderin, varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milleti, temelleri çökmüş, ömrü tamamlanmış olan bir imparatorluğun yıkıntıları arasından çekip çıkararak nasıl çağdaş ve millî bir devlet haline getirebildiğinin belgelere dayanan hikâyesidir.
Nutuk, Çanakkale Muharebesi'nde : "Size ben taarruz emretmiyorum ölmeyi emrediyorum" diyerek, kendi şahsında da savaşan ordusunda da ölüm korkusunu ve mânevî çöküntüyü yenmiş olan bir kahramanın, başsız kalmış ve olup bitecekleri karanlıklar içinde beklemekte olán bir millete, yaşama sırrının, "millî hâkimiyete dayanan kayıtsız şartsız bağımsız bir Türk devleti kurabilme" kararında saklı olduğunu anlatan bir eserdir.
Nutuk, "temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. İstiklâlinden yoksun bir millet, medenî insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden kurtulamaz" gerçeğinden ve "ya istiklâl ya ölüm" ilkesinden yola çıkılarak verilen Millî Mücadele safhalarını ve alınan başarılı sonuçları adım adım dile getiren bir eserdir.
Nutuk, en büyük hizmet ve gayretlerle elde edilen rütbe ve nişanları söküp atmaktan çekinmeyecek kadar vatan ve millet sevgisiyle dolmuş bir askerle, tarihî ve millî karakterinin onda şahıslanmış olduğunu gören bir milletin, elele vererek, dayandığı millî birlik, katlandığı fedakârlık ve gösterdiği irade gücü sayesinde, imkânsızlıklardan nasıl imkânlar ve mucizeler yaratabildiğini dünyaya anlatan bir eserdir.
Nutuk, millet adına yapılan bütün işlerin, meşruluk ilkesine dayandırılarak yürütüldüğünü, verilen kararların, geçilen uygulamaların, derinlemesine bir düşüncenin, uzak bir görüşün, ince bir hesaplamanın, yerinde bir mantığın ve ihtiyatlı bir davranışın ürünü olduğunu ortaya koyan bir eserdir. Yapılan her işte Türk milletinin haysiyet ve şerefinin ön plânda tutulduğunun, bütün düşünce ve görüşlerde aklın, mantığın ve ilmin gereklerine uygun bir millî politikanın yer aldığının göstergesi durumundadır.
Nutuk, Millî bir uyanışın ifadesi olarak, bir milletin maddî ve manevî bütün güçlerini harekete geçiren Kuva-yı Milliye ruhunun, bir yandan dış düşmanlara karşı koyarken bir yandan da içerideki ihanet çetelerine, iç politikası iflâs etmiş ve düşmana boyun eğme politikasının temsilcisi durumuna gelmiş bulunan İstanbul Hükümeti'yle Saray'a karşı verdiği mücadelenin hikâyesidir. Türk milletine, düşmanla boğuşa boğuşa yenilmeyi değil, yenmenin ve zafere ulaşmanın ince yollarını öğreten bir eserdir.
Nutuk, milleti ülkenin geleceğini belirliyecek olan "vahdet-i milliye" (millî birlik) ilkesi etrafında bilinçlendirip kenetlendirerek, millî irade ve millî hakimiyet kavramlarının aksiyona dönüştürülmesi yoluyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşundan Cumhuriyet'in ilânına kadar uzanan başarılı bir tarihî akışın hikâyesidir.
Nutuk, sahip olduğu derin kavrayış, geniş kültür ve köklü tarih şuuru dolayısıyla, toplumun sosyal ve kültürel alanlardaki ihtiyaç ve beklentilerine cevap verecek güçte bir inkilâpçının, milletin özünde var olan büyük gelişme yeteneğine dayanarak gerçekleştirdiği inkılâplarla, Türkiye'yi 1839 Tanzimat hareketinden beri süregelen yenileşme mücadelesinde, kesin hedeflerine ve çağdaş bir medeniyet sistemine nasıl kavuşturabilmiş olduğunun hikâyesidir.
Nutuk, tarihten edinilen tecrübelerin bir ibret tablosu halinde millete maledilmesì geleneğine uyularak ve o gün ulaşılan başarının "asırlardan beri çekilen millî felâketlerin yarattığı uyanıklığın sonucu ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedeli" olduğuna işaret edilerek bu sonucun özlü bir Hitabe ile Türk gençliğine emanet edildiği bir eserdir. Görülüyor ki, Türk milletinin dününü bugününe bağlayan bugününü de yarına bağlayacak olan Nutuk, millî tarihimizin dönüm noktası olan bir safhasını, zaman silindirinin aşındırıcı etkilerinden kurtararak gelecek kuşaklar için ölümsüzleştiren bir kaynak eser olmuştur.
Görülüyor ki, bu kaynak eser, taşıdığı bütün bu özellikler ile, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihin sonsuzluğu içinde geleceğe doğru uzanan akışında, temel ilkeler açısından karşılaşabileceği güçlüklerde de modern çağın gereklerine uygun bütün yenileşme hamlelerinde de kendini memleket hizmetine adamış olanlara her zaman ışık tutabilecek bir dolgunluktadır.
Nutuk, niteliği bakımından gerçek bir san'at eseri değildir. Askerî, siyasî ve sosyal olayları yeri geldikçe, belgelerle de değerlendiren bir tarihî eserdir. Ancak, Atatürk, konuşma ve yazma san'atına, kendisini dinleyenleri ve okuyanları, düşüncelerinin peşinde sürükleyebilecek eşsiz bir anlatım gücü kazandırabildiği içindir ki, Nutuk, Türk hitabet san'atının da doruğuna yükselmiş ve bir şaheser olmuştur.
Bilindiği gibi, dil, fizyolojik olarak, zihindeki düşünce faaliyetinin söz kalıpları içinde dış dünyamıza aktarılması olayıdır. Dolayısıyla, düşüncenin sadık bir aynası durumundadır. Nutuk'un dil ve üslûp özellikleri bakımından incelenmesi, Atatürk'ün düşünce dünyasında yer alan fikir çekirdekleri ile, bu çekirdeklerin biribirleriyle olan ilişkilerine, bunları bütünleşmiş bir düşünce örgüsü haline getiren bağlantı noktalarına, ondaki temel düşünce unsurları içinde hangilerinin daha ağırlıklı, hangilerinin ikinci ve üçüncü plânda yer almış olduklarına daha yakından ve objektif ölçülerle yaklaşma imkânını sağlamaktadır.
Nutuk'un dili, söz dağarcığı ve cümle yapısı bakımından, Atatürk'ün yetiştiği devrin genel dil yapısına paralel olarak, Millî Edebiyat devrinin temsil ettiği dildir. Bu dil, klâsik Osmanlıcaya oranla hayli sadeleştirilmiş olan ogünkü yazı dilinin mükemmel bir örneğidir. Kelime kadrosu bakımından da çok zengindir. Ancak, o devirde daha Türkçeden Arapça ve Farsça'nn kurallarına bağlı kelimeler ile bu dillerden geçme tamlama şekilleri bütünüyle atılamadığı ve resmî devlet yazışmalarının gerekli kıldığı bazı klişeler yer aldığı için, bugüne göre oldukça ağırdır.
Ne var ki, eseri yalnız kelime hazinesi bakımından değil de, üslûp ölçüleri ile de değerlendirdiğimizde, Nutuk'ta açık ve yalın bir dilin hâkim olduğunu görürüz. Bu açıklık ve yalınlık, eserdeki zengin kelime kadrosunun, düşüncelerin akışına uygun bir ustalık ve başarı ile kullanılabilmiş olmasından kaynaklanmıştır. Çeşitli kelime türleri ile bunların cümlelerdeki yayılış oranları ve anlatım şekilleri arasında, olayların niteliğine denk düşen bir uyum göze çarpar.
Bu durum, düşünceye canlılık, üslûba akıcılık vermiştir. Ancak, şunu da belirtmek gerekir ki, Atatürk'te dinamik bir düşünce yapısının varlığına işaret eden bu üslûp akıcılığı, asıl gücünü tabiî ve gerçekçi bir söyleyiş biçiminden almış bulunmaktadır. Eserde uzun ifadeler için, iç içe girmiş girift cümleler yerine, birbiri arkasına dizilmiş sıra cümleler şeklindeki birleşik cümlelerin yer aldığı görülür. Ortaya konan düşüncelerin, çizilen tarihî tabloların ve aktarılan olayların özelliklerine göre, bazan kısa ve keskin çizgili söyleyişlere, bazan da düşüncelerin akışını kolaylaştıran hareketli ifadelere yer verilmiştir. Böylece, üslûpta, cümle kuruluşlarındaki ve anlatım şekilerindeki açıklık, sadelik ve tabiîlikten gelen bir mükemmellik ortaya çıkmıştır.
Bu üslûbun en belirgin özelliklerinden biri de, yer yer kısa ve özlü ifadelerin ağırlık kazanmış; uzun süren açıklamalardan sonra, düşüncelerin "Artık İstanbul Anadolu'ya hâkim değil, tâbi olmak mecburiyetindedir" örneğinde görüldüğü üzere, mantık gücü ağır basan veciz söz kalıplarına ve kesin yargılara bağlanmış olmasıdır. Özet olarak belirtmek gerekirse, Nutuk'taki üslûp, tek bir kelimesinden fedakârlık edilemeyecek kadar ölçülü ve tabiîdir. Düşünceler derin ve aydınlıktır. Kavrayış çok geniştir. Atatürk'ün muhakeme ve mantığındaki güçlülük, ona, olayları derinlemesine bir tahlilden geçirebilme yeteneğide kazandırmıştır. Bu durum, hiç şüphe yok ki, Atatürk'ün üstün zekâsı dışında, tarih şuuru içinde olgunlaşmış bulunan sağlam fikir yapısından ve uzak görüşlülüğünden kaynaklanmaktadır. Cumhuriyet'i genç nesillere emanet ederken söylediği : "Bugün vâsıl olduğumuz netice asırlardan beri çekilen millî musibetlerin intibahı ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir" cümlesi, ondaki bütün bir tarihî geçmişi veciz bir şekilde ortaya koyabilecek bir düşünce genişliğinin ve dilinde de buna uygun bir sentez gücünün varlığını ispat etmektedir.
Nutuk'ta yer alan dil ve üslûp özellikleriyle, Atatürk'ün Türk çocukları için bu konuda ileri sürdüğü görüş arasında da tam bir uygunluk göze çarpar. Atatürk, Türk çocuğunun nasıl konuşması, nasıl yazması gerektiğini açıklayan bir sohbetinde şöyle diyor: "Türk çocuklarını eğitirken, onları, kafalardaki kabiliyetleri, Türk karakterindeki sağlamlıkları, Türk duygularındaki yükseklik ve geniş likleri, kendilerini hiç zorlamadan naturel bir tarzda ve olduğu gibi ifadeye alıştırmak.
Bunlar yapılınca netice şu olacaktır: Türk çocuğu konuşurken onun beyan ve anlatış tarzı, Türk çocuğu yazarken onun ifade ve üslûbu, kendisini dinleyenleri onun yürüdüğü yola götürebilecek; bu kabiliyeti sayesinde Türk çocuğu, kendini dinleyen veya yazısını okuyanları peşine takarak yüksek bir Türk ülküsüne iletebilecek, ulaştırabilecektir."
İşte Nutuk, kendisini hitabet san'atının doruğuna çıkaran bu dil ve üslûp mükemmelliği ile, böyle bir ülküye de örneklik ve öncülük edebilecek niteliktedir.
Nutuk, ilk defa 1927 yılında, biri asıl metin, diğeri belgeler olmak üzere Arap harfleriyle iki cilt olarak yayınlanmıştır.' Aynı yıl, tek cilt halinde lüks bir baskısı da yaptırılmıştır. Yazı inkılâbından sonra, bu ilk metnin okunması güçleştiğinden, 1934 yılında, Millî Eğitim Bakanlığı'nca üç cilt olarak yeniden bastırılmıştır. Cumhuriyet'in onbeşinci yıldönümü dolayısıyla 1938'de yalnız Nutuk bölümü tek cilt olarak yayınlanmıştır. Atatürk'ün ölümünden sonra, 1960'ta Millî Eğitim Bakanlığı'nca, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü yayınları arasında çıkarılan üç ciltlik Nutuk, 1981'de ondördüncü baskısına ulaşmıştır. Atatürk'ün doğumunun 100. Yıldönümü'ne armağan olarak, 1981 yılında, yine üç cilt halinde Mobil Şirketi'nce bastırılmış olan metin de üzerinde durulmaya değer.
Yukarıda belirtildiği gibi, Nutuk'ta Millî Edebiyat devrinin işleyip geliştirdiği oldukça sadeleşmiş bir Osmanlı Türkçesi yer almıştır. Ancak, dilimizin, Cumhuriyet'ten sonra Türkçeleşme şartları bakımından çok hızlı bir tempoyla yol almış olması, eserin genç kuşaklarca anlaşılmasını güçleştirmiş ve sadeleştirilmiş yeni baskılarının yapılmasını gerekli kılmıştır. Bu ihtiyacı karşılamak üzere 1963-1981 yılları arasında, resmî veya özel bazı kuruluşlarla, bazı şahıslar tarafından, özellikle belgeler dışında kalan Nutuk bölümü tam veya kısaltılmış olarak günümüz Türkçesi'ne aktarılarak yayınlanmıştır.
Eldeki Nutuk çevirileri, metnin özüne bağlılık ve dil yapıları bakımından incelendiğinde, görülen durum şudur: Ya eserin aslına kelimesi kelimesine bağlı kalan bir aktarma yapıldığı ve kelime kadrosu bakımından da eski şekiller ağırlıkta olduğu için, eserde bugünkü dil örgüsüne ve üslûp zevkine ters düşen, dolayısıyla metnin anlaşılmasını güçleştiren bazı tıkanmalar ortaya çıkmıştır. Yahut da eserin aslındaki cümleleleri, anlamlarını bozacak şekilde kısaltıp parçalama ve herkesçe bilinen kelimelere bile yakışıksız yeni yeni karşılıklar arama gayreti yüzünden, Atatürk'ün birleştirici ve bütünleştirici kültür dili anlayışına ters düşen ve özünden koparak Osmanlıcası kadar anlaşılmaz duruma gelmiş bulunan, aşırı dil yapısında Söylev metinleri ortaya çıkmıştır.
Bu yüzdendir ki, Atatürk'ün doğumunun 100. Yılını Kutlama Koordinasyon Kurulu'nca, Nutuk'un bütün aydınların ve gençliğin hiçbir sözlüğe başvurmadan severek okuyup anlayabilecekleri yeni bir çevirisinin yapılmasına karar verilmiştir. Eldeki metin, işte böyle bir ihtiyacı karşılama amacına dayanmaktadır.
Nutuk'u günümüz Türkçesine aktarırken, Atatürk'ün sağlığında basılmış ve yazma nüshası ile de dikkatli bir karşılaştırmadan geçirilmiş olan 1927 baskısı esas alınmıştır. Çevirme işinde, eserin aslı ile olan bağlantısı koparılmadan, şu veya bu yöndeki aşırı bir dil anlayışına da ağırlık verilmeden, doğrudan doğruya yaygın ve yerleşmiş ölçülere dayanan ortak yazı dili temel alınmıştır.
Türkçemiz'deki altmış yıllık değişme ve gelişmenin bir sonucu olarak, dilde Osmanlıcasıyla Türkçesi yanyana yaşayan kelimelerde, bunların kullanılış yerleri, yaygınlık durumları ve taşıdıkları anlam dolgunlukları ile üslûp incelikleri dikkate alınarak, herhangi bir şekilcilik saplantısına düşülmeden, bazan biri, bazan diğeri tercih edilebilmiştir. Yerine göre çok yaygınlaşmış ve dilimizin malı olmuş bağımsızlık kelimesi de kullanılmıştır. "Ya istiklâl, ya ölüm" vecizesindeki İstiklâl" kelimesi de korunmuştur. Hattâ, Atatürk'ün özel bir değer vererek altlarını çizmiş olduğu konuşmalarda, bildiri ve karar metinlerinde bu kelimenin değiştirilmeden bırakılması, metnin özüne daha uygun düşmüştür. Taarruz kelimesi gereken yerlerde saldırı kelimesiyle karşılanabildiği halde, askerî bir terim olarak, elbette olduğu gibi bırakılmıştır. zararlı kuruluşlar için, örgüt ve örgütlenme kelimelerine yer verilirken, başka yerlerde eserin aslındaki teşkilât ve teşkilâtlanma şekillerinin devam ettirilmesi gereği duyulmuştur. Arasıra göze ilişebilecek olan bu gibi ikili durumlar, yukarıda açıklanan hususla ve bazı yeni kelimelerin daha her yerde yeterince anlam dolgunluğu ve deyimleşme özelliği kazanamamış olmasıyla ilgilidir.
Atatürk'ün büyük bir duyarlıkla kaleme aldığı "Gençliğe Hitabe"si, Nutuk muhtevasının anlamlı bir özeti ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Türk gençliğine emaneti niteliğinde olduğundan, bu bölüm, eserde olduğu gibi bırakılmıştır.
Eser bugünkü dile aktarılırken aslındaki dil örgüsünün, anlam bütünlüğünün, üslûp özelliklerinin ve tarihî havasının korunmasına elden geldiği kadar özen gösterilmiştir. Bilindiği gibi, Atatürk'ün hitabet dilinde güzellik ve akıcılık sağlayan noktalardan biri de, eş veya yakın anlamlı kelimeler arasındaki ses uyumlarıdır: muztarip ve müfeellim olmak gibi. Bu gibi durumlarda, aynı uyumu sağlayabilecek elverişli karşılıklar aranmış; fakat bulunamadığında, bu akıcılık Türkçe'nin anlatım gücündeki daha başka özelliklerden yárarlanılarak denkleştirilmeğe çalışılmıştır.
Eserdeki üslûp inceliklerinin ve devrin kültüründen gelen tarihî havanın özünden koparılmaması düşüncesiyle, Atatürk'ün Büyük Millet Meclisi üyeleri için kullandığı "Efendiler" hitabı ile, kendi üslûbunun veya o devir resmî yazışmalarının gerekli kıldığı nezaket inceliklerine bağlı zâtışâhâne, zatıalîleri, padişah hazretleri, hazret-i evvel, arzu buyurursanız gibi klişeleşmiş bazı kelime ve söyleyişler olduğu gibi bırakılmıştır. Osmanlı devlet teşkilâtına veya Millî Mücadele devrine ait olup da bugün devamı bulunmayan, tarih terimi niteliğindeki kuruluş adları ile ünvan ve rütbeler değiştirilmeden alınmış; gerekli açıklamalar dipnotlarla verilmiştir : Meclis-i Meb'usan, Harbiye Nezareti, Birinci Ferik, Redd-i İlhak Cemiyefi, Hey'et-i Temsiliye, Kuva-yı Milliye, Kuvve-i Seyyare gibi.
Ancak, Cumhuriyet'in ilk devirlerinde Osmanlıca adlar alıp da sonradan Türkçeleştirilmiş olan makam ve kuruluş adları bugünkü şekilleri ile gösterilmiştir: Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti: Genelkurmay Başkanlığı, İcra Vekilleri Hey'eti: Bakanlar Kurulu, Kabine gibi. Bunların asıl metindeki eski şekilleri, ilk geçtikleri yerlerde yine notlarla belirtilmiştir. Bugün anlaşılması güçleşmiş olan bazı geçici kurul adları da Türkçeleştirilmiştir: İstihzaraf-ı Sulhiye Komisyonu: Barış Hazırlığı Komisyonu gibi. Metnin akıcılığını bozmamak için, cumhuriyetten sonra başka adlar verilmiş ve eski şekilleri artık unutulmuş bulunan yer adları, metin içinde yeni şekilleri ile gösterilmiş; eski şekilleri nota alınmıştır. Elazığl Mamuretülaziz, AdıyamanlHısnımansur gibi. Bunlar dışında, sayfa altlarına gerekli ve açıklayıcı daha başka bazı notlar da eklenmiştir. Doğrudan doğruya Atatürk'e ait ólan iki not, yanlarına (*) işareti konarak belli edilmiştir.
Nutuk'ta, zevalî (öğle vakti) esasa bağlı olarak ve rakamlar yanına "evvelde" ve "sonrada" kelimeleri eklenerek verilmiş olan saatler bugünkü söyleyişe göre normalleştirilmiştir : 3 sonrada: saat 15.00'te gibi. Sayın okuyucuların eldeki çeviriyi, gerektiğinde asıl metinle karşılaştırabilmeleri için, sayfaların sağ tarafına 1927 baskısındaki sayfa numaralarını vermeyide uygun bulduk. Eserden yararlanmayı kolaylaştırmak üzere, 1934 baskısında olduğu gibi konu başlıkları da eklenmiştir. Baskıda, Atatürk'ün satır altlarını çizerek özellikle vurgulamak istediği yerler siyah, metin aralarındaki belgeler daha küçük punto ile dizdirilmiştir. Yabancı şahıs adları kendi imlâları ile yazılmış; ilk geçtikleri yerlerde parantez içinde okunuşları da gösterilmiştir. Eserin sonuna bir de şahıs ve yer adları indeksi eklenmiştir. Atatürk'ün 100. doğum yıldönümü dolayısıyla hazırlanmış ve mevcudu tükenmiş bulunan bu eserin Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı'nca yeniden bastırılması dolayısıyla sayın Prof. Dr. Utkan Kocatürk'e, Araştırma Merkezi Yürütme Kurulu'na ve Yüksek Kurum Başkanı sayın Suat İlhan ile Yönetim Kurulu üyelerine ayrı ayrı teşekkürlerimi sunmayı yerine getirilmesi gerekli ve zevkli bir borç sayarım. Nutuk gibi hem tarihî değeri yüksek, hem de hitabet gücü bakımından eşsiz olan böyle bir eserin, bugünkü yazı diline kusursuz bir aktarmasının yapıla bildiğini söylemek güçtür. Atatürk'ün aziz hâtırasına küçük bir armağan olarak sunduğumuz bu çeviriyle, eğer eserin severek okunabilecek bir yayınını ortaya koyabilmişsek, kendimizi mutlu sayacağız. Eksiklerimizin iyi niyetimize ve içtenliğimize bağışlanmasını dileriz.
Ekim 1990 Zeynep KORKMAZ
-
Birinci Dünya Savaşından Anadolu'nun durumu ve kurtuluş çareleri
Samsun'a çıktığım gün genel durum ve görünüş
--------------------------------------------------------------------------------
1919 yılı Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir :
Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu grup, I. Dünya Savaşı'nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Savaş'ın uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı'na sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa 'nın başkanlığındaki hükûmet âciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı.
Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta...
İtilâf Devletleri, ateşkes anlaşmasının hükümlerine uymayı gerekli bulmuyorlar. Birer bahane ile İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul' da. Adana iIi Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap (Gaziantep) İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya'da İtalyan askerî birlikleri, Merzifon ve Samsun'da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurlar ile özel ajanlar faaliyette. Nihayet, konuşmamıza başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919'da, İtilâl Devletleri'nin uygun bulması ile Yunan ordusuda İzmir'e çıkartılıyor.
Bundan başka, memleketin her tarafında Hristiyan azınlıklar gizli veya açıktan açığa kendi özel emel ve maksatlarını gerçekleştirmeye devleti bir an önce çökertmeye çalışıyorlar.
Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgelerle iyice anlaşılmıştır ki, İstanbul Rum Patrikhanesi'nde kurulan Mavri Mira Hey'eti illerde çeteler kurmak ve idare etmek, gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla meşgul. Yunan Kızılhaç'ı ve Resmî Göçmenler Komisyonu , Mavri Mira Hey'eti'nin çalışmalarını kolaylaştırmakla görevli. Mavri Mira Hey'eti tarafını,olan yönetilen Rum okullarının izni teşkilâtları, yirmi yaşından yukarı gençleri de içine almak üzere her yerde kuruluşunu tamamlıyor.
Ermeni Patriği Zazen Efendi de, Mavri Mira Hey'eti ile birlikte çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tıpkı Rum hazırlığı gibi ilerliyor. Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde örgütlenmiş olan ve 4 İstanbul'daki merkeze bağlı bulunan Pontus Cemiyeti hiç bir engelle karşılaşmadan kolaylıkla ve başarıyla çalışıyor.
Bunlara karşı düşünülen kurtuluş çareleri
--------------------------------------------------------------------------------
Durumun dehşet ve korkunçluğu karşısında, her yerde, her bölgede birtakım kimseler tarafından kurtuluş çareleri düşünülmeye başlanmıştı. Bu düşünce ile yapılan teşebbüsler birtakım kuruluşlarıdoğurdu. Örnek olarak, Edirne ve çevresinde Trakya - Paşaeli adıyla bir dernek vardı. Doğuda Erzurum'da ve Elâzığ'da Rele genel merkezi İstanbul'da olmak üzere Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i hukuk-ı Milliye Cemiyeti kurulmuştu. Trabzon'da Muhafaza-i Hukukadında bir dernek bulunduğu gibi, İstanbul'da da Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti vardı. Bu dernek merkezinin gönderdiği temsilcilerle, Of ilçesinde ve Rize sancağında da şubeler açılmıştı.
İzmir'in işgal edileceği konusunda Mayısın on üçünden beri açıktan belirtiler görmüş olan İzmir'deki bazı genç vatanseverler, ayın 14/15'inci gecesi, kendi aralarında bu acıklı durumla ilgili görüşmeler yapmışlar; bir oldubittiye geldiğine şüphe kalmayan Yunan işgalinin ilhakla sonuçlanmasına engel olma kararında birleşerek, Redd-i İlhak ilkesini ortaya atmışlardır. Aynı gece, bu ilkenin yaygınlaştırılmasını sağlamak üzere İzmir'de Yahudi Maşatlığı'na toplanabilen halk tarafından bir gösteri toplantısı yapılmışsa da, ertesi gün sabahleyin Yunan askerlerinin rıhtımda görülmesiyle, bu teşebbüsten beklendiği ölçüde sonuç alınamamıştır.
-
MİLLİ TEŞKİLATIN KURULMASI VE MİLLETİN UYARILMASI
Bir hafta kadar Samsun'da ve 25 Mayıstan 12 Hazirana kadar Havza'da kaldıktan sonra Amasya'ya gittim. Bu süre içinde bütün yurtta millî teşkilât kurulması gereğini bir genelge ile bütün komutanlara ve sivil idare âmirlerine bildirdim.
Dikkate değer bir noktadır ki, İzmir'in, onun arkasından da Manisa ve Aydın'ın işgali ile, yapılan saldırı ve zulümler hakkında millet daha aydınlanmamış; millî varlığa vurulan bu korkunç darbeye karşı açıktan açığa herhangi bir tepki ve şikâyet gösterilmemişti. Milletin, bu haksız darbe karşısında sessiz ve hareketsiz kalması, elbette kendi lehine yorumlanamazdı. Onun için milleti uyarıp harekete getirmek gerekirdi. Bu maksatla 28 Mayıs 1919 tarihinde valilere ve bağımsız mutasarrıflıklara, Erzurum'da 15' inci Kolordu, Ankara'da 20' nci Kolordu ve Diyarbakır'da l3' üncü Kolordu Komutanlıklarına, Konya'da Ordu Müfettişliği'ne şu yolda birer genelge gönderdim:
Ízmir'in ve maalesef bunun arkasından da Manisa ve Aydın'ın işgali, gelecekteki tehlikeyi daha açık olarak sezdirmiştir. Yurt bütünlüğümüzün korunması için, milletçe gösterilen tepkinin daha canlı ve sürekli olması gerekir. Yaşayışımızda ve millî bağımsızlığımızda gedikler açan işgal ve ilhak gibi olaylar, bütün millete kan ağlatmaktadır. Izdıraplar dindirilemiyor. Sindirilmesi ve katlanılması mümkün olmayan bu duruma derhal son verilmesinin bütün medenî milletlerle büyük devletlerin adalet ve nüfûzundan sabırsızlıkla beklendiğini göstermek maksadıyla, önümüzdeki hafta içinde ve çeşitli illere göre, pazartesi başlayıp çarşamba günü müracaatın arkası alınmak üzere, büyük ve heyecanlı mitingler yapılarak millî gösterilerde bulunulması, bunun bütün kasaba ve köylere kadar yaygınlaştırılması, bütün büyük devletlerin temsilcileriyle Bâbıâli'ye etkileyici telgraflar çekilmesi, yabancıların bulunduğu yerlerde yabancılar da etki altına alınmakla birlikte, düzenlenen millî gösterilerde terbiye ve ağırbaşlılığnn titizlikle korunması, Hristiyan halka karşı saldırı, gösteri ve düşmanlık gibi tavır ve davranışlardan sakınılması zaruridir. Yüksek şahsiyetinizin bu konularda duyarlı ve etkili bulunmaları dolayısıyla işin iyi idare edileceğine ve başarıya ulaşacağına bendenizin tam bir güveni vardır. Sonuçtan haberdar buyurulmamı rica ederim.
MİTİNGLER, MİLLİ GÖSTERİLER
Verdiğim bu talimat üzerine her yerde gösteri toplantıları yapılmaya başlandı.
Yalnız, sınırlı birkaç yerde bazı yersiz korkularla kararsızlığa düşüldüğü anlaşılmıştır. Örnek olarak,15' inci Kolordu Komutanı'nın Trabzon hakkında gönderdiği 9 Haziran 1919 tarihli şifreden miting sırasında Rumların uygunsuz davranışlarda bulunabilecekleri hiç yoktan bir olay çıkabileceği düşüncesi ile, mitinge karar verilmişken bu kararın uygulanmadığı... mitingi düzenleyen heyetin toplantısında İstrati ve Polidis'in de hazır bulunduğu anlaşılıyordu.
Trabzon, Karadeniz kıyısında ve önemli bir merkez olduğundan orada millî teşebbüs ve faaliyetler konusunda gösterilen kararsızlık ve Yunanlılar aleyhinde millî gösteriler yapılması görüşmelerinde İstrative Polidis Efendiler 'i de bulundurmak gibi, teşebbüsün ciddiyetsizliğine delil sayılacak gevşeklikler, elbette İstanbul ve düşmanlar için pek değerli sayılacak belirtilerdir.
Verdiğim talimattaki esasları kötüye kullanacak kadar ustalık gösterenler de oldu. Söz gelişi Sinop'a yeni atanan bir mutasarrıf, orada yapılan gösterileri kendisi yönetiyor ve miting kararlarını kendisi yazıp halka imza ettirdiğini söylüyor ve bize de bir örneğini gönderiyor. Bu zatın zavallı halka gürültü patırtı arasında imza ettirdiği uzun yazılar içinde şu satırlar gizleniyordu : Türkler ilerleyip gelişemedi. Avrupa medeniyet esaslarını kabul edemedi ve benimseyemedi ise, bu da şimdiye kadar iyi bir yönetime kavuşamamış olmasından ileri gelmiştir. Türk milleti, ancak kendi padişahının saltanat ve hâkimiyeti altında olmak şartıyla, Avrupa'nın himâye ve kontrolu altında kurulacak bir yönetim şekli ile yaşayabilir.
Efendiler, Sinop halkı adına İtilâf Devletleri temsilcilerine verilen 3 Haziran 1919 tarihli bu muhtıranın altındaki imzalara göz gezdirirken, müftü vekili efendinin imzasından sonra gördüğüm imza, bilginize sunduğum satırları yazan ve yazdıran ruhu bana keşfettirdi. O imza, Hürriyet ve İtilâf Fırkası'nın ikinci başkanı olan zatın imzası idi.
MİLLİ GÖSTERİLERİN YANKILARI
Her yerde gösteriler yapılması için yaptığım tebligat tarihinden üç gün sonra, yani 31 Mayıs 1919'da Harbiye Nâzırı'nın şu telgrafını aldım : İngiltere Olağanüstü Komiserliği'nden Bâbıâlî'ye tebliğ olunup Harbiye Nezareti'ne verilen nota sureti aynen aşağıya çıkarılmıştır :
Bugüne kadar gelen raporlardan, 3'üncü Kolordu bölgesinde âdî haydutluk olaylarından başka bir şey görülmediği bilinmekle beraber, son notada bildirilen durumlar hakkında özel soruşturma yapılarak sonucunun acele bildirilmesini rica ederim.
31/8/1919 Harbiye Nazırı Şevket
Suret
1- Sivas'ın durumu ile orada olup bitenler ve bu şehirde yahut bu şehrin yakınında toplanmakta olan çok sayıdaki Ermeni mültecîlerinin güvenliği ile ilgili olarak son günlerde oldukça kaygı verici haberler almış olduğumu siz Sadrazam Hazretleri'nin yüksek katına bildirmekle şeref duyarım.
2 - Bundan dolayı askerî komutanın görev bölgesi içinde bulunan Ermenilerin iyi korunması ve hìmayeleri için elden gelen bütün tedbirleri almasını emreder ve herhangi bir şekilde öldürme veyahut kötü muamele olduğu takdirde, kendisinin doğrudan doğruya sorumlu tutulacağını bildiren bir telgrafın yüksek Harbiye Nezareti'nce adı geçen komutana acele olarak çekilmesi hususunda emir buyrulmasını siz Sadrazam Hazretleri'nin yüksek şahsiyetlerinden rica ederim.
3 - Bu talimata benzer bir talimatın ilgili sivil memurlara da verilmesini ayrıca rica ederim.
4 - Memleket içindeki güvenlik bozucu olaylar konusunda siz Sadrazam Hazretleri'nin yüksek şahsiyetlerinin ne kadar haklı bir endişe içinde bulunduklarını bildiğim için, siz Sadrazam Hazretleri'nin yüksek şahsiyetlerine ayrıca, işbu uyulacağından eminim.
5 - Sözkonusu olan talimatın gönderildiği tarih hakkında verilecek bilginin beni fazlasıyla sevindireceğini bildiririm.
Sivas Vali Vekilliği'nden aldığım 2 Haziran 1919 tarihli bir telgrafta da Albay Demange (Dömanj) imzasıyla alınan telgrafta): İzmir işgali üzerine, Aziziye'de Hristiyanlar ölümle tehdit edilmiştir, bu hareket doğru değildir. Sizi durumdan haberdar edeyim ki, bu gibi haller müttefik askerleri tarafından ilinizin işgaline yol açar, anlamında ihtarlarda bulunulmaktadır denilmekteydi.
Gerçekte, ne Sıvas'ta kaygı verici bir durum vardı ve ne de Hristiyanların ölümle tehdit edildiği doğruydu. Bunları, milletçe yapılmaya başlanan gösterilerden korkuya düşen Hrıstiyan azınlıkların, yabancıların dikkatini kendi üzerlerine çekmek için kasıtlı olarak yaydıkları uydurma haberler olarak kabul etmek gerekir. Harbiye Nezareti'nin nota suretini de içine alan telgrafına verdiğim cevabı olduğu gibi arzedeceğim :
İstihbarat çok ivedi
Harbiye Nezareti Yüksek Katına
İlgi : 2 Haziran 1919 tarihli şifre 3.6.1919
Sıvas ve çevresinde eskiden beri bulunan Ermenileri ve sonradan gelen mültecîleri yılgınlığa düşürecek hiçbir olay geçmemìştir. Ne Sıvas'ta ne de çevresinde kaygı verici herhangi bir durum yoktur. Herkes sükûnet içinde iş ve güçleriyle meşguldür. Bunu kesinlikle bilginize sunar ve sizi temin ederim. Bu bakımdan İngiliz notasındaki haberlerin nereden kaynaklandığı bendenizce bilinmek gerekir. İzmir ve Manisa'nın işgali ile ilgili acı haberler üzerine Müslüman halk tarafından yapılan ve Hristiyan azınlıklar hakkında hiçbir düşmanlık duygusu gütmeyen toplantılardan belki de bazılarının ürkmüş olması hatıra gelebilir. İtilâf devletleri milletimizin haklarına ve bağımsızlığına saygılı kaldıkça, millet de vatanın saldırıya uğrayıp parçalanmayacağından emin oldukça, Hristiyan azınlıkların korkuya kapılmalarına hiç bir sebep yoktur. Bu konuda devlete karşı her türlü sorumluluğu yüklenir ve buna kesinlikle güven buyurulmasını istirham ederim. Ancak, milletin bağımsızlık ve varlığını yok eden ve millî varlığı tehlikeye düşüren işgal, cana kıyma ve zulüm gibi İzmir bölgesinde görülmekte olan olayların ve benzerlerinin tekrarlanmasına karşı, ne milletin heyecanını ve içindeki acıları ne de bundan doğacak millî gösterileri engelleyip durdurmak için kendimde ve hiç kimsede bir güç ve kudret göremeyeceğim gibi, bu yüzden çıkacak olayların karşısında da sorumluluk kabul edebilecek ne bir komutan ne bir sivil yönetici ve ne de bir hükûmet tasavvur edebilirim.
Mustafa Kemal
Bu nota suretiyle tarafımdan verilen cevap sureti bütün komutanlara, vali ve mutasarrıflara bir genelge ile bildirildi.
Bu tarihlerde İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin isteğine katılarak bütün milletçe İngiltere himayesinin istenmesi, bu dernek adına, Sait Molla imzasıyla bütün belediye başkanlıklarına bir telgrafla bildirildiği ve bu telgrafın etkisini hükümsüz kılmak için milleti gerektiği gibi aydınlatmakla birlikte hükûmet nezdinde teşebbüslerde bulunduğum da sizce bilinmektedir. Bundan başka 27 Mayıs 1919 tarihinde Türkiye - Havas - Reuter (Royter) adındaki ajansın, toplanan Saltanat Şûrâsı ile ilgili açıklamaları arasında Şûrâyı oluşturan bütün üyelerin düşüncesí, Türkiye'nin büyük devletlerden birinin himâyesini sağlama noktasında birleşiyor haberini yayması üzerine, sadrazama, milletin, millî bağımsızlığını korumaya kararlı oldugunu ve doğabilecek bütün kötü sonuçlara karşı her türlü fedakârlığı göze aldığını ve millî vicdanı temsil etmeyen haberlerin endişe verici tepkiler yarattığını yaymakla birlikte, bütün milleti de bu durumdan nasıl haberdar ettiğimi başka bir açıklama dolayısıyla belirtmiştim.
Sadrazam Ferit Paşa 'nın, Paris e bilinen daveti üzerine, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ilk toplantısını yaptığn günlerde bazı demeçler vermiştim. Bu konudaki görüş ve davranış tarzımın ne oldugunu açıklamak üzere şu bölgeyi olduğu gibi bilginize sunacağım.
Şifre
İvedi Havza, 3.6.1919
Kişiye özel
Samsun'da 3'üncü Kolordu Komutanı Refet Beyefendi'ye
Erzurum'da 15'inci Kolordu Komutanı Kâzım Paşa Hazretleri'ne,
Erzurum Valisi Münir Beyefendi'ye,
Canik Mutasarrıfi Hâmit Beyefendi'ye,
Sıvas Vali Vekili Hâkim Hasbi Efendi Hazretleri'ne,
Kastamonu Valisi İbrahim Beyefendi'ye
Ankara'da 20'nci Kolordu Komutanı Ali Fuad Paşa Hazretleri'ne,
Konya'da Yıldırım Kıt'alan Müfettişi Cemal Paşa Hazretleri'ne,
Diyarbakır'da 13'üncü Kolordu Komutanı Vekili Cevdet Beyefendi'ye,
Van Valisi Haydar Beyefendi'ye.
Fransız siyasî temsilcisi Mösyö Defrance (Döfrans)'ın Sadrazamlık yüksek makamına gelerek Osmanlı Devleti'nin haklarını konferans huzurunda savunmak için Paris'e gidebileceklerini bildirdiği, Dahiliye Nezareti'nin resmî tebliğlerinden ve ajans yayınlarından anlaşılmıştır. İzmir olayı üzerine milletimizin gösterdiği şiddetli tepki ve böylece bağımsızlığını koruma konusunda beliren kesin kararlılığının sonucu olan bu başarı şükranla karşılanmaya değer. Ancak, buna rağmen, Yunanlılar'ın İzmir ilini işgali önlenebilmiş değildir. Herhalde milletin, kendi haklarının bilincinde ve onları çiğnetmemek için tek bir vücut halinde fedakârca harekete hazır olduğu, İtilâf Devletleri'ne karşı gösterilmeye ve ispata devam edildikçe, bu devletlerin milletimize ve onun haklarına saygılı olacağına şüphe yoktur.
Sadrazam Paşa Hazretleri'nin konferans huzurunda Osmanlı Devleti'nin haklarını savunmak için ellerinden geleni yapacakları tabiîdir. Ancak, milletçe kesin bir şekilde savunulması istenen ve gerekli görülen haklar özellikle iki noktada önem kazanır. Birincisi, devlet ve milletin mutlak olarak tam bağımsızlığı, İkincisi de vatanın ana topraklarında çoğunluğun azınlıklara feda edilmemesidir. Bu konuda Paris'e harekete hazırlanan hey'etin görüşü ile millî vicdanın kesin istekleri arasında tam bir uygunluğun bulunması şarttır. Aksi halde, millet, pek güç bir durumda ve giderilmesi imkansız oldu bittiler karşısında kalabilir. Bu endişeyi doğuran sebepler şunlardır : Sadrazam Paşa Hazretleri, duyulan demecinde, bir Ermeni muhtariyeti ilkesini kabul etmiş olduğunu bildirdi. Bunun sınırını belirtmedi, Bundan Doğu illerinin halkı elbette üzüntü duydu ve durumun açıklanmasını istemeye mecbur oldu. Toplanmış olan Saltanat Şurâsı'nda da üyelerin hemen hepsi, millî bağımsızlığın korunmasını ve millet mukadderatının bir millî şurânın yetkisine bırakılmasını istedikleri halde, yalnız, hükumetin dayandığı ltilâf ve Hürriyet Fırkası adına Bakan Sadık Bey tarafından yazılı olarak İngiltere'nin himâyesi teklif edildi. Geniş bir Ermenistan muhtariyetini ve devletin bir yabancı himayesini kabul konularında, milletin isteği ile şimdiki hükümetin görüşü arasında bir uygunluk olmadığı anlaşılıyor. Sadrazam Paşa Hazretleri ile birlikte hareket edecek olan hey'etin, milletin haklarını savunmada uyacağı ilkeler ve program milletçe bilinmedikçe, arzedilen noktalarda endişeye kapılmamak mümkün değildir. Bu suretle illerdeki ve onlara bağlı yerlerdeki Müdafaa-i Hukuk-ı Mılliye ve Redd-i İlhak Cemiyetleri'nin temsilcileri ve daha teşkilâtı tamamlanamayan yerlerde de belediye hey'etleri, Sadrazam Paşa Hazretleri'ne ve doğrudan doğruya Zât-ı Şâhâne'ye telgraflar çekerek, millî bağımsızlığın mutlak dokunulmazlığının ve millet çoğunluğunun haklarının korunmasının milletin temel şartı olduğu belirtilmeli ve gidecek hey'etin yapacağı savunmanın esaslarını millete resmen ve açıkça bildirmesi istenmelidir. Milletin bu şekildeki hareketi ile, gidecek hey'etin savunmaya çalışacağı ilkelerin gerçekten milletin isteği olduğu, İtilâf Devletleri'nce anlaşılacak ve şüphesiz daha fazla bir önemle dikkate alınarak hey'etin görevini kolaylaştıracaktır. Bu düşüncelerin gerekenlere sür'atle ulaştırılmasını ve duyrulmasını, vatanımızın mukadderatı adına vatansever yüksek şahsiyetinizden özellikle istirham ederim. Bu telgrafın alındığı zamanın bildirilmesini de rica ederim. Mustafa Kemal
İSTANBUL'A GERİ ÇAĞRILIŞIM
Bu tarihten beş gün sonra, yani 8 Haziran 1919 da, İstanbul'a Harbiye Nâzırı tarafından çağrıldığımı ve gizlice sorup soruşturmam üzerine, kimler tarafından ne için istendiğimi devlet adamlarımızdan birinin haber verdiğini daha önce başka bir münasebetle yaptığım açıklamada ifade etmiştim. O zat, Genelkurmay Başkanlığı makamında oturan Cevat Paşa idi. Bunun üzerine, İstanbul ile yapılmış olan yazışmaların bir kısmı herkesçe öğrenilmiştir. Bu yazışmalar, Erzurum'da görevden ayrıldığım tarihe kadar değişik Harbiye Nâzırlarıyla ve doğrudan doğruya sarayla devam etmiştir.
Anadolu'ya geçeli bir ay olmuştu. Bu süre içinde bütün ordu birlikleriyle temas ve bağlantı sağlanmış; millet mümkün olduğu kadar aydınlatılarak dikkatli ve uyanık bir duruma getirilmiş, millî teşkilât kurma düşüncesi yayılmaya başlamıştı. Genel durumu artık bîr komutan ile yürütüp yönetmeye devam imkânı kalmamıştı. Yapılan geri çağırma emrine uymamış ve onu yerine getirmemiş olmakla birlikte, milli teşkilât ve hazırlıkların yönetimine devam etmekte olduğuma göre, şahsenâsı duruma geçmiş olduğuma şúphe edilemezdi. Bundan başka ve özellikle girişmeye karar verdiğim teşebbüs ve faaliyetlerin köklü ve şiddetli olacağını tahmin güç değildi. O halde, yapılacak teşebbüs ve faaliyetlerin bir an önce şahsî olmak niteliğinden çıkarılması mutlaka, bütün bir milletin birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve temsil edecek bir hey'et adına olması gerekli idi.
SİVAS'TA GENEL BİR KONGRE TOPLANMA KARARI
Bu sebeple, 18 Haziran 1919 tarihinde, Trakya'ya verdiğim direktifte işaret ettiğim bir noktanın uygulanma zamanı gelmiş bulunuyordu. Hatırınızdadır ki, o nokta, Anadolu ve Rumeli'deki millî teşkilâtları birleştirerek, bir merkezden temsil ve idare etmek üzere, Sivas'ta genel bir millî kongre toplamaktı. Bu gayenin gerçekleştirilmesi için yaverim Cevat Abbas Bey 21 /22 Haziran 1919 gecesi, Amasya'da yazdırdığım genelgenin esas noktaları şunlardı :
1 - Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir.
2 - İstanbul hükûmeti üzerine aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gibi gösteriyor.
3 - Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. ·
4 - Milletin içinde bulunduğu durum ve şartların gereğini yerine getirmek ve haklarını gür sesle cihana duyurmak için her türlü baskı ve kontroldan uzak millî bir hey'etin varlığı zarurîdir.
5 - Anadolu'nun her bakımdan en güvenli yeri olan Sıvas'ta hemen millî bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır.
6 - Bunun için bütün illerin her sancağından milletin güvenini kazanmış üç temsilcinin mümkün olan en kısa zamanda yetişmek üzere yola çıkarılması gerekınektedir.
7 - Her ihtimale karşı, bu mesele milli bir sır olarak tutulmalı ve temsilciler, gereğinde yolculuklarını kendilerini tanıtmadan yapmalıdırlar.
8 - Doğu illeri adına, 23 Temmuzda, Erzurum'da bir kongre toplanacaktır. O tarihe kadar öteki illerin temsilcileri de Sıvas'a gelebilirlerse, Erzurum Kongresi'nin üyeleri de Sıvas genel kongresine katılmak üzere hareket ederler.
Görüyorsunuz ki, bu yazdırdığım hususlar, zaten vermiş ve dört gün önce Trakya'ya tebliğ etmiş olduğum bir kararın bir genelge ile Anadolu'ya da bildirilmesinden ibarettir. Bu kararın 21/22 Haziran 1919 gecesi, karanlık bir odada alınmış korkunç ve esrarlı yeni bir karar olmadığı, zannımca kolaylıkla takdir buyurulur
Bu noktanın aydınlanması için, arzu buyurursanız küçük bir açık zorlamada bulunayım.
Efendiler, o müsvedde işte bu kâğıtlardır (göstererek), dört maddeliktir. İçindekileri bildirdim. Sonunda benim imzam vardır. Bir de görevi dolayısıyla Kurmay Başkanım olan Albay Kâzım Bey 'in (şimdiki İzmir Valisi Kâzım Paşa), kurmay hey'etinden tebliğ işleriyle görevli memur Husrev Bey 'in ( şimdi büyükelçi ), askerî makamlara şifreleyen yaverim Muzaffer Bey 'in ve sivil makamlara şifreleyen bir memur efendinin imzaları vardır. Bunlardan başka daha bazı imzalar vardır.
ADINI SAKLAYAN BİR TANIDIĞIN AMASYA'YA GELMESİ
Bu imzaların bu müsveddeye konması iyi bir şans ve tesadüf eseridir.
Daha, Havza'da bulunduğum sırada Ankara'da bulunan 20'inci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa' dan bir şifreli telgraf aldım. Bu telgraf, aşağı yukarı tanıdığımız bir zat bazı arkadaşlarla birlikte İstanbul'dan buraya gelmiştir. Nasıl hareket etmeleri gerektiği konusunda ne emir buyuruyorsunuz şeklinde idi. Adeta bir bilmeceyi andıran bu telgraf, bende büyük bir merak ve hayret uyandırdı. Söz konusu edilen zatı tanıyorum, benden nasıl hareket edeceğini soruyor; Ankara'da arkadaşım olan güvenilir bir komutanın yanında, telgraf da şifrelidir. O halde neden adını şifreli olarak bile yazdırmaktan çekiniyor? Bir hayli düşündüm, kavrar gibi oldum; tahmin buyurulur ki, bilmece çözmekle uğraşacak zamanım yoktu. Fakat, Fuat Paşa 'yı yakından görmek, bölgeleri, çevreleri, düşünceleri üzerinde kendisiyle konuşmak, bence pek istenilir bir şeydi. Bu bilmeceli telgraftan ilham alarak kendisine şu ricada bulundum : Ankara'dan ayrıldığınızı belli etmeyecek tedbirleri aldıktan sonra, ad ve kıyafet değiştirerek birkaç gün için hemen yanıma geliniz. İstanbul'dan gelen arkadaşları da birlikte getiriniz.
Gerçekten de Fuat Paşa, dediğim gibi Havza'ya hareket eder. Ancak, bazı zorlayıcı sebepler dolayısıyla, ben derhal Havza'dan ayrılıp Amasya'ya gitmeğe mecbur olmuştum. Fuat Paşa, Havza yolunda durumu anlar ve Amasya'ya yönelir. İşte, böylece 21 /22 Haziranda Amasya'da yanımda bulunuyor. Adı şifrede bildirilmeyen zat da Rauf Bey 'di.
İstanbul'dan ayrılmak üzere, evimden otomobile bineceğim sırada Rauf Bey yanıma gelmişti. Bineceğim vapurun takip edileceğini ve beni İstanbul'da iken tutuklamadıklarına göre, belki de Karadeniz'de batırılacağımı güvenilir bir yerden işitmiş, onu haber verdi. Ben İstanbul'da kalıp tutuklanmaktansa, batıp boğulmayı tercih ettim ve hareket ettim. Kendisine de eninde sonunda İstanbul'dan çıkmak zorunda kalırsa benim yanıma gelmesini söyledim.
Rauf Bey, gerçekten de İstanbul'dan çıkmak gereğini duymuş ve çıkmış... Ancak, benim yanıma gelmedi. Arkadaşı olan 6'ncı Tümen Komutanı Albay Bekir Sami Bey 'in yanına gitmek ve İzmir cephesine daha yakın bir yerde olmakla, daha etkili ve daha yararlı olacağını zannederek Bandırma - Akhisar yoluyla Manisa bölgesine gitmiş. Gittiği yerde halkın maneviyatını bozuk, durumu tehlikeli ve korkunç bulmuş. Derhal ad değiştirerek oradan Ödemiş, Nazilli, Afyonkarahisar üzerinden Aziziye Sivrihisar yoluyla ve arabayla Ankara'ya, Fuat Paşa 'nın yanına gelmiş ve bana haber göndermiş; pek güzel ama! adını saklamak suretiyle beni üzmenin anlamı var mıydı?
Öte yandan 3'üncü Kolordu Komutanım olup Samsun mutasarrıflığında bıraktığım Refet Bey 'i artık Sıvas'a Kolordu merkezine göndermek istiyordum. Birkaç defa gelmesi için emir vermiştim. Bölgeyi teftişe çıkmış. Emirlerime cevap bile alamıyordum. Nihayet o da bir tesadüf eseri olarak o gün gelmişti.
RAUF BEY VE REFET BEYLERİN KARARSIZLIĞI
Şimdi, imza meselesine gelelim : Ben müsveddenin yeni gelen arkadaşlar tarafından da imzalanmasını istedim. O sırada Rauf ve Refet Beyler benim odamda, Fuat Paşa başka bir odada bulunuyorlardı.
Rauf Bey, misafir olduğundan bu müsveddeye imza koymak için kendini ilgili ve yetkili görmediğini nazikçe ifade etti. Bunun tarihi bir hâtıra olduğunu ileri sürerek imza etmesini söyledim. Bunun üzerine imzaladı.
Refet Bey, imzadan çekindi ve böyle bir kongre toplanmasındaki maksat ve yararı anlayamadığını söyledi.
İstanbul'dan beri yanımda getirdiğim bu arkadaşın - tuttuğumuz yola göre- anlaşılması pek basit olan bir konuda, böyle bir düşünce ve duygu içinde oluşu bana pek acı geldi. Fuat Paşa'yı çağırttım. Paşa ,maksadımı anlayınca derhal imza etti. Fuat Paşa'ya, Refet Bey'in çekinmesinin sebebinì anlayamadığımı söyledim. Fuat Paşa, Refet Bey 'den biraz ciddî açıklama yapmasını istedikten sonra, Refet Bey, müsveddeyi eline alarak kendine göre bir işaret koydu. Öyle bir işaret ki, bunu, bu müsveddede bulmak oldukça güçtür.
(Buyurun! merak eden inceleyebilir.)
Efendiler, gereksiz gibi görülebilen bu açıklamalar, daha sonraki yıllara ve olaylara ait bazı karanlık noktaları aydınlatmava yardımcı olur düşüncesiyle yapılmıştır.
İSTANBUL'DA BAZI KİMSELERE GÖNDERDİĞİM MEKTUP
Kongreye davet genelgesi sivil ve askerî makamlara şifre olarak verildi. Bundan başka İstanbul'da bulunan bazı kimselere de gönderildi. Fakat bu kimselere ayrıca bir de genel birer mektup yazdım. Kendilerine mektup yazdığım kimseler şunlardı : Abdurrahman Şeref Bey, Reşit Akif Paşa, Ahmet İzzet Paşa, Seyit Bey, Halide Edip Hanım, Kara Vasıf Bey, Ferit Bey (Nafia Nâzırı) Sulh ve Selâmet Fırkası Başkanı Ferit Paşa (daha sonra Harbiye Nâzırı oldu), Câmi Bey, Ahmet Rıza Bey.
Bu mektupta söylediğim noktaları özet olarak tekrar edeceğim :
l. Yalnız mitingler ve gösteriler, büyük gayeleri hiçbir vakit gerçekleştiremez.
2. Bunlar, ancak milletin bağrından fiilen doğan ortak güce dayanırsa kurtarıcı olur.
3. Zaten acı olan durumu tehlikeli şekle sokan en etkili sebep, İstanbul'daki muhalif akımlar ve millî faydayı yararlı bir şekilde yüzüstü bırakan siyasî ve gayri millî propagandalardır.
4. Artık İstanbul Anadolu'ya bağlı olmak mecburiyetindedir.
5. Size düşen fedakârlık pek büyüktür.
MİLLİ GAYE İLE ORTAYA ATILMA KARARI
Bu iki vali beyler ile 15' inci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa ve yanımda bulunan Rauf Bey, eski İzmit mutasarrıfı Süreyya Bey, karargâhına bağlı Kurmay Başkanı Kâzım Bey, Kurmay Husrev Bey ve Doktor Refik Bey arkadaşlarımla ciddî bir görüşme yapmayı uygun buldum. Kendilerine genel ve özel durumu açıklayarak tutulması gerekli olan yolu anlattım. Bu münasebetle en elverişsiz durumları, genel ve şahsî tehlikeleri; her ihtimale karşı göze alınması kaçınılmaz olan fedakârlığı dile getirdim. Bir de millî gaye ile ortaya atılacakların bugün yok edilmesini düşünen, yalnız saray, hükûmet ve yabancılardır. Ancak, bütün memleketin aldatılmasını ve aleyhimize çevrilmesini de ihtimalden uzak tutmamak gerekir. Millete önder olacakların, her ne pahasına olursa olsun amaçtan dönmemeleri, memlekette barınabilecekleri son noktada, son nefeslerini verinceye kadar, bu amaç uğrunda fedakârlığa devam edeceklerine daha işin başında karar vermeleri gerekir. Kalplerinde bu gücü duymayanların teşebbüse geçmemeleri elbette daha isabetli olur. Çünkü, aksi halde hem kendilerini hem de milleti aldatmış olurlar.
Bir de söz konusu görev, resmî makam ve üniformaya sığınarak, el altından yürütülebilecek türden değildir. Bu tarz bir dereceye kadar sürdürülebilir. Fakat, artık, o devir geçmiştir. Açıkça ortaya çıkmak ve milletin hakları adına gür sesle bağırmak ve bütün milleti bu sese ortak etmek lâzımdır.
Benim, görevden alındığıma ve her türlü sonuçla karşı karşıya bulunduğuma şüphe yoktur. Benimle açıktan açığa işbirliği etmek, aynı sonucu şimdiden kabullenmek demektir. Bundan başka, bu şartların istediği adamın, başka birçok bakımlardan da, mutlaka benim şahsım olabileceği gibi bir iddia söz konusu değildir. Yalnız, herhalde, bu memleket evlâdından birinin ortaya atılması kaçınılmaz olmuştur. Benden başka bir arkadaş da düşünülebilir. Yeter ki, o arkadaş, bugünkü durumun kendisinden beklediği şekilde harekete evet diyebilsin dedim.
Bu konuşma ve açıklamalardan sonra, gelişigüzel karar almak doğru olamayacağından bir süre düşünmek ve özel görüşmeler yapabilmek için, görüşmelere son verdiğimi bildirdim.
Tekrar toplandığımızda, işin başında benim devam etmemi, kendilerinin bana yardımcı ve destek olacaklarını bildirdiler. Yalnız bir arkadaş, Münir Bey, önemli mazereti dolayısıyla, bir süre için kendisinin fiilî görevden affını rica etti. Ben, şeklen, resmî görev ve askerlikten ayrıldıktan sonra da, tıpkı şimdiye kadar olduğu tarzda üst komutan imişim gibi emirlerimin yerine getirilmesinin başarı için temel şart olduğunu belirttim. Bu nokta tamamen benimsenip kabul gördükten sonra toplantıya son verildi.
Efendiler, İstanbul'da Genel Kurmay Başkanlığı makamında, birbirinin yerini alan Cevat ve Fevzi paşalardan, Barış Hazırlığı Komisyonu'nda çalışan İsmet Bey'den başlayarak Erzurum'a gelinceye kadar, her yerde temas ve ilişkide bulunduğum komutan, subay, her türlü devlet adamı ve ileri gelen kimselerle, burada, Erzurum'da yaptığım gibi görüşmeler ve anlaşmalar yapmıştım. Bundaki yarar takdir buyurulur.
ERZURUM KONGRESİ HAZIRLIKLARI
Erzurum'a gelişimin ilk günlerinde, Erzurum Kongresi'nin toplanmasını sağlamak üzere, gerekli tedbirlerin alınmasına önem verildi. Efendiler, Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti'nin, 3 Mart 1919 tarihinde bir kurucu hey'et meydana getirmek üzere oluşturduğu Erzurum şubesi, Trabzon ile de anlaşarak 1919 yılı Temmuzunun onuncu günü Erzurumda bir Vilayat-ı Şarkiye Kongresi toplamaya teşebbüs etti. Benim daha Amasya da bulunduğum tarihlerde, Haziran içinde, Doğu illerine temsilci göndermeleri için teklif ve davette de bulundu. İllerden temsilci getirtilmesi için o tarihten başlayarak, benim Erzurum'a gelişime kadar ve ondan sonra da bu konuda pek çok gayret sarfetti.
Ancak, o günlerin şartları içinde böyle bir maksadın gerçekleştirilmesindeki güçlüğün büyüklüğü kolaylıkla takdir olunur. Kongrenin toplanma günü olan 23 Temmuz yaklaştığı halde, illerden gönderilmesi gereken temsilciler seçilip gönderilmiyordu.
Halbuki, bu kongrenin toplanmasını sağlamak artık pek önemli olmuştu. Bu sebeple tarafımızdan da ciddî teşebbüslerde bulunmak gerekir.
İllerin her birine açık telgraflar gönderildiği gibi, bir yandan da şifreli telgraflarla valilere, komutanlara gereken tebligatta bulunuldu. Sonunda, on üç günlük bir gecikme ile yeterince temsilci getirtilerek kongreyi toplama gerçekleştirilebildi.
Efendiler, Millî Mücadele'ye ordu mensuplarının desteğini sağlamak, askerî ve millî mücadeleyi biribiri ile uyumlu olarak yürütmek işi de son derece önemli idi.
Trabzon'daki tümen vekâletle idare ediliyordu. Asıl komutanı Hâlit Bey Bayburt'ta gizlenmişti. Hâlit Bey'i gizlendiği yerden çıkartmak iki bakımdan gerekli idi. Biri ve en önemlisi, İstanbul'a çağırılmanın ve bir emre uymamanın gizlenmeyi gerektirecek nitelikte olmadığını millete ve özellikle ordu mensuplarına göstererek manevî gücü yükseltmek içindi. Diğeri de, sahilde önemli bir nokta olan Trabzon'a dışarıdan bir saldırı olduğu takdirde, oradaki tümenin başında gözü pek bir komutan bulundurmak maksadına dayanıyordu.
Bundan dolayı, Hâlit Bey ' i Erzurum'a getirttim. Kendisine bizzat özel bir talimat verdikten sonra, gerektiğinde derhal tümeninin başına geçmek üzere Maçka'da bulunması için de emir verdirdim.
Biz bu işlerle ugraşırken, bir yandan da, İstanbul da Harbiye Nezareti makamında bulunan Ferit Paşa' nın ve Padişahın, İstanbula dönmemi sağlamak üzere biribiri ardınca çekilen aldatıcı telgraflarına da türlü karşılıklar vermekle vakit kaybına mecbur oluyorduk.
RESMİ SIFAT VE YETKİLERİMİ BIRAKARAK, MİLLETİN SEVGİ VE FEDAKARLIĞINA GÜVENEREK VİCDANİ GÖREVE DEVAM ETME KARARI
Harbiye Nezareti, İstanbul'a gel, diyor. Padişah, önce "hava değişimi al, Anadolu'da bir yerde otur, fakat bir işe karışma" diye başladı. Daha sonra, ikisi birlikte "mutlaka gelmelisin!" dediler. "Gelemem!" dedim. Sonunda, 8/9 Temmuz 1919 gecesi, sarayla açılan bir telgrafbaşı görüşmesi sırasında, birdenbire perde kapandı ve 8 Hazirandan 8 Temmuza kadar bir aydır süregelen oyun sona erdi. İstanbul o dakikada, benim resmî görevime son vermiş oldu. Ben de aynı dakikada, 8 - 9 Temmuz 1919 gecesi saat 22.50'de Harbiye Nezareti'ne, saat 23.00'te Padişah'a resmi görevimle birlikte askerlikten de ayrıldığımı bildiren telgraf çekmiş oldum.
Durum, tarafımdan, ordulara ve millete duyuruldu. Bu tarihten sonra resmi sıfat ve yetkilerden sıyrılmış olarak, yalnız milletin sevgi ve fedakârlığına güvenerek ve onun tükenmez feyiz ve kudret kaynağından ilham ve güç alarak vicdani görevimize devam ettik...
Biz, 8/9 Temmuz gecesi İstanbul ile telgraf başında konuşurken bunu başka dinleyenlerin ve ilgilenenlerin de bulunduğunu tahmin etmek güç değildir.
O tarihlerde ve ondan sonraki zamanlarda, en hafif deyimi ile saflıklarını uyanıklık ve tedbirlilik gibi göstermeye çalışmış olanlar hakkında bir fikir vermiş olmak için, müsaade buyurursanız, şu belgeyi olduğu gibi bilgilerinize sunmak isterim. Konya, 9.7.l919 Saat : 6.00
3'üncü Ordu Müfettişliği Başyaverliğine
Telgraf ve Posta Genel Müdürü Refik Halit Bey ile Konya Valisi Cemal Bey, 6/7 Temmuz gecesi, telgrafla makine başında konuştular. Konuşmanın şöyle geçtiğini haber aldım.
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri için gerekli işlem yapıldı. İstanbul'a getirilecek. Cemal Paşa Hazretleri için de yapılacak işlem hazırdır.
Konya valisi de :
- Teşekkür ederim, dediler.
Uygun bir şekilde Paşa Hazretleri'ne arz etmenizi rica ederim. 2'nci Ordu Müfettişliği Şifre Müdürü Hasan
MERSİNLİ CEMAL PAŞA'NIN İSTANBUL'A GİTMESİ
Gerçekten, Konya'da bulunan 2' nci Ordu Müfettişi Cemal Paşa'nın on gün için izinli olarak İstanbul'a gittiğini dört gün önce öğrenmiş ve hayret etmiştim.
Cemal Paşa ile, Samsun'a çıktığım günden beri millî davayı gerçekleştirmek için işbirliği yapmak, askerî ve millî hazırlıklara girişmek ve teşkilât kurmak konularında haberleşmelerimiz vardı. Kendisinden, ümit verici olumlu cevaplar almıştım.
Benimle bu tarzda ilişki kurmuş olan bir komutanın, kendi kendine izin alıp İstanbul'a gitmesi, akıllıca bir iş olmamak gerekirdi. Bu sebeple 5 Temmuz 1919 tarihli şifre ile, Konya'da 12' nci Kolordu Komutanı Salâhattin Bey'e şu iki maddeyi yazdım :
1- Cemal Paşa 'nın on gün için İstanbul'a hareketinin gerçek sebebini açıkça ve çok acele olarak bildirmenizi;
2 - Zâtıâlînizin hiçbir sebep ve suretle oradaki birliklerin başından ayrılmanız doğru değildir. Bu konuda Fuat Paşa ile de haberleşerek en kötü ihtimale karşı tedbirler almanız gereklidir. Her gün durumunuz hakkında kısa bilgiler vermenizi rica ederim.
Aynı şifrenin suretini aynı tarihte Ankara'da bulunan Fuat Paşa'ya da bildirdim.
Salâhattin Bey'in Konya'dan 6/7 Temmuz tarihinde, yani Refik Hâlit Bey'in Konya Valisi Cemal Bey' le telgraf başında konuştuğu sırada, cevap olarak verdiği şifreli telgrafta "Cemal Paşa, İstanbul'da bazı kimselerle temas etmek ve ailesiyle görüşmek üzere on gün için ve kendi isteği ile izinli olarak İstanbul'a gitmiştir" denilmekte idi.
Cemal Paşa gitti, fakat gelemedi. Kendisini çok zaman sonra Ali Rıza Paşa kabinesinde Harbiye Nâzırı olarak göreceğiz.
KOMUTAYI ELDEN BIRAKMAMA KARARI
Maalesef, bu durumun tanığı olan ve kendisine birliklerinin başından ayrılmaması tavsiye edilen Salâhattin Bey' in de bir süre sonra İstanbul'a gittiğini öğrendik.
Cemal Paşa' nın gösterdiği bu kötü örnek üzerine, 7 Temmuz 1919 tarihinde, şu genel bildiriyi gönderdim.
1 - Bağımsızlığımızı koruma uğrunda kurulmuş ve teşkilâtlanmış olan millî kuvvetlere hiçbir şekilde müdahale ve saldırıda bulunulamaz. Devlet ve milletin mukadderatında millî irade söz sahibi ve hâkimdir. Ordu, bu millî iradeye bağlı ve onun hizmetindedir.
2 - Müfettiş ve komutanlar, herhangi bir sebeple komutadan uzaklaştırıldıkları takdirde, yerlerini alacak kimseler, işbirliği yapılacak niteliklere sahip iseler, komutayı onlara bırakacaklar; ancak, kendileri de yetki bölgelerinde kalarak millî görevlerini yapmaya devam edeceklerdir. Aksi takdirde, yani bir ikinci İzmir olayına yol açabilecek kimselerin tayini halinde, komuta asla bırakılmayacak, bütün müfettiş ve komutanlarca kendilerine güvenilemediği gerekçesi ile yapılan tayin reddedilecek ve kabul edilmeyecektir.
3 - Memleketimizi kolayca işgal edebilmek maksadıyla İtilâf Devletleri tarafından yapılacak baskılarla, hükumet herhangi bir birliği, askerî ve millî teşkilâtımızı dağıtma emri verirse, bu emir kabul edilmeyecek ve yerine getirilmeyecektir.
4 - Hedef ve gayesi millî bağımsızlığı kurtarmak olan Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyetleri'nin ve teşebbüslerinin gerileme ve başarısızlığına yol açacak herhangi bir etki ve müdahaleyi ordu kesinlikle önleyecektir.
5 - Devlet ve milletin bağımsızlığını kurtarma gayesinde devletin bütün sivil memurları, Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyetleri'nin ordu gibi meşru yardımcılarıdır.
6 - Vatanın herhangi bir bölgesine saldırıldığı takdirde, bütün millet, haklarını savunmaya hazır bulunduğundan, bu gibi olaylar karşısında, işbirliği için her yer biribirini en kısa zamanda haberdar ederek savunmada hareket ve işbirliği sağlanacaktır.
Bu bildiri, Anadolu ve Rumeli'de bulunan bütün ordu ve kolordu komutanlarıyla diğer ilgililere gönderilmiştir.
REFET BEY'İN 3'ÜNCÜ KOLORDU KOMUTANLIĞINI BIRAKMASI
Bu genel bildirimizden beş altı gün sonra, Kavak'tan,3'üncü Kolordu Komutanı Refet imzalı, 13 Temmuz 1919'da yazılmış bir şifreli telgraf aldım.
Telgrafın metni aynen şudur :İstanbul'dan bir İngiliz gemisiyle, Harbiye Dairesi Başkanı Albay Salâhattin Bey, benim görevimi devralmak üzere geldi. Benim de aynı gemi ile dönmemi Nezaret emrediyor. Salâhattin Bey gayeye uygun olarak çalışacak. Genel durumu göz önünde tutarak komutayı kendisine devretmeyi uygun buldum ve Harbiye Nezareti'ne görevden ayrıldığımı bildirdim. Ayrıca geniş bilgi veririm. Sivas yönüne hareket ediyorum. 5'inci Tümen Komutanı Arif Bey vasıtasıyla Amasya'ya cevap veriniz.
Efendiler, itiraf etmeliyim ki, bu tutum ve tavırdan pek memnun olmadım. Refet Bey' in benimle olan işbirliği İstanbul'ca biliniyor. Bu çalışmaları benimseyen bir kimse onun görevini devralmaya hem de bir İngiliz gemisi ile gelince, derhal verilmesi tabiî olan hüküm, bu kimsenin İngiliz görüşüne hizmet edebileceği konusunda kendisine güvenilmiş olmasıdır. Bu hüküm, bir zandan ibaret olsa bile, Refet Bey' in komutayı devirde acele etmemesi, hiç olmazsa bizim de görüşümüzü alması gerekirdi.
Güvenip komutayı kendisine devrettiğine göre de, hiç olmazsa bir süre ondan ayrılmayıp, durumumuzu ve görüşlerimizi ona iyice benimsetinceye kadar birlikte çalışması ve kendisi ile aramızda bir bağlantı kurduktan sonra uzaklaşması yerinde olurdu, düşüncesinde idim. Bununla birlikte, bir oldubitti karşısında bırakılmış olduğuma göre, iki noktada tesellî aramakla yetinmeye mecburdum. Birincisi, Refet Bey 'in telgrafındaki Salahattin Bey gayeye uygun olarak çalışacak cümlesi, ikincisi de, Refet Bey' in hiç olmazsa İstanbul'a gitmemiş olması idi.
Bu durum üzerine, komutanların İstanbul'a gitmek hususunda en küçük bir yanılmalarının pek pahalıya mal olacağını ve programımızı en iyi şekilde uygulamaya devam edeceğimizi bütün komutanlara bildirmek suretiyle hemen dikkatlerini çektim. Refet Bey' e de aynı tarihte (14 Temmuz 1919), Salâhattin Bey ' in kararlarımızı istenildiği şekilde uygulayacağı, buradaki arkadaşları fazlasıyla duygulandırmış ve onlara güç kazandırmıştı cümlesi de bulunan bir şifreli telgraf çektirdim.
Salâhattin Bey' in kendisine de aynen şu telgrafı çektirdim.
14.7.1919 31 Amasya'da 5'inci Tümen Komutanlığına
Refet Bey 'edir : Aşağıdaki telgrafı, uygun görürseniz Salâhattin Bey'e ulaştırınız ve sonucunu bildiriniz.
Mustafa Kemal
Salahattin Beyefendi'ye : İstanbul'un düşmanlarca kuşatılmış çevresinden milletin kutsal bağrına gelmeniz ve fedakâr arkadaşlarınızın azim ve vatanperverlik meydanına sizin de şeref vermiş olmanız büyük bir sevinçle karşılandı. Kutsal amacımın gerçekleştirilmesi uğrunda gösterilecek ortak gayrette Tanrı hepimizi zafere ulaştıracaktır. Gözlerinizden öperim.
(Mustafa Kemal)
3' üncü Ordu Müfettişi
Kurmay Başkanı Albav
Kâzım
Salâhattin Bey hakkında ilk şüphe ve kararsızlık, yine Salâhattin Bey 'in gayeye uygun olarak çalışacağını söylemesi üzerine kendisine güvenen ve hemen komutayı teslim edip Sivas'a doğru uzaklaşan Refet Bey tarafından gösterilmiş oldu.
Refet Bey 'in Amasya'dan çektiği bir telgraf, yalnız Salâhattin Bey hakkındaki şüpheyi değil, daha birkaç nokta ile ilgili görüşleri de ortaya koyuyordu. Müsaade buyurursanız olduğu gibi bilginize sunayım :
İvedi
Güvenlikle ilgili
719 Erzumun'da 15'inci Kolordu Komutanlığına
Amasya, 15.7.1919
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne:
Salâhattin Bey' i tanırsınız. Önce Kâzım Paşa, tebrik dolayısıyla ve yumuşak ifadelerle kendisiyle haberleşmeye girişmelidir. Hamit Bey'in görevden alınması hakkında daha bir şey yok. Fakat yerinde bırakılması için teşebbüslerde bulunuldu. Görevden alınırsa buralarda kalacağını pek sanmıyorum. Bununla birlikte etkilemeye çalışıyorum.
Benim dönmem için İngilizlerin hükûmete baskı yapacakları şüphesizdir. Ben kendimi duruma göre ayarlayarak buralarda kalacağım. İngilizlerden ve buradan geçen Amerikalılardan anladığıma göre, Kâzım Paşa'nın durumu da tehlikelidir. Her zaman ölçülü davranılmasını ve durumun iyi idare edilmesini tekrar tavsiye ederim ( Refet ).
5' inci Tümen Komutanı
Arif
Bu telgrafta adı geçen Hâmit Bey, Samsun mutasarrıfı idi. Hamit Bey, Samsun'a gelişimizin ilk günlerinde, Refet Bey' in aralarındaki eski hukuk ve dostluk dolayısıyla, ortak gaye uğrunda, sonuna kadar bizimle birlikte fedakârca çalışacak vasıfları taşıyan bir arkadaş olduğuna güvendiği için bana tavsiye ettiği ve benim Sadrazamlığa ve Genel Kurmay Başkanı Cevat Paşa'ya durumu bildirerek Samsun'a getirebildiğimiz zat idi.
Böyle bir zatın, ergeç görevden alınacağına şüphe var mıydı? Fakat, Refet Bey, yerinde bırakılması için gereken yerlere başvuruldu diyor. Nerede? Kimlere gidilerek? Kim başvurmuştur? Sonra, Görevden alınırsa buralarda kalacağını pek sanmıyorum. Bununla birlikte etkilemeye çalışıyorum! diyor. Nereye? İstanbul'a mı gidecek? Nasıl? Bu zat bugüne kadar bizimle birlikte çalışmıyor muydu?
Bu telgrafında Refet Bey, kendisinin dönmesi için İngilizlerin hükûmete baskı yapacaklarını kesin olarak kabul ediyor ve kendisini duruma göre ayarlayarak buralarda kalacağını söylüyor, Oysa, durum belli ve yapılacak şeyi ben kendisine 7 Temmuz 1919 tarihli genel talimatımla bildirdim (adı geçen talimatın 2. maddesi). Ondan başka yapılacak şey yoktu.
Refet Bey, İngilizlerden ve buradan geçen Amerikalılardan anlamış ki, Kâzım Paşa'nın da durumu tehlikelidir. Bu ne demektir? Azim ve iradelerini en çok korumaları gereken arkadaşların, bize karşı her halde rahmet okumayacak kimselerin sözlerinden tehlike kuruntusuna kapılmaları ve bunu inanarak söylemeleri ne demektir?
Refet Bey, telgrafının sonunda bana da ders veriyor, Her zaman ölçülü davranılmasını ve durumun iyi idare edilmesini tekrar tavsiye ederim diyor.
Buradaki ölçülü kelimesinden maksadın ne olabileceğinin yorumunu iz'an sahiplerine bırakırım.
Bana iyi idareyi tavsiye eden zat, bu tavsiyeyi, benim verdiğim emir ve talimatı hakkıyla yerine getirip görevi başından ayrılmadan önce yapmış olsaydı, daha içten hareket etmiş olurdu, sanırım.
HAMİT BEY'İN İSTANBUL HÜKÜMETİNCE GÖREVDEN ALINMASI
Efendiler, Hâmit Bey, 14 Temmuz 1919 tarihinde Samsun'dan bana şu kısa telgrafı çekmişti :
Görevden alındığımı güvenilir bir kaynaktan haber aldım. Şu bir iki gün içinde emrin gelmesini bekliyorum. Sonra İstanbul'a gideceğimi arz ederim.
Refet Bey' in komutayı bırakmış olmasının üzüntüsünde iken aynı günde, önemli bir noktada kendisinden fedakârca bir davranış beklediğimiz diğer bir arkadaşın da, sanki olağan şartlar içinde bulunuyormuşuz gibi, anlaşılması güç bir tutum içinde olduğunu öğreniyorum.
Hâmit Bey'e 15 Temmuz 1919 tarihinde şöyle bir telgraf çekildi :
Kardeşim Hâmit Bey, sizin yerinize İbrahim Ethem Bey'in tayin edildiğini haber aldık. Refet'e yazdım ve buluşarak birlikte iç taraflara doğru gelmenizi rica ettim. Bilmem hangi güvenlik duygusu, size İstanbul'a gitmek düşüncesini telkin ediyor. Bundan başka, biz, değerli arkadaşlarımızı İstanbul'dan Anadolu'ya çekmeye ve böylece gerçekten vatansever olanları millî gayeye hizmetten uzak tutmamaya çalışırken, siz bu hareketinizle, en azından düşmanlarca sarılmış bir çevreye giriyorsunuz. Biz hiç doğru bulmadık.Refet'in yanına gidiniz. Ya Sivas yakınlarında birlikte kalırsınız yahut da rahatça yanımıza gelirsiniz. Kesin cevap bekleriz.
Beş gün sonra (20 Temmuz 1919) Canik Mutasarrıfı Hâmit Bey' in Samsun'dan gelen telgrafı şuydu :
Bizans'ın gittikçe artan rezaletleri karşısında ümitsizliğe düşen millet, Doğu'dan bir ümit ışığı bekliyor.
Buraları ve buradakileri öyle hayalî şekil ve yaratılışta görüyorlar ki, acaba bir şey var mı diye ben bile şüpheleniyorum. Kayıtsızlığımdan utanıyorum.
Gerçi uyumuyoruz. Bir şey yapmak istiyoruz, Ancak, bu şeyin şekil ve nazariyatı ile uğraştığımız, uzun yollar seçtiğimiz kanısındayım. Zamanın ve durumun beklemeye tahammülü yoktur. Memleketin durumu dakikadan dakikaya kötüleşiyor. Bu bakımdan düşünceler üzerinde fazla durmayarak çalışmalarımızı hızlandırmak gerekiyor. Bu hususta benim hatırıma gelen şudur :
Her yerden ve aynı zamanda zâtışâhâne'ye birer telgraf çekelim. On aydan beri gözü önünde, çok defa kendi istek ve hevesince yapılagelen rezaletler yüzünden nereye sürüklenmekte olduğunu gören milletin, ne pahasına olursa olsun, mukadderatını ele almaya karar verdiğine dikkati çekip, kırk sekiz saat içinde milletin güven duyabileceği bir hükûmet kurulmadığı ve bir kurucu Meclis'in toplanmasına karar alınmadığı takdirde, ne kendisini ne de hükûmetini tanımadığımızı ekleyelim. Bunda hiçbir güçlük yoktur. Geleneğe uyarak 'boyun kırmaktan üzüntü duymayan millet, biz yürüyelim, arkamızdan gelsin efendim.
Beş gün önce, görevden alındığı takdirde İstanbul'a gideceğini arz eden Canik mutasarrıfının bu telgrafını, biraz öfkeli yazılmış olmakla birlikte, karar ve hareket telkin eder nitelikte bulduğumuzu tahmin etmek isterim.
Mutasarrıf Bey, milletin bir ümit ışığı beklediği yerde, acaba bir şey var mı diye şüpheleniyor.
Bizi ne yapmak istediğini bilmeyen, şekil ve nazariyatla uğraşan şaşkınlar zannediyor. Düşüncelerimizi kısaltarak çalışmalarımızı hızlandırmak için yapılacak şeyi de söylüyor. Eğer bundan sonra, bütün görüşlerindeki isabetsizliği açığa vuran çirkin bir düşünce ortaya koymamış olsaydı iyi ederdi.
Efendiler, tarih "geleneğe uyarak boyun kırmaktan üzüntü duymayan millet, biz yürüyelim, arkamızdan gelsin" düşünce ve inancında bulunanların karşılaştıkları sonuçlar ve cezalarla doludur. Yöneticilerin ve özellikle devlet adamlarının asla böyle sakat ve çarpık görüşlere kapılmamaları gerekir. Hâmit Bey, bu telgrafında, bizim, Refet Bey ' le birlikte içerilere doğru çekilmesi konusunda yazdıklarımıza hiç dokunmuyor.
Hâmit Bey' in bu telgrafına 21 Temmuz 1919 tarihinde verdiğimiz bir cevapta: "İnşallah her şey olacaktır. Yalnız, milletin güvenebileceği bir kabine kurabilmek için, önce o kabinenin dayanabileceği bir kuvveti meydana getirmek lâzımdır. O da Doğu illeri kongresinin ve onun arkadasından da Sivas genel kongresinin toplanması ile gerçekleşecektir" dedik.
REFET BEY'LE HABERLEŞMELER
Efendiler. 3' üncü Kolordu'dan, bu münasebetle Refet ve S a lâhattin Bey'lerden yeniden söz etmek gerekiyor. İlgisi şudur :
İngilizler Sivas'a bir tabur gönderecekleri söylentisini yaydılar. Her ihtimale karşı Sivas'a gelen çeşitli yönlerde askerî tedbirler aldırmak ge rekmişti. Bu münasebetle Amasya'da bulunan 5' inci Tümen Komutanlı ğı'na 18 Temmuz 1919 tarihinde verdiğim bir emir metninde, daha o sı rada Amasya'da bulunan R e f e t B e y 'e ait de şu cümleler vardı : Durum hakkında R e f e t B e y 'in önemle dikkati çekildi. Belki R e f e t B e y böyle bir durumu dikkate alarak şimdilik Amasya'da kalma yı da tercih eder.
5' inci Tümen Komutanı'nın 19 Temmuz 1919'da verdiği cevapta dikkate değer şu cümleler yer alıyor du :
"S e l â h a t t i n B e y halen Samsun'dadır. Şimdiye kadar kendi si ile temas edemediğim gibi hiçbir ciddî ve önemli haberleşme de ya pılmamış olduğundan, adı geçen komutanın düşünce ve inancının ne merkezde olduğunu bilemiyorum."
Ankara R e f e t B e y gerektiğinde İngilizlere karşı koyacak ka dar cesaret gösteremeyeceğini hissettirmişti."
"R e f e t B e y 18 Temmuz 1919'da Sivas'a hareket etti"(Belge : 35).
Bunun üzerine R e f e t B e y' e şu şifreyi verdirdim : Kişiye özel 19.7.19l9 Sayı : 115
Amasya'da 5' inci Tümen Komutanlığına, Sivas'ta 3'üncü Ordu Sıhhiye Müfettişi Albay İbrahim Tali Beyefendi'ye,
R e f e t B e y' edir S a 1 â h a t t i n B e y ' e telgrafımı verdiniz mi? Bu arkadaşımızın kesin kanaatlarının mutlaka tespit edilmesi ve kararsızlık yahut iki taraflı idare gibi felâket doğuracak bir duruma hiç bir şekilde tahammül ve rıza gösterilmemesi bir vatan görevi olduğundan, bu hususta evet veya hayır şeklinde kendisinden söz alınması ve ona göre bir karar verilmesi zarurîdir. Sizin bıraktığınız noktadan başlamak kendileri için en uygun programdır, Şimdiye ka dar hemen bir hafta geçtiği halde hiç bir kesin bilgi alınamaması, İstanbul'dan ge len bir haberde kendisi hakkında sağlam bir kanaat gösterilmemesi ve hareketin den önce Sa d ı k B e y ' le gizli bir görüşme yaptığından ve dostluğundan söz edilerek şikâyet edilmesi bu telgrafımın yazılmasına yol açmıştır. Bu durumu ve sonuçlannı özellikle sizin takdir etmeniz ve çözmeniz gerekir. Zira, herhangi biz halk topluluğunda söyleyeceği yanlış ve millî gayeye aykırı bir tek sözün bile ya ratacağı tepkiyi ve bunun duracağı durumu şimdiden düşünmek yeterlidir (Mus tafa Kemal).
3' üncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanı Albay Kâzım
Yalnız bu telgrafımıza değil, çok şeye cevap olan R e f e t B e y 'in şu telgrafını olduğu gibi bilginize sunacağım :
Güvenlikle ilgili ve çok ivedi l828 Sivas, 22.7.1919
Erzurum'da 3' üncü Ordu Müfettişliği Vekili Kâzım Karabekir Paşa Hazretleri'ne
1-M u s t a f a K e m a l P a ş a Hazretleri'ne: Telgra fınızı S a l â h a t t i n B e y 'den ayrıldıktan sonra aldığım için kendisine veremedim. S a l a h a t t i n B e y' i herkes gibi siz de çok iyi tanırsınız. Kararsız tabiatlı bir zattır. Bu bölgede on günden fazla kalmamak niyetiyle gelmiş. Az kalsın, komutayı almadan geri kaçacaktı. Kendisine güven duygusu vererek ve inandırarak vatanî görevini hatırlattım. Memleketini herhalde sever. Ancak, vakitsiz iş görmeye gelemez. Aşağı yukarı R e ş i t P a ş a' dan biraz daha iyi. 13' üncü Kolordu'dan geçen silahlardan haberi olduğu gibi, bu işi hallet mek üzere İstanbul'da da çalışmış ve başarılı olmuş. Buraya, C e v a t P a ş a tarafından seçilerek gönderilmiş. Bu bakımdan gayeye zararlı olamaz ve hiçbir halk topluluğunda gayeye aykırı tek bir söz söylemez. Aksine, millî gayeye uygun olarak fakat sessiz bir şekilde çalışacağına söz verdi. S a d ı k B e y ' le ilişkisi hakkında verilen bilgilere inanmıyorum. Zaten aldığımız haberi iyice kontrol et meden ve belirli bir program yapmadan çalışmak, kuvvetlerin kaybına yol açı yor. Doğu'nun durumu hakkında bana verdiğiniz bilgilerde, aldığınız abartılmış haberlere kapılmamış olsaydınız, belki de ben durumu daha iyi idare eder ve ko mutayı terke mecbur kalmazdım. Tek başına karar verecek insanların, gerçek durumu bilmeleri gereğini siz de takdir buyurursunuz. O halde, S a l â h a t t i n B e y' i boşu boşuna ürkütmek ve hayır dedirtmekle ne çıkacak? Zaten o kaç maya hazır. Yerine acaba kim gelecek? Emirlerinizin kısa ve açık olmasını rica ederim. S â l a h a t t i n B e y ' le ilgili telgrafınızı lutfen bir daha okuyunuz. Fırtına ile başlayıp sukunetle biten bu telgraftan kesin olarak ne demek isten diğini çıkaramadım. Bununla birlikte, birkaç güne kadar S a l â h a t t i n B e y Samsun'dan dönüyor. Kendisiyle görüşeceğim: Şüphesiz kendisini uygun bir tarzda ve amaca hizmet yolunda idare için gerekli tedbirleri alıyorum.
2 - Samsun'a çıkarılan taburun, buradaki Hintli Müslümanları değiştir mekle birlikte, asıl Sivas'ta bulunduğunuzu zannettikleri zatıâlilerine karşı bir gözdağı vermek maksadıyla çıkarıldığını, İngilizlerle temasımda anladım. Beni İstanbul'a gitmeye razı etmek için, Kavak'ta bulunduğum zaman bir İngiliz bin başısı geldi. İngilizlere karşı gösterdiğim direnmeyi fırsat bilerek fakat aslında zâtıâlîlerini yıpratmak için beni görevden aldırdıklarını açıkça söyledi. Zâtıâlîlerinin öteki dayanağı K â z ı m K a r a b e k i r P a ş a imiş. Bu bakımdan K â z ı m P a ş a, ellerine, İngilizlerin ısrarına yol açacak bir tutamak verme melidir. F e r i t P a ş a' nın, istifanız üzerine K â z ı m P a ş a' yı komutan vekili olarak tayin etmesi, İstanbul'dakilerden bir kısmının kötü bir niyeti olma dığını gösteriyor. Ancak, İngilizlerin ısrarı karşısında bir şey yapamazlar. K â z ı m P a ş a'nın vekil olarak tayini de S a l â h a t t i n B e y'in S a d ı k B e y hesabına buraya gelmediğini gösterir.
3 - Benim İstanbul'a götürülmem için İngilizlerin İstanbul hükûmetine baskı yapmaları pek muhtemeldir. Çünkü, benimle İngilizlerin arasında. resmî bir ilişki var ( ! ). Bu baskı artarsa S a l â h a t t i n B e y' i güç bir durumda bı rakmamak için izimi kaybettireceğim.
4 - H â m i t B e y' in değiştirileceği söylentisi daha gerçekleşmedi. Onun, yerinde bırakılması için gerek S a l â h a t t in B e y ve gerekse İngilizler İstanbul Hükûmeti'ne başvurdular. Bu zatın değiştirilmesi teşebbüsü Dahiliye Nezareti ile kavga etmesinin sonucudur. S a l â h a t t i n B e y ' in yerine, Konya'ya S e d a t B e y ' in geldiği de doğru değildir, Her ne kadar H a m i t B e y' bütün komutanların değiştirileceğini haber aldığını yazıyorsa da K â z ı m P a ş a'nın vekil olarak tayini bunun aksini gösteriyor.
5 - Sivas Kongresi ile ilgili olarak Sadrazamlıktan doğruca illere tebliğ olunan 20 Temmuz 1919 tarihli telgrafı gördünüz mü? Karahisar'daki tümen ko mutanı bu kongreye temsilci seçilmesi için buralara bildiri yayınlamış. Bu davra nış tarzını uygun buluyor musunuz? Almanya ile yapılan barış anlaşması ve Doğu'daki sessizlik, durumun gelişmesini beklerken bizim de ihtiyatlı bulunma mızı gerektirmiyor mu? Şahsım için hiç bir endişem olmadığını artık anlamış. sınızdır (!). Yalnız, kararsız ve programsız hareketlerle gayeyi çıkmaza sokaca ğız. Ya ihtiyatlı olalım yahut da işi hemen açığa vuralım. Ne var ki, ikisinden birini yapalım. Sivas Kongresi'nden bugün için bir fayda bekliyor musunuz? Bugünkü duruma göre, bu kongrenin Sivas'ta ve açıktan açığa yapılmasını teh likeli bulmuyor musunuz? Güney yönlerinden Sivas'a gelecek bir darbe özellikle bu il halkının kansızlığı yüzünden Anadolu'yu ikiye ayırır ve pek tehlikeli olur. Bunun için bu ilin son ana kadar tarafsızmış gibi görünmesi son derece önemlidir. Bu kongrenin mutlaka toplanması gerekiyorsa, aldığımız haberlere göre, temsilci ler de gelebilecekler ise, acaba bunun Doğu'da başka bir yerde toplanması daha uygun düşmez mi?
6 - Sivas ve Amasya şehirlerinin halkı pek bayağı; ilçelerde, köylerde halk bunlara bakarak çok daha iyi. Bundan sonra, çalışmalarımı ona göre ayarlaya cağım.
7 - İstanbul'dan aldığım haberde, buradaki Millî Mücadele'nin hiçbir parti veyahut bir şahsın kendi özel emellerini gerçekleştirmek maksadına dayanmayıp sırf milletin selâmet ve istiklâlini kurtarmak gayesine dayandığı konusunda, zâtı âlîleri tarafından bir bildiri yayınlanarak İngilizlerin yatıştırılması tavsiye olu nuyor. Buna gerek görüldüğü takdirde, ben, bunun zâtıâlîniz tarafından bir bil diri şeklinde değil, belki Erzurum Kongresi'nin kararlarına sokularak yayınlan masının uygun olacağını zannediyorum.
8 - Ajanslar Meclis-i Meb'usan seçimlerinden bahsediyorlar. Bu hususta ne düşünüyorsunuz? (Refet)
Bu telgrafa verdiğimiz cevabı da olduğu gibi aktarmakla yetineceğim: Şifre Subay eliyle çekilmesi 23.7.1919 İvedi 171
Sivas'ta 3'üncü Kolordu Kurmay Başkanı Zeki Bey'e
Refet Beyefendi'ye:
1- S a l â h a t t in B e y hakkındaki telgrafı bir defa daha okumak üzere aradım. Fakat, bulunamıyor. Hatırladığıma göre, bu zat için söz konusu olan hususlar İstanbul'dan bildirilmişti. Her alınan haberin doğruluğunu istenil diği gibi kontrol edebilmek nadiren mümkündür. Doğu'nun durumu hakkında aldığımız bilgiler, abartmadan uzak olmamakla birlikte, bize yanlış bir adım at tırmış değildir, kanısındayım. Mukadderatımızda, yalnız Doğu'daki olayların ge lişmesine bağlı kalınmakla yetinilmiş değildir. Millî teşkilâtı genişlik ve canlılık kazandırarak kökleştirmek, kongrelerle millî dâvâyı benimsetmek, ordunun millî teşkilâta destek ve yardımını sağlamak, millî dâvânın kaybına meydan vermemek için, komuta ve silâh meseleleri ile gereken kesin kararı verme hususlarında, şim diye kadar yapıldığından başka türlü ve daha ihtiyatlı davranmak, acaba bugünkü verimli sonucu sağlayabilir miydi? Her halde şimdiki durum, herkesi sevindire cek derecededir.
2 - K â z ı m P a ş a'nın komutan vekilliğine tayini pek yerinde ol muştur. Ellerine İngilizlerin ısrarına yol açacak görünürde bir sebep vermemeye çalışıyor. Ancak, silâh konusunda ve Trabzon'a asker çıkarılmasını önleme husu sunda hoşgörülü davranamayacağımız aşikardır. Halbuki, ileri sürülen bu sebep ler İngilizlerin hiç de hoşuna gitmeyecektir.
3 - İngilizler, benim İstanbul'a götürülmem için pek çok ısrar ettiler ve hükûmete ağır baskı yaptılar. Hükûmet ve Padişah ile makine başında günlerce devam eden görüşmeler sırasında bu nokta açıkça bildirildi. Bu konuşmaların metinleri, görüştüğümüzde sizin tarafınızdan da görülecektir. Yalnız şu var ki, meslekten ayrılınca ısrar son buldu. Bu bakımdan sizin için de istifadan sonra büyük bir ısrar olacağını sanmıyorum. Bununla birlikte ve aksi halde, izinizi kaybettirmektense, S a l â h a t t i n B e y 'in güç duruma girmesini tercih ederim, Burada H â l i t B e y hakkında, hükûmet ve İngilizler K â z ı m P a ş a ' ya çok ısrar ettiler. K â z ı m P a ş a bir şey yapılamayacağını söyle mekte direndiği içindir ki, bugün H â l i t B e y, resmen olmasa bile, yine tü meninin başında bulunuyor.
4 - H â m i t B e y, son telgrafıyla hepimizden daha çabuk hareket etme isteğini gösteriyor. Şimdilik yumuşatıldı.
5 - Sivas Kongresi ile ilgili telgrafı henüz görmedim. Gerçekten de bazı yerlerde olumlu bazı yerlerde olumsuz yönde aşırılıklar görülüyor. Şüphesiz du ruma göre ve verimli hareketlerde bulunabilecek şekilde ihtiyatlı davranma taraf lısıyım. Herkesi ilgilendiren bu açık ve kesin program, bugün toplanmaya başla yan Erzurum Kongresi görüşmelerinden çıkacaktır.
Sivas Kongresi'nden pek çok yarar beklerim. Bugün değil, Sivas Kongresi ilk defa söz konusu edildiği gün bile, her yönden ve özellikle güneyden bir darbe gelebileceğini büyük bir ihtimal dahilinde gördüğümü ve bundan dolayı da sa vunma tedbirleri alınması için ricada bulunduğunu hatırlarsınız. Bununla bir likte, Erzurum Kongresi toplandıktan sonra, Sivas'a gelecek temsilcilerin sayısına ve Erzurum Kongresi'nin yapacağı etkilerden doğacak duruma göre daha pratik ve güvenilir bir şekil de düşünülür.
6 - Siz kardeşimin, çalışmaları düzenleme konusundaki düşüncesi pek ye rindedir. Ancak, şehirlileri de millî duygu ve etki altında tutmaktan uzak kalınmayacağını ümit ederim.
7- Milli Mücadele'nin gaye ve hedefi kongre tarafından yayınlanacak bildi rilerle tasavvur buyurduğunuz şekilde duyurulacaktır.
8 - Meclis-i Mebusan toplanmalıdır. Fakat İstanbul'da değil, Anadolu'da. Bu konu kongrede görüşüldükten sonra teşebbüse geçilecektir. Hepimiz gözleri nizden öperiz kardeşim. (Mustafa Kemal)
3' üncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanı Albay Kazım
ERZURUMLULARIN YARDIMLARI
Efendiler, askerlikten ayrıldıktan sonra, bütün Erzurum halkının ve Vilayat-ı Şarkiye Mühafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti'nin Erzurum şubesinin bana karşı pek açık olarak gösterdikleri güven ve yakınlığın bende bıraktığı unutulmaz hâtırayı burada açıkça belirtmeyi görev sayarım.
Cemiyetin Erzurum şubesinden aldığım 10 Temmuz 1919 tarihli yazıda Cemiyetin başına geçerek Yönetim Kurulu Başkanlığını kabul etmemi teklif ediyorlar ve birlikte çalışmak üzere seçtikleri beş kişinin adlarını bildiriyorlardı.
Bu beş kişi, Raif Efendi, emekli Binbaşı Süleyman Bey, emekli Binbaşı Kâzım Bey, Albayrak gazetesi müdürü Necati Bey, Dursun Beyzâde Cevat Bey idi. Sözünü ettiğim yazıda Rauf Bey' in de Yönetim Kurulu İkinci Başkanlığı'na seçildiği bildiriliyordu.
Bu tarihlerde, Erzurum Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Raif Efendi, üyeler Hacı Hafız Efendi, Süleyman Bey, Maksut Bey, Mes'ut Bey, Necati Bey, Ahmet Bey, Kâzım Bey ve sekreter Cevat Bey idi.
Erzurum şubesi, İstanbul'daki Genel Merkez Başkanlığı'na ulaştırmaya çalıştıkları bir telgrafla Genel Merkez adına karar verme ve söz söyleme yetkisinin bana verildiğinin telgrafla bildirilmesinide rica ettiler.
Bundan başka, bizim Erzurum Kongresi'ne katılmamızı kolaylaştırmak için, Kongre Erzurum temsilcisi olarak seçilmiş bulunan emekli Binbaşı Kâzım ve Dursun Beyzade Cevat Beyler temsilcilikten istifa ettiler.
ERZURUM KONGRESİ
Efendiler, yüksek malûmunuz olduğu üzere, Erzurum Kongresi 1919 yılı Temmuz'unun 23'üncü günü, pek gösterişsiz bir okul salonunda toplandı. İlk günü, beni başkanlığa seçtiler. Kongre üyelerini, durum ve bir dereceye kadar da tutulan yol hakkında aydınlatınak için yaptığım konuşmada :
Tarihin ve olayların zoru ile, doğrudan doğruya içine düştüğümüz kanlı ve kara tehlikeleri göstermeyecek ve bundan irkilmeyecek hiçbir vatanseverin tasavvur edilemeyeceğine işaret ettim. Ateşkes Anlaşması hükümlerine aykırı olarak yapılan saldırı ve işgallerden bahsettim.
Tarihin, bir milletin varlığını ve hakkını hiçbir zaman inkâr edemeyeceğini, bu itibarla vatanımız, milletimiz aleyhinde verilen hükümlerin ergeç iflâsa mahkûm olduğunu söyledim.
Vatan ve milletin kutsal varhklarını kurtarmak ve korumak hususunda son sözü söyleyecek ve bunun gereğini yerine getirecek gücün, bütün vatanda bir elektrik ağı haline gelmiş olan míllî akımın kahramanlık ruhu olduğunu ifade ettim.
Maneviyatın kuvvetlendirilmesine yardımcı olmak üzere de, yeryüzündeki bilinen bütün milletlerin milli gayelerine ulaşmak için içinde bulunduğumuz tarihteki mücadeleleri ile ilgili mevcut bazı bilgileri özetledim.
Ve milletin mukadderatına hâkim bir milli iradenin, ancak Anadolu'dan doğabileceğini belirttim. Milli iradeye dayanan bir Millet Meclisi'nin meydana getirilmesini ve gücünü milli iradeden alacak bir hükûmetin kurulmasını, kongre çalışmalarının ilk hedefi olarak gösterdim.
ERZURUM KONGRE'SİNİN BİLDİRİSİ VE KARARLARI
Efendiler, Erzurum Kongresi 14 gün sürdü. Çalışmalarının sonucu, tespit ettiği tüzük ve bu tüzükteki hükümleri ilân eden bildiri maddelerinden ibarettir.
Bu tüzük ve bildiri metni, zaman ve ortamın gerektirdiği bazı önemsiz ve ikinci derecede düşünce ve görüşler atlanarak incelenirse, birtakım köklü ve geniş çaplı ilkeler ve kararlara varmış oluruz.
Müsaade buyurursanız, bu ilkelerin ve kararların bence, daha o zaman, nelerden ibaret olduğuna işaret edeyim :
1 - Milli sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür. Birbirinden ayrılamaz ( Bildiri, madde 6; Tüzük madde 3'ün açıklaması : Tüzük ve bildiri'nin 1'inci maddeleri lütfen okunup incelensin...)
2 - Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı Hükümeti'nin dağılması halinde, millet topyekûn kendisini savunacak ve direnecektir. ( Tüzük madde 2 ve 3; Bildiri, madde 3 )
3 - İstanbul Hükümeti vatanı koruma ve istiklâli elde etme gücünü gösteremediği takdirde, bu gayeyi gerçekleştirmek için geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükûmet üyeleri millî kongrece seçilecektir. Kongre toplanmamışsa bu seçimi Heyet-i Temsiliye yapacaktır. (Tüzük,madde 4; Bildiri, madde 4)
4 - Kuva-yı Milliye'yi tek kuvvet olarak tanımak ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır (Bildiri, madde 3).
5 - Hristiyan azınlıklara siyasî hâkimiyet ve sosyal dengemizi bozacak imtiyazlar verilemez ( Bildiri, madde 4 ).
6 - Manda ve Himaye kabul olunamaz (Bildiri, madde 7).
7 - Millî Meclis'in derhal toplanmasını ve hükûmetin yaptığı işlerin meclis tarafından kontrol edilmesini sağlamak için çalışılacaktır.(Bildiri, madde 8).
Bu ilkeler ve bu kararlar çeşitli şekillerde yorumlanmışsa da, gerçek niteliklerini hiç değiştirmeden uygulanma imkânı bulabilmişlerdir.
Efendiler, biz Kongre'de özetlediğim bu kararları ve bu ilkeleri ortaya koymaya çalışırken, Sadrazam Ferit Paşa da basında birtakım demeçler yayınlıyordu. Bu demeçlere, Sadrazamın milli jurnalı dense yeridir. 23 Temmuz 1919 tarihli basın, dünyaya şunu ilan ediyordu :
"Anadolu'da karışıklık çıktı. Kanun-ı Esasî'ye aykırı olarak Meclis-i Meb'usan adı altında toplantılar yapılıyor. Bu hareketin askerî ve sivil memurlar tarafından önlenmesi gerekir."
Buna karşı gereken tedbirler alındı ve Meclis-i Meb'usan'ın toplantıya çağrılması istendi.
Ağustos'un yedinci günü, Kongre, toplantısına son verirken üyelerine :
"Önemli kararlar alındığını, bütün dünyaya milletimizin varlık ve birliğinin gösterildiğini" söyledim ve "tarih, bu kongremizi ender görülen büyük bir eser olarak kaydedecektir" dedim.
Sözlerimde isabetsizlik olmadığını zaman ve olayların ispatlamış olduğuna inanıyorum, Efendiler.
Erzurum Kongresi, tüzüğü gereğince bir Hey'et-i Temsiliye seçmişti.
Dernekler Kanunu'na göre, dilekçe yerine geçmek üzere, Erzurum Valiliği'ne verilen 24 Ağustos 1919 tarihli yazıda, Heyet-i Temsiliye üyelerinin adları ve kimlikleri şu şekilde gösterilmiştir :
Mustafa Kemal Eski 3' üncü Ordu Müfettişi, askerlikten ayrılmış
Rauf Bey Eski Bahriye Nâzırı.
Raif Efendi Eski Erzurum Milletvekili.
İzzet Bey Eski Trabzon Milletvekili.
Servet Bey Eski Trabzon Milletvekili.
Şeyh Fevzi Efendi Erzincan'da Nakşî Şeyhi.
Bekir Sami Bey Eski Beyrut Valisi
Sadullah Efendi Eski Bitlis Milletvekili.
Hacı Musa Bey Mutki Aşiret Bey'i
Efendiler, sırası gelmişken arz edeyim ki, bu kimseler hiçbir vakit bir araya gelip birlikte çalışmış değillerdir. Bunlardan İzzet, Servet ve Hacı Musa Bey'ler ile Sadullah Efendi hiç gelmemişlerdir. Raif ve Şeyh Fevzi Efendiler Sivas Kongresi'ne katılmışlar fakat ondan sonra biri Erzurum'a öteki Erzincan'a dönerek bir daha Hey'et-i Temsiliye'de bulunmamışlardır. Rauf Bey ve Sivas Kongresi'nde aramıza katılan Bekir Sami Bey İstanbul'da Meclis-i Meb'usan'a gidinceye kadar, bizimle birlikte bulunmuşlardır.
-
ERZURUM KONGRESİ'NDE GÖRÜLEN KARASIZLIKLAR
Efendiler, hâtıra olarak küçük bir noktaya da işaret etmek isterim. Benim bu Erzurum Kongresi'ne üye olarak girip girmemekliğim, üzerinde düşünülmeye değer bulunduğu gibi, Kongre'ye katıldıktan sonra da başkan olup olmamaklığım konusunda kararsızlık gösterenler olmuştur. Bu kararsızlığı gösterenlerden bir kısmının düşüncelerini iyi niyet ve içtenliklerine vermek mümkün ise de, diğer bazı kimselerin bu hususta tamamen samimiyetten uzak, aksine mel'unca bir maksadın peşine düştüklerine daha o zaman şüphem kalmamıştı. Söz gelişi, düşman casusu olup her nasılsa Trabzon ilinde bir yerden kendisini kongreye temsilci seçtirerek gelen Ömer Fevzi Bey ve arkadaşları gibi. Bu zatın hainliği, sonradan Trabzon'da ve oradan kaçtıktan sonra da İstanbul'daki faaliyet ve hareketleri ile sabit olmuştur.
Kongrenin bitiminden iki üç gün önce başka bir tartışma da söz konusu olmaya başlamıştı. Bazı yakın arkadaşlarım benim Hey et-i Temsiliye'ye girerek açıkça faaliyet göstermemi sakıncalı buluyorlardı. Görüşleri şu noktalarda özetlenebilir : Millî teşebbüs ve faaliyetlerin bütün anlamıyla milletten doğduğunu, gerçekten millî olduğunu göstermek lâzımdır. Bu takdirde, yapılacak teşebbüsler daha güçlü olur ve kimsenin kötü yorumuna ve özellikle yabancıların olumsuz düşüncelerine fırsat vermez. Fakat tanınmış ve hele İstanbul Hükumeti'ne Hilafet ve Saltanat makamına karşı asi duruma düşmüş, hücumların hedef noktası haline gelmiş olan benim gibi bir adamın bütün bu millî teşebbüslerin başında bulunduğu görülürse, faaliyetin millî gayelere dayanmaktan çok, şahsî emellerin gerçekleştirilmesi maksadına dayandığı inancı uyanır. Bu bakımdan Hey'et-i Temsiliye'yi illerin ve müstakil sancakların seçeceği kimseler oluşturmalıdır. Ancak, bu şekilde millî bir güç gösterilebilir.
Bu görüşlerin ne dereceye kadar yerinde olup olmadığını araştıracak değilim. Yalnız benim de bu görüşlere karşı olan düşüncelerimi ve bunları dayandırdığım noktalardan bazılarını sayayım : Özellikle, ben mutlaka kongreye katılmalı ve onu idare etmeliydim. Çünkü, zaman geçirmeksizin milli iradenin faaliyete geçirilmesini ve milletin doğrudan doğruya fiilî ve silâhlı olarak tedbirler almaya başlamasını sağlamak zaruretine inanıyordum. Bu esaslı noktaları, takdir ve tespit ettirebilmek için, kongrede aydınlatmak, yol göstermek ve bizzat idare etmek suretiyle çalışmamı zarurî görüyordum. Nitekim öyle oldu. Erzurum Kongresi'nin daha önce açıkladığım ilke ve kararlarını, herhangi bir temsilciler hey'etinin uygulama alanına sokturabileceğime henüz güvencim olmadığını itiraf ederim.
Nitekim zaman ve olaylar beni doğrulamıştır. Bundan başka, daha Amasya'da iken karar verilip de bütün millete her türlü vasıta ile tebliğ ettirdiğim Sivas Genel Kongresi'nin toplanmasını sağlamak, bütün milleti ve memleketi yalnız bir hey'etle temsil etmek, ayrıca yalnız Doğu illerini değil, vatanın her köşesini aynı dikkat ve duyarlıkla savunma ve kurtarma çarelerini bulmaya çalışmak hususlarını herhangi bir heyetin gerçekleştirebileceğine inanmadığımı açıkça ifade etmek zorundayım. Çünkü, bende böyle bir kanaat var olsaydı, benim işbaşına geçtiğim güne kadar teşebbüs ve faaliyette bulunanların çalışmalarının sonuçlarını bekler ve istifa etmemek yolunu tutardım. Hükûmet'e, Padişah ve Halife'ye karşı isyan gereğini duymazdım. Aksine, ben de bazı iki yüzlü ve iki taraflı oynayanlar gibi görünüşte pek şatafatlı ve gösterişli olan, o günün Ordu Müfettişliği görevini ve Padişah Hazretleri'nin Yaveri sıfatını taşımakta devam ederdim. Gerçi, benim açıkça ortaya atılmamda ve bütün millî ve askerî hareketlerin başına geçmemde elbette sakınca vardı. Ancak, o sakınca, başarısızlık halinde herkesten önce ve herkesten çok benim, en büyük ceza ve azaba uğratılmamdan başka bir şey olabilecek miydi? Oysa, bütün vatanın ve koskaca bir milletin ölüm kalım dâvâsı söz konusu olurken vatanseverim diyenlerin kendi sonlarını düşüncelerinin yeri varmıydı ?
Efendiler, ben, bazı arkadaşlarca ileri sürülen düşünce ve kuruntulara uymuş olsaydım, iki bakımdan büyük sakıncalar ortaya çıkacaktı.Birincisi; düşüncelerimde, kararlarımda ve bütün kişiliğimde yetersizlik ve güçsüzlük olduğunu itiraf etmek ki, bu husus, benim, vicdanımın emrine uyarak yüklendiğim görev bakımından düzeltilmesi imkânsız bir yanılma olurdu.
Efendiler, tarih, itiraz edilemez bir şekilde ispatlamıştır ki, büyük dâvâlarda başarı için sarsılmaz bir kabiliyet ve kudrete sahip bir önderin varlığı şarttır. Bütün devlet adamlarının ümitsizlik ve beceriksizlik içinde bütün milletin başsız olarak karanlıklar içinde kaldığı bir sırada, her vatanseverim diyen binbir çeşit insanın, binbir hareket ve görüş tarzı ortaya attığı ve her şeyin allak bullak olduğu bir dönemde, danışmalar yolu ile, birçok hatırlı ve nüfuzlu kimselere bel bağlama gereğine inanmakla, güvenli ve kararlı bir şekilde ve özellikle sür'atle yol almak ve en sonunda çok çetin olan hedefe ulaşmak mümkün müdür? Tarihte, bu tarzda başarıya ulaşmış bir toplum gösterebilir mi? İkincisi Efendiler; millet, memleket, siyaset ve ordu yönetimi ile hiçbir ilgi ve ilişkileri bulunmamış, bu alanda başarıları görülmemiş ve denenmemiş olan gelişigüzel kimselerden, söz gelişi Erzincanlı bir Nakşî Şeyhi ve Mutki'li bir aşiret reisi gibi zavallılardan da kurulması ihtimalden uzak olmayan herhangi bir temsilciler hey'etine, söz konusu durum ve görev emanet edilebilir miydi? Edildiği takdirde, memleket ve milleti kurtaracağız dediğimiz zaman, milleti ve kendimizi aldatmış olmak gibi bir yanılgıya düşmeyecek miydik?
Bu nitelikteki bir hey'ete perde arkasından yardım edilebileceği söz konusu olsa bile, bu tarz güvenli bir yol sayılabilir miydi?
Bu söylediklerimin, o günlerde değilse bile, artık bugün bütün dünyaca inkâr edilemeyecek gerçekler olarak kabul edildiğine asla şüphe yoktur. Bununla birlikte, ben burada bu söylediklerimi geçmiş günlere ait bazı hâtıra ve belgeler ile bir kere daha belirtmeyi, gelecek nesillerin siyasî ve sosyal ahlâk terbiyesi açısından bir görev sayarım.
Bu dakikaya kadar olduğu gibi bundan sonra da üzerinde duracağım olaylar dolayısıyla, bu husus, kendiliğinden aydınlığa kavuşacaktır.
Efendiler, Erzurum Kongresi'nin bitiminde, Ferit Paşa'dan sonra Harbiye Nezareti'ne yeni geldiği anlaşılan bir Nazım Paşa imzasıyla, 15' inci Kolordu Komutanlığı'na 30 Temmuz 1919 tarihli şöyle bir emir geldi.
Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey'in hükumetin kararlarına aykırı faaliyet ve hareketlerinden dolayı hemen yakalanarak İstanbul'a gönderilmeleri Bâbıâlî'ce uygun görülüp o bölgedeki memurlara emirler verildiğinden, Kolordu'ca gereken yardımda bulunulması ve sonucundan bilgi verilmesi rica olunur.
Bu emre Kolordu Komutanlığı tarafından lâyık olduğu şekilde cevap verildi. Bu cevabı öteki komutanlara da verdirerek dikkatlerini çektirdim.
Kongre bildirisi, memleket içinde her yere ve yabancı devlet temsilcilerine çeşitli vasıtalarla gönderildi. Tüzük de komutanlara ve öteki güvenilir makamlara kısım kısım şifre ile verilerek, oralarda basılmasının ve çoğaltılıp dağıtılmasının sağlanmasına çalışıldı. Bu durum tabiatıyla günlerce devam etti. Bu münasebetle Sivas'ta 3' üncü Kolordu Komutanı Salâhattin Bey 'den aldığım 22 Ağustos 1919 tarihli bir telgrafta : "Tüzüğün ikinci ve dördüncü maddelerinin yayınlanmasını sakıncalı bulduğu, bir kere daha incelenmesi gereği" bildiriliyordu.
İkinci madde Topyekûn savunma ve direnme esasının kabul edildiği
Dördüncü madde Geçici bir idare kurulabileceği hususundaki maddelerdir.
KARAKOL CEMİYETİ
Biz Erzurum'da kongre kararlarının her tarafça anlaşılmasını ve topyekûn uygulanmasını sağlayıcı tedbirleri almaya çalışırken, bize Karakol Cemiyetinin Teşkilât-ı Umumiye Nizamnamesi , ve Karakol Cemiyetinin Vezaif-i Umumiye Talimatnamesi diye basılı bir takım kâğıtların, bütün orduya, komutan,subay, herkese dağıtıldığı bildirildi.
Bu yönetmeliği okuyan bana en yakın komutanlar bile, bu teşebbüsün benden geldiğini sanarak, birçok şüphe ve kararsızlıklara düşmüşler. Benim bir yandan kongrelerle açıkça ortak millî faaliyetlerde bulunurken, bir yandan da esrarengiz ve korkunç bir komite kurmaya çalıştığım zannına kapılmışlar. Gerçi, bu örgütün ve teşebbüslerin elebaşıları İstanbul'da bulunuyorlarmış; fakat, teşebbüslerini benim ad ve hesabıma yapmakta imişler.
Karakol Cemiyeti'nin genel kuruluş tüzüğü'ne göre, genel merkez üyeleri, sayıları, toplantı yer ve toplanış şekilleri, seçim usulleri ve görevlendirilmeleri kesinlikle gizli tutulur.
Bir de, en ufak bir sırrı açığa vuran, Karakol Cemiyeti'ne bir tehlike getiren, hattâ tehlikeye yol açabilecek bir şüphe uyandıran kimseler derhal idam edilir.
Genel Görev Yönetmeliği'nde de bir "millî ordu'dan" söz ediliyor ve "bu ordunun başkomutanı, büyük kurmay hey'eti, ordu, kolordu ve tümen komutanları ile kurmayları seçilmiş ve tayin edilmiş olup gizli tutulur. Bunlar görevlerini gizli olarak yaparlar" açıklaması okunur.
Efendiler, derhal komutanları uyararak, bu tüzük ve yönetmelik hükümlerini asla uygulamamaları gerektiğini ve bu teşebbüsün kaynağını araştırmakta olduğumu bildirdim.
Sivas'a varışımdan sonra, oraya gelen Kara Vasıf Bey 'den anladım ki, bu işi yapan kendisi ve bazı arkadaşları imiş.
Herhalde, bu hareket tarzı doğru değildi. Herkesi idam ile tehdit ederek bilinmeyen bir merkezin, bilinmeyen bir başkomutanın, bilinmeyen birtakım komutanların emirlerine uymak mecburiyetinde bırakmaya kalkışmak çok tehlikeliydi. Gerçekten de, bütün ordu mensuplarında biribirlerine karşı bir güvensizlik ve korku başladı. Söz gelişi,herhangi bir kolordu komutanının, benim komuta etmekte olduğum kolordunun acaba bilinmeyen gizli komutanı kimdir? Bu gizli komutan ne vakit ve nasıl komutayı ele alacak ve bana ne gibi bir işlem uygulayacak gibi haklı birtakım kuruntulara kapılması ihtimalden uzak değildi.
Sivas'ta Kara Vasıf Bey'e bu gizli merkezin, gizli başkomutanın ve gizli büyük kurmay hey'etinin kimler olduğunu sorduğum zaman, hepsi siz ve arkadaşlarınızdır, karşılığını vermişti. Bu beni büsbütün şaşırtmıştı. Böyle bir karşılık elbette akla yatkın olamazdı. Çünkü, bana asla böyle bir örgütlenmeden kimse söz etmiş ve iznimi de almış değildi.
Bu derneğin, sonradan, özellikle İstanbul'da yine aynı adla faaliyetini sürdürmeye çalıştığı anlaşıldıktan sonra, kuruluşunda ve bununla ilgili olarak bize vermek zorunda kaldıkları bilgilerde samimiyet bulunabileceği iddia edilemez.
AVRUPA'DAN BİRŞEY BAŞARAMADAN DÖNEN FERİT PAŞA'YA ÇEKTİĞİM TELGRAF
İstanbul Hükûmetini millî teşebbüsleri engellemekten vazgeçirmek, başarıda sağlayacağı çabukluk ve kolaylık bakımından önemli idi. Bu düşünce ile ve Ferit Paşa 'nın, tabiatıyla hiç bir şey basaramadan, adeta hakarete uğramış bir durumda İstanbul'a dönüşünden yararlanarak, kendisine 16 Ağustos 1919 tarihinde bir şifreli telgraf yazdım. Bu telgrafta başlıca şu cümleler vardır :
Mösyö Clemenceau (Klemanso)'nun, siz Sadrazam Hazretleri'nin yüksek şahsiyetlerine olan ayrıntılı cevabını, ben âcizleri son günlerde okuyunca İstanbul'a nasıl acı ve üzüntüler içinde dönmüş olduğunuzu takdir ediyorum. Vatanımızı paylaşma ve yok etme duşüncesini bu kadar açık ve haysiyet kırıcı bir şekilde ortaya koyan bu ifade karşısında titremeyecek duygulu bir insan düşünemiyorum. Tanrı'ya binlerce şükredelim ki, milletimiz, ruhundaki kahramanlık azmiyle, tarih boyunca sürüp gelen hayat ve varlığını, hiçbir zaman ne kaderin akışına ne de böyle cellâtça hükümlere kurban etmeyecektir.
Şimdi pek eminim ki, siz Sadrazam Hazretleri'nin yüksek şahsiyetleri,bugünkü genel durumu, devlet ve milletin gerçek çıkarlarını üç ay önceki gözlerle görmüyorlar.
Dokuz aydan beri iş başına gelen hükumetlerin hep biribirinden daha çok yıpranması ve sonunda da ne yazık ki, artık iş göremez bir duruma düşmesi, milletin yüksek haysiyeti karşısında doğrusu pek üzücü oluyor. Şurası bir gerçektir ki, vatan ve milletin mukadderatı adına içeride ve dışanda sesini duyurmak ve söz sahibi olabilmek, mutlaka millî iradeye dayanmayı şart kılar.
Hayat hakkı ve bağımsızlını için çalışan milletin amacındaki bu asalet ve ciddiyete karşılık, İstanbul Hükûmeti, düşmanca davranmak yolunu tutuyor. Bu davranış tarzı, elbette büyük bir üzüntü doğuruyor. Milleti, İstanbul Hükümeti'ne karşı istenmeyen hareketlere sürükleyebilecek niteliktedir. Çok açık olarak arz edeyim ki, millet her türlü iradesini kullanabilecek güçtedir. Teşebbüslerinin önüne geçebilecek hiçbir kuvvet yoktur.
İstanbul Hükûmeti'nin olumsuz teşebbüsleri hiçbir yerde hiçbir kimse tarafından uygulanamayacaktır. Millet, çizdiği program çerçevesinde pek kesin ve açık adımlarla hedefine doğru yürümektedir. İstanbul Hükûmeti'nin şimdiye kadar süregelen engelleyici teşebbüslerinin hiçbir yerde hiçbir etki yapamamakta olmasıyla, gerçek durumun takdir buyurulmuş olacağına şüphe edilemez.
İngilizlerin gösterdikleri yolda bir kurtuluş çaresi aramak da boşunadır ve sonucu bir hiçtir. Bununla birlikte, İngilizler de en sonunda kuvvetin millette olduğunu takdir ederek, hiçbir dayanağı olmayan ve millet adına hiçbir taahhütte bulunamayan, bulunsa bile milletçe kabul edilemeyecek olan bir hükumetle sonuç alınabilecek bir işe girişmenin mümkün olamayacağına inanmışlardır .........
Bütün dilekler şu noktada birleşmiştir ki, hükumet meşru olan milli akımı engellemeye çalışmaktan vazgeçerek, Kuva-yı Milliye'ye dayansın ve bütün teşebbüslerinde kendine millî gayeyi rehber edinsin.
Bunun için de millî varlığı ve millî iradeyi temsil edecek olan Meclis-i Meb'usan'ın en kısa zamanda toplanmasını sağlasın!.......
-
SİVAS KONGRESİ HAZIRLIKLARI
Efendiler, Sivas'ta toplanmasını sağlamaya çalıştığımız kongreye her taraftan temsilci seçtirmek ve onların Sivas'a gelmelerini sağlamak üzere, daha Amasya'da iken başlamış olan çalışma ve yazışmalar devam ediyordu. Bütün komutanlar ve birçok vatansever her yerde olağanüstü bir çaba harcıyorlardı.Ne var ki, yine her tarafta olumsuz ve aleyhte propagandalar ve özellikle İstanbul Hükûmeti'nin engelleyici tedbirleri işi güçleştiriyordu.
Bazı yerlerden hem temsilci seçmiyorlar hem de maneviyat kıracak ve herkesi ümitsizliğe düşürecek cevaplar veriyorlardı. Örnek olarak,20' nci Kolordu Komutanı adına Kurmay Başkanı Ömer Halis Bey'in İstanbul'dan gelen bilgileri içine alan 9 Ağustos 1919 tarihli şifresinde, şu maddeler dikkate değer görüldü :
1- İstanbul temsilci göndermiyor. Oradaki işleri uygun bulmakla birlikte, cür'etli bir duruma girmeyi de istemiyor.
2 - İstanbul'dan temsilci göndermek imkânsızdır. Gönderilmek istenen kimseler, orada verimli, başarılı iş göreceklerine emin olmadıklarından dolayı, boşuna masraf etmemek ve yolculuk sıkıntılarına katlanmamak için hareket etmiyorlar. (Bilindiği üzere, bazı kimseleri özel birer mektupla da davet etmiştik. )
Biz, her yerden temsilci seçtirmek ve göndertmekte karşılaşılan güçlükleri yenmeye çalışırken, öte yandan kongrenin toplanması için en güvenli bir yer olarak seçtiğimiz Sivas'ta da bir telâş ve heyecan başladı.
Efendiler, burada, sırası gelmişken arz edeyim ki, ben Sivas'ı gerçekten de her bakımdan güvenli bir yer saymış olmakla birlikte, daha Amasya'da iken Siıvas'a gelen bütün yollar üzerinde uzaktan ve yakından her türlü askerî tedbir ve tertipleri aldırmayı da ihtiyatlı olmanın gereği saymıştım.
SİVAS VALİSİNİN ENDİŞELERİ
Sivas'ın heyecanı şöyle öğrenildi. 20 Ağustos günü öğleyin, Sivas Valisi Reşit Paşa tarafından telgraf başına davet olunduğum zaman, Paşa'nın uzun bir telgrafı veriliyordu. O telgraf şudur :
Erzurum'da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Önce, rahatsız ettiğim için beni bağışlamanızı diler ve zâtı devletlerinin sağlığını sorarım. Neden rahatsız ettiğimi aşağıda arz ediyor ve açıklıyorum efendim. Görünüşte, Fransızlara ait kuruluşları teslim almak, gerçekte buraların durumu konusunda incelemelerde bulunmak üzere, Cizvit papazlarıyla birlikte İstanbul'dan önceki gün Sivas'a gelerek valilik makamını ziyaret eden Fransız subaylarının ziyaretlerini iade için dün sabah yanlarına gitmiştim. Ziyaret ve görüşmenin sonunda orada hazır bulunan Fransız binbaşılarından Jandarma Müfettişi Mösyö Brunot(Brüno) biraz özel görüşmek isteğinde bulunarak bendenizi başka bir odaya aldı. Söylediği sözleri olduğu gibi aktarıyorum :
Mustafa Kemal Paşa ile Kongre Hey'etinin Sivas'a gelerek burada da bir kongre yapacaklarını işittim. Bunu İstanbul'dan gelen Fransız subayları söylediler. Sizinle bu kadar samimi görüşüp şahsınıza karşı pek çok saygı duyarken bu konuyu benden saklamanıza çok üzüldüm, dedi. Bendeniz de gereken cevabı vererek kendisini inandırmaya çalıştımsa da son söz olarak :
"Eğer Mustafa Kemal Paşa Sivas'a gelir ve burada kongre yapmaya kalkışırlarsa, beş on gün içinde buraları, işgal etme kararının verildiğini kesin olarak biliyorum. İnanmazsanız, gerçekleştiğinde görürsünüz. O zaman vatanınızın felâketini hazırlayanlar arasına siz de girmiş olursunuz sözlerini söyledi. Dahiliye Nezareti'nden aldığım şifreli telgraf da başka şekilde yazılmış olmakla birlikte aynı kanaati verecek nitelikte idi. Yeni gelen Fransız subaylarından biri de dün kolordu komutanı ile uzun uzadıya görüşerek, kongre hakkında komutan beyefendi'nin düşüncesini anlamaya çalıştığı gibi, bu sabah da Mösyö Brunot bendenize gelerek saat 15.00'te öteki Fransız subaylarıyla birlikte kongre hakkında görüşüleceğini, ancak kendisinin aradaki samimiyet dolayısiyle daha önce ayrıca görüşmek istediğini bildirdi. Bir süre konuşulduktan sonra sonuç olarak şunu da ekledi : "Ben dünden beri bu mesele üzerinde çok düşündüm.Sonunda şuna karar verdim ki, eğer Mustafa Kemal Paşa ile Kongre Hey'eti, Sivas Kongresi'nde İtilâf Devletleri aleyhine kışkırtmalarda bulunmazlar ve onlar hakkında saldırgan bir dil kullanmazlarsa, kongrenin toplanmasında hiçbir sakınca yoktur. Bizzat ben General Franchetd'Esperey (Franşe Despere)'ye yazar, Mustafa Kemal Paşa hakkındaki tutuklama emrini geri aldırır ve kongrenin toplanmasına engel olunmaması için Dahiliye Nezareti'nden size emir verdiririm. Ancak, şu şartla ki, siz de benden hiçbir şeyi saklamayacaksınız ve samimî dostluğumuzdan dolayı birbirimize karşı daima açık bir dil kullanacağız. Yalnız, kongrenin toplanma tarihini öğrenmek gerekir" dedi. Bendeniz de kendisine bu konuda bir şey bilmediğimi, öğrendiğimde kendisine bildireceğimi ve aradaki dostluğa dayanarak hiçbir şeyi saklamayacağımı söyledim.
Binbaşının işgal konusunda dünkü kesin ifadesine rağmen bugünkü yumuşaklığının sebebini, bütün incelikleri gören yüksek dikkatinize arz etmeyi görev bilir ve bu hususta sözü uzatmayı gereksiz sayarım. Öyle anlaşılıyor ki, bunların düşüncesi, kongreyi Sivas'ta toplatmaya razı görünerek sayın kongre üyeleri ile sizi burada toplamak ve el altından hazırlıklarda bulunarak bütün arkadaşları ele geçirmekten ve işgal mes'elesini de bir oldu bitti haline getirmekten ibarettir. Dün akşam Dahiliye Nezareti'nden aldığım şifreli telgraf da, başka şekilde yazılmış olmakla birlikte, nitelik bakımından hemen hemen aynı idi. İşte bendeniz her gerçeği gizli tutulmak istirhamı ile efendimize arz ediyorum. Bundan sonra tutulacak yolun tayini size düşer. Entrikalı bir tehlikenin bu kadar yakın ve âdeta elle tutulacak derecede görünürde olduğunu bilip dururken, durumdan zâtıâlîlerini haberdar etmemeyi ve dolayısıyla Sivas'ta kongre toplanmasından vazgeçilmesini arz etmemeyi vicdanıma sığdıramadım. İşte bunun için zâtıdevletlerinden ve orada bulunan diğer sayın arkadaşlardan pek çok rica ederim ki,ikinci bir kongrenin toplanmasına mutlak bir ihtiyaç yoksa vazgeçilsin.Varsa,dört yandan işgali pek kolay olan Sivas'ın toplantı merkezi olmasından vazgeçilerek,işgal ihtimali pek uzak olan Erzurum'da veyahut uygun görülürse,Erzincan'da toplanması çarelerinin araştırılmasını,memleketin selameti adına istirham ederim.Kolordu komutanı Salahattin Beyefendi de bu husustaki düşüncelerini ayrıca Kazım Paşa Hazretleri vasıtasıyla size yazacaklardır.Şimdi yanımda bulunan eski Sivas milletvekili Rasim Bey de,eski Erzurum Milletvekili Hoca Raif Efendi Hazretleri 'ne bu husustaki bilgi ve görüşlerini bildiren bir telgraf çekecektir. Elbette, okuduktan sonra, Hoca Raif Efendi Hazretleri' nin Ilıca'dan dönüşünde kendilerine yollamak lutfunda bulunursunuz. İşte efendim durum bu merkezdedir. Herkesçe bilinen vatanseverliğinize karşı fazla rahatsızlık vermekten çekinir, cevabınızda vereceğiniz emrinizi beklerim efendim. İşte Rasim Bey'in telgrafı.
Reşit
Bu telgrafa orada verdiğim cevabı olduğu gibi arz edeceğim. Ertesi gün Heyet-i Temsiliye adına da aynı nitelikte uzun bir telgrafla vali yatıştırılmaya ve inandırılmaya çalışıldı. Ayrıca Kadı Hasbi Efendi'ye de dolaylı olarak bir telgraf çekildi. Kolordu Komutanı'na da gerektiği gibi yazıldı. Rasim Bey'e de endişeye kapılmaması için kendim yazdım.
Sivas Valisi Reşit Paşa Hazretleri'ne
20/8/1919 Saat : 13.00
Verdiğiniz bilgilere ve yüksek düşüncelerinize özellikle teşekkürümü arz ederim. Mösyö Brunot ve arkadaşlarının bir gözdağı vermek için söyledikleri sözleri tamamiyle blöf olarak saydım. Sivas Kongresi'nin toplanması yeni bir mesele değildir; aylarca öncesinden dünyaca bilinen bir teşebbüstür. Gariptir ki, İstanbul da bulunan yetkili Fransız siyaset adamlarının da bana gönderdikleri haberler, Anadolu'da millet tarafından girişilmekte olan teşebbüslerin pek haklı ve meşru olduğu, milletimizin istekleri kendilerine ve açıkça bildirildiği takdirde, bunları memnunlukla kabul ile gereğini yerine getireceklerine dair şimdiden yazılı güvence vermeye hazır oldukları şeklindedir. Mösyö Brunot'nun ikinci görüşmede ağız değiştirmesi ve yumuşaması, beni kazanma maksadına dayanabilir. Binbaşı Brunot'nun dediği gibi Sivas'ın Fransız'lar tarafından beş gün içinde işgali o kadar kolay bir şey değildir. Zâtıdevletinizin hatırında olsa gerekir ki, İngilizler bu konudaki tehditlerinde daha ileri giderek Batum'daki askerlerinin Samsun'a çıkarılmasına karar verdiler. Hatta sözde beni yıldırmak için, bir tabur bile çıkardılar. Fakat, bu teşebbüse karşı, milletin sarsılmaz bir azim, iman ve ateşle karşı koyacağı gerçeği kendilerince anlaşıldıktan sonra, hem kararlarından vazgeçmeye hem de Samsun'a çıkarmış oldukları askerleriyle birlikte orada bulunan taburu da alıp götürmeye mecbur olmuşlardır. Sivas Kongresi'nde ele alınacak hususlar da Erzurum Kongresi bildirisi'ndeki maddelerden kolaylıkla anlaşılacağına göre,İtilaf devletleri aleyhine kışkırtmalarda bulunmak gibi maksatlar asla söz konusu değildir. Burada şunu da arz edeyim ki, bendeniz ne Fransızların ve ne de herhangi bir yabancı devletin yardımına tenezzül eden şahsiyetlerden değilim, Benim için en büyük korunma yeri ve yardım kaynağı milletimin bağrıdır. Kongrenin gereği, zaman ve toplanma yeri hakkında söz sahibi olmak, bendenizin şahsî hükmünün pek üstünde bir söz sahibi olan millet kararına bağlı bir durumdur. Yalnız, tahmin buyurulduğu gibi, Fransızların, kongre üyelerinin Sivas'ta toplanmasına taraftar görünerek, sonradan onları ele geçirme imkânını bulabilmesi bizce pek uzak kuruntulardandır. Bütün bu arz ettiklerimi Mösyö Brunot'ya aynen söylemenizde hiçbir sakınca görmüyorum. Bu münasebetle Mösyö Brunot ve arkadaşlarına, milletimizi savunmak için, Erzurum Kongresi Bildirisi ile, bütün dünyaya olduğu gibi kendilerinin İstanbul'daki siyasî temsilcilerine de duyurmuş olduğu temel kararları uygulamakta hiçbir şekilde kararsızlığa düşmesine imkan bulunmadığı bildirilmiş olur. Mösyö Brunot bilmelidir ki, Fransızların Sivas'ı işgale karar vermeleri, kendilerine pek pahalıya mal olabilecek yeni kuvvetlerle ve çok paralarla yeni bir harbe karar vermelerine bağlıdır. Böyle bir kararın, Jandarma Binbaşısı Mösyö Brunot ve arkadaşları arasında söz konusu edilse bile, Fransız milletince kabul edilebileceğine ihtimal verilemez.
Milletvekili Rasim Bey' in, Raif Efendi Hazretleri ne olan telgrafını okudum. Korkmanın yeri olmadığının kendisine bildirilmesini rica ederim.
Gerek bendenize vermiş bulunduğunuz bilgi ve düşünceleri gerek Rasim Bey'in telgrafını Hey'et-i Temsiliye'ye olduğu gibi takdim edeceğim yalnız, Sivas Kongresi hakkındaki kesin karar ancak Hey'et-i Temsiliye'nin görüşmeleri sonunda belli olacaktır. Alınacak karar, yüksek şahsiyetinize elbette arz olunacaktır.Yalnız, bugün için istirhamım, Brunot'nun tehditlerinin halk arasında yayılıp maneviyatın bozulmasına engel olunmasıdır. Samimî saygılarımın kabulünü ve Sâlahattin ve Refet Beyefendi'lere selâmımın bildirilmesini istirham ederim. Muhterem Paşa Hazretleri.
Mustafa Kemal
(Verilen Cevap Üzerine Reşit Paşa'dan Alınan İkinci Telgraftır)
Bendeniz anlayabildiğim kadarını Efendimize arz etmekle vicdani görevimi yerine getirmiş oluyorum. İstanbul'daki Fransız ordu ve siyaset adamlarının görüşlerini ve zâtıdevletlerine karşı vermiş oldukları sözlerin ne dereceye kadar güvenilebilir olduğunu kestirememekte haklıyım. Şüphe götürmez olan vatanseverliğiniz açısından vatanın kurtuluşu söz konusu olduğuna göre, iyice düşünerek tutulması gerekli yolun belirlenmesi Efendimize ve yüksek kongre hey'etinin orada bulunan sayın üyelerine düşer. Emirlerinizi yerine getireceğimizi arz ile derin saygılarımı sunarım, efendim.
Reşit
Efendiler, Diyarbakır ve Bitlis dolaylarındaki halkı aydınlatmak maksadıyla, oralarda ordu komutanı olarak bulunduğum sıralarda, bir kısmını şahsen tanıdığım birtakım ileri gelenlere özel mektuplar yazdım.Van, Bayezıt ve yakınlarında bulunan bazı aşiret beyleri ile de ilişki ve bağlantılar kurdum.
ERZURUMDAN AYRILMA GEREĞİ
Nihayet, Efendiler, Ağustos içinde, her yerden bir takım temsilcilerin Sivas'a doğru yola çıktıkları ve kısmen Sivas'a gelmeye başladıkları anlaşıldı. Sivas'a gelen temsilciler tarafından bizim Sivas'a ne zaman hareket edeceğimiz sorulmaya başlandı.
Artık, Erzurum'dan ayrılmak gerekiyordu. Fakat, şimdiye kadar verdiğim bilgilerden anlaşılmıştır ki, Sivas Kongresi, Doğu ve Batı illeri ile Trakya'nın yani bütün bir memleketin birliğini sağlamak gayesini güdüyordu. Bu sebeple kongrede Doğu illerinin de temsilcileri bulunmak gerekirdi. Bu illerden Sivas Kongresi için temsilciler seçtirmeye kalkışmak ise, uygulanması bakımından değeri olmayan bir düşünceydi. Erzurum Kongresi'ni yapan temsilcilerin, Sivas'a gönderilmesine kalkışmanın da mümkün olamayacağı anlaşılıyordu. Zaten Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına, kendi illerinden yetki almış olan bu temsilcilerin daha genel bir gayeye yönelen yetkileri de yoktu. Bu bakımdan Erzurum Kongresi'nin, Sivas Kongresi'ne Doğu'daki seçim bölgeleri adına,bir temsilci hey'et gönderme yetkisini alamayacağı da belliydi.
Yeniden temsilci seçtirmeye kalkışmak pratik bakımdan ne kadar geçersiz idiyse, birtakım teorik fikir çerçevesi içinde sıkışıp kalmak da o kadar geçersiz idi.
En basit ve çıkar yol, Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin Temsil Hey'eti'ni Sivas'a götürüp kongreye katmaktan ibarettir.
Üyelerden Mutki aşiret reisinin Mutki dağlarından çıkmaktan korktuğunu bilirdim. Siirt milletvekili Sadullah Bey de ortada yok.
Servet ve İzzet Bey'ler kongre biter bitmez birer mazeretle Trabzon'a gitmiş bulunuyorlar.
Erzurum'da Rauf Bey ve Raif Efendi var.Raif Efendi de özür diliyor.
Yolumuz üzerinde, Erzincan'da Şeyh Fevzi Efendi'yi bulabileceğiz.
Servet ve İzzet Bey'leri davet ettim, gelmediler. Raif Efendi've bizimle birlikte gelmesi için rica ettik, kabul etti.
Nihayet, Hey'et-i Temsiliye üyeleri olarak Erzurum'dan üç kişi, Erzincan'dan bir kişi ve Sivas'ta bulduğum Bekir Sami Bey ile beş kişi olduk. Sivas kongresi'ne katılan temsilcilerin ellerindeki kartları inceleme gereği duyulduğu, zaman, ben, orada şöyle bir belge hazırladım ve altına Hey'eti Temsiliye'nin mührünü bastım.
"Hey'et-i Temsiliye'den :
Mustafa Kemal Paşa
Rauf Bey
Ulemadan Raif Efendi
Şeyh Fevzi Efendi
Bekir Sami Bey
Yukarıda adları yazılı şahıslar, Doğu Anadolu adına Sivas Kongresi'nde bulunmak üzere Erzurum Kongresi'nce görevlendirilmiştir. ( Mühür)
Efendiler, Erzurum'dan ayrıldığımız tarih 29 Ağustos 1919'dur.
SİVAS YOLUNDA
Amasya'dan Erzurum'a gelirken, Sivas'ta küçük bir hikâyeye konu olan olay hatırlarınızdadır. Gariptir ki, Erzurum'dan Sivas'a giderken de buna benzer küçük bir durumla karşılaştık.
Erzincan'dan batıya hareket ettiğimiz günün sabahı, Erzincan Boğazı'nın girişine gelir gelmez, bazı Jandarma erlerinin ve subaylarının heyecanlı ve telâşlı bir şekilde otomobillerimizi durdurduklarını gördük.
Durumu açıkladılar : "Dersim Kürtleri 'boğazı tutmuşlardır. Tehlike var. Geçilemez."
Bir subay, merkeze kuvvet gönderilmesini yazmış. O kuvvet gelince tertibat alacak, hücum edecek ve eşkiyayı püskürterek yolu açacakmış.
Pek iyi ama, bu eşkiyanın kuvveti nedir? Neresini nasıl tutmus? Ne kadar kuvvet ve ne vakit gelecek?
Bu sorunlar çözülünceye kadar, geri Erzincan'a dönmek ve kimbilir nice günler beklemek gerekir. Bizim ise, işimiz pek aceleydi. Ben Erzurum ile Sivas arasındaki yolu belli bir zamanda katedip kararlaştırılan günde Sivas'ta bulunamazsak, şurada veya burada şu veya bu sebeple korkup kaldığım, Sivas'ta ve başka yerlerde duyulursa, panik başlayabilir, işler altüst olabilirdi.
O halde karar? Tehlikeyi göze alıp yola devam etmek. Başka çaremiz de yoktu. Yalnız ufak bir tedbir almayı uygun buldum.
Hafif makinalı tüfeklerle silâhlanmış olan fedâkâr arkadaşlarımızdan birkaçını - şimdi bir alay komutanı olan Osman Bey ki Tufan Bey adıyla tanınmıştır. Bunların başında idi - bir otomobille kendi otomobilimizin önüne geçirdik. Sağdan soldan gelecek uzak mesafedeki ateşlere aldırış etmeyerek, otomobiller, şose üzerinde sür'atle ilerlemeye devam edecekler. Vurulan, ölen olursa, onlarla meşgul olunmayacak... Tam şose üzerinde ve yakınında, şoseyi kapamış olan eşkıyaya rastlanırsa, hepimiz otomobillerden atlayacağız ve bunlara hücum ederek yolu açacağız. Kalanlar tekrar kullanılabilir durumdaki otomobillere binerek ve sür'atle uzaklaşarak yola devam edecekler... İşte verilen emir de buydu. . .
Bu tedbiri ve bu arzdaki hareketi yerinde ve emniyetli görmeyenler bulunabilir. Gerçi bu tarihlerde Elâzığ Valisi Ali Galip Bey'in Dersim'de dolaştığı, bazı propadganda ve tertiplere giriştiği bilinmekte idiyse de, açıklayayım ki, ben, önce, boğazın gerçekten tutulmuş olduğuna inanmadım. Bunu İstanbul Hükûmeti'ne hizmet edeceklerini tahmin ettiğim bazı kimseler tarafından, sırf beni geri dönmeye mecbur etmek için kurulmuş bir plân olarak kabul ettim. İkincisi, eğer Dersim Kürtleri boğazı tutmuşlarsa, bunların alabilecekleri tertibatın, uzak tepelerden yola ateş etmekten ibaret kalması bence çok muhtemeldi.
Özet olarak, yürüdük, boğazı geçtik ve 2 Eylül 1919 günü Sivas'a vardık. Halkın, şehrin çok uzaklarından başlayan büyük ve parlak gösterileriyle karşılandık.
3' üncü Kolordu Komutanı olan Salâhattin Bey, Sivas'ta bulunuyordu. Vali Paşa ile birlikte, kongreye gelen temsilcilerin yerleştirilmesinde, Hey'et-i Temsiliye için lise binasının ve kongrenin yapılacağı salonun hazırlanmasında, ayrıca her türlü tedbirin alınmasında, bir konukseverlik örneği verecek şekilde mükemmel çalışmışlardır.
Refet Bey orada değildi. Nerede bulunduğunu da kimse bilmiyordu. 7 Temmuz 1919 tarihli genelgemiz uyarınca, kendi bölgesi olan 3' üncü Kolordu bölgesinden ayrılmaması gerekir ve özellikle tam Sivas'ta kongre yapılacağı günlerde, orada bulunması uygun düşerdi. Haberleşme sonunda kendisinin Ankara'da olduğu anlaşıldı. Ankara'da Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa'ya "derhal ve mutlaka Sivas'a gönderilmesini" emrettim. 7 Eylül'de geldi ve Hey'et-i Temsiliye üyesi olarak tarafımdan Kongre Hey'eti'ne takdim edildi.
Efendiler, bizden önce gelmiş olan temsilciler, gelişimizi beklerken, aralarında toplantılar yapmışlar ve hazırlık olarak bazı tasarılar kaleme almışlar.
Bizim gelişimizden sonra da bazı özel toplantılar ve görüşmeler yapılmış. Bu defa bazı kararlar da verilmiş. Müsaade ederseniz, çok karakteristik olduğu için bu noktayı açıklayayım :
SİVAS KONGRESİ AÇILIYOR
Sivas Kongresi, 1919 Eylülünün 4'üncü Perşembe günü saat 14.00 te açıldı. Öğleden önce temsilciler arasında bulunan ve öteden beri şahsen tanıdığım Husrev Sami Bey yanıma gelerek şöyle bir haber getirdi : Rauf Bey ve diğer bazı kimseler Bekir Sami Bey'in evinde özel bir toplantı yapmışlar ve beni başkan yapmamaya karar vermişler. Arkadaşların, özellikle Rauf Bey'in böyle bir davranış içine girmesine asla ihtimal vermedim. Husrev Sami Bey'e itiraf edeyim ki, biraz ciddi olarak, böyle anlamsız sözleri bana getirmemesi uyarısında bulundum. Verdiği haberin aslı olmak imkân ve ihtimali bulunmadığını, arkadaşlar arasında, yanlış anlaşılmalara yol açabilecek sözler sarfedilmesinin doğru olmadığını da ekledim.
Efendiler, ben bu kongrede başkanlık meselesine önem vermiyordum. Başkanlığa, belki yaşlı bir zatın getirilmesinin uygun olacağını düşünüyordum. Bu maksatla, bazı arkadaşların da düşüncelerini yolladım. Bu arada, kongre salonuna girmeden önce koridorda Rauf Bey'e rasladım. Kimi başkan yapalım? dedim. Rauf Bey, âdeta heyecanlı bir sesle, zaten söylemeye hazırlanmış olduğu o anda halinden anlaşılan bir tavırla ve keskin bir dille : Sen başkan olmamalısın. dedi. Derhal Husrev Sami Bey'in verdiği haberin doğruluğuna inandım ve doğrusu üzüldüm. Gerçi, Erzurum Kongresi'nde de benim başkanlığımı sakıncalı görenler vardı. Fakat onların nasıl kimseler olduklarını belirtmiştim. Bu defa en yakın arkadaşlarımın aynı zihniyeti açığa vurmaları beni düşündürdü. Rauf Bey'e :Anladım, Bekir Sami Bey'in evinde aldığınız kararı bana bildiriyorsun dedim ve cevabını beklemeden yanından uzaklaşarak kongre salonuna girdim.
Kongrenin açılmasından sonra ilk söz alan bir yüksek zatın kongre zaptına aynen geçmiş olan şu konuşmasını dinledik :
- Efendim, şimdi tabiî başkanlık meselesi söz konusu olacak. Bendeniz başkanlığın birer gün veyahut birer hafta devam etmek üzere sıra ile yapılmasını ve üyelerin veya temsil edilen il ve sancak adlarının baş harfleri esas alınarak alfabe sırasına uyulmasını teklif ediyorum.
Efendiler, garip bir tesadüftür ki, bu teklif sahibinin temsil ettiği ilin adı elif (A) ile başladığı gibi, kendi adının ilk harfi de (A) ile başlıyordu. Ben davet sahibi sıfatıyla bir konuşma yaparak kongreyi açtıktan sonra, geçici olarak başkanlık makamında bulunuyordum.
- Buna neden gerek duyuluyor, efendim? diye sordum.
Teklif sahibi : Bu şekilde işin içine şahsiyat karışmamış olacağı gibi, eşitlik ilkesine uyulduğu için dışarıya karşı da olumlu bir etki yapmış olur dedi.
Efendiler, ben, vatanın, teklif sahibi ile birlikte bütün milletin ve hepimizin bir felâket çıkmazında bulunduğumuzu gözönüne getirerek, kurtuluş çaresi olduğuna inandığım teşebbüsleri, sonsuz güçlük ve engellere rağmen, maddî, manevî bütün varlığımla bir sonuca ulaştırmaya çalışırken, benim en yakın arkadaşlarım daha dün İstanbul'dan gelmiş ve tabiî olarak işin içyüzünü bilmeyen, saygı duyduğum yaşlı bir zatın diliyle, bana şahsiyattan söz ediyorlar.
Bu teklifi oya koydum. Çoğunlukla reddettiler. Başkan seçimini gizli oyla yaptırdım. Üç olumsuz oya karşı, beni başkan seçtiler.
SİVAS KONGRESİNİN UĞRAŞTIĞI İŞLER
Sivas Kongresi'nin gündemini, Erzurum Kongresi'nin tüzük ve bildiri metinleri ile, bizden önce Sivas'a gelmiş olan yirmi beş kadar üyenin hazırladığı bir muhtıra oluşturacaktı.
İlk açılış günü olan 4 Eylül ile, beşinci, altıncı günler yani üç gün, İttihatçı olmadığımızı ispat için yemin etmek gerektiğinden, yemin formülü hazırlamakla, Padişah'a sunulacak bir yazı yazmakla, kongrenin açılışı dolayısıyla gelen telgraflara cevap vermekle ve özellikle, kongre siyasetle uğraşaçak mı uğraşmayacak mı konusunun tartışması ile geçti. İçinde bulunulan mücadele ve yapılan işler siyasetten başka bir şey değilken, bu son konuyu tartışmak, hayretle karşılanacak bir durum değil midir?
En sonunda, Kongrenin dördüncü günü asıl maksada geldik ve aynı günde, Erzurum Kongresi Tüzüğü'nün metnini görüşerek hemen bir sonuca bağladık. Çünkü, Erzurum Kongresi'nin Tüzüğü'nde yapılması gereken değişiklikleri zaten hazırlamış ve gereken kimseleri de aydınlatmış bulunuyorduk.
Bununla birlikte, yapılan değişiklikler sonradan bazı itirazlara, anlaşmazlıklara, birçok yazışma ve tartışmalara yol açtığı için, değiştirilen noktaların önemli olanlarına işaret edeceğim :
1- Derneğin adı Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti idi. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti oldu.
2 - Hey'et-i Temsiliye, bütün Doğu Anadolu'yu temsil eder yerine Hey'et-i Temsiliye bütün vatanı temsil eder dendi. Mevcut üyelere altı kişi daha eklendi.
3 -Her türlü işgal ve müdahaleyi Rumluk ve Ermenilik kurma gayesine bağlı sayacağımızdan, topyekün savunma ve direnme ilkesi kabul edilmiştir yerine her türlü işgal ve müdahalenin özellikle Rumluk ve Ermenilik kurma gayesine yönelmiş faaliyetin reddi konularında topyekun savunma ve direnme ilkesi kabul edilmiştir denildi.
Bu iki cümlede anlam bakımından elbette büyük fark vardır. Birincisinde İtilâf Devletlerine karşı düşmanca tavır alma ve direnmeden söz edilmiyor. İkincisinde bu husus açıklık kazanıyor.
4 - Tüzüğün dördüncü maddesinde yer alan konu oldukça tartışmalı geçti. Madde şuydu :
Osmanlı Hükûmeti'nin yabancı devletlerin baskısı karşısında, buraları (yani Doğu illerini) bırakmak ve ilgilenmemek zorunda kaldığı anlaşılırsa, alınacak idarî, siyasî, askerî tedbirlerin tayin ve tespiti yani geçici bir vekalet kurma konusu.
Sivas Kongresi Tüzüğü'nün bu maddesindeki buraları yerine yurdumuzun her hangi bir parçasını bırakmak ve ilgilenmemek şeklinde daha geniş ve genel bir kayıt kondu.
-
AMERİKAN MANDASI İÇİN PROPAGANDALAR
Bundan sonra, 8 Eylül toplantısında sözünü ettiğim muhtıra ele alındı. Bu muhtırada başlıca Amerikan mandası üzerinde duruluyordu.
O günlerde, İstanbul'dan gelen bazı kimseler Amerikalı Mistez Brown (Bravn) adında bir gazeteciyi de Sivas'a getirmişlerdi.
Bu konu üzerinde kongrede geçen görüşmelere yer vermeden önce,yüksek hey'etinizi yeterince aydınlatabilmek için, bazı, ön bilgiler arz edeyim. Bu bilgiler, Erzurum'dan beri başlayan bazı haberleşmelerden daha iyi anlaşılacağı için, onları olduğu gibi sunacağım :
Güvenlikle ilgili ve çok ivedi Amasya, 25/26.7.1919
Erzurum'da 3' üncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkaılığı'na
1-Mustafa Kemal Paşa'ya özel : Bu gün 25 Temmuz 1919 akşamı Bekir Sami Beyefendi Amasya'ya geldiler. Kendileri ile uzunca bir süre görüşmek şerefine eriştim. Mustafa Kemal Paşa'ya ve Rauf Beyefendi'ye saygılarını sunarlar. Kendisi aşağıdaki düşüncelerini arz etmekliğimi rica etmiştir.
2 - Bağımsızlık, elbette istenir ve tercih edilir. Ancak, tam bağımsızlık istediğimiz takdirde, vatanın birçok parçalara ayrılacağı kesin ve şüphesizdir. Şu halde, iki üç ili içine almaktan ibaret olacak bağımsızlığa, vatanımızın bütünlüğünü garanti altına alacak yabancı bir devletin himayesi (mandaterlik) elbette tercih edilir. Osmanlı ülkesinin tamamını içine alan meşruluğumuz ve dışarıdaki temsil hakkımız eskiden olduğu gibi devam etmek şartıyla, belirli süre için Amerika mandasını istemeyi milletimiz için en yararlı bir çözüm şekli olarak kabul ediyorum. Bu konuda Amerika temsilcisiyle görüştüm. Birkaç kişinin değil,bütün bir milletin sesini Amerika'ya duyurmak gerektiğini söyledi ve aşağıdaki şartlar çerçevesinde Wilson'a, Senato'ya ve Amerikan Kongresi'ne başvurulmasını teklif etti :
a) Adil bir hükumetin kurulması,
b) Öğretim ve eğitimin yayılması ve genelleştirilmesi,
c) Din ve mezhep hürriyetinin sağlanması,
d) Gizli anlaşmaların kaldırılması
e) Bütün Osmanlı ülkesini sınırları içine alacak şekilde, Amerikan Hükûmeti'nin bizi kumandası altına almayı kabul etmesi.
3 - Bundan başka kongremizin seçeceği bir hey'eti, Amerika'ya bir zırhlı ile göndermeyi de temsilci üzerine almıştır.
4 - Bekir Sami Bey, daha bir iki gün buralarda kalacağından, her türlü emir ve talimatın benim aracılığımla gönderilmesini, özellikle Sivas Kongresi'nin ne zaman toplanacağının ve kendilerinin o güne kadar nerede beklemesinin uygun olacağının bildirilmesini istirham eylemekte olduğu.
5' inci Kafkas Tümeni Komutan Vekili Arif
Şifre İvedi ve kişiye özel Erzurum
Amasya'da 5' inci Tümen Komutanlığına
1- Şimdi Amasya'da bulunan eski Vali Bekir Sami Beyefendi'ye özel : Zâtıâlîlerinin telgrafından çok yararlandık, Toplanmış bulunan Vilâyat-ı Şarkiye Kongresi hemen her tarafta kendi memleketleri halkınca etkili,hatırı sayılır ve söz sahibi olarak tanınmış kimselerden kurulmuş yetkili bir hey'et durumundadır. Bu kongrede, şimdiye kadar yapılan görüşmelerde, devlet ve milletin istiklâlinin bölünmezliği ısrarla savunulmaktadır. Bu bakımdan, bizce de daha şartları ve niteliği belirsiz olan bir Amerika mandaterliğinden kongrede doğrudan doğruya söz edilmesi pek sakıncalı olacağından, zâtıâlîlerinin İstanbul'da temasta bulunduğu kimselerle yaptığı görüşmelere dayanarak aşağıdaki noktaların açıklanmasını ve bizleri hemen aydınlatmanızı özellikle rica ederiz. Bundan önce de doğrudan doğruya İstanbul'dan gelen bu konudaki bilgiler şüpheli görüldüğünden, aynı esaslar çerçevesinde açıklama istendiği gibi, 21 Temmuz 1919 tarihinde Sivas'ta Refet Bey vasıtasıyla İstanbul'dan alınan bilgilerde de yine şüpheli noktalar bulunduğundan, oradan da şartlar hakkında kestirmeden açıklama istenmiştir.
a) Tam bağımsızlık istendiği takdirde, vatanın birçok parçalara ayrılacağı kesin ve şüphesizdir, buyuruluyor. Bu görüşün kaynağı nedir?
b) Vatanın bütünlüğünden maksat, memleketin bütünlüğü mü, yoksa hakimiyet hakları mıdır?
c) Osmanlı ülkesinin tamamını içine alan meşruluğumuz ve dışarıdaki temsil edilme hakkımız eskiden olduğu gibi devam etmek şartiyle mandaterlik istemeyi en yararlı bir çözüm olarak kabul buyuruyorsunuz, Ancak, temsilcinin ileri sürdüğünü bildirdiğiniz maddeler ile bu şekil biribiri ile çelişmiş görünüyor.Çünkü, meşruluğumuz eskiden olduğu gibi devam ettiği takdirde, hükûmet, yasama gücünün güvenine sahip ve denetimine tâbî bir hey'etten ibaret olur ki, artık bu hey'etin kuruluşunda Amerika'nın müdahalesi ve etkisi olamaz. Bu durumda ya meşruluk devam edecektir ve Amerika'dan âdil bir hükümetin kurulmasını istemeye gerek yoktur. Yahut da, istendiğine göre, meşruluğun devamı sözden ibaret kalır.
d) Öğretim ve eğitimin yayılmasından ve genelleştirilmesinden maksat nedir? İlk anda hatırımıza gelen, memleketin her tarafında Amerikan okullarının açılmasıdır. Çünkü daha şimdiden yalnız Sivas'ta yirmi beş kadar okul açmışlardır ki, yalnız bir tanesinde bin beş yüz kadar Ermeni öğrenci vardır. Bu durum karşısında Osmanlı ve İslâm ve öğretim ve eğitiminin yayılması ve genelleştirilmesi ile bu teşebbüs nasıl bağdaştırılacaktır.
e) Din ve mezhep hürriyetinin sağlanması maddesi de önemlidir. Patrikhanelerin imtiyazları devam ederken bunun farklı yanı ve anlamı nedir?
f) Temsilcinin beşinci madde olarak sözünü ettiği bütün Osmanlı ülkesinin sınırları ne demektir? Yani savaştan önceki sınırlarımız mıdır? Eğer bu deyim içinde Suriye ve Irak da varsa, Anadolu halkı Arabistan adına mandaterlik isteğine hak ve yetkisi olabilir mi?
g) Bugünkü hükûmetin politikası nedir? Tevfik Paşa neden Londra'ya gitti? Amerikalılar gibi İngilizlerin de ayrıca bir mandaterlik politikası güttükleri anlaşılıyor. Aralarındaki fark nedir? Hükümet Amerikan mandası için ne düşünüyor? Yani buna eğilimli mi, yoksa isteksiz mi? Amerikalılar neden Ermenistan mandaterliğini bıraktılar? Amerikalılar mandayı almaya ne dereceye kadar yatkın ve isteklidirler?
2 - Sivas Kongresi'nin toplanması, Erzurum Kongresi'nin sonucuna bağlıdır. Bununla ayrıca uğraşılmaktadır.. Yüksek şahsiyetlerinin bunu beklemek üzere ya Tokat'ta yahut Amasya'da bulunmaları uygundur. Saygılarımızı sunarız.
Mustafa Kemal
Güvenlikle ilgili Amasya, 30.7.1919
İvedi
3' üncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanlığı'na
1-Mustafa Kemal Paşa'ya özel; Bekir Sami Bey'den alınan cevap aşağıda arz olunur :
a) Tam bağımsızlık istendiği takdirde, vatanın birçok bölgeye ayrılacağı ve birkaç mandaya tabi tutulacağımız Dörtler Komisyonu'nca kararlaştırılmıştır.Bu bakımdan ve buna engel olmak için, Amerikan temsilcisi, bir manda istemenin en uygun olacağını söylemiştir.
b) Yalnız hakimiyet hakları söz konusudur; yurt bütünlüğümüzün korunması temel ilkedir.
c) Amerika'dan herhangi şekilde bir hükumet istemeyeceğiz. Amerika'ya adil bir hükumet kuracağımız konusunda güvence vereceğiz. Anayasamızın hükümleri yürürlükte kalmak, Hanedan'ın her türlü hüküm sürme haklarına dokunulmamak ve korunmak, eskiden olduğu gibi dışarıda temsilcilerimiz bulunmak şartıyla,Amerikan Hükumeti'nin mutluluğumuza ve gelişmemize yardımcı olmasını isteyeceğiz. İsteyeceğimiz manda şekli budur.
d) Öğretim ve eğitimin yayılmasından ve genelleştirilmesinden maksat Amerikan okullarının köylerimize kadar girmesine izin vermek değil, millî ve islâmî öğretim ve eğitimi yaymaya ve genelleştirmeye çalışacağımız konusunda kendilerine söz vermekle birlikte yardımlarını istemektir. Mandaterliği Amerikan misyonerlerine değil Amerikan Hükümeti'ne vermek istiyoruz.
e) Din ve mezhep hürriyeti esasen dinî ve islâmî ilkelerimizin gereğidir;Amerikan kamuoyu bu gerçeği bilmediği için, kendilerine bu konuda güvence vermek istiyoruz. Temsilcinin sözünü ettiği sınırlar savaştan önceki sınırlarımızdır.Suriye ve diğer memleketler üzerinde bizim mandaterlik isteğine yetkimiz olup olmaması kongrece çözülecek bir sorundur. Esasen Suriye ve Irak'ta Amerikan hey'etleri halk oyuna başvurdular. Suriye ve Filistin'de bağımsız bir Arap hükûmeti kurulmasını istemekle birlikte, Amerikan mandasını ötekilerden daha üstün tuttuklarını gösterdiler.
f) Bugünkü hükûmet daha yeni kurulduğundan politikası belli değildir. Ancak, daha önceki hükûmetlerin siyasetleri güçsüzlük ve İtilâf kuvvetlerinin her emrine boyun eğmekti. Tevfik Paşa, Londra'ya gitmeyerek Ferit Paşa ile geri dönmüştür.Amerika, Ermenistan hükûmeti belli olmadan yalnız oralarda dolaşan heyetlerinin verdiği raporlara göre, büyük bir Ermenistan'ın kurulmasına maddî olarak imkân bulunmadığı görüşündedir. Manda konusundaki aynntılı bir rapor posta ile gönderilmek üzeredir.
g) Şimdilik tarafınızdan yapılacak tebligatı beklemek üzere Tokat'ta bulunacağım. Amasya ve Tokat ile ilçelerde gerekli tebliğlerde bulunmakta ve bunların iyi sonuçlar vereceğini ümit etmekteyim. Hepinize saygılarımı sunarım, efendim.
5' inci Tümen Komutanı
Arif
şifre Erzurum, 1.8.1919
Kişiye özel
Amasya'da 5' inci Tümen Komutanlığı'na
Bu telgrafın hemen Bekir Sami Beyefendi'ye ıılaştırılması ve cevabının acele olarak alınması rica olunur.
Bekir Sami Beyefendi'ye Özel:
İlgi : 3.7.1919.
Amerikan mandası hakkındaki son açıklamalarınızı öğrendik. Bu şartlara göre aslında korkulacak bir şey olmamak lâzım. Bununla birlikte daha bir nokta hakkındaki yüksek görüşlerinizi de almak istiyoruz. Lehimizde bu kadar elverişli şartlar ileri sürülmesine yatkın bulunacak olan Amerikan Hükumeti, böyle bir mandaterliği kabul etmesine yani buna katlanmasına karşılık,Amerika adına ne gibi yarar ve çıkarlar sağlamış olacaktır? Bununla kendi hesaplarına elde edecekleri sonuç nedir? Bu konudaki yüksek düşünce ve bilgilerinizle de bizi aydınlatmanızı acele bekleriz, efendim.
Mustafa Kemal
Amasya, 3.8.l919
3' cü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanlığı'na
Bekir Sami Bey'den alınan cevap aşağıda arz olunur :
Mustafa Kemal Paşa'ya Özel : Amerikalılarla şimdiye kadar yapılan görüşmeler tabiatıyla hep özel bir şekilde olmuş ve sırf bir varsayımdan ibaret kalmış olduğu için, mandaterliklerin her iki tarafa yükleyeceği şartlar üzerinde durulmamıştır. Mümkünse, hazırlıklara başlanarak Sivas Kongresi'nin bir an önce açılması gereğini özet olarak arz ederim.
Kurmay Yarbay Arif
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Saygıdeğer Efendim,
Memleketin siyasî durumu en son kertesine geldi. Kendimize bir yön çizebilmek için, Türk milletinin zarını atıp olumlu bir durum alma zamanı ise geçmek üzere bulunuyor.
Dış durum İstanbul'da şöyle görünüyor :
Fransa,İtalya, İngiltere, Türkiye'nin mandaterlik meselesini Amerikan Senatosu'na resmen teklif etmiş olmakla birlikte, Senato'nun bu teklifi kabul etmemesi için bütün güçlerini kullanıyorlar. Taksimden pay kaçırmak elbette işlerine gelmiyor.
Suriye'de aradığını bulamayan Fransa, zararını Türkiye'den kapatmak istiyor. İtalya namuslu bir emperyalist olduğundan, savaşa ancak Anadolu'nun bölüşülmesinde pay almak için girdiğini açıktan açığa söylüyor. İngiltere'nin oyunu biraz daha incedir.
İngiltere, Türk'ün birliğini, çağdaşlaşmasını, gerçek bir bağımsızlık kazanmasını, gelecekte bile istemiyor. Yeni imkân ve görüşlerle ;tamamen çağdaş ve kuvvetli bir Müslüman - Türk hükûmeti başında hilâfet de olursa, İngiltere'nin elindeki müslüman esirleri için kötü bir örnek olur. İngiltere Türkiye'yi bütünü ile ele geçirebilse, kafasını kolunu koparır, birkaç yılda sadık bir sömürge durumuna sokar. Buna, memleketimizde en başta ve özellikle dinî sınıflar çoktan taraftardırlar. Fakat bunu Fransa ile dövüşmeden yapabilmek mümkün olamayacağından taraftar olamaz. Fakat, Türkiye'yi bütün olarak korumak gereği duyulursa, yani bölüşmenin büyük askerî fedakârlıklarla yapılabileceğini anlarsa Lâtinleri sokmamak için Amerikan görüşünü tutar ve destekler.Nitekim İngiliz siyasetçileri arasında zaten bu görüşe eğilimli olanlar vardır. Morisson (Morison) gibi ünlü kimseler Amerika'nın Türkiye'de manda kurmasmı istiyorlar.
Başka bir çözüm yolu da, Türkiye'yi Trakya'dan, İzmir'den, Adana'dan, belki de Trabzon'dan ve hele İstanbul'dan yoksun bıraktıktan sonra, eski Kapitülasyonları ve boğulmaya mahkum iç sınırlarıyla başbaşa bırakmak.
Biz İstanbulda, kendimiz için, bütün eski ve yeni Türkiye sınırlarını içine almak üzere geçici bir Amerikan mandasını Kehven-i şerolarak görüyoruz. Dayandığımız noktalar şunlardır :
1- Aramızda, hangi şartlar altında olursa olsun, Hristiyan azınlıklar kalacaktır. Bunlar hem Osmanlı vatandaşı olma haklarından yararlanacaklar hem de dışarıda bir Avrupa devletine dayanarak karışıklık çıkaracaklar, sürekli olarak müdahaleye yol açacaklar ve zaten göstermelikten ibaret olan bağımsızlığımızdan azınlıklar adına her yıl bir parça daha kaybedeceğiz.
Güçlü bir hükûmet ve çağdaş bir idare kurulabilmesi için, patrikhanenin siyasî imtiyazla, azınlıkların kuvvetli devletler vasıtasıyla yaptıkları sürekli tehditler ortadan kalkmalıdır. Küçük ve zayıf bir Türkiye bunu başaramayacaktır.
2 - Biribirini yok eden, çıkar sağlama, hırsızlık, macera ve şöhret için yaşayanların hırsını doyuran bu hükûmet anlayışı yerine, milletin refah ve kalkınmasını sağlayabilecek, halkı ve köyleri, sağlığı ve zihniyeti ile çağdaş bir halk durumuna getirebilecek bir hükûmet anlayış ve uygulamasına ihtiyacımız var.Bunun için gerekli olan paraya uzmanlığa ve kudrete sahip değiliz. Siyasî dış borçlar, siyasî esareti artırıyor. Taraf tutma, cahillik ve çok konuşmaktan başka olumlu bir sonuç veren yeni bir hayat yaratamıyoruz.
Bugünkü hükûmet, adamlarını takdir etmese bile, halkı ve halk hükûmeti kurulmasını yararlı gören Filipin gibi vahşî bir memleketi, bugün kendi kendini idareye muktedir çağdaş bir makine haline koyan Amerika, bu konuda çok işimize geliyor. On beş yirmi yıl sıkıntı çektikten sonra yeni bir Türkiye'yi, her ferdi öğrenimi ve zihniyetiyle gerçek bağımsızlığı kafasında ve cebinde taşıyan bir Türkiye'yi, ancak yeni dünyanın kabiliyeti yaratabilir.
3 - Yabancı devletlerin Türkiye üzerindeki rekabetlerini ve kuvvetlerini memleketimizden uzaklaştırabilecek bir yardımcıya ihtiyacımız var. Bunu ancak Avrupa dışında ve Avrupa'dan daha güçlü bir elde bulabiliriz.
4 - Bugünkü oldu bittileri ortadan kaldırmak ve davamızı sür'atle dünyaya karşı savunabilmek için, gerekli güce sahip bir devletin yardımını istemek lâzımdır. Yayılma siyaseti güden Avrupa'nın başvurduğu binbir yol ve alçakça siyasetine karşı böyle bir vekil olarak Amerika'yı kendimize kazanarak ortaya atabilirsek, Doğu Meselesi'ni de Türk Meselesi'ni de gelecek için kendimiz çözümlemiş olacağız.
Bu sebeplerden dolayı, bir an önce istememiz gereken Amerikan mandası da, elbette sakıncasız değildir. Haysiyetimizden epeyce fedakârlık etmek mecburiyetinde bulunuyoruz. Yalnız, bazılarının düşündüğü gibi, Amerika'nın resmî sıfatında dinî eğilim ve taraf tutma yoktur. Hristiyanlara para verecek misyoner kadın Amerika'sı, Amerika'nın yönetim mekanizmasında bir yer tutmaz. Amerika'nın yönetim mekanizması dinsiz ve milliyetsizdir. O, türlü cins ve mezhepten insanları çok uyumlu ve kaynaşmış olarak bir arada tutmanın yolunu biliyor.
Amerika, Doğu'da mandaterlik yapmak Avrupa'da başına dert açmak niyetinde değildir. Fakat onların onur meselesi yaptıklan şey, yöntemleri ve idealleri ile Avrupa'dan daha üstün bir milet olmak iddiasıdır. Bir millet içtenlikle Amerikan milletine başvurursa, Avrupa'ya, girdikleri memleket ve milletin yararına nasıl bir idare kurduklarını göstermek isterler.
Amerikan resmî mahfillerinin önemli şahsiyetleri arasında epey lehimize bir hava oluştu. İstanbul'a Ermeni dostu olarak gelen birçok hatırı sayılı Amerikalı, Türk dostu ve Türk propagandacısı olarak döndüler.
Bu akımı temsil eden resmî ve gayrî resmî Amerikan görüşünün altında yatan gizli düşünce şudur : Türkiye'yi parçalamamak, eski sınırları içinde bir bütün halinde olduğu gibi korumak şartıyla genel ve tek bir mandaya bağlamak. Suriye, Amerikan Komisyonu orada iken, genel bir kongre toplayarak Amerika'yı istemiştir. Suriye'nin bu isteği Amerika'da çok iyi karşılanmıştır.
Amerika, bizim topraklarımız üzerinde Ermenistan kurmaya niyetli görünmüyor. Eğer mandayı alırlarsa, bütün milletleri eşit şartlar altında bir memleket evdâdı olarak kabul edip alacaklarını önemli çevrelerden haber aldım.
Ne var ki, Avrupa, mutlaka bir Ermenistan meselesi ortaya çıkarmak - özellikle İngiltere - Ermenilere tavizler vermek istiyor. Amerikan kamuoyunda zulüm görmüş Ermeniler adına bir oyun oynamaya çalışıyor. Avrupa korkusu bizim fikir adamlarını düşündürüyor. Reşat Hikmet Bey gibi, Câmi Bey gibi,hattâ millî birliğe şekil veren diplomatlarımızın, Ermeni meselesi için bir çözüm yolu tavsiyeleri var. Resmen size yazılıyor.
Çok tehlikeli anlar geçiriyoruz. Anadolu'daki mücadeleyi dikkat ve sevgiyle izleyen bir Amerika var. Hükûmet ve İngilizler, bunun Hristiyanları öldürmek,İttihatçılar getirmek için yapılan bir hareket olduğu düşüncesini Amerika'ya elbirliği ile benimsetmeye çalışıyorlar.
Her an bu Millî Mücadele'yi durdurmak için kuvvet gönderilmesi tasarlanıyor; bunun için İngilizleri kandırmaya çalışıyorlar. Millî Mücadele sür'atle ve olumlu isteklerle kendini ortaya koyarsa ve Hristiyan düşmanlığı gibi bir rengi de olmazsa Amerika'da hemen destek bulacağını yine çok önemli çevreler garanti ediyorlar.
Sivas Kongresi toplanıncaya kadar, Amerikan komisyonunu alıkoymaya çalışıyoruz. Hattâ, kongreye Amerikalı bir gazeteci göndermeyi de belki başarabileceğiz.
İşte bütün bunlar karşısında, dâvâmızda bize yardımcı olabilmesi için, bu fırsat dakikalarını kaybetmeden, bölüşülme ve çözülme korkusu karşısında, kendimizi Amerika'ya başvurmaya mecbur görüyoruz Vasıf Bey kardeşimizle bu hususta birleştiğimiz noktaları kendisi de ayrıca yazacaktır.
Türkiye'yi azim ve irade sahibi geniş görüşlü bir iki kişi belki kurtarabilir. Macera ve boğuşma devri artık geçmiştir.Gelecek için kalkınma ve birlik savaşı açmaya mecburuz. Sınırlarında bu kadar çok evladı ölen zavallı memleketimizin düşünce ve medeniyet savaşında kaç tane şehidi var.Biz Türkiye'nin hayırlı evlâtlarından, yarının kurucuları olmalarını istiyoruz. Sizin, Rauf Bey kardeşimizle birlikte, temelleri bile çöken zavallı memleketimiz için uzakları görerek düşünüp çalışmanızı bekliyoruz.
Saygılarımı gönderir, başarınıza dua ederim. Millî dâvâda canıyla başıyla çalışanlar arasında, sade bir Türk askerinin alçak gönüllülüğü ile, sizinle birlikte olduğumu ifade ederim. 10.8.1919
Halide Edip
Afyonkarahisar 13.8.1969
15' inci Kolordu Komutanlığı'na
Mustafa Kemal Paşa'ya özel : İstanbul'daki çeşitli partilerin birleşerek Amerika hey'etine verilmek üzere aldıkları kararlar aşağıda arz olunur :
1- Ermenistan için Türkiye'nin doğu sınırları üzerinde Ermenilerin işine yarayacak bir toprak parçası vermeye Doğu illerindeki Türklerin ve orada iş başında bulunan büyüklerin, bu bölgenin gelecekteki refahını ve serbestçe gelişmesini düşünerek razı olabilecekleri görüşünde olduklarını, yalnız bu görüşlerini, oradaki Kürtlerle işbirliği yapmış olmaları ve Kürtlerin de Ermenilere toprak verme düşüncelerine kesinlikle karşı bulunmaları dolayısıyla açığa vurmak istemediklerini ve hattâ açığa vursalar bile, oradaki Türk çoğunluğunun, aşağıdaki şartların yerine getirileceği konusunda kendilerine güvence verilmedikçe bu düşüncede Kürtlerden ayrılmayacaklarını zannettiklerini tespit etmiştir. Şöyle ki Birincisi,Türk ve Kürt çoğunluğunun ve aralarındaki diğer azınlıkların yaşadıkları toprakların bütünlüğü; ikincisi, Türk bağımsızlığının tam olarak tanınması ve fiilen garanti edilmesi; üçüncüsü, Türkiye'nin çağdaş medeniyete ulaşabilmesi için serbestçe gelişmesine engel olan kayıtların kaldırılmasıyla Wilson prensiplerinde vadedildiği üzere, bağımsızlıklarından ve haklarından en güvenli bir şekilde yararlanmasına imkân verilmesi; dördüncüsü, bu hususlarda ve Türklerin gelişmelerinin çabuklaştırılmasında Amerika'nın bize yardımcı olacağını, Cemiyet-i Akvam 'a karşı üstlenmesi.
2 - Boşaltılacak topraklardan çıkarılacak olan Türk ve Kürtlerin gönderildikleri yeni topraklarda derhal yerleştirilmeleri ve bu topraklardan hemen yararlanmalarını sağlamak için Amerika'nın yardım etmesi.
3 - O çevrede ve özellikle Erzincan ve Sivas arasında yoğun olarak bulunan Ermeniler'in yine Ermenistan sınırları içine gönderilmelerinin sağlanması.
4 - Ermenistan adına ve hesabına gerçekleşmesini muhtemel gördüğümüz toprak verme durumu, bağımsız bir Ermenistan adına değil, ancak büyük ve medenî bir devletin mandası altında gelişecek çağdaş bir devlet adına olacaktır. Çünkü,bugünkü Ermenistan'a toprak bırakmak, Türkiye'nin başına ikinci bir Makedonya derdi açmak demek olduğu gibi, Kafkasya için de bir gaile çıkarmak demektir.
5 - Bütün bunlar tartışılabilir bir "teklif" niteliğindedir. Ancak, bunların kesin bir şekil alabilmesi, memleketteki hey'etlerle temas kurmaya bağlı ise oraya Amerikan hey'etinden birinin gönderilmesi şarttır.
6 - Ve en son olarak konunun kanunî ve meşru bir şekle sokulması için Osmanlı Millî Meclisi'ne götürülmesi tabiîdir.
12'nci Kolordu Komutanı
Salâhattin
Şifre Erzurum, 21.8.1919
Kişiye özel
12' nci Kolordu Komutanlığı'na
20' nci Kolordu Komutanlığı'na
(Yalnız 12'nci Kolordu). İlgi : 13.8.1919.
İstanbul'da çeşitli partilerin Amerikan Komisyonu'na verilmek üzere aldıkları kararlar, burada Hey'et-i Temsiliye'mizce son derece üzüntü ve esefle karşılandı. Çünkü, birinci maddede Ermenistan'a Doğu illerimizden toprak verilmesi söz konusu olmaktadır. Oysa, ezici çoğunluğu Türk ve Kürt olan bu illerden bir karış toprağın bile Ermeniler hesabına yazılmasının, bugün için uygulamada mümkün olamayacağı şöyle dursun, unsurlar arasındaki nefret ve öcalma duygusunun dehşet ve şiddeti, Osmanlı Ermenilerinin dönmeleri halinde bile iller içinde yoğun olarak yerleştirilmelerini tehlikeli göstermektedir. Bu bakımdan, suçlu olmayan Osmanlı Ermenilerine gösterilecek en büyük kolaylık, adaletli ve eşit şartlar altında vatanlarına dönmelerini kabulden başka bir şey olamayacaktır. Üçüncü maddede, Erzurum ve Sivas arasında yoğun bir Ermeni topluluğu bulunduğu hayali,bilgisizlik ve vukufsuzluktan başka birşey değildir : Harpten önce bile, buralarda oturanların büyük çokluğu Türk, birazı Zaza denilen Kürtlerden ve pek azı da Ermenilerden ibaretti. Bugün artık varlığından söz edilecek sayıda Ermeni yoktur. O halde, bu gibi dernekler yetkilerini bilmeli ve bir iş yapmak isterlerse, hiç olmazsa Harbiye ve Hariciye Nezaretleri'nin barış hazırlıkları dolayısıyla yaptıkları resmî istatistik ve grafiklere olsun başvurmak zahmetinden kaçınmamalıdırlar. Bu telgrafın aynen İstanbul'a gönderilmesini rica ederiz.
Mustafa Kemal
Güvenlikle ilgili Ankara,14.8.1919
3' üncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanlığı'na
1- Mustafa Kemal Paşa'ya (özel) : İstanbul'a gönderilmek üzere yazmış olduğunuz son cevaplarınız, yerine ulaştırılmış ve buna cevap olarak basılı bir raporla, Ahmet Rıza Bey, Ahmet İzzet, Cevat, Çürüksulu Mahmut Paşalar, Reşat Hikmet, Câmi, Reşit Sadi Beyler, Esat Paşalar gibi pek çok şahsiyetin düşüncelerine uygun olan Kara Vasıf'ın yani Cengiz'in ve Halide Edip Hanım'ın görüşlerinin yer aldığı uzun mektuplar geldi. Bunlar sıra ile özetlenerek arz edileceği gibi, asılları da Sivas'a gönderilecektir. Bunların hepsinde bir yardıma ihtiyaç duyulduğu ve bu yardımın Amerika tarafından yapılmasının en az zararlı yol olarak kabul ve uygun bulunduğu şeklinde bir gerekçe ileri sürülmektedir. Basılı rapor, Câmi, Rauf, Ahmet, Reşit Hikmet, Reşit Sadi Bey'ler ile Halide Hanım, Kara Vasıf, Esat Paşa, bütün parti ve derneklerin düşünceleri yoklandıktan sonra büyük çoğunluğun görüşüne göre düzenlenmiştir. Vakit varmış. Kongrede bir an önce iş görmek,Amerikalılar gitmeden tebligat yapılmak gerekirmiş. Amerikalıları oyalayarak hareketleri geciktirilmeye çalışılıyormuş. Kongre hemen kesin bir karar verebilir mi? sorusuyla Amerikalılar bu düşünceyi benimsediklerini hissettiriyorlarmış. Kongrenin toplanmasını çabuklaştırmanız rica olunur.
20' nci Kolordu Komutanı
Ali Fuat
Bu telgrafta sözü edilen uzun mektuplar günlerce telleri işgal eden şifrelerle verildi. Birbirine ekli olan o şifrelerden biri de şuydu :
Güvenlikle ilgili
Kişiye özel Ankara,17.8.1919
3'üncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanı Kâzım Beyefendi'ye
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne(özel):16.7.1919tarih ve 880 sayılı şifrenin dokuzuncu maddesinin ekidir :
Kara Vasıf'ın 10 numaralı madde hakkında ek olarak verdiği bilgi :
1- Bir yardım şeklinde Amerika'ya taraftar olursak ve bunu Doğu İlleri Kongresi, Millî Kongre, bir istek gibi telgrafla hükûmetimize bildirirse, Wilson'un Amerikan Kongresi'ne karşı güzel bir dayanak noktası olacaktır. İstanbul'da pek çok aydın bu görüşten yanadır ve böyle bir şey hazırlıyorlar. Eğer Anadolu da yaparsa yararlı olur diyorlar. Böyle olursa, Amerika'nın mandasından yararlanarak öteki alçak düşmanları memleketimizden çıkarmak ve sonra yalnızca Amerikalılarla karşılaşmak mümkün olur ve uğraşmak da kolay olur. Bir de Amerikalılar bizi şiddetle suçluyorlar. Yani hükûmeti aşağılayıp milletimizi de horluyorlar. Temsilcilerine İstanbul'dan çıkışını, Paris'e gidişini, muhtıraları.... sonra diyorlar ki, Avrupa'nın yapmaya cesaret edemediğini siz kabul ediyorsunuz. Söz gelişi,Avrupa büyük bir Ermenistan kurulmasını düşünmüyor. Sizin sadrazam, Toros'tan sınır veriyor, Ermenistan istiyor. Oysa, şimdiye kadar Amerikan komisyonlarından hiçbirisi bile, buna olabilir demedi. Bütün raporlara göre, Anadolu'da, Türkiye'de bir Ermenistan kurmak şöyle dursun, muhtar ve bölgesel idareler bile oluşturmak mümkün değildir. Nüfusları yok, toprakları yok. Bu yönetim müthiş bir askerî kuvvete dayandırılmazsa olmaz. Ermenilerde bu kuvvet olamaz, Amerika bu lûtfu yapamaz. Öteki devletler de buna tahammül edemez. Meğer ki, oraları zaptetsinler ve barış yapsınlar, Bu da mümkün değil, Rekabet bunu engeller.İşte İstanbul'un haberleri. Orada iyice düşünülsün : Epeyce zaman vardır. Amerikan Kongresi hemen hemen Wilson'u dinlemek üzeredir.
2 - İstanbul'da büyük çapta temaslar var. Onun için Mustafa Kemal Paşa genel bir emir verir mi? Yoksa İstanbul'un karar ve çalışmalarını benimser mi? Bu çalışmaların amacı, milletin birliği, vatanın bütünlüğü, istiklâl ve hâkimiyetin elde edilmesi! Eğer Mustafa Kemal Paşa buraya genel bir emir vermezse ve kendisi hemen oradan Amerikalılar, İngilizler ve diğer yabancılarla temasa geçmezse, tabiî burada faaliyet devam edecektir. Belki; ters bir sonuç ortaya çıkabilir. Buna dikkati çekerim. Bu rolü, siyaseti çok daha iyi yürüten bir Mustafa Kemal Paşa'nın mücadelesine ve kuvvetine dayanmak ise , onun sözleri, demeçleri, tavır ve hareketleriyle tutum ve söz olarak yalanlanmış.
3-Çolak Hüseyin Salâhattin iki yüzlü davranışını sürdürüyor. Sadık Bey'in en gözde bendelerinden olan bu şahsın bir mevki sahibi olmaması için ne yapılacağı düşünülüyor.
20' nci Kolordu Komutanı
Ali Fuat
Kara Vasıf Bey'e bildirilmek üzere verilen cevap şuydu :
Şifre Erzurum, 19.8.1918
Kişiye özel ve ivedi
20' nci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa Hazretleri'ne
İlgi :17.8.1919
1- Sözü edilen Amerikan mandasının nasıl bir yardım sağlayacağının dikkatli bir incelemeden geçirilmesi ve millî gayemiz açısından bir yararı olup olmayacağının da hesaplanması pek önemlidir. İstanbul'da çalışan grubun gayesi milletin birliği, vatanın bütünlüğü, istiklâl ve hâkimiyetin elde edilmesi noktasında toplanmış gösterildiğine göre, Amerikan mandasını kabul durumunda bu gaye korunmuş olabilir mi?
2 - Millî isteklere bağlı kalmayan ve onlara uygun düşmeyen kararlar, hiçbir zaman milletçe kabul edilemeyeceğinden, milletimizin ve vatanımızın alınyazısını tayinde, millî vicdana tercüman olmaktan ibaret bulunan görevimizi tam olarak yerine getirebilmek için, millî isteğin odaklaşarak tek bir hedefe yönelmesini beklemeden hiç bir meselede yetkili görünmemiz doğru değildir. Bundan dolayıdır ki,tarafımızdan yabancılarla olan temas ve ilişkilerin, kongrenin kararlarına uyularak millet adına yapılmasını tercih etmekteyiz. Tanrı'ya şükür, yurdumuzdaki millî akımın pek çok gelişmekte, kökleşmekte ve güçlenmekte oluşu, bizleri sürekli olarak bu noktaya doğru çekiyor ve davet ediyor.
3 - Şurası da gözönünde tutulmalıdır ki, memleket ve milletin alınyazısı üzerinde Amerika veya herhangi bir devletle anlaşmaya yetkili olabilecek bir hükumet, ancak millî hâkimiyet ilkesini kabul ve milli bir meclis'in varlığını benimseyerek ona dayanmayı gerekli sayan bir hükumettir. Bu takdirde, İstanbul Hükümeti'ni oluşturacak şahısların da mutlaka bu vasıfları taşıması gerekir.
Burada bizce olduğu gibi oradaki çalışmalarınız da bu amacın sağlanmasına yönelmelidir.
4 - Yakında kongre kararlarını öğreneceksiniz. Gözlerinizden öperiz.
Mustafa Kemal
Bi küçük bilgi daha vereyim. Sivas'a gelmiş olan gazeteci Mister Brown(Brovn) ile bizzat görüşmeyi uygun gördüm. Karşısındakini kolaylıkla anlayan çok zeki bir genç.
MANDA MESELESİNİN KONGREDE GÖRÜŞÜLMESİ
Şimdi, Efendiler, Kongre'de manda konusunda yapılmış olan görüşme ve tartışmaları elden geldiğince, olduğu gibi yüksek heyetinize dinletmeye çalışacağım :
Birçok kimse söz aldı. Hiç kimseye söz vermeden önce, başkanlık kürsüsünden zabıtlara aynen geçmiş olan şu kısa konuşmayı yaptım : Bu rapor üzerinde görüşmeye başlamadan önce bazı noktalara dikkatinizi çekmek isterim. Raporda, söz gelişi Mister Brown'dan söz edilmekte ve elli bin kişilik bir işçi ordusunun getirileceğini söylediği bildirilmektedir.
Efendiler, Mister Brown : Ben hiçbir ,resmî sıfatla görüşmüyorum. Tamamiyle özel olarak görüşüyorum diyor ve hattâ Amerika'nın mandayı kabul edeceğini değil, belki etmeyeceğini söylüyor. Onun için sözleri Amerika adına değil, kendi adınadır. Mandanın ne olduğunu kendisi de bilmiyor.Manda siz ne derseniz odur, diyor. Bu raporda önemli olarak manda meselesi vardır. Bu konuda görüşmeden önce on dakika ara verelim ( saat 15.25 ).
Sonraki oturumda - İIk söz Vasıf Bey'indir, dedim. Vasıf Bey, önce mandanın ne olduğu konusunda uzun açıklamalar yaptı. Sözü başkalarına bıraktı. Yeniden söz aldı ve bir kere prensip olarak mandayı kabul edelim, şartları üzerinde daha sonra görüşürüz dedi.
Üyelerden Macit Bey adında bir zat, genel kurulda asıl gürüşülecek mesele, bundan sonra yalnız yaşayabilecek miyiz, yaşayamayacak mıyız? Mandayı nasıl yorumlayacak ve mandaterle ne tarzda görüşeceğiz? Bizi mandasına alacak devlet kim olacaktır? Asıl mesele budur, şeklinde konuştu. Ben, başkanlık kürsüsünden Zannederim bu rapordan iki görüş ortaya çıkıyor. Bunlardan birincisi, devletin içte ve dışta bağımsızlığından vazgeçmemesi; ikincisi de, devlet ve milletin yabancı devletlerin zararlı baskıları karşısında bir yardım ve destek ihtiyacında bulunup bulunmamasıdır. Asıl kararsızlık doğuran nokta budur. Müsaade buyurulursa, bu noktayı etraflıca düşünmek için Teklif Komisyonu'na havale edelim. Sonra da yüksek huzurlarınıza arz edelim. Herhalde içeride ve dışarıda istiklâlimizi kaybetmek istemiyoruz dedim. Bunun üzerine söz alan Bekir Sami Bey : yüklendiğimiz görev pek ağır ve önemlidir. Boş tartışmalara ayıracak hiçbir dakikamız yoktur. Bu raporumuzu görüşelim ve vakit geçirmeden hemen bir karar alalım dedi. Ben, başkanlık kürsüsünden bu meseleyi komisyon başkanı olmak dolayısıyla açıklayayım (ben aynı zamanda Teklif Komisyonu Başkanı idim). Bu rapor metni komisyonda okundu, üzerinde birçok konuşma ve tartışma yapıldı. Ancak, kesin karar verecek şekilde bir görüş belirmedi. Daha önce, Genel Kurul'da okunmaksızın Teklif Komisyonu'na gönderilmişti. Bu sebeple bir defa da burada okunup Genel Kurul'un görüşü belirdikten sonra yeniden Teklif Komisyonu'na gönderilerek kesin karar verilmesini istemiştik dedim. İsmail Fazıl Paşa merhum da söz alarak şu konuşmayı yaptı : Bekir Sami Bey'in düşüncesine katılırım; kaybedecek vaktimiz yoktur. Aslında sorun da basitleşmiştir. Tam istiklâl mi, yoksa manda mı kabul edeceğiz? Alacağımız karar budur. Böylesine önemli, hattâ pek önemli olan bir meseleyi yeniden komisyona götürmek ve oradan yeniden Genel Kurul'a getirmekle vakit geçirmeyelim. İş uzar. Zamanımız değerlidir. Buna bugün yarın yahut öbür gün her halde Genel Kurul'da bir karar verelim. Komisyonda vakit geçirmeyelim. Çünkü, pek ince bir konudur.
Bunun arkasından Hami Bey söz alarak İsmail Paşa Hazretleri ile Bekir Sami Beyefendi'nin düşüncelerine katıldığını söyledikten sonra : Herhalde bir desteğe muhtacız, bunun en basit delili de, devlet gelirlerinin ancak borcumuzun faizini karşılayabilmesidir ! buyurdular.
Bundan sonra, Raif Efendi manda aleyhinde konuştu. İsmail Fazıl Paşa ona karşılık olacak şekilde uzun bir konuşma yaptı. Daha sonra tekrar Bekir Sami Bey söz aldı ve dedi ki : İsmail Fazıl Paşa Hazretleri'nin tamamiyle katıldığım konuşmasına yalnız bir şey ilâve edeceğim : Kırım Muharebesinden savaşı kazanmış olarak çıkıp da katıldığımız Paris Kongresi'nde, müttefiklerimizin bize yüklemiş oldukları bilinen şartlarla bu şimdi okunan rapordaki isteklerimiz karşılaştırılacak olursa, bunlardan hangisinin daha çok bağımsızlığı yokedici olduğu anlaşılır sanırım.
Bekir Sami Bey'den sonra Hâmi Bey Hâmi Bey'den sonra da Refet Bey (Refet Paşa) konuştular. Refet Bey'in konuşması aynen şöyleydi : Mandanın bağımsızlığı yok etmeyeceği gerçeği ortada iken, bazı arkadaşlarımız - bağımsız mı kalacağız yoksa mandayı mı kabul edeceğiz? -- tarzında birtakım görüşler ileri sürüyorlar. Onun için her şeyden önce mandanın ne olduğu anlaşılmalıdır. Bununla birlikte daha mandadan söz etmeden önce, düşünceleri gıcıklayan bu raporda bu deyimin ne şekilde anlaşılmış olduğunu bilmek gerekir. Fazıl Paşa Hazretleri bağımsızlığı korumak şartıyla manda buyuruyorlar. Hâmi Beyefendi tarafından verilmiş olan rapor iki bölüme ayrılıyor. Bir gerekçe bölümü var, ondan sonra bir de mandanın ne olduğunu anlatan bölüm var. Manda meselesini buradaki görüş açılarından değerlendirebilmek için önce bir noktayı anlamak isterim. Bu rapor metni genel kurulda görüşülmeye sunulmuş mudur, sunulmamış mıdır?
İsmail Fazıl Paşa : Yanlış anlaşıldığı için biz üçümüz yani Fazıl Paşa Bekir Sami ve Hâmi Bey'ler bu raporu , geri çekiyoruz. Hiç verilmemiş saydık dedi (bu raporun müsveddesi de temize çekilmişi de kendilerinde kalmıştır).
Başkanlıktan - Rapor geri alınmıştır dedim. Raporun geri alınmış olmasına rağmen, söz alan Refet Bey, zabıtlarda beş altı sayfa yer tutan özentili bir konuşma yaptı. Bu konuşmadan, zabıtlara dayanarak olduğu gibi aldığım bazı cümleler, katibin maksadını açıklamaya yetecektir, sanırım.
Refet Bey diyordu ki : Bizim, Amerika mandasını tercih etmekten maksadımız, bütün toplumları kendine tutsak eden, kalpleri, vicdanları söndüren İngiliz mandasından kurtulmak ve sakin milletlerin vicdanlarına saygılı olan Amerika'yı kabul etmektir. Yoksa asıl iş para meselesi değildir .
Söz olarak, manda ile bağımsızlık biribirine engel olan şeyler değildir: Yalnız, eğer biz gerçekte güçlü olmayacak olursak, işte o zaman mandanın altında eziliriz ve o zaman manda bizim için bağımsızlığımızı yok edici bir unsur olur. Bir de diyelim ki, biz dışarıda ve içeride tam bir bağımsızlık isteriz. Ancak, acaba hemen kendi başımıza yapabilecek miyiz, yapamayacak mıyız? Ondan da önce acaba bizi kendi başımıza bırakacaklar mı, bırakmayacaklar mı? Bunu düşünelim. burası bir gerçektir ki, bugün bizi İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan aralarında bölüşmek istiyorlar; Ancak, eğer biz bugün bu devletin kefilliği altında bir barış anlaşması yapacak olursak, ileride, uygun şartlar altına girer girmez hemen döner ve kendi yararımızı sağlarız. Fakat, eğer olumsuz bir durum ortaya çıkacak olursa, acaba büsbütün heder etmiş olmayacak mıyız?
Herhalde bir Amerikan kefilliğini kabul etmek zorundayız. Yirminci yüzyılda, beş yüz milyon lira borcu, harap bir memleketi, pek verimli olmayan bir toprağı ve ancak on onbeş milyon lira geliri olan bir millet için, bir dış dayanak olmaksızın yaşamak imkânı olamaz : Eğer bundan sonra da bu durumumuzda kalır ve dışarıdan bir destekle kalkınamayacak olursak, belki de ileride, Yunanistan'ın saldırılarına karşı bile kendimizi savunamayız...
Allah korusun, eğer İzmir Yunanistan'da kalsa ve aramızda bir savaş çıksa, düşmanımız, Yunanistan'dan vapurlarla asker getirebileceği halde, acaba biz Erzurum'dan hangi demiryolları ile ulaştırmamızı sağlayabileceğiz. O halde, Amerikan mandası her şeyden önce bir kefil ve yardımcı bulmak için gereklidir. Hatip, sözlerini şu cümle ile bitirdi : Eğer sunmuş olduğum bu açıklamalarla ilerideki görüşmeler için bir giriş yapabildimse ne mutlu.
Efendiler, bu parlak ve ustalıklı nutkun, dinleyenlerin düşünce ve görüşleri üzerinde yapabileceği yanıltıcı etkinin derecesini kolaylıkla takdir buyurursunuz. Zihinlerin, bunun ardından gelebilecek aynı görüşteki hatiplerin konuşmalarıyla büsbütün zehirlenmesine meydan vermemek ve kendilerini özel olarak aydınlatıp yol göstermeye fırsat bulabilmek için, derhal on dakika dinlenelim efendim - diyerek oturuma ara verdim (Saat : 17.30).
Efendiler, bu nutkun son cümleleri üzerinde dikkatle durulmaya değer. Refet Beyefendi, Yunanlılar'ın İzmir'i işgalini geçici sayıyor ve savaş halinde olduğumuzu kabul etmiyor. Yunanlılar İzmir'de kalır da savaş durumuna girilirse başa çıkamayacağımız görüşünde bulunuyor.
Bundan sonraki oturumda, Bursa temsilcilerinden Ahmet Nuri Bey, manda aleyhinde uzun bir konuşma yaptı. Hâmi Bey, buna daha uzun bir konuşma ile cevap verdi ve gerçekten de pek uzun olan konuşmasının sonlarına doğru, anlattıklarını şu bilgilerle doğruluyordu :
Fakat, şimdi biraz da işin kesin bildiğim bir yanından söz edeceğim. Konunun bu safhasında, ilgili zat ile şahsen bağlantı kurmuş olduğum için, sözlerim tahminî değildir; kesin bilgilere dayanıyor. İstanbul'dan hareket etmeden önce, eski Sadrazam İzzet Paşa Hazretleri'ni ziyarete gitmiştim. Herhalde bir manda ihtiyacında olduğumuza kendileri de inanıyorlardı. Bendenizden de bu konudaki düşüncemi sordular, ben de düşündüklerimizi arz ettim. Birkaç gün sonra bendenizi çağırtıp şu meseleyi açıkladılar : Suriye ve Adana bölgesinde dolaştıktan sonra, İstanbul'a gelip siyasî partilerin görüşlerini öğrenmeye çalışan Amerikan Araştırma Komisyonu üyeleri, İzzet Paşa'yı konağında ziyaret ederek, Anadolu'daki millî teşkilâtın Türk milletini temsil ettiği inancında olduklarını ve paşayı da (yani İzzet Paşa'yı) bu işin öncüsü bildiklerini söylemişler ve eğer siz Erzurum ve Sivas Kongrelerine Amerikan mandasını istettirecek olursanız, Amerika da Osmanlı mandasını kabul edecektir. demişler, Paşa, bunu bendenize açıkladıktan sonra, bu milletin bir harbe daha gücü kalmadığından ve herhalde böyle bir çareye başvurmak zorunda kaldığımızdan söz etti ve Sivas'a gittiğim zaman oradakilere bu durumu anlatmaklığımı tavsiye buyurdu. İzzet Paşa'nın inancı da bu şekilde istenecek bir mandanın yüzde doksan kabul ihtimalinin bulunduğu ve yalnız bizim için birtakım şartlar ileri sürmenin zarurî olduğu merkezindedir. Hattâ Paşa, Amerika için milletin isteğine dayanmayan bir mandayı kabul etmek mümkün olmadığından, kongremiz tarafından gösterilecek isteğin Avrupa devletlerine karşı Amerika lehinde bir dayanak noktası olacağını da söyledi. Bendeniz bu meseleyi İstanbul'dan şifre ile Erzurum'da Rauf Bey'e bildirdim. Manda'nın kendinden çok adına karşı çıkanlar boşuna telâşlanıyorlar kelimenin önemi yoktur. Önem, işin gerçeğinde ve niteliğindedir. Manda altına girdik demeyelim de isterlerse varlığını ebedî olarak sürdürecek devlet olduk diyelim.
Bu son söze cevap verenler arasında, Husrev Sami Bey'in şu sözleri işitildi : Fakat bizim bu çalışmalardan beklediğiımiz kendimizi savunmak suretiyle, ebedi olarak varlığını koruyacak bir millet olduğumuzu ispat etmektir! Hâmi Bey, buna düşüncesinde bir geriye dönüş sezgisi uyandıracak şekilde cevap verirken, Kara Vasıf Bey söz aldı ve o günkü toplantının sonuna kadar konuştu. Vasıf Bey'in uzun sözlerinin özetini, zabıtlara olduğu gibi geçmiş olan şu cümlelerle yüksek dikkatlerinize sunuyorum : Bütün devletler bizi tamamen bağımsız bırakacaklarını söyleseler bile, biz yine bir dış desteğe muhtacız ( Vasıf Bey, sözlerinin başında ,mandaya ve dışarıdan destek adını verelim demişti ). Dört yüz ilâ beş yüz milyon lira borcumuz var. Bu parayı kimse kimseye bağışlamaz; bize bunu ödeyiniz diyecekler; halbuki bizim gelirimiz bunun faizine bile yeterli değildir. O zaman güç bir durumda kalacağız; bunun için bağımsız olarak yaşamaya malî durumumuz elverişli değildir. Sonra, yanı başımızda, bizi bölüşmeyi emel edinmiş hükûmetler var; onların ihtirasları karşısında mahvoluruz. Parasız, ordusuz ne yapabiliriz? Onlar uçakla havada uçuyorlar, biz henüz kağnı arabasından kurtulamıyoruz. Onlar savaş gemisi yapıyorlar, biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz. Bu şartlar altında bugün bağımsızlığımızı kurtarsak bile yine günün birinde bizi bölüşürler. Vasıf Bey, konuşmasını şu sözlerle bitiriyordu :
. . . İstanbul'daki Amerikalılar : Manda'dan korkmayınız. Milletler Cemiyeti Tüzüğünde yeri vardır diyorlar. İşte bütün bunlardan dolayı İngiltere'yi kendimize sürekli düşman Amerika'yı da en az kötülük gelebilecek bir devlet olarak kabul ediyorum. Eğer uygun bulursanız, buradan İstanbul'daki temsilciye 'bir mektup yazıp gizlice bir hey'et göndermek için bir torpido isteyebiliriz.
Eylül'ün dokuzunda salı günü yapılan toplantıda, manda meselesine dokunan Rauf Bey'in zabıtlara geçen konuşması aynen şöyledir : Bu manda konusu üzerinde şimdiye kadar gerek basın ve gerekse başka çevreler tarafından birçok sözler söylendi. Gerçi yüksek hey'etiniz dış destek prensibini kabul buyurmuş ise de, bu desteği kimden isteyeceğimiz açıklanmadı. Bunun Amerika olduğu dolaylı olarak anlatılıyorsa da, bence doğrudan doğruya belirtilmesinde bir sakınca olamaz!
ERZURUM KONGRESİ HİÇBİR ŞEKİLDE MANDA KABULÜ HAKKINDA KARAR VERMIŞ DEĞİLDİR
Bu sözlerden anlasilacagi üzere Rauf Bey'in görüsüyle, gerek Sivas Kongresi Hey'eti'nin ve gerek Erzurum Kongresi Hey'eti'nin anlayislari arasinda bir görüs ayriligindan dogan yanlislik olduguna süphe yoktur. Rauf Bey'in görüsünün yorumu niteliginde olan bu sözlerin, gerek Erzurum ve gerek Sivas Kongreleri bildirilerinin yedinci maddesindeki yazilis seklinden kaynaklandigina hükmedilebilir. Gerçekten de bu maddenin yazilis seklinde, belki de mandacilikta pek ileri giden ve sonu gelmemis propagandalariyla kamuoyunu bulandiranlari susturmak ve belki bundan da çok, onlann iddialarina cevap olacak bir özellik vardir. Madde metni dikkatle okunur ve incelenirse ne manda ne de Amerika'nin mandaterligini istemek düsüncesinin yer almadigi kendiliginden ortaya çikar. Bu noktayi açikça göstermek için, söz konusu maddeyi aynen hatirlatmak isterim :
Madde: 7 - Milletimiz çagdas gayelerin büyüklügüne inanir; teknik, sinat ve ekonomik durumumuzu ve ihtiyacimizi takdir eder. Bu itibarla devlet ve milletimizin hakimiyet ve bagimsizligi ile vatanimizin bütünlügü korunmak sartiyla altinci maddede belirtilen sinirlar içinde milliyetin gereklerine saygili ve memleketimizi ele geçirme emeli beslemeyen herhangi bir devletin teknik, sinai ve ekonomik yardimini memnunlukla karsilariz. Böyle adaletli ve insancil sartlari içine alan bir barisin bir an önce gerçeklesmesi, insanligin güvenligi ve dünyanin huzuru adina basta gelen milli gayemizdir.
Efendiler, bu maddenin hangi noktasinda manda ve mandaterin Amerika olacagi görüsü vardir? Olsa olsa "herhangi bir devletin teknik> sinai ve ekonomik yardimini memnunlukla karsilariz" sözlerinden manda düsüncesi çikaranlar olabilir. Ancak, mandanin anlam ve gayesinin bu olmadigi bir gerçektir. Her zaman ve bugün bile, bu açiklik çerçevesinde yapilacak yardimlari kivançla karsilamaktayiz ve karsilariz. Nitekim Ankara-Eregli ve Keller-Diyarbakir demiryollarinin yapimi için bir Isveç firmasinin; Kayseri - Sivas - Turhal hatlarinin yapimi için de bir Belçika firmasinin teknik, sinai ve ekonomik yardimini severek kabul ettik. Söz gelisi, Ankara sehrinin ve diger Anadolu sehirlerimizin bir an önce kurulup yapilmalarinda olsun, öteki bütün kara ve demiryollarimizin, limanlarimizin yapimlarinda olsun teklifte bulunacak yabanci sermaye sahiplerinin yardimlarini severek kabul ederiz. Yeter ki, memleketimize sermaye getireceklerin içeride ve disarida devlet ve milletimizin hakimiyet ve bagimsizligi ile vatanimizin bütünlügünü bozmaya yönelmis gizli emelleri olmasin. Bu maddede yer alan "milliyetin gereklerine saygili ve memleketimizi ele geçirme emeli beslemeyen herhangi bir devlet "ifadesinden, Amerikan Devleti anlaminin çikarilmasi da yersizdir. Çünkü, milliyetin gereklerine saygili dünya devletleri arasinda yalniz Amerikalilar yoktur. Söz gelisi Isveç Devleti, Belçika Devleti ayni nitelikte devletler degiller midir? Bu devletlerden herhangi birinin mandaterligi de söz konusu olabilir mi? Bir de eger dolayli olarak Amerikan Devleti kastedilmek istenseydi, "herhangi bir devletin" ifadesi yerine bir devletin kelimeleri veya hiç olmazsa sadece "devletin" kelimesi ile yetinilmesi gerekirdi. Bu bakimdan maddenin açikladigi sartlar çerçevesinde teknik, sinai ve ekonomik yardimin iyi karsilanacagi hususunun bütün devletler için söz konusu oldugu açiktir.
Efendiler, bu manda konusu üzerindeki görüsümün - bu görüs bundan önce yapilan ve su anda yüksek hey'etinizin'de ögrenmis bulundugu bunca yazisma ve tartismalarimizla ortaya konmustur -- aylardan beri gece gündüz yanimda bulunan bir arkadas tarafindan hala anlasilmamis olduguna hükmedilebilir mi? 0 halde Rauf Bey, ya aslinda benimle ayni görüste degildi veyahut ayni görüste idi de, Sivas'ta, Istanbul'dan gelenlerle yaptigi konusmadan sonra görüs degistirmis oluyordu. Burasini kestirmek bence güçtür. Simdi biraz da Rauf Bey'i dinleyelim; Rauf Bey, sözüne söyle devam ediyor:
"Ateskes Anlasmasi yapildigi siralarda Almanlarin baris anlasmasini imza etmeyecekleri sanilirken, Ingiliz basini bazi sirlari açiga vurdu. Bunun birinci bölümü, Almanya'nin baris anlasmasini imza edecegi hususu idi. Bu gerçeklesti. Ikinci bölümü de Türkiye'nin bölüsülecegi hususu idi. Bu çok sükür gerçeklesmedi. Bu bölümde, konferansin aldigi karar geregince Kizilirmak'in dogu tarafi Ermenistan sayilarak Amerikan himayesine veriliyor. Belki Gürcistan ile Azerbaycan da Amerika'ya birakiliyor, deniliyordu. Kizilirmak'in batisindaki topraklar da, Izmir ve Istanbul bunlarin disinda kalmak üzere, denize çikis yeri Antalya olarak Türkiye'yi olusturuyordu Bu bölgenin kuzeyi, Italyan ve Fransiz, güneyi de Ingiliz himaye ve yönetimine veriliyordu. Izmir'in isgali, bu açiga vurulan sirlarin dogruliigunu ispata basladi. 0 halde, böyle bir tehlike karsisinda rnemleketimize karsi en tarafsiz durumda bulunan Amerika'nin destegini kabule mecburuz. Ben bu görüsteyim."
Rauf Bey'in düsüncesini anlamak için bundan sonra daha çok devam eden sözlerini dinlemeye bilmem gerek kaldi mi?
Efendiler, pek uzun ve tartismali olarak geçen bu manda görüsmesi, taraftarlarini susturaeak ortalama bir çare bulunarak sona erdi. Hem de bu çareyi teklif eden yine Rauf Bey oldu: "Amerika'da yillardan beri aleyhimizde yapilmakta olan olumsuz yöndeki propagandalarin dogurdugu düsünce akimini düzeltmek için, her seyden önce Amerikan Kongresi'nden memleketimizi inceleyecek ve gerçegi görecek bir hey'et davet etmek. "Bu teklif oy birligi ile kabul edildi. Kongre Baskanlik Divani'nin imzalariyla bu yolda bir mektup kaleme alindigini hatirliyorsam da bu mektubun gönderilip gönderilmedigini pek iyi hatirlamiyorum. Kaldi ki, ben bu mektuba özel bir önem de vermis degildim.
Efendiler, sirasi gelmisken kisaca sunu da belirteyim: Belge olarak basvurdugum Kongre tutanaklari, Baskanlik Divan KAtipligi'nde bulunan Afyonkarahisar temsilcisi Sükrü ve manda lehindeki konusmalarini dinledigimiz Hami Beyler tarafindan tutulmus ve Hami Bey'in yazisiyla, düzgün bir deftere, temize çekilmistir.
SİVAS KONGRESİ'Nİ BALTALAMA TESEBBÜŞLERİ
Efendiler, Kongre 11 Eylül'de sona erdi, 12 EyIül'de Sivas halkinin da hazir bulundugu açik bir toplanti yapilarak bazi nutuklar söylendi. Kongre görüsmeleri sirasinda, önemli olarak Meclis-i Meb'usan seçimlerinin çabuklastirilmasi ve Meclis'in nerede toplanmasi gerektigi konularina dokunuldu. Ancak, simdi açiklamaya baslayacagim mes'eleler, Kongre görüsmelerini kisa kesmeyi gerektiriyordu. Bu son noktalarla daha sonra Hey'et-i Temsiliye mesgul oldu. 9 Eylül 1919 günü, toplanmis olan bazi bilgiler Kongre'ye su sekilde açiklandi "Eskisehir ve Afyoiikarahisar'daki Ingiliz Kuvvetler' bir kat daha artirildi. General Mi11er Konya'ya geldi. Konya Valisi Cemal Bey ve Ankara Valisi Muhittin Pasa karsi koymaya çekiniyorlar. Yeni Kastamonu Valisi Ali R1Za Bey de tipki Cema1 Bey türünden bir adammis. Pek sayin arkadaslarin böyle durumlar karsisinda siddetli davranma taraflisi olduklarim bildigimden, hemen sert tedbirler alimnasini Fuat Pasa'dan rica etmistim. Fuat Pasa da Kongre'nin kendisine olan güvenine dayanarak, Kongre adina gereken tebligat ve tesebbüslerde bulunmustur. Bu davranis tarzinin yüce hey'etinizce kabul edilmesini rica ediyor. Fuat Pasa, valilere sert uyarilarda bulunuyor. Bölgelere yüksek rütbeli subaylardan milli komutanlar tayin ediyor ve bu komutanlara millet adina her türlü yetki verilmistir" diyor.
Kongre teklifi kabul etti. Bundan sonra ben açiklamalara söyle devam ettim:
"Buraya Galip Bey adinda bir vali tayin edilmis, geliyormus. Ancak, bunun Harput Valisi Ali Galip Bey mi, yoksa Trabzon Valisi Mehmet Galip Bey mi oldugu anlasilamadi. Fakat biz baska bir bilgi elde ettik. Mister Nowil adinda bir Ingiliz binbasisi Bedirhanlilar'dan Kamuran Celadet ve Cemil Bey'lerle birlikte, yaninda on bes kadar Kürt atlisi oldugu halde Malatya'ya gelmis ve mutasarrif Bedirhanli Halil Bey tarafindan karsilanmislardir. Harput Valisi de görünüste bir posta hirsizinin pesine düsme bahanesiyle otomobille Malatya'ya gelmistir. Bu maksatla bunlara Adiyaman'daki müfreze de verilmistir. Maksatlarinin Kürtleri, Kürdistan kurulacagi vaadiyle aleyhimize çevirerek, bize karsi suikast yapilmasina yöneltmek oldugu anlasilmis ve karsi tedbirlere de basvurulmustur. Diyelim ki, valiyi ve digerlerini tutuklatmak istiyoruz. Malatya Mutasarrifi da Kürt asiretlerini Malatya'ya çagirmistir. Bu durum üzerine 13' üncü Kolordu bölgesinde faaliyete geçtik. Gereken tedbirler alinmistir. Yarin aksam Harput'tan gönderilecek bir askeri birlik bozgiinculan tepeleyecektir. Buradaki Kolordu Komutani da gereken tedbirleri almistir. Malatya'ya ve öteki yerlere de gereken emirler verilmistir."
Efendiler, Sivas Kongeresi'nin hemen hemen bütün toplanti süresince, sinirlere gerginlik verecek nitelikte haberler almaktan geri kalmiyordum. Ancak, aldigim bütün bilgileri oldugu gibi Kongre hey'etine sunmakta yarardan çok sakinca buluyordum. Gördünüz ki, simdi açikladigim üzere, gerçekten tehlikeli sayilabilecek nitelikte olan A1i Ga1ip meselesinden de söz ederken ihtiyatli bir dil kullanmayi tercih etmistim. Bence en önemli mesele, her türlü güçlük ve tehlikelere ragmen, Sivas Kongresi'nin sonuca ulasan kararlarla, görüsmelerini bir an önce tamamlamis olmak ve alinan bu kararlari memlekette uygulamaya girismekti. Bu istegim yerine geldi. Bütün memleketi içine alan milli teskilat tüzügünün ve genel kongre bildirisinin hemen bastirilarak her yere dagitilmasi yoluna gidildi. Ancak, beklenenlerin disinda yeni olaylar karsisinda kalindigindan, kongre sona erdigi halde, kongre üyelerinin yeni gelismeler kendini gösterinceye kadar Sivas'ta kalmalarini uygun gördüm ve gerekirse daha etkili olaganüstü bir kongre toplamak için de hazirlik yaptim. Ali Galip'in kaçmasi üzerine, kongre üyelerini Sivas'ta bekletmekten vazgeçildigi gibi, Ferit Pasa Kabinesi'nin düsmesi üzerine olaganüstü kongre toplanmasina da gerek görülmedi.
-
ALİ GALİP OLAYI
Şimdi Efendiler, Millî Mücadele tarihimizde önemli bir olay durumunda olan A l i G a l i p konusu üze rinde biraz açıklamalı bilgi vereyim:
Efendiler, daha Temmuz başında, Erzurum'da bulunduğumuz sıra larda C e l â d e t ve K â m u r a n A l i adlarında iki şahsın yabancı lar tarafından, bol para ile İstanbul'dan Kürdistan'a gönderileceği, bun ların yıkıcı propaganda ve aleyhte kışkırtıcılık yapmakla görevlendiril dikleri; bir iki gün içinde hareket etmiş ve edecek oldukları haberi alındı. Bu haber üzerinde, bunların dağdağaya meydan verilmeden gözet Ienerek yakalanmaları gereğini 3 Temmuz tarihinde Diyarbakır'da 13' üncü Kolordu Komutanı'na, ayrıca Kurmay Başkanı H a l i t B e y' e ve Canik Mutasarrıfı'na bildirdim.
20 Ağustos'ta 13' üncü Kolordu Kamutanı'na verdiğim emirde, adı geçen kimselerin İstanbul'dan hareket ettiklerinin bildirildiğini ve alı nacak tedbirler arasında, özellikle Mardin istasyonunun sıkı bir kont rol altında tutulmasının uygun olacağını yazdım.
Sivas Kongresi'nin ikinci günü, yani 6 Eylül tarihinde, "Bedirhanlı ailesinden C e l â d e t ve K â m u r a n ile Diyarbakırlı C e m i l P a ş a z a d e E k r e m adlarında üç şahsın, yanlarında, vaktiyle Diyarba kır ilinde aleyhimizde propaganda yapan bir yabancı subay bulunduğu halde silâhlı Kürtlerin koruyuculuğunda Elbistan ve Akçadağ üze rinden Malatya'ya geldikleri, orada Mutasarrıf ve Belediye Başkanı tara fından karşılandıkları" 13' üncü Kolordu'nun yazısından anlaşılıyor. 15' inci Kolordu Komutanı K â z ı m K a r a b e k i r P a ş a ' nın 3' üncü Kolordu Komutanlığı'na bununla ilgili olarak gönder diği 6 Eylül 1919 tarih ve 529 sayılı şifresinde verilen bilgide : "Yabancı subayın, Türk, Kürt ve Ermeni nüfusunu incelemek üzere, İstanbul Hükûmeti'nin iz niyle dolaştığını söyledikleri; Malatya'da bulunan süvari alayının mev cudunun azlığı yüzünden bunları tutuklamaya cesaret edemediği, bu nunla birlikte hemen tutuklanmaları için İstanbul'a başvurulduğu 13' üncü Kolordu'dan bildirilmiştir. Bu adamların ne maksatla hangi gö revle, nereleri gezecekleri konusunda bildiklerini Harput, Valisi'nden sordum" denilmekte idi. (Belge : 56 l Harput Valisi A l i G a l i p B e y' dir. Bu adamların ne maksatla geldiklerini 3 Temmuz tarihinden beri bilmekteyiz. Beş on silâhlı Kürd'e karşı bir süvari alayının mevcudu az görülmüş, tutuklanmalarına cesaret edilememiş; asıl hayret verici olan husus, bunların tutuklanması için İstanbul'a başvurmuş olduğu haberidir.
Bu küçük ve önemsiz gibi görünen noktaları, o zamanki durum değerlendirmesinde, dikkate değer anlayış ve zihniyet farklarının bulun duğunu göstermesi bakımından kaydediyorum.
Diyarbakır'da, 13' üncü Kolordu Komutanı'nın tutumu şüpheli gö rüldüğünden, doğrudan doğruya bu kolordunun Kurmay Başkanı'na 3'üncü Kolordu Komutanı'nın imzasıyla 1 Eylül 1919 tarihinde yazılan (kişiye özel) şifrede, V a l i G a l i p, Malatya Mutasarrıfı H a l i l, K â m u r a n, C e l â d e t ve E k r e m B e y' lerle beraber İngiliz binbaşısı nın mutlaka yakalanıp Sivas'a gönderilmeleri için Elâzığ'da bulunan 15' inci Alav Komutanı İ l y a s B e y ' in kendi komutasında altmış ka dar atlı ve katırlı askerden oluşan bir müfrezenin en geç 9 Eylül'de Har put'tan Malatya'ya hareketi ile ilgili olarak ve işin kestirmeden bitirilmesi bakımından doğrudan doğruya tebligat yapıldığı bildirildi ve müfrezenin hemen hareketinin sağlanması rica edildi.
8 Eylül'de, Sivas'tan da bir otomobille bazı subayların gönderile ceği bilgisi verildi (Belge : 57).
Diyarbakır'dan, Kurmay Başkanı'nın 7/8 Eylül 1919 tarihiyle bana gönderdiği şifrede şöyle deniyordu :
"Tutuklama ile ilgili isteği öğrendim. Bu hususta Komutan Bey'in emir ve receğini hiç sanmıyorum. Çünkü askerî özelliklerini biliyorum. Tarafımdan yapı lacak tebligatı ise, yerine getirmekten çekinirler. Bu konuda İstanbul'Ia haberleş mekteyiz. Bu duruma göre ne yapılması gerekeceğinin tayini yüksek kararınıza bağlıdır. Şifre kaleminin 357 sayısıyla arz edilmiştir."
13' üncü Kolordu Kurmay Başkanı
Hâlit
Elâzığ'daki Alay Komutanı İ l y a s B e y' den 13' üncü Kolordu Komutanı'nın emrine cevap olarak gelen 8 Eylül tarihli telgrafta da "Kolordu'dan aldığım emir üzerine hareketim geri bırakılmıştır. Kolor dunun izni olmadan, buradan hareket etmekliğim uygun düşmeyeceğin den, hareket emrinin Kolordu'dan bildirilmesine lûtfen yardımcı olunuz" denilmekte idi (Belge : 58).
Hâlit Bey'e hemen verdiğim cevap, aynen şuydu :
Malûm şahısların alçaklıkları ortaya çıkmıştır. İstanbul Hükümeti...... bu alçaklığa ortaktır. Oradan emir beklemek düşmana fırsat vermektir. Bu hususta tebligat yaparken, hiç kimseyi kararsızlığa düşürmeyecek şekilde, hemen emir ver mek, vakit geçirmemek gerekir. Komutanın kararsızlığa düşeceğine ihtimal veriyor sanız, zatıâliniz, tarafımızdan Elâzığ ve Malatya'daki alay komutanlarına yapılmış olan tebligatımızın uygulanmasını bildiriniz. Gerçekten lüzum varsa, komutayı uy gun gördüğünüz tümen komutanlarından biri üzerine alsın! Ağırdan alma zamanı geçmiştir. Yapılanlarla ilgili cevabınızı bekliyoruz, kardeşim.
Mustafa Kemal
Alay Komutanı İ l y a s B e y 'e de aynı tarihte bizzat şu emri ver dim : "Malûm şahısların hainlikleri ortaya çıkmıştır. İstanbul'daki mer kezî hükûmet de bunların hainliğine ortaktır. Kolordunuz komutanı bu konuda izin istemiş ve cevap alamamış olabilir. Bu bakımdan bu mese lenin çözüme bağlanmasını zâtıâlinizden beklerim.
Cevabınızı bekliyorum, efendim. Malatya'da bu işi hallettikten son ra, gerekirse Sivas'ta bize katılırsınız. M u s t a f a K e m a l". Şifre dı şındaki imza da 3' üncü Kolordu Kurmay Başkanı Z e k i B e y' indi.
Malatya'da bulunan 12' nci Süvari Alayı Komutanını da 7/8 Ey lül gecesi bizzat telgraf başına çağırmış ve görüşmekte idim. Alay Ko mutanı C e m a l B e y 'den durumu ve kuvveti hakkında bilgi aldım. Gelenlerin yanlarındaki silâhlı Kürtlerle beraber on beş yirmi kişi ka dar olduğunu, alayın da merkezde aancak o kadar kuvveti bulundu ğunu söyledi. Ben bu kuvveti yeterli gördüm. Hattâ Süvari ve topçu ala yının yalnız subayları yeterli olabilirdi Ne var ki özel durumu ve mane viyatını anlamak istiyordum.
Bunun üzerine telgraf konuşması şöyle geçti :
" Ben - Vali G a l i p B e y, İngiliz binbaşısı, K â m u r a n C e l â d e t ve E k r e m B e y 'lerin hep birlikte ustalıklı bir tertiple bu gece yakalanarak Sivas'a gönderilmeleri zaruridir. Durumunuz bunu yapmaya elverişli midir? Size buradan ve Harput'tan yardım yetiştirilecektir.
C e m a l B e y - Valiyi de beraber mi?
Ben - Özellikle, evet.
C e m a l B e y - Arz ettiğim üzere durum ve kuvvetim buna el verişli değildir. K â m u r a n, C e l â d e t ve E k r e m B e y lerin yakalanmaları hakkında 13'üncü Kolordu Komutanı ile haberleşme ya pıldı. Sonunda, durumun nezaketi dolayısıyla, şimdilik tutuklanmaları nın uygun olamayacağı hakkında emir de çıkmıştır" dedi.
Artık, bu zatın daha çok üzerine varılamazdı. "Kendilerine hisset tirmeden sıkı bir şekilde göz hapsinde bulundurunuz. Kolordunuzdan emir gelecektir. Hareket ederlerse, ne tarafa dogru gittiklerini ve han gi vasıta ile hareket ettiklerini hemen bildiriniz" talimatını vermekle yetindim. (Belge : 59).
8 Eylül günü, C e m a l B e y' den şifre ile "malum şahısların hâlâ orada olup olmadıklarını ve göz hapsinde tutmak için alınan tedbirlerin güvenirlik derecesini" sordum ve "kendisine günde iki defa rapor ver mesinin emrettim.
H â l i t B e y' e yazdığım telgrafa ertesi günü (8 Eylül 1919) al dığım cevapta, Elâzığ'daki Alay Komutanı İ l y a s B e y e emir veril diği bildiriliyor ve bu emrin bir kopyası veriliyordu (Belge : 60).
Kolordu Komutanı C e v d e t B e y de, İ l y a s B e y'in 52 ka tırlı asker ve iki makineli tüfekle 9 Eylül sabahı hareket ettiğini ve 10 Eylül akşamı Malatya'da bulunacağını bildirdi, 9 Eylül tarihli bir şifre sinde karşı koyma hareketlerinin yoğun olduğu bir çevrede daha fazla faaliyet göstermemek hususunda kendisini mazur göreceğimi" de söylü yordu (Belge : 67). 9 Eylül'de, İ l y a s B e y müfrezesinden başka, Aziziye den iki süvari bölüğü, Siverek'ten Malatya'daki alaya bağlı bir bölük de Malatya' ya gönderildi (Belge : 62, 63, 64).
Vali A l i G a l i p 'in ve Bedirhanlılar ile C e m i l P a ş a z a d e nin yaptıkları propagandanın etkisini kaldırmak için, Elâzığ ve Dersim Bülgesi ile ilişkisi olduğunu bildiğim ve Kemah'ta bulunan H â l e t B e y'e (eski milletvekili) 9 Eylül'de Elâzığ'a hareket etmesini ve H a y d a r B e y ' le bağlantı kurmasını yazdım (Belge : 65). Ayın sonuna doğru oraya vardı.
Van valisi bulunan H a y d a r B e y de Elâzığ valiliği görevine başlamak üzere Erzurum'dan yola çıkarılmıştır. H a y d a r B e y, 15' in ci Kolordu'ya bağlı olup Mamahatun'da bulunan bir süvari alayı ile de bağlantı kurarak, gereğinde bu alayı Malatya'ya doğru harekete geçire cekti.
Otomobille bazı subayların da Malatya'ya gönderileceği konusunda bir kayıt vardı.
Gerçekten de arkadaşlarımızdan R e c e p Z ü h t ü B e y görünüş te 3'üncü Kolordu yaveri sıfatıyla ve benden aldığı özel talimatla, ya nında, başkaları da olduğu halde 9 Eylül'de, otomobille Malatya'ya ha reket etti. Maalesef bindiği otomobil, yolların bozuk ve çamurlu olması yüzünden Kangal'da kırılmış ve tam zamanında Malatya'ya yetişememiş ti. Kangal'dan sonra kâh araba ve kâh hayvanla, gece gündüz yol ala rak Sivas'tan hareketinin dördüncü günü öğleden sonra Malatya'ya va rabilmişti. R e c e p Z ü h t ü B e y 'in verdiği raporlar, durumun ay dınlanmasında çok yararlı olmuştu.
Efendiler,10 Eylül günü geç vakit şu telgrafı aldık :
Malatya,10.9.1919
Sivas'ta 3' üncu Kolordu Komutanlığı'na
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri' ne özel :
1-10.9.1919 saat 14.00'de oIaysız olarak Malatya'ya varılmıştır.
2 - Malum şahısların hepsinin de maalesef Kâhta'ya doğru kaçtıkları, et raflı bilginin daha sonra sunulacağı arz olunur.
15' inci Alay Komutanı
İlyas
Aynı gün ve fakat, İ l y a s B e y 'in telgrafından sonra da şu telg rafı alıyoruz : Malatya'dan,10.9.1919 Sivas'ta 3' üncü Kolordu Komutanlığı'na
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne:
1- Harput Valisi ile Malatya Mutasarrıfı, İngiliz binbaşısı ve yardakçıları olan malum kimseler 15' inci Alay'ın Elâzığ'dan hareketini ve kendilerinin tutuk lanacaklarını haber alır almaz, bu sabah erkenden kaçmışlardır. Bunların Kâhta' daki B e d i r A ğ a 'nın yanına gittikleri ve oradan alacakları Kürtlerle burayı basmaya gelecekleri söyleniyor.
2 - Herhangi bir kötülüğe yeltendikleri takdirde, bunlar ve B e d i r A ğ a aşireti hakkında kovuşturma yapılması için Kolordu'dan emir alınmıştır, izlerinde gidilmektedir, sonuç ayrıca arz edilecektir.
3 - 15' inci Alay Komutanı'nın emrindeki kuvvetle, bu gün saat 14.00 te Malatya'ya geldikleri arz olunur.
12' nci Süvari Alay Komutanı
Binbaşı Cemal
Aynı tarihte yazılmış olan bu iki telgraf yanyana getirilerek ince lenirse, dikkate değer bazı noktaların göze çarpmamasına imkan yoktur.
Süvari Alay Komutanı C e m a l B e y, tarafımızdan aldığı talimat üzerine malûm şahısları sıkı ve güvenli bir şekilde göz hapsinde bulun duracak ve günde iki defa rapor verecekti.
Adı geçen kimseler,10 Eylül günü sabah erkenden kaçtıkları halde, C e m a l B e y, bu bilgiyi ancak, İ l y a s B e y müfrezesinin gelişinden ve İ l y a s B e y 'in raporundan sonra bildiriyor. C e m a l B e y, ka çakların, İ l y a s B e y müfrezcsinin Elâzığ'dan hareketini haber aldık larını söylüyor. Oysa, telgrafhane C e m a l B e y'in gözetimi altındaydı.
Sonra, kaçakların Kürtleri toplayıp Malatya'yı basacaklarının söy lendiğini de ekliyor. Bu noktalar, Süvari Alay Komutanı hakkında şüp he ve kararsızlık uyandırmaktadır.
Daha sonra alınan bilgilerden anlaşıldı ki, A l i G a l i p ve arka daşlarına 9 Eylül akşamı haber getirilmiş. A l i G a l i p geceyi uyuma dan hükûmet dairesinde geçirmiştir. 10 Eylül'de, yanlarında birkaç jan darma ve silâhlı Kürtle birlikte, hükûmet dairesinde toplanıyorlar, vez nedarın odasına giriyorlar, kasayı açıyorlar, yanlarında götürmek üzere altı bin lira sayıp bir kenara koyuyorlar ve kasaya konmak üzere de şu senedi yazıyorlar :
"M u s t a f a K e m a l P a ş a ve adamlarının ortadan kaldırılması mas raflarını karşılamak üzere, bununla ilgili emre uyularak altı bin lira alınmıştır. 10 Eylül 1919. Halil Rahmi, Ali Galip."
İ l y a s B e y müfrezesinin Malatya'ya yaklaşmakta olduğunun anlaşıldığı bir sırada, Süvari Alay Komutanı, subaylara mutasarrıfın evi ni hedef gösteriyor. Mutasarrıfın evini sarıyorlar. Telefon tellerini kesi yorlar ve evi basıyorlar. Bu hareketin başladığını sezen H a l i l B e y ' in ailesi hükûmet dairesine haber veriyor. Hükûmette, para almakla meşgul olan vali, mutasarrıf ve arkadaşları, durumdan haberdar olur ol maz, korku ve telâşla her şeyi unutup ayırdıkları parayı ve yazdıkları senedi de olduğu gibi bırakıyorlar; yanlarındaki adamları ile birlikte hazır bulunan atlarına binerek kaçıyorlar (Belge : 66, 67).
Süvari Alay Komutanı'nın ve Topçu Alay Komutanı'nın, valinin ge ceyi hükûmet dairesinde geçirmekte olduğunu bilmedikleri kabul edile mez. Mutasarrıftan çok valinin yakalanmasının önemli olduğu da açıktı. O halde, malûm kişilerin kaçmasına göz yumulduğu bir gerçektir. En basit bir yorumla, malûm kimselerin, yanlarındaki beş on silâhlı jandar ma ve Kürtle çatışmaktan büyük fenalık çıkabileceği kuruntusu Malatya' dakileri dolaylı yoldan tedbir almaya yöneltmiş ve onlara bu şahısları ürküterek kaçırma yolunu benimsetmiştir, denebilir.
10 Eylül'de İ l y a s B e y 'e verdiğim talimatta belirttiğim başlıca noktalar :
1- Kaçakların sür'atle yakalanmaları;
2 - Kürtlük akımına asla elverişli bir ortam bırakılmaması;
3 - Malatya'da, mutasarrıflığı Jandarma Komutanı T e v f i k B e y' in üzerine alması; uygun namuslu ve vatansever bir zatın da Harput'ta hemen valilik makamına getirilmesi;
4 - Malatya ve Harput'taki hükûmet kuvvetlerini tamamen ele alarak vatan ve millet aleyhine hiçbir harekete meydan verilmemesi,
5 - Kaçaklara uyanların amansızca ve merhametsizce yok edile ceğinin ilânı ve namuslu halkın gerçek durumundan haberdar edilmesi
6 - Millî varlığımızı tehlikeye sokacak olan yabancıların askerle rine de karşı konulacağının belirtilmesi ve gerekli düzen ve tedbirlerin alındığının" bildirilmesinden ibarettir (Belge : 68).
Efendiler, kaçakların, yakındaki veya çevredeki aşiretlerden bir ta kım Kürtleri toplayabileceklerini, hattâ, Maraş'ta bulunan yabancı kuv vetlerden bile yararlanabileceklerini kesin gibi kabul etmek lâzım geliyor du. Onun için de alınmış olan tedbirleri ve bu işe ayrılmış olan kuvvet leri güçlendirmek gerekiyordu. Bu maksatla Sivas'tan Malatya'ya 9 Ey lül akşamı bir katırlı müfreze daha gönderildiği gibi, 3' üncü Kolordu elden geldiği kadar kuvvetlerini güneye indirecek, 13' üncü Kolordu ta kip işini yüklenecek ve hainlere kıpırdayacak bir fırsat vermemek için pek etkili olmak gerektiğinden, Mamahatun'daki süvari alayı da Harput yönüne doğru hareket ettirilecekti.
Bu hususta 3' üncü, 13' üncü ve 15' inci Kolordu Komutanlarına ge rektiği şekilde tebligat yapıldı ve istekler bildirildi (Belge : 69).
Efendiler, verdiğimiz direktifler çerçevesinde kaçakları takip etti rirken, bir yandan da elimize geçen bazı belgeleri gözden geçirelim. Bu belgelerin, söz konusu olayı, A l i G a l i p ' in teşebbüsünü ve İstanbul Hükûmeti'nin bayağılığını her türlü açıklamadan daha mükemmel bir şekilde ortaya koyacağını zannettiğimden, onların olduğu gibi gözden geçirilmesinin yersiz olmadığı görüşündeyim.
Önce, Dahiliye Nâzırı Â d i l B e y 'le Harbiye Nâzırı S ü l e y m a n Ş e f i k P a ş a 'nın ortak imzalarıyla Elâzığ valisi A l i G a I i p B e y 'e verilen 3 Eylül 1919 tarihli talimatı birlikte okuyalım.
Bundan sonra, Dahiliye Nâzırı'nın gönderilecek kuvvet ve sarf edi lecek para miktarı ile ilgili olarak Bâbıâlî'den çektiği telgrafını görürüz :
İstanbul 906
Kendisi tarafından çözülecektir
Elâzığ Valisi Galip Beyefendi'ye
İlgi : 2 Eylül 1919, sayı : 2.
Arz olunmuştu. Padişah'ın, hakkındaki yüce buyruğu bu gün çıkacaktır. Bu bakımdan kesinlik kazanmıştır. Talimat şudur : Bildiğiniz uzere, Erzurum'da Kong re adı altında birkaç kişi toplanarak birtakım kararlar aldılar. Ne toplananların, ne de aldıkları kararların bir değeri ve önemi vardır. Ancak, bu durumlar ülke ça pında birtakım dedikodulara yol açıyor. Avrupa'ya da pek abartılarak aksettirili yor. Bundan dolayı da kötü etkiler yaratıyor. Ortada önem verilmeye değer hiçbir kuvvet ve hiçbir olay bulunmadığı halde, sırf bu abartma ve kötü etkilerden endi şeye duşen İngilizlerin, yakında Samsun'a epeyce bir kuvvet çıkaracakları tahmin ediliyor. Hükümetin her yere olduğu gibi size de gönderdiği, malum genelgeye ay kırı hareketler devam ederse, çıkarılacak yabancı kuvvetlerin Sivas'ı ve oradan daha da ilerleyerek birçok yerleri işgal etmeleri ihtimalden uzak değildir. Bu da memleketin çıkarlarına elbette aykırıdır. Erzurum'da toplanan malum şahısların yakında Sivas'ta birleşerek yine bir kongre toplamak istedikleri, olaylarla ilgili ha berleşmelerden anlaşılıyor. Böyle beş on kişinin orada toplanmasından hiçbir şey çıkmayacağı hükumetçe bilinmektedir. Ne var ki, bunları Avrupa'ya anlatmak müm kün değildir. İşte bunun içindir ki, onların orada toplanmasına meydan vermemek gerekiyor. Bunu sağlayabilmek için, her şeyden önce, Sivas'ta hükumetin tam ola rak güvenini kazanmış va memleketin iyiliğine olan tebligatı olduğu gibi yerine getirmeye azimli bir vali bulundurmak gerekmektedir. Yüksek şahsınızı onun için oraya gönderiyoruz. Gerçi, Sivas'ta kongre toplamak isteyen birkaç kişiye engel olmak o kadar güç birşey değilse de, yüksek dereceli sivil memurlarla, komutan ların, subayların ve askerlerden bazılarının da bunlarla aynı düşüncede olmaları dolayısıyla, hükumetin aldığı tedbirleri ellerinden geldiğince boşa çıkarmaya ve malum şahısları güçleri yettiği kadar korumaya çalışacakları gözönünde bulundu nılarak, güvenilir bir iki yüz kişinin yanınızda bulunması başarı sağlama ba kımından uygun görülmektedir. Bundan dolayı, daha önce yazdığım gibi, oralar daki Kürtlerden güvenilir yuz elli kadar atlıyı birlikte alarak, oradan niçin gi dildiğini hiç kimseye sezdirmeden, Sivas'a hiç kimsenin beklemediği bir zamanda vararak, vali ve komutanlığı hemen ele alacak ve sayıları az olmakla birlikte ora daki jandarma ve askeri iyi kullanacak olursanız, karşınızda başka bir kuvvet bulunmayacağı için derhal otoritenizi kullanarak toplantıya meydan vermemiş ola cağınız ve orada bulunanlar varsa hemen yakalayıp, göz altında İstanbul'a gönde rebileceğiniz âşikârdır. Böylece, kazanılacak hükumet nüfuz ve otoritesi, içeride macera peşinde koşanlan yıldırarak bir daha bu gibi kötü hareketlerin meydana gelmesini önleyeceği gibi, dışanda da pek iyi bir etki yapacak, yabancıların asker çıkararak oraları işgal etmek konusundaki tasarılarından vazgeçmeleri için hüku metçe yapılacak müracaat ve teşebbüslere sağlam bir dayanak oluşturacaktır. Zaten Sivas halkının bazı tanınmış kimselerinden araştırılarak elde edilen doğru bilgilere göre, halk bu politikacıların kışkırtmalarından, para toplamak için yaptıkları bas kılardan pek nefret etmiş. Bu hareketlerin önlenmesi için, hükümete her türlü yar dıma hazırdır. Orada derhal jandarmaya yazılacak, istenildiği kadar asker buluna cağı, bunlara nüfuzlu kimseler tarafından özel olarak yardım edileceği haber veril mektedir. Bu şekilde, yeteri kadar ve hukumete kuvvetle bağlı jandarma birliği kurulduktan sonra, birlikte götüreceğiniz süvarileri hoşnut ederek yerlerine gön deririz. İşte alınacak tedbirler bundan ibarettir. Bunun kolaylıkla ve başarıyla uy gulanması, sadece son derece gizli hareket etmeye bağlıdır. Sivas'a tayininizden, hattâ o taraflara gideceğinizden kendi aileniz içinde en çok güvendiğiniz bir tek kimseye bile bahsetmeyiniz. Sivas'a girinceye kadar, maksadınızı yanınızdakilere bile sezdirmeyiniz. Bu, başannın temel şartıdır. Bu itibarla, şimdilik ailenizi her halde orada bırakarak, etraftaki aşiretleri teftiş için beş on gün kalacağınızı aile nize ve çevrenizdeki yakınlarnıza anlatarak, hemen yola çıkıp bir gün öncesinden Sivas'a ansızın girmeye gayret etmelisiniz. Oraya vardığınızda, aşağıdaki telgrafı gereken kimselere gönderip, valilik ve komutanlığı ele alarak hemen işe başlamalı sınız. Bir yandan da makine başında durumu Nezaret'e bildirmelisiniz. Böylece, oradaki şartlar belli olur olmaz, size yine makine başında tarafımdan gereğine uy gun tebligat yapılacaktır. Bu şekilde işe başladıktan sonra, ne vakit uygun görür seniz ailenizi ve eşyanızı Sivas'a getirtebilirsiniz. Yalnız, şimdi orada bulunan R e ş i t P a ş a ' nın valilik görevinden alındığı, yerine bir başkasının gönderile ceği her nasılsa duyularak, kendisi tarafından Nezaret'e başvurulmuş olduğundan ve adları malum kimselerin yakında Sivas'ta toplanmak istedikleri alınan haber lerden anlaşıldığından, boşuna bir dakika geçirilmeksizin bir an önce hareketle, oraya vaktinden önce ulaşmaya gayret etmeniz, işin gereği olarak pek önemli ve zaruridir. Bu durum karşısında, ne zaman hareket edeceğinizin ve ne kadar za manda oraya varabileceğinizin bildirilmesi gerekiyor.
Sivas'ta ilgililere göstereceğiniz telgraf şudur :
Zâtıâlîlerinin Sivas ve komutanlığına tayinleri Meclis-i Vûkelâ kara rıyla Padişah Hazretleri'nin yüce buyruklarına sunulmuş ve gereği şerefle onaylan mış olduğundan, hemen hareketle, bu telgrafı Sivas'taki sivil ve askerî memurlar dan gerekenlere gösterip, vali ve komutanlığı üzerinize alarak göreve başlamanız ve durumu hemen bildirmeniz tebliğ olunur. 3.9.1919
Dahiliye Nâzırı Harbiye Nâzırı
Âdil Süleyman Şefik
58) Bakanlar Kurulu.
Bâbıâli, 6.9.1919
Malatya'da Elâzığ Valisi Galip Beyefendi'ye
İlgi : 6.9.1919.
Eşkıya takibi için gönderilecek kuvvetin masraflarının jandarma ödeneği he sabına malsandığından karşılanması zarurîdir. Kaç kuruş sarf edileceğinin ve gön derilecek kuvvetin miktarı ile hareket gününün hemen bildirilmesi.
Nazır Âdil
Dahiliye nâzırı üç gün sonra da A l i G a l i p' in bir telgrafına kar şılık olduğu anlaşılan şu telgrafı veriyor :
İstanbul, 9.9.l919
İlgi : 8.9.1919. Sayı : 2
Malatya'da Elâzığ Valisi Beyefendi'ye
Sivas'ta güvenilir bir vasıta olmadığından veterli bilgi alınamamakta ise de ora halkından burada bulunan bir adamın ifadesine ve başka yerlerden de alınan genel bilgilere göre, önce halk bu kışkırtmalara taraftar değildir. Sonra, asker yok denecek kadar azdır. Bu hareketi idare etmekte olanlar, malûm şahıslar ile komu tan ve subaylardan bazılarıdır. Bunlar, işe millî bir yön vererek maksatlarını be nimsetmeye çalışmaktadırlar. Oysa, millet bu işlere taraftar değildir. Orası daha yakın olduğu için, istediğiniz bilgiyi kolaylıkla elde edebilirsiniz : Bununla, birlikte; gazeteler her nasılsa Sivas'a tayininizden bahsetmiş olduklarından, bir gün önce yola çıkmanız daha da önem kazanmıştır. Birlikte bulunduracağınız kuvvet ne ka dar çok olursa, başannın o oranda kolaylaşacağı âşikârdır. Bu kuvvetin miktarları ile, hareket tarihinizin bir gün öncesine kararlaştırılarak bildirilmesini bekliyo rum.
Nâzır Âdil
A l i G a l i p B e y bu telgrafa karşılık olarak, Malatya'dan son defa şu telgrafı veriyor :
Çok ivedi ve gizli Kendisi tarafından çözülecektir
Dahiliye Nezareti'ne
Bu ayın 14'üncü günü yeterince kuvvetle eşkiyanın peşine düşüp ve ya kalanması için Malatya'dan hareket edecek şekilde gerekli tedbirler alınmıştır. Tan rı'nın yardımı ile çarpışmadan başanlı sonuç alınacağına güven buyurulsun. Yalnız yazılan cevapları ve gerekleri geciktirilmemelidir.
9.9.1919
Elâzığ Valisi Ali Galip
Bu telgraftan, 9 -10 Eylül gecesini hükûmet dairesinde heyecanlar içinde ve sabaha kadar uykusuz olarak geçiren A l i G a l i p'in 9 Ey lül 1919 günü, henüz kahramanlığının üzerinde ve Tanrı'nın yardımı ile çarpışmada başarıdan pek ümitli olduğu anlaşılıyor.
Efendiler, bu olaydan ve bu belgelerden haberdar edilen sivil âmir lerden Dahiliye Nâzırı Â d i l B e y' e Komutanlardan da Harbiye Nâzırı S ü l e y m a n Ş e f i k P a ş a 'ya, güvensizlik bildiren telgraflar çekil mesinin uygun olacağı düşünüldü. Halkın dikkati çekildi.
Sivas Valisi R e ş i t P a ş a 'nın telgrafına cevap veren  d i l B e y 'in şu sözleri ne kadar garip ve şaşırtıcıdır.  d i l B e y sözünü ettiğim telgrafı şu cümlelerle bitiriyordu : ". . . . . . Elbette Halife Hazret leri'nin yüce buyruklarına uyma gereğini takdir edersiniz! " (Belge : 70).
Efendiler, bir tesadüf eseri olarak bu görüşme sırasında ben de telgrafhanede bulunuyordum. Bir aralık dayanamadım. Şu telgrafı yazıp çekilmek üzere memura verdim.
10,11.9.1919
Dahiliye Nâzırı Âdil Bey'e
Milletin, Padişah'ına maruzatta bulunmasına engel oluyorsunuz. Alçaklar, ca niler! Düşmanlarla millete karşı haince tertiplere girişiyorsunuz. Milletin kudret ve iradesini takdirden âciz olduğunuza şüphe etmiyordum. Ancak, vatan ve millete karşı haince ve son bir çırpınışla alçakça harekette bulunacağınıza inanmak istemi yordum. Aklınızı başınıza toplayın. G a l i p B e y ve yardakçıları gibi aptalların verdikleri ahmakçasına ve asılsız sözlere kapılarak ve M i s t e r N o w i l gibi milletimiz ve vatanımız için zararlı olan yabancılara vicdanınızı satarak yaptığınız alçaklıkların milletçe sorulacak hesabını göz önünde bulundurunuz. Güvendiğiniz şahısların ve kuvvetin sonunu öğrendiğiniz zaman, kendi sonunuzla karşılaştırmayı unutmayınız.
Mustafa Kemal
Bütün komutanlar da gerektiği şekilde müracaatta bulundular. 12 Eylül'e kadar aldığımız raporlardan, kaçakların, 10 11 Eylül gecesini Raka'da geçirdikleri, 11-12 Eylül gecesini de Raka'nın yarım saat yakınındaki bir köyde, bir aşiret reisinin yanında geçireceklerinin anlaşıldığı bildiriliyordu (Belge : 71 ). Bu bilgi, 20'inci.15' inci ve 13'ün cü Kolordu Komutanları'na bildirildi (Belge : 72).
11 Eylül ve 11-12 Eylül'de Malatya ile telgraf başında yapılan ha berleşmeler, daha Malatya'da, kesin emir ve talimat almış olan şahıs ların zihinlerinin daha henüz bir karışıklık içinde bulunduğunu göstere cek nitelikte idi.
Elâzığ'dan gelen Alay Komutanı İ l y a s B e y "Mutasarrıf Bey'in gönderdiği özel bir adam tarafından Vali A l i G a l i p ve Mutasarrıf H a l i l B e y'lerin bazı şartlarla yerlerine dönmek istedikleri" bildiril miş. "Memleketin selâmeti adına bunların bu şekildeki tekliflerini kabul etmenin uygun olup olmadığı konusundaki emrinizi beklemekte olduğu muz arz olunur" demekteydi ( 11 Eylül) (Belge : 73).
Bunun arkasından İ l y a s B e y, 11/12 Eylül gecesî yine telgraf başına gelen Süvari Alay Komutanı C e m a l, Mutasarrıf Vekili T e v f i k, Topçu Alay Komutanı M ü n i r, Jandarma Yüzbaşısı F a r u k, Baytar Binbaşısı M e h m e t ve Elâzığ'dan gelen Alay Komutanı İ l y a s B e y ler adına şunları yazdırdı :
Malatya'dan İ l y a s B e y : Güvenilir bir kimse olan Jandarma Yüzbaşısı F a r u k B e y'den biraz önce alınan bilgiler aşağıda verildiği gibidir :
F a r u k B e y , Kâhta ve çevresinde takipte, Malatya'ya beş saat uzaklıkta ki Raka köyünde Kürtlerin toplandıklarını, şimdi Mutasarrıf ile arkadaşlarının orada bulunduklarını, Siverek'e kadar uzanan bölgedeki aşiretlerin birbiri ardınca buraya gelmekte olduklarını; Dersim aşiretle rine varıncaya kadar Kürtlük adına çağırıldıklannı, Mutasarrıf'ın plânına uyularak önce Malatya'ya saldırıp tamamiyle yağmaladıktan sonra, bü tün kuvvetleri ile Sivas'a doğru yürüyeceklerini, Malatya'da bulunan Türkleri öldüreceklerini ve süreceklerini, Dersim'lilerin de aynı zamanda Harput'a yürüyeceklerini bildiriyor. Çünkü, mutasarrıfın Malatya'dan gitmesi Kürtlük adına kendilerine karşı büyük bir aşağılama ve hakaret olarak sayılıyormuş. Vali böyle bir yağmaya ve katliama taraftar ve razı olmadığını, ancak, mutasarrıfın düşüncesine de engel olamayacağını bildirmiştir. Malatya'ya çarpışarak girdikleri zaman Kürt bayrağı çeki leceğini ve yanlarındaki İngiliz binbaşısı da Urfa'da bulunan İngiliz tü meninin harekete hazır olduğunu bildirmiş ise de, H a c ı B e d i r A ğ a' nın bunun kabul etmediği ve aşiretlerin, Malatya'nın Kürdistan'ı sayılıp Malatya'da Kürt bayrağn çekilmesinde direndikleri, dün akşam Malatya'ya dönmek isteyen valiyi bırakmadıkları abartılmadan arz olu nur.
Şartları aşağıdadır :
1- Valinin yerine dönmesi;
2 - Mutasarrıfın eskiden olduğu gibi yerinde kalması;
3 - Elâzığ'dan gelen askerin geri gönder ilmesi;
4 - Vali yüz silâhlı Kürtle Malatya'ya girdiği zaman huzurun sağlanması ve Sivas'a doğru yürümesi;
5 - Aşiretlerden alınan yedi tüfekle bir tabancanın geri verilmesi;
6 - Yukarıda arz ettiklerime emirleri.
İ l y a s B e y'e şunu yazdım :
11,12.9.1919
Malatya'da İlyas Beyefendi'ye
1- Verdiğiniz bilgiler hey'etimizce dikkate alındı. Zatıalinize şartlar ileri sürenler kimlerdir? Böyle bir ilişkiye girişmek asla doğru değildir. Hainlikleri or taya çıkan vali, mutasarrıf ve yardakçılarının yakalanmaları, kışkırtmaya çalıştık ları bazı gafil kimselerin de uyarılması söz konusudur. Bunun için bütün şiddeti ile karşı koymak gerekir. 13' üncü, 15' inci ve 3'üncü Kolordu Komutanları şu daki kada telgraf başında, alınacak ortak tedbiri kararlaştırmaktadırlar. Elde edilebilen kuvvetler her taraftan harekete geçirilmiştir. Oraca alınması gereken tedbirlerin zâtıâlîniz tarafından sükûnet ve ciddiyetle alınmış bulunduğuna güvenimiz tamdır. O bölgede bulunan bütün telgrafhanelerin tutulması ve Mutasarrıf Vekili T e v f i k B e y kardeşimiz de hükûmetin güç ve otoritesini en üstün bir şekilde göster mesi dikkate alınmalıdır.
2 - Şu anda Anadolu'nun bütün merkezlerinden Zâtışâhâne'ye, yapılan ha inlik arz edilmektedir .Oraca da aynı şekilde hareket edilmelidir.
3 - İngiliz binbaşısının sözleri blöftûr. Kürtlerin de birleşip toplanabilseler bile, asker kuvveti karşısında ne dereceye kadar başarı gösterebileceklerini takdir buyurursunuz.
4 - B e d i r A ğ a ' yı, Keven aşiretinin reislerini ve bu haince hareketlere karşı olan beyleri tarafınıza çekmeye çalışmanız uygun olur.
5 - Adıyaman'dan hareket eden sûvari bölüğü ile, Siverek ve Diyarba kır'dan hareket eden birer taburla bağlantınız var mı? Nerelere vardılar?
Telgrafhanede bulunan Kongre Hey'eti adına
Mustafa Kemal
Gerçi, kongre toplantı halinde değildi ve telgrafhanede bulunmu yordu. Fakat maneviyatı kuvvetlendirmek için, Kongre Hey'eti ile ilgili göstermeyi uygun buldum ve imza olarak, yalnız "Kongre Hey'eti" diye aynı nitelikte ayrıca bir telgraf da yazdım (Belge : 74).
Bu telgrafıma ek olarak, Urfa'da, Ayıntap'ta, Maraş'ta bulunan ve sayıları pek az olan yabancı kuvvetlerini bildirerek " size bir yabancı tü meninden bahsedenlerin sözleri vatan ve millet hainlerinin yalanını ak tararak maneviyatınızı kırmak alçaklığından. . ." dır dedim (Belge : 75).
İ l y a s B e y, telgrafıma verdiği cevapta, "bir saldırı halinde, şiddetle karşı konulması kesin olarak kararlaştırılmıştır." dedikten son ra, "eldeki kuvvet, Malatya'yı uzun bir süre bir Kürt saldırısına karşı savunmaya yeterli değildir. Bunun için elden gelen sür'atle yardımcı kuvvetler gönderilmesine emir buyurulması bir kere daha istirham olu nur" dedi (Belge : 76).
İ l y a s B e y'e gereğinde bir şey bildirilebilsin diye, telgrafhanede bir subay bırakarak, önemli olan işinin başına dönmesini rica ettim (Belge : 77).
İ l y a s B e y tarafından 12 Eylül'de çekilen bir telgrafı, subay larınız ve memurlarınız için çeşitli bakımlardan yararlı olacağı düşün cesiyle, olduğu gibi bilginize sunacağım :
Malatya, 12.9.1919
Sivas'ta 3' üncü Kolordu Komutanlığı'na
Halep'teki İngiliz ordusuna bağh albay rütbesinde M ö s y ö P. P e e l (Pîl) adında bir İngiliz subayı, bugün 12.9.1919 tarihinde öğle üzeri Malatya'ya gelmiştir. Maksadının Malatya, Harput ve Diyarbakır bölgelerinde, bölgenin ileri gelenleri, sivil ve askerî memurlarla görüşmek olduğunu, kaçak M i s t e r N o w i l' in görevi ile ilgili bir şey bilmediğini ve bu konuda İngiliz Hükümeti'nin kesinlikle bilgisi olmadığını ve böyle bir propagandacı subayın buralarda gezmesini kabul edemeyeceğini ve aşiretler içerisinde derhal buraya getirilmesi için kendisine emir verileceğini söyledi. Eğer haince bir maksatla buralarda dolaştığı kanısına vârırsa, tutuklu olarak Halep'e göndereceğini ekledi. Vali G a l i p B e y ' i de kendisiyle görüşmek üzere, hayatının korunması hususunda kendisine güvence vererek buraya davet etme isteğinde bulundu. Bu hususta, üst makamdan adı geçenin buraya gelebilmesi için emir almadan gelmesinin mûmkün olamaya cağını, bunun için ilgili makamlara başvuracağımı da söyledim. Bu izin emrinin sür'atle bildirilmesi için aracı olmamı rica etti. Kendisi "yüksek siyası mutemet" adıyla anılırmış. İstanbul Hükûmeti onu tanırmış. Burada iki gün kaldıktan sonra Harput'a gidecekmiş. Giriş belgesi yoktur. Kendisine, saygıdeğer bir misafir ol duğu ve özel bir saygı gösterileceği söylenmiştir. Valiyi buraya getirtmesine ve bu zatın Harput'a doğru seyahat etmesine izin verelim mi? Bildirilmesi. Sivas'tan iki subayın şimdi geldiği arz olunur.
15' inci Alay Komutanı İlyas
Bu telgrafta söz konusu edilen hususlarla nasıl hareket edileceğini gösteren görüşlerimiz, şu şekilde kısaca bildirildi :
Sivas, 12.9.1919
Malatya'da 15'inci Alay Komutanlığına
İlgi : 12.9.1919.
1- Kim olursa olsun, giriş belgesi olmayan bir yabancı subayın Osmanlı ülkesinde işi yoktur. Kendisine büyük bir nezaketle, fakat askerce, kesin bir tu tumla durumu bildiriniz ve geldiği yere hemen dönmesini isteyiniz. Memleketten çıkıncaya kadar da ileri gelen kimseler ve memurlarla hiçbir siyasî temasa gel memesi için yanına yetenekli, uyanık bir subay katınız.
2 - Kaçak valinin vatan hainliği ile suçlandığını, ele geçince yakalanarak kanunun adaletli pençesine teslim edileceğini, bu konuda başka bir şey yapma imkânı olmadığını ayrıca anlatırsınız, efendim.
Mustafa Kemal
Efendiler, alınan tertip ve tedbirler ve özellikle gösterilen sertlik ve şiddet sayesinde, A l i G a l i p ve H a l i l B e y' lerin ayartmaya çalıştıkları aşiretler dağılmış, ümitsizliğe düşen A l i G a l i p, önce Urfa'ya oradan da Halep'e kaçmıştır. M i s t e r N o w i l de göz altın da rahatça Elbistan üzerinden gitmiştir. Ötekiler de birer yolunu bula rak kaçmışlardır. Bu safhaları daha çok açıklamakta bir yarar görmüyo rum. Bu konuda söylediklerime ek olarak yayınlanacak belgelerin okun masından, bugün ve gelecek için ibret dersi olabilecek noktalar çıkarı lacağını umarım (Belge : 78, 79, 80, 81 ).
HAİNLERLE İŞBİRLİĞİ YAPAN FERİT PAŞA KABİNESİNE HÜCUM
Efendiler, bilginize sunduğum belgeleri gördükten sonra, zannederim Ali Galip tarafından yapılan teşebbüsün Padişah'ın ve Ferit Paşa Hükûmeti'nin ortak bir teşebbüsü olduğuna şüphe ve tereddüt edenler kalmaz. Bu hainliğin ortak elebaşılarına karşı nasıl bir durum almak gerektiği bellidir. Ancak, buna karşı yapılacak teşebbüste elden geldiğince açıktan açığa hareket etmekten vazgeçmek ve o günün gereğinden olmakla birlikte teşebbüs gücünü çeşitli hedeflere yöneltmekten sakınarak bir noktada toplamak ihtiyatlı bir davranış olurdu. Biz de hücuma hedef olarak yalnız Ferit Paşa Kabinesi'ni tespit ettik ve Padişah'ın da bu Ferit Paşa Kabinesi'nin Padişah'ı olaylardan haberdar etmeyip aldatmakta olduğu tezini tuttuk. Padişah, durumu öğrenecek olursa,kendisini aldatanlara müstahak oldukları işlemi uygulayacağına güvenimiz olduğunu ileri sürdük. Hükûmetin ortaya çıkmış olan cinayeti üzerine, kendisine güven duyulmaması tabiî olduğundan, gerçeklerin yalnız ve ancak doğrudan doğruya Padişah'a arz edilmesi ile durumun düzeltilebileceğini, teşebbüslerimiz için hareket noktası olarak kabul ettik. Bu düşünceyle, Eylül'ün 11'inci günü, Padişah'a çekilmek üzere telgraf hazırlandı. Bu telgrafta, tahmin buyuracağınız üzere, zamanın gereği olan birçok basmakalıp sözler içinde : Hükûmetin silâh zoruyla kongreyi basma yoluna giderek Müslümanlar arasında kan dökülmesine sebep olacağı, Kürdistan'ı ayaklandırmak suretiyle vatanı parçalatmak plânını para karşılığında yüklenmiş olduklarının belgelerle açığa çıktığı, hükûmetin bu işlerde âlet olarak kullandığı adamların perişan edilerek kaçmaya mecbur edildiği, yakalandıkları takdirde kanunun pençesine teslim edilecekleri, bu cinayetleri hazırlayan, Dahiliye ve Harbiye Nâzırları vasıtasıyla da emredip uygulatan İstanbul Hükûmeti'ne milletin güveninin kalmamış olduğu bildirildikten sonra, namuslu kimselerin oluşturduğu yeni bir hükûmetin kurulması, bu casus şebekesi hakkında sür'atle kanunî soruşturma yapılarak suçluların cezalandırılması isteniyor; âdil bir hükûmet kuruluncaya kadar, İstanbul Hükumeti ile hiçbir haberleşme ve ilişkide bulunmamaya karar vermiş olan milletten ordunun ayrılamayacağını, olayın içyüzünü bilen ve o çevrede bulunan biz kolordu komutanları arza mecbur olduk deniyordu.
İşte bu telgraf suretinin bütün kolordularca İstanbul'a çekilmesinin uygun olacağı düşünüldü.11 Eylül günü telgraf başında kolordu komutanlarına şu talimatı verdim :
" Şimdi bir suret vereceğiz. Bu suretin 3' üncü, 15' inci, 20' nci, 13 ve 12' nci Kolordu Komutanlarının ortak imzalarıyla çekilmesini uygun görüyoruz. Okuduktan sonra diğer komutanlarla aynı zamanda çekmek için bekleyiniz."
Sadrazamlık Yüksek Katına
Şimdi doğrudan doğruya kutsal Başkomutanı'mız, şanlı Halifemiz Efendimiz'e önemli bir arzda bulunmak mecburiyetindeyiz. Engellenmemesini rica eder,aksi takdirde bundan doğacak ağır sonuçların sorumluluğunun yalnızca yüksek şahsınıza ait olacağını arz ederiz. 12' nci Kor., 13' üncü Kor., 20' r.ci Kor., 15' inci Kor., 3' üncü Kor. Yapılacak önemli maruzat, yukarıda arz etmiş olduğum üzere, padişaha çekilen telgrafta yazılanlardan ibaretti.
Eylülün 11' inci günü ve özellikle 12/13 gecesi, her tarafta, kolordu komutanları telgraf merkezlerine gelerek kararlaştırıldığı şekide İstanbul'la haberleşmeye çalışıyorlardı. Fakat sadrazam ortadan kaybolmuş gibiydi. Cevap vermiyordu. Biz de, telgraf başında, sadrazamın telgrafları alıp cevap vermesi için baskıda bulunuyorduk. İstanbul merkezindeki telgraf memurları ile yapılan uzun çekişmelerden sonra, bir telgraf memuru şu bilgiyi verdi :
" Sadrazam Paşa'ya yazılanlar telefonla söylendi. Alınan cevapta : Telgraf metni Sadrazam Paşa Hazretleri'ne arz olundu. Bildirecekleri maruzatları usulünce telgrafla arz olunmalıdır. Gelen telgraflar da usulüne uygun olarak Padişah'a takdim edilir, buyurduklarını Müdür Bey söylüyor, efendim."
Bunun üzerine, gece yarısından sonra saat 4.00'te Sivas telgrafhanesine çekilmek üzere şu telgraf gönderildi : 11/12.9.1919
Sadrazam Ferit Paşa'ya
Vatan ve milletin haklarını ve kutsal varlıklarını ayak altına alarak, Padişah Hazretleri'nin yüce padişahlık şeref ve haysiyetlerini çiğneyerek, gafilce bir takım hareket ve teşebbüslerde bulunduğunuz ortaya çıkmıştır. Milletin padişahımızdan başka hiçbirinize güveni kalmamıştır. Bu sebeple durum ve dileklerini ancak Padişah Hazretleri'ne arz etmek zorundadır. Hükûmetiniz meşru olmayan hareketlerinin sonuçlarından korkarak, millet ile padişah arasına artık engel çekiyor. Bu konudaki direnmeniz daha bir saat sürerse, millet kendisini her türlü hareket ve faaliyetlerinde serbest saymakta haklı bulacaktır ve bütün vatanın meşru olmayan hükûmetinizle kesin olarak ilgi ve bağlantısını kesecektir, bu son uyarımızdır. Bundan sonra milletin tutacağı yol burada bulunan yabancı subaylar vasıtasıyla, İtilaf Devletleri temsilcilerine de ayrıntılı olarak bildirilecektir.
Genel Kongre Hey'eti
Sivas Telgraf Müdürlüğü'ne de aynı zamanda, telefonla şu emir verildi :<P< üİğçıçğİğğıııö Genel Kongre Hey'eti
Kolordu Komutanlarına aşağıdaki genel duyuru yapıldı :
20 nci Kolordu Komutanlığı'na
5 inci Kolordu Komutanlığı'na
13 üncü Kolordu Komutanlığı'na
3 üncü Kolordu Komutanlığı'na
Kongrenin Padişahlık yüce katına olan maruzatına İstanbul'da Telgraf Başmüdürlüğünce ,engel olunmuştur. Bir saatlik bir sürede Saray'a yol verilmezse bütün Anadolu nun İstanbul'la haberleşmesinin kestirileceği cevap olarak adı geçen müdürlüğe bildirilmiştir. Kongrenin bu meşru isteğine olumlu oevap alınmadığı takdirde, tebliğ anından başlayarak Ankara, Kastamonu, Diyarbakır telgraf merkezleriyle Sinop'taki telgraf haberleşmelerinin durdurulması, yani kongre ile ilgili haber ve bildiriler dışında hiçbir telgrafın İstanbul'a geçirilmemesi ve İstanbuldan da kabul edilmemesi; Batı Anadolu ile haberleşmemize engel olmayacaksa Geyve Boğazı yönündeki hattın da tutulması veya geçici olarak kesilmesi ve yapılan işlerin sonuçlarının bildirilmesi rica olunur, Bu talimatın yerine getirilmesine engel olacak telgraf memurları, bulundukları yerlerde derhal Divan-ı Harb'e verilerek haklarında en ağır ceza uygulanacaktır. İşbu tebligat gereğinin yerine getirilmesi 20 nci, 15 inci, 13 üncü ve 3 üncü Kolordu Komutanlarından rica edilmiştir. Alındığının bildirilmesi. Sıvas'ta Genel Kongre Hey'eti
Bu telgrafla verilen talimat daha sonraki telgraflarla da tamamlanmıştır.
11-12 Eylül gecesi yapılmış olan genel tebliğe ek olarak da şu ricada bulunuldu.
Bu gece sonuç elde edilinceye kadar bütün komutanlarla sivil idare âmirlerinin ve ilgili hey'etlerin telgrafhaneden ayrılmamaları rica olunur. Genel Kongre Hey'eti
Telgrafhanelere de şu uyarıda bulunuldu :
Ektir : Bu tebligat gereğinin yerine getirildiği haberi Kongre Hey'eti'nce öğrenildikten sonra, yine aramızda haberleşmeye devam edileceğinden telgrafhanelerde adam bulundurulması rica olunur.
Kongre Hey'eti
-
İstanbul hükümeti ile ilişkiler
İSTANBUL'DAKİ HÜKÜMETLE İLİŞKİYİ KESME KARARI
İstanbul'un kendilerine tanınan bir saatlik süre içinde saraya telgraf bağlantısı vermeyeceği anlaşılıyordu. Bu sebeple,12 Eylül 1919 günü bütün komutanlara şu genel duyuru yapıldı :
Sureti aşağıya çıkarılmış olan telgraf, Genel Kongre Hey'eti tarafından bir saate kadar sadrazama çekilmiş olacaktır. Bu itibarla, siz de hemen bu esas ve nitelikte birer telgraf çekiniz ve hemen bildiriniz, efendim. (Genel Kongre Hey'eti)
Saat beşte Sadrazama "bilgi için" diye gönderilen ve aynı zamanda bütün komutanlara ve illere yapılan tebligat şundan ibarettir :
1- Hükumet, milletin sevgili padişahına olan maruzat ve bağlantısını kesmekte ve ortaya çıkan haince hareketlerine devamda direndiğinden, millet de meşru bir hükumet iş başına geçinceye kadar, İstanbul Hukumeti ile olan idari ilişkilerini ve İstanbul ile yapılan her türlü posta, telgraf haberleşme ve ulaştırmalarını kesmeye karar vermiştir. Bölgelerindeki sivil memurlar, askerî komutanlarla, işbirliği yaparak bu hususu sağlayacak ve sonucu Sivas'taki Genel Kongre Hey'etine bildirecektir.
2 - Bu tebligat bütün komutanlara ve sivil idare âmirlerine gönderilmiştir.
12.9.1919 Genel Kongre Hey'eti
MİLLETVEKİLLERİNİN SEÇİMİ İLE MEŞGUL OLUNMAYA BAŞLANMASI
Efendiler, ayın 12 nci günü İstanbul Hükûmeti ile genel olarak haberleşme ve bağlantı kesildi. Bunların dışında kalan bazı yerler ve bu yerlerle olan tartışmalarımızı ayrıca açıklayacağım. Fakat müsaade buyurursanız, bundan önce daha önemli sayılması gereken bir konu üzerinde bilgi arz edeyim. Yüksek hey'etinizce bilinmektedir ki Ferit Paşa Hükûmeti milletvekillerinin seçimleri için görünüşte bir emir vermişti. Ancak, içinde bulunduğumuz tarihe kadar, yani Anadolu'nun İstanbul'la bağlantısını kestiği 12 Eylül gününe kadar, bu emir uygulanmamıştı. Son durum üzerine, en önemli meselenin, milletvekillerinin seçimini bir an önce yaptırmak olacağını takdir buyurursunuz. Bu bakımdan 13 Eylülde derhal bu konu üzerine de eğilindi. Uzun açıklamalar yapmaktansa, bildirdiğim tarihte verilen ilk genel talimatı, olduğu gibi bilgilerinize sunmayı daha yararlı buluyorum. Tebligat şudur:
Tel. 13.9.1919
Balıkesir'de 14 üncü Kolordu, Konya'da 12 nci Kolordu.,
Diyarbakır'da 13 üncü Kolordu, Erzurum'da 15 inci Kolordu,
Ankara'da 20 nci Kolordu, Bursa'da 17 nci Tümen ,
Çine'de 58 inci Tümen, Bandırma'da 61 inci Tümen
Komutanlıklarına ve 6l inci Tümen Vasıtasıyla Edirne'de
I inci Kolordu, lViğde'de 11 inci Tümen Komutanlıklarına
illere, bağımsız sancaklara, belediyelere.
(Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Merkez Hey'etlerine)
İstanbul Hükûmeti'nin tuttuğu ve takip etmekte olduğu gericilik yoluna ve yaşamakta olduğumuz günlerin büyük korku ve tehlikelerine karşı haklarımızı savunmak ve varlığımızı korumak için Millî Meclis'in seçilmesini ve toplanmasını sağlamak ve çabuklaştırmak bugünün en önemli görevidir.
İstanbul Hükûmeti milleti aldatarak milletvekillerinin seçimini aylarca ertelemiş olduğu gibi, son zamanda vermiş olduğu seçim emrini de türlü sebeplerle savsaklamakta ve geciktirmektedir. Ferit Paşa ' nın, Toros'un ötesindeki illerimizden vazgeçtiği Barış Konferansı'na vermiş olduğu notadan anlaşılmış, Aydın ili ûzerinde Yunanlılarla sınır tespitine kalkışması, oradaki işgali oldu bitti halinde bir ilhak olarak kabul etmiş olduğuna delil sayılmış ve memleketin işgal edilen başka bölgeleri için de bunlara benzer gafilce ve haince siyasetiyle memleket ve milleti parçalayacağı kesinlikle anlaşılmıştır. Meclis-i Millî'nin toplanmasından önce barış anlaşmasına imza koyarak milleti bir oldu bitti karşısında bulundurmak niyetinde olduğu anlaşılmıştır. Bu itibarla, Genel Kongre, orduyu ve milleti uyanık olmaya davet ederek aşağıdaki hususların en kısa zamanda yerine getirilmesini, milletin hayatî konusu olarak kabul eder ve bildirir :
İlk olarak: Seçim hazırlıklarının yürürlükteki kanunda yer alan en kısa zamanda yapılıp tamamlanması için Belediyeler ile Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri yoğun bir faaliyet içine girilmelidir.
İkinci olarak: Sancaklardan çıkarılacak milletvekili sayısı oranların nüfus durumuna göre hemen tespit edilerek Hey'et-i Temsiliye'ce şimdiden bildirilmeli dir. Adaylar konusu daha sonraki haberleşmelerde ele alınacaktır.
Üçüncü olarak: Seçim hazırlıkları yapılırken gerek seçimler sırasında gecikmeye yol açacak engellerin şimdiden düşünülerek ortadan kaldırılması ve hiçbir gecikmeye meydan verilmeyerek seçimlerin en kısa zamanda sonuçlandırılması.
Bu karar bölgenizdeki bütün Belediye ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri'ne bildirerek, gereğinin hemen yerine getirilmesine yardımcı olmanız rica olunur. (Hey'et-i Temsiliye)
MEMLEKETİ BAŞVURACAK BİR YERDEN YOKSUN BIRAKMAK İÇİN
Ferit Paşa Hükumeti inadında devam ediyordu. Bilindiği gibi bu durum hükumet düşünceye kadar süregeldi. Memleketi günlerce başvurulacak bir yerden yoksun bırakmak elbette büyük sakıncalar doğururdu. Bundan dolayı, önce fikir sormak üzere, sonra da bazı itirazlara aldırmadan emir şeklinde bildirdiğimiz kararları Eylül'ün 13/14 üncü gecesi şu şekilde tespit etmiş ve kaleme almıştır.
Kongrece alınması düşünülen tedbirleri gösteren suret aşağıda arz edilmiştir :
Bu konudaki yüksek görüş ve düşünceleriniz alındıktan sonra, genel kurulca görüşülerek uygulamaya konacaktır. 15.9.1919 günü öğleye kadar cevabınızı bekliyoruz, efendim.
Milli davayı haince bir saptırma ve yorumla olduğundan başka türlü göstererek milli teşebbüs ve faaliyetlerimizi gayri meşru ilan eden, milletin saltanat ve Hilâfet makamına karşı duyduğu ebedî bağlılığını bütün meşru ve kanunî vasıtalarla ispata çalıştığımız halde, padişah ile millet arasında bir engel perdesi oluşturan ve halkı birbiri aleyhinde silâhlanıp öldürmeye sürükleyerek bunun kışkırtıcılığını yapan İstanbul Hükûmeti ile ilişkilerini kesmek mecburiyetinde kalan Genel Kongre Hey'eti, aşağıdaki kararları zatıâlilerine bildirmeyi görev sayar.
1- Padişah Hazretleri'nin yüce adına ve yürürlükteki kanunlar çerçevesinde devlet işleri eskiden olduğu gibi yürütülmeye devam edilecektir. Irk ve mezhep ayrılığı gözetilmeden halkın canı, malı, namusu ve her türlü hakları güvence altında bulundurulacaktır.
2 - Devlet memurlarının, kendilerine verilmiş olan görevleri milletin meşru dâvâsına uygun bir şekilde yürütmeleri tabiîdir. Aksi takdirde, görevden kaçınanların mazeretleri bir istifa gibi işlem görerek, yerlerine uygun görülen kimseler vekil olarak getirilecektir.
3 - Görev sırasında millî dava ve akıma ters düşen davranışları görülecek ve tespit edilecek memurlar, din ve milletin selameti adına kesinlikle ve şiddetle cezalandırılacaktır.
4 - İstifa etmiş memurlardan ve halktan her kim olursa olsun, millî kararlar aleyhinde kışkırtıcı ve bozguncu hareket ve telkinlerde bulunanlar da şiddetle cezalandırılacaktır.
5 - Memleket ve milletin selâmet ve saadeti, hak ve adalet, ülkede güven ve huzurun sağlanması ile mümkündür. Bu konuda gereken her türlü tedbirin alınması kolordu komutanlıklarıyla vali ve bağımsız mutasarrıflardan beklenmektedir.
6 - Millet isteklerinin, Zâtışâhâne'ye arzı ve duyurulması başarılıp da milletin güven ve desteğini kazanmış meşru bir hükumet kuruluncaya kadar, haberleşme merkezi, Sivas'ta Genel Kongre Temsil Hey'eti olacaktır.
7 - Bu kararlar, bütün millî teşkilât merkezlerine gönderilecek ve ilan edilecektir. (Mustafa Kemal)
YAPILAN İTİRAZ VE ELEŞTİRİLER
Efendiler, bilginize sunduğumuz bu son tebligatımız üzerine, kısmen hafif fakat kısmen de oldukça şiddetli itirazlara, direnmelere, hattâ karşı teşebbüslere tehditlere uğradık. Karşı koymalar ve eleştiriler yalnız son tebligatımız hükümlerine de bağlı kalmadı. Bu tebligat dolayısıyla daha başka noktalara da sıçradı. Bu konuda yüksek hey'etinize açık bir fikir vermiş olmak için yapılmış olan yazışmalardan bazılarını kısaca bilginize sunmama müsaadelerinizi rica ederim.
Erzincan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Merkez Hey'eti'nin 14 Eylül 1919 tarihli telgrafında : Kararların uygulanmasından önce, İstanbul Hükûmeti'ne kırk sekiz saatlik bir süre verilmesinin uygun olacağı bütün üyelerce kararlaştırılmıştır şeklinde zararsız bir görüş ileri sürülüyordu.
Diyarbakır'dan 13 üncü Kolordu Komutanı Cevdet Bey, 14 Eylül 1919 tarihli uzun şifresinde : Hükûmet merkeziyle büsbütün ilgi kesilerek yazışmalar Kongre Temsil Hey'eti ile yapılacak olursa, muhalifler, siyasî bir maksat peşinde olanlar, bu hareketi hilâfete karşı isyan edilmiş göstererek, kamuoyunu yanıltacaklardır.Bu durum devam ederse memur ve asker maaşları ile yiyecek harcamaları için kaynak ve tedbir düşünüldü mü ? İstanbul Hükûmeti, İngiliz nüfuzu altındadır. Her türlü ısrar ve gayrete rağmen başka türlü hareket edebilecek bir hükûmet kurulmasına imkân yoktur. İngilizler, hükûmetin iznine dayanarak geniş çaplı bir işgal plânı uygularsa, yeni baştan İngilizlerle savaşa girişmeye taraftar mısınız ? Girişildiği takdirde başarı sağlanacağından ne dereceye kadar eminsiniz? Böyle bir ayak direme hareketi vatanın çıkarlarına uygun düşer mi? şeklinde birtakım düşünce ve soruları içine alıyordu.
Erzurum Hey'et-i Merkeziyesi'nin 15 Eylül 1919 tarihli telgrafında :
Yönetmeliğimizin altıncı maddesinin (yani Hey'et-i Temsiliye'nin başvurma yeri olarak kabul edilmesi ile ilgili madde) tüzüğümüzle uygunluğunun sağlanması için merkez hey'etlerinden olur alınması gerekir denilmekte idi.
Malatya'dan komutan İlyas Bey' in 15 Eylül 1919 tarihli telgrafında : Elâzığ ili halkının, kongrenin maksat ve emelinden haberdar edilerek hiç olmazsa bir derece aydınlatılmalarına kadar bu hususun ertelenmesi uygun görülürse katıldığımı arz ederim düşüncesi ileri sürülüyordu.
İçinde bulunduğumuz Sivas'ın Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Merkez Hey'eti de uzun bir raporunda : Bildirilen maddelerin bütününden memlekette geçici bir yönetim ilân edileceği anlaşılmaktadır şeklinde başladıktan sonra, bunun, cemiyet tüzüğünün ne özel maddesine ne de öteki maddelerine dayandırılma imkânı görülemediği noktasında dikkatimiz çekiliyor ve Padişah'a arz olunacak hususları ulaştırabilecek yolları büyük bir sükûnet ve samimiyetle ve tatlı bir şekilde aramayıp tavsiye ediyordu.
Hey'et-i Temsiliye üyelerimizden olduğu halde, birçok davet ve ricalarımıza rağmen bize katılmayan, Sivas Kongresi'nde bulunmamak için mazeretler uyduran Servet Bey 'in Esselâmü aleyküm dindarca hitabı ile başlayan, 15 Eylül 1919 tarihinde Trabzon'dan çektiği açık telgrafında : Sivas Kongresi Bildirisi'ni ve arkasından da duyurunuzu aldık. Cevap olarak bildirdiğimiz düşünceler Kâzım Paşa Hazretleri'ince görülmek istenmiş ve görülmüştür önce Sivas Kongresi'nin , genel kongre şekline girmiş ve bir Hey'et-i Temsiliye meydana getirmiş olduğu anlaşılıyor ki, bu husus kararlarımıza aykırıdır. Sivas Kongresi, Hey'et-i Temsiliye'miz arasına üye seçmeye yetkili olamayacaktır. İstanbul Hükûmeti ile haberleşmenin kesilmesi bir oldubitti haline geldi. Hey'et-i Temsiliye'nin bir başvurma yeri olması hususu kamuoyu üzerinde pek kötü etkiler yapacaktır. Bundan kesinlikle vazgeçilmelidir. Sivas Kongresi, Erzurum Kongresi'nin tüzüğünü değiştirmeye yetkili değildir. Bu kongre, Doğu İlleri Hey'et-i Temsiliyesi'ne uymaya mecbur olacaktı. Erzurum kararları üzerinde zihinlerin genel bir sarsıntı devresi geçirdiği bugünlerde, onun dışındaki hükümlere şüpheli gözlerle bakılacağından şüpheniz olmasın. Erzurum Kongresi kararlarına uymayan işlere katılamayacağız protestosu ile son buluyordu.
15 inci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa 'nın 15 Eylül 1919 tarihli yazısında : Sivas Kongresi'nin sorusuna cevap olarak Trabzon hey'etinden Servet, İzzet ve Zeki Bey 'lerin vermek istedikleri karşılığı okudum. Pek yakından tanıdığım bu şahıslara karşı duyduğum güven ve saygı sonsuzdur. Kendilerinin görüşlerine yön veren temel düşünceyi anlıyor ve benimsiyorum dedikten sonra ayrıntılar üzerindeki görüşlerini bildiriyor ve özellikle Erzurum Kongresi, Doğu Anadolu illeri adınadır. Sivas Kongresi ise bütün milleti temsil eden bir kongredir. Bu kongrenin de ayrıca bir temsil hey'eti bulunması tabiîdir. Ancak, Sivas Genel Kongresi Hey'et-i Temsiliyesi Doğu Anadolu İlleri Hey'et-i Temsiliyesini ortadan kaldırmış olmuyor. Bu Hey'et-i Temsiliye tabiatiyle her an vardır. Yalnız, bu Hey'et-i Temsiliye'den olup da bugün Sivas Kongresi Hey'et-i Temsiliyesi'ne girmiş bulunanlar varsa , bunların Doğu Anadolu İlleri Hey'et-i Temsiliyesi'nden istifa etmelerini istemek doğru olabilir. Sivas Kongresi, bütün milletin çıkarlarını, Doğu Anadolu İlleri Hey'et-i Temsiliye'si ise yalnızca Doğu Anadolu illerinin hak ve çıkarlarını korur. Hey'et-i Temsiliye'nin başvurma yeri oluşu ve yetki durumu, konunun en önemli noktasını oluşturmaktadır. Bu konuda şimdiden acele edilmemesi hususunda sizinle tam bir görüş birliği içindeyim. Hey'et-i Temsiliye'ce yapılan tekliflerin birden beşe kadar olan maddelerine gelince, bunların değil sorulmasını, bir bildiri halinde veya bir istek şeklinde bile yayınlanmasını yersiz bulurum görüşünde bulunuyordu.
Trabzon'da Servet Bey 'e cevap olarak yazdığımız telgrafla, Kâzım Karabekir Paşa'ya verdiğimiz karşılıktan da söz edeyim. Servet Bey 'e yazılan telgraf şuydu :
Trabzon'da Servet Beyefendi'ye
Trabzon Merkez Hey'eti'nden beklenen görüşe daha cevap gelmedi. Bu husus ayrıca Kâzım Paşa Hazretleri'nden de sorulmuştu. Görüşlerin birleştirilmesine neden lüzum görüldüğü tabiatıyla anlaşılamamıştır. Sıra ile belirtilen görüşlerinizin cevabını aşağıda yine aynı sıra ile bildiriyorum :
Önce, Sivas Kongresi'nin genel bir kongre olacağı herkes tarafından biliniyordu. Bunun sizce başka türlü kabul edilmekte olduğunu ilk defa şimdi yine sizden işitiyorum. Hey'et-i Temsiliye konusuna gelince, bu hey'et, aslında Erzurum Kongresi'nin seçtiği ve kabul ettiği bir hey'ettir. Şu sırada bendenizle birlikte Rauf Bey,Bekir Sami Bey, Raif Efendi ve Şeyh Hacı Fevzi Efendi Sivas'ta hazır bulunmaktadırlar. Daha dört üyemiz eksik olmakla birlikte, çoğunluk görevini yapmaktadır. Bu noktanın da sizce açık olarak bilineceğine şüphemiz yoktur. Çünkü, durumun önemi dolayısıyla, daha Erzurum'da iken sizi de davet etmiş ve diğer arkadaşların birlikte götürüleceği bildirilmişti. Tüzüğümüzün sekizinci maddesi uyarınca, Sivas Genel Kongresi'nin bazı üyelerle Hey'et-i Temsiliye'mizi güçlendirebileceği birlikte görüşülmüş, bunda bir sakınca bulunmamış, aksine millî birliği temsil bakımından gerekli de sayılmıştı. Sivas Genel Kongresi'nde bundan başka bir şey yapılmamıştır. İstanbul Hükûmeti ile haberleşmenin kesilmesi, temel kararlarımızın dördüncü maddesinin dışında değil, içinde ve hattâ o maddenin içine giremeyecek akıl almaz haince sebeplere dayanır bir niteliktedir. Esasen bu oldu bittiyi yapan biz değil İstanbul Hükûmeti'dir. Şifreli teIgrafımızın gereğinin yerine getirilmesi bir zarurettir. Bundan vazgeçmeye hiçbir şekilde imkan kalmamıştır. Biz, işe başlarken, olumlu oyunuzu almak üzere size başvurmayı da bir görev saydık. Uygun bulup bulmamak sizce takdir edilecek bir husustur. Yalnız, şunu da belirteyim ki, bugün Anadolu ve Rumeli'nin birlikte harekete mecbur olduğu bir yönlenişte, azınlığın değil çoğunluğun tuttuğu yolu benimsemeye ve azınlıklan bu yola çevirmeye kesin bir mecburiyet vardır. Başvurma yeri ve yetki konusunda daha akla yatkın bir görüşünüz varsa, lûtfen bildiriniz. Tutulması kaçınılmaz olan bugünkü yol dikkatle incelenirse, görülür ki, tüzüğümüze ve Erzurum Kongresi'nin temel kararlarına tıpı tıpına uygundur. Bunun dışına çıkılmış bir nokta göremiyorum. Bu duruma göre, zatıallerinizin, kendinizi katmak istemediğiniz tüzük ve bilinen kararlar dışında kalan işlerin açıklanmasını rica ederim. Bugün kaçınılması mümkün olmayan bir hareket varsa, o da İstanbul Hükûmeti'nin millet ve memleketin kaderini alçakça İngilizlerin isteğine bırakması ve kendi çıkarlarına kurban etmesidir. Buna karşı, buraca alınan karardan başka bir karar alınmasına imkan varsa, lûtfen bildiriniz. (Mustafa Kemal)
Kâzım Karabekir Paşa 'ya da verdiğimiz etraflı cevabın başlangıcı aynen şöyle idi :
Servet ve İzzet Bey 'lerin, Hey'et-i Temsiliye'nin, Trabzon Merkez Hey'eti'nden açıklanmasını istediği hususlara karşılık olarak çektikleri açık telgraf alındı. İçindeki, açıkça duyurulması sakıncalı olan düşünceleri, Hey'et-i Temsiliye tamamen Servet ve İzzet Bey 'lerin kendi görüşleri olarak kabul eder. Hey'et-i Temsiliye genelge göndererek istemiş olduğu düşünceleri, Servet ve İzzet Bey'lerden değil, tüzük gereğince Trabzon Merkez Heyeti'nden istemiştir. Servet ve İzzet Bey 'lerin görüşlerini içine alan özel bir telgrafla tarafınızdan hem kendilerine hem de Hey'et-i Temsiliye'ye cevap olmak üzere ileri sürülen düşüncelerle ilgili olarak aşağıdaki açıklamalara gerek duyulmuştur :
a) Her şeyden önce, adı geçen kimseleri sizce de bilinen görüşlere sürükleyen temel düşünce, ne yazık ki, Hey'et-i Temsiliye'ce anlaşılamamıştır.
b) Tüzüğün dördüncü maddesi, bir geçici idare kurulmasını öngören sebep ve şartları açıklar. Oysa, bilinen son haince olaylar dolayısıyla alınmış ve alınması gereği hakkında düşünce sorulmuş olan tedbirler, hiçbir vakit geçici idare kurma gayesi ile ilgili değildir. O halde, bu nokta ile dördüncü madde arasında bir ilişki aramak gereksizdir. Tedbirler, Zâtışâhâne'ye doğrudan doğruya başvurma yolunu bulmak ve meşru bir hükûmetin iş başına getirilmesini dilemek için alınmıştır.
c) Sivas'ta toplanan kongre, Batı Anadolu temsilcileriyle Erzurum Kongresi'nin Genel Kurulu ve dolayısıyla da bütün Doğu Anadolu illeri adına, kongre kararlarına uygun olarak seçilen özel, yetkili bir hey'et bulundurmakla, elbette hem bütün Anadolu ve Rumeli'yi hem de bütün milleti temsil edebilecek bir genel kongre niteliği kazanmıştır. Sivas Kongresi, Erzurum Kongresi'nin kararlarını ve teşkilâtını olduğu gibi fakat daha da genişleterek kabul etmiş ve sonuç olarak Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla genişletilerek birleştirilmiştir.
Tüzüğün üçüncü maddesi ve kongrenin temel kararları, zaten bu yüksek gayenin sağlanmasını kesin bir dilek olarak göstermiştir. Sivas Genel Kongresi, Erzurum Kongresi'nde Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına seçtiği Hey'et-i Temsiliye'ye güvenini tam olarak bildirmek suretiyle, onu Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti için de aynen bir Hey'et-i Temsiliye olarak kabul etmiştir. Bu duruma göre, Sivas Genel Kongresi'nin kararları başka, Erzurum Kongresi'nin kararları başka; Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin Hey'et-i Temsiliyesi başka, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin Hey'et-i Temsiliyesi başka gibi başkalıklar ve ayrılıklar elbette söz konusu olamaz.
Böyle bir durumdan söz edilmesi, şüphesiz ki pek samimî olan millî birlik gayemiz ve kutsal hedefimiz için son derece zararlıdır. O halde biribirini ortadan kaldıran Hey'et-i Temsiliye'ler olmadığı gibi, birine girince diğerinden çekilme isteğinin doğru olabileceği üyeler de yoktur. Bugün bütün Anadolu ve Rumeli'yi içine alan cemiyetimizin, Sivas'ta bulunan tek Hey'et-i Temsiliyesi Erzurum Kongresi'nce tüzüğün özel maddelerine uyularak seçilmiş bulunan dokuz kişiden beşinin katılmasıyla göreve devam etmektedir.Hakları, yetkileri ve yararları Doğu Anadolu illerininkinden hiçbir şekilde daha az olmayan Batı Anadolu'nun, haklı ve yerinde olan tekliflerini dikkate almayarak, onları, sıradan bir uydu durumunda bulundurmaya kalkışmak, bizim aklımızın bir türlü kabul edemediği hususlardandır. Bunun içindir ki, Hey'et-i Temsiliye'miz altı üye daha eklenerek güçlendirilmiştir.
Bundan sonra daha birçok açıklamaları içine alan bu telgrafımız, aynen Trabzon Merkez Hey'eti'ne de çekilmiştir.
Bu tartışmalar üzerinde daha bir hayli açıklamalar yapıldı ve açıklama isteklerinde bulunuldu. Hattâ Müdafaa-i Hukuk Hey'eti Trabzon Merkezi sahte imzasıyla öteki illere aleyhimize telgraflar da çekildiği görüldü.
Nihayet, on beş gün sonra Trabzon'dan bir telgraf aldık. Fakat Servet Bey 'den değil... Bu telgrafı olduğu gibi arz edersem durum anlaşılır.
Sivas'ta Hey'et-i Temsiliye adına Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne Sureti aşağıda verilen Trabzon Belediye Meclisi'nin telgrafi İstanbul'a şimdi çekiliyor. Bu suretin 15 inci Kolordu Komutanlığı'na yazdırdığı arz olunur. ( Mevki Komutanı Ali Rıza)
Suret
1.10.1919
İstanbul, Sadrazam Ferit Paşa Hazretleri'ne
Bugüne kadar Anadolu'dan yükselen millî feryadı Trabzon kendisine has ağırbaşlılık ve sükûnetle inceledi ve takip etti. Memleket bu duruma daha fazla katlanamaz. Vatan sevginiz varsa artık mevkinizi terkediniz Paşa Hazretleri.
Belediye Başkanı Üye Üye Üye
Hüseyin Ahmet Mehmet Avni Mehmet Salih
Üye Üye Üye Üye
Hüsnü Temel Mehmet Şefik
-
KAZIM KARABEKİR PAŞANIN TAVSİYELERİ
Kâzım Karabekir Paşa 'dan 17 Eylül 1919 tarihinde de, kişiye özel bir şifre aldım. Pek içtenlikle ve kardeşçe bir dille yazılmış olan bu şifre bir iki uyarıyı içine alıyordu. Kâzım Karabekir Paşa : Paşam, diyor, Sivas'tan gelen tebligat ve genelgeler,bazen Hey'et-i Temsiliye adına bazan doğrudan sizin adınızadır.10 Eylül 1919 tarihinde, İstanbul'daki hükûmete hitaben, kendi adınıza duyuru ve uyarılarınız olmuştur. Şuna inanınız ve güveniniz ki, bu şekilde sizin imzanızla yapılan tebligat, sizi çok büyük bir saygı ile sevenlerce bile, büyük bir samimiyetle ve iyi niyetle eleştiriliyor. . . . . . Bunun ne kadar etkili olacağını ve tepkiye yol açacağını takdir buyurursunuz... Bu bakımdan Hey'et-i Temsiliye ve Kongre kararlarının, daima imzasız ve sadece Hey'et-i Temsiliye diye yayınlanmasını rica ederim. Telgraf şu cümlelerle son buluyordu :
Yüksek şahsiyetinizin herhalde ortada tek başına görülmemesi memleketin yararı bakımından gereklidir. Oy birliği ile bu noktada oyları alınan şahısların veya hey'etin kimler olduğunu daha bugüne kadar öğrenebilmiş değilim) arz olunan bu ricalarımın iyi karşılanacağından eminim, ellerinizden öperim.
Kazım Karabekir Paşa 'yı gerçekten kararsızlık ve eleştiriye sürüklediğini gördüğümüz noktaları, mümkün olan açıklıkla bir mantık süzgecinden geçirerek aydınlatma gereği ortadadır. O günlerdeki duygu ve düşüncelerimden kaynaklanan görüşlerimi, kendimi bugünün etkilerine kaptırmaktan çekinerek belirtmek için, o tarihte verdiğim cevabı olduğu gibi arz etmeyi tercih ederim : 19.9.1919
15 inci Kolordu Komutanı
Kâzım Paşa Hazretleri'ne
Saygıdeğer Kardeşim,
Derin bir samimiyete dayandığına asla şüphe etmediğim görüşlerinizi açık ve kardeşçe bir dille bildirmiş olmanız, kardeşlik bağlarımızın sağlamlaşmasına ve yürekten bir sevinç duygusunun doğmasına vesile olmuştur. Zihninizde beliren sakıncaları çok iyi anlıyorum. 10 Eylül tarihinde hükümete kendi adımla gönderilmiş bir tebliğim yoktur. Yalnız, telgrafhanede bulunduğum bir sırada, tesadüfen Dahiliye Nazırı Adil Bey' le makine başında karşı karşıya geliverdik. Onur Sivas Valisi Reşit Paşa 'ya verdiği anlamsız cevaplara karşı, bendeniz sırf şahsi olmak üzere, onun şahsına karşı bildiğiniz biraz sertçe uyarılarda bulundum.
Bu hemen hemen bir karşılıklı konuşma şeklinde geçmiştir. Bundan başka gerek hükumete, gerek Padişah'a ve gerek yabancılara karşı yapılan müracaatlarda hep Kongre Hey'eti veya "Hey'et-i Temsiliye" ifadesi imza yerine geçmiştir. Yalnız, Amerikan Senatosu'na yazılan, sizin de bildiğiniz bir mektuba kongre kararıyla beş kişi imza koymuştur ki, bunlar arasında bendenizin de imzası vardır İçeride yapılan açık yazışmalara gelince, bunda da "Hey'et-i Temsiliye" ibaresini imza yerine kullanmakta idik. Ancak, bunun bazı çevrelerde kötü etki yaptığı ve güvensizliğe yol açtığı görüldü. Gerçekten de böyle genel bir ibarenin, içine aldığı şahıslar ve kuvvet gizli kalıyordu. Ortada sorumlu kimdir? Bazı yerlerden; özellikle Kastamonu, Ankara, Malatya, Niğde, Canik gibi yerlerden doğrudan doğruya şahsen makine başına çağrılmaya başlandım. Neredeyse, Hey'et-i Temsiliye adı altında gizlenen şahıslarla birlikte olup olmadığım konusunda bir kararsızlık belirtisi sezildi. Hatta, Trabzon'dan Servet Bey de Hey'et-i Temsiliye imzasını taşıyan tebligatı kötüye yorarak ve sözü edilen hey'etin nitelik ve niceliği konusunda birçok yanlış düşüncelere kapıldıktan sonra, bendenizi şahsen makine başına çağırdı. Görüldükten sonra, bütün bu tartışmaların, imzanın a Hey'et-i Temsiliye olarak ve belirsiz bir şahsiyet ifade eder şekilde konulmuş olmasından ileri geldiğini söyledi. İşte bunlardan dolayıdır ki, bu imza meselesi sizin kardeşçe bildirmenizden önce Hey'et-i Temsiliye'de görüşme konusu olmuştu. Hey'et-i Temsiliye'nin, gizli bir komitenin yürütme kurulu olmayıp, hükumetin resmi iznini almış, kanunî resmî bir derneğin temsilcilerinden oluşmuş bulunması dolayısıyla, ilgili kanun uyarınca kararların ve tebliğlerin sorumlu bir şahıs tarafından imzalanması usulü zarurî görülmüştü. Hey'et-i Temsiliye'nin tebliğlerine ve yayınlarına genel ve belirsiz bir ad vererek düşeceği kanun dışı durumdan doğacak sakıncalar, millî akıma karşı gelenlerin esasen yapmakta oldukları zararlı propagandalara imza bulma yüzünden doğacak sakıncalardan daha tehlikeli görüldü ve sonuçta oy birliği ile imza koyma usulü karar altına alındı. Bu karara rağmen, bu defa yaptığınız kardeşçe uyarı üzerine, konunun bir kere daha görüşülmesini Hey'et-i Temsiliye'ye teklif ettim. Daha önce ileri sürülmüş olan düşünce ve görüşler dolayısıyla, aynı şekilde, yazılan şeylerin Hey'et-i Temsiliyenin kararına dayandığı belirtilerek yazılmasına oy birliği ile karar verdiler. Şahsımla ilgili olduğu için bu görüşmede tarafsız kalmayı uygun buldum. Prensip olarak bir kişinin imza etmesi kabul edildikten sonra, benim yerime başka birinin imza atması söz konusu oldu. Bu noktada hey'etin ileri sürdüğü sakıncalar şunlardır :
Bütün dünya benim bu işin içinde bulunduğumu bilir. Bugün bir başkasının imzasıyla tebligata başlanınca ve benim adım ortadan kalkınca ya aramızda bir geçimsizlik ve ayrılık olduğu sanılacak yahut da benim ortaya çıkmaktan çekinir gayri meşru bir durumda olduğuma, dolayısıyla da yapılanların gayri meşru olduğu zannına düşülecektir. Bunu bir yana bırakalım, herkesçe inanılacak ve güvenilecek bir arkadaşımız kendi imzası ile ortaya çıktığı takdirde, bugün benim için söz konusu olan sakıncalar yarın o arkadaşımız için de söz konusu olacaktır. O halde, onun da çekilip yerine bir başkasının imza atmaya başlaması gibi sonuç olarak bizim için güçsüzlük belirtisi olacak bir sıra takip etme gereği doğacaktır. Bilmem bu yolu ne dereceye kadar doğru bulursunuz? Gerçekten de bendenizin şahsı, özellikle işin başlangıcında bir saldırı hedefi olarak görülmüştü. Ancak, hem içeriden hem de dışarıdan beklenen saldırılar yapılmış, Tanrı'ya şükür hepsi de maksadımıza uygun olarak sonuçlanmıştır. İstanbul Hükumeti ve kötülüğümüzü isteyenler, her teşebbüslerinde yenilmişlerdir. Yabancılara gelince; Amerikalılar, Fransızlar ve İngilizlerle pek ciddî temaslar yapılmış; bunların Sivas'a kadar gelen yetkili memurları lehimizde olmuşlar, bizimle iyi ilişkilere girişmişlerdir. Bizim de içinde bulunduğumuz Kuva-yı Milliye'nin, bir iki kişinin kışkırtmasından doğmuş bir hareket olmayıp tam anlamıyla millî nitelikte genel bir hareket olduğunu bize de bilgi vererek bağlı bulundukları makamlara rapor halinde bildirmişlerdir. Bir de, memleketimizde, bilinen ahlâksızlık gereği bazı kirli vicdanlı insanların, bu gibi hareketlerde az çok önayak olanlar hakkında
PADİŞAHIN BİLDİRİSİ
20 Eylül 1919 tarihli, Sadrazam Damat Ferit Paşa imzalı bir genel duyuru ile Padişah'ın da bir bildirisinin yayınlandığını hatırlayacaksınız. Bu bildirinin dikkate değer noktalarını tekrar hatırlatmak isterim. Bu noktaları sıra ile işaret edeceğim :
1- Hükumetin güttüğü siyaset sonunda, İzmir'de meydana gelen facialar, Avrupa devletlerinin ve medenî milletlerin dikkatini çekti ve bize karşı sevgi uyandırdı.
2 - Bir özel hey'et, yerinde tarafsız olarak soruşturmaya başladı. Hakkımız medenî dünyanın gözleri önüne serilmektedir.
3 - Millî birliğimizi bozacak hiçbir karar ve teklif olmadı.
4 - Bazı kimseler tarafından halk ile hükûmet arasında sözde bir anlaşmazlık varmış gibi ilân ediliyor.
5 - Bu durum, kanun şartları içinde bir an önce yapılmasını istedigimiz seçimleri de geri bıraktırıyor ve barışın yaklaşmakta bulunduğu bir sırada, varlığı zarurî olan Meclis-i Mebusân'ın toplanmasını da geciktirecektir.
6 - Bugün vatandaşlarımdan beklediğim, hükumetin emirlerine tamamiyle uymaktır.
7 - Büyük devletlerin hak verici duyguları, Avrupa ve Amerikan kamuoyunun ölçüseverliği, yakında durumumuzu ve haysiyetimizi koruyacak bir barışa kavuşma ümidimi kuvvetlendirmektedir.
Yüksek hey'etinizce de bilinmektedir ki, bu bildirinin yayınlanması ve dağıtılması, bizim, memleketle İstanbul Hükûmeti arasındaki haberleşme ve ilişkileri kestiğimiz ve bu noktada ısrar etmekte bulunduğumuz günlerde olmuştur. Herhalde verdiğimiz talimat ve genel emirlere uyulduğu takdirde, bu bildirinin hiç bir yerden alınmaması ve millete de okutturulmaması gerekirdi. Oysa, şimdi arz edeceğim bir telgraftan, karar ve tebliğlerimize aykırı ve görüşümüze büsbütün ters düşen bu bildirinin bazı yerlerden alındığı anlaşıldı.
Trabzon Mevki Komutanı'na
Yüce Padişah Hazretleri'nin milletine karşı yayınlamak lutfunda bulundukları bildirinin derhal memurlara ve şehir halkına duyurulması gerekir. Ta ki, iş başındaki hain hükumetin, melek huylu Padişahımız Efendimiz'i ne kadar küstahça bir cür'etle hâlâ aldatmakta olduklarını anlamayanlar kaldıysa, iyice öğrensinler. Millet ve memleketi için mübarek yüreklerinin ne kadar büyük bir sevgi ve koruyuculukIa dolu olduğunu gösteren bu bildiride, en açık bir biçimle göze çarpan nokta, kabinenin haince hareketi hakkında Hilâfet makamına millet tarafından arz olunan şikâyetnamenin hâlâ Padişah Hazretleri'nin bilgisine ulaşmamış bulunmasıdır. Çünkü, millete ve vatana karşı doğrudan doğruya kabine üyeleri tarafından yöneltilen ihanet hançerini görüp bilmiş olsalardı, bu hainleri bir dakika bile yerlerinde tutmayacaklarına mübarek bildirideki ifade içtenliği en büyük tanıktır. Bu hainler, bu gerçeği bildikleri için, Halifemiz Efendimiz'i doğrudan doğruya milletle karşı karşıya getirmiyorlar. Bu durumda, millete düşen görev, şanlı padişahına olan sonsuz sevgi ve bağlılığını biribiri ardınca tekrarlayarak göstermekle birlikte, bütün milletin ve ordunun, ayrılmaz bir bütün halinde, millet varlığını ve memleketi kurtarmaya çalıştıklarını, ancak bu hain kabinenin, milletin bağlılık belirten bu meşru hareketini Padişahımız Efendimiz'den gizleyerek büsbütün ters bir şekilde göstermiş oldukları gerçeğini, dün karar verildiği üzere, Hilâfet makamına aracı kullanmadan arz etmek ve duyurmaktır. Erzurum halkının bu yolda yazacakları telgraf sureti oraya bildirilecektir. 21.9.1919 15' inci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir
Kâzım Karabekir Paşa, bu telgrafını şöyle bir notla bize de bildiriyordu :
Bu konuda yüksek düşünceleriniz var mı? Bu kutsal bildiri, milletin padişahına karşı gerçeği bildirmesine yeniden fırsat vermiştir. Erzurum halkı, kabinenin butün cinayetlerini tekrar etmek suretiyle, yeniden huzura maruzatta bulunacaktır. Bunun suretini ya çekilmek üzere yahut da bilgi için sayın hey'etinize takdim edeceğim.
Kâzım Karabekir
Makine başında buna cevap olarak bildirdiğimiz görüş şuydu :
Ferit Paşa Kabinesi'nin canice iş ve hareketleri ile ilgili belgelerin aldatıcı bildirinin Bâbıâli'de hazırlanmakta olduğunu daha önce haber almış olduğu yüksek malumlarıdır. Böyle olsa bile, bu tebligat ile padişahın bildirisini biribiri ile karşılaştırarak muhakemeye dayanan bir sonuç elde etmek ve gerçek durumu kavramak pek mumkun değildir. Bu bakımdan ve biz, aslında böyle bir aldatıcı bildirinin Bâbıâli'de hazırlanmakta olduğunu daha önce haber almış olduğumuzdan, bunun milletin zihnini bulandırmasını önlemek için İstanbul'dan alınmamasını uygun bulmuştuk. Zaten İstanbul ile resmi haberleşmenin kesilmiş bulunması dolayısıyla, doğrudan doğruya Saray'dan değil, yine Ferit Paşa' nın notu ile Bâbıâli'den verilen bu bildirinin Sivas, Ankara, Kastamonu ve öteki merkezlerde olduğu gibi hiçbir yerden alınmamış olduğunu sanıyorduk. Bu bildiriyi almak için daha önee milletin padişaha durumu ve gerçeği anlatmasına izin verilmesi gerekirdi. Bu sebeple bildirinin yayılıp herkese duyurulmasına aracılık etmeyi yararlı bulmuyoruz. Öyle vâr ki, bu bildiri Trabzon, Erzurum ve Sivas gibi merkezlerde ilgililer tarafından okunmuş bulunduğuna göre, düşündüğümüz gibi her merkezden İstanbul'a bir telgraf çekilmesi uygun olur. Mustafa Kemal
Padişah'ın bu bildirisinin, kamuoyunda yaratacağına şüphe olmayan olumsuz etkinin bir dereceye kadar olsun önüne geçebilmek için, bu bildiride yer alan düşünceleri yalanlamaya ve çürütmeye yarayacak şekilde Padişah'a bir cevap yazmayı ve bunu memlekete yayıp duyurmayı tek çıkar yol olarak düşündük ve öyle yaptık.
HALİT BEY'İN TRABZON VE ÇEVRESİNDE MİLLİ TEŞKİLAT KURMAK ÜZERE GÖREVLENDİRİLMESİ
Efendiler, Trabzon'da bir iki kişinin, pek vatansever ve saygıdeğer Trabzon halkının hiçbir bilgisi bulunmadığı halde, onlar adına, oradaki millî varlığı kendi şahıslarında temsile kalkıştıkları ve bu yüzden millî teşebbüs ve kararların gerektiği şekilde uygulanıp yerine getirilemediği kanaatına vardım. Trabzon'da vali bulunan Galip Bey adında bir zatın da olumsuz akım yaratmakta rol oynadığını anladım. Bunun üzerine, Trabzon yakınında Torul'da bulunan ve daha tümenine omutaya başlamamış olan Hâlit Bey'in Trabzon çevresinde sinde millî teşkilât kurmak üzere görevlendirilmesi uygun bulundu ve bu düşünce Kolordu Komutanı'na bildirildi. 20 Eylül 1919 tarihinde alınan cevapta : İngilizlere karşı gizlenmekte olan Hâlit Bey'in yaradılışı dolayısıyla ortaya çıkarabileceği durumların, bu nazik zamanda belki düzeltilmesi mümkün olamaz yolunda bazı düşüncelerden sonra Hâlit Bey haberim olmadan maruzatta bulunsa bile yerine getirilmemesi bildiriliyordu.
Kâzım Karabekir Paşa'nın bu telgrafına verdiğimiz karşılıkta : İngiliz engelinin bizlerce söz konusu olamayacağnnı, şiddetli ve kesin hareket sakıncalı görüldüğüne göre, Trabzon'da durumun düzeltilmesi neye ve ne gibi bir tedbire bağlı ise, onun doğrudan doğruya kendisi disi tarafından alınmasını, 22 Eylül 1919 tarihli bir şifreli telgrafla rica ettik.
Bizim, 15 inci Kolordu Komutanı ile bu haberleşmeleri yaptığımız tarihlerde, Torul'dan Yarbay Hâlit Bey de doğrudan doğruya bizimle haberleşmeye başladı. Kendisini cevapsız bırakmamak ve durumu aydınlatmak üzere karşılık verdik.
15 inci Kolordu Komutanı'nın bir bakıma bizim 22 Eylül 1919 tarihli telgrafımıza cevap oluşturan, 27 Eylül 1919 tarihli bir şifreli telgrafını aldık. Bunda, halkı, önce aydınlatma ve doğru yola çekme görevini yaptıktan sonra; karşı gelenler görülürse, onları da müstahak oldukları muameleye uğratmaktan ibaret olan ve pek büyük tecrübelerle elde edilen prensibini aynen Trabzon çevresinde uyguladığını belirttikten, 9 uncu Tümen Komutanı Rüştü Bey' in kurmay hey'eti ile birlikte, 3 üncü Tümen Komutanlığı vekilliği ile Trabzon'a gönderdiğini,Halit Bey'i Trabzon için uygun bulmadığını bildirdikten sonra, İngilizlerle ilgili görüşe geIince, bana kalırsa, elden geldiği sürece açıktan ve belirli bir düşmanlıktan kaçınmayı tercih ederim kanaatı ileri sürülüyordu.
Buna verdiğim 29 Eylül 1919 tarihli özel cevabımda şunları yazdım :
Trabzon ilinde halkın ne düşündüğü konusunda buraca da aydınlanılmıştır. Trabzon merkezi dışında, bütün ilçe ve sancakları ile haberleşilmektedir. Merkezdeki gergin durum da valinin tutuklanıp uzak laştırılmasından sonra ortadan kalkmıştır (Emrim üzerine valiyi tutuklayarak göz altında Erzurum'a gönderen Hâlit Bey'dir). Rüştü Bey'in 3 üncü Tümen Komutanlığı Vekilliği ile Trabzon'a gönderilişinde hatırıma gelen noktaları arz edeceğim.
Önce, valiyi tutuklayan Halit Bey'dir. Birkaç gûn sonra Rüştü Bey'in bu şekilde gönderilmesi, Hâlit Bey'in hareketini oradaki kötü niyetlilere karşı eleştirmek gibi olabilir.
İkincisi, Halit Bey, nazik durumlarda tümeninin başına geçmeyi beklerken, bugün geçirmekte olduğumuz ciddî ve tarihî anlarda, başka bir şahsın yerine geldiğini görmekten üzüntü duyabilir. Bu tutumdan vazgeçilmesini rica ederim. Bununla birlikte kolordunuzun askeri işlerine karışmak istemem.
Kâzım Karabekir Paşa'nın verdiği 2 Ekim 1919 tarihli uzun cevapta, bu işlemin Hâlit Bey' in müracaatı üzerine yapıldığını ve kendisine durumu iyice anlatmak için Erzurum'a davet edildiğini bildirdi. Halbuki,1 Ekim 19l9 tarihinde 3 üncü Tümen Emir Subayı Üsteğmen Tarık imzasıyla, Başyaverim Cevat Abbas Bey'e gelen özel bir şifrenin son cümleleri şöyleydi :
Son günlerde Komutan Bey, 3 üncü Tümen'in bugûnkü komuta durumunun değiştirilmesini kolordudan istedi. Eğer kolordu bu teklifi kabul etmez ve yerine getirmezse, emir almadan komutayı ele alacağını ve daha önce alınan karar uyarınca kolordudan ayrıarak doğrudan doğruya kongrenin emrinde olacağını arz ederirim. Paşa Hazretleri'ni gerektiği şekilde aydınlatınız efendim.
Bu tarihten on beş gün sonraydı. Kâzım Karabekir Paşa'dan 17 Ekim 1919 tarihli şu telgrafı aldım :
Kendi bölgemde millî isteğin gerçekleştirilmesi ve yerine getirilebilmesi için son noktaya kadar askerlikten ve komuta zincirinin gereklerine uymaktan ayrılmamayı, geleceğin disiplini bakımından da son derece gerekli görüyorum. Cür'etkârlıkla ileri görüşlülüğün bağdaştırılamadığı yerlerde ve işlerde, sonuç pek parlak da olsa, bunun tezelden tersine döndüğü ve yararsız kaldıgı örnekleriyle görülmüştür. Özellikle, İngiliz, Fransız temsilcilerinin bulunduğu Trabzon çevresinde, komuta zincirine değer verilmesine, pek uyanık ve ileri görüşlü davranılmasına büyük bir ihtiyaç duyulmaktadır.
Maalesef, verdiğim açık talimata rağmen, Halit Bey'in kendi kendine ve askerî kıyafetiyle valiyi tutuklayarak gösterdiği tuhaflık dillere destan olmuştur. (Halit Bey'i bu işe yöneltenin kim olduğunu arz etmiştim). Seçimler konusunda da bu şekilde faaliyet gösterirse kendisi için İngilizlere bir çıkış daha yapılması ve güç bir duruma düşülmesi kaçınılmaz olur (Seçimler konusunun çabuklaştırılması ve millî isteğe uygun bir sonuca bağlanabilmesi için Halit Bey'e ve gereken daha birçok kişiye yardım ve gayrette bulunmaları özellikle rica edilmişti.
Bir de İngilizler tarafından yapılacak çıkışın kaçınılmaz ne gibi bir durum yaratabileceğini, kendi durumunu göz önüne getirerek bir türlü anlayamamış olduğunuzu itiraf edeyim. Bunun için adı geçen kimse ile haberleşme yapılmayarak, yüksek arzularınızın yerine getirilmesinde bendenizin aracılığını istirham ederim. Adı geçenin kişiliği her türlü iddianın ötesinde ise, herhangi bir bölgeden milletvekili seçilmesi hakkındaki yüksek düşüncelerinizin bildirilmesi arz olunur.
Bu telgrafa 19 Ekim 1919 tarihinde sadece şu cevabı verdim :
Halit Bey'in milletvekili olmak veya olmamak konusundaki eğilimlerini bilemediğimden bu hususta görüş bildiremeyeceğim efendim.
Efendiler, Ferit Paşa Kabinesi'nin düşmesine kadar geçen 9 gün içinde karşılaştığımız sorunlar çeşitlidir. Engeller ve güçlükler az değildi. Bunların hepsini saymak ve açıklamaya kalkışmak yüksek heyetinizi çok yorabilir. Bu sebeple bu safhayı tamamlayacağını sandığım bazı noktalara yalnız dokunmakla yetineceğim.
Ali Galip'in tavsiyesi üzerine, İstanbul Hükûmeti'nce Dersim Mutasarrıflığı'na tayin edildiği anlaşılan ve Sıvas'a gelen Osman Nuri Bey 8 Eylülde Sıvas'ta alıkonuldu.
Millî akıma karşı haince hareketlerde bulunduğu ortaya çıkan Ankara Valisi Muhittin Paşa, belli bir maksatla geziye çıkmıştı. 13 Eylülde Çorum'da bulunuyordu. Muhittin Paşa'nın yakalanıp korumalı olarak Sivas'a gönderilmesi için Ankara'da Kolordu Komutanı'na ve Samsun'da 5 inci Kafkas Tümeni Komutanı'na emir verildi. Muhittin Paşa tutuklu olarak Sivas'a getirilmiştir. Kendisiyle bizzat görüştüm. Gereken öğüt ve uyarılandan sonra yaşına hürmeten Samsun üzerinden İstanbul'a gönderdim. Çorum Mutasarrıfı Samih Fethi Bey de üç dört gün sonra özel olarak Sivas'a davet olundu.
Millî Mücadele'ye karşı geldikleri anlaşılan Niğde Mutasarrıfı, muhasebecisi ve komiserinin korumalı olarak Sivas'a gönderilmeleri için 15 Eylülde Niğde'de Tümen Komutanlığı'na emir verildi.
KASTAMONU VALİSİNİN İSTANBUL HÜKÜMETİNCE DEĞİŞTİRİLMESİ VE BUNDAN ÇIKAN OLAY
Efendiler, Kastamonu'da vali bulunan İbrahim Bey, ben ordu müfettişi iken, kurmay başkanım olan Albay Kâzım Bey'in şahsen tanıdığı bir kimseydi. Bu sebeple kendisine her türlü sırlar bildirilmişti. Aramızda şifreli haberleşmeler yapılıyordu. Kendisi İstanbul Hükûmeti tarafından İstanbul'a davet edildi. Bu daveti ,yerine getirmemesi gerekirken, anlaşılmaz gerekçe ve düşüncelerle İstanbul'da tutuklanmak için Kastamonu'dan ayrılmıştı. Îstanbul, İbrahim Bey'in yerine bir başkasını Kastamonu'ya vali olarak atamıştı. Bu zat, Eylülde İnebolu'ya varmış bulunuyordu. Kendisinin tutuklanmasını oradaki ilgililere emrettik. Bu konuda ilgi çekici küçük bir şey geçti. Müsaadenizle biraz etraflıca anlatayım : Kastamonu bölgesinde ve Kastamonu il merkezinde gevşeklik ve zayıflık belirtileri görülmeye başlayınca, Kastamonu'ya güvenilir ve güç sahibi bir subayın gönderilmesini Ankara 'da bulunan Ali Fuat Paşa'dan rica etmiştim.Fuat Paşa, Kastamonu Bölge Komutanı sıfatıyla oraya Albay Osman Bey'i göndermişti. Osman Bey, tam 16 Eylül günü Kastamonu'ya varmıştı. Biz de kendisinden yeni gelen vali için verdiğimiz emrin uygulanmasını bekliyorduk. Arzettiğim emri verdikten sonra, uygulama ve yürütme hakkında telgraf başında bilgi bekliyordu. Gece olmuştu. Kastamonu'dan benimle konuşarak istediğim bilgiyi verecek bir kimseyi bulamıyordum. Nihayet, 16/ 17 Eylül gecesi, Kastamonu ve Dolayları Komutanı Albay Osman Bey, Kastamonu telgrafhanesine geldi ve aynen şu telgrafı verdi:
Bugün Kastamonu'ya geldim. İstanbul Hükûmeti'nin adamlan, vali vekili ve Jandarma Komutanı'nın oyunu ile evimde tutuklandım. Vatanseverlik örneği subaylanmızın yardımlanyla şimdi kurtuldum. Ben de vali vekilini ve Jandarma Alay Komutanı'm birlikte tutuklattım. Telgrafhaneyi işgal ettim. Buradaki durum önemlidir. Kongreden istirham ediyorum, buraya, aldığı bütün kararları ile ilgili bilgi vererek sayın Kastamonu halkını aydınlatsın. Yeni valinin İnebolu'ya indiği haber alındı. Hakkında nasıl bir işlem yapılacaktır? Burada, vali vekili ve başkalarının tayini konusunda millî kongrenin bana yetki vermesini ve bu istirhamımla ilgili cevabı şu anda makine başında beklemekte olduğumu arz ederim.
Osman Bey ile makine başındaki görüşmemiz şu şekilde devam etti. Kendisinden sordum:
"Şimdi orada duruma hâkim misiniz? Ne kadar kuvvetiniz vardır? Orada ilin ileri gelenlerinden güvenilir kim vardır? Yeni tayin edilip İnebolu'ya geldiği haber alınan valinin adı nedir?"
Osman Bey'in cevabı şuydu : Hâlen ile hâkim durumdayım. Her halde, kongrenin bana yardımcı olması ve beni aydınlatması gerekir. Atanan valinin Konya valiliğinden emekli, çok eski bir zat olduğu söyleniyor. Adı Ali Rıza' dır. Kuvvetim iki yüz elli kişilik bir tabur ve dört tüfekli, bir ağır makineli bölüğünden ibarettir. Daha halk ile görüşülememiştir. İlin ileri gelenlerinden Defterdar Ferit Bey vardır."
Osman Bey' e şu emri verdim : " Şimdi siz vali vekilliğini kendi üzerinize alınız. Bütün askerî ve sivil kuvvetleri elinizde tutmaya tam olarak yetkilisiniz : Gelmekte olan valiyi hemen tutuklatacak çabuklukta tedbirler alınız. Yaptıklarımıza açıktan açığa karşı koyanlara karşı kararsızlığa düşmeden silâh kullandırınız. İl defterdarı, benim Diyarbakır'dan tanıdığım Ferit Bey ise, size yardım etmesi gerekir. Bolu mutasarrıfına, aldığınız durumu ve yetkiyi hemen şimdi bildirerek onun da İstanbul'a karşı aynı şekilde hareket etmesini tarafımızdan söyleyiniz. Sinop Mutasarrıfı Mazhar Tevfik Bey'e de benim tarafımdan aynı talimatı veriniz. Yanınızda hangi şifre anahtarı vardır?"
Osman Bey' in cevabı : " Vali vekilliğini Defterdar Ferit Bey'e vereceğim, kendi üzerime alamayacağım. Bildiğiniz Ferit Bey' dir. Sinop mutasarrıfı bildiğinizdir; kendisi görevden alınmıştır. Vekilliği Jandarma Tabur Komutanı Remzi Bey' dedir. Mazhar Tevfik Bey'in Sinop'ta olduğu bildiriliyor. Şifre anahtarı tutuklu alay komutanındadır; istendi, alacağım cevaba göre arz ederim, efendîm."
"Yanınızda başka şifre anahtarı var mıdır? Ferit Bey şimdi nerededir? Durum hakkında bilgisi var mıdır? diye sordum.
" Durumdan bilgisi yoktur, şimdi çağrıldı, gelecektir. Ben hiç şifre anahtarı almadım; çünkü tutuklanacağımı bilmiyordum, makam şifresi ile yazarım ümidinde idim." cevabını verdi.
"Oradaki jandarma tabur komutanı kimdir; ne kadar jandarma kuvveti vardır; emriniz altına girdi mi?" sorusunu yazdırdım. Buna da verdiği cevapta : "Jandarma Komutanı Emin Bey, yanımda ve benimle işbirliği yapmıştır. Merkezde jandarma sayısı otuz beş kadardır. Polis Müdürü Halil Bey de yanımda ve benimle işbirliği etmiştir. Polis sayısı kırktır. Piyade Tabur Komutanı Şerif Bey biraz budala olduğundan şimdilik tutuklanmıştır. Jandarma Tabur Komutanı Emin Bey, yüzbaşıdır. Defterdar Ferit Bey geldi, yanımdadır."
"Emin Bey' i biraz anlatır mısınız" sorusuna 1902 (318) çıkışlı, Üsküp' lü Emin, tanırsınız. Ayrıca ellerinizden öpüyorlar."
Bunun üzerine şu satırları yazdırdım:
" Emin Efendi'yi tanırım, teşekkür ederim. Ferit Bey'e durumu anlattınız mı? Önemli hususlar makam şifresiyle bildirilebilir. Sinop mutasarrıf vekili olan Jandarma Komutanı güvenilir bulunmadığı takdirde, yerine sizce uygun görülecek birinin vekilliğe getirilmesi için gerekli olan tedbirler düşünülmelidir. Yardıma ihtiyaç duyuyor musunuz?"
0sman Bey :" Kuvvete ihtiyaç duyup duymadığımı daha sonra arz edeceğim; Jandarma Tabur Komutanı yeni geldiği için durumu anlaşılamamıştır, efendim" cevabını verdi. Osman Bey' e başka bir söyleyeceği olup olmadığını ve Ferit Bey' le durum değerlendirmesi yapıp yapmadıklarını sorup anladıktan sonra, şu telgrafı yazdırdım :
Osman Bey'e ve Ferit Beyefendi'ye
Alınacak tedbirler ve yapılacak işlerinizde başarılar dilerim. Bize durumunuzdan ve gelmekte olan valinin tutuklandığından haber vermenizi bekleriz. (Mustafa Kemal)
KASTAMONU DA İSTANBUL'A KARŞI HAREKETE GEÇİYOR
Ferit Bey vali vekili; Albay Osman Bey, Kastamonu ve dolayları komutanı olarak faliyete geçtikten bir iki gün sonra, kendilerini tekrar telgraf başına çağırarak bilgi istemiştim.
İstanbul'da gereken makamlara, istenildiği şekilde ve halkın imzası ile telgraflar çekildiği, bütün illere ve sancaklara da bu telgrafların duyurulduğu bildirilmekle birlikte, birtakım sorular da soruluyordu.Söz gelişi " Halk diyormuş ki :
1 - Öteki illerin kamuoyu bizimle birlikte değiller midir?
2 - Bu olağan dışı durum ne zamana kadar sürecektir?
3 - Kabinenin direnmesine karşı ne gibi tedbir buyuruldu? Lutfen bizi aydınlatınız Paşam!"
Halk adına yöneltilen bu soruların vali vekili ve komutan beylerinde zihinlerini işgal etmekte olduğunu hesaba katarak ona göre cevap vermek, yorgunluğuna değerdi. Bunun için Sivas - Kastamonu telini saatlerce işgal eden uzun bilgi verildi ve açıklamalar yapıldı. Bu açıklamaları şöylece özetleyebilirim :
1- Millî kaynaşma, vatanın her köşesinde kuvvetli ve ateşli bir şekilde vardır. Bütün illerin en ufak köylerine varıncaya kadar halk, en ufak birliğine kadar da bütün ordularımız tam bir duyarlık içinde ve tam bir birlik halinde, bildirilen kararlan uygulamakta ve yürütmektedirler. Halkın ikinci ve üçüncü sorusuna cevap olmak üzere de :
2 - Ne zaman Kastamonu halkı bu durumu olağan dışı bulup endişeye düşmek zayıflığından kurtularak, amacımıza ulaşıncaya kadar dayanmakta kararsızlık göstermezse, işte o zaman bu olağandışı durum kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Kabinenin direnmesi tabiîdir. Buna karşı başka bir tedbire girişmeden önce, ilk tedbirimizi hakkıyla ve her yerde kesinlikle uygulama çarelerini düşünelim. Söz gelişi, Bolu'nun durumu hakkında ne yapılmıştır? Bolu kesimine kadar olan bütün yerlerin İstanbul ile resmî haberleşmelerinin kesildiğinden emin miyiz? Bununla ilgili olarak, beklemekte olduğumuz bilgiler daha gelmemiştir. İşte, bu dediğim tedbir İstanbul'a kadar yaygınlaştırıldığı takdirde, kabinenin direnmeye gücü kalmayacağını sanınm. Bununla birlikte, bundan sonra da pek cahilce ve pek ahmakça bir inadı devam ettirmek isterlerse, herhalde daha etkin tedbirler uygulanmasına imkan vardır.
Bundan sonra vali ve komutanın verdiği bilgilerden şunlar anlaşıldı İnebolu'dan İstanbul'a geri gönderilen yeni vali, Zonguldak ta, Dahiliye Nâzırı'ndan şöyle bir emir almış :
"Bolu ve çevresi serbesttir. Zonguldak'a çıkınız. İlin gereken yerleri ile haberleşiniz ve son gelecek emre kadar orada bekleyiniz." Gerçekten yeni vali Zonguldak'ta kalmış ve etrafa gözdağı vermeye başlamış.
Ferit ve Osman Beyler, Zonguldak mutasarrıfına yeni valinin tutuklanıp karadan Kastamonu'ya gönderilmesini emretmişler. Mutasarrıf bunu yapmamış. Bununla birlikte, durumu öğrenen yeni vali orada barınamayarak, İstanbul'a dönmüş.
-
ALİ FUAT PAŞA BATI ANADOLU KUVA-YI MİLLİYE KOMUTANI
Bir münasebetle arz etmiştim ki, 20' nci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, kongre adına bazı kararlar alıp, hazırlıklar yapmıştı. Ali Fuat Paşa 'ya kongrece "Batı Anadolu Kuva-yı Milliye Komutanı" ünvanı verildi. Paşa, Eskişehir ve dolaylarını milli bir bölge olarak kabul edip komutanlığına Süvari Yarbayı Atıf Beyi Afyonkarahisar dolaylarını da millî bir bölge olarak kabul edip Komutanlıgına 23 üncü Tümen Komutanı Ömer Lütfi Bey'i tayin etmişti. Bu tümen ile, Anadolu'ya geldiğimizin daha ilk günlerinde temas kurup ilgilenildiğini o günlere ait açıklamalarım arasında belirtmiştim. İstanbul Hükûmeti, Fuat Paşa'nın yerine Hamdi Paşa 'yı tayin etmiş ve göndermişti. Hamdi Paşa, Eskişehir'e kadar geldi. Orada kendisine, 16 Eylülde İstanbul'a dönmesi gerektiği bildirildı. İngilizler, Eskişehir Bölgesi Kuva-yı Millîye Komutanı Atıf Bey'i tutuklayıp İstanbul'a gönderdiler. Kuva-yı Milliye Komutanı olan bir şahsın, kendisini kolaylıkla düşman eline düşürmeyecek tedbirleri almış olması gerekirdi. Bu konudaki gaflet ve tedbirsizlik kendisini kurtarmak için uzun zaman biribiri ardınca teşebbüslerde bulunmamızı gerektirdi. Bildiğiniz üzere, o tarihlerde Eskişehir'de İngiliz birlikleri vardı. Fuat Paşa, toplayabildiği milli kuwetlerle birlikte Eskişehir'e yakın Cemşit'e gitmişti. Eskişehir'i uzaktan çevirtti. Eskişehir' de bulunan İtilâf Kuvvetleri Komutanı General Solly Flood ( Soli Flud)'un Fuat Paşa'ya gönderdiği bir mektupla kullanılan ifadeler ve Kuva-yı Milliye'nin tanıtma şekli, milli komutanlarımızın ve Kuva-yı Milliye'mizin yüksek şeref ve haysiyetlerine karşı bir saldırı sayıldığından ve adı geçen generalin hak ve etkisi dışında görüldüğünden bu konuda İstanbul'da bulunan İtilâf Devletleri siyası temsilcilerinin bir muhtıra ile dikkatleri çekilmişti. 25 Eylül 1919 tarihinde General Solly Flood'un Fuat Paşa'ya gönderdiği, bir kurmay binbaşı ile Eskişehir İngiliz kontrol subayından oluşan bir hey'et, İngilizlerin, iç işlerimize ve Millî Mücadele'mize asla karışmayacakları konusunda söz verdiler. Bu sıralarda, İngilizler, Merzifon'da bulunan kuvvetlerinin geri çekilmesine memnun olup olmayacağımızı öğrenmek istemişlerdi. Elbette pek memnun olacağımızı bildirmiştik. Gerçekten de oradaki kuvvetlerini bütün ağırlıkları ile birlikte önce Samsun'a çektiler, daha sonra oradan da İstanbul'a götürdüler. Eskişehir'e hâkim olduktan sonra, Fuat Paşa'yı Bilecik ve Bursa yörelerine göndermeyi düşünüyorduk.
KONYA VALİSİ CEMAL BEY İSTANBUL'A KAÇIYOR VE KONYA HALKI DA İSTANBUL'U TANIMIYOR
Efendiler, Konya'da Vali bulunan Cemal Bey, Ferit Paşa Kabinesi nin Anadolu'da önemli bir dayanak noktası durumuna geldi. Ordu Müfettişi olan Cemal Paşa'nın İstanbul'a gidip dönmemesi, orada bulunan Kolordu Komutanı Selâhattin Bey'in kararsızlık içindeki tutum ve davranışları ve sonunda da haber vermeden İstanbul'a çekip gitmesi, Konya ve dolaylarını Vali Cemal Bey'in hükmü altında bırakmıştı. Oraya, maksadı iyice kavramış bir kimsenin gönderilmesi gerekiyordu. Sivas'ta iken yanımızda bulunan Refet Bey'in gönderilmesi uygun bulundu. Refet Bey hareket etti. Konya'da, Hey'et-i Temsiliye tarafından gönderilen bir komutanın gelmekte olduğu haber alınınca, vatan sevgisi ile dolu kimseler canlanmıştı. Ancak, öte yandan da Vali Cemal Bey, hapishanede ne kadar kanlı katil ve tutuklu varsa hepsini çıkarıp silâhlandırarak kendisine bir kuvvet yapmak istemişti. Konya'nın sayın halkı, bu alçakça harekete karşı ayaklanarak vatanseverliğin gerektirdiği şeyin yapılmasına karar vermiş; bunun farkına varan Cemal Bey de 26 Eylül'de İstanbul'a kaçmıştır. Halk, Belediye'de toplanarak Hoca Vehbi Efendi'yi vali vekilliğine getirmişti.
REFET BEY'İN YERİNDE OLMAYAN BAZI TEKLİFLERİ
Efendiler, dikkate değer bir noktadır. Şu anda hatırıma geldi. Yüksek hey'etinize arz etmeden geçemeyeceğim. Sivas-Konya yolu üzerindeki bir telgraf merkezinden Refet Bey'in özel bir telgrafını aldım.
Refet Bey, bu telgrafında Konya ve dolaylarında başarı sağlanabilmesi için, kendisine İkinci Ordu Müfettişliği ünvan ve yetkisinin verilmesi gereğini bildiriyordu, Refet Bey birçok zaman sonra Ankara'da bulunduğum sırada, Bolu ve dolaylarındaki âsîlerin tepelenmesi ile görevlendirildiği zaman bile, orada bir şifre ile ve halk üzerinde önemli etkisi bulunacağı gerekçesi ile, benden, kendisine paşa ünvanının verilmesini istemişti. O zamanlar Refet Bey'in gerek birinci gerek ikinci isteklerini yerine getirecek resmî bir mevki ve yetkide bulunmadığımı açıklamaya gerek yoktu: Özellikle Refet Bey'in bunu çok iyi bilmiş olmasından şüphe edilebilir mi? Refet Bey, bu isteklerini yerine getirtmek için, dolaylı yoldan benim İstanbul Hükûmeti'ne aracılık etmemi istiyordu da denemezdi. Çünkü dünyaca bilinmekte idi ki, ben ordu müfettişliğinden ve askerlikten istifa etmiş olma bir yana, Padişah ve İstanbul Hükumeti tarafından da kovulmuş ve idama mahkum edilmiş bulunuyordum. Çalışmalarım bir kongrenin seçmiş olduğu bir hey'et içinde, yani bir Hey'et-i Temsiliye içinde ve onun adına idi. Milli amaca hizmet için çalışmak ve özellikle bu konuda başarıya ulaşmak için, resmî bir ünvan ve yetki şartı var idiyse, o şart zaten benim kendimde yoktu. İçinde bulunduğum durum ve şartların nelerden ibaret olduğu anlaşıldıktan sonra, başarıya ulaşabilmek için, benden resmî formalitelere bağlı ünvan ve yetki beklenemeyeceği tabiî idi. Esasen, biz Refet Bey'i Konya'ya gönderirken, kendisine, amaca uygun bütün iş ve faaliyetler için tam ve geniş bir yetki vermiştik. Bunun kullanılması ve yerini bulabilmesi, onun göstereceği şahsî güç ve kudrete bağlı idi.
Efendiler, her tarafı faaliyet göstermeye ve millî teşkilâtlar kurmak için yöneltmeye çalışırken, İstanbul Hükûmeti'nin emeline hizmet eden bazı sivil idare âmirlerinden, sözde manevî birer gözdağı olabilecek telgraflar da alıyorduk. Söz gelişi, Urfa Mutasarrıfı Ali Rıza adında biri tarafından, yaptıklarımızın İtilâf Devletleri'ne karşı bir saldırı gibi sayıldığı, bu yüzden bütün Osmanlı ülkesinin İtilâf Devletleri'nce askerî işgal altına alınarak Türk Hükûmeti'ne son verileceği, temas sonucu elde ettiği bilgilere dayanılarak belirtiliyor ve kabine ile uzlaşma önerisinde bulunuluyordu. Bu telgrafın mutasarrıfa yabancılar tarafından dikte ettirildiğine şüphe yoktu. Buna elbette gerektiği şekilde karşılık verildi.
GENERAL HARBORD HEYETİ VE GENERAL'E VERDİĞİM CEVAP
Efendiler, hatırlarınızda olsa gerektir ki, memleketimizde ve Kafkasya'da incelemeler yapmak üzere Amerikan Hükumeti General Harbord'un başkanlığında bir hey'et göndermişti. Bu heyet Sivas'a geldi. 22 Eylül 1919 günü General Harbord ile uzun uzadıya görüştük. General'e, Millî Mücadele'nin maksat ve gayesi, milli teşkilât ve birliğin ortaya çıkış sebebi, müslüman olmayan azınlıklara karşı gösterilen duygular, yabancıların memleketimizdeki yıkıcı propaganda ve eylemleri üzerinde ayrıntılı ve belgelere dayanan açıklamalarda bulundum. General'in bazı garip soruları ile de karşılaştım.Söz gelişi : "Millet, tasarlanıp yapılabilecek her türlü teşebbüs ve fedakarlığa başvurduktan sonra da başarı sağlanamazsa ne yapacaksın?" gibi. Yanlış hatırlamıyorsam, verdiğim cevapta demiştim ki : Bir millet varlığını ve istiklâlini kurtarabilmek için düşünülebilen her türlü teşebbüs ve fedakârlığı yaptıktan sonra başarıya ulaşır.Ya başaramazsa demek, o milletin ölmüş olduğu hükmüne varmak demektir. Öyle ise, millet yaşadıkça ve fedakârca teşebbüslerine devam ettikçe başarısızlık da söz konusu olamaz.
General'in bu sorusunun altında yatan asıl maksadın ne olabileceğini araştırmak istemedim. Ancak, verdiğim cevabın kendisince takdirle karşılandığını bugün yeri gelmişken belirtmek isterim.
ABDULKERİM PAŞA'NIN ARACILIKLARI
Efendiler, Eylülün 25'inci günü akşamı, Ankara'da bulunan Kolordu Komutan Vekili Mahmut Bey'den aldığım bir şifreli telgrafta şunlar bildiriliyordu :
Bu gece İstanbul telgrafhanesinden Fuat Paşa'yı telgraf başına istediler. Dahiliye Nezareti'nin vilâyet şifresi ile bir şifre yazdırdılar. Bunun özeti : Vatanın kurtulması yalnız padişah'ın bildirisindeki en doğru yol göstermelere uygun hareket etmekle kolaylaşacaktır. Millî Mücadele, medeniyet dünyasına iğrenç gayeler gibi aksettirildi. Hükûmet ile millet arasındaki ayrılık yabancıların işe karışmasına yol açacaktır. Konferans, bizim hakkımızda karar verirken, bu anlaşmazlık iyilik ve kurtuluş belirtisi olmayacaktır. Sonuç olarak, hareketin liderleri ile görüşmek üzere, yüksek şahsiyetlerle, bildirilecek yerde buluşma bir oldu bitti şekline sokularak, vaktin darlığı dolayısıyla hemen cevap beklenmektedir. Görüş ayrılıklarına saygılı davranılacağını, şahsa ve şerefe dokunulmayacağını abartmalı bir şekilde ekliyor. Telgrafı yazan zat, Genelkurmay Tuğgenerallerinden Abdülkerim Paşa'dır. Bu telgrafa Ticaret ve Ziraat Nâzırı Hâdi Paşa vasıtasıyla ve aynı şifre ile cevap beklemektedir. Adı geçenin, böyle bir hileye başvurarak, müracaatın bizden geldiğini ilân etme ve yayma gayesi güttüğü anlaşılıyor. Telgraf başında beklediklerinden, bir an önce, kabul edilip edilmeyeceği ile ne cevap verileceğinin bildirilmesi istenmektedir. Ali Fuat Paşa HazretIerine de yazılmıştır.
Mahmut Bey'e aynı gün saat 19.00'dan sonra makine başında verdiğim telgrafta şunları bildirdim : "Kerim ve Hadi Paşa'lara, Fuat Paşa'nın Ankara'da olmadığını ve meşgul bulunduğunu, ancak, görüşmek istedikleri takdirde, Sivas'ta bulunan Hey'et-i Temsiliye ve bu Hey'et içinde bulunan Mustafa Kemal Paşa ile istedikleri şekilde görüşmenin mümkün olduğunu bildirirsiniz (onlar görüşme isteğinde iseler) , diye kaydettirirken dikkatli bulunmak gerekir"
Mahmut Bey, Kerim Paşa'nın Ankara'ya çektiği telgrafı aynen bize de yazdı. İçindekiler aşağı yukarı Mahmut Bey'in özetledikleriydi.
Efendiler, İstanbul Hükûmeti ile haberleşmeyi kesişimizin on beşinci günündeyiz. Millî karara karşı muhalefet durumuna geçen bazı yerler, ister istemez millî akıma uymaya mecbur edildi. İstanbul'a, her gün bütün memleketten, hükûmetin düşürülmesi isteği ile ilgili telgraflar yağdırılmaya başladı. İtilaf Devletleri'nin Anadolu da dolaşan subay ve memurları, her yerde açıktan açıga, Milli Mücadele'ye karşı tarafsız olduklarını ve memleketin iç durumuna karışmadıklarını söylemeye başladılar. Bu durum karşısında, Padişah ve Ferit Paşa'nın,artık Millî Mücadele liderleri ile uzlaşmaktan başka çıkar yol kalmadığını hesaba katarak, fakat, herhalde mevkilerini de korumak şartıyla, bir uzlaşma yolu olabilecek imkânlar araştırmaya başladıkları kanısına varmak yanlış olmaz inancındayım.
Efendiler, adı geçen rahmetli Abdülkerim Paşa, benim çok eski bir arkadaşımdı. Pek namuslu, gayretli, temiz kalpli bir vatanseverdi. Selânik'te, ben kolağası o binbaşı olarak aynı büroda çalışmış, yıllarca özel arkadaşlık etmiştik. Rahmetlinin tavır ve durumundan bir tarikata bağlı olduğu anlaşılıyordu. Bazı tekkelere devam ettigi de görülmüştür. Ancak, herhangi bir şeyhe bağlılığını bilen yoktur. Çünkü, kendisini inançları ve vicdanî değerlendirmelerinde taşıdığı manevi derece bakımından hazret-i evvel , büyük hazret olarak kabul eder, kendi dostluk çevresi içinde yer alanlara, kendisince, karşısındakinde gördüğü yeteneğe uygun hazret, kutup gibi makamlar verirdi. Bana "kutbu'l-akdab" derdi. Şimdi açıkyacağım görüşmemizde de bu noktalara tesadüf edeceğiz. Kerim Paşa nın, kendine has bir konuşma ve yazış tarzı vardı. Kerim Paşa, çok samimi ve zamanında kendisine büyük şöhret kazandıran yüksek bir söz söyleme gücü ile konuşur ve öyle yazardı. Kendisinde, inandırma güç ve kudreti oldugu da sanılır ve öyle kabul edilirdi. Bizim Selânik'te bulunduğumuz sıralarda, orada ordu komutanlığı ve ordu müfettişliği ile bulunmuş olan Hadi Paşa, Kerim Paşa'yı açıkladığım vasıflar ile, dostlar arasında sayılır ve sevilir bir kimse olarak tanımıştı.
İşte Ferit Paşa' nın kabine arkadaşı Hâdi Paşa , sıkışmış olan Padişah'ın ve Ferit Paşa'nın pek elverişli bir yolla imdadına yetişmek istiyordu. Kerim Paşa, Ali Fuat Paşa'yı da Selânik'ten tanıyordu.
Efendiler, 27/28 Eylül 1919 gecesi, gece yarısına bir saat kala telgraf başında, Kerim Paşa ile karşı karşıya geldik. İki taraf biribirini şu sözlerle tanıdı :
Sivas - Mustafa Kemal Paşa telgraf başındadır. Kerim Paşa'ya söyleyiniz, buyursunlar diyorlar.
İstanbul - Yüksek şahsiyetleri, Mustafa Kemal Paşa Hazretleri misiniz, ruhum?
Ben - Evet, sayın Kerim Paşa Hazretleri,dedikten sonra :
Kerim Paşa - "Sivas'ta Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne" adresini yazdırdı ve "Paşa'ya söyleyiniz anlar; Hazret-i Evvel karşınızdadır." sözlerini bir çeşit parola gibi ilâve etti. Kerim Paşa : "Zâtıâlîlerinin afiyetleri iyidir inşallah kardeşim." diye başladı.
Kerim Paşa'nın İstanbul Hükumeti tarafından kalbinin temizliğinden ve ahlâkının güzelliğinden yararlanılarak nasıl aldatıldığını anlamak için, sözlerinin başlangıcını kendisine olduğu gibi tekrarlatacağım. Rahmetli Kerim Paşa şöyle devam etti :
"Vatanın iyiliği için büyük vatansever kardeşimle ve sayın temsilci kardeşlerimle görüşmek isterim. Ayağınız toprağına ulaştırılmak üzere Ali Fuat Paşa vasıtasıyla bir telgraf göndermiştim. İşte, zâtıâlînizin eline ulaşan o telgraftaki esaslar üzerinde inşallah sevindirici bir çözüm buluruz. Memleketin geçirmekte olduğu nazik ve pek önemli karışık devreyi Allah'ın lûtfu ile kolayca aydınlığa çıkartınz. Bunun için de Allah'ın keremi ve nurdan yaratılmış kurtarıcı emellerinizin gönül mürşîdi ile, bu konuda önemli şeyler konuşarak, vatan için olan dileklerimizi birleştirelim değil mi? Pek anlayışlı ve tedbirli kardeşim! Ne buyurursunuz, ruhum? Yere bâtasıca kötü niyetlilerin bu güzel memleketimiz üzerindeki iftiralarına ve açıktan açığa kötülük yapmalarına engel olalım, onların ümitlerinin pusularında kötürüm ve cansız olarak bırakalım, Yalnız hükûmet ile milletin sırf vatanın kurtuluşu ile ilgili hizmetlerini ve işlerini birleştirelim. Çünkü ortak ve yüce gaye aslında hep birdir. Vatan düşüncesiyle gösterilen bunca asil tepkilerin, medeniyet dünyası karşında aziz topraklanmızın korunması ile ilgili en büyük vatanseverlik olduğunu bir kere daha belirtmek üzere içinde bulunduğumuz durumun güçlüklerini yok edelim ve buna bir çare bulmak için de bu aziz kardeşiniz ile görûşmeye başlayalım, bekliyorum kardeşim. Bu teşebbüsüm hakkında, hükûmetin geniş ölçüde iyiniyet gösterdiğini ilâve ederim, ruhum!"
Efendiler, Kerim Paşa ile 27/28 Eylül, gece yarısından önce saat 23.00'te başlayan bu görüşmemiz, sabah saat 07.30'a kadar tam sekiz buçuk saat sürdü. Üç ana noktaya ayrılabilen bu görüşmemiz, yazıda esercedit denilen büyük tabaka kâğıtlardan yirmi beş sayfayı doldurdu. Bunların hepsini burada okuyarak sabrınızı kötüye kullanmaktan korkarım. Rahmetli Kerim Paşa'nın, sağlam görüşlere ve kendi inancına ters düşmesine rağmen maalesef güçlü bir mantığa da dayanmayan bu tatlı sözlerinin ve tantanalı cümlelerinin okunup dinlenebilmesi için, yayınlayacağım belgeler arasında bu konuşmaya da olduğu gibi yer vereceğim.
Yalnız, bu görüşmede her iki tarafın güttükleri hedef ve dayandıkları temel noktalar hakkında, özellikle sonucu bakımından kısa bir fikir verebilmek için müsaade buyurursanız bu noktaların her birine bir parça dokunacağım.
Kerim Paşa 'nın bilginize sunduğum ilk telgrafına karşılık verirken biraz da onun tarz ve üslubuna uymuş olduğum görülecektir.
Cevabımda, ben de böyle başladım :
" Kerim Paşa Hazretleri'ne "kutbü'l-akdâb" deyiniz, anlar" diye başladıktan sonra "şimdi cevap veriyorum" dedim.
"Pek sayın ve temiz kalpli kardeşim .Abdülkerim Paşa Hazretleri'ne. Tanrı'ya şükürler olsun, sağlığım yerindedir. Büyük ve asil milletimizin meşru haklarının bilincine varmış, onu korumaya ve savunmaya bütün varlığı iIe girişmiş olduğunu görmekle pek mutluyum... Karşılıklı görüş belirtmek hususunda gösterilen isteğe içten gelerek teşekkür ederiz... Fuat Paşa aracılığı ile çekilmiş olan telgrafın içindekileri öğrenmiş bulunuyoruz ... Dayanak noktası olarak kabul buyurulan bildiride ileri sürülen hususların, Ferit Paşa ve arkadaşlarına karşı yöneltilmiş bir haykırış ve çıkışma olduğu azıcık bir düşünme ve inceleme ile anlaşılacak açıklıktadır. Padişah'ın kalbini derin üzüntülere boğan durum ve davranışlar, milletimiz tarafından değil, Ferit Paşa, Dahiliye Nâzırı Adil Bey Harbiye Nâzırı Süleyman Şefik Paşa ve bunların çalışma arkadaşları olan Harput Valisi Ali Galip Bey, Ankara Valisi Muhittin Paşa, Trabzon Valisi Galip Bey, Kastamonu Valisi Ali Rıza Bey ve Konya Valisi Cemal Bey tarafından işlenen kötülüklerle ortaya konmuştur.
Malatya'daki ihanet teşebbüsü, Çorum'daki haince tertip, Konya'daki kanlı teşebbüs eğer içyüzleri ile bilginize ulaşmış değilse, zâtıâlîlerinizi bir çözüm başlangıcı olarak düşündüğünüz noktadaki isabetsizlikten dolayı mazur görürüz...
Yabancılann görüşlerinin lehimize döndüğü tamamiyle doğrudur. Ancak, bu dönüş, hiçbir vakit Ferit Paşa Hükûmeti'nin güttüğü siyasetin sonucu değildir. Bu sonuç, milletimizin varlığını göstermek ve ispat etmek için kendi kendine girişmiş olduğu kararlı teşebbüsünün eseridir. İşte bu konuda Zâtışâhâne'yi aldatıyorlar.
Kurtuluş çaresi ve yaşama ilkesi ancak ve ancak Kuva-yı Milliyenin önderliğinin benimsenmesinde ve millî iradenin hâkim olmasındadır. Bu sağlam ve meşru temelden en küçük bir sapma, Allah korusun, devlet, millet ve vatanımız için pek acı bir yıkım getirir...
MiIIetimizin asil mücadelesini kötüye yormaktan ve etrafa öyle tanıtmaktan geri durmayan kötü niyetli aşağılık kimselerin çok olduğu bir gerçektir. Ancak, asıl derin bir esefle karşılanacak olan husus, bu kötülükten başka bir şey düşünmeyenlerin başında, sonsuzluğa kadar yaşayacak olan devletimizin sadrazamı Ferit Paşa ile nâzırlık mevkilerini tutan Âdil Bey, Süleyman Şefik Paşa gibi devlet adamlarının yer almış bulunmasıdır.
Memleketimize takım takım bolşeviklerin girdiğini ve Millî Mücadele'nin bir bolşevik, mücadelesi olduğunu resmî olarak ilân eden ve yayan bu bahtsızlardır.
Asil ve temiz Millî Mücadele'mizin, İttihatçıların son çırpınışları ve kanlı hareketleri olduğunu ve onların parasıyla yürütüldüğünü resmen ve açıktan açığa bütün dünyaya ve yabancı gazetecilere söyleyen bu gafillerdir.
Anadolu'da karışıklık olduğunu basın yoluyla resmen ilân eden ve Ateşkes Anlaşması'nın özel maddesine göre aziz vatanımızı düşman işgaline uğratmak isteyen bu cahillerdir.
Malatya'nın Müslüman halkı ile Sivas'ın Müslüman halkını biribirleri ile boğazlaşmaya sürüklemek isteyenler bu zavallılardır. Millî Mücadele'nin önüne geçeceğim diye Sivas'ın ve millî duyarlığın görüldüğü her yerin yabancılar tarafından işgalini isteyen bu hainlerdir. Bununla birlikte, bizim en yüce gayemiz, tıpkı siz kardeşimin düşündükleri gibi, kötü niyetlilerin bu güzel memlekete yönelttikleri iftiraları ve açıktan açığa yürüttükleri mel'unlukları kırmak ve onları kendi ümitlerinin pusularında körkötürüm ve cansız düşürmek, devlet ile milletin faaliyetini sırf vatanın kurtuluşu ile ilgili noktada birleştirmektir. Yüce Tanrı'ya şükürler olsun, bu gayenin gerçekleştirilmesinde, artık milletimiz her türlü kötü niyet belirtilerini kırmış, bütün kahramanlığı ile dönüşü olmayan kesin adımlarını atmıştır. Yabancılar bile, milletin yaygın gücünü ve kesin kararını, buna karşılık İstanbul Hükûmeti'nin ne kadar soysuz ve milletle ilgisi bulunmayan âciz bir hey'et olduğunu iyice anlamıştır. Merzifon'u boşalttılar. Samsun'u da boşaltmaya başladılar. İç işlerimize ve Millî Mücadele'mize karşı tarafsız kalacaklarını söylüyorlar. İşte millî teşebbüslerimizin, istiklâlimizi güvence altına alma yolunda elde etmeyi başardığı ilk sonuç budur.
Millî akım, İstanbul'da Kanun-ı Esasî hükümlerine uyulmasını sağlamakla sonuca ulaşacaktır.
Şimdiki hükumetin, geniş ölçüde bir iyiniyete sahip olduğunu sanmanın doğru olmadığını arz etmeme müsaade buyurmanızı rica ederim.
Ben, daha Erzurum'da iken Ferit Paşa' ya gerçeği ve durumu açıklayarak, milletin kuvvet ve iradesine karşı çıkacak hiçbir kuvvet kalmadığını yazmış; kendisini, karşı koyma ve engelleme yolunda devam etmemesi gereği ile uyarmıştım. Bu gafil zat, buna cevap vermediği gibi, milli akımın birkaç kişinin körüklemesinin eseri olduğunu da ilân etti. Çıkar hırsı ile, bilgisizlik gaflet ve körlüğü ile iki tarafı da idare ederek mevkilerini koruyabilecekleri şeklinde boş bir zan içinde bulunan birkaç valinin aldatıcı raporlarını benim tertemiz ve vatanseverce uyarılarımdan daha üstün tuttu. Bugün, her türlü kötülük, hainlik, beceriksizlik ve zavallılık durumunda kaldıktan ve millet de bütün olup bitenlerin içyüzünü tam bir açıklıkla kavradıktan sonra, bize düşen görev, hemen millî dâvâyı benimseyecek yeni bir kabinenin iş başına gelmesini sağlamaktır.
Eğer şimdiki kabinenin şahısları ve hayatları bakımından herhangi bir çekinceleri varsa, bugün için bu gibi şeylerle uğraşma tenezzülünden pek yüksek olan milletimiz adına kendilerine istedikleri söz ve güvenceyi vermeyi' de milletimizin çıkarı açısından gerekli sayarız. Ancak, tuttukları yanlış yolda inatla direnmeye devam edecek olurlarsa, bundan doğacak sonuçların sorumluluğu kendilerine ait olacaktır.
İşte yapılan bu iyi niyetli teşebbüs dolayısıyla, durumu bir defa daha ve son olarak, asil yüksek şahsiyetleri gibi kalbi gerçekten de vatan ve millet sevgisi, padişaha muhabbet ve bağlılıkla dolu olan ve kardeşlik hatıralarını daima saygı ile taşımakta olduğum siz kardeşim Abdülkerim Paşa Hazretleri ile de bildirmiş olmak, bizim için her türlü vicdan huzurunun daha da sağlamlaşmasına vesile olmuştur."
Efendiler, buraya kadar söylediklerim bir tek maddenin özetidir. Bundan sonra gelen maddede :
"Millî Mücadele bütün genişliği ile İstanbul'a doğru ilerlemektedir. Ferit Paşa ve arkadaşları bunu bilmektedir. Zâtıâlîleri de bu bilgileri işleyip aydınlanınız dedikten sonra, o günlerde yapıLmış olan başarılı hareketlerin raporlarını özetleyerek açıkladım ve : artık bütün bu hareketleri durdurmak yalnız ve ancak bir tek şeye bağlıdır. O da kabine başkanlığının millî dâvâyı bütün anlamıyla benimseyecek bir zata verilmesi ve o zatın da bu millî dâvâyı kavrayarak ona göre tedbir almaya girişmesidir". dedim.
"Bütün bu söylenenler karşısında siz kardeşimin de bir düşünceleri varsa lutfen bildirmenizi rica ederim" cümlesinden sonra, "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Hey'et-i Temsiliyesi adına Mustafa Kemal" diye imzamı koydum.
Bundan sonra Kerim Paşa : "Önce, zâtıâlîleriyle birlikte olan sayın zevatın hepsine selâm ve saygılarımızı arz etmek ve duyurmak lutfunda bulunmanızı rica ederim" girişi ile görüşmemizin ikinci noktasına geçtiler. Kerim Paşa devam etti :
"Başladığım kısa konuşmanın bütün safhalarını zâtıâlîniz anlattınız. İşin çözüme götürülmesi bakımından iki yerde isabet gösterilmediğini söyleyerek mazur görüleceğimi belirttiniz. Gerçi, bütün durumlar ve çeşitli bölgelerdeki olaylar bilinmedikçe, bir konuda hakemlik etmek güç ise de, memleketle ilgili bir işin çözüme bağlanmasında bize ışık tutan, tertemiz vatan endişesi olduğundan, dayanağımız sağlam ve açıktır. Vatanın alın yazısına karar verileceği şu sıralarda, tek vücut olarak birleşmiş bir millet ve hükumetin göreceği işi göz önünde bulundurarak, bunun kolaylıkla bir çözüme ulaşması dileğimi arz etmek isterdim.
Padişahın hareket noktası olarak aldığıma işaret buyurduğunuz bildirisini anlamakta bendenizin yanılmış olması mümkündür. Yalnız, müsaade ediniz de, asıl, işlerin çözümünde en büyük dayanak sayılan bu yüksek bildirideki toplayıcı yönleri açıklayarak, Padişah'ın sözlerinin neleri içine almış olduğunu belirteyim. Ben zannediyorum ki, Padişahımız..."
Ben, derhal Kerim Paşa'nın devam etmesine fırsat vermeden Şunu yazdırdım :
- Kerim Paşa Hazretleri, gereğinden fazla açıklama yapmak, her ikimizi de asıl gayeden uzaklaştırabilir. Bir de Padişah'ın bildirisinin yorumları ile fazla uğraşmanın yararı yoktur. Rica ederim asıl konu üzerinde görüşelim.
Kerim Paşa cevap verdi:
- Asıl konu üzerinde görüşeceğiz. Müsaade buyurursanız devam edelim efendim.
Ben - Rica ederim en son söz ve teklif üzerinde anlaşalım, dedim.
Kerim Paşa - Evet, oraya geleceğiz efendim.
FERİT PAŞA KABİNESİ ÇEKİLMELİDİR
Söze ben devam ettim ve :" Kerim Paşa Hazretleri, meşru çalışmalarımızın ve milli tepkilerimizin artık daha fazla kötüye yorulmasına ve düzeltilmeye muhtaç görülmesine; hele bu düzeltme ve değiştirmeler içinde, suçluluğu ve hainliği ortaya çıkmış bir kabine üyelerinin meşru olmayan savunmalarının esas alındığını görmeye tahammülümüz yoktur. Biz, son durumu açıklayarak milletin kesin isteğini arz ettik. Bilmem tekrarı gerekli midir? Zâtıâlîleri sonuçlandırılması gerekli bu millî isteğe karşı, Ferit Paşa Kabinesi'nin, devletin en yüksek sadrazamlık mevkiini hâlâ kirletmesine aracılık etmek istiyorsanız, bu gayretiniz hiçbir yararlı sonuç veremeyeceği gibi siz kardeşimiz hakkındaki eski kardeşlik duygularımızın da sarsılmasına yol açacağından endişe ederim.
Şimdi, Ferit Paşa, bir an bile kaybetmeden mevkiini bir namuslu kimseye bırakacaksa ve buna siz de inanıyorsanız, çözüm bekleyen hiçbir güçlük kalmamış demektir. Aksi takdirde, aracılığınız, kalbinizin kırılmasından ve boşuboşuna yorgunluktan başka bir sonuç vermeyecektir.
Ferit Paşa, mevkiini korumaya devam ederse, kendisinin çok acı bir sonla karşılaşmasına yol açacaktır. En son ve en kesin söz şudur : Maksadı.mız bu sarsılmaz gerçeği Padişah'ın bilgisine sunmaktır. Siz, ancak bu asil görevi yerine getirerek bugün vatan ve milletin yüksek kişiliğinizden beklediği dinî ve millî görevi yapmış olursunuz."
Kerim Paşa, "Sözü uzatmamak elbette asıl maksattır" diye başlayarak, sözü gereğinden fazla uzattı. Bu uzun sözler şu cümle ile son buldu : "Burada vatan için yaptığım şu teşebbüs elbette Allah ve millet katında bütün asaletiyle bezenmiş olarak kalır ve işin gerçek sahibi olan her şeye kadir ulu Tanrı, millet ve vatanın kurtuluşunu sağlayacak esasları orada bulunanlara böylece bağlayarak tamamlar. Ulu Tanrı güçlükleri çözücüdür. Değerli gözlerinizden öperim. "
Yeniden cevap verme sırası bana gece yarısından sonra saat 4.30'da geldi. Kerim Paşa'nın dokunduğu noktaları karşılıksız bırakamazdım. Ben de uzun düşünceler ileri sürdüm ve sonunda : "O halde, dedim, bizim ve sizin gibi onur sahibi ve vatansever kimselerin yapacakları teşebbüsün gayesi ne olmak gerekir? Yönetiminin her dakikasından millet için, gelecekteki kaderimiz için yeni bir yıkım yolu hazırlamaktan başka bir sonuç beklenmeyen Ferit Paşa ile milletin arasını bulmak imkânsızlığn ile uğraşmak mı, yoksa bir an önce bu meşru olmayan kabinenin yerine millet ve memleketin ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte yeni bir hey'etin devlet işlerini üzerine alması gereğini Padişah'a bildirmek üzere yol aramak mıdır? Lûtfedip bu iki noktadan biri için evet veya hayır şeklinde cevap verirseniz, Tanrı ve millet katında bütün asaletiyle değerli kalacağına şüphe olmayan bu asil teşebbüsünüzün bizlerle ilgili yönünü tamamlamış olursunuz."
Kerim Paşa, istediğimiz kısa cevaba yine uzun bir cevap verdi: Fakat bu uzun sözler arasında, bazı cümlelerle, bize padişahın aldatılmış olmayıp her şeyi bildiğini anlatıyordu.
Kerim Paşa'nın bazı cümlelerinde şu sözler vardı : "Yüce padişahlık katı kesin karar ve çözüm makamı olup meşru bir devlette bu yüksek makam, bütün millet fertlerinin yöneleceği mihraptır. Anadolu'nun bütün dileklerinin Halife Hazretleri'ne duyurulduğu hakkında bendenize bilgi vermişlerdir. O halde, millet işlerinin yöneleceği ve dileklerinin kabul edileceği yüksek bir makam olan Padişahımız Efendimiz her şeyi bilmektedir."
Kerim Paşa, kendisine has cümlelerle devam ettiği görüşlerine şöylece son verdi :
"Ulu Tanrı, nice yüksek sebepler yaratarak ve telkin ederek bu çözülmesi güç düğümü bütünüyle çözecektir. Elbette ki, Tanrı'nın buyruğu güzeldir ve yakındır. Tanrı'nın eli bütün ellerden üstündür. Geleceğimiz, Tanrı'nın lûtfu ile milletçe lâyık olduğumuz yücelikte uğurlu ve hayırlı olacaktır. İşte Kerim ' in inancı budur aziz ruhum."
Bu defa Efendiler, gece yarısından sonra saat 6.10'a gelmiş olmasına rağmen, üçüncü safhanın açılmasına ben sebep oldum.
Merhum Kerim Paşa'nın pek hoşlandığını bildiğim bir ifadeyle "Büyük Hazret" diye söze başladım :
"Ümmetin ve milletin yüce mihrâbı olduğu içindir ki, milletin dileklerini bildirme yolunu bulma teşebbüsünden geri durmadık.
Yalnız, zâtıâlînizi büyük bir yanlışlıktan kurtarmak maksadıyla arz edelim ki, Anadolu'nun bütün dileklerinin Halife'ye duyurulduğu hususundaki sözlere, milletin daha, kesin bir güveni yoktur. Çünkü, millet bilmektedir ki, Padişah, hainlikleri ortaya çıkmış birkaç kişiyi millete tercih buyurmazlar."
Kerim Paşa'nın dokunmuş olduğu noktalara cevap verirken şunları da söyledim : " Pek güzel ve yakın olan Tanrı emrinin yerine gelmesi ile, bahtsız ve zulme uğramış asil milletimizin kurtuluşa ve huzura kavuşmasını yüce Tanrı'nın denizler kadar engin olan koruyuculuğundan ümitle diler ve ufukları hep inatçı bir dumanla sarılı olan İstanbul'daki bazı kimselerin gerçeği görmemek için aşağılıkça direnen duygularının eriyip kaybolmasını bekleriz. Milletin asil ruhu da işte böylesine duygularla doludur.
Yalnız tekrarlamama müsaadenizi rica ederim ki, evet veya hayır şeklinde karşılık verilmesini istirham ettiğimiz sorular maalesef karşılıksız bırakılmıştır. Azizim, Allah'ın eli bütün ellerden üstündür. Ancak bununla birlikte güçlükleri yenmeye ve problemleri çözmeye girişenlerin kesinleşmiş bir hedefi olmak gerekti ..." Millet, Tanrı'nın buyruğunu yerine getirecektir ve buyurduğunuz gibi milletçe elde edeceklerimiz hayırlı ve uğurlu olacaktır. Lûtufkâr dualarınızın eksik edilmemesini rica ederim. Gayret bizden, yardım ve kolaylık ölümsüz Tanrı'dandır."
Mustafa Kemal
Artık Kerim Paşa'nın yorulduğu anlaşılıyordu. " Son iki sözüm ruhum diyerek millî dâvâ'nın ilkelerini üstün tutmak ve korumak şartıyla, içten gelen dileklerin sayılıp döküldüğünü ve Tanrı'nın eli.. yüce âyetinin, Tanrı tarafından hayırla kabul buyurulması için kullanılmış olduğunu söyledikten sonra Allaha ısmarladık yine görüşeceğiz..." diyerek çekilmek istedi. Bırakmadık!
Son sözü biz söylemek istedik ve dedik ki : "Kardeşimizin hatırında kalsın diye son bir cümle arz ediyorum :
- Millet güçlü, her şeyi kavramış ve tuttuğu yolda kesin kararlıdır. Millî Mücadele hızlı bir gelişme seyrindedir. Yüce ve Şevketli Padişahımız Efendimiz'in lutuflarının ve sevgilerinin bir belirtisi olmak üzere karar vermelerinin ve soruna çözüm getirmelerinin zamanıdır"
Efendiler, bundan sonra Ferit Paşa Kabinesi ancak üç gün dayanabilmiştir.
Kendisi ile görüşemediğim dostum Rahmetli Kerim Paşa'nın bazı kimselere söylediğine göre, bu görüşmemizi olduğu gibi Padişah'a göstermeyi başarmış ve bunun üzerine direnme gücü kırılmış.
Kerim Paşa'nın Kara Vasıf Bey'e yazmış olduğu 8 Kasım 1919 tarihli mektubunda da buna işaret edilmiştir.
Rahmetlinin bu mektubunda şu satırlar vardır : "Eski sadrazam en son yapılan görüşme, bunun yol açtığı sürekli etki ve ciddî tartışmalar sonunda, çekilmek gerektiğine inanarak ve bütün direnme gücü kaybolarak istifasını sundu... İşte sessiz sedasız, vatarı için çalışan ve tek başına bendenizin tertemiz gayreti ile başarılan büyük olay budur. .
Dikkate almak gerekir ki, bu yazıları ben yazmıştım. Eski sadrazam ile Padişahımız Efendimiz Hazretleri, bütün bu görüşmelerin sonuçlarını öğrendikten sonra, dayandıkları sağlam temeller karşısında kararlarını vermişlerdir. . . Yapılan teşebbüsün ve yazılan yazıların ne dereceye kadar önemli noktaları içine aldığı ve nasıl bir dürüst vicdan ve keskin görüşle, yaşanan gerçeklerin kâğıda geçirildiği, elbette Tanrı katında ve milletin tarihî değerlendirmesine asaletle bezenmiş bir değer olarak kalacaktır. .
Beni, bütün bunları sayıp dökmeye yönelten gerekçeler, geride kalmış olayları gerçek yüzleri ile ortaya koymaktır..." Rahmetli Kerim Paşa mektubunun sonunda, abu kâğıdımın bir kopyasını Hey'et-i Temsiliye'ye göndermek lûtfunu esirgemezseniz, büyük gerçeklerin tam olarak ve birlikte yayınlanmasına yardım etmiş olursunuz" demiş. Oysa, bana mektubun kopyası değil aslı gönderilmişti. Bu mektubu da yayınlanacak belgeler arasına koyacağım.
Efendiler, bu görüşmenin yapıldığı gecenin ertesinde, yani 28 Eylül günü, görüşme özeti bütün kolordulara şifre ile bildirildi.
-
TRABZON'DAN GELEN TEKLİF
Rahmetli Kerim Paşa'nın Fuat Paşa'ya yolladığı ilk telgrafında, İstanbul'daki yüksek mevkili şahısların mücadele liderleriyle belli bir yerde buluşup konuşmalarından söz edildiğini görmüştük. Bunun benzeri, fakat aksine yani Anadolu'dan İstanbul'a gitme yolunda bir teklif de, bundan daha önce Trabzon'dan çıkmıştı. Müsaade buyurursanız bunu biraz açıklayayım : Trabzon Valisi GaIip Bey, 18/19 Eylül tarihlerinde teftiş göreviyle Ardasa 'da bulunuyordu. Kâzım Karabekir Paşa'nın Ardasa'ya gidip vali ile görüşmesi kriz konusu idi. Bu konu üzerinde 19 Eylülde telgraf başında Kâzım Karabekir Paşa ile görüştük. Sebebi Trabzon'dan aldığım 18 Eylül tarihli bir telgraftı. Kendisine olduğu gibi verdiğim bu telgrafta : "Milli çıkarları bozan altı maddeyi kabul etmiyoruz (Bu altı madde İstanbul ile ilişki kesme konusundaki emirdir). Arzedeceklerimizin Zâtışâhâne'ye ulaştırılması da oraya gönderilecek bir hey'etle sağlanabilir kanısındayız" denilmekte idi. Kâzım Karabekir Paşa, makine başında Trabzon Valisi ile görüşmüş, özetini bildirdi. Vali soru tarzında birtakım görüşler ileri sürmüş. Karabekir Paşa uygun karşılıklar vermiş. Vali, en sonunda : "İstanbul'a bir hey'et gönderilerek durumun Padişah'a arzını ve bu hey'etle birlikte kendisinin gitmesini teklif etmiş ise de, artık bizim çeşitli yollarla konuyu arza bir çare düşünmüş olmamız dolayısıyla, bu düşüncesinden vazgeçmiştir. Böyle bir hey'etin gitmesi ve buna sarayın durumunu iyi bilen Gümüşhane temsilcisi Zeki Bey'in de katılması teklif edilmektedir" denilmekte idi.
Gariptir ki, iki gün sonra, yani 21 Eylül 1919'da, Torul'daki Yarbay Halit Bey'in gönderdiği bir şifrede de bu hey'et meselesinden söz ediliyordu. Fazlasıyla kuşkuya düşen Padişah'ı yabancıların ve Ferit Paşa'nın kucağına atmamak için, İstanbul'a gizlice bir hey'et gönderilmesinin uygun olacağı, eğer bu hey'ete Servet ve Zeki Beyler de temsilci olarak alınırsa kendilerinin sevinerek kabul edecekleri, Zeki Bey'in ağzından bildiriliyordu. Halit Bey'e 22 Eylül'de verdiğim cevapta Zeki ve Servet Beyler'in de içinde bulunacağı bir hey'etin İstanbul'a gönderilmesinin uygun olmadığını bildirdim. 24/25 Eylül tarihinde Hâlit Bey' den aldığım bir telgrafta, "Trabzon'daki muhalefetin başı durumunda olan Trabzon Valisi Galip Bey'i, kolordunun ve Erzurum valisinin davetini kabul edip Erzuzum'a gitmediğinden, mecburiyet karşısında ve silâhlı koruma ile bu gece (24/25 Eylül) Erzurum'a gönderdim" deniliyordu.
Efendiler, garip bir tesadüf değil midir ki, rahmetli Kerim Paşa'nın ilk aracılık telgrafı, Trabzon valisinin tutuklandığı gecenin ertesi günü, Trabzon'da, vali, Zeki ve Servet Bey'lerle, bunların aldatması üzerine bazı kimselerin İstanbul ile ilişki kesme konusundaki teşebbüslerinin ve İstanbul'a bir gizli hey'et olarak gitme plânlarının başarısızlığa uğratılmasının gerçekleştiği bir günde, yani 25 Eylül günü çekiliyor ve bizi ancak 27/28 Eylül gecesi aramak gereği duyuluyor. Yazışmaların şeklinden anlaşıldığına göre, Erzurum'a giden Vali Galip Bey, Kâzım Karabekir Paşa' ya, yeniden İstanbul'a bir hey'et aracılığı ile başvurmaktan söz etmiştir. Bununla ilgili olarak, Paşa'nın 27 Eylül tarihli bir "olur" isteme telgrafını alıyoruz. Buna 28 Eylülde karşılık olarak çekilen telgrafta, Kerim Paşa ile yapılan görüşmemin özeti verildikten sonra, " söz konusu müracaatın gerekli görülüp görülmediğinin bilrdirilmesini rica ederiz. Gerekli görüldüğü takdirde, Trabzon valisinin, Millî Mücadele'mize karşı gelme konusunda Dahiliye Nâzırı Adil Bey' den hiçbir farkı olmadığından, kendisinin asil Millî Mücadele'mize hiçbir şekilde karışmasına müsaade buyurulmamasın karşılığı veriliyor. Kâzım Karabekir Paşa 'nın 30 Eylülde verdiği karşılıkta : " Trabzon valisinin bu gibi işlere karıştırılmaması konusundakim düşüncemizin yerinde olduğu kabul edildikten sonra, "Trabzon'un durumunda çoktandır beklenen düzelme gerçekleşti" deniliyordu.
Efendiler, son olarak sunduğum bilgilerle bir gerçek üzerinde daha düşünceleri aydınlatmak isterim. Trabzon Valisi Galip Bey ile Zeki Bey, saray ve Ferit Paşa ile ilişki içinde idiler. Bir hey'et halinde İstanbul'a gitmekten maksatları, millî gayeye hizmet değil, orada gerekenleri aydınlatarak ve bazı tedbirler tavsiye ederek, yeni talimat almak gibi bir maksada dayandığına bence şüphe yoktur. Nitekim, Zeki Bey daha sonra İstanbul'a gidince, arkasından gerektiği kadar para ve cephane göndermeye söz verilerek ve özel bir talimat ile Trabzon ve Gümüşhane dolaylarında örgütler kurmak üzere göndlerilmiştir. Kendisini İnebolu'da tutuklatıp Ankara'ya getirtmiştim. Bana, bu söylediklerinin hepsini itiraf etti. Yalnız, sözde İstanbul'u aldattığını, alacağı para ve silâhları bize teslim etmek niyetinde bulunduğunu söyledi. Buna o gün ve hattâ bugün bile inanacak saf kimseler bulunabilir mi? Bununla birlikte, ben bu zâtı, Erzurum Kongresi'ndeki ilişkinin hatırasına saygı duyarak, yalnız gerekli uyan ve nasihatlarda bulunmakla yetinmiş ve serbest bırakmıştım.
İLK BOZKIR OLAYI VE İZMİT MUTASSARRIFI'NIN KARŞI KOYMASI
Efendiler, İstanbul Hükûmeti tarafından kolordu komutanı olarak Konya'ya gönderilen Sait Paşa'yı 30 Eylülde İstanbul'a geri gönderdik. Konya Valisi kaçak Cemal Bey'in kaçışından önce tertiplediği ilk Bozkır olayının önüne geçmek için, 20' nci Kolordu ve Niğde'de 11' inci Tümen vasıtasıyla ve bunların yardımlarıyla gerekli tedbirler alınarak, İstanbul'un, çıkmasını beklediği olayları önledik. Ereğli, Bolu, Adapazarı, İzmit dolaylarında kurulmasına çalışılan Kuva-yı Milliye teşkilâtı, Eylül ayının son günlerinde büyük bir hassasiyet göstermeye başladı. O çevrelerdeki Kuva-yı Milliye liderleri, kabinenin direnmesi halinde İstanbul'a harekete hazır bulunduklarını bildiriyorlardı. Bu hususu, 28 Eylülde, bütün memlekete ve tabiî olarak İstanbul'a da bir genelgeyle bildirdik. Ancak, İzmit şehrinde, 2 Ekim günü olumsuz denebilecek yeni bir durum karşısında kaldık. O tarihte, İzmit mutasarrıfı, Suat Bey adında bir zattı. Kendisini telgraf başına çağırdık. Son günlerde yapılan tebliğlerin hepsinin alınıp, gereklerinin yerine getirilip getirilmediğini sordum. Mutasarrıf Bey, yaptığı açıklamada diyordu ki : Yapılan tebliğleri aldım. Anlaşmazlık ve karışıklık olmaması için halkı serbest bırakarak dinlemeyi en doğru hareket saydım. Olumsuz süylentiler vardır. Hey'et-i Temsiliye'den açıklama istemek ve özellikle maksadın İttihat Hükûmeti'ni önceki şekliyle yeniden diriltmek olup olmadığını kesin olarak anlamak kararındadırlar. Bendeniz en tarafsız bir kimse olarak huzur ve güvenliği koruma görevini yüklenmiş bulunuyorum. Her kim ve her ne için olursa olsun, sonucu bilinmeyen bir macerayla başkalarını sürüklemeyi doğru bulmam. Telbirli ve ihtiyatlı hareket etme yanlısı olduğumu bütün tecrübelerime dayanarak arz ederim.
Verdiğim cevap aynen şu idi :
Sıvas, 2.10.1919
Suat Bey'e
C - İzmit'te en küçük bir anlaşmazlık ve karışıklığa meydan vermemek asıl görevimiz olduğu gibi, tarafımızdan da özellikle rica edilmiş bir husustur. Millî teşkilât ve mücadelemizin meşru maksadını ve niteliğini gerek zâtıâlînize gerek İzmit'teki birçok kimseye ve bütün dünyaya karşı yazmış ve yazmakta bulunduğumuz bildiri ve açıklamalarla, en kinci düşmanlarımıza bile anlatmış olduğumuza şüphemiz kalmamıştır. Artık, ayak takımının dedikodusundan öteye bir değeri olmayan söylentilerin, karar verme konusunda etkili olabileceğine imkân vermiyoruz. Bundan başka, eğer halkın açıklanmasını istediği noktalar var idiyse, bunlar neden derhal bize sorulup, çözüme kavuşturulmamış bulunuyor. Siz, tarafsız olarak kalmayı tercih buyuruyorsunuz. Oysa, tuttuğunuz yol kesinlikle tarafsızlık yolu olamaz. Çünkü, siz milletin meşru mücadelesine karşı tarafsızlık iddiasında bulunduğunuz halde, haince davranışları ile kanun dışı ve aslında yok hükmünde olan Ferit Paşa Kabinesi'nin memurluğunu yapmakla meşgulsünüz. İttihatçılığın diriltilmesi ile uğraşacak kısır görüşlülerden olmadığımı siz pek güzel anlayabilirsiniz. Size en temiz duygularla ve fakat bütün kesinliği ile şunu arz ederim ki, siz artık Ferit Paşa Kabinesi'ne güven duymuyor iseniz, bunu Dahiliye Nezareti'ne resmen bildirmelisiniz. Eğer milletin hüküm ve isteklerine aykırı olarak Ferit Paşa Kabinesi'ne güveniniz varsa, İzmit'in sayın halkını meşru olan milli mücadelesinde serbest bırakmak üzere derhal yerinizi terk ile İstanbul'a hareket edin. Bu iki noktadan herhangi birine uymamanız halinde, yûksek şahsınızın karşılaşabileceği durumun sebep ve sorumlusunun yine siz olmuş bulunacağını pek samimî olarak bildirmeyi vicdanî bir görev sayarım.
Hey'et-i Temsiliye Adına Mustafa Kemal
Mutasarrıf Bey'in,"Kulunuzu sükûnetle dinleyiniz efendim, bendeniz iyi ifade edemedim. Maksadınızın yüceliğinden ve meşruluğundan zaten söz edilemez" cümleleriyle başlayan cevabında yazılan satırlar, bizi yarınki cuma namazına kadar kendi halimize bırakınız. Ferit Paşa'ya kimbilir kaç defa kalemle hücum eden bendenizi ne kadar kötü gözle görüyorsunuz efendim" cümleleriyle son buluyordu.
Bunun üzerine, ertesi günkü cuma namazına kadar bekleyeceğimizi bildirmek üzere yazdırdığım telgrafa şu iki cümleyi ekledim : "Sizi kötü gözle gördüğüm şeklindeki zan doğru değildir. Çünkü, vicdanımız sızlamadan verebileceğimiz hükümler, ancak fiilî sonuçlara bağlıdır, efendim"
O tarihte, İzmit'te, Albay Asım Bey adında bir zat tümen komutanı olarak bulunuyordu. Asım Bey'e de, bir iki günden beri, telgraf başında tebligatta bulunulmuştu. Ancak, hiçbir cevap alınamıyordu. Onu da 2 Ekim günü makine başına çağırdım ve konuştum. Kendisine: "Kabinenin düşeceği ve belki de düşmüş olması kesindir. Bu bakımdan milletin azim ve iradesi her türlü kararsızlığın üstünde bir güce sahiptir" dedikten sonra, kesin düşünce kararını beklemekte olduğumu söyledim .
Tümen Komutanı Asım Bey'in uzun özür dilemeler ve görüş bildirmelerle dolu cevabından çıkan elle tutulur anlam, şimdiye kadar cevap vermeyişinin sebebinin İstanbul'daki Kolordu Komutanı'ndan sorduğu sorulara cevap alamamış olmasından ileri geldiği ve yarınki cuma namazında karar alınacağı cümleleri ile özetlenebilir. Bazı nasihat ve teşvikleri içine alan cevabımızda başlıca şunları söyledim : " Ferit Paşa'nın yarına kadar çekilmesi pek muhtemeldir. Bu takdirde, yarınki toplantınız sonunda Zâtışâhâne'ye ve kesinleştiği takdirde yeni hükûmet başkanına, kabinenin millî gayeyi tam olarak benimsemiş tarafsız kimselerden kurulmasının istirham edilmesini ve bunun beklendiğinin arzedilmesini sağlayınız. Bir de, vatanımızı ve millî bağımsızlığımızı kurtarmak için, kurulacak yeni kabine ile işbirliği hâlinde daha pek çok çalışmaya ihtiyacımız olduğundan, tam bir sükûnet içinde, Hey'et-i Temsiliye kararıyla arzettiğim hususları göz önünde bulundurarak teşkilâtlanmaya devam buyurulmasını rica ederim."
FERİT PAŞA'NIN İSTİFASI
Efendiler, ben, Asım Bey'e bu son cümleleri yazdırırken (2 Ekim 1919, saat 15.40'ta) araya imzasız şöyle bir telgraf girdi : "Paşa Hazretleri, İstanbul'daki yakın arkadaşlar söylediler. Bütün akşam gazeteleri yazıyormuş. Ferit Paşa sağlık durumu dolayısıyla istifa etmiş. Kabineyi kurmak üzere Tevfik Paşa görevlendirilmiş. Daha sabahtan söyleniyordu, fakat doğrulanmamıştı, şimdi doğrulandı efendim."
Bu telgrafı kim veriyor? Anlayınız, dedim. Sormaya zaman kalmadan telgraf şu şekilde devam etti.
"Biz, Ankara telgrafçıları, Paşa Hazretleri'nin huzurunda derin saygı ile eğiliriz ve vatanımızın başına bir belâ kâbusu olan bu kabinenin devrilmesi için milletin başına geçerek kazandığı başarıyı kutlarız. Lûtfen söyleyiniz."
Telgraf haberleşmesi kesildi. Gerçekten de 2 Ekimde Ferit Paşa Kabinesi düşmüş bulunuyordu. Ancak, yeni kabineyi kuran Tevfik Paşa değil Ayan'dan Birinci Ferik Ali Rıza Paşa idi.
Efendiler, sırası gelmişken arz eyleyim. Bütün telgrafçılarımızın, teşebbüslerimiz ve Millî Mücadelemiz için yaptıkları fedakârca hizmetlerinin millî tarihimizde önemli bir yeri vardır. Kendilerine bugün açıkça teşekkür etmeyi bir borç sayarım.
ALİ RIZA PAŞA KABİNESİ
Efendiler, Ferit Paşa Kabinesi'nin düştüğünü ve Ali Rıza Paşa'nın kabine kurmak üzere görevlendirildiğini 2/3 Ekim 1919 tarihinde yazdığım bir genelge ile bütün millete bildirdim. Bu genelgenin bir suretini de bilgi için yeni sadrazama verdim.
2 Ekim günü, yeni kabine başkanıyla bağlantı kurmaya çalıştık. Ertesi günü Meclis-i Vükelâ'nın oturumunda Hey'et-i Temsiliye ile görüşeceklerine söz verilmişti.
Arz ettiğim bu genelgedeki beili başlı noktalar şunlardı :
1) Yeni kabine, Erzurum ve Sivas Kongreleri'nde belirlenen ve tespit edilen milli teşkilât ve gayelere saygılı olduğu takdirde, Kuva-yı Milliye ona yardımcı olacaktır.
2) Yeni kabine, Meclis-i Milli'nin toplanmasıyla fiili denetleme görevine başlanıncaya kadar, milletin kaderi ile ilgili herhangi bir taahhüde girmeyecektir.
3) Barış Konferansı'na tayin edilecek temsilciler, millî dâvâyı gerçekten kavramış ve millelin güvenini kazanmış bilgili ve yetenekli kimselerden seçilecektir.
Bildiride, bu saydığım ilkelerin, yeni kabine tarafından kabul edilmesinin teklif edileceği açıklandıktan sonra, bu konuda başkaca görüşleri varsa, yarın öğleye kadar hemen bildirilmesi isteğinde bulunuldu.
3 Ekim 1919 günü, Sadrazam Ali Rıza Paşa'ya yazdığım telgrafta millet, şimdiye kadar işbaşına geçenlerin Anayasa'ya ve millî gayeye aykırı hareketlerinden üzüntü duydu. Bundan dolayı meşru olan haklarını tanıtmak ve mukaderatını ehliyetli ve güvenilir ellerde görmek hususunda kesin kararını verdi. Gereken sağlam teşebbüsleri yaptı. Düzenli bir teşkilâtı bulunan Kuva-yı Milliye, milletin kesin iradesini tam olarak gösterme ve ispat etme kudretini elde etti.
Millet, padişahın güven ve itimadını kazanmış olan yüksek şahsiyetiniz ile saygıdeğer arkadaşlarınızı müşkil durumda bırakmak istemez. Aksine, yardımcı olmaya bütün içtenlisi ile hazırdır. Ancak, Hükûmet içinde, Ferit Paşa ile birlikte çalışmış nazırların bulunması, yüksek hey'etinizin görüşleriyle milli gayenin biribiri ile ne dereceye kadar bağdaştığını, büyük bir açık kalplilikle anlamak mecburiyetini doğurmuştur. Millete tam bir güven gelmedikçe, atılmış olan kurtuluş adımının durdurulması ve yarım tedbirlerle yetinilmesi uygun görülmemektedir. Bu bakımdan, şu hususların sizce kabul edilip edilmeyeceğini kesin ve açık olarak anlamak isteriz." dedik ve genelge dolayısı ile belirttiğim üç esası saydık. Daha sonra,"bu temel noktalarda uyuşma bulunduğu anlaşıldıktan sonra, olağan dışı durumun giderilmesi için ikinci derecede bazı hususları da arz edeceğiznizi bildirdik.
Ali Rıza Paşa, bu gün, Saray'a ant içmek üzere gideceklerinden telgrafınıza yarın cevap verilecegi bildirildi.
ALİ RIZA PAŞA KABİNESİ'NDE SEZİLEN KARARSIZLIK
Biz, bazı tavırlardan, Ali Rıza Paşa Kabinesi'nde bir çekingenlik, bu kabineyi oluşturan şahıslarında kafalarında bir bulanıklık sezer gibi olduk. Onun için bazı tedbirler almayı uygun gördük.
Aynı günde bir genelge yazdık. Bunda, hükûmet ile millet arasında görüş ve gaye birliğinin sağlandığı bir tebliğ ile bildirilinceye kadar eskiden olduğu gibi resmî haberleşmenin kesilmiş bir durumda bulundurulması gereğini bildirdik.
Bundan başka, her taraftan gelen teklif ve görüşleri birleştirerek, bütün kolordu komutanlarına ve Millî Mücadele'ye yardımcı olan valilere de 3 Ekim günü, bazı gizli tebliğlerde bulunduk. Yeni kabine ile ilk temasımıza ait olan bu belgeleri, olduğu gibi yüksek hey'etinizin gözleri önüne sermeyi, bundan sonraki haberleşme ve ilişkilerin kolaylıkla anlaşılabilmesi bakımından uygun görüyor. Müsaade buyurur musunuz?
Şifre Sivas, 3.10.1919
Bütün Kolordu Komutanlarına ve Milli
Mücadele'ye Yardımcı olan Vali ve
Vali Vekillerine
Aşağıdaki telgrafın Harbiye ve Dahili Nazırlarına çekilerek sonucun bildirilmesi rica olunur :
Dahiliye Nâzırı'nın haince hareketlerine âlet olarak halkı fiilî olarak silâhlandırmaya ve biribirini öldürtmeye kalkışan Konya Valisi Cemal, Elâzığ Valisi Ali Galip ve Malatya Mutasarrıfi Halil Bey' lerin tutuklanarak harp divanına verilmeleri, Trabzon Valisi Galip , eski Kastamonu Valileri İbrahim ve Ali Rıza Bey'ler ile Ankara Valisi Muhittin Paşa' nın herhangi bir göreve getirilmemeleri; milletin kanunî haklarını çekemediklerinden, milli davâ ve mücadeleye yardımlarından dolayı azledilen Sıvas Valisi Reşit Paşa ' nın eski görevine getirilmesi, eski Bitlis Valisi Mazhar Müfit ve eski Van Valisi Haydar Bey ' lerin derhal boş illere tayin edilerek görevlendirilmeleri istenmektedir.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti
Hey'et-i Temsiliyesi adına
Mustafa Kemal
Şifre Sıvas, 3.10.1919
Bütün Vali ve Kolordu Komutanlan ile
Bağımsız Mutasarrıflıklara
Aşağıdaki örneğe uygun olarak Sadrazam'a müracaat buyurulması ve sonucun bildirilmesi rica olunur :
Müslüman halkı silâhlandırmaya ve biribirini öldürtmeye kalkışan ve orduyu içten yıkarak sonunda vatanı savunmasız bırakmak için emir veren, ordunun sırlarını, şifreleri çalmak için fiilî tertiplere girişmek suretiyle açığa vuran ve Anayasa hükümleri gereğince dokunulmazlığı bulunan milletin özel haberleşmelerine engel olan eski nâzırlardan Ali Kemal Bey, Süleyman Şefik Paşa , Dahiliye Nâzırı Adil Bey' in, Millet Meclisi açılınca, Yüce Divan'a verilmek üzere hiçbir yere kaçmalarına meydan verilmemesini ve Telgraf Genel Müdürü Refik Halit Bey ' in aynı sebeplerle derhal tutuklanarak ilgili mahkemeye verilmesini kanunun dokunulmazlığı ve kutsallığı adına istemekteyiz.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Hey'et-i Temsiliyesi adma
Mustafa Kemal
Harbiye Nezareti'ne geçen Cemal Paşa, elbette orduya resmî bir tebliğ yapacaktı. İşte ona ilk cevap olmak üzere kolordulara şu telgrafın verilmesini tavsiye ettik :
Şifre
3' üncü, 20' nci, 12' nci, 15' inci, 13' üncü Kolordu
Komutanlıklarına
20' nci Kolordu Komutanı Fuat Paşa'ya (ayrıca)
Konya'da Refet Bey'e (ayrıca)
Harbiye Nâzırı Cemal Paşa ' nın ilk tebliğine karşılık olmak üzere aşağıdaki telgrafın gizli olarak kendisine çekilmesi ve sonucun bildirilmesi rica olunur.
"Zâtıdevletlerizin, meşru Millî Mücadele'nin başlangıcından beri büyük bir kanaat ve inançla başında bulunduğunuzu bilmekteyiz. Harbiye Nezareti'ne getirilmeniz sevinçle karşılanmıştır. Zâtıdevletlerinin başarıya ulaşması için bütün ordu ve bütün Kuva-yı Milliye yardımcı olacaktır. Başarınızı tam olarak sağlayabilme bakımından aşağıdaki hususların mümkün olan en kısa zamanda yerine getirilmesini rica ederiz :
a) Cevat Paşa yahut eski 1'inci Ordu Müfettişi Fevzi Paşa Genelkurmay Başkanlığına atanmalıdır.
b) Galatalı Albay Şevket Bey yahut Yusuf İzzet Paşa İstanbul'daki Kolordu Komutanlığı ve Istanbul Merkez Komutanlığına atanmalıdır. Yusuf İzzet Paşa , İstanbul Merkez Komutanı ve Galatalı Şevket Bey 25'inci Kolordu Komutanı şeklinde de olabilir.
c) Albay ismet Bey 'in Harbiye Nezareti Müsteşarlığı'na,
d) Tümen Komutanı Yarbay Kemal Bey 'in Emniyet Genel Müdürlüğü'ne atanmasına aracı olunmalıdır.
e) Ordu üzerinde kötü etki yapmış olan, Harbiye Nezareti'ni işgörmez ve değersiz bir duruma düşüren ve Meclis-i Millî'den geçmeden eski rütbeleri ile göreve alıp kendilerine sırf siyasî düşünceleri dolayısıyla iş verilmiş bulunan emeklilerin derhal görevlerine son verilerek, önemli ve hassas makamların güvenilir ellere teslimi gerekir.
f) 3' üncû Kolordu eski Komutanı Albay Refet Bey sebepsiz olarak istifaya mecbur edildiğinden, bu işlemin düzeltilerek kendisinin, bugün bulunduğu Konya'da 12' nci Kolordu Komutanlığı'na atanması, Fuat Paşa ile ilgili işlemin de düzeltilerek kendisinin 20' nci Kolordu Komutanlığı'nda bırakılması.
g) Fuat Paşa' nın yerine atanan Hamdi Paşa ve 12' nci Kolordu'ya atanan Sait Paşa derhal asıl görevlerine döndürülmelidirler.
h) İlk fırsatta müfettişliklerin yeniden kurularak, Doğu Anadolu'daki kolorduların 13' üncü Kolordu da dahil olduğu halde Kâzım Karabekir Paşa' ya, Batı Anadolu'daki kolorduların İstanbul ve Edirne de dahil olduğu halde Ali Fuat Paşa ' ya verilmesi ve şimdilik iki müfettişlik ile yetinilmesi uygun görülmüştür.
Hey'et-i Temsiliye Adına
Mustafa Kemal
Efendiler, yeni sadrazamdan beklediğimiz cevap nihayet geldi, şudur:
Çok ivedi Sadaret, 4.10.1919
Sivas'ta Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Delegelerine
İlgi : 2 ve 3 Ekim 1919
ALİ RIZA KABİNESİ MİLLİ TEŞKİLAT VE GAYELERİ SORUYOR
Erzurum ve Sıvas Kongrelerinde, tayin ve tespit edildiği, telgraflarında bildirilen teşkilât ve gayelerineden ibaret olduğu Vekiller Hey'eti'nce bilinemediğinden, durumun gereği incelenmek üzere her şeyden önce söz konusu koııgrelerin kararlarının acele olarak bildirilmesi istenmektedir, efendim.
Sadrazam
Ali Rıza
Sadaret, 4.10.1919
Sadrazam Paşa ve saygıdeğer arkadaşlarnın - içlerinde biraz sonra görüleceği üzere, Kuva-yı Milliye'nin temsilcisi olarak kabineye girdiğini söyleyen Cemal Paşa' nın da bulunmuş olmasına rağmen - hükumeti kurmuş oldukları güne kadar, millî gayelerin neden ibaret oldugunu bilmediklerini söylemeleri, şaşılacak bir şey değil midir?
Bundan daha da çok dikkati çeken nokta, millî gayelere uyup uymamak konusunda karar verebilmek için, öncelikle kongrelerin kararlarını istemiş olmalarıdır. Oysa, bu kadar dağdağaya ve uygulanması selefi Ferit Paşa'nın düşmesine yol açan kongrelerin kararlarını bilmemeleri düşünülebilir miydi?
Maksatlaıznın zaman kazanmak ve bize karşı hiçbir taahhüde gir meksizin, yeni ve şeytanca tedbirlerle milleti aldatarak, kendini göster miş olan dayanışma ve bağlılığı gevşetmek olduğurıa asla şüphe etmedim. Ancak, eğer aradaki bağlar koparılacaksa ben de her şeyden önce onların bütün içyüzlerini milletin gözü önüne serecek bir davranışı tercih ettim. Bu yüzden, Sadrazaın'ın ve saygıdeğer arkadaşlarının isteğini yerine ge tirdim. 4 Ekim 1919 tarihli telgrafla, kongrenin bildirisini olduğu gibi, tüzüğünde yalnız teşkilâtla ilgili ana noktalarını özet olarak bildirdim . Hiçbir yerden hükûmetle resmf yazışmalara girişilmemesi için yeniden genel tebliğler yapıldı.
Efendiler, aynı gûnde şnyle bir telgraf aldım :
C:
Başkanlığım altında kurulmuş olan yüce kabine, milletin isteğine uygun olarak, vatanın saadet ve selâmetini sağlamak için sarsılmaz bir kararlılıkla çalışma konusunda tam bir görüş birliğine varmış bulunmaktadır. Osmanlı toplu luğunda birliğin sağlanması, millf bağımsızlığın korunması, yüce hilâfet ve saltanat makamının dokunulmazlığı, Anayasa hükümleri gereğince, hiç şüphe yok ki, bütün bir milletin iradesine dayanılarak gerçekleştirilebilecektir. Ateşkes Anlaşması'nın vapıldığı tarihteki sınırlar içinde kalan bütün Osmanlı topraklarının ve şehirterinin, bu anlaşmaıiın kendisine temel dayanak yaptığı Wilson prensipleri gereğince doğrudan doğnıya Osmanlı saltanatınırı idaresi altında bırakılması ve bu sınırlar içinde kalıp da nüfusunun büyük çoğunluğu müslüman olan vatan birliğinin parçalanmasını önleyerek, bu topraklar üzerindeki tarihî. dini ve coğrafi baklanmıza ve adalet anlayışına uygun bir karar alınmasının sağlannıası da bugünkü hükumetin vazgeçilmez bir gayesidir, Meclis-i Millî toplanıncaya kadar milletin. kaderi üzerinde hiçbir kesin ve resmî taahhüde girilmemesi, Barış Konferansı'na gönderilecek delegelerin mill? dâvâyı kavramış, güvenilir, ileriyi gören ve yetenekli kimselerden seçilmesi tabiîdir. Memleketimizdeki meşrutiyet idaresi gereğince mill? hâkimiyet geçerli olduğundan, görevini hakkıyla kavramış olan bugünkü hükurnet, milletin kararuıı almadan memleketin alınyazısı hakkında ka rar veremeyeceği için, seçimlerin bir an önce yapılması konusunda her türlü teşebbüsleri yapmakta, Meclis-i Meb'usan'ın toplanmasım çabuklaştırma bakımından gereken kolaylıklan göstermeye çalışmaktadır. Ancak, hükumetin politikasında hakim olan ilke, kanun hiıkumlerine butunuyle uyarak aksi durumları anlama ve ortadan kaldırmaktan ibarettir. Olağan dışı ve kanunsuz durumların süregelmesi, Osmanlı Devleti'nin hükûmet merkezi ile Anadolu'yu biribirinden ayırarak birçok kötû sonuçlar doğuracağından Allah korusun, devlet merkezinin var lığını tehlikeye düşürecek ve memleketin öteki bölgelerinin de işgal altına alınması sonucunu vererek vatanın birliğini bozacaktır. Bu bakımdan bugünkü hükûmet , tarafınızdan işgal olunan resmi dairelerin boşaltılması, hi.ikîımet işlerinin aksatılmasına son verilmesi, en küçük bir eksikliğe bile uğratılmaması şart olan hühûmet otoritesine saygı gösterilmesi, yabarıcılarla siyasî ilişkilere girişilmemesi ve milletvekili seçimlerinde halkın hürriyetine asla karışılmaması hususlarma tarafınızdan söz verilmesini istiyor.
Saygıdeğer Efendiler, dikkat buyurulursa, bu telgrafta ne adres vardır ne de imza... Gerçi, Sadrazamlık makamından yazıldığı anlaşılıyordu. Fakat, başka bir şey daha anlaşılıyordu ki, bu satırları yazan şahıs veya şahıslar, bir defa Hey'et-i Temsiliye'yi tanımak ve onunda imzalı resmî yazışma ve görüşmelerde bulunmak istemiyorlardı.
Bir de, bizim kongrelerde tespit ettiğimiz kararları ve kendilerine teklif ettiğimiz üç noktanın göz önünde bulundurulmasını, yeni kabinenin sadrazamı ve vekilleri tabiî buluyorlar. Bu kararların ve ilkelerin gerçekleştirilmesine zaten gayret etmekte olduklarını söylüyorlar.
Ancak, Sadrazam, hükûmetin politikasındaki ana ilke, kanun hükümleridir. Görevi, aksi durumların önlenmesinden ve ortadan kaldırılmasından ibarettir şeklindeki bir girişten sonra bizim tavır ve hareketlerimizin olağandışı ve kanunsuz olduğunu dolaylı yoldan belirtmeye çalışarak bunun devamı halinde, nıerkez ile Anadolu'nun biribirinden kopmakla sonuçlanacağını ve bunun doğuracağı tehlikeleri sayarak, sonunda baklayı ağızından çıkarıyor: " Tarafınızdan işgal edilen resmi dairelerin boşaltılması, hükûmet işlerinin aksatılmasına son verilmesi, hükumet otoritesine saygı gösterilmesi, yabancılarla siyasî ilişkilere girişilmemesi , milletvekillerinin seçiminde halkın hürriyetine asla müdahale edilmemesi hususlarına tarafımızdan söz verilmesini istemekn suretiyle, bizim varlığımıza ve faaliyetimize son vermek maksadında olduğunu belirtiyor.
Efendiler, belki unuturum, ayrıntılı açıklamalara girişmeden önce söylemeliyım kı tarafımızdan işgal edilmiş resmi daireler yoktur. Yalnız Sıvas ili, okulların tatilde bulunması dolayısıyla, Hey et-ı Temsiliye yi lisede misafir etmişti. Söz konusu edilmek istenen resmî daire bu olacaktı. Yeni kabine, her türlü faaliyetine başlangıç olmak üzere Hey'et-i Temsiliye'yi buradan kovarak, halkın gözünde onun nüfuz ve haysiyetini kır mak istiyordu.
Efendiler, kimden kime yazıldığı belirtilmemiş olan bu telgraf üzerine, Sıvas telgraf merkezi ile İstanbul telgraf merkezi arasında aynen şu haberleşme yapıldı :
Olağanüstü
İstanbul Merkez Müdürlüğü'ne
Sadaret merkezinden yazılan telgraf, başlık ve imzası bulunmadığı için Anadolu ve Rumeli Müdaa-i Hukuk Cemiyeti Hey'eti Temsiliyesi tarafından kabul edilmedi. Telgraf sureti merkezimizde alıkonmuştur. Gerekenlere bilgi verilmesi rica olunur.
İmza
Kongre Merkezi
- Bize, üzerinde Sadrazam Paşa Hazretleri'nin cevabıdır, başlığıyla Ametçi Bey verdi; kopyası telgrafhanededir. Siz Paşa Hazretleri'ne böyle veriniz.
- Hey'et-i Temsiliye'ye denilmemekte ve kimden geldiği bilinmemektedir. Bu yüzden, başlık ve imza olmadığı için kabul etmiyorlar.
- O halde, şimdi dağıldı. Kabinede bu konuda bir şey yazarlarsa durum elbette aydınlanır efendim.
Bu cevabı verdikten sonra dağıldılar. Artık bize bir şey gelmez. Fakat, Sadrazam Paşa belki evinden yazar. Bizim bu merkezin işi kabine toplantısı bitince son bulur, kapanır azizim.
- Siz, dediğimizi Âmetçi Bey'e söyleyin.
- Âmetçi Bey de gitti. Yalnızım.
- Telefonla söyleyiniz.
- Bizde şehir telefonu yok. Bununla birlikte siz telgrafı öylece saklayınız da sabahleyin resmen bir şey yazdıralım efendim.
- Sadrazam Paşa'ya telefon edin.
- Kardeşim, Sadrazam Paşa'ya anlatamayız ki...
OIağanüstü BâbıâIî, 4.10.1919
Sıvas Kongre Msrkezi Müdürlüğü'ne
Erenköyü'nde oturan Sadrazam Paşa Hazretleıi telefonla araııdığı ve saat yirmi biri yirmi beş geçtiği halde bulunamadı. Bu haberleşme çaresiz olarak yarın arz edilecektir, efendim.
Bâbıâli Müdürü
Hüseyin Hüsnü
OIağanüstü Istanbul, 4.Ia.I9I9
Kongre Merkezi'ne
C : Bâbıâlî Müdürlüğü'nden de bildirildiği gibi, şimdi yirmi biri yirmi beş geçeye kadar telefondan arandıkları halde, Sadrazam PaŞa Hazretleri'nin konaklarından cevap alınamadı. Biraz sonra yine arayacağım, Cevap alırsam derhat bildiririm. Alamazsam sabahı beklemek zarurî olacaktır, efendim.
İstanbul Telgraf Müdürü
Tevfik
Efendiler, ertesi günü, yani 5 Ekim 1919 tarihinde, Hey'eti Temsiliye'ye çekilen imzasız telgrafın, cevap olarak Sadrazam tarafından yazıldığı söylendi. Bunu doğrulayan resmi ve imzalı bir yazı olmamakla birlikte, biz böyle küçük bir nokta üzerinde daha fazla durmayı yararlı ve gerekli görmedik. Sadrazam Paşa'ya cevap yazmayı uygun bulduk. 5 Ekimde yazdığımız uzun karşılığın ana noktalarını özetleyeyim :
Tekliflerimizin hepsinin benimsenip kabul edilmiş olduğu anlaşıldı. dedikten sonra, tarafımızdan söz verilmesi istenen noktalar üzerinde açıklamalar yaptık ve şunları söyledik : "Olağandışı ve kanunsuz durumları yaratan Ferit Paşa Kabinesi idi. Ferit Paşa Kabinesi tarafından girişilmiş olan gayrimeşru iş ve hareketleri doğuran sebeplerin ortadan kaldırılması için tarafınızdan kesin tedbirler alındığı takdirde, kendiliğinden yok olur."
"Cemiyetimizin, bugünkü kabineye söz verip yardımlarda bulunabilmesi için önce, hükûmetin millf teşkilâtımızı olumlu karşıladığını açık ve kesin bir dille ifade etmesi gerekir. Aksi takdirde, karşılıklı güven ve samimiyetin varlığı şüpheli kalacak ve biribiri ile zıtlaşan davranış ve teşebbüslerin ortaya çıkması ihtimali bulunacaktır."
Ali Rıza Paşa 'nın imzasız telgrafında : "memleketimizdeki meşrutiyet idaresi gereğince, milli hâkimiyetin geçerli oIduğu" noktasına da : "Gerçekten öyle ise de, dağıtılmasından başlayarak Meclis-i Mebusan'ın dört ay içinde toplanması Anayasa'mızın açık hükümlerinden iken, bugüne kadar seçmen kütükleri bile düzenlenmemiştir. Bu davranış, Ferit Paşa Kabinesi'nin açıktan açığa meşrutiyete bir darbesi ve Anayasa'ya kesin bir tecavüzü demektir; ceza kanununun ilgili maddesine göre bir cinayet sayılarak işleyenler hakkında kanun hükümlerinin tam olarak uygulanması, millî hâkimiyeti kabul edecek ve kanun hükümlerinin yerine getirilmesini kendisi için kanuni bir görev sayacak her meşru hükûmetin ilk kutsal görevidir" karşılığında bulunduk. Ondan snnra şu teklifleri ileri sürdük :
1-Memlekete sükun ve güven olduğunu ve millî dâvânın tamamiyle haklı ve meşru bulunduğunu resmî bir bildiri ile ilân ederek, milletin tümünün birliğine hükûmetin de katıldığını gösteriniz.
2 - Düşmüş olan hükumetin haince hareketlerine âlet olmuş bulunan birtakım yüksek dereceli memurlar vardır. Onları ilgili bulundukları mahkemeye veriniz. Millî Mücadele'ye karşı çıkan bazı valiler hakkında devlet hizmetinde kullanılmamaları için gereken işlemi yapınız. Millî Mücadele'ye hizmet ettikleri için görevden alınmış olanları görevlerine iade ediniz.
3 - Rütbelerinin iadesi Meclis-i Millî'nin onayından geçmemiş bulunan ve tek çalıştırılma nedeni birtakım siyasî düşüncelerden ibaret bulunan emeklileri, derhal eski durumlarına döndürün mevkileri ehliyetli ellere teslim ediniz.
4 - Eski nâzırlardan Ali Kemal ve Âdil Beyler ile Süleyman Şefik Paşa'nın Meclis-i Millî'nin açılışında Yüce Divan'a verilmek üzere, hiçbir yere kaçmalarına meydan verilmemesini, Posta ve Telgraf Genel Müdürü Refik Halit Bey'in derhal tutuklanarak ilgili bulunduğu mahkemeye teslimini, kanunun dokunulmazlığı ve milli hakların kutsallığı adına isteriz.
5 - Millî Mücadele'ye katılmış veya Millî Mücadele'yi desteklemiş olanlar aleyhine başlanmış olan kovuşturma ve baskılara son veriniz.
6 - Basını yabancı sansüründen kurtarınız.
İşte Efendiler, özet olarak saydığım bu noktalarla ilgili görüş ve tekliflerden sonra, telgrafımızı şöyle bitirdik : Arz edilen noktalara ve ileri sürülen tekliflere millet için yeterli, açık ve uygun bir cevap verilen zamana kadar, millî gayelerin gerçekleşmesi için milletçe alınmış olan fiilî tedbirlere, eskisi gibi devam zorunda kalınacağını, bütün illerden, bağımsız sancaklardan ve onlara bağlı yerlerden aldığnmız kararlar üzerine tam bir kesinlikle arz ederiz.
İmza : Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Hey'et-i Temsiliyesi adına, Mustafa Kemal.
Efendiler, İstanbul ile haberleşme biter bitmez, derhal şu genelge iIe durumu memlekete bildirdim :
5.10.1919
Genelge
İstanbul Belediyesi'ne, Basına
Sadrazam Paşa Hazretleri, Erzurum ve Sıvas Kongrelerindeki temel kararları ve millî teşkilâtın gayelerini tabiî bulmakla birlikte, düşüncelerinde açıklanması gereken bazı noktalar görüldüğünden, hükîımetle milletin gerçek anlamda uzlaşmalarını sağlamak amacıyla ve bütün merkezlerin görüşlerinin özüne dayanılarak verilen cevap ve ileri sürülen teklifler aynen aşağıdaki genelge ile duyurulur. Gelecek cevap ve ona göre alınacak kararlar derhal duyurulacaktır.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti
Hey'et-i Temsiliye'si adına
Mustafa Kemal
-
YUNUS NADİ BEY'E ARABULUCULUK YAPTIRILIYOR
Efendiler, AIi Rıza Paşa Kabinesi'nin iktidar mevkiine geçtiğinin beşinci gününe geldik. Hâlâ anlaşamıyoruz. Memleketin İstanbul ile olan resmî haberleşme ve ilişkileri hâlâ kesilmiş olarak sürüp gidiyor. Sadrazam Paşa Hazretleri, tekliflerimize cevap vermiyor ve hiçbir vakit vermemiş olduğunu göreceksiniz. Kabineden hiç kimse bizimle görüşmek istemiyor.
Bu gün, yani 6 Ekim l919 günü, Yunus Nadi Bey arkadaşımız, Harbiye Nâzırı olan Cemal Paşa'yı, daveti üzerine makamında ziyarete gitmiş.Cemal Paşa,Yunus Nadi Bey'e durumdan özellikle hükumetIe Hey'et-i Temsiliye arasında daha bir anlaşma olmadığından söz etmiş ve anlaşıldığına göre bizi haksız göstermiş; kendilerinin her şeyi kabul ve uygulamaya hazır bulunduklarını anlatmış. Herhalde anlaşmazlık çıkaran ve bunda direnen tarafın He 'et-i Temsiliye olduğunu söylemiş. Öyle anlaşılıyor ki, Yunus Nadi Bey'in bizimle olan şahsî dostluğuna dayanarak, taraflan uzlaştırmak için arabuluculuk yapmasını teklif etmiş olacak.
Yunus Nadi Bey bu aracılık teklifini sevinerek kabul etmiş. Yalnız, Yunus Nadi Bey'in, Cemal Paşa'nın verdiği bilgileri sağlam ve gerçek olarak kabuIlendiği ve durumu ona göre değerlendirdiği, şimdi süzünü edeceğim telgrafının ifadesinden anlaşılmaktaydı.
Yunus Nadi Bey'le telgraf başında yapılmış olan bu görüşmemiz, yeni kabine ile bizi, görünüşte de olsa, uzlaşmaya yöneltme bakımından önemlidir. Bu sebeple, müsaade buyurursanız biraz açıklayacağım.
Harbiye Nâzırı Paşa'nın beni telgraf başına davet ettiğini haber ver diler. Zaten dairemizde bulunan makine başına gittim. .
İstanbul -" Harbiye telgrafhanesi Yunus Nadi Bey zâtıdevletinizle görüşmek istiyor efendim," denildikten sonra; "Harbiye teIragrafhanesinde makine başında hazırım dendi"." Hazır olan kimdir?" dedim.
Telgrafçı - "Yunus Nadi Bey ve yanında Nâzır Paşa'nın yâveri Cevat Rifat Bey vardır efendim. Nâzır Paşa yı istediler mi, yoksa..." açıklamasında bulundu.
"- Kendileriyle şimdi görüşürüz. Yalnız, beni telgrafa davet ettikleri zaman Nâzır Paşa istiyor" demişlerdi." Davet eden Nâzır Paşa mıdır, yoksa zâtıâlîleri mi?
Yunus Nadi Bey - " Nâzır Paşa'nın müsaadesiyle ve yav eri vasıtasıyla, Harbiye merkezinden zâtıdevletlerini aradık. Bu yüzden vanlış anlaşıldı efendim," dedi.
Ben -" Teşekkür ederim. Buyurun", dedim.
Bunun üzerine Yunus Nadi Bey'in sözleri alınmaya başlandı. Yunus Nadi Bey, düşüncelerine şöyle bir giriş yaptı : "Millî iradenin, millet hâkimiyetini etkili kılmasının olumlu bir sonucu olarak meydana gelen değişiklik üzerine, burada kurulan hükûmetle, millî teşkilây arasında uyumlu bir birliğin sağlanmasının gecikmeyeceğine hükmetmiştim. Yaptığım sonışturmadan sonra, daha bir iki noktada anlaşmazlık bulunduğunu anladım. Bu uyumun kurulmasındaki gecikme içte ve dışta iyi olmayacağı için, bazı hususları arz etmeyi bir görev saydım."
Ondan sonra, şimdi özetleyeceğim noktalarla ilgili bilgi ve düşüncelerini, ilk konu olarak belirttiler.
1- Ferit Paşa Kabinesi'nde bulunmuş olan bazı şahısların bu kabinede yer aldıkları için kötü gözle görülmelerinin doğru olmadığını Abuk Paşa (Ahmet Abuk Paşa)'nın Ferit Paşa Kabinesi'nin düşmesinde rol oynadığını;
2 - Rıza Paşa Hükûmeti'nin bir geçiş devresi hükûmeti olduğunu, süresinin Meclis-i Meb'usan seçiminin sonuna kadar devam edebileceğini
3 - Bugünkü hükûmetin, millî gaye ve isteklerinin hepsini yerinde bulma ve olumlu bir sonuca ulaşmasına da çalışma konusunda en ufak şüpheye yer vermemekte olduğunu, belirttiler ve;
4 - Özellikle, Cemal ve Abuk Paşa gibi kimselerin, hükumette milli dâvânın birer temsilcisi ve kefili gibi kabul edilmelerinde kararsızlığa yer yoktur, hükmünü verdiler.
İkinci konu olarak da Yunus Nadi Bey, şahıslarla ilgili noktaya dokundular. Bunda bizimle tamamen aynı duyguda olmakla birlikte, biraz ılımlı olma tavsiyesine cesaret edeceğim dedi ve görüşünü, millî başarının uyandırdığı iyi etkilerin, bazılarında intikamcılıkla yorumlanarak lekelenmekten korunmanın önemli olduğu şeklinde belirtti.
Yunus Nadi Bey, "Bugünkü hükumet üyeIeri ile yaptığım temaslardan, hükûmetin, millî teşkilâtın isteklerinin yerine getirilmesinde kararlı olduğu anlaşılıyor" dedikten sonra şu bilgiyi verdi : "Harbiye Nâzırı Cemal Paşa, bu gün yayınlanacak bildiride bu noktanın aslında yeterince açıklanmış olduğunu; ancak, bildiri, hükûmetin ağzından, resmî bir dille yazılmış olduğuna göre, her yön dikkate alınarak araya sıkıştırılmış göstermelik birkaç kelimeye önem verilmemesi gerektiğini söyledi."
Yunus Nadi Bey, yeni sadrazam ile hükûmetinin - her türlü yanlış anlaşılnıayı gidermek için - millî teşkilâtın ileri gelenlerinin göstereceği bir hey'etle doğrudan doğruya temas kurma konusundaki samimi isteğini bildirdikten sonra, bütün düşüncelerini şu cümle ile özetledi : "Bugün bendenizin en gerekli saydığım husus, bunalımın sona ermesi ve karmakarışık bir durumda sürüp gitmemesinden ibarettir"
Yunus Nadi Bey , bu konudaki düşüncelerimi bellediği için, ben de şu cevabı verdim :
Sıvas, 6.10.1919
Yunus Nadi Beyefendi'ye
Hey'et-i Temsiliye'ce Sadrazam Paşa Hazretleri'ne yapılan birinci ve ikinci derecedeki tekliflerle, kendisinin hey'etimize vermiş olduğu cevap ve özellikle bu cevabın son bölümleri bilmem tarafınızdan görülmüş müdür? Söylediklerinizden ve yüksek düşüncelerinizden, bu yazılan görmemiş olduğunuza ve tekliflerimizin zâtıâlînize bunlarm nitelik ve samizııiyetini tam olarak anlamamış olanlar tarafından anlatılmış bulunduğuna hukmediyoruz. Bu nedenle, burada konunun esası üzerinde bir tartışmaya girmeyi müşkül görüyoruz. Yalnız, şahsî olan yüksek düşüncelerinizdeki bazı noktaları aydınlatmak maksadıyla, aşağıda, sırayla açıklamalar yapılmıştır.
Yeni kabine ile millî teşkilâtımız arasında uyumlu bir birlik kurulmasının gecikmeyeceği yargısına biz de varmıştık. Bu gecikmenin sebebini bizde değil, yeni kabinenin dört gündür göstermekte olduğu kararsız tavırda aramak gerekir. Yeni kabine, bize aramızda bir anlaşmazlık olduğunu da bildirmemiştir. Yeni kabinede, yerlerinde bırakılan eski nâzırlarm namuslanndan şüphe etmemekle birlikte, eski kabinenin ağır suç sayılacak işlerine bilerek veya bilmeyerek katılmış olmalan göz önünde tutulacak önemli bir noktadır. Abuk Paşa ' nın kabinenin düşmesinde oynamış olduğu rol bizce bilinmemektedir. Biz, sonucu sağlayaıı gücü pek iyi biliriz. Bizim maksadımız, bu hükumeti, sanıldığı gibi bir geçiş devresi hükumeti olarak kabul etmek değildir. Aksine, milletin kaderi üzerinde karar vercek ve banşı yapacak en önemli bir hey'et olabilmesini dileriz. Milletimizin ana çıkarları açısından, yabancıların bizce hiç önemi yoktur. Biz, davranışlarımızı yabancıların dedikodusuna uydurma güçsüzlüğünü reddetmiş olanlardanız. İç ve dış durumu bütün açıklığı ile biliyoruz. Attığımız adım tesadüflere bağlı değildir, derin düşüncelere, sağlam temellere, bütün milletin düzenli bir teşkilâta bağlı gerçek kuwetine ve irade gücüne dayanmaktadır.
Millet, egemenliğini bütün anlamıyla bütün dünyaya tanıttırmaya kesin olarak karar vermiştir. Bunun için de her yerde, her türlü tedbir alınmıştır. Bugünkü hükumetin millî dâvâ ve istekleri olumlu karşılamasını ve oluınlıı bir sonuca bağlamaya çalışmasını bekleriz. Çünkü başka tûrlü iktidarda kalamaz. Abuk Paşa' yı bilmiyoruz. Ancak, Cemal Paşa'dan millî teşkilâtımızın temsilcisi olmaktan başka bir şey beklemeyiz.
(Efendiler, Şunu belirtmeliyizn ki, Cemal Paşa bizim temsilcimiz değildi. Kendisine böyle bir mevki ve görevin verilmiş olması, sizce bilinen tutumundan dolayı doğru da değildi. Ancak, Yunus Nadi Bey'in telgrafında, Cemal Paşa'nın temsilci gibi kabul edilmesin de şüpheye gerek yoktur denilmiş olmasından, Cemal Paşa'nın bunu istediği kanısına varılmış ve bu görev kendisine bir oldubitti halinde verilmiştir.)
Cemal Paşa nâzır olur olmaz, kendilerinin herkesten önce bizimle ilişki kurup gerçek durumu anlayacağını ve ona göre hükîımetle millî teşkilâtın görüşlerini birleştirmeye çalışacağını umuyorduk. Oysa, daha böyle bir temastan kaçındığı görülüyor. Bizim yeni kabineye karşı ileri sürdüği.imüz teklif ve istekler, şahsî ve keyfî olmayıp, bütün iller ve bağımsız sancaklarla bunlara bağlı yerlerin, beş kolordu komutanıuın ve millî teşkilâta bağlılık gösteren yüksek dereceli memurların Hey'et-i Temsiliyemize bildirmiş olduklası tekliflerin, Hey et-i Temsiliye'mizce, hukümeti mümkun olduğu kadar güç bir duruma sokmama düşüncesi ile yapılmış özetinin özeti durumundaki bir sonucundan ibarettir. Bu teklif ve isteklerde sandığınız ve belirttiğiniz sakıncalar da yoktur. Hükumet, Fiey'et-i Temsiliye'mizle samimî ve ciddî ilişki ve göri.işmelerde bulunduğu takdirde, ileri sürülmüş olan istek ve tekliflerin hükumetçe uygulanabilecek şekil ve zamanını kararlaştırmaya hiçbir engel bulunmamaktadır. Yalnız, Sadrazam Paşa'nın, Hey'et-i Temsiliye'mize 4 Ekimde cevap olarak gönderdiği telgrafındaki son paragraflar dikkati çeker niteliktedir. Eğer meşru olan millî teşkilâtımız ile bunun yönetimini elinde bulunduranları, gayrimeşru ve kanun dışı tanıma zfhniyeti devam ettirilecekse, hiçbir uyuşma imkânı bulunamayacağına şüphe yoktur.
Bugün yayınlanacağını bildirdiğiniz bildiride, her ne sebeple olursa olsun, millî teşkilât ve mücadelemiz hakkında eleştirici bir diI kullanıldığı takdirde, hattâ bu tutum önemsiz birkaç keIimeden ibaret kalsa bile, tarafımızdan her türlü an· laşma imkânı ortadan kaldınlmış sayılacaktır. Zaten İstanbul Hükûmeti, Hey'et-i Temsiliye ile iyiden iyiye anlaşmadıkça, bildirisi hiçbir yerden alınmayacaktır. Belki, yalnızca İstanbul bunun dışında kalabilir.
Hey'et-i Temsiliye'miz bûtûn fller ile bağımsız sancaklar adına kendi bölgelerinde milletin genel oylan ile seçilmiş temsilcilerinin oluşturduğu Erzurum ve Sıvas'ta toplanan genel kongreler tarafından kararlaştınlmış ve seçilmiş bulunan meşru bir miIlî teşekküldür. Temsil yeteneği ve kudreti de fiili çalışmaları ile ortadadır. Meclis-i Meb'usan'm toplanıp da fiilen denetleme görevine başlayacağı güne kadar, Hey'et-i Temsiliye'nin millet ve memleketin kaderi ile ilgilenmesi zaruridir. Hükümetin, hey'etimizIe samîmî temas ve ilişkisi, elbette kendi mevki ve kuvvetini güçlendirecektir. Ayrı ayn yönlerde yüründüğü takdirde, bunun memleket ve millet çıkarlan için sakıncalar doğuracağı tabiîdir.
Biz, bugünkü kabinede, varlıklan memIeket ve millet için özellikle yararlı olacağına inandığımız bazı kimselerin, daha önce oIduğu gibi, birer birer kabineden çıkarılması şeklindeki son moda kabine taktiklerine uğradıklannı görmek istemeyiz (Efendiler bu dediğimizin çıktığını göreceksiniz). Sıvas'ta toplanmış bulunan Hey'et-i Temsiliye, bizzat ve doğrudan doğruya hükûmetle en samimî temas ve ilişkide bulunmaya hazır ve isteklidir. Bu görevi başkalarına vermek yetkisine sahip değildir. Hükûmetle tam bir anlaşma gerçekleştiği takdirde, temasın kolay ve güvenilir olabilmesi için daha başka çareler de düşünülebilir. Özet olarak, karışık duruma bir an önce son verilmesi, öncelikle, hükumetin kendisine arz ve teklif ettiğimiz şekildeki bir bildirisinin, göstermelik kelimelerle değil, samimi bir dil ile yayınlanması ve öteki tekliflerin olumlu karşılanıp yerine getirileceği konu sunda, Sadrazamlığın, arz ettiğimiz hususlara doğrudan doğruya cevap vermesiyle mümkün olacaktır. Yoksa, Refik Halit Bey tarafından hâlâ telgraflarımız ve bildirilerimiz kontrol edilir, çalınır ve alıkonulurken, hükûmetin samimiyetinden söz edilmesi, bize pek garip geliyor.
Hükûmet, bu kararsız durumunda birkaç gün daha devam edecek olursa, millet gözünde daha pek kazanamadığı güven ve itimadın büsbütün kaybolmasına yol açacaktır. Her yerden aldığımız telgraflarda, yeni hükûmetin güvenilir olup olmadığına dair sorular sorulmaktadır. Saygılarımı arz ederim kardeşim.
Mustafa Kemal
Efendiler, Yunus Nadi Bey, verdiğim bilgiler ve yaptığım açıklamalardan gerçek durumu anladı. Bizimle haberleşmenin devamına gerek görmedi. Aksine, yeni hükûmeti ve özellikle Cemal Paşa'yı uyarmaya çalışmış... Gerçekten, açıklayacağım üzere, görünüşte de olsa, bir anlaşma durumu ve manzarası ortaya çıktı.
Efendiler, 6 Ekim 1919 günü de geçti. Biz eldeki tedbirlerin önemle ve dikkatle yürütülmesi gereğini bir genelge ile emrettik.
Efendiler, Yunus Nadi Bey'le haberleşmemizin ertesi günü, nihayet, sadrazamdan cevap değil, fakat Cemal Paşa'dan şu telgrafı aldık :
Harbiye 7.l0.I9l9
Saat l2.O7
CEMAL PAŞA KABİNE ADINA MİLLİ İRADEYE AYKIRI HAREKETLERDEN KAÇINILACAĞINA SÖZ VERİYOR
Mustafa Kemal paşa Hazretleri'ne
Şimdiye kadar yapılan haberleşmelerin özeti :
1 - Kabine sizinle aynı düşüncededir, millî iradenin hâkimiyetini kabul eder. Ancak, bir öç alma kabinesi olmaktan çekinir. Suçluların cezalandırılmasını kanuni yollarla yerine getirmeyi de uygun buluyor.
2 - Zarara uğramış valilerin uğradıkları haksızlıklara son verip durumlarını düzeltmeyi, yeterli olanlarını seçip özellikle atamayı, ordunun şeref ve disiplinini de iade etmeyi tamamen üstlenir.
3 - Devlet, dışarıda karşı şeref ve haysiyetini yeniden kazanabilmek için millî iradeye ve Hey'et-i Temsiliye'ye dayanacaktır.
4 - Hey'et i Temsiliye'nin bir temsilcisi olarak, bütün içtenliğimle ve saygılı bir duygu ile arz ediyorum ki, kabine, Hey'et-i Temsiliye'nin hem dışa hem de içe karşı, hâkim oluyor anlamını vermeksizin kendisine yardımcı durumda kalmasını ister ve bu büyük gücün yararını takdir eder. Herşeyden önce, telgrafların karşılıklı olarak ve serbestçe çekilmesini, yerinde bırakılacak veya yeniden tayin edilecek vali ve komutanların hemen hareket edebilmesini, özellikle, kabul edilen yeni Milletvekilleri Seçimi Kanunu'nun her yere dağıtılarak duyurulabilmesini pek yararlı görür.
5 - Millî iradeye aykırı davranışlardan kaçınılacağına söz verirsem, geriye yalnız, ayrıntılarının şekil ve zamanı kalır ki, bunun da pek kolay olabileceğine inancım vardır. Vatanın kurtanlmasını hedef alan gayenin gerçekleşmesine, hemen elbirliği ile çalışabilmek için, ayrıntılar üzerinde ısrar edilmemesini, zâtıdevletlerinin yardımlarını bekler , pek rica eder, saygıdeğer arkadaşların hepsine de saygılarımı sunarım.
Harbiye Nâzırı
Cemal
Bu telgrafa hemen olumlu ve samimî olan şu cevabımızı verdik :
Şifre Sıvas, 7.10.1919
Harbiye Nâzırı Cemal paşa Hazretleri'ne
İlgi : Zâtıdevletlerinin telgrafta belirttikleri hususlara, madde madde, sırayla aşağıdaki cevap arz olunur :
1 - Kabinenin bizimle tam bir birlik ve beraberlik içinde, millî iradenin hakimiyeti ilkesini kabul buyurmasına, millet adına teşekkürlerimizi arz ederiz. Kabinenin, Hey'et-i Temsiliye'nin ve bütün millî teşkilâtımızın öç alıcılıkla lekelenmesi, bizce de son derecede sakınılacak ve çekinilecek bir husustur. Bu noktada ve suçlulann kanunî yollarla cezalandınlmaları gereğinde de kabine ile bir görüş birlibi içindeyiz.
2 - İkinci maddede yazılanlar için de özellikle teşekkür ederiz. Bundan önce arz edilmiş olan hususlarda, bu noktanın üzerinde durulmasının sebebi şuydu :
Milli dâvâya ve Milli Mücadele'ye karşı tutumlarından dolayı, millet tarafından reddedilen bazı vali ve komutanlar, şekle uyma düşüncesi ile, geçici bir süre için de olsa, görevlerine iade edildikleri takdirde, gittikleri yerlerde kabullerine imkân görülmediğinden, hükumet otoritesine karşı saygısızlık doğabilir endişesi idi.
3 - Üçüncü madde, özellikle şükranla karşılanmaya değer. İnşallalı birlik ve beraberlik içinde, vatan ve milletimizin kurtuluş ve mutluluğunu sağlamamız kısmet olur.
4 - Tam bir içtenlikle ve büyük bir güvence ile arz ederiz ki, kabinenin gösterdiği ciddiyet ve samimiyete karşılık, Hey'et-i Temsiliye ne içeriye ne de dışarıya karşı hiçbir vakit bir hâkim olma durumu almayacak, aksine tam bir görüş birliği ile kabul buyurulan esaslar çerçevesinde, hükûmetin güç ve otoritesini artırıp sağlamlaştırmayı vatan ve milletin selameti için görev sayacaktır. Bu konuda asla şüphe ve tereddüt buyurulmamasını arz ve rica ederiz. Özellikle zâtıdevIetlerinin, tüzüğümüzün sekizinci maddesi gereğince, doğrudan doğruya Hey'et-i Temsiliye'miz üyesi sıfatıyla kabinede temsilci olarak bulunmaları her iki tarafın da işlerinde ve kararlannda anlaşmaya varmaları bakımından bir güvence sağlayacağı için sevindiricidir.
Artık kabine ile milli teşkilâtımız arasında, her noktada görüş birliği ve uzlaşmaya varıldığı anlaşıldığına göre, elbette, haberleşme konusundaki kayıtlar da kaldırılacaktır. Ancak, Hey'et-i Temsiliye, bütün Anadolu ve Rumeli'deki teşkilât merkezleri ile bağlantısını devam ettirmek zorunda olduğundan, özel telgraflar şeklinde yapılmakta olan telgraf haberleşmelerimizin eskiden olduğu gibi devamına müsaade buyurulmasını özellikle istirham ederiz. Burada şunu da arz edelim ki, hükûmet, emirlerini tebliğe başladığı dakikada, hiçbir tarafta herhangi bir engelle karşılaşmamak ve en küçük bir otorite sarsılmasına uğramamak gerektiğinden, bu hususun sağlanması ve Hey'et-i Temsiliye tarafından gerekenlere gerekli tebligatın yapılabilmesi için, kırk sekiz saat kadar zaman bırakılmasını rica ederiz. Hey'et-i Temsiliye tarafindan yapılacak tebligata esas olmak ve millete güven vermek üzere yayınlanmasını rica ettiğimiz kabine bildirisinin gizli olarak yayınlanmadan önce, bu suretinin hey'etimize lütuf buyurulmasını özellikle istirham ederiz. Çünkü bu bildiride, bir kelimenin bile milletçe yanlış anlamalanın devamına yol açabileceğini ve Hey'et-i Temsiliye'yi de millete karşı pek güç bir durumda bırakabileceğini bütün samimiyetimizle arz ederiz.
Hey'et-i Temsiliye tarafından Zâtışâhâne'ye takdim edilecek bir teşekkür yazısı ile millete yapılacak tebliğ suretini gerekli yerlere göndermeden önce, zâtıdevletlerine şimdi arz edeceğiz ve bunların metinine dair kabinece ileri sûrülecek düşünceler saygıyla dikkate alınacaktır.
Yeni MilletvekilIeri Seçimi Kanunu üzerindeki görüşümüzü daha sonra arz etmek üzere, söz konusu kanunun hangi görüşle hazırlanmış olduğunu lutfen bildirmenizi rica ederiz.
5 - Temel noktalarda tam bir uzlaşma doğduktan sonra, zâtıdevletleriyle saygıdeğer arkadaşlannızın samimiyetlerinden şüphe edilemeyeceğinden, konunun aynntıları üzerinde kendiliğinden görüş birliğine varılabileceği tabiidir. Bendenizin ve bütün çalışma arkadaşlarımın, en buyük saygı ve samimiyetlerimizle, zâtıdevletinizin ve içinde bulunduğunuz kabinenin başarıya ulaşmasına ve bu sayede vatanın kurtanlmasını hedef alan gayenin bir an önce gerçekleşmesine bütün varlığımızla çalışacağımıza emniyet buyurmanızı arz ve burada hazır olan bütün arkadaşlarımın selâzrı ve saygılarını sunanm.
Mustafa Kemal
CemaI Paşa,bu telgrafımıza o gece cevap verdi. Bunda "bildirinin hemen yayınlanmasının zarurî olduğunu, ancak, gerekli noktalara dikkat ediIdiğini" bildiriyordu. Biz de aynı gece, nezaket gereği olmak üzere cevap verdik.
Fakat Efendiler, hükumetin, bildirisini yayınlamadan önce bize göstermek istemediği anlaşılınca, biz de millete olan bildirimizi hükûmete danışmadan yayınladık; Padişah'a olan telgrafı da aynı şekilde çektik.
Efendiler, 7 Ekim 1919 tarihini taşıyan bildirimiz; milleti, tutulan yolun isabetli ve başarılı olduğu, bu yolda millî birliği koruyarak bugüne kadar olduğu gibi devam edilmesi konusunda, dolayısıyla aydınlatmaya, uyarmaya ve milletin manevî gücünü kuvvetlendirmeye yardımcı olmak maksatlarını dile getirmekte idi.
Padişah'a yazılan telgraf da millet adına teşekkürü içine alıyordu.
Efendiler, bu arada küçük bir bilgi arz edeceğim. Hey'etimiz, bütün memlekete milletin ortak isteğinin gereğini yerine getirtmeye çalıştığı sırada, işgal altında bulunan İzmir'e de doğrudan doğruya tebligatta bu lunuyordu. Ali Rıza Paşa Kabinesi'yle anlaşmakta olduğumuz 7 Ekim 1919 tarihinde, İzmir'e de şu telgrafı çekiyorduk :
İvedi Sıvas, 7.10.1919
İzmir Valiliği Yüksek
Katına
Şimdiye kadar gönderilen tebligat ve yazılarımız size ulaştıysa, gereklerinin yapılmakta olup olmadığının, ulaşmamış ise, engelleyici sebeplerinin acele bildirilmesi rica olunur.
Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Hey'et-i Temsiliyesi adına
Mustafa Kemal
İzmir'in ve İzmir valisinin ne durum ve şartlar içinde bulunduğunu şüphesiz biliyorduk. Tebliğlerimizi alıp alamayacağı şüpheli olmakla birlikte, uygulayamayacağı tabiî idi. Fakat, biz, bütün memleketin kaderiyle meşgul ve işgal tanımayan bir kuwet merkezinin bulunduğunu düşmanlarımıza da bildirmekte yarar görüyorduk.
-
KAZIM KARABEKİR PAŞA'NIN BENİM HÜKÜMETİN İŞLERİNE KARIŞMAM KONUSU'NDAKİ DÜŞÜNCESİ
Efendiler, içinde bulunduğumuz günlere ait olaylara ve konulara dokunmuşken, burada küçük bir noktayı daha açıklamama müsaadenizi rica edeceğim. Kâzım Karabekir Paşa'dan gelen 8 Ekim 1919 tarihli bir telgrafta, şöyle bir görüş ileri sürülüyordu :
"Hey'et-i Temsiliye'den yüksek şahsiyetleri ile, Rauf Beyefendi' nin ve bu gibi önemli şahsiyetlerin, milletvekili olduktan sonra da hiçbir şekilde hükumete karışmayarak Meclis'teki grubun başında daima söz sahibi olarak bulunulmasını, kabinenin şekli ve kuruluş tarzı, üyelerinin değer ve kişiliği ne olursa olsun Meclis-i Millî içinde hep denetleyici bir mevkide kalınmasını başarının önemli şartı ve uygulanması zarurî biz karar sayarım."
"Bir dâvânın ve bir grubun en yüksek ve güçlü tanınmış olan şahsiyetleri, kendi yetki çerçevelerini aşıp da hükûmet işine karışınca, Meclis-i Milll daima zayıf kalmış ve akımlar karşısında ya sürüklenmiş yahut da parçalanmıştır."
"Vatan ve milIetin bir bütün olarak kurtuluşunun şiddetle söz konusu olduğu bu devrede, arz ettiğim bu hususlar üzerinde kesin bir karara varmanızı derin saygılarımla istirham ederim."
Efendiler, gerçekten de Erzurum'da bulunduğum zamanlarda, Kâzım Karabekir Paşa, karşılıklı olarak yaptığımız konuşmalarda da buna benzer görüşler ileri sürmüştür. Benim ileri sürdüğüm görüşler de aşağı yukarı şöyleydi : "Her şeyden önce, memlekette, milletin varlık ve iradesini ortaya koymak ve bunu sarsılmaz bir şekilde Millî Meclis'te temsil etmek gerekir. Bu da, memlekette millî bir ülkü etrafında kuvvetli bir teşkilât kurmak ve Meclis'te bu teşkilâta dayalı bir grup bulundurmakla mümkündür. En güçlü şahsiyetlerin gayesi bu olmalıdır. Oysa, şimdiye kadar görüldüğü üzere, asıl olan bu noktaya önem verilmeksizin, kendilerinde azçok Iiyakat görenler, hemen hükûmete geçmek heves ve hırsına kapılıyorlar. Bu gibi insanlar, Meclis'te kendilerine dayanak olarak milli teşkilâta bağlı güçIü bir grup oluşturamayınca, geride yalnız saltanat ve hilâfet makamı kalıyor. Bu yüzden millî meclisler, millî şeref ve kudreti temsiI edemiyor. Millî istekler ortaya konamıyor ve gerekleri yerine getirilemiyor. Bu bakımdan bizim için başta gelen en önemli ilke önce memlekette millî teşkilâtı kurmak, sonra da bu teşkilâttan kuvvet alan bir grubun başında, Meclis'te çalışmak olmalıdır. Hükumet kurmaya veya kurulacak herhangi bir hükumete girmeye kalkışmakta yarar yoktur. Çünkü, bu nitelikte bir hükumet, vatana ve millete hiçbir esaslı hizmet veremeden hemen düşmeye yahut da padişaha dayanarak Meclis'e karşı ve dolayısıyla da millete karşı düşen bir durum almaya mecbur olacaktır. Böyle olunca da, birincisinde istikrarsızlık gibi büyük bir sakınca sürüp gidecek; ikincisinde de millî hâkimiyetin yavaş yavaş yok derecesine getirilmesine hizmet edilmiş olacaktır. " Nitekim sizlerce bilindiği ve fiilî olarak da görüldüğü üzere biz memlekette önce millî teŞkilât kurduk. Sonra Meclis'i topladık. Önce Meclis Hükumeti kurduk. Ondan sonra da Cumhuriyet Hükumeti'ni teşkil ettik.
Bundan başka, fırsat düştükçe kabineye girilmeyeceği, yüksek makanı ve memuriyetler kabul edilmeyeceği ve aslında büyük ve millî gayeden başka hiçbir maksadın peşinde olmadığımız ve faaliyetimizin en büyük kısmının şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da Kuva-yı Milliye'nin bir denge unsuru olarak kalmasına çalışmaktan ibaret bulunduğu noktalarında millete karşı demeç ve bildirilerimiz vardı. Kâzım Karabekir Paşa, telgrafında, Erzurum'daki görüşlerimi ve bu görüşe bağlı olarak yayınlanan bildiriılerimizi hatırlatarak takdirlerini ifade ettik ten sonra; "ancak, bu güzel azim ve kararın, şimdiye kadar bizde yapılmış denemeleri ve bunların verdiği sonuçlan göz önünde bulundurarak "daha geniş çaplı olmasını düşündüğümü de özellikle arz ederim diyorlardı.
Efendiler, Kâzım Karabekir Paşa' nın bu görüş ve teklifi telgraflarının sonunda söyledikleri gibi, vatan ve milletin kurtuluşunun söz konusu olduğu bir devirde ve benim de açıkladığım üzere, daha memlekette hiçbir teşkilât ve Meclis yokken ve Meclis toplandığı zaman da Meclis'te böyle bir teşkilâta ve millî kudrete güvenir ülkü sahibi bir grup varlığını ispat edimemişken, her ne şekilde olursa olsun hükûmet kurmaya veya kurulacak hükûmete girmeye heves etmek, elbette doğru olmazdı. Böyle bir davranışı memleket ve millet yararına hizmet gayresinden çok şahsi hırs ve menfaate yahut da hiç olmazsa bilgisizliğe vermekte, kanaatimce asla isabetsizlik yoktur.
Ancak, Efendiler, Karabekir Paşa'nın dediği gibi kabinenin ne şekilde ve nasıl kurulacağı, üyelerinin değer ve kişiliği ne olursa olsun, Meclis'te şekil bulmuş siyasî bir grubun ön plânda gelen şahsiyetlerinin Meclis içinde sürekli olarak söz sahibi ve denetleyici bir mevkide kalması, en önemli başarı şartı ve uygulanması zaruri bir karar sayılamaz.
Gerçekten de millî hakimiyet ilkesine bağlı olarak idare edilen medenî devletlerde, kabul edilmiş olan ve fiilen yürürlükte olan kural, milletin genel eğilimlerini en yüksek düzeyde temsil eden ve bu eğilimlerin bağlı bulunduğu yararları en yüksek kudret ve yetki ile gerçekleştirebilecek siyasî grubun, devlet işlerini üzerine alması ve bunun sorumluluğunu en yüksek liderinin omuzlarına yüklemesi ilkesinden ibarettir.
Zaten bu şartları taşımayan bir Hükumet görev yapamaz. Hükumetin, kuvvetli grup üyeleri arasından ve fakat birinci derecede oImayanlarından zayıf bir hükumet kurmak, onu partinin birinci derecedeki Iiderlerinin direktif ve tavsiyeleriyle yürütmeye kalkışmak düşüncesi, elbette doğru değildir. Bunun feci sonuçları özellikle Osmanlı Devleti'nin son günlerinde görülmüştür.
İttihat ve Terakkî liderlerinin elinde oyuncak olan sadrazamlardan ve onların hükûmetlerinden millete gelen zararlar sayılamayacak kadar çok değil midir?
Mecliste, hâkim olan partinin, hükûmetin kurulmasını, muhalif ve azınlıkta bulunan bir partiye bırakması ise asla söz konusu olamaz.
Kural ve yöntemlere göre, milletin çoğunluğunu temsil eden, programı belli olan parti, hükûmeti kurma sorumluluğunu üzerine alır, memIekette kendi gaye ve ilkelerini uygular.
KAZIM KARABEKİR PAŞA'NIN KENDİSİ DE HÜKÜMET İŞLERİNE KARIŞMAK İSTİYOR
Zaten herkesçe bilinen ve o yolda hareket edilmekte olan bir gerçeği, burada açıklamaktan maksadın, vataseverlik, ahlâk üstünlüğü, olgunluk ve buna benzer birtakım seçkin vasıflar gereği imiş gibi gösterilmek istenen safsatalara karşı, milletin ve gelecek nesillerin dikkatli ve uyanık bulunmalarını sağlamaktır. Bu düşüncelerine vesile teşkil etmiş olan Kâzım Karabekir Paşa'nın da bu noktada, genellikle benimle aynı düşünce ve görüşte bulunduğuna asla şüphem yoktur. Çünkü Kâzım Karabekir Paşa'nın maksadı, elbette, yalnız benim veya Hey'et-i Temsiliye'de bulunan bazı arkadaşların hükûmet kurmamasını veyahut hükûmete girmemesini hedef almak değildi. Kâzım Karabekir Paşa , bu konuyla ilgili telgrafında, Rauf Bey'in ve benim adımı söylerken "bu gibi ön plândaki şahsiyetler" demiş olduğuna ve kendisini aynı sınıfta gördüğü tabiî bulunduğuna göre, elbette kendilerinin de prensiplerinin dışında kalamayacağı belli idi. Oysa, Kâzım Karabekir Paşa, Hâtıramda yanılmıyorsam, milletivekili olarak, Meclis'te çalıştığı sırada, bir durumun gereği olarak yeni bir kabine kurulması söz konusu oldu. Ben bu hususta görüşmek üzere Fethi Bey, Fevzi Paşa, Fuat Paşa, Kâzım Paşa, Ali Bey, Celâl Bey, İhsan Bey ve Hükûmet'teki arkadaşlarla daha başka on onbeş arkadaşı ve bu arada Kâzım Karabekir Paşa'yı Çankaya'ya davet etmiştim. Kâzım Karabekir Paşa , bana gelmeden önce, Meclis'te, o tarihte parti genel sekreteri olan Recep Bey'in yanına giderek, kendisini davet ettiğimi ve büyük bir ihtimalle hükûmet başkanlığını teklif edeceğimi söyledikten sonra, şimdiden, kendisinin durum hakkında aydınlanmasına yardım edecek bilgileri varsa bildirilmesini söyIemiştir.
Kâzım Paşa'nın Çankaya'da, toplantı ve görüşme sırasındaki tutumu da, orada hazır bulunanlar tarafından anlamlı görülmüştü. Kâzım Karabekir Paşa , görüşme sırasında, bu şekilde de millete hizmetten çekinmediğini pek haklı ve yerinde olarak ifade etmişti. Görüşmeler bir noktaya saplandı. Hükûmet başkanı Fethi Bey mi, Karabekir Paşa mı olsun? Bu nokta üzerinde tartışılırken Kâzım Karabekir Paşa, bana 8 Ekim 1919 tarihinde tavsiye ettiği gibi, "kabinenin şekli ve kuruluş tarzı, üyelerinin değer ve kişilikleri ne olursa olsun, Millî Meclis içinde daima söz sahibi ve denetleyici olarak kalmayı, uygulanması zarurî bir karar saydığını" söylemedi. Aksine, durumu, hükûmet kurmaya yetkili kılınmasını bekler nitelikte görülüyordu. Oysa, daha vatan ve milletin tam olarak kurtuluşunun söz konusu olduğu devrin korkunç ve karanlık bir safhasını daha yaşıyorduk.
Görüşmeyi sonuca bağlamadım. Ara verdiğim bir sırada, Fevzi Paşa Hazretleri'ni bahçeye götürdüm: Kendisine, Fethi Bey ve Kâzım Karabekir Paşa'lardan birini hükumet başkanlıgna seçmekte hakem olmasını rica ettim. Fakat ikisini de aynı zamanda çağırıp konunun şahsî ve basit bir konu olmadığını, sorumluluğun vatanla igili ve büyük olduğunu belirttikten sonra, açıktan açığa kendilerine, bu görevi hangisinin daha iyi yapabileceklerini, vicdanlarına başvurarak bizzat söylemeleri isteğinde bulunacaktı.
Yeniden toplandık. "Hükûmeti ya Fethi Bey yahut da Karabekir Paşa kuracaktır. Görüşmelerin sonucundan bunu anlıyorum. Konunun çözüme bağlanmasında, Fevzi Paşa Hazretleri'ni hakem yapalım" dedim. Kabul edildi. Mareşal, Fethi Bey'i ve Karabekir Paşa'yı aldı.Bahçeye çıktılar. Belirttiğim şekilde hareket edilmiş. Fethi Bey, "ben daha iyi yaparım" demiş. Mareşal da bu kanıda bulunmuş ve Fethi Bey seçilmiştir. Böylece, Karebekir Paşa'nın hükûmeti kurmakla görevlendirilmesine yardımcı olma fırsatı ortadan kalkmış bulundu.
PADİŞAH KÖLELİĞİYLE ELDE EDİLEN İKTİDAR MAKAMI İKTİDARSIZLIK ÖRNEĞİDİR
Efendiler, ,Ali Rıza Paşa Kabinesi'yle başladığımız temas noktasına gelelim :
Arz etmiştim ki, hükumet, bize bildirisini yayınlanmadan önce vermediği için, biz de millete yapacağımız bildiriyi hükumetin görüşünü almaya gerek duymadan yayınlamıştık.
Bunun üzerine, hükumet, Cemal Paşa vasıtasıyla, daha dört maddenin çeşitli yollarla yayınlanmasını gerekli bulmakta olduğunu 9 Ekimde bildirdi. Bu maddeler şunlardı :
1- İttihatçılarla bir ilişkinin bulunmadığı ,
2 - Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'na karışmasının doğru olmadığı, buna sebep olanlar aleyhinde adları da açıklanarak bazı yayınlar yapılması ve haklarında kanunî kovuşturma açılarak cezalandırılmaları,
3 - Bütün savaş suçlularının kanunî cezadan kurtulamayacakları,
4 - Seçimlerin serbestçe yapılacağı.
Cemal Paşa , bu maddeleri saydıktan sonra, bunların açık bir şekilde belirtilerek yayınlanmasının, içeride ve dışarıda birtakım yanlış anlamaların önüne geçeceğini ileri sürerek ve memleketin yüksek çıkarlarının bir gereği olarak, özellikie olumlu karşılanmasını rica ediyordu.
Efendiler, Ali Rıza Paşa Kabinesi'nin ne kadar cılız düştüğünü ve gerçeği kavramaktaki görüş kıtlığını anlamak için bu maddeler sanki birer ölçüdür. Devletin, içine düştüğü felâket uçurumunun derinlik ve dehşetini görmekten âciz olan zavallılar, elbette ciddî ve gerçek çareyi görmemek için gözlerini yumarlar. Çünkü, o ciddî ve ,gerçek çare kendilerini daha çok dehşete düşürür.
Akıl ve kavrayışlarındaki kısırlık, tabiat ve ahlâklarındaki zayıflık ve soysuzlaşma gereği böyledirler.
Çoktandır, köle olduğuna şüphe kalmamış olması gereken Padişah ve Halife'nin köleliği ile elde edilebilecek iktidar makamının, iktidarsızlığa örnek olması tabiî değil miydi?
Ferit Paşa'nın yerine gelen Ali Rıza Paşa iIe bir kısmı bundan önceki kabinede de görev almış bulunan yeni çalışma arkadaşları, Ferit Paşa'nın bırakmış olduğu noktadan başlayarak, onun sonuçlandıramadığı düşman emellerini takip ve sonuçlandırmaya çalışmaktan başka zaten ne yapabilecekti?
Bu, bizce, açık olarak biliniyordu. Fakat, tahmin ve takdir buyurulacak birçok düşünce ve sebeplerle, hazımlı ve sabırlı davranmaktan başka çıkar yol yoktu.
Efendiler, uzlaşmış görünmeyi uygun bulduğumuz bu yeni kabine ile bizim görüşlerimiz arasındaki ayrılığın beliren ilk safhalarını görmek için, bu dört madde ile ilgili görüşlerimizi içine alan cevabımızı, Büyük Millet Meclisi zabıtlarının ilk günlerine ait sayfalarında, lutfen bir daha gözden geçirirsiniz.
Efendiler, bugünlerde İstanbul'daki basın mensupları bir dernek kurmuşlar. 9 Ekimde, Tasviır-i Efkâr; Vakit; Akşam, Türk Dünyası ve İstiktâl gazeteleri adına bazı sorular soruyorlar ve yayına esas olacak görüşlerimizi almak istiyorlardı. Bunlara, gereken açıklamalar yapıldı ve bilgiler verildi.
Bu basın hey'etinin başkanı VeIit Bey'in de kendi gazetesi adına iIgi çekici soruları içine alan bir telgrafı vardı. Ona da yaverim vasıtasıyla karşılık verdirdim. Bunları belgeler arasında okuyacaksınız.
DAMAT ŞERİF PAŞA MİLLETİ ZEHİRLİYOR
Efendiler, yeni kabine içinde yer alan ve Hey'et-i Temsiliye'mizin elçisi durumunda olan Cemal Paşa iIe yapıIan ve yapılmakta olan haberleşmelerimiz, yüce topluluğunuza Dahiliye Nezareti makamını tutan Damat Mehmet Şerif Paşa'dan söz etmemi geciktirdi.
Biz, yeni kabine ile uzlaşma yolu ararken, Şerif Paşa, çoktan milleti zehirlemeye başlamış bulunuyordu.
Nezarete geçtiğini bildiren 2 Ekim tarihli genelgesinin metni hatırlanırsa, orada şu cümlelere rastlanır :
"Vatandaşların tam bir uyum ve birlik içinde bulunmaları, devletin gerçek çıkarlarının bir gereği olduğu halde, bir süredir memlekette bozgunculuk ve bölücülük belirtilerinin görülmesi, güçlüklerin bir kat daha artmasına yol açacağından, pek çok üzüntü vericidir.
"..... Başarı.... Hükumet'in gösterdiği yolda gitmekle ve memleket çıkarlarını ilgilendiren konularda zararlı davranışlardan kaçınmakla elde edileceğinden, hemen merkezlere ve merkeze bağlı olan yerler ve bu yolda tavsiyelerde bulununuz.
Efendiler, Damat Ferit Paşa'dan daha akıllı olduğu söylenen Damat Şerif Paşa , pek acemice işe başlamış oluyor. O tarihlerde İstanbul'da, bizi âsî, anarşist, "simple soldat -basit asker-" sayan bazı romancılar gibi, Damat Paşa da bizi; ancak ahmakları aldatabilecek kendi kısa aklınca, gafil ve anlayışsız sanıyordu galiba! .
Oysa, biz, Nâzır Paşa' nın alçakça niyetini hemen anlamış ve daha uyanık bir durum almış bulunuyorduk. Şerif Paşa , bizim tutum ve gidişimizi, Ferit Paşa Kabinesi'ni düşürmek için milletçe yapılan teşebbüsleri, memlekette bozgunculuk ve bölücülük belirtileri olarak gösteriyor ve pek çok esef ediyor.
Bir de, Efendiler, Hükûmet'in, Dahiliye Nâzırı Mehmet Şerif imzasıyla yayınlanan duyurusunun birkaç noktasına hep birlikte göz gezdirelim.
"Bugünkü kabine tam bir uyum içindedir." Çok doğrudur. Bu durum bütün çıplaklığı ile kendini gösterecektir.
"Temel konularda görüş birliği içindedir. Hiçbir partiye bağlı değildir.
Çeşitli siyasî grupların hiçbirine de eğilimi yoktur. Hepsinden manevi destek bekliyor.
Bu cümlelerden çıkan anlam açıktır. Hükûmet, millî teşkilât ve onu idare eden Hey'et-i Temsiliye ile beraber değildir. Hattâ, ona karşı bir eğilimi bile yoktur. İtilâf ve Hürriyet Partisi'nden, Muhipler Cemiyeti'nden, Kızıl Hançerliler'den, Nigehbancılar'dan ve mevcut öteki derneklerden ne kadar destek bekliyorsa, bizden de ancak o kadar. . . CemaI Paşa vasıtasıyla bizi oyalama ve aldatma gayesiyle çekilen telgraflarda yazılanlar hep yalandır.
Sonra Efendiler, şu cümleyi okuyalım : "Memleket kaderinin milletin vekilleri aracılığı ile belirlenmesi başlıca emelimizdir." Bundan çıkan anlam da şudur : Sıvas'ta birkaç kişi toplanmış, milIet adına söz söylüyor. Milletin kaderi ile ilgileniyor. Hey'et-i Temsiliye diye bir de ünvan takınarak, üstlerine vazife olmadığı halde, millet ve memleketin işlerine karışıyorlar. Bunların sözünü dinlemeyiniz. Çünkü bunlar milletin vekilleri değildir!
Hükumet, bu bildiride barış konusundaki görüşünü de şöyle açıklıyor : "Wilson prensiplerinden hakkıyla yararlanılarak, Osmanlı Devleti'nin bir bütün halinde ve Padişah'ının etrafında toplanmış müstakil bir devlet olarak yaşamasını sağlayıcı hiçbir teşebbüsten geri durulmayacaktır. "
Yeni kabine, bu görüşlerinde başarıya ulaşacaklarını belirtmek üzere şu delilleri sürüyor : "Zaten büyük devletlerin adalet duyguları ile gerçekten gittikçe açıklık kazanmakta olan Avrupa ve Amerikan kamuoyunun ölçülü davranma isteği de bu konuda güven verici olmaktadır."
Efendiler, bütün bu düşünceler, Ferit Paşa Kabinesi'nin Padişahı ağzından yayınladığı bildiride yazılanların harfi harfine aynı değil midir?
Bu türlü bildiriler yayınlamaktan maksat ,milleti aldatmak ve miskinliğe sürüklemek değil midir?
Hangi adaletten söz ediliyor? Hangi ölçülü davranma isteğinden dem vuruluyor? Bunların asılları var mıydı? Memleketin hükûmet merkezinden başlayarak yabancılar tarafından her yerde yapılageIenler gerçekten bunun aksini ispat edecek fiilî ve apaçık deliller değil miydi?
Gerçekte, Wilson , prensipleriyle birlikte sahneden çekilmiş ve Osmanlı ülkesine ait toprakların Suriye'de, Filistin'de, Irak'ta, İzmir'de Adana'da ve her yerde işgaline seyirci bulunmuyor muydu?
Bu kadar kesin yıkılış belirtileri karşısında aklı, kavrayışı, vicdanı olan adamların kendi kendilerini aldatmalarına ihtimal verilir mi? Bu gibi adamlar, aslında kendilerini aldatacak kadar budala olurlarsa, onların memleket kaderini elde tutmalarına, aklı eren ve korkunç gerçeği gören ler katlanabilirler mi? Eğer bu adamlar, gerçeği biliyorlar ve kendilerini aldatmıyorlarsa, milleti kandırarak bir koyun sürüsü halinde düşmanın pençesine teslim etmek için canla başla çalışmalarına ne anlam verilebilir?
Bütün bu noktalar gözönünde bulundurularak verilecek hükmü kamuoyuna bırakırım.
TEK KUSURUMUZ
Efendiler, hükûmetin bildirisinin anlamsızlığına ve taşıdığı düşüncelerin sakatlığına rağmen, biz Hey'et-i Temsiliye adına aynı tarihte, 7 Ekim günü, yeni kabineyi destekleme kararı veriyoruz. Yeni hükûmet ile millî dâvâ arasında tam bir uzlaşma meydana geldiğini millete müjdeliyoruz. Her yerde hükûmet işlerine asla karışılmamasını sağlayarak, hükûmetin kuvvetini artıracak ve işlerini kolaylaştıracak tedbirler alıyoruz. İçeride ve dışarıda tam bir birlik olduğunu fiilen ispat edecek bir durum alıyoruz. Özet olarak; memleketin kurtuluşunu sağlayabilmek için, dürüstlük ve içtenlikle düşünenlerin, akıl ve vicdan bakımından yapmaya mecbur oldukları - akla gelebilecek - her şeyi yapmaya çalışıyoruz. Milletvekillerinin bir an önce seçilmesini sağlamak için teşvik ve tavsiyelerde bulunuyoruz. Yalnız bir şey yapmıyoruz. MiIIî teşkilâtı dağıtmıyoruz. Tek kabahatimiz budur.
Damat Ferit Paşa'dan sonra, diğer bir damat paşanın etrafında, sadrazam diye, nâzır diye toplanmış birtakım kuşbeyinlileri, alçak bir padişahın alçakça düşüncelerini kolaylıkla uyguIayabilsin diye serbest bırakmayacağımızı hissettiriyoruz.
Temsilcimiz Cemal Paşa , kabine hakkında bizim olumlu kanaatımızı alabilmek ve güvenimizi kazanabilmek için her çareye başvurmaktan geri durmuyor. Ahmet İzzet Paşa'ya da kabineyi övdürerek varlığımızın silinmesi gereğine dair öğütler verdiriyordu.
-
AHMET İZZET PAŞANIN ÖĞÜTLERİ
Ahmet İzzet Paşa'a Gerçekten de, Ahmet İzzet Paşa'nın şifre içinde kalan imzasıyla, Cemal Paşa'dan 7/8 Ekim 1919 tarihli şöyle bir telgraf almıştık :
Harbiye, 7/8.10.1919
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Yeni kabinede, çoğunlukta olan eski ve yakın arkadaşlarımı ziyaret ederek durumun ne merkezde olduğu konusunda bir sohbet görüşmesi yapmış idim. Öğrendiğm bazı durumlar üzerine, millet ve memleketin hayatî çıkarlarını düşünerek aramızda öteden beri süregelen dostça ilişkilere askerlikten gelen kardeşçe duygulara güvenerek, aşağıdaki düşünceleri hemen belirtmek istiyorum :
Birkaç aydan beri, memleketin uğradığı istilâ ve yok olma tehlikesinin önüne geçilebilmek için şimdiye kadar, Kuva-yı Milliye nin ve Millî Mücadele nin yaptığı yararlı etkiler herkesçe kabul edilmiştir.
Yalnız, bu hizmetin sorumlarını alabilenin,bundan sonra bilgi ve görüş , gerçeği görenlerce sahibi kanunî bir yönetimin kurulmasına bağlı olduğu da kabul edilmektedir. Artık hükûmet ve milletin ikilikten ayrılarak bir birlik manzarası göstermesine, âciz görüşüme göre tezelden zaruret vardır. Kabineyi oluşturan şahısların iyi niyetli ve tutarlı düşüncelerine herkesin güveni olduğu inancındayım. Hiçbir kabinenin görevini sürekli olarak yapmasına imkân bırakmayacak iç meselerin, dış siyaset üzerindeki korkunç etkileri bir açıklamayı gerektirmeyececek kadar belirgindir. Milletvekillerinin bir an önce seçilmesi ve Meclis'in toplanması için Osmanlı Hükûmeti'nce âcil tedbirler alınmaktadır. Vatanın kurtarılması uğrunda gösterdikleri kahramanca azim ve niyetlerinin, hükûmet üyelerine nasıl karşılandığı, bugünkü bildirilen anlaşılacağından, samimiyetle bir görüş birliğine varılacağına güvenim tamdır.
Ancak bu sabah bendenizin yanına gelen, duruma vakıf ve güvenilir bir zat, Kütahya ve, Bilecik taraflarında istenmeyen bazı nahoş olayların çıktığını söylemiştir. Bizi, anlaşmazlık ve çözülmeye sürüklemek için dışarıdan ve içeriden birçok teşvik ve kışkırtmalar olacağını tahmin ve kabul etmek tabiîdir. Öte yandan,zırlardan birinin gösterdiği, Kastamonu vali vekilinden gelmiş bir telgrafla da, bazı memurların tayini ve eezalandırılması gibi işlerde İstanbul Hükümeti'ne sanki emredilmek isteniyordu. Bu gibi durumlar, devletin bu kerteye indirmiş olan ve sizce de ne derecede kötülendi bi ldt retmek olacağından, böyle yetki tanıma belgelerinde memnuniyetle görülen kötü idareyi aynen taklit kimselere bu türlü davranma fırsatının verilmemesini, herkesçe bilinen zekâ ve zanlarınızdan beklerim. Özet olarak, artık memlekette birliğin sağlanmasını ve temel kanunlar çerçevesinde hükûmetle bağlantı kurulmasını içtenlikle tavsiye ve rica ederim (Ahmet İzzet) .
Harbiye Paşâ Cemal
Bu telgrafa, elden geldiği kadar hiçbir şahsî duygu ve düşüncemizi belli etmemeye çalışarak yumuşak ve hattâ inandırıcı bir karşılık vermek uygun görüldü. Cevap şudur :
Şifre = Sıvas, 7/8.18.1919
I : 7/8.10.1919
Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretleri'ne
Ahmet İzzet Paşa Hazretleri'ne
Yüksek dûşünceleriniz değerine önemle dikkate alındı. Millî Mücadele'nin etkileri ile ilgili olumlu kanaata teşekkür edilir. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da, yapılan millî hizmetlerin tutarlı ölçülerle devam ettirileceğine, kanun bir yönetimin tam olarak kurulmasına bütün varlığımızla çalışılacağına güven buyurulmasını rica ederim. Çünkü mücadelemiz kanunî bir devrenin açılmasını hedef almaktadır. Tanrı'ya şükürler olsun, hükumet ile millet, tam bir görüş birliğine varmış olduklarından, bundan sonra da devam edeceğinden emin bulunduğumuz karşılıklı samimiyet ve olgunluk derecesine ulaşmış olan birlik, kendini, millet ve memleket çıkarlannı garanti edecek şekilde ortaya koyacaktır.
Kötü icraat ve siyaseti herkesçe bilinen Ferit Paşa Kabinesi'ne milletin uymaması, gaye ve hareketlerine katılmamış olması, dış politikamız üzerinde hiçbir tehlikeli etki uyandırmamış; aksine, Ferit Paşa Kabinesi'nin sebep olduğu bütün kötü etkileri ortadan kaldırarak şükranla karşıladığımız bugünkü elverişli siyasi durumumuzu sağlamıştır.
Milletin güvenini kazanmış olan bugünkü kabineyle anlaşmış bulunmanın, içteki durumumuzu dış siyaset üzerinde pek yararlı ve etkili kılacağına şüphe yoktur. Olağanüstü durumlarda, bazı yerlerde istenmeyen bazı olayların çıkmış olması, kaçınılması imkânsız zarurî ve olağan şeylerdir. Özellikle Kütahya, Bilecik ve Eskişehir gibi yerlerdeki suçsuz, haksızlığa uğramış halkın karşılaştığı baskı ve kötülükler lûtfen ve biraz da insaflıca düşünülürse, şikâyet konusu olarak görülen olayların ne kadar haklı olduğu bir an üzerinde durmakla anlaşılır. Buralardaki acıklı ve iç sızlatıcı duruma da, eski hükûmetin miskince davranışının sebep olduğu düşünülünce, bu olaylardan Millî Mücadele'yi sorumlu tutmaya kalkışmak haksızlık olur inancındayım. Kastamonu Vali Vekilinin, zâtıdevletlerince sözü edilen telgrafından dolayı kendisini de mazur görmenizi rica edeceğim.
Çünkü, bu biçim müracaat yalnız Kastamonu'dan değil, daha başka yerlerden de yapılmıştı, Beni kabinenin kararsız gibi görünen başlangıçtaki tutumu bir iki gün daha devam etseydi, bu türIü başvurular memleketin her köşesinden yağacaktı. Bundan böyle, bu gibi hareketlere asla meydan verilmemesi için gereken her türlü tedbir alınacak, gerekli etkiler yapılacak ve zâtıdevletlerinin tavsiyelerine uyularak tam anlaşmanın gerçekleşmesi ve temel kanunlar çerçevesinde hükûmetle yakın işbirliği sağlanması için samimî olarak çaba harcanacaktır. Saygı ve tazim ile ellerinizden öperim efendim.
Mustafa Kemal
ALİ RIZA PAŞA CUMHURİYET KURULACAĞINI KEŞFEDİYOR
Efendiler, Ahmet İzzet Paşa'nın yazdığı nasihatnamenin ve buna verdiğimiz cevabın gözden geçirilmesi bir hatıramı canlandırdı. Milletçe bilinmesi ve tarihe geçmesi için onu da söylemiş olayım:
Ali Rıza Paşa, bir gün Ahmet İzzet Paşa'yı ziyaret eder. Sohbet sırasında, aleyhimde olur olmaz bazı şeyler söyler ve bu dedikodulara önemli bir keşfini de ekler : "Cumhuriyet kuracaklar, Cumhuriyet! " diye bağırır. Doğrusunu isterseniz efendiler, Makedonya'da, Osmanlı İmparatorluğu'nun Batı Orduları Başkomutanı Ali Rıza Paşa'nın arslanlardan oluşmuş bulunan koskoca Türk ordularını bozguna uğratıp yok ettirdikten ve verimli Makedonya topraklarını düşmana terkedip bağışladıktan sonra; devletin en kritik anında; Vahdettin'in emellerine hizmet için gereken vasıfları kazanmış olduğuna ve bu ünlü ordular başkomutanının bu defa da kendine en becerikli yardımcı olarak, eski Genelkurmay Başkanı'nı Harbiye Nezareti'ne getirmeyi düşüneceğine olağan gözüyle bakılabilirdi. Fakat Millî Mücadele'nin cumhuriyeti hedef aldığını bu kadar çabuk ve kolaylıkla sezip kavrayabileceğine hayran olmamak mümkün değildir.
Efendiler, bana bu bilgiyi veren, hikâyeyi bizzat İzzet Paşa'nın ağzından işiten ve şimdi içinizde bulunan çok değerli bir arkadaştır.
SALİH PAŞA HEYET-İ TEMSİLİYE İLE GÖRÜŞMEK İÇİN GELİYOR
Efendiler, Cemal Paşa , 9 Ekim 1919 tarihli bir şifre ile, Hey et-i Temsiliye iIe yakından görüşmek üzere Bahriye Nâzın Salih Paşa'nın yola çıkmasının uygun görülmekte olduğunu bildirdi. Fakat Salih Paşa biraz rahatsız oldugu için, görüşme yerinin mümkün olduğu kadar yakın olması ve İstanbul'dan deniz yoluyla hareketinin yerinde olacağının düşürüldüğü belirtildikten sonra, Hey'et-i Temsiliye'den kimlerle ve nerede görüşüleceğinin tasarlandığını sordu.
10 Ekimde verdiğimiz cevapta, görüşme yeri olarak Amasya'yı tespit ettik. Görüşmek üzere, Hey'et-i Temsiliye'den benimle birlikte Rauf ve Bekir Sami Bey'ler gidecekti. Bunu da bildirdik.
Salih Paşa'nın İstanbul'dan hangi gün hareket edeceğinin ve Amasya' ya ne zaman gelebileceğinin gün ve saatinin de bildirilmesini rica ettik.
Efendiler, memleketin her tarafında millî teşkilâtın genişletilmesi ve köklendirilmesi çalışmalarına devam ediyorduk. Aynı zamanda milletvekili seçimlerinin yapılmasını sağlamaya ve çabuklaştırmaya çalışıyorduk. Bu konudaki görüşlerimizi gerekenlere de bildirerek, bazı kimseleri tavsiye bile ediyorduk. Ancak, cemiyet adına aday göstermemeyi prensip olarak kabul etmemekle birlikte, milletvekili olmak için başvuranların Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin ilkelerini ve kararlarını benimsemiş kimselerden olmasını yürekten istiyor ve bu gibi kimselerin, cemiyet adına kendiliklerinden adaylıklarını koymaları gereğini de ilân ediyorduk.
11 Ekim 19l9 tarihinde, bu arz ettiğim hususlarla ilgili olarak yeniden bazı emirler verdik.
Millî dâvâya hizmet eden memurların birer sebep uydurularak nakledilmesi ve yerlerinin değiştirilmesi, millî dâvâya karşı olduklan için millet tarafından kovulan memurların da memurluk sıfatlarının korunmaya devam edilmesi yüzünden, bazı yerlerden, yeni kabine ile uyuşmanın ne demek olduğunun anlaşılamadığı yolunda sitem ve şikâyetler gelmeye başladı. Bu hususu 11 Ekimde Cemal Paşa'ya yazarak, kabinenin dikkatini çekmek istedik.
ASKERİ NİGEHBAN CEMİYETİ
Bir de, Efendiler, bilirsiniz ki, İstanbul'da Askeri Nigehban Cemiyeti diye bir bozguncu grubu türemişti. O zamanki bilgilere göre, bu grubun başında bulunanlar, Kiraz Hamdi Paşa, hırsızlıktan dolayı ordudan kovulmuş Kurmay Albay Refik Bey ,eski Halaskâr Grubu'ndan Binbaşı Kemal Bey,eski Bandırma Sevkiyat Başkanı Topçu Binbaşılarından Hakkı Efendi ve daha bu dernekle ilişkisini kesip kesmediği bilinmeyen ve ordudan atılmış bulunan Kurmay Binbaşı Nevres Bey gibi çeşitli yolsuzlukları yüzünden ordudan atılmış yahut da emekli edilmiş bulunan kimselerle, ahlâksızlıkları ile tanınmış az sayıdaki kimselerden ibaretti.
İşte bu dernek, İkdam gazetesinin 23 Eylül 1919 tarih ve 8123 sayılı nüshasında bir bildiri yayınlamıştı. Dernek, bu bildirisiyle, kendilerine vatan ve milletin bekçisi süsünü vermek istiyordu. Cevat Paşa'nın Harbiye Nâzırlığı zamanında, bu dernek hakkında kovuşturmaya başlanmıştı. Değişikliklerden dolayı arkası kesildi.
Böyle bir derneğin varlığı ve faaliyeti ordu mensuplarının sinirlerini geriyordu. Hey'et-i Temsiliye'ye müracaatlar başlamıştı.
12 Ekim 1919 tarihinde, Harbiye Nâzırı Cemal Paşa' dan, kendi başarısı bakımından, bu fesat yuvasının kökünden sökülüp atılmasını ve mensuplarının şiddetle cezalandırılmalarını ve bu yoldaki işlemlerin orduya bildirilmesini rica ettim.
"Cemal Paşa'dan 14 Ekimde aldığım "bu kesin olarak kararlaştırılmıştır" şeklindeki kısa ve kesin dilli telgrafı 15 Ekimde bütün orduya özel olarak duyurdum.
Fakat, Cemal Paşa'nın bu kesin kararının hiçbir zaman uygulandığını hatırlayamıyorum.
İŞGALİ SUÇLAMAYAN BİR SİYASET
Efendiler, hatırlayacaksınız, İngilizler Merzifon'u ve bir siyaset arkasından da Samsun'u boşaltmışlardı. Bu münasebetle ve Ferit Paşa Kabinesi'nin düşmesi üzerine, Sıvas halkı fener alayı düzenledi ve gösterilerde bulundu. Birtakım nutuklar verildi. Bu sırada halk da "kahrolsun işgal" diye bağırdı. Sıvas'ta yayınlanan İrade-i Milliye gazetesi, bu olayı olduğu gibi yazdı. Dahiliye Nâzırı Damat Şerif Paşa,bu gazetenin haberlerine dayanarak Sıvas iline yaptığı bir tebliğde "kahrolsun işgaI" şeklindeki yazılar, hükûmetin bugünkü siyasetine uygun değildir; diyordu.
Bu ne demektir, Efendiler? Hükûmet, işgali suç saymayan bir politika mı güdüyordu? Yoksa, "kahrolsun işgal" dedikçe, memleketi daha çok işgale mi yol açılacaktı? İşgal ve saldırı karşısında, milletin sessizlik ve sükunet içinde kalması, işgalden tepkilenmiş görünmemesi mi akla ve politikaya uygundu?
Böyle sakat ve hayvanca bir düşünce, çöküş ve yokoluş uçurumuna kadar tekmelenmiş bir devleti kurtarabilecek siyasete temel olabilir miydi ?
İşte bu münasebetle, 12 Ekim 1919 tarihinde, Harbiye Nâzırı Cemal Paşa'ya yazdığım bir telgrafta : "Vatanın bir kısmının boşaltıldığını gören milletin, bu şekilde, hattâ daha da belirgin bir şekilde, duygularını açığa vurmuş olmasını pek uygun ve yerinde gördüğümüzü ve "milletin gerçek duygularına dayanarak hükûmetin bu haksız işgaIleri siyasî bir dille ve resmen reddetmesini, bu güne kadar Ateşkes Anlaşması'na aykırı olarak yapılmış müdahaleleri protesto ederek, yapılanların düzeltilmesini isteyeceğini beklemekteyiz" dedikten sonra, "bu vesileyle, hükûmetin gütmekte olduğu politikada Hey'et-i Temsiliye'ce henüz bilinmeyen noktalar varsa, aydınlatılmasını" rica ettim.
Temsilcimiz ve Harbiye Nâzırı Cemal Paşa' nın cevabı pek ilgi çekicidir. 18 Ekim 1919 tarihli olan bu cevapta şu cümlelerin taşıdığı anlam dikkate değer : "Milli dâvâ çerçevesi içinde işleri yürütme sorumluluğunu yüklenmiş olan İstanbul Hükûmeti, tutumunda ve işlerinde siyasî mecburiyetleri kollamak, yabancılara karşı daha konukseverce ve yumuşakça hareket etmek zorundadır.
SÜNGÜLERİNİ MİLLETİN KALBİNE SAPLAYAN YABANCILARI MİSAFİR SAYAN BİR HARBİYE NAZIRI
Efendiler, Rıza Paşa Kabinesi ve o kabinede Harbiye Nâzırı olan zat, aziz vatanımızı işgal eden, süngülerini milletin canevine saplayan düşmanları misafir kabul ediyor ve onlara karşı konukseverce ve yumuşakça harekette bir zaruret görüyor. Bu ne görüştür, bu ne kafadır? Millî dâvâ bu muydu?
Harbiye Nâzırı, özellikle millî teşebbüslerinin yanlış yorumlanması yolunda girişilen faaliyetlerin daha güçten düşmediği şu sıralarda, işaret ettiğim ihtiyatlı davranışların yersiz olmadığı kabul buyurulur inancında olduğunu söyleyerek, millî teşebbüslerden zarar görülmüş olduğunu anlatmaya, bu yüzden meydana gelen kötülüğü tamir için tedbirlerinin yersiz olmadığını bize de kabul ettirmek ustalığını göstermeye çalışıyor.
Harbiye Nâzırı, telgrafını şu cümle ile bitiriyor : "Olgunluğunu eserleri ile ispatlamış olan yüce milletin güvenini kazanmış bulunan bugünkü hükûmetin, işlerinde serbest kaldıkça, dışarıya karşı sözünü daha çok dinleteceği açık bir gerçek olduğuna göre, saygıdeğer Hey'et-i Temsiliye'den hükûmetin yaptığı işleri daha çok desteklemelerini rica ederim."
Efendiler, Cemal Paşa , gerçekten önemli noktalara dokunuyor : Önce, milletin olgunluğunu ispat ettiğini söyleyerek, bizim millet adına öne düşüp yol göstermemize ihtiyaç olmadığını dolaylı bir şekilde hissettirerek, bizi millet nazarında gereksiz birtakım müdahaleciler sayıyor. İkinci olarak, bizim, hükumeti serbest bırakmadığımızı ve bu yüzden dışarıya karşı sözünü dinletmeye engel olduğumuzu söylüyor.
Efendiler, yüce milletimizin olgunluğunu ispat eden eserler, Erzurum, Sıvas Kongreleri ile bu kongrelerde aldığı kararlar, bu kararların uygulanmasına çalışmak suretiyle birlik ve dayanışma yaratılmaya başlanması ve Sıvas Kongresi'ni yapanları yok etmeye kalkışan Damat Ferit Paşa Kabinesi'ni düşürmek gibi işler, davranışlar ve uyanıklıktı.
Bu kadarla yetinmek, bütün bu hareket ve faaliyetlerde olduğu gibi bundan sonra da millete önderlik etmek gibi vicdanî bir görevden vazgeçerek hükûmeti serbest bırakabilmek, ancak bir şartla mümkün olabilirdi. O da, serbest kalmaya lâyık olduğu anlaşılacak, Millet Meclisi'ne dayalı millı bir kabinenin memleket ve millet mukadderatını gerektiği şekilde üstlendiğine inanmaktı. Milletin, " kahrolsun işgal ! " şeklindeki protestosunu boğmaya çalışan duygu ve kavrayıştan yoksun hayvanca insanlardan kurulu ve içinde hain bulunan bir hey'etin, ahmakça, bilgisizce ve miskince hareketlerinin seyirci kalmak, akıl ve anlayış sahibi vatansever kimselarden beklenebilir miydi?.
Bir de Efendiler, Cemal Paşa : "Milletin güvenini kazanmış buIunan bugünkü hükumeti sözüyle pek büyük ve apaçık bir yalana başvuruyordu. Milletin hükumete güven duyup duymadığı daha belli değildi. Bu söz ancak ve hiç olmazsa, kabine Millet Meclisi huzurunda güven oyu aldıktan sonra söylenebilirdi. Oysa, daha Millet Meclisi'nin üyeleri bile seçilmiş değildi.
Harbiye Nâzırı bu sözü söylediği dakikada, yalnız bir tek kişinin güvenini kazanmış bulunuyordu. O da devlet başkanlığı makamını kirletmekte olan hain Vahdettin idi.Hey'et-i Temsiliye'nin kendileri ile uyuşmaya ihtiyaç duymuş olmasını, millet adına güvene sahip olmakmış gibi kabul etmek istiyordu. Eğer maksatları bu idiyse, milletin kendilerine güven vasıtası olan bu hey'eti aradan çıkarma gereği nereden doğuyordu?
MİLLİ TEŞKİLAT GENİŞLİYOR VE GÜÇLENİYOR
Efendiler, Ferit Paşa Hükumeti'nin düşmesi,memlekette kararsızlık içinde bulunan bazı yerlerinde duyguları ve maneviyatları üzerinde olumlu etki yaptı. Her tarafta sivil ve askerî âmirler başta olmak üzere, teşkilâta hız verildi.
Ali Fuat Paşa,batıdaki illerin hemen hepsi ile ilgilendi. Eskişehir, Bilecik ve arkasından Bursa bölgelerinde bizzat dolaşmak ve gereken kimselerle haberleşmek suretiyle çalışıyordu.
Balıkesir'de bulunan Albay Kâzım Bey (Meclis Başkanı Kâzım Paşa), o bölgenin miIlî teşkilât ve askerî hazırlıklarıyla ilgileniyor ve uğraşıyordu.
Bursa'da bulunan Albay Bekir Sami Bey , 8 Ekimde, Ferit Paşa'nın adamı olan valiyi İstanbul'a göndererek, Kongre'nin kararlarını uygulatmaya başlatmış ve bir merkez hey'eti oluşturmuştu.
Milli teşkilât ile uğraşıldığı kadar, milletvekili seçimi ile de büyük bir ilgiyle uğraşılıyordu.
Memleketteki bütün millî kuruluşların aynı ad altında, Hey'et-i Temsiliye'ye bağlı olması ilkesi izleniyordu. Eskişehir, Kütahya, Afyonkarahisar bölgelerinde teşkilâtın kuvvetlendirilmesi için, Aydın, Konya, Bursa, Balıkesir bölgelerinde bağlantı kolaylığı sağlayıcı tedbirler alınıyordu. Batı Cepheleri i,izerinde Harbiye Nezareti'ne bilgi veriliyor, hükumetçe ne gibi işler ve tedbirler düşünüldüğü de sorularak hükumetin ilgisi çekilmeye çalışılıyordu.
Efeler tarafından idare edilen Aydın cephesindeki kuvvetlere bir komutan gönderme konusu düşünülmeye başlandı. İşgal altındaki yerlerde gizli millî teşkilât kurulması için 14 Ekimde Ali Fuat Paşa'ya ve Afyonkarahisar'daki 23' ü ncü Tümen Komutanı Ömer Lütfü Bey'e yazıldı. Bununla birlikte, bu tarihlerde, daha bazı yerlerden amacın iyice anlaşılamadığı görülüyordu. Örnek olarak, Redd-i İlhak Cemiyetleri'nin kendi adlarına tebliğler yayınladıkları oluyordu.10 Ekim 1919 tarihinde Redd-i İlhak Cemiyeti Başkanı'nın imzası iIe gönderilen bir yazıda, 20 Ekimde büyük bir kongrenin toplanacağı, bu kongreye iki temsilci gönderilmesi illerden isteniyor ve birtakım tedbirler alınması bildiriliyordu.
Öbür taraftan, Karakol Cemiyeti'nin de İstanbul'dan başka Bursa yöresinde de faaliyette bulunduğu anlaşıldı.
Bu dağınıklığın önüne geçmek için gereken tedbirler alındı. Özellikle, AIi Fuat Paşa'ya, Balıkesir'de Kâzım Paşa'ya, Bursa'da Bekir Sami Bey'e, Bıırsa Merkez Hey'eti'ne gerektiği şekilde yazıldı.
İtilâf ve Hürriyet Cemiyeti de düşmanlarla birlikte Anadolu'da milli dâvâya karşı örgütlenmek üzere yetmiş beş kişi kâdar göndermiş. Bu haber alındı. Kolorduların dikkati çekildi.
İstanbul'da gizli çalışmaya karar verildi. Teşkilâtın genişletilmesi için Trakya'ya Cafer Tayyar Bey vasıtasıyla talimat verildi.
MECLİS-İ MEBUSAN'IN TOPLANACAĞI YER
Efendiler, bir yandan milletvekillerinin seçilmesine çalışırken, bir yandan da Meclis-i Meb'usan'ın nerede toplanabileceği düşüncesi kafamızı kurcalıyordu. Hatırlayacaksınız ki, Erzurum'dan Refet Paşa'nın bu konu ile ilgili bir telgrafına cevap verirken Meclis toplanmalı, fakat İstanbul'da değil, Anadolu'da demiştim. Çünkü ben, Meclis'in İstanbul'da toplanması kadar mantıksız ve maksatsız bir davranış tasavvur edemiyordum. Ancak, bu hususta yetkili olanları ve kamuoyunu bu gerçeğe inandırmadıkça, düşüncemizin gerçekleşmesi mümkün değildi. İstanbul'da toplanmanın sakıncalarını olduğu gibi gözler önüne sermek gerekiyordu. Bu maksatla ve millî dâvâyı Rumlara ve yabancılara, Hristiyanlara karşıymış gibi göstermek için, Ali Kemal ve Mehmet Ali Bey'lerin gayretleriyle Ermeni Patrikhânesi'nde yapılan toplantılar ve Hürriyet ve İtilâf Partisi'nin teşebbüsleri üzerine, Harbiye Nâzırı vasıtasıyla, İstanbul Hükûmeti'nin dikkatini çektik.
13 Ekim 1919 tarihinde, Meclis-i Meb'usan'ın açılışından sonra Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin nasıl bir siyasî durum alması gerektiği görüşünde bulunduğunu, Cemal Paşa vasıtasıyla hükûmetten öğrenmeye çalışırken, Meclis-i Meb'usan'ın İstanbul'da toplanmasında ne gibi siyasî bir güvence elde edileceğinin düşünüldüğünü de sorduk. Aynı tarihte, Meclis-i Meb'usan'ın İstanbul'da korkusuzca toplanmasını sağlamak için hangi güvenlik ve korunma tedbirlerinin alınması düşünüldüğünü ve ne yapılmak gerektiğini, İstanbul'da teşkilâtımızın merkez hey'etinde bulunan ve Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı olan Albay Şevket Bey'den sorduk.
AMASYA MÜLAKATI
Efendiler, hatırınızdadır ki, Bahriye Nâzırı Salih Paşa ile, Amasya'da bir görüşme kararlaştırılmıştı. Nazır Paşa ile, hükûmetin dış politikası, iç idaresi ve ordunun geleceği ile ilgili konular üzerinde görüşülme ihtimali vardı. Bu nedenle, kolordu komutanlarının düşünce ve görüşlerini önceden bilmek, bence pek yararlı idi.
l4 Ekim 1919 tarihli şifremde, kolordu komutanlarının bu üç nokta üzerindeki görüşlerini rica ettim. Komutanların raporlarını belgeler arasında okursunuz.
Salih Paşa, 15 Ekimde İstanbul'dan hareket etti. Biz de, 16 Ekimde Sivas'tan hareket ettik. 18 Ekimde Amasya'da bulunduk. Salih Paşa'ya, uğrayacağı iskelelerde, millî teşkilât tarafından parlak karşılama törenleri yapılması ve tarafımızdan hoşgeldiniz denilmesi için talimat verilmişti.
Biz de kendisini, Amasya'da büyük bir törenle karşıladık.
Salih Paşa ile, Amasya'da, 20 Ekimde başlayan görüşmelerimiz, 22 Ekimde son buldu. Üç gün süren görüşmelerin sonunda, ikişer nüsha olmak üzere beş ayrı protokol düzenlendi. Bu beş ayrı protokoldan üçü Salih Paşa'da kalanlar bizim tarafımızdan, bizde kalanlar Salih Paşa tarafından imza edildi. İki protokol gizli sayılarak imza edilmedi.
Amasya Mülâkatı sonunda alınan kararlar, kolordulara da bildirildi.
Efendiler, bu münasebetle, bir noktayı belirtmek isterim. Bizce temel alınan husus, millî teşkilâtın ve Hey'et-i Temsiliye'nin İstanbul Hükûmeti tarafından resmen tanınmış bir siyasî varlık olduğunun, görüşmelerimizin resmî bir nitelik taşıdığının ve sonuçlarına mutlaka uyulması gerektiğinin taraflarca resmen taahhüt edilmiş bulunduğunu tasdik ettirmekti.
Bundan dolayı, görüşmelerin sonuçlarını içine alan zabıtların protokol olduğunu kabul ettirmek ve İstanbul Hükûmeti'nin temsilcisi olan Bahriye Nâzırına imza ettirmek önemliydi.
21 Ekim 1919 tarihli protokol metni, denebilir ki, hemen bütünüyle Salih Paşa'nın teklifleri olup, kabulünde sakınca görülmeyen birtakım maddelerden ibarettir.
22 Ekim 1919 tarihli ikinci protokol, uzun süren tartışmalı bir görüşmenin zabıt şeklindeki özetidir.
Bu görüşmede, her iki tarafın, Hilâfet ve Saltanat konusundaki karşılıklı güvenceleri ile ilgili geniş açıklamaları içine alan bir girişten sonra, Sivas Kongresi'nin 11 Eylül 1919 tarihli bildirisindeki maddelerin görüşülmesine başlandı :
1 - Bildirinin birinci maddesinde, tasarlanan ve kabul edilen sınırların en düşük düzeyde bir istek olmak üzere elde edilmesinin sağlanması gereği ortaklaşa kabul edildi.
Görünüşte, Kürtlere bağımsızlık kazandırmak gayesiyle yapılmakta olan bozguncu propagandaların önüne geçme hususu uygun bulundu. Bugün için düşman işgali altında bulunan bölgelerden Çukurova (Kilikya)'yı, Arabistan ile Türkiye arasında bir tampon devlet yapmak üzere anavatandan ayırma isteğinde bulunulduğundan söz edildi. Anadolu'nun, en koyu Türk çevresi, en bereketli ve zengin bir bölgesi olan bu parçasının hiçbir şekilde ayrılmasına razı olunmayacağı; Aydın ilinin de aynı kesinlikle (ve öncelikle) vatan topraklarından kopmasının mümkün olmadığı ilkesi genellikle kabul edildi.
Trakya konusuna gelince : Burada da, görünüşte bağımsız bir hükumet, gerçekte bir sömürge devlet kurulması, böyle olduğu takdirde de Doğu Trakya'dan Midye-Enez çizgisine kadar olan bölgeyi bizden ayırma isteğinin söz konusu olabileceği ihtimali göz önünde bulunduruldu. Ancak Edirne'nin ve Meriç sınırının bağımsız bir İslâm hükumetine katılmak için bile olsa, hiçbir şekilde bırakılmasına rıza gosterilmemesi ilkesi ortaklaşa kabul edildi. Bununla birlikte, bütün bu maddede söz konusu edilen hususlar hakkında Meclis'in vereceği en son karara elbette uyulacaktır, dendi.
2 - Bildirinin dördüncü maddesindeki, azınlıklara siyasi hakimiyet ve sosyal dengemizi bozacak nitelikte imtiyazlar verilmesinin kabul edilmeyeceği konusundaki fıkra üzerinde önemle duruldu. Bu kaydın, bağımsızlığımızı fiilen sağlamak için, elde edilmesi zarurî bir istek olarak düşünülmesi ve bundan yapılacak en küçük bir fedakarlığın bağımsızlığımızı derinden zedeleyeceği öne sürüldü. Bu maddede söz konusu olan ve azınlıklara fazla imtiyazlar verilmemesine yönelmiş olan gaye, ulaşılması gerekli bir hedef olarak kabul edilmiştir. Bununla birlikte, gerek bu konuda, gerek yaşama hakkımızın savunulması konusundaki öteki isteklerimizle ilgili hususlarda birinci maddenin sonunda olduğu gibi burada da Milli Meclis'in oy ve kararlarının geçerli olacağı kaydı konuldu.
3 - Bildirinin yedinci maddesi gereğince, bağımsızlığımız tam olarak korunmak şartıyla, teknik, sanayi ve ekonomi alanlarındaki ihtiyaçlarımızın nasıl giderilebileceği konusu tartışıldı. Memleketimize pek çok sermaye dökecek olan bir devlet olursa, bunun malî işlerimiz üzerinde gerektirebileceği bir kontrol hakkının genişlik derecesi kestirilemeyeceğinden, bu hususun bağımsızlığımıza ve gerçek milli çıkarlarımıza zarar vermeyecek biçimde, uzmanlarca esaslı bir şekilde düşünülerek sınırlandırıldıktan sonra Millî Meclis'çe uygun bulunacak şeklin kabulü görüşüldü.
4 - 11 Eylül 1919 tarihli Sıvas Kongresi kararlarının öteki maddeleri de Meclis-i Meb'usan'ın kabulüne sunulmak şartıyla uygun görüldü.
5 - Bundan sonra, Sivas Kongresi'nin 4 Eylül 1919 tarihli kararlarının teşkilât bölümü ile ilgili 11'inci maddesinde yer alan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin durumu, bundan sonraki çalışma şekli ve alanı üzerinde duruldu.
Bu maddede, millî iradeyi hâkim kılacak olan Meclis-i Millî'nin yasama ve denetleme haklarına güvenlik ve serbestlikle sahip olduktan, bu güvenlik Meclis-i Millî'ce de doğrulandıktan sonra, cemiyetin şeklinin kongre kararı ile belirleneceği açıklanmıştır. Burada söz konusu olan kongrenin, şimdiye kadar yapılan Erzurum ve Sivas Kongreleri gibi İstanbul dışında ayrı bir kongre halinde olması şart değildir, dendi.
Cemiyetin programını kabul eden milletvekilleri, cemiyetin tüzüğünde gösterilen temsilciler gibi kabul edilerek, bunların yapacakları özel toplantı, kongre yerine geçebilir. Bundan sonra, Meclis-i Millî'nin İstanbul'da tam bir güvenlik içinde, serbest olarak görev yapabilmesi şarttır, dendi. Bunun bugünkü şartlara göre ne dereceye kadar sağlanabileceği etraflı şekilde düşünüldü. İstanbul'un düşman işgâli altında bulunması dolayısıyla, milletvekillerinin yasama görevlerini hakkıyla yerine getirmelerine pek elverişli olamayacağı düşüncesi ortaya atıldı. 1870 -1871 savaşında Fransızların Bordeaux (Bordo)'da ve daha sonra Almanların Weimar (Vaymar)'da yaptıkları gibi, barış anlaşması yapılıncaya kadar, geçici olarak, Meclis-i Millî'nin Anadolu'da, saltanat hükûmetinin kabul edeceği güvenilir başka bir yerde toplanması uygun görüldü.
Meclis-i Millî'nin toplanmasından sonra, çalışma şartları bakımından ne dereceye kadar güvenlik ve gizlilik içinde bulunacağı belli olacağından, tam bir güvenlik görüldüğü takdirde, Cemiyet, Hey'et-i Temsiliye'nin faaliyetine son vererek teşkilâtının çalışma hedefinin, yukarıda bildirdiğim üzere, kongre yerini tutacak olan özel bir toplantıda kararlaştırılacağı belirtildi.
Milletvekilleri seçiminde tam bir serbestlik bulunması gerektiği hükümetçe emredilmiş olduğundan, seçimler yapılırken Cemiyet Hey'et'i Temsiliyesi'nce müdahale edilmekte olduğu belirtildi.
Milletvekilleri arasında, İttihat ve Terakki üyesi ve orduda lekeli şahıslar bulunduğu takdirde, bunların milletvekili seçilmesine meydan verilmemek için, Hey'et-i Temsiliye'ce yol gösterme maksadıyla ve uygun şekilde bazı telkinler yapılmasının yerinde olacağı hesaba katıldı. Hey'et-i Temsiliye'nin bu konudaki yardım şekli de, ayrıca bir formül halinde Üçüncü protokol olarak tespit edildi.
Gizli sayıldığı için imza altına alınmayan dördüncü protokol şuydu :
1 - Bazı komutanların ordudan atılması ve bir kısım subayların Divan-ı Harb'e verilmeleri ile ilgili olarak çıkarılan padişah iradeleri ile diğer emirlerin düzeltilmesi.
2 - Malta'ya sürülmüş olanların, ilgili bulundukları kendi mahkemelerimizde kovuşturma yapılmak üzere İstanbul'a getirtilmeleri çarelerinin araştırılması.
3 - Ermeni zulmü ile ilgili görülenlerin de mahkemeye verilmesi (Millî Meclis'e bırakılacaktır).
4 - İzmir'in boşaltılmasının İstanbul Hükûmeti tarafından yeniden protesto edilmesi ve gerekirse gizli tâlimatla halka gösteri toplantıları yaptırılması.
5 - Jandarma Genel Komutanı, Merkez Komutanı, Polis Müdürü ve İçişleri Müsteşarı'nın değiştirilmeleri (Harbiye ve Dahiliye Nezaretlerince).
6 - İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin (kapı kapı dolaşıp) halka kâğıt mühürletmelerine engel olunması.
7 - Yabancı parasıyla satın alınmış derneklerin faaliyetlerine ve bu gibi gazetelerin zararlı yayınlarına son verilmesi (özellikle subay ve memurların bu gibi derneklere girmelerinin kesinlikle yasaklanması).
8 - Aydın Kuva-yı Milliye'sinin güçlendirilmesi ve beslenmelerinin kolaylıkla sağlanması (bu husus Harbiye Nezareti'nce düzenlenir. Donanma Cemiyeti'nin 400.000 lirasından gerektiği kadarı, hükümet tarafından bu maksat için ayrılabilir).
9 - Milli Mücadele'ye katılmış memurların genel bir yatışma ve güvenlik sağlanıncaya kadar yerlerinden alınmamaları ve millî dâvâya aykırı hareketlerinden dolayı millet tarafından işten el çektirilmiş memurların yeni görevlere tayinlerinden önce durumun özel olarak görüşülmesi.
10 - Batı Trakya göçmenlerinin taşınmalarının sağlanması.
11- Acimî Sadun Paşa ve adamlarırının uygun şekilde desteklenmesi.
İmzasız beşinci protokol da, Barış Konferansı'na gidebilecek kimselerin adlarını içine alıyordu. Bununla birlikte, hükümet bu konuda, ana ilkelere uymak şartıyla serbest bulunacaktı. Delegeler : Tevfik Paşa Hazretleri Başkan Ahmet İzzet Paşa Hazretleri Askerî temsilci Hariciye Nâzırı Siyasî temsilci Reşat Hikmet Bey Siyasî temsilci Uzmanlar Hey'eti : Hâmit Bey Maliye Albay İsmet Bey Askerlik Reşit Bey Siyasî işler Mühendis Muhtar Bey Bayındırlık işleri Albay Ali Rıza Bey Deniz Albayı Refet Bey İstatistik Emirî Efendi Tarih Münir Bey Hukuk Müşaviri Uzman bir şahıs Ticaret işleri Uzman bir şahıs Çeşitli mezheplerin imtiyazlarını bilen Yazı Hey'eti : Reşit Saffet Bey Maliye Bakanlığı eski Özel Kalem Müdürü Şevki Bey SalihBey Orhan Bey Hüseyin Bey Robert Kolej Türkçe Öğretmeni
Efendiler, bu görüşmelerimizde tespit edilen esaslar arasında, en önemli noktanın Meclis-i Millî'nin toplanma yeri ile ilgili olduğunun yüksek dikkatlerinizi çekmiş olacağını sanırım.
Meclis'in, İstanbul'da toplanmasının doğru olmadığı konusundaki eski görüş ve kanaatimizi Salih Paşa'ya kabul ve tasdik ettirdik. Ancak, Paşa, kendisi bu görüşe katılmakla birlikte, bu katılışın şahsına ait olup kabine adına şimdiden söz veremeyeceği kaydını da eklemişti. Kendisi, kabine üyelerini bu görüşe inandırmak ve katılmalarını sağlamak için elinden geleni yapacağına söz vermiş, başaramadığı takdirde, kabineden çekilmekten başka yapacak bir şey olmadığını söylemiştir.
Salih Paşa, bu konuda başarı sağlayamamıştır.
Meclis-i Meb'usan'ın toplanma yeri konusuna tekrar dönmek üzere Amasya Mülâkatı ile ilgili açıklamalarıma son veriyorum.
-
SİVAS'TA BANA KARŞI YAPILAN BİR TEŞEBBÜS: ŞEYH RECEP OLAYI
Yalnız, Efendiler, biz Amasya'ya gelmek üzere Sivas'tan ayrılır ayrılmaz, Sivas'ta pek de hoşa gitmeyen bir olay geçmiştir. Bu olay hakkında kısaca bilgi sunayım :
Amasya'ya vardıktan sonra, İtilâf ve Hürriyet'çilerin yabancılarla birleşerek birtakım haince işlere giriştikleri yolunda bilgiler almıştık. Bunu derhal bir genelge ile her yere bildirmiştim. Sıvas'ta da, Padişah'a, aleyhimde telgraf çekilme gibi bir teşebbüs bulunduğunu haber aldım, fakat inanmadım. Elbette, Hey'et-i Temsiliye'deki arkadaşlarımızın, karargâhımıza bağlı şahısların, valinin ve daha başkalarının dikkat ve uyanıklığı buna engeldir dedim.
Oysa, Şeyh Recep ve arkadaşlarından Ahmet Kemal ile Celâl adlarında üç kişi, bir gece telgrafhanede, kendilerine bağlı bir telgrafçı vasıtasıyla istedikleri telgrafları çekmişler...
Gerçekten, Amasya telgrafhanesinden Salih Paşa'ya ait şu telgrafı getirdiler :
l6613 K. Sivas,18.10.1919
Bahriye Nâzırı Devletli Salih Paşa Hazretleri'ne
padişah Hazretleri'nin Yaveri Saadetli Nari Bey Hazretlerine
Olaylardan beri memleketimizde olup bitenleri anlamak ve bunların içyüzünü
öğrenmek üzere, il merkezine kadar zahmet buyurup gelmenizi memleket ve millet
menfaatlari adına diler, yine memleket ve millet adına makine başına teşriflerini
bütün bağlılığımızla istirham ederiz.
Şeyh Şemsedin-i Sivasi Ulemâ Eşraf
torunlarından Recep Kamil, tûccar ve esnaftan
Zaralı-zâde Celâl mührû vardır.
İlyas-zâde Ahmet Kemal
Bana da 19 Ekim 1919 tarihli olan şu telgraf geldi :
Amasya'da Mustafa Kemal Paşa'ya,
Halkımız, padişah'ın ve hûkümetin görüşlerini Salih Paşa'nın kendisinden yahut da gûvenilir bir ağızdan işitmedikçe, aradaki anlaşmazlığa çözülmüş gözüyle bakamayacaktır. Bu bakımdan iki yoldan birini seçmek zorunda oldunuzu arz ederiz.
İlyas-zade Zaralı-zâde Şeyh şemseddin-i Sıvasi
Ahmet Kemal Celâl torunlarından Recep Kâmil
Efendiler, biz bütün memleket için doğru yolu göstermek ve halkı aydınlatmakla uğraşıyoruz. Fakat düşmanlarımız da bize karşı, her yerde ve hattâ içinde bulunduğumuz Sivas şehrinde bile, alçakça niyetlerini gerçekleştirebilecek aşağılık vasıtalar bulmakta başarılı olabiliyorlar.
Bütün uyarılarımıza rağmen, ben oradan ayrılır ayrılmaz, Sivas'taki şahısların dalgınlığı, her yerde ne kadar çok ilgi gevşekliklerinin ve göz yummaların doğmuş olduğuna güzel bir örnek oluşturuyor.
19 Ekim günü, Sıvas'taki arkadaşlar, Hey'et-i Temsiliye imzasıyla şu telgrafı veriyorlardı :
Amasya'da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Şeyh Recep ve arkadaşlarının Zâtıdevletlerine çekilmek üzere telgrafhaneye şimdi verdikleri telgraf sureti, aşağıda aynen arz olunur :
Bu konuda Topçu Binbaşısı Kemal Bey, ayrıca soruşturma yapmaktadır.
Bu telgrafa, aldığımı arz ettiğim telgrafın suretini de ekliyorlar.
Sıvas Telgraf Müdürü de aynı gün şu bilgiyi veriyor :
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne,
Şeyh Şemseddîn-i Sıvasî Torunlarından Recep, İlyas-zâde Ahmet Kemal ve Zaralı-zâde Celâl imzalarıyla yazılan telgrafları takdim ederim. Bu telgraflar gece getirilmiş ve memurlarımız tehdit edilerek yazdırılmıştır. Herkesin, kendi şartlan içinde elbette telgraf yazma hakkı vardır. Ancak, makine odasına önüne gelenin girmesi yasak olmak şöyle dursun, memurlara gözdağı verilerek korkutulmaları gibi hükümetin otorite ve haysiyetini zedeleyecek davranışlarda bulunmak, doğrusu isyan niteliğindedir. Durumu Valilik yüksek katına arz ettim. Memlekette sağlıklı bir düzenin kurulması için çalışmakta olan zâtıdevletlerine de arz ederim. Derin saygılarımın kabul buyurulması istirham olunur.
19 Ekim 19l9 Başmüdür
Lütfu
İstanbul Merkez Şefi Bey'e:
Halkın ağzından arz olunan, memleket ve milletin selâmeti için takdimi istirham edilen telgraflarımızın yerine ulaştırılmasına engel olan din ve devlet hainidir. Sonunda kan dökülmesine sebep olacaktır. Padişah'a duyurmak için kararlılığımız kesindir. Cevap bekliyoruz.
Mabeyn-i Hûmâyûn Başkitabeti Yüksek Katına
Yüksek aracılığınızla Padişah Efendimiz'e biz kullarınca takdim kılınan dilekçenin cevabını, vatan ve millet adına makine başında bekliyoruz.
Mabeyn-i Hümayun Aracılığı İle
Halife Hazretleri'nin Yüce Katına
İlimiz Sivas'ta, Anadolu ve Rumeli Mûdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla kurulan Kongre Hey'eti'nin başkanı Mustafa Kemal Paşa, etrafa, siz Padişah Efendi'mizin güven belgelerini taşıdığı haberini yayarak, memleketimizde kötülüklerini örtbas etmek isteyen küçük bir grupla birlikte, kendilerini millî iradenin temsilcisi gibi gösteriyorlar. Oysa, şanlı Halifemiz ve sevgili Padişahımız'a bu yönden bağlı olmamız ve mutlak olarak bağlanmamız dinimizin gereği olduğundan, Bahriye Nâzırı Salih Paşa ile Efendimiz Hazretleri'nin Başyaveri Naci Beyefendi'nin Amasya'ya gönderildiklerini haber aldık. Halk arasında kendini gösteren heyecanı yatıştırmak için, bilginlerden, şehrin ileri gelenlerinden ve tüccardan iki yüzü aşkın imzayı taşıyan davetiye telgrafımıza cevap alamadık. Kamuoyunun ne durumda olduğunun bizzat yerinde görülmek üzere, kendilerinin Sivas'a kadar gönderilmesini bütün bağlılığımızla eşiğinize yüz sürerek yalvarır ve niyaz ederiz. Bu konuda ve her halde emir ve ferman Padişahımız Efendimiz Hazretleri'nindir.
Efendiler, düşmanlar, Şeyh Recep'e gerçekten önemli bir rol oynatmış bulunuyorlardı. Sırası gelince arz edeceğim belgelerden, Sait Molla'nın Rahip Frew'a yazdığı 24 Ekim tarihli bir mektubunda Molla, papaza " Sivas olayını nasıl buldunuz? Biraz düzensiz ama yavaş yavaş düzelecek diyordu."
Bütün milletin birlik ve dayanışmasından ve millî teşkilâtın memleketin her köşesine yayıldığından bahseden, milletin ortak isteğine uyarak, askerî ve millî teşkilâta dayanarak kabineyi düşüren, yeni kabine ile karşı karşıya geçen bir hey'etin başkanı aleyhinde tam yeni kabine temsilcisiyle görüşmelere girişeceği bir sırada ve bu maksatla Sivas'tan ayrıldığının hemen ertesi günü bütün Sivas halkı adına ayaklanma çıktığını gösterir bir telgrafın, telgrafhane tehdit edilerek çektirilebilmesi elbette anlamlı idi.
Bizzat içinde bulunduğu Sivas halkı, böyle bir hey'etin aleyhinde olunca, bütün milletin, aynı duygu ve düşüncede olmayacağını ispat etmek gerçekten güçtür. O halde, temsil yeteneği böyle olan bir hey'etle başkanının dayandığı gücün de çürük olacağı yargısına varmak neden doğru olmasın !
Sivas'tan yükseltilen bu sesin düşmanlar için ne kadar kuvvetli ve önemli olduğu takdir buyurulur.
Efendiler, Salih Paşa'ya ait telgrafı, Amasya'ya geldiğinde kendisine verdirdim. Ancak, Şeyh Recep ve arkadaşlarının hükumetçe cezalandırılmalarını istedim. Sivas'taki Hey'et-i Temsiliye üyelerine de telgraf başında 19 Ekimde şunları sordum :
1-Şeyh Recep, Ahmet Kemal ve Celal imzalarıyla Saray Genel Sekreterliği'ne çekilen telgrafı gördünüz mü?
2 - Telgrafhânede nöbetçi subayı yok mu?
3 - Hepiniz orada olduğunuz halde böyle bir küstahlık nasıl yapılabilir? Kaldı ki, bu çılgınların teşebbüsleri hepinizce biliniyor. Salih Paşa'ya ve Naci Bey'e yazılmış üç imzalı telgraf hazırladıklarını biz buradan işitmiştik.Sizin bundan haberiniz yok muydu?
4 - Yabancılarla birlikte itilâf ve Hürriyet'çilerin birtakım haince hareketlere giriştikleri konusunda dün bir genelgeyle yapılan tebligat alınmadı mı?
5 - Baskı yapılan ve kendilerine gözdağı verilen telgraf memurlarının, hemen gereken kimseleri, Vali Paşa'yı ve diğer ilgilileri haberdar etmemelerinin ve nöbetçi subayının bunda gaflet göstermesinin sebebi nedir?
6 - Başmüdür Bey'in bilgi vermesi üzerine alınmış olan tedbirler nelerdir?
Mustafa Kemal
Valiliğin, konuyu askeri makamlara bıraktığının anlaşılması üzerine Kolordu Kurmay Başkanı Zeki Bey'e de şunu yazdım :
Söz konusu olan olaya karışmış olanların tutuklanıp cezalandırılmaları için valilikçe elde bulunan imkânlar kullanılmış yahut yetersiz görülmüş de mi, iş kolorduya atılıyor? Yoksa, bu küstahça hareketlere karşı da valilikçe tedbir alınmasında kararsızlık mı gösteriliyor? Bu durum anlaşıldıktan sonra, konunun çözümü daha kolay ve esaslı olur.
Mustafa Kemal
Daha sonra Sivas'ta bulunanlara şu emri verdim :
1- Telgrafhâne tamamen kontrol altına alınacaktır. Bir subay komutasında bir manga asker yerleştirilecektir. Bundan önce olduğu gibi, telgrafhanevi işgal ve memurlara baskı yaparak milletin meşru birliği aleyhinde zihinleri bulandırıcı ve güvenlik bozucu teşebbüslerde bulunacak hainler kesinlikle engellenecektir. Bu gibi güvenlik bozucu hareketlerde kanunî sınırlan aşan ve askere saldıranlara karşı, duraklamadan her nerede olursa olsun silâh kullanılacaktır.
2 - Küstahça hareketlere yeltenenleri yola getirme açısından Kurmay Başkanı'nın ileri sürdüğü sebeplere dayanılarak, kaçmalarına fırsat verilmeksizin derhal gereği yapılacak ve sonucu bir iki saate kadar bildirilecektir. Ancak, bu konuda karar vermek için orada bulunan kimselerden hiçbirisinin teşebbüse geçmeyip de ne yapılacağının bizden sorulmaya kalkışılması, gerçekten esef edilecek bir durumdur. Bu karar, bir taburu Sivas'ta bulunan 5'inci Tümen Komutanı Cemil Cahit Bey tarafından tabur komutanına emredilmiştir. Oraca bu kararın sür'atle uygulanmasına hiç olmazsa yardım buyurulması istirham olunur.
3 - Sivas'ta disiplinin sağlanabilmesi için, uyanıklıkla, bütün ilgililerle kesin ve şiddetli tedbirler ahnması gereğini rica ederim.
Mustafa Kemal
Özel olarak Osman Tufan ve Recep Zühtü Beyler'e, şu direktifi verdim :
Milli Mücadele aleyhinde kustahlık edenler için yapılacak işlemler ilgililere bildirilmiştir. Durumu takip ederek gereğinin tam olarak yapılıp yapılmadığını ve gözyumulduğu takdirde bizzat müdahale ederek bilinen şahısların tutuklanması ve yardakçılarının zararsız duruma getirilmesi istenmektedir. Bu konuda, lüzum görülürse, her kime karşı olursa olsun gereğini yapmakta çekingenliğe düşülmemelidir.
Mustafa Kemal
20 Ekimde Vali Reşit Paşa, konuyu uzun uzadıya anlattıktan sonra, olayın genişlemesi ihtimali varken önüne geçilmiş ve gösterilen sür'atli ve şiddetli müdahaleden dolayı, bundan sonra benzer durumların ortaya çıkmayacağının anlaşılmış olduğunu yazıyordu.
Efendiler, İstanbul Hükûmeti'nin Şeyh Recep'i ve arkadaşlarını cezalandırmış olduğuna elbette ihtimal vermediniz.
Sivaslı Şeyh Şemseddîn'in torunlarından diye imza atan bu miskin ve âdî şeyhin, bundan sonra da düşmanların elinde âlet olarak girişeceği alçaklıklara tesadüf edeceğiz.
ADAPAZARI DOLAYLARINDA KIŞKIRTMALAR
Efendiler, daha Amasya'da iken karşılaştığımız durum, yalnız, Şeyh Recep olayı ile kalmadı.
Adapazarı dolaylaylarında da buna benzer bir olay görüldü. Müsaade ederseniz onu da kısaca bilginize sunayım :
Adapazarı ilçesinin Akyazı taraflarında türeyen Talustan Bey, İstanbul'dan para ve direktifle gelerek, süvari olacaklara 30, piyade yazılacaklara 15 lira vaadeden Bekir Bey ve Sapanca'nın Avşar köyünden Beslân adında bir tahsildar birleşiyorlar. Bu adamlar başlarına topladıkları atlı, yaya birtakım kimselerle Adapazarı kasabasını basmaya karar veriyorlar. Tahir Bey adındaki Adapazarı kaymakamı bunu haber alıyor. Tahir Bey, İzmit'ten gönderilen bir binbaşı ile kendi topladığı yirmi beş kadar atlıyı alarak, kasabayı basmaya gelenlere karşı hareket ediyor. Lâtife denilen bir köyde karşılaşıyorlar. Bu başıbozuk gruba hareketlerinin sebebi sorulmuş... Verdikleri cevap şuymuş: Padişah Hazretleri'nin hayatta ve yüce hilâfet makamlarında olup olmadığını öğrenmek için Adapazarı'na makine başına gelmek istiyoruz. Mustafa Kemal Paşa'yı, Padişah yerine koyamayız...
Tahir Bey'in makina başında, İzmit Mutasarrıfı'na verdiği bilgide, adı geçenlerin İstanbul'da önemli kimselerle ilişkide olduğunu ve hattâ Padişah'ın da bu hareketlerinden haberli bulunduğunu söyledikleri kaydediliyordu. Resmi olarak verilen bilgide: Bekir'in, orada toplanan kimselere, bu iş için İstanbul'da bir hafta süre koydular, beş gün geçti. İki günümüz kaldı. İşi çabucak bitirelim dediği de bildiriliyordu.
İzmit'teki Tümen Komutanı, Adapazarı üzerine bir müfreze gönderecekti. Ali Fuat Paşa da, Düzce üzerine bir miktar kuvvet sevk edecekti.
23 Ekim tarihinde, İzmit'teki Tümen Komutanı'na, Bekir'in İtilâf ve Hürriyet'çilerle yabancı düşmanlar tarafından gönderildiği ve bozguncu hareketlerinin önlenmesi gerektiği bildirildi.
Adapazarı kaymakamı Tahir Bey'e de, 23 Ekimde doğrudan doğruya, Bekir ve arkadaşları için uygulanacak sert ve sür'atli tedbirlerde asla gevşek davranılmamasını, zararlarının önlenmesini ve sonucun bildirilmesini emrettim.
Efendiler, 23 Ekim tarihli bir şifre ile, Bekir ve yardakçılarının, yaptıkları işler ve kimlikleri hakkında elde ettiğimiz bilgileri, Harbiye Nâzırı Cemal Paşa'ya bildirdik ve Saltanat Hükümeti'nce bu gibi bozguncu eylem ve hareketlere karşı, zamanında etkin tedbirler alındığı ve konu millî teşkilâta dokunduğu takdirde, en şiddetli tedbirlere başvurmak zorunda kalacağımızı arz ederiz dedik.
İzmit'ten giden ve olay yerinde takviye edilen millî ve askerî bir müfreze, pek çok sayıda toplanmış ve toplanmakta olan fesatçıları dağıtmış, tahsildar Beslân ve kardeşi Hasan Çavuş'u ele geçirmiş, asıl özel direktif ve para ile bir hafta önce İstanbul'dan gelmiş olan Bekir, kaçmış. Bu Bekir, subaylıktan kovulma ve Manyaslıdır. Bundan sonra vermeye mecbur olduğumuz emirlerle, İzmit'te kışkırtıcı ve tertipçi olanlardan, İngiliz İbrahim diye tanınan biri ve diğer birtakımları hakkında kovuşturma başladı.
Bekir'in, olay yerinde alınan tedbirler sonunda teşebbüsünün boşa çıktığını ve kaçtığını, ancak, İstanbul'a dönerek, orada yeniden mel'unca teşebbüslerde bulunmasının kuvvetle muhtemel olduğunu, hakkında özel kovuşturma yapılmasını Amasya'dan 26 Ekim 1919 tarihinde Harbiye Nâzırı Cemal Paşa'ya yazdım.
27 Ekim 1919 tarihinde Bolu Mutasarrıfı Haydar Bey'den gelen telgrafta : Bekir'in emrinde iki subay, kırk silâhlı adam olduğu halde Abaza köylerinde halkı, bugünkü hükûmet adına, Millî Mücadele aleyhine kıştırtarak birçok para sarfettiği ve Nezaret'e yazdığı yazılarının kabul edilmediği bildiriliyordu.
Efendiler, bu gibi konularda, hükûmeti uyarma ve görevini yapmaya davetten ibaret olan müracaatlarımız, elbette, hükûmetin işine karışma gibi sayılmaz, inancındayım.
İstanbul'da hükûmetin gözü önünde tertiplenen, içteki ve dıştaki düşmanların Padişah'ın bilgi ve rızası ile olduğuna şüphe etmediğimiz teşebbüslerinin, fiilen başarıya ulaşacağı dakikaya kadar beklemek ve elbette hükûmet tedbir alır, engel olur diyerek safça bir boyun eğmeye kapılmak yerinde olamazdı.
Efendiler, Amasya'da görüşmelere başladığımız 20 Ekim günü, alınan bilgilerin özeti şuydu : İstanbul'da, Hürriyet ve İtilâf Partisi, Askeri Nigehban Cemiyeti ve Muhipler Cemiyeti bir blok kurdular. Bu blokla, Ali Kemal ve Sait Molla gibi kimseler, azınlıkları sürekli olarak Kuva-yı Milliye aleyhine kışkırtmaya başladılar. Rum ve Ermeni patrikleri, Kuva-yı Milliye aleyhine İtilâf Devletleri temsilcilerine başvurdular. Ermeni Patriği Zaven Efendi,Neologos gazetesinde yayınladığı bir mektupla, son Millî Mücadele hareketinden dolayı Ermenilerin göç etmekte olduklarını ilân etti.
İdam edilmiş bulunan Kâzım'ın kardeşi Hikmet adında biri, İstanbul'dan aldığı direktifle Adapazarı çevresinde başına birtakım silâhlı adamlar toplamaya başladı. Bu Hikmet'in adına önemli bir belgede de rastlayacağız. Adapazarı yakınlarında, Değirmendere'de de para ile adam toplanmaya başlandı. Çete halinde toplananların, Geyve hükûmet binasını basmaya karar verdikleri haber alındı Karacabey'de de buna benzer ufak tefek hareketler görüldü. Bursa'da, Gümülcüneli İsmail'in topladığı çetelerin, Kuva-yı Milliye aleyhindeki hareketleri duyulmaya başladı. Nigehbancılardan tutuklu bulunanların hepsi bir günde hapisten çıkarıldı.
Düşmanlar tarafından Kuva-yı Milliye aleyhine kurulan çetelerin çatışmaya geçmeleri, karşı blokun açıktan açığa hareketi, İstanbul polis müdürünün aleyhte faaliyeti, Ali Rıza Paşa Kabinesi'nde bizim aleyhimizde nâzırların bulunması, bazı teşkilât merkezlerimizi, özellikle İstanbul merkezimizi ümitsizliğe düşürmeye başlamıştı.
Hükumetin, bir maksat ve karar sahibi olduğunu gösterecek hiçbir harekette bulunamaması ve yalnız Dahiliye Nâzırı Şerif Paşa'nın olumsuz ve aralıksız faaliyetini doğru bulan davranışı, gerçekten düşünülecek ve endişe edilecek bir durumu sergiliyordu.
Efendiler, daha Amasya'da iken karşılaştığımız durum, yalnız, Şeyh Recep olayı ile kalmadı.
Adapazarı dolaylaylarında da buna benzer bir olay görüldü. Müsaade ederseniz onu da kısaca bilginize sunayım :
Adapazarı ilçesinin Akyazı taraflarında türeyen Talustan Bey, İstanbul'dan para ve direktifle gelerek, süvari olacaklara 30, piyade yazılacaklara 15 lira vaadeden Bekir Bey ve Sapanca'nın Avşar köyünden Beslân adında bir tahsildar birleşiyorlar. Bu adamlar başlarına topladıkları atlı, yaya birtakım kimselerle Adapazarı kasabasını basmaya karar veriyorlar. Tahir Bey adındaki Adapazarı kaymakamı bunu haber alıyor. Tahir Bey, İzmit'ten gönderilen bir binbaşı ile kendi topladığı yirmi beş kadar atlıyı alarak, kasabayı basmaya gelenlere karşı hareket ediyor. Lâtife denilen bir köyde karşılaşıyorlar. Bu başıbozuk gruba hareketlerinin sebebi sorulmuş... Verdikleri cevap şuymuş : Padişah Hazretleri'nin hayatta ve yüce hilâfet makamlarında olup olmadığını öğrenmek için Adapazarı'na makine başına gelmek istiyoruz. Mustafa Kemal Paşa'yı, Padişah yerine koyamayız...
Tahir Bey'in makina başında, İzmit Mutasarrıfı'na verdiği bilgide, adı geçenlerin İstanbul'da önemli kimselerle ilişkide olduğunu ve hattâ Padişah'ın da bu hareketlerinden haberli bulunduğunu söyledikleri kaydediliyordu. Resmi olarak verilen bilgide: Bekir'in, orada toplanan kimselere, bu iş için İstanbul'da bir hafta süre koydular, beş gün geçti. İki günümüz kaldı. İşi çabucak bitirelim dediği de bildiriliyordu.
İzmit'teki Tümen Komutanı, Adapazarı üzerine bir müfreze gönderecekti. Ali Fuat Paşa'da, Düzce üzerine bir miktar kuvvet sevk edecekti.
23 Ekim tarihinde, İzmit'teki Tümen Komutanı'na, Bekir'in İtilâf ve Hürriyet'çilerle yabancı düşmanlar tarafından gönderildiği ve bozguncu hareketlerinin önlenmesi gerektiği bildirildi.
Adapazarı kaymakamı Tahir Bey'e de, 23 Ekimde doğrudan doğruya, Bekir ve arkadaşları için uygulanacak sert ve sür'atli tedbirlerde asla gevşek davranılmamasını, zararlarının önlenmesini ve sonucun bildirilmesini emrettim.
Efendiler, 23 Ekim tarihli bir şifre ile, Bekir ve yardakçılarının, yaptıkları işler ve kimlikleri hakkında elde ettiğimiz bilgileri, Harbiye Nâzırı Cemal Paşa'ya bildirdik ve Saltanat Hükümeti'nce bu gibi bozguncu eylem ve hareketlere karşı, zamanında etkin tedbirler alındığı ve konu millî teşkilâta dokunduğu takdirde, en şiddetli tedbirlere başvurmak zorunda kalacağımızı arz ederiz dedik.
İzmit'ten giden ve olay yerinde takviye edilen millî ve askerî bir müfreze, pek çok sayıda toplanmış ve toplanmakta olan fesatçıları dağıtmış, tahsildar Beslân ve kardeşi Hasan Çavuş'u ele geçirmiş, asıl özel direktif ve para ile bir hafta önce İstanbul'dan gelmiş olan Bekir, kaçmış. Bu Bekir, subaylıktan kovuluna ve Manyaslıdır. Bundan sonra vermeye mecbur olduğumuz emirlerle, İzmit'te kışkırtıcı ve tertipçi olanlardan, İngiliz İbrahim diye tanınan biri ve diğer birtakımları hakkında kovuşturma başladı.
Bekir'in, olay yerinde alınan tedbirler sonunda teşebbüsünün boşa çıktığını ve kaçtiğını, ancak, İstanbul'a dönerek, orada yeniden mel'unca teşebbüslerde bulunmasının kuvvetle muhtemel olduğunu, hakkında özel kovuşturma yapılmasını Amasya'dan 26 Ekim 1919 tarihinde Harbiye Nâzırı Cemal Paşa'ya yazdım.
27 Ekim 1919 tarihinde Bolu Mutasarrıfı Haydar Bey'den gelen telgrafta : Bekir'in emrinde iki subay, kırk silâhlı adam olduğu halde Abaza köylerinde halkı, bugünkü hükûmet adına, Millî Mücadele aleyhine kıştırtarak birçok para sarfettiği ve Nezaret'e yazdığı yazılarının kabul edilmediği bildiriliyordu.
Efendiler, bu gibi konularda, hükûmeti uyarma ve görevini yapmaya davetten ibaret olan müracaatlarımız, elbette, hükûmetin işine karışma gibi sayılmaz, inancındayım.
İstanbul'da hükûmetin gözü önünde tertiplenen, içteki ve dıştaki düşmanların Padişah'ın bilgi ve rızası ile olduğuna şüphe etmediğimiz teşebbüslerinin, fiilen başarıya ulaşacağı dakikaya kadar beklemek ve elbette hükûmet tedbir alır, engel olur diyerek safça bir boyun eğmeye kapılmak yerinde olamazdı.
Efendiler, Amasya'da görüşmelere başladığımız 20 Ekim günü, alınan bilgilerin özeti şuydu : İstanbul'da, Hürriyet ve İtilâf Partisi, Askeri Nigehban Cemiyeti ve Muhipler Cemiyeti bir blok kurdular. Bu blokla,Ali Kemal ve Sait Molla gibi kimseler, azınlıkları sürekli olarak Kuva-yı Milliye aleyhine kışkırtmaya başladılar. Rum ve Ermeni patrikleri, Kuva-yı Milliye aleyhine İtilâf Devletleri temsilcilerine başvurdular. Ermeni Patriği Zaven Efendi, Teologos gazetesinde yayınladığı bir mektupla, son Millî Mücadele hareketinden dolayı Ermenilerin göç etmekte olduklarını ilân etti.
İdam edilmiş bulunan Kâzım 'ın kardeşi Hikmet adında biri, İstanbul'dan aldığı direktifle Adapazarı çevresinde başına birtakım silâhlı adamlar toplamaya başladı. Bu Hikmet'in adına önemli bir belgede de rastlayacağız. Adapazarı yakınlarında, Değirmendere'de de para ile adam toplanmaya başlandı. Çete halinde toplananların, Geyve hükûmet binasını basmaya karar verdikleri haber alındı Karacabey'de de buna benzer ufak tefek hareketler görüldü. Bursa'da, Gümülcüneli İsmail'in topladığı çetelerin, Kuva-yı Milliye aleyhindeki hareketleri duyulmaya başladı. Nigehbancılardan tutuklu bulunanların hepsi bir günde hapisten çıkarıldı.
Düşmanlar tarafından Kuva-yı Milliye aleyhine kurulan çetelerin çatışmaya geçmeleri, karşı blokun açıktan açığa hareketi, İstanbul polis müdürünün aleyhte faaliyeti, Ali Rıza Paşa Kabinesi'nde bizim aleyhimizde nâzırların bulunması, bazı teşkilât merkezlerimizi, özellikle İstanbul merkezimizi ümitsizliğe düşürmeye başlamıştı.
Hükumetin, bir maksat ve karar sahibi olduğunu gösterecek hiçbir harekette bulunamaması ve yalnız Dahiliye Nâzırı Şerif Paşa'nın olumsuz ve aralıksız faaliyetini doğru bulan davranışı, gerçekten düşünülecek ve endişe edilecek bir durumu sergiliyordu.
-
İSTANBUL'DA KUVA-YI MİLLİYE'YE KARŞI KIŞKIRTMALAR
Bu konuda, ilk defa, duyarlık gösteren ve harekete geçme önceliği taşıyan Ankara oldu. Ankara Vali Vekili Yahya Galip Bey'in Sivas'a çektiği 15 Ekim 1919 tarihli bir şifresini, rahmetli Hayati Bey'in imzasıyla diğer bir şifre içinde 22 Ekimde Amasya'da aldım. O şifre aynen şöyledir :
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'e
Paşa Hazretleri; biz kendi kaderimizi ne böyle milletin kaderinden habersiz hükümete ne de rastgele gönderilecek valilere bırakamayız, Birçok defa zâtıâlîlerine arz ettiğimiz duşünceler dikkate alınmadığından, İstanbul Hükümeti, Ferit Paşa Kabinesi'nin atayıp da gönderemediği eski Bitlis Valisi Ziya Paşa' yı buraya ve bütün görevlerinde hayatı boyunca hiçbir varlık gösterememiş olan Suphi Bey'i de Konya'ya vali atamak suretiyle ilk adımını atmaya başladı. İşte bu gibi durumlar dolayısıyla, Meclis-i Meb'usan kurulmadan önce, hiçbir göreve dışarıdan kimsenin getirilmemesini geçenlerde arz etmiştik. Madem ki şimdiki hükumet, buraya yeniden vali göndermeye kalkışmıştır, şu halde, buradaki Milli Mücadele'nin söndürülmesi isteniyor demektir, Nasıl ki, zâtıâlîleri askerlikten ayrılarak milletin bir ferdi olarak çalışmaya karar verdiniz, bendeniz de buradan çekilerek aynı şekilde milletimin bana vermiş olduğu görevi yapmaya karar verdim. Vali gelinceye kadar vekâleti kime bırakacağımı lutfen bildiriniz efendim.
15 Ekim 1919 Ankara Vali Vekili
Yahya Galip
Bir gün sonra da, 23 Ekimde Cemal Paşa'nın, 21 Ekim 1919 tarihli şu telgrafını aldım :
Sayı Kadıköy, 21.10.1919
419
Amasya'da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Ankara'dan Belediye Başkanı ve Müftü Efendi; dışarıdan gelecek valiyi kabul etmeyeceklerini; Ankara'ya, Ankara'dan vali atanması gereğini kendi yetkilerine dayanarak ileri sürüyorlar. Böylece, her taraftan ayrı ayrı isteklerin ileri sürülmesi, hükumeti güç duruma sokmaktadır. Kötü niyetliler ve azınlıklar bu gibi durumlan türlü türlü yorumluyor. (...) Hükûmetin destekleneceğine söz verilmesi üzerine, bu gibi hususların önlenmesi gereğini rica ederim. Atanması, Padişah'ın onayından geçen valinin yola çıkması gerektiğini elbette kabul buyurursunuz.
Harbiye Nâzırı
Cemal
Gerçekten de, başta müftü efendi olduğu halde (bugün Diyanet İşleri Başkanı bulunan sayın Rifat Efendi Hazretleri idi), Ankaralılar, bu atamayı protesto etmek üzere, İstanbul'a başvurmuşlardı. Ankara'yı yatıştırarak, hükumet otoritesini kırmamak için telgraf başında birçok nasihatlarda bulundum. Ancak, Ankara'nın haklı olduğunu teslim etmemek mümkün değildi. Sonunda, Cemal Paşa vasıtasıyla hükumete yazdığım telgraftan söz ederek, alınacak cevaba kadar durumun iyi idare edilmesini Ankara'daki Kolordu Komutan vekili Mahmut Bey'e yazdım.
Bu noktada, sırası gelmişken bir gerçeği bilginize sunmak uygun olur. Hey'et-i Temsiliye olan bizler, hükûmetin durumunu ve nasıl bir hükûmet olduğunu pekâlâ anlamıştık. Hükûmet üyelerinden bazılarının hükûmette bulunmaktan pişmanlık duyduklarını ve çekilmek için bahane aradıklarını da anlıyorduk. Bundan başka dış ve iç düşmanların ve Padişah'ın el birliği ile, Ali Rıza Paşa Kabinesi yerine, kendi görüşlerini açıktan açığa ve sür'atle uygulayacak diğer bir kabineyi iktidara getirmeye kararlı olduklarından da habersiz değildik. Bunun içindir ki, Ali Rıza Paşa Kabinesi'ni, en az zararlısı sayıyorduk. Bir de Ferit Paşa 'nın düşmesinden sonra, yeni kabine ile anlaşmak için geçen dört beş gün içinde, bazı taraflardan elden geldiği kadar çabuk anlaşma hususunda alınmış olan tavsiyeler de, bizce göz önünde tutulması gereken anlam ve nitelikte idi. Bu bakımdan, gayeye güvenli bir şekilde ulaşıncaya kadar, gerekirse, biraz da fedakârlık yapmak zaruretini duyuyorduk.
Mahmut Bey'e yazdığım şifrede kapalı bir şekilde bu noktalar da belirtilmişti.
Cemal Paşa'ya verdiğim cevabı olduğu gibi bilginize sunacağım :
Şifre Amasya, 24.10.1919
Özel, İvedi
Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretleri'ne
İlgi : 21.10.1919 tarih ve 419 sayılı şifre :
Ankara'dan vali hakkında yapılmış olan müracaat ve istirhamın aşağıdaki sebeplerden ileri geldiği anlaşılmıştır :
Şöyle ki : İstanbul'dan alınan güvenilir haberlerde İngilizler iIe İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin, İtilâf ve Hürriyet ve Nigehbancıların, Hristiyan azınlıklar ile işbirliği yaptıkları, Anadolu'ya birçok bozguncular göndererek millî teşkilâtı sakatlama ve İstanbul Hükümeti'ni dağıtma teşebbüslerinde bulundukları, bu bozguncuların Adapazarı ve Bursa'dan yola çıktıkları bildirildiği gibi, son günlerde Adapazarı'nda da bazı olayların görülmesi endişe yaratmıştır. Konya'ya gönderilen Vali Suphi Bey'in, İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin İstanbul Yönetim Kurulu üyelerinden olduğunu Konya'da Refet Bey'e söylemiş olduğu haberinin yayılmış olması, uyanan şupheyi daha da artırmıştır. Ankara valiliğine atanan Ziya Paşa'nın tutumu ve namusu hakkında bir şey denemezse de, kendisinin ehliyet ve iktidarı da şüpheli görüldüğünden, Ankara ili gibi millî teşkilât ve mücadelemizin en önemli merkezlerinden olan bir bölgede, daha durumlar açıklık kazanıp da tam bir sükunet ve güvenlik sağlanamadan, buradaki önemli işlerin başına, hiçbir tecrübesi bulunmayan âciz bir valinin getirilmesi tereddüt uyandırmıştır. Ankara'da bulunan vali vekili ve komutan ile Hey'et-i Temsiliye arasında yapılan haberleşmeler üzerine, şimdiki hükûmetin, her ne şekilde olursa olsun emirlerine ve yaptıklarına uymak tabiî görülmüş ve o yolda hareket edilmiş ise de, doğrudan doğruya halkın kendisi, tasavvur ettikleri tehlikeye karşı verilen güvenceyi yeterli görmeyerek, tam bir güvenlik ortamı doğuncaya kadar, kendilerince millî dâvâya bağlılığı denenmiş bulunan vali vekilinin göreve devamını elzem sayarak doğrudan doğruya hükümete başvurmuşlardır. Zâtıdevletlerinin son yazıları üzerine Ankara'da gereken kimselerle yeniden görüşülmüş, hatta sakıncaları bulunsa bile, sırf hükûmet otoritesini sarsmamak için Ziya Paşa'nın iyi karşılanmasının sağlanmasına çalışılmıştır. Ancak, karşılaştığı tehlikelerden ve fesatlıkların ağır bastığı gidişattan son derece ürkmüş olan halkı, bunu kabule inandırmak mümkün olamamıştır.
Dahiliye Nâzırı Paşa Hazretleri'nin, içinde bulunduğumuz durumun önem ve ciddiyetini, düşmanlarımızın durmadan ne kadar iblisçe çalışmakta olduklarını takdir buyurduklan şüphesiz bulunduğuna göre, Nezaret makamına yeni geçmiş olmaları yüzünden, çalıştırılmaya lâyık olan memurları tanımakta mazur oldukları gibi, Âdil Bey' in bile mûsteşarlığını yapmış olan Keşif Bey'in hâlâ, müsteşarlık yapmakta olduğu gözönünde bulundurulunca, özellikle yüksek dereceli memurların atanmasında ne dereceye kadar uzak görüşlü davranılmasının gerekeceği kendiliğinden anlaşılır. Bu bakımdan Ziya Paşa'nın şimdilik gönderilmemesinin sağlanmasına yüksek yardımları ve sonucun bir emirle bildirilmesi arz ve istirham olunur.
Mustafa Kemal
Efendiler, Ali Fuat Paşa, 28 Ekim 1919 tarihli bir şifresiyle, İstanbul'daki teşkilâtımızın, adıma gönderdikleri bir telgrafı bildirdi. Bu telgrafta verilen bilgiler önemliydi.
Çerkez Bekir'in yarattığı, o bilinen olay, Adapazarı ve çevresinde Kuva-yı Milliye'ye karşı isyan başlangıcı sayılmış. Bundan nasıl yararlanılacağı konusunda Padişah, Ferit Paşa, Âdil Bey ve Sait Molla ile Ali Kemal Bey'den kurulup bir hey'et, birtakım tasarlamalar da bulunmuşlar.
Bu telgraf ta, yukarıda adı geçen Hikmet hakkında da bilgi veriliyordu. Bu Hikmet, iki ay önce Amasya'dan Adapazarı'na gelmiş. O çevrede öteden beri kendisine ve ailesine karşı olanların millî teşkilâta girdiğini anlamış. Hikmet Bey, Amasya'dan geldiğini, beni tanıdığını ve millî teşkilâtı kurmaya yalnız kendisinin yetkili olduğunu ileri sürerek, Sivas'la haberleşmeye kalkışmak ister . Karşı taraf engel olur. Hikmet, karşı teşkilât kurar. Bunu sezen Sait Molla, Hikmet'i elde edecek çareyi bulur. Kendisini Hristiyanlara karşı bir isyan için ayartır.
Efendiler, Hikmet ile ve düşmanlarımızın Hristiyanlar aleyhindeki tertipleri ile ilgili olan bilgiler, daha sonra dokunacağımız bazı durumların kolaylıkla anlaşılmasına yarayacağı için, bunların gereksiz sayılmamasını rica ederim.
Efendiler, bu bilgiler üzerine Cemal Paşa'ya yazdığım telgrafa yüce meclisinizin de dikkatini çekmek isterim :
Şifre Sivas, 31.10.1919
Harbiye Nazırı Cemal Paşa Hazretleri'ne
Adapazarı dolaylarında, hükûmet ve millî teşkilât aleyhinde geçen olay yüksek şahıslarınca bilinmektedir. Bu olay, milli birlikteki kararlı tutum, İstanbul Hükûmeti'nin yerinde ve kesin tedbirleri sayesinde bastırılmış ise de, daha oralarda bozgunculuk tohumu tükenmiş değildir. Milletin birliği karşısında bunların tamamen ezilip yok olacağına şüphe yoktur. Ancak, bu bozgunculuk hareketlerinde Damat Ferit Paşa'nın, eski Dahiliye Nazırı Adil ve ondan önceki Ali Kemal Bey'lerle Sait Molla' nın teşvikçi ve tertipçi oldukları anlaşılmıştır. Adları bildirilen bu zatlar, kendi vatan hainliklerinin yanında, çok büyük ve tehlikeli bir hatâ daha işlemişlerdir. O da, mel'unca işlerinden sanki kutsal Padişah Hazretleri'nin de bilgisi bulunduğunu çevreye yaymak gibi büyük bir alçaklıktır. Kabinenin saygıdeğer hey'etinden büyük bir samimiyetle rica ederiz; şimdi vakit geçirmeden durumu uygun bir şekilde Padişah Hazretleri'nin tertemiz huzuruna arz etsinler. Milletin ve teşkilâtın bu gibi uydurmalara elbette değer vermeyeceği açık bir gerçektir. Bozguncuların, yalanlarla millî birliği lekelemek istediklerini ileri sûrerek, Saltanat Hükümeti'nce, olayın geçtiği bölgede resmen yalanlanmak suretiyle, herhangi bir yanlış anlaşılmaya meydan verilmemesi ve bu zararlı şahıslar hakkında gerekli incelemelerin yapılarak kovuşturmaya geçilmesi hayatî bir konu sayılmaktadır, efendim.
Hey'et-i Temsiliye adına
Mustafa Kemal
ALİ RIZA PAŞA KABİNESİ'Nİ İKTİDARDA TUTMA KARARI
Efendiler, Ali Rıza Paşa Kabinesi'nin sizlerce de bilinen kuruluş tarzına rağmen, yerinde kalmasının ve elden geldiği kadar desteklenmesinin neden gerekli görüldüğünü birazcık belirtmiştim.
Amasya'dan Sivas'a döndükten sonra, Hey'et-i Temsiliye ve orada bulunan öteki arkadaşlarla yaptığımız toplantıda, Amasya Mülâkatı ve diğer konular üzerinde arkadaşlara uzun uzadıya bilgi verdim. Bu toplantıda, Hey'et-i Temsiliye'ce alınan kararlara ait zabıtların 29 Ekim 1919 günü yapılan görüşmeyle ilgili sayfasında aynen kayda geçmiş olan şu kararı tespit ettik :
Başta Sadrazam Ali Rıza Paşa olmak üzere hepsinin âciz, Padişah gözünde bir mevki tutmak isteyen kimseler oldukları, bir kısmının Millî Mücadele'nin yanında bir kısmının da karşısında bulundukları, bununla birlikte, Zâtışâhane, ilk fırsatta bunları düşürerek yerine istibdadı sürdürecek bir hey'et getirmek isteyeceğinden, Millî Meclis kurulup da yasama görevine başlayıncaya kadar, Hey'et-i Temsiliye'nin bu kabineyi desteklemesinin vatan ve millet için hayırlı bir iş olduğu kabul edildi.
Gerçekten de bu kararımızı uyguladık. Bunu doğrulayan bir durumu yeri gelmişken bilginize sunayım :
İstanbul'daki teşkilâtımız, güvenilir kaynaklara dayandığını bildirdiği bazı bilgileri, 31 Ekim 1919 tarihinde bize gönderdi. O bilgiler şöyleydi :
İki günden beri Kiraz Hamdi Paşa, Mabeyn'e gidiyor, iki üç saat huzurda (Padişah'ın yanında) kalıyor ve şu karar alınıyor : Mareşal Zeki Paşa başkanlığında bir kabine kurulacak, Hamdi Paşa Harbiye Nâzırı, Prens Sabahattin Bey Hariciye nâzırı olacak; Tevfik Hamdi Bey Dahiliye, Eşref, Mahir Sait ve daha başkaları öteki nezaretleri alacaklardır. Bunlardan Sabahattin ve Mahir Sait'e daha teklif yapılmamıştır. Zâtışâhâne, Ali Rıza Paşa'ya, uygun bir zamanda, belki bu günlerde istifa teklif edecektir. Bu konuda daha önce faaliyetinden söz edilen bir blok, bir gizli dernek vardır. Bu bilgiler üzerine, Cemal Paşa'ya 2 Kasım 1919'da, Sadrazam'a hiçbir sebep ve bahane ile mevkiini bırakmamasına kesin olarak ihtiyaç duyulduğunun bildirilmesi, istifa gerçekleştiği takdirde, bütün memleketin İstanbul ile kesinlikle ilgisini keseceği bildirildi. Rumeli ve Anadolu'da bulunan bütün komutanlara da, bu durumla ve Cemal Paşa'ya yazılan telgrafla ilgili bilgi verildi. Ayrıca, ilişkide bulunulan Müdafaa-i Hukuk merkez hey'etlerinin de durumdan haberdar edilmesi gereği bildirildi.
Efendiler, Salih Paşa'nın İstanbul'a dönmesi üzerine, 2l Ekim tarihli protokolda belirtilmiş bulunan ve önemli olduğuna yaptığım sunuşlar sırasında işaret ettiğim nokta üzerinde, yani Meclis-i Meb'usan'ın toplanacağı yer hakkında, hükumetle aramızda tartışma başladı. Hükumetin Cemal Paşa vasıtasıyla yazdıkları ile bizim ileri sürdüğümüz görüşler bir defa daha incelenmeye değer inancındayım. Bu haberleşmemizin aslını Büyük Millet Meclisi'nin ilk toplantısına ait zabıtlarda görebileceğiniz için, burada ondan tekrar söz etmeyeceğim. Ancak Efendiler, bu konudaki haberleşme ve tartışmalar yalnız İstanbul Hükûmeti ve Cemal Paşa ile yapılmakla kalmıyor. Bütün memleketin ve özellikle İstanbul'daki teşkilâtımızın da bu konu ile ilgili görüşünü almak gerekiyordu. Burada, bu noktalar üzerinde bazı bilgiler sunacağım.
BARIŞ ANLAŞMASINA KADAR İSTANBUL'DA AYAK BASMAMAMIZ VE MİLLETVEKİLİ OLMAMAMIZ TAVSİYESİ
İstanbul teşkilâtımızdan, 13 Ekim I919 tarihinde açıklanma istenmek üzere çekilen telgrafımıza verdikleri 20 Ekim 19l9 tarihli cevapta, "milletvekillerinin İstanbul'da toplanmasında bir sakınca ve tehlike bulunmadığı, İtilâf Devletleri'nin herhangi bir davranışının medeniyet dünyasına karşı kötü etki yapacağinın imkân dahilinde görüldüğü" sözlerine yalnız "yasama gücü, şimdiki yetkisinin genişletilmesine teşebbüs ederse, Zâtışâhâne'nin Meclis'i kapatmaya kalkışması ve muhaliflerin tehlikeli durum almaları, İtilâf Devletleri'nin de bundan yararlanarak zâtı devletleri gibi yüksek şahsiyetlere saldırma cesaretini göstermeleri muhtemeldir" sözleri ekleniyordu. Bu telgrafın sonunda da bizim barış anlaşması yapılıncaya kadar, İstanbul'a ayak basmamaklığımız ve milletvekili olmamaklığımız tavsiye olunuyordu.
İstanbul'daki teşkilât merkezimizden Kara Vasıf Bey'in gizli, Şevket Bey'in açık imzasıyla aldığımız 30 Ekim 1919 tarihli şifrede, teşkilâtımızda bulunanların görüşleri, daha birçok kimsenin görüşleri iIe destekleniyordu. Bu şifrenin birinci maddesi şöyle başlıyordu : Ahmet İzzet Paşa, Sadrazam, Harbiye Nâzırı, Genelkurmay Başkanı, Nafıa Nâzırı ve programlara gerçekten bağlı olan ve hizmet eden, bağlılığı ile birlikte önemli bir kuvveti de bulunan göz doktoru Esat Paşa ile, ayrıca Rauf Ahmet Bey ve diğer zatlarla gerek kendi istekleri üzerinde gerek ilişkimiz dolayısıyla görüştüm. Bütün düşüncelerin birleştiği noktalar aşağıdadır :
Bundan sonra bütün düşüncelerin birleştiği noktalar özetleniyordu :
1- Meclis-i Meb'usan'ın İstanbul'da toplanması zarurîdir. Yalnız biz İstanbul'a gitmemeliyiz. Sadrazam Paşa, meclisin İstanbul'da vicdan huzuru içinde kararlar alabileceğini yabancılardan söz alarak vâdetti. Fahat, yalnız bizim için güvence sağlamak mümkün olamayacağından, "milletvekili olurlarsa izinli olarak veyahut milletvekili olmadan daha yüksekte ve milletin sevgilisi olarak kalmaları uygun olur" deniliyordu.
Birinci maddenin (b) fıkrasında : 1Zaten hükûmet, yapılacak anlaşmada nisbî temsili, azınlıkların hakları bakımından kabule mecburdur. Şu halde, Millî Meclis'in, azınlıkların da yeniden seçime katılmaları için dağılıp yeniden seçileceği bazı çevrelerce kesin olarak ümit edilmektedir" şeklinde yeni bir bilgi veriliyordu.
Birinci maddenin (c) fıkrasında da : "Hükûmet gerçekte iyi niyetlidir. Ancak isteksizlik içindedir" güvencesi okunuyordu.
İkinci maddede de : "Elden geldiği kadar sosyalist, birkaç temiz Hürriyet ve İtilâfçı v.b. çıkarmak gibi bizim anlayamayacağımız çapraşık ve karışık bir anlayışın belirtisine rastlıyorduk. Ondan sonra :
3' üncü maddeyi : " Hükûmeti güç durumlara düşürmemek. "
4'üncü maddeyi de : "Bize zararı dokunacakları, her şekilde inandırarak elde etmek istiyorum. Herkes de bana bunu tavsiye ediyor. Örnek olarak, Refi Cevat, sosyalistler gibi" görüşleri içine alıyordu.
1 ve 4 Ekim 1919 tarihlerinde, İstanbul'daki teşkilâtımıza uzun düşünce ve yorumların yer aldığı cevaplar verdik. Bu cevaplarımızda, özet olarak : "Milletvekillerinin İstanbul'da toplanması her bakımdan tehlikeli va sakıncalıdır" dedik ve açıklamasını yaptık. Cemal Paşa vasıtasıyla hükûmete bildirdiğimiz görüşleri özetledik. "Bizim için var olan tehlikenin bütün milletvekilleri için söz konusu olduğunu" ispata çalıştık. "Bizim seyirci durumunda kalmamız mutlaka arzu buyuruluyorsa, gerekçeleriyle birlikte" bildirilmesini istedik.
Yalnız, Kara Vasıf Bey'e çekilen telgrafta :
"Ahmet İzzet Paşa Hazretleri, aslında Millî Mücadele'nin İstanbul'da katliama yol açabileceği zannında idi. Sözlerinin ciddiye alınması öncelikle bu kanaatlarının değişip değişmediğini bilmekle mümkündür. Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretleri'ne gelince : Onun da kararsız olduğunu bilmez değilsiniz. Abuk Paşa da aynı zihniyet ve ruh hali içindedir. Göz doktoru Esat Paşa hakkında kesin bir düşüncem yoktur. Yalnız, bazıları bu zatı son derece dar görüşlü, pek fazla şan ve şöhret düşkünü olarak gösteriyorlar. Sözün kısası, irade ve düşüncelerinde kararlılık ve isabet olmayan ve İstanbul'da düşman baskısı altında düşünen resmî ve özel şahısların tavsiyeleri incelenmeye değer" dedikten ve söz konusu olan toplantı yeri hakkında, yeniden, gelebilecek tehlike ve sakıncaları saydıktan sonra nasıl garip karşılanacak olan nokta, bizi, yani adları bilinen iki üç kişiyi korumakta güçsüzlüğe düşen hükûmetin, öteki milletvekillerini nasıl koruyacağı meselesidir.
Bizde yavaş yavaş yer etmeye başlayan görüş ve kanaat, ne yazık ki yabancılar değil, aksine belki onlardan çok, şimdiki hükumet üyeleri ile diğer şahıslardan bazılarının bizi tehlikeli saymakta olmalarıdır" dedik.
Bundan sonra yer alan fıkralardan birinde : "Nisbî temsili kabul etme zarureti karşısında Meclis'in dağıtılmasını şimdiden düşünen bir çevrede, Meclis-i Meb'usan'ın toplanmaması gereği tabiî görülmelidir" kanaatını belirttik.
Bir fıkrada da : "Hükûmetin istekli olmadığı sözünden bir şey anlayamadığımıza işaret ederek, maksadı bizi güç zamanlarda yalnız bırakmak mıdır?" sorusundan sonra, onların bir düşüncelerine karşılık olarak da "muhaliflerin iktidara geçmesinden korkmak yarar sağlamaz. Bundan dolayı politika ve tutum değiştirilemez" dedik.
Efendiler, bu yazışmalardan ve bu yazışmalarda ileri sürülen düşüncelderden kolaylıkla anlaşılmaktaydı ki, bizim İstanbul'daki teşkilâtımızın ileri gelenleri, hükumet adamlarının, şunun bunun görüşlerine tutsak olmuşlar ve artık onlara sözcülük etmekten öteye bir görev yapmıyorlardı.
İşte, diğer bir şifre telgraf ki, 6 Kasım 1919 tarihinde yazılıyor, ancak şifrenin metninde Kara Vasıf Bey'in görüş ve üslûbu hâkim oluyor ve Harbiye Nâzırı Cemal Paşa imzasıyla geliyordu. Bu şifrede yine toplanma yerinden söz edilerek, özellikle : "Önce siyasî sakıncalar var, sonra idarî sakıncalar var, daha sonra toplanma imkânı yoktur... Zaruret duyguya hâkim olmalıdır... Uygun karşılığınızı acele olarak kabineye bildiriniz" sözleriyle baskı yapılıyor ve "Japon Rıza Bey'le birlikte pek yakında iyi haberlerle sizin yanınızda olacağım" müjdesi veriliyordu. "Sulh ve Selâmet'i iyice kazandık demektir. Millî Türk de bizim. Milî Ahrâr'ı yıkıyoruz. Millî Kongre yola gelecek" cümleleriyle de iyi haberlerin nelere, ne gibi boş şeylere ait olduğunu belirtmekte acele ediliyordu.
Kara Vasıf Bey'e 7 Kasım 1919'da hemen Sivas'a gelmesini yazdım.
Kara Vasıf Bey'in yine aynı konu ile ilgili olarak gönderdiği, 19 Kasım 1919 tarihli şifresinde uzun düşüncelere dayandırdığı muhakeme ve mantığını şu cümlede özetliyordu :
"Kuva-yı Milliye ile aynı görüşte olan Meclis, Padişah'a karşı düşmanlık ilân ederse, Anadolu kimin arkasından gider? !... Kuva-yı Milliye'ye mi tâbi olsun?!...
Meclisi Anadolu'da toplamak düşüncesinden vazgeçmek, bir vatan borcudur..."
KOMUTANLARIN GÜRÜŞLERİNİ AlMAK
Efendiler, çok önemli olan bu Meclis'in toplanacağı yer konusunda kendi başına karar verip, bu kararı da millete ve seçilen milletvekillerine uygulatmak, pek tehlikeli olurdu. Bu sebeple, büyük bir dikkat ve incelikle bütün şahsî veya genel duygu ve düşünceleri gözden geçirmek, gerçek eğilimi anlayarak uygulanabilecek kararı bulmak zarureti ile karşı karşıya idim.
Gördüğünüz gibi, bir yandan İstanbul'un ileri gelenleriyle haberleşirken, bir yandan da çeşitli yollarla kamuoyunu yokluyordum. Vereceğim kararın uygulanmasını sağlamak için ordunun görüşünü almak da pek önemliydi. Bu yüzden daha Ekimin 29'unda, 15'inci, 20'inci, I2'nci ve 3'üncü Kolordu Komutanları'nı Sıvas'ta bir toplantıya davet ettim.
Diyarbakır'daki Kolordu Komutanı'na, Edirne'deki Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey'e, Bursa'da Yusuf İzet Paşa'ya Balıkesir'de Kâzım Paşa'ya, Bursa'da Bekir Sami Bey'e de "kendilerini, aradaki yolun uzaklığı ve özel durumları dolayısıyla davet etmediğimi, alınan kararları bildireceğimi" yazdım.
Efendiler, davet edilen komutanlardan Salâhattin Bey zaten Sıvas'ta idi. Kâzım Karabekir Paşa Erzurum'dan, Ali Fuat Paşa Ankara'dan ve Konya'daki Kolordu Komutanı'nın cephe ile ilgili önemli işleri bizzat düzene sokması gerektiğinden, kendisine vekil olarak Konya'dan da Kurmay Başkanı Şemsettin Bey gelerek Sıvas'ta toplandılar. Hey'et-i Temsiliye'den olan veya bu hey'etten olmayıp da toplantıda bulunmaları yararlı görülen şahısların ve komutanların katılmasıyla, 16 Kasım 1919 günü görüşmelere başladık. Toplantı gündemimiz şu üç noktadan ibaret olacaktı :
1- Meclis-i Meb'usan'ın toplanma yeri,
2 - Meclis'in toplanmasından sonra Hey'et-i Temsiliye'nin ve millî teşkilâtın alacağı şekil ve çalışma yöntemi
3 - Paris Barış Konferansı'nın bizim için olumlu veya olumsuz bir karar vermesi halinde tutulacak yol.
DÖRT AYKIRI GÖRÜŞ VE ALDIĞIMIZ KARAR
Efendiler, bu tarihe kadar cemiyetimizin merkez hey'etlerinden istediğimiz bilgilere gelen cevaplar dört görüş etrafında toplanıyordu :
1 - Birinci görüşe göre, Meclis-i Meb'usan'ın İstanbul dışında toplanması uygun görülüyordu.
2 - Başında Erzurum, Trabzon, Balıkesir ve bütün Karesi, Saruhan hey'etlerinin bulunduğu ikinci görüşe göre İstanbul'da, İstanbul'daki devlet adamları ile ileri gelenlerden hemen hepsinin bu görüşte olduğunu biliyoruz. Padişah'ın isteği, hükumetin ısrarı da buydu.
3 - Trakya - Paşaeli'nden gelen üçüncü görüşe göre, İstanbul yakınlarında...
4 - Bir kısım merkez hey'etleri de Salih Paşa'nın şahsi görüşüne dayanarak, hükûmetin "olur" demesi halinde, İstanbul dışında toplanmakta bir sakınca görmüyorlardı.
Efendiler, İstanbul Hükûmeti ile yardakçılarının kamuoyunu ne kadar bulandırıp karıştırmış olduğunu, milletin ortaya koyduğu bu farklı görüşlerden kolaylıkla anlamak mümkündür.
Artık bunun üzerine direnmenin kötü sonuçlar vereceği yargısına varmak da güç değildir.
Şimdi, 16 Kasım 1919'dan 29 Kasım 1919 tarihine kadar, günlerce süren görüşme ve tartışmalardan çıkan sonuçları ve alınan kararları olduğu gibi yüksek bilgilerinize sunuyorum :
1- Millî Meclis'in lstanbul'da toplanmasının sakınca ve tehlikelerine rağmen, Saltanat Hükûmeti İstanbul dışında toplanmayı kabul etmediği ve memleketi bir bunalıma sürüklemekten sakınıldığı için, Meclis'in İstanbul'da toplanması zarureti kabul edildi. Ancak, aşağıdaki tedbirlerin alınnıası gereği de karara bağlandı :
a) Bütün milletvekillerinin durum hakkında aydınlatılarak teker teker görüşlerinin alınması,
b) Millî Meclis İstanbul'da toplanacağına göre, milletvekillerinin İstanbul'a gitmeden önce, Trabzon, Samsun, İnebolu, Eskişehir ve Edirne gibi yerlerda kısım kısım toplanarak, gerek İstanbul'da gerek İstanbul dışında alınması gereken güvenlik tedbirlerini ve programımızın esaslarını savunacak kuvvetli bir grup oluşturma yolları üzerinde görüşmeleri,
c) Cemiyetin teşkilatını sür'atle genişletmek ve güçlendirmek için, kolordu komutantanının, bölge komutanları ve askere alma teşkilâtı başkanları vasıtasıyla vakit kaybetmeden fiili yardımda bulunmaları,
d) Bütün sivil idare âmirlerinden, her ihtimale karşı, millî teşkilâta bağlı kalacaklarına dair söz alınması ve kendilerinin eldeki imkânlarıyla cemiyetin teşkilâtını kurmaya sür'atle girişmelerinin istenmesi,
2 - Millî Meclis İstanbul'da toplandıktan sonra, milletvekillerinin, tam biz güvenlik ve serbestlik içinde yaşama görevlerini yapmakta olduklarını açıklayacakları güne kadar, Hey'et-i Temsiliye, şimdiye kadar olduğu gibi yine İstanbul dışında kalarak millî görevine devam edecektir. Ancak, bütün sancaklardan ve milletvekili olan kimseler arasından seçilmek üzere birer, illerden ve müstakil sancaklardan ikişer zatın, tüzüğün sekizinci maddesi gereğince Hey'et-i Temsiliye üyesi olarak Eskişehir yakınında toplantıya çağırılıp, durumun açıklanması ve Meclis-i Meb'usan'daki tutumun kararlaştırılması üzerinde görüşülecektir. Bu sebeple Hey'et-i Temsiliye de oraya gidecektir. Bu toplantıdan sonra, Hey'et-i Tenısiliye de uygun şekilde yeni üyelerle desteklendikten sonra, öteki milletvekilleri de İstanbul'a Millî Meclis'e gideceklerdir. Hey'et-i Temsiliye göreve devam ettiği sürece, millî teşkilâtın şekli ve çalışma yöntemi tüzükte yazıldığı şekilde olacaktır.
Meclis-i Meb'usan, tam bir güvenlik içinde bulunduğunu açıkladığı zaman, Hey'et-i Temsiliye tüzükteki yetkisine dayanarak, genel kongreyi toplantıya çağırıp on birinci madde uyarınca da cemiyetin ileride alacağı şeklin belirlenmesini, kongrenin kararına bırakacaktır. Kongrenin nerede ve nasıl toplanacağı o zamanki durum ve şartlara göre ayarlanacaktır, Kongrenin toplantıya çağırıldığı zaman ile toplanması arasında geçecek süre içinde, Hey'et-i Temsiliye, İstanbul Hükûmeti ve Meclis-i Meb'usan Başkanlığı ile kesin bir zaruret görmedikçe resmî ilişkilerde bulunmaz.
3 - Paris Barış Konferansı, bizim için olumsuz bir karar verdiği ve bu karar hükûmet ve Millî Meclis'çe kabul edilip onaylandığı takdirde, elverişli en kestirme yoldan millî iradeye başvurularak, tüzükte açıklanmış olan esasların gerçekleştirilmesine çalışılacaktır.
Mustafa Kemal
Rüstem Mazhar Müfit Ali Fuat
Hüsrev Hüseyin Rauf Kâzım Karabekir Hakkı Behiç
Hüseyin Selâhattin İbralıim Süreyya Bekir Sami Ömer Mümtaz
Vâsıf
12'nci Kolordu Kurmay Başkanı
Şemsettin
-
MİLLETVEKİLLERİNE VERİLEN DİREKTİF
Efendiler, bu kararlar gereğince, milletvekillerin aydınlatmak için verdiğimiz bilgi ve direktifleri olduğu gibi bilginize sunacağım :
Seçilen milletvekillerine verilen bilgi ve direktifler şunlardır :
Madde 1- İstanbul'un, İtilâf Devletleri'nin ve özellikle ingiliz kara kuvvetlerinin işgali altında ve deniz kuvvetlerince kuşatılmış olduğu, güvenlik kuvvetlerinin de yabancılar elinde ve karmakarışık durumda bulunduğu bilinmektedir. Bundan başka, Rumların kendi aralarından İstanbul milletvekili adıyla kırk kişi seçtikleri ve Atina'dan gelmiş Yunan lider ve komutanlarınm yönetimi altında olmak üzere, gizli polis ve ihtilâlci örgütler kurarak, devletimize zamanı gelince isyan edecekleri anlaşılmıştır. Maalesef, hükûmetin İstanbul'da serbest olmadığını itiraf etmek mecburiyeti vardır. İşte bu sebeplerle, Millî Meclis'in toplanma yerini tartışmak gibi bir konu ortaya çıkmış bulunuyor. Millî Meclis İstanbul'da toplandığı takdirde, milletvekillerinin yapacakları vatan görevi dikkate alınırsa, tehlikeye uğramalarından cidden korkulur. Gerçekten de İtilaf Devletleri'nin Ateşkes Anlaşması hükümlerini bozarak barış anlaşmasını beklemeye gerek duymadan, vatanımızın önemli bölgelerini işgal etmek ve Hristiyan azınlıklara haklarımızı çiğneme fırsatını vermek suretiyle yapılan haksız muamelelerini eleştirip reddedecek, toprak bütünlüğümüzü ve bağımsızlığımızın dokunulmazlığını yılmadan isteyecek ve savunacak olan Meclis-i Meb'usan'ın dağıtılması ve üyelerinin tutuklanması veya sûrgün edilmesi, uzak bir ihtimal değildir. Tıpkı Kars'ta toplanan Milli İslâm Şurası'na İngilizlerin yaptıkları gibi. Seçimlere katılmamış olan Hristiyan azınlıkların, onlara uyan İngiliz Muhipleri ve Nigehban Cemiyetleri'nin, bu konuda düşmanların gayelerine hizmet ederek her türlü kötülüğü yapabilecekleri de akla gelebilir. Bu bakımdan, Millî Meclis'in İstanbul'da toplanması, Meclis'ten beklenen ciddi ve tarihî görevin yerine getirilmesini imkânsız kılacağından ve Milli Meclis de devlet ve milletin bağımsızlığının temsilcisi olduğundan, ona vurulacak darbe ile bağımsızlığımızın da zedeleneceğini belirtmeye gerek yoktur. Kabine adına, Amasya'da Heyet-i Temsiliye ile görüşmelerde bulunan Bahriye Nâzırı Salih Paşa Hazretleri bile bu gerçekleri göz önünde tutarak Milli Meclis'in İstanbul'un dışında güvenli bir yerde toplanması gereğine vicdanı ile de düşüncesi ile de kanaat getirmiş ve bu hususu uygun bulduğunu imzası ile doğrulamıştır. Millî Meclis'in düşman baskısından uzakta ve tam bir güvenlik içinde bulunan bir yerde toplanması halinde, İstanbul'da toplandığı takdirde akla gelebilecek bütün sakıncalar ortadan kalkmış olacağı gibi, hilâfet ve saltânatın tehlikede olduğunu dünya kamuoyuna ve özellikle İslâm âlemine fiilen duyurmuş olacak, milli varlık ve bağımsızlığımızın aleyhinde alınması muhtemel bir karar karşısında vatana ve millete karşı olan görevlerini yerine getirebilecek ve İtilâf Devletleri karşısında, Meclis'in milletin kaderine tamamen hâkim bulunduğu daha açık bir şekilde ortaya konabilecektir. Meclis'in İstanbul dışında toplanması halinde akla gelebilecek olan sakıncalar aşağıdadır :
Millet düşmanları, İstanbul'un gözden çıkarıldığı yolunda zararlı bir propagandaya fırsat bulacaktır. Hükümet, İstanbul'da olduğu gibi, Meclis ile kolayca temas ve bağlantı kuramayacaktır. Meclis'in açılış töreni, Zâtışâhâne'yi yolculuk külfeti ile karşı karşıya bırakmamak için, vekil tayin buyuracakları bir zat vasıtasıyla yapılabilecektir. İşte bu sakıncalar dolayısıyla şimdiki hükumet, Millî Meclis'in İstanbul dışında açılmasını kabul etmemiştir. Hükumetin bu olumsuz kararı yüzünden söz konusu sakıncalara aşağıdaki sakıncalar da eklenmektedir :
Millî Meclis'in kanuna uygun olarak toplanması, Meclis-i Meb'usan ile Ayân Meclisi'nin aynı yerde ve aynı zamanda bulunmasına bağlı olduğundan, hükûmetin İstanbul dışında, uygun göreceği bir yerde toplanmaya razı olması yüzünden, Ayân Meclisi ve Hükümet, İstanbul dışındaki toplantıya katılmayacak ve Zâtışahane'ye usulûne uygun olarak Meclis'i açtırmayacaktır.
Bu durum karşısında Millî Meclis'in İstanbul dışında toplanmasına kanun bakımından imkân kalmadığı için, yukarıda arz edilen sıkıntılara rağmen, İstanbul'da toplanması bir zaruret hükmüne girmiş bulunuyor. Sayın milletvekilleri İstanbul'a gitmekten çekinerek, İstanbul dışında kendiliklerinden toplandıkları takdirde, böyle bir toplanma elbette Millî Meclis'in herkesçe bilinen yasama gücünü temsil edemez. Belki, milletin varlığını, gayelerini, bağımsızlığını temsil edecek, onun hakkında verilecek hükümleri eleştirecek ve yine millete dayanarak reddedebilecek bir millî kongre şeklinde olabilir. Bu takdirde, Millî Meclis de elbette İstanbul'da toplanmamaya mahkum olur. Böyle bir davranışın, hükumetin karşı çıkmasına, zorlayıcı tedbirler almasına ve sonunda millet ile İstanbul Hükumeti arasındaki her türlü ilişkinin kesilmesine yol açacağı da düşünülebilir.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, yukarıda dile getirilen bütün hususları gözden geçirip tartıştıktan sonra, Millî Meclis'in İstanbul'da toplanma zaruretine karşı, durumu bütün milletvekillerine bildirerek, her birinin düşünce ve görüşlerini almayı görev saymıştır. Bundan başka, sayın milletvekillerinin İstanbul'da Milli Meclis'e girmeden önce, kolayca bir araya gelebilecekleri bazı yerlerde toplanıp aşağıdaki hususları görüşmeleri ve görüşme sonuçlarının birleştirilebilmesi için bunları Hey'et-i Temsiliye'ye bildirmeleri gerekli görülmüştür. Görüşülecek hususlar şunlardır :
a) Meclis'in İstanbul'da toplanması zaruretine karşı, İstanbul ve İstanbul dışında olmak üzere bütün yurtta alınması gerekli tedbirler, yapılması gerekli hazırlıklar;
b) Meclis-i Meb'usan'da vatanın bütünlüğünü, devlet ve milletin bağımsızlığını kurtarmaktan ibaret olan gayeyi korumak ve savunmak için birleşmiş azimli bır kadro kurma çarelerinin düşünülmesi;
Milletvekillerinin yukarıdaki hususları görüşmek için toplanmaları uygun görülen yerler şunlardır :
Trabzon, Samsun, İnebolu, Eskişehir, Bursa, Bandırma, Edirne
Madde 2 - Birinci maddeyi, olduğu gibi bölgelerinizde bulunan milletvekillerine bildirerek, önce, en kısa zamanda onların şahsî görüşlerini almak ve bunda vakit kaybetmeden bir yandan Hey'et-i Temsiliye'ye bildirmek, bir yandan da bölgelerinizdeki merkez hey'etlerine ulaştırarak bu konuda faaliyet göstermelerini sağlamak.
İkinci olarak, bölgelerinizdeki milletvekillerinin birinci maddede gösterilen yerlerde huzur ve güven içinde toplanmalarını sağlayarak, görüşme sonuçlarının Hey et-i Temsiliye'ye bildirilmesi için gereken tedbirlerin alınması istirham olunur.
Sizlerin seçim bölgelerinden milletvekili olup da şimdi İstanbul'da bulunanların, kendi seçim bölgelerindeki teşkilâtı tarafından, İstanbul'a yakın toplanma yerlerinden birine davet ettirilmesi gerekir.
EKİM 1919'DA ÖNEMLİ İÇ OLAYLAR
Efendiler, 1919 yılı Ekimine ait olup da dokunmak istediğim bazı olayları da birkaç kelime ile özetlememe müsaadenizi rica ederim.
İşgal altında bulunan İzmir ilindeki müslüman halk, zulüm görüyor ve öldürülüyordu. Bunun için, hükûmetten, İtilâf Devletleri'nin temsilcileri katında etkileyici teşebbüslerde bulunmasını rica ettik. Yunanlıların zulüm ve zorbalıkları devam ederse, aynı şekilde karşı koymak mecburiyetinde kalınacağını da bildirdik. İzmir'deki fecî olaylar üzerine İstanbul'da bir gösteri toplantısı yapılmak istenmişti. Bunun engellendiği haber alınınca Cemal Paşa'nın dikkatini çektik.
Anzavur, Bandırma çevrelerinde haince ve canavarca hareketlere başlamıştı. Verdiği zararları önlemek için ve Karabiga, Bandırma taraflarına çıkan Nigehban Cemiyeti'ne bağlı subaylar hakkında, Balıkesir'de, Kâzım Paşa'ya ve diğer ilgililere yazdık. Otuz kadar Nigehbancı subayın da bir yabancı işgaline zemin hazırlamak için, Hristiyanlara karşı hareket etmek üzere, Trabzon ve Samsun'a çıkacaklarını haber aIdık. Derhal 15'inci Kolordu'nun ve Canik Mutasarrıfı'nın dikkatlerini çektik.
Yüksek hey'etinizce bilinmektedir ki, başlangıçta Maraş, Urfa ve Ayıntap'ta İngiliz birlikleri vardı. Bu birlikler Fransız askerleri ile değiştirildi. Bu yüzden işgali yeniden önlemeye çalıştık. İşgalden sonra da önce siyasî, daha sonra fiilî teşebbüslere geçtik.
Bozkır'da, yeniden önemli sayılabilecek bir ayaklanma oldu. Onun bastırılması için çeşitli tedbirlere başvurduk.
Maraş ve Antep'te Kılıç Ali Bey'i, Çukurova bölgesine de Topçu Binbaşısı Kemal ve Yüzbaşı Osman Tufan Bey'leri göndererek ciddî teşkilatlanmaya ve teşebbüslere geçtik.
Efendiler, bu arada hatırıma gelen bir noktayı da arzetmiş bulunayım : Sivas Kongresi'nden sonra, Hey'et-i Temsiliye, sorumluluğu kendi üzerine alarak, kongrelerin tüzük ve bildirileri dışında ve Sivas Kongresi Tüzüğüne ek olmak üzere, "Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kuruluş Tüzüğüne Ektir" başlıklı, "yalnız üyeleri için ve gizlidir" kayıtlı, silâhlı millî teşkilâtlar için gizli bir yönerge düzenlendi. Düşmanla çatışılan yerlerde bu yönergeye göre, silâhlı müfrezeler ve birlikler kuruldu.
ALİ RIZA PAŞA KABİNESİ GÖRÜŞÜNDE DİRENİYOR
Efendiler, 2 Kasımda, Harbiye Nâzırı Cemal Paşa' dan aldığım bir şifreli telgrafta : "Zaten az olmayan dedikodulara biri daha eklendi. Ziya Paşa' nın Ankara'ya kadar gitmemesi, destek lûtfedilen hükûmetin otoritesini kırmaktan başka bir anlama gelemez. Bu konuda hükûmet, görüşünde ısrarlıdır" denilmekte ve bunun cevabının acele beklenmekte olduğu bildirilmekteydi. Ziya Paşa' nın gönderilmemesi ile ilgi ricamıza hükûmet iltifat etmemişti. Ziya Paşa' yı görevlendirmiş ve göndermişti. Ziya Paşa Eskişehir'e kadar gelmiş ve oradan izin alarak geri dönmüştü. Cemal Paşa, aynı telgrafında "Bozkır olayından dolayı basına verilen bildirinin tarzını, hükûmet, aramızdaki uzlaşmaya aykırı görmektedir" diyordu. Oysa, böyle bir bildirimiz yoktu.
Cemal Paşa' nın bu telgrafına şu karşılığı verdik :
Sivas, 3.11.1919
İvedi
Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretleri'ne
İlgi : 2.11.1919 tarih ve 501 sayılı şifre :
1- Hükûmetle millî teşkilât arasında samimî bir uzlaşmaya ve gerçek bir görüş birliğine vardık. Zâtıdevletleri vasıtasıyla pek önemli bir istirhamımız vardı. O da meşru bir gayeye yönelen millî teşkilâtın zarar görmemesi için, bütün yüksek dereceli memurların bu görüşe göre seçilmesi, karşı olanların değiştirilmesiydi. Bunlarla ilgili olarak birbiri ardınca yaptığımız istirhamlara cevap alamadık. Trabzon ve Diyarbakır valileri ile Antalya mutasarrıfı hakkında ne yapıldığını daha bilmiyoruz. Yalnız, durumu yerinde incelemeksizin, Dahiliye Nezareti, Konya'ya Muhipler Cemiyeti üyelerinden, pek yetersiz ve güçsüz olan Suphi Bey'i vali olarak gönderdi. Dahiliye Nâzırı'nın bu gibi konularda bizimle hiçbir temas ve ilişki kabul etmediği; sanki millî teşkilâta karşı imiş gibi davrandığı kanaatı uyanıyor.Bu düşüncemizde yanılıyorsak, durumun açıklanmasını ve aydınlatılmamızı rica ederiz. Ankara Valisi Ziya Paşa' nın kendi isteği ile izin aldığını arz etmiştim. Tabiî yine kendi kendisi, resmî olarak Ankara Valisi sayılmaktadır. Ancak, arz ettiğim noktadaki şüphe ve zan ortadan kalkıncaya kadar, adı geçen valinin izinli oluştan yararlanmaya devam etmesi en iyi şekil olarak kabul edilmelidir. Polis Müdürlüğü'nün hâlâ Nurettin Bey gibi bir kimsenin elinde bulunuşu, zâtıdevletinizin de bu pek önemli noktaya karşı kayıtsız davranmakta olduğunuz kanaatını vermektedir. Halbuki, bu hoşgörürlüğün sonucu hem hükümete hem de millî teşkilâta zararlı olacaktır. Hey'et-i Temsiliye'nin millî teşkilâtı ve millî birliği bozacak en ufak bir durum karşısında görmezlikten gelemeyeceğini elbette hoş görürsünüz.
2 - Bozkır olayı hakkında, Hey'et-i Temsiliye'ce basına bir bildiri verilmemiştir. Bunda bir yanlışlık olacaktır. Belki de, bu haberler, İrade-i Milliye gazetesinin aldığı bilgilere dayanmaktadır. Hey'et-i Temsiliye'nin bir gazeteye sansür koyma yetkisinin bulunmadığı yüksek malûmunuzdur. Bununla birlikte gazetenin dikkati çekilmek üzere, bu haberde, hükûmet ile aramızdaki uzlaşmaya aykırı görülen noktaların açıklanmasını istirham ederiz.
Hey'et-i Temsiliye adına
Mustafa Kemal
Hey'et-i Temsiliye'nin temsilcisi ve Millî Mücadele'den yana olduğunu iddia eden Cemal Paşa' nın telgrafımıza cevabı şudur :
Harbiye, 4/5.ll.1919
Sivas'ta 3'üncü Kolordu Komutanlığı'na
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri' ne : Resmî bildiride yazıldığı gibi, bugünkü hükumet, böyle bir zamanda, sırf vatan ve memlekete hizmet emeliyle büyük bir sorumluluğu üzerine almış ve bu görevini yerine getirmek için tam bir tarafsızlık ve samimiyetle hareket etmekte bulunmuş olduğundan, aşağıdaki noktaların âcele olarak açıklanmasına gerek duyuldu :
Birincisi; milletvekili seçimlerine azınlıklar katılmadığı gibi, bugün çeşitli partiler de çekingen durumdadır. Çeşitli partiler, memlekette iki hükûmetin bulunduğunu, seçimlerin tarafsız yapılmadığını buna sebep olarak göstermekte ve azınlıkların da, sonradan, bu sebebe dayanarak seçime katılmadıklarını ileri sürmeleri büyük bir ihtimal dahilinde görülmektedir... Seçimlerin tarafsızlık içinde yapılmadığı konusundaki şikâyet ve söylentiler artarak, yabancı basın ve çevrelere kadar uzanmıştır. Meclis-i Meb'usan, milletin bütün unsurlarını temsil etmediği ve özellikle Kuva-yı Milliye'nin etkileri ile kurulduğu takdirde, bunun dünya kamuoyunda nasıl karşılanacağı açıklanmaya muhtaç değildir. Bu bakımdan, milletvekili seçimlerinde baskı yapılmasına meydan verilmemesi zarurîdir.
ikincisi; tekrarı gereksiz sebeplerden dolayı, Meclis-i Meb'usan'ın hükûmet merkezinin dışında bir yerde toplanması, içte ve dışta çeşitli sakınca ve zararlar doğuracağından, Meclis'in mutlaka İstanbul'da toplanması memleketin hayatî çıkarlarının gereğidir.
Üçüncüsü; taşralarda, bazı kimseler tarafından, millî teşkilât adına hükumet işlerine karışılmakta olduğu biribirini kovalayan bilgi ve haberlerden anlaşıldığından, bu karışmaların bir an önce ve sür'atle önlenmesi zarurîdir.
Bugünkü hükümet, bu üç isteğinde ısrar etmektedir. Bunun dışında bir formülle hükûmet işlerini yürütme imkânı yoktur.
Harbiye Nâzırı
Cemal
Cemal Paşa' nın bu telgrafına - Başyaver Salih Bey tarafından açılacaktır kaydıyla - verdiğimiz karşılığı olduğu gibi bilginize sunmak isterim :
Sivas, 5.11.1919
Harbiye Nâzırı Cemal paşa Hazretleri'ne
İlgi : 4/5.11.1919
1- Azınlıklar ile, bu vatan ve bu millet için azınlıklardan daha da zararlı olan bazı siyasî partilerin seçimlere katılmayışlarını, onların kasıtlı ortaya attıkları sebeplere dayandırmak elbette doğru olamaz. Hristiyan azınlıkların, daha millî teşkilâtın adı bile yokken, seçimlere katılmayacaklarını ilân ettikleri bilinmemekte midir? Yaygara koparan siyasî partilere gelince, bunlar yalan söylüyorlar. Çünkü, her yerde seçimlere katılmışlardır. Ancak, beşer onar kişiden ibaret olan bu partilerin millet gözünde bir değerleri olmadığından ve millet, temsilcilerini, bu defa İstanbul'daki politikacılardan değil, kendi bağrındaki öz vatandaşları arasından seçmekte olduğundan, bunlar kendilerinin başarı elde edemeyeceklerini anlayarak telaş ediyorlar. Buna karşı bizim elimizden ne gelebilir? Bu noktadaki gerçek karşısında, kabinenin kararsızlık içinde oluşu çok şaşırtıcıdır. Sözü edilen baskı nerede, kimin tarafından ve nasıl yapılmıştır? Lutfen açıklanmalıdır ki, Hey'et-i Temsiliye görevini yerine getirebilsin. Asıl iddialara önem vererek telâşa düşmek doğru değildir.
2 - Meclis'in nerede toplanacağı konusundaki görüşte, hükûmetin direnmesinin yerinde olup olmadığını zaman ve olaylar ispat edecektir. Bu konudaki son düşüncelerimin merkezlerden alınacak cevaplar üzerine arz edileceğini bildirmiştik.
3 - Millî teşkilât adına, hükumet işlerine nerede ve kimin tarafından karışılmışsa, derhal bildirilmelidir ki, gereken işlemler yapılabilsin. Ancak, Dahiliye Nâzırı Paşa Hazretleri'nin şüphe uyandırabilecek tarzdaki davranışlarına yüksek dikkatlerinizi çekmeyi gerekli görürüz, efendim.
Hey'et-i Temsiliye adına
Mustafa Kemal
DAHİLİYE NAZIRI'NIN MEMLEKET İÇERİSİNE GONDERDİĞİ ÖĞÜTÇÜLER
Dahiliye Nâzırı, memlekete birtakım hey'etler göndermeye kalkıştı. Bunlardan biri de Harbiye Nezareti Eski Müsteşarı Ahmet Fevzi Paşa adında bir zatın başkanlığında, Temyiz Mahkemesi üyelerinden İlhami ve Fetva Emini Hasan Efendi' lerden kurulmuştu.
Hey'et-i Temsiliye'mizin temsilcisi olan Cemal Paşa, bize bunu bildirmemişti. 5 Kasım 1919 tarihli bir şifre ile kendisinden bu hey'etin niçin gönderildiğini sorduk ve özellikle Fetva Emini ile Kâmil Paşa Kabinesi zamanında polis müdürü olan kimselerin böyle bir hey'ette neden bulunduklarının anlaşılamadığını belirttik.
Efendiler, Fuat Paşa' nın, Ankara'da kolordusunun başında bulunmasını gerektiren sebepler ortaya çıkmaya başladı. Bu sebeplerin önemlisi, memleket içinde halkın zehirlenmeye başlanmasıydı. İç ve dış düşmanlarla işbirliği yapanlar, Ali Rıza Paşa Kabinesi zamanında, Ferit Paşa zamanındakinden çok daha fazla başarılı olmaya başlamışlardı.
REFET PAŞA SALİHLİ VE AYDIN CEPHELERİ'NE KOMUTAN OLARAK GÖNDERİLİYOR
Râzım Paşa, Balıkesir bölgesinde cephe kurmaya ve duruma hâkim olmaya çalışıyordu. Salihli ve Aydın Cepheleri'ndeki sevk ve idarenin askerî bir düzene sokulması gerekiyordu. Buraya, azçok tanınmış bir askerin gitmesi lâzımdı. Elimizde yararlanabileceğimiz komutan olarak Konya'da bulunan Refet Paşa vardı. Konya'daki kolordunun başına Fahrettin Bey (Müfettiş Fahrettin Paşa Hazretleri) geçmiş bulunuyordu. Bundan dolayı, Aydın Kuva-yı Milliye Komutanlığı'nı yürütmek üzere cepheye hareketini Refet Paşa'ya, Ankara'ya dönmesini de Ali Fuat Paşa' nın kendisine yazmıştık.
Refet Paşa' nın Nazilli'ye vardığı anlaşıldıktan sonra da Genel Kurmay Başkanlığı'na gelmiş olan Cevat Paşa' dan, geçen savaşta tecrübe görmüş genç kurmaylardan seçilecek dört beş subayın, Nazilli'ye Refet Paşa' nın yanına gönderilmesini rica ettim. Bu durumu Refet Paşa' ya da bildirdim.
REFET PAŞA DEMİRCİ EFE'NİN EMRİNE GİRİYOR
Efendiler, Nazilli'ye giden Refet Paşa, Demirci Mehmet Efe' den komutayı almaya gerek ve bunda bir yarar görmemiş; kimbilir ve belki de komuta kendisine teslim edilmemiş. Demirci Efe' nin emrinde kurma gibi görev yapmayı daha yararlı ve uygun bulmuş...Refet Paşa bunu bize bildirdi. Bölge şartlarını yakından görmüş bir zatın kararını değiştirmek çok defa güçtür. Çünkü, gerçekten Refet Paşa' nın gördüğü ve tercih ettiği gibi, Efe' nin komutasını devam ettirmekte ve ona yardımcı olmakta yarar vardı yahut da Refet Paşa o cephenin komutasını herhangi bir sebeple ele alamıyordu. Her iki ihtimale göre de, mutlaka komutayı al, diye emir vermek, anlamsız olurdu.
Asıl gariplik bundan sonra görüldü. Bir süre sonra, Refet Paşa Nazilli'de gözden kayboldu. Birkaç gün sonra, Balıkesir'de olduğunu, birtakım yabancı subaylarla ilişkiye girip girmemesini bizden sorması dolayısıyla anladık.
22 Aralık l919 tarihinde verdiğimiz cevapta : "Millî teşkilâta bağlı bulunanların, özellikle Hey'et-i Temsiliye üyesi olarak tanınmış olmaları dolayısıyla, kendisinin yabancılarla hiçbir şekilde ilişki kurmasını istemediğimizi bildirdik. "Refet Paşa, yine ortadan kayboldu. Nihayet bir gün Bursa' dan Refet imzalı kısa bir telgraf aldık : "İstanbul üzerinden, Bursa ya geldim."
Bu telgrafın ne demek olduğunu bir türlü anlamıyordum. Refet Paşa' nın İstanbul ile ne ilişkisi vardı? Bir de Nazilli - Balıkesir - Bursa yolu İstanbul' dan mı geçer? Bu bilmeceyi bir türlü çözemedim. Sonunda mesele anlaşıldı.
Refet Paşa, Nazilli'den ayrıldıktan ve Balıkesir'de Kâzım Paşa' ya uğradıktan sonra, Bandırma'ya inmiş; oradan da bir Fransız torpidosuyla İstanbul'a gitmiş; orada bazı arkadaşlarıyla görüşmüş; daha sonra da Bursa'ya dönmüş...
Efendiler, bu bilmeceyi hâlâ çözemiyorum. Beni bunda mazur göreceğinizi umarım.
Refet Bey' in yerine bir İngiliz gemisi ile Samsun'a gelen Salâhattin Bey' in gönderildiğini, aynı gemi ile Refet Bey' in İstanbul'a dönmesinin istendiğini ve bunun üzerine gitmeyip istifa ettiğini, İstanbul Hükûmeti'nin benimle birlikte kendisinin de yakalanarak İstanbul'a gönderilmemiz için her tarafa emir verdiğini biliyorsunuz. Bu kadar çok bilinmeyeni çözememek, cebir bilenlerce pek bağışlanmazsa da, benim bu noktada acze düştüğümü itiraf ederim. Gerçi; Ferit Paşa Kabinesi yerine Ali Rıza Paşa Kabinesi geçmişti. Fakat, yeni kabinenin haber alma ve yürütme vasıtalarının öncekinin aynı olduğunu biliyoruz.
Efendiler, Refet Paşa' nın bu hafif hareketi, Aydın ve Salihli Cephelerinde, düzenli bir ordunun teşkiline kadar, ciddî bir sevk ve idare kurulamamasına sebep oldu.
DAHİLİYE NAZIRI'NIN ŞÜPHE UYANDIRAN DAVRANIŞLARI
Efendiler, bu garip hikâyeden sonra, olaylari yeniden bıraktiğimiz noktadan izlemeye başlayalim :
Cemal Paşa, bizim 5 Kasim 1919 tarihli şifremizin bir noktasini anlayamamiş. Bâbiâlî merkezinden çektiği kisa bir şifre ile, şu şekilde bir açiklama istiyordu : "Dahiliye Nâziri'nin şüphe çekebilecek şekildeki muamelelerine dikkatinizi çekmeyi gerekli görürüz" cümlesinden maksadin ne olduğu anlaşilamadi. Bu noktanin acele olarak ve açiklanarak bildirilmesi.
Bu kisa şifreye verdiğimiz cevap biraz uzundur. Sikilmazsaniz, olduğu gibi bilginize sunayim :
Şifre Sivas, 12.11.1919
Harbiye Nâziri Cemal Paşa Hazretleri'ne
İlgi : 8.11.1919 tarih ve 8084 sayi :
Dahiliye Nâziri Paşa Hazretleri'nin şüphe uyandiran iş ve davranişlarindan akla gelenler aşağida bilginize sunulur :
1 - Ankara gibi bazı illerde, sivil idare âmirlerini telgraf başına çağırarak, Milli Mücadele sırasında Ferit Paşa Kabinesi aleyhinde faaliyete girişenlerin durumlarini, hükümeti neden suçladıklarını, bütün bunlarin kanuna ne dereceye kadar uygun olduğunu tehdit edercesine soruşturma;
2 - Uzun süredir hasta iken tifodan ölen Tokat Mutasarrıfı'nın ölümü sebebinin, esrarlı bir vak'a sayilarak, Sivas ilinden şifre ile sorulması...
3 - Adliye Nazırı ile birlikte, Balıkesir cephesinden gelen millî hey'et ile yapilan gizli görüşme sirasinda, Adliye Nazırı'nın Millî Mücacele liderleri aleyhin- de harekete geçilip geçilemeyeceğini,kendisinin yaninda söz konusu edebilmesi;
4 - Nezaret'e geçildiği zaman, ilk vatanperverce iş olmak üzere, vatan hainliği maddî delilleriyle ortaya çikmışbulunan eski Dahiliye Nâziri Âdil Bey'in düşünce ve hareketlerinde kendisine sır ortaklığı eden Dahiliye Müsteşari Keşfi Bey'in, görevinden atılması gerekirken, halâ yerinde bırakılması ve onun vasıtasıyla sivil memurlar arasında değişiklikler yapılması. Tabiidir ki tayin ettireceği memurlar pek haklı olarak milletin güvenini kazanamaz. Söz gelişi, Millî Mücadele'nin başlangıcından sonuna kadar muhalif bir tutum takınmış ve sonunda halk tarafından işten el çektirilmiş ve hastaliği dolayisiyla da o zaman tutuklanmasi ve uzaklaştirilmasi yoluna gidilmemiş olan eski Kayseri Mutasarrıfı Ali Ulvi Bey, yöneticilik vasıflarından büsbütün yoksun ve güçsüz takımından olmasına rağmen Burdur'a tayin buyurulmuştur. Yine yetersizliğinden ve Canik sancaği için uygun görülmediğinden, kendi isteği ile vaktiyle İstanbul'a gönderilen Ethem Bey de Menteşe'ye atanmiştir. Aydin Mutasarrıflıgına da eskiden Niğde Mutasarrifi iken Sivas'a getirilen Cavit Bey atanmiştir. Bütün bunlara rağmen, eski Konya Valisi vatan haini Cemal Bey'in adamı olan Antalya Mutasarrıfı, arka arkaya yaptiğimiz müracaatlara ve halkin feryatlarına karşilik, hâlâ yerinde oturuyor.
5 - Özlük İşleri Müdürlüğü gibi en önemli görev bir Ermeni elinde bulunduruluyor.
6 - Basin-Yayin Müdürlüğü'nde ve Ajans'in durumunda bir değişiklik görülmemektedir.
7 - Memleketin geleceğini garantiye alacak tek kuvvetin millî birlik olduğu ve bunu da ancak millî teşkilâtin devam ettirebileceği bilinmektedir. Bu birlik ve teşkilâtin, vatani parçalanmaktan kurtarmak, devlet ve milletin bağimsizliğini korumaktan ibaret olan kutsal gayesini bozmaya çalişanlar da İstanbul'daki bozgunculardir. Bunların zararlarının önlenmesi, ancak kuvvetli ve ciddî bir disipline bağlıdir. Bunun da başlica çaresi, polis müdürünü namuslu, milliyetçi, yetenekli, teşebbüs gücü taşiyan kimselerden seçmek ve atamaktır. Oysa,zatıâlilerince de bilinmektedir ki, bugünkü Emniyet Genel Müdürü, düşürülmüş olan vatan haini eski kabinenin ve ona bağli olanların biricik koruyucusudur. Sait Molla'nin Mister Frew'a yazmiş olduğu mektuplardan anlaşıldığına göre de bu zat, muhaliflere yani millet düşmani olanlara bugün kucak açmakta, sığınaklık etmektedir. Amasya'da Salih Paşa Hazretleri de bunu doğrulamişlardir.Halbuki, Dahiliye Nâziri, memleket ve milletin mukadderatini böyle bir şahsin elinde birakmakta bir sakinca tasavvur etmiyor, belki yarar görüyor demektir. Jandarma Komutani Kemal Paşa'nin ise, gerek millî davâ ve gerek sizler için zararlı bir şahıs olduğu bir gerçek iken,hâlâ makamında kalmasi da Dahiliye Nezareti'nin iyi niyetine mi verilmelidir?
Hey'et-i Temsiliye adina Mustafa Kemal
ALİ RIZA PAŞA KABİNESİ MİLLİ TEŞKİLATI DÜŞMAN TEŞKİLATLA, BİZİ DE ALİ KEMAL VE SAİT MOLLA İLE BİR TUTUYOR
Efendiler, Harbiye Nâzırı'nın 9 Kasım 1919 tarihli bir telgrafı vardı. O telgrafın içindekiler de ilgi çekicidir. Cemal Paşa bu telgrafında, kabinenin düşüncesini şu noktalar üzerinde yoğunlaştırıyordu :
1- Seçimlerin güvenlikle yapılabilmesi,
2 - Meclis-i Meb'usan'ın İstanbul'da toplanması
3 - Milli Teşkilât adına hükumet işlerine müdahale edilmemesi için hükumetin tarafınıza başlangıçtan beri yaptığı tebliğler kesindir.
4 - Birçok telgrafınızda ileri sürülen isteklerin de aynı nitelikte -yani müdahale niteliğinde- olduğu âşikârdır.
5 - Hükûmet, kendi bildirisinde tespit ve ilân ettiği tarafsızlıktan ayrılmayacaktır. Bu bakımdan millî teşkilât aleyhinde bulunanları baskı altında tutma ve cezalandırma yoluna gidemez. Telgrafın sonunda da şu tehdit vardı : " Şimdiki durum bir sürecik daha devam edecek olursa kabine kesinlikle çekilecektir.
Saygıdeğer Efendiler, bu maddelerin ifade ettikleri anlamlar, aslında bütün gerçekleri ortaya koymuş bulunuyordu. Kabine, millî teşkilât aleyhinde bulunanların memleket ve millete düşman olduklarını kabul etmiyordu. Millî teşkilât ile düşmanın ihanet teşkilâtını; Ali Kemal ile ve Sait Molla ile bizi bir tutuyordu. Adapazarı, Karacabey, Bozkır, Anzavur olaylarını suç olarak saymıyordu.
Cemal Paşa'ya verdiğimiz karşılıkta, bu noktaları açıkladıktan sonra, hükümetin duygu ve eğilimini açık olarak söyletmek maksadıyla şu cümleyi de ekledik : Bildirdiklerinizden anladığımıza göre, İstanbul Hükumeti, millî teşkilâtın varlığını belki de gereksiz görüyor. Gerçekten durum bu merkezde ve milli teşkilâta ihtiyaç olmaksızın memleketi kurtaracak bir güce sahip bulunuluyor ise, ona göre gerekenlerin yapılmak üzere açıkça bildirilmesini, aradaki her türlü yanlış anlamanın giderilmesi için arz ve istirham ederiz.
DAHİLİYE NAZIRI DAMAT FERİT PAŞA SÜREKLİ OLARAK MİLLİ BİRLİĞİ BOZMAKLA, TEMSİLCİMİZ OLAN HARBİYE NAZIRI CEMAL PAŞA DA HÜKÜMETİN YAPTIKLARINI SAVUNMAKLA MEŞGUL
Efendiler, Cemal Paşa'nın özel olarak Sıvas'a gönderildiği 10 Kasım 1919 tarihli ve kendi el yazısıyla olan bir mektubunu da 18 gün sonra -- yani 28 Kasım 1919 tarihinde -- almıştım. Cemal Paşa bu mektubunda, yapılan yazışmalarda söz konusu olan sorunları madde madde özetliyor ve her biri hakkında açıklamalar yapıyordu.Hele, Meclis-i Meb'usan'ın İstanbul'dan başka bir yerde toplanmasından söz ederken "bu konuda Padişah'ın rıza göstermeyeceği iyice anlaşılmıştır. İşgal kuvvetlerinin Meclis-i Meb'usan'a saldırmalarının, belki Osmanlı Devleti için iyi sonuçlar verebileceğini, Amerikalılar hissettirdiler ve hattâ açıkça da belirttiler" diyordu.
Cemal Paşa, "Kuva-yı Milliye ruhu taşımayan memurların kodamanları, işgal ordularına âdeta sırtlarını dayamış durumdadırlar" şeklinde, sanki bilinmeyen bir bilgi verdikten ve bu bilgiyi, "eski kabine üyelerinin çoğu sırtını dayamıdaymamıştır" bilgisi ile tamamladıktan sonra, söz gelişi, Polis Müdürü'nün değiştirilmesinde bu durum bütün açıklığı ile ortaya çıktı" diye bir de örnek veriyor.
Cemal Paşa, kabine birçok işler yapmayı düşünmüş ise de köklü bir teşebbüs için dayandığı kuvvetin ciddiyetine hâlâ inanamadı cümlesi ile bizi suçladıktan sonra, kanaatini şöyle dile getiriyordu : "Dahiliye Nazırı bu kuvvete - yani Kuva-yı Milliye'ye - ihtiyaç gösterenlerin başındadır, desem abartılmış olmaz.
Cemal Paşa'nın, mektubuna imza koyduktan sonra,yine kendi imzası ile eklediği bir özette şu cümle yer alıyordu : "Muhalifler ve yabancılar Meclis'in açılmasına engel olmaya karar vermişlerdir.Hey'et-i Temsiliye de bu engellemeye toplanma yeri çekişmesiyle devam ederse işimiz Allah'a kalıyor demektir".
Efendiler, bu mektupta yazılanlarda ve bundan önce gelen yazılarla bundan sonra devam edecek olan düşüncelerde hâkim olan mantık, yorumlama ve görüş sağlamlığı hakkında söz söylemeyeceğim. Yalnız, bu mektuba 28 Kasım 1919 tarihinde verdiğimiz etraflı cevabın bir tek cümlesini olduğu gibi aktarmakla yetineceğim. O cümle şudur : "Saltanat Hükûmeti'nin köklü bir teşebbüs için dayandığı kuvvetin ciddiyetine güvenemediğini gösteren maddeleri gerçekçi bulmuyoruz."
Efendiler, Dahiliye Nâzırı Damat Ferit Paşa, durup düşünmeden sürekli olarak millî birliği bozacak, milleti her gün biribiri ardınca yayılmakta olan saldırılar karşısında sessiz ve hareketsiz tutacak tedbirler almaktan geri kalmıyordu. Diğer Nezaretleri de aynı prensip doğrultusunda harekete teşvik ettiği görülüyordu. Söz gelişi, Eskişehir'de Hamdi Efendi adında bir kadı vardı. Kuva-yı Milliye'nin aleyhinde olduğu için orada duramamış,bir daha dönmemek üzere İstanbul'a gitmiş ve bu Kadı Efendi yeni kabine tarafından tekrar Eskişehir'e gönderilmiş. Durum açıklanarak adı geçen kadının değiştirilmesi gereği, Mutasarrıf tarafından Adliye Nezareti'ne yazılmış, cevap verilmemiş. Mutasarrıf ve Eskişehir Bölge Komutanı, bu durumu Hey'et-i Temsiliye'ye bildirmekle birlikte, "eğer Nezaret bu yazıyı dikkate almayacak olursa, bu Kadı'nın kovulması zarurîdir. Zâtıdevletlerinin görüş ve emirleri istirham olunur" deniliyordu. Biz de görüşümüzü bekleyenlere şu karşılığı vermek zorunda kaldık : "Millî dâvâya bağlı olacağına söz veren ve bu ilke çerçevesinde millî teşkilât'ın her türlü yardımını sağlamış olan Saltanat Hükûmeti'ne, adıgeçen kadının değiştirilmesi kabul ettirilemezse, sonunda kovulmasının bir zaruret haline geleceğ âşikârdır. Şüphesiz, bu durumda bulunan İstanbul memurları az değildi.
Harbiye Nâzırı Cemal Paşa'nın, buna benzer birtakım işlerden sözeden ve kabinenin görüşünü bildiren 24 Kasım 1919 tarihli bir şifresinin ilk cümlesi şuydu :
"Devletin iç işleri ve siyasî politikası kesinlikle ortaklık kabul etmez".Bu telgrafa 27 Kasım 1919 tarihinde verdiğimiz ayrıntılı cevapta, biz de şöyle dedik :"Devletin iç işleri ve siyasî politikasının kesinlikle ortaklık kabul etmediği bir gerçek olmakla birlikte, benzeri görülmemiş olan bugünkü durum karşısında,vatan ve milletin geleceğini güvence altına alacak olan millî teşkilâtı, bilerek veya bilmeyerek zayıflatacak ve millî birliği bozacak hiçbir muameleye milletin razı olamayacağı da pek meşru ve tabiîdir." Bu telgrafın son cürnlesi şöyleydi :"Hey'etimiz , imzasını taşıyan taahhütlerine tamamiyle bağlıdır... Şu kadar ki,taahhütler karşılıklı olmak gerekir. Oysa, hükumet, Salih Paşa'nın imzasını taşıyan taahhütlerin ve notların daha hiçbirini yerine getirmemiş ve eğer varsa, engelleyici sebepler bile bildirilmemiştir.
Efendiler, şimdi vereceğim kısa bilgiler ve bu bilgileri doğrulamak üzere göstereceğim belgeler, Ali Rıza Paşa Kabinesi'nin bizi suçlamakta ne kadar haksız ve hükumet işlerinde, en hafif anlamıyla ne kadarkayıtsız olduğunu yüksek hey'etinizin gözleri önüne serecektir zannederim.
Efendiler, İstanbul'daki gizli dernekler ve bu derneklere öncülük eden ve Harbiye Nâzırı Cemal Paşa'nın mektubunda da itiraf edildiği üzere, sırtlarını yabancılara dayamış olan birtakım şahıslar, bol para ve Ali Rıza Paşa Kabinesi'nin gösterdiği alabildiğine hoşgörme ve uyuşukluk sayesinde, memleketi baştan başa ateşe vermek için olanca güç ve gayretleriyle çalışıyorlardı. Bu konudaki bilgiler ve elde edilen belgelerde, hükûmetin vukuf ve bilgileri dışında bırakılmış değildi. İstanbul'daki teşkilâtımız ve aldığımız tedbirler sayesinde elde edilmiş birkısım belgeler, olduğu gibi Cemal Paşa'nın ve Sadrazam Paşa'nın ellerine teslim edilmişti. Bu belgeler, o tarihte yabancı temsilcilere de verilmiş ve bu yolla İtilâf Devletleri hükûmetlerinin çoğunca öğrenilmiş ve o tarihlerde özetleri bütün komutanlara ve öteki ilgililere duyurulmuş olduğuna göre, artık olayın tarihe karışmış olduğu bugünde, yüce hey'etinizce ve milletçe bilinmesinde bir sakınca görmüyorum.
SAİT MOLLA NASIL ÇALIŞIYORDU?
Millî Mücadele sırasında uğradığımız açık ve gizli güçlükler üzerinde köklü bir fikir verebilecek ve gelecek kuşaklara ibret ve ders olacak nitelikteki sözkonusu belgeleri, olduğu gibi bilgilerinize sunmayı uygun buluyorum. Bu belgeler, İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin sözde başkanı olarak tanınmış bulunan Sait Molla'nın Mister Frew adındaki rahibe gönderdiği mektupların kopyalarıdır.
Efendiler, bu mektupların suretlerinin alındığını hisseden Sait Molla'nın, Türkçe İstanbul gazetesinin 8 Kasım 1919 tarihli nüshasında bu mektuplardan söz ederek uzun ve sert bir dille kaleme alınmış bir tekzip yayınlamış olmasına rağmen, gerçekler inkâr edilemez. Bu mektupların suretleri, Sait Molla'nın evinden ve mektupların müsveddelerinin yazılı bulunduğu bir defterden aynen alınmıştır. Bu durum bir yana, mektupların içindekiler, memlekette kendini gösteren durumlar ve olaylarla ve ayrıca, ne oldukları ortaya çıkan bazı şahıslarla tam bir uygunluk göstermektedir. Şimdi müsaade buyurursanız bu mektupları tarih sırasıyla arz edeyim :
Birinci Mektup
Aziz dostum,
Verilen iki bin lirayı Adapazarı'nda Hikmet Bey'e gönderdim. Oradaki işlerimiz pek yolunda gidiyor. Birkaç gün sonra verimli sonuçlarını elde edeceğiz. Şimdi aldığım şu bilgileri, şu pusulamla acele olarak size müjdelemek istedim. Yann sabah kendim gelip etraflı bilgi vereceğim.
Kuva-yı Milliye taraftarlarının Fransa'ya büyük bir eğilim gösterdiklerini ve General Franchet d'Esperey'nin Sıvas'a gönderdiği subayların, Mustafa Kemal Paşa ile görüşerek İngiliz Hükûmeti aleyhinde bazı kararlar aldıklarını Ankara'daki "N.B.D. 285/3" adamımız bize özel olarak bir kurye ile gönderdiği mektupta bildiriyor. "D.B.K. 91/3" her ne kadar derneğimiz üyesi ise de, bende, bu zatın Fransızlara casusluk ettiği ve sizin bu örgüte başkanlık ettiğinizi etrafa yaymış olduğu kanaatı uyanmıştır. Bu konu üzerinde de zâtıalîlerinin görüşlerine ve yüksek güvenlerine aykırı olarak söyleyeceklerimle, şimdiye kadar o zata güvenmekle yapmış olduğunuz, hatâyı ortaya koymuş olacağım. Dün sabah Adil Bey'le birlikte Damat Ferit Paşa Hazretleri'ni ziyaret ettim. Biraz daha sabretmeleri ve beklemeleri gereğini tarafınızdan kendilerine bildirdim. Paşa Hazretleri, cevap olarak size teşekkür etmekle birlikte, Kuva-yı Milliye'nin Anadolu'da tamamen kök saldığını, buna karşı bir hareketle başındaki mel'unlar tepelendirilmedikçe, kendilerinîn iktidar mevkiine gelemeyeceklerini Zâtışâhâne'nin de tasvibine sunulan anlaşma hükümlerinin konferansta, savunulmasına imkân olmadığını, Kuva-yı Milliye'nin dağıtılması için şanlı İngiliz Hükûmeti nezdinde hemen teşebbüse geçilerek, Bâbıâli'ye, milletvekili seçiminden önce ortak bir notanın verilmesini, Adapazarı, Karacabey ve Şile'de Rumlara karşı girişecekleri saldırılan esas alarak ve Kuva-yı Millî'yenin güvenliği bozduğunu ileri sürerek, işin çabuklaştırılmasına çalışmamızı ve İngiliz basınının Kuva-yı Milliye aleyhinde yayın yapmasının sağlanmasını torpido ile özel olarak gönderilen "E.B.K. 19/2"'ye telsiz telgrafla dün görüştüğümüz konular üzerinde talimat verilmesini rica ediyor. Bu gece 23.00'te Âdil Bey sizi (K) da görecek ve Ferit Paşa'nın özel bazı ricalarını daha bildirecektir. Bundan sonra da Zâtışâhâne ile Mister "T.R." görüşebilecektir, Refik Bey'e artık güvenmeyiniz. Sadık Bey de bizimle çalışabilecektir. Saygılarımı sunarım.
11.10.1919 Sait
Not :Karacabey ve Bozkır'dan henüz bir haber alamadık.
İkinci Mektup
12 tarihiyle Ankara'daki "N.B.D. 285/3" tarafından gönderilen mektupta, Sivas Hey'et-i Temsiliyesi'ndeki ve Em. Kur. Alb. Vasıf Bey'in, d'Esperey ile temas etmek üzere gönderileceği ve birkaç güne kadar yola çıkacağı bildiriliyor. Hikmet Bey paraları almış. Biraz daha para istiyor. Önceki gün sizi ziyarete geldiğimde takip edildiğimi söylememiştim. Dönüşümde biri sarı bıyıklı, diğeri kumral ve köse iki şahsın sokak başında beni beklediklerini gördüm. Gece olduğu için epeyce korktum. Yalnız biribirlerine yavaşça abu Sait Molla imiş, artık gidelîm dediklerini işittim. Bu fazla temas benim için hayırlı olmayacak. Fuat Paşa Türbesi yakınlarındaki görüştüğümüz evi tutabilirseniz buluşabiliriz. Nâzım Paşa cemiyetimizden haberdar olmuş. Bana çok gücendi. Müsaadenizle "N.B.S. 495/1 " düzenine kendilerini kattım. Ev işi yoluna konuncaya kadar teması bu zat yapacaktır. Karacabey'de "N.B.D. 289/3" 'e gönderilen bin iki yüz lira alınmıştır. Yola çıkacaklardır. Ferit Paşa, Bâbıâlî'ye verilecek notayı her dakika beklemektedir. Zâtışâhâne bu durumdan pek üzgündür. Teselli ettirmeniz ve daima kendisine ümit verici demeçler verdirmeniz çıkarlarımız gereğidir. Bizim padişahların her şeye karşı zayıf olduklarını unutmayınız. Seyit Abdülkadir Efendi, o konu üzerinde pek tuhaf sözler söyledi. Sözde arkadaşları "vatanseverliğe sığmaz" diyorlarmış. Artık siz gereğini yapınız, Polis Müdürü Nurettin Bey'in değiştirileceği söyleniyor. Hepimizin koruyucusu olan bu zat hakkında gereken kimselerin dikkatini çektiriniz.Saygılarımı sunarım.
Not :
Ali Kemal Bey o zatla görüşmüş. Konuşmayı idare edemediğinden karşısındaki maksadını anlamış ve hattâ kendisine esaslı bir hakaretle "biz sizin İngilizler hesabına çalıştığınızı anladık" demiş.
Üçüncü Mektup
Yapılan propagandaları göz doktoru Esat Paşa kolu ve özellikle Çürüksulu Mahmut Paşa, resmî bilgilere dayanarak durmadan tekzip ettiriyor ve halkın heyecanını yatıştırmaya çalışıyorlar. Bu adamlara başvurulduğunda hiç cavap verilmemesini, dün kararlaştırılan zâta, zâtışahâne vasıtasıyla emir vermenizi rica eder saygılarımı sunarım.
19.10.1919 Sait
Dördüncü Mektup
Aziz Üstâd.
Muhipler (İngiliz Muhipler Cemiyeti üyeleri) arasında Franmason örgütü itirazlara sebep oluyor, İttihatçıların tuttuğu yoldan gidilmesinden çekiniliyor. Bu programı, örgütün idaresine tam bir imanla yetiştirilmiş gençlerin alınmasıyla uygulayabileceğiz. Benim kıyafetimin engel olması yüzünden, eski dostunuz "K.B. V.4/35" kararlaştırılmış alan esaslar çerçevesinde işe başlayacaktır. Ankara ve Kayseri'den yine haber yok. Saygılarımı sunarım üstâdım.
l9.10.l919 S.
Beşinci Mektup
Üstâd,
Kasideci-zâde Ziya Molla dün Adam Block'a haber göndermiş, eski dostu olduğuna güvenerek benim başında bulunduğum Muhipler Cemiyeti'nin gördüğü himayenin, İngilizlerin karakter yapısı ile bağdaştırılamadığını ve bunun kamuoyunda kötü etkiler yaptığını, bu bakımdan cemiyeti namuslu kimselerin temsil etmesi gerekeceğini dolaylı olarak bildirmiş ve benim aleyhimde pek çirkin şeyler ilâve etmiş. Bu zatın bana karşı şahsî düşmanlığı olduğunu hatırlatmak isterim. Liya Molla'nın damadının kardeşi eskiden benim karımdı. Kendini boşadığım için bana böyle bir düşmanlık yöneltildi. Durumun Adam Block Hazretleri'ne bildirilmesini ve Ziya Molla'nın şimdi İngiliz yanlısı olmayıp, Milli Mücadele'yi benimseyenlerin bir propaganda aracı ve Mustafa Kemal Paşa ile aralarında ilişki bulunduğunu ve beni suçlamakla kendi içyüzünü göstermekte olduğunu yüksek dikkatlerinize sunmak isterim.
21.10.1919
Not :
Bir sakınca yoksa Adam Block Hazretleri' ne size olan hizmetimi bildiriniz.
Altıncı Mektup
Sayın üstâd,
Ankara'dan "N.B.D. 295/3" ten kurye ile gelen 20 Ekim 1919 tarihli mektupta, "K.D.S. 93/l", talimatımız gereğince orada bırakılarak kendisi Kayseri'ye hareket etmiştir. Talimatın onaylı bir suretini de Galip Bey'e gönderdiğini bildiriyor. Önceki ödenek sarf edildiği için yeniden ödenek istiyor. Gizli örgütün yayıldığını, başındaki bozgunculardan yakasını kurtaran Muhiplerimizin, şimdilik köylerde kalmak şartıyla, el altından işe başladıklarını müjdeliyor ve zatıâlilerinin son plânlarının iyi sonuç vereceğini bildiriyor. "M.K.B." düzgün Türkçesi sayesinde önemli roller çeviriyormuş. Hele hocalığına diyecek yok diyor. Talimatın "XVV." plânı tamamen hazırlanmış. Aramıza yeni yabancılar girmemiş ise, durum sezilmeden, maksat fiilen elde edilmiş olacaktır. Yeni ödeneğin gönderilmesini beklemek üzere kurye "4R" burada alıkonulmuştur.
23/24.10.1919
s.
Not :
Ahmet Rıza Bey'in İtalyan mandası ile ilgili demecini mektubun sonuna ekledim. Kendisinin Fransa'ya geçmesi bizce tehlikeli olur. Bunu engelleyiniz.
Yedinci Mektup
Üstâdım,
Ali Kemal Bey dün o zatla görüşmüş. Basın konusunda biraz ağır olmak gerektiğini söylemiş. Bir kere bir görüşe inandırılmış olan düşünce ve kalem erbabını, o görüşe zıt bir gayeye yöneltmek, bizde kolaylıkla mümkün olmaz. Bütün resmî memurlar, Millî Mücadele'yi şimdilik iyi görüyor demiş. Ali Kemal Bey, talimatınıza harfi harfine uyacak. Zeynel Abidin Partisi'yle de işbirliği yapmaya çalışıyor.
Sözün kısası, işler bulandırılacak. Bugünlerde Fransız ve Amerikan çevre lerinde benim adım çok geçiyormuş. Bunun hikmetini hâlâ anlayamadım. Millî Mücadele taraftarlarının, bu hükûmetin siyasî memurları üzerinde yaptıkları etkinin sonucu olarak, hayatımın korunması size emanet edilmiştir. Ben kendi kendime bu ümitle cesaret veriyorum.Hikmet ile bizzat görüştüm. Bu sefer kendisini kaypakça gördüm. Bununla birlikte kesin olarak söz verdi. "Ben merdim.Sözümden dönmem" dedi. Sivas olayını nasıl buldunuz? Biraz düzensiz ancak yavaş yavaş düzelecek. Kadıköylü de işi üzerine alıyor. Fakat o yere batası İttihatçı basın, bazan bizim işlere engel oluyor. Bunların yazılarına dikkat etmek gerekir. Paşamız hâlâ sinirli. "Ne vakit olacak?" diyor. Ev sorununun hâlâ çözülmemiş bulunması, temas ve ilişkilerimizi güçleştiriyor. "N.B.S. 495/1" Konya'ya önem verilmesini tavsiye ediyor. Size kendisinin ağızdan anlattığı konu üzerinde dikkatini çekmemi rica ediyor. Ali Kemal Bey'in son felâketi üzerine üzüntülerinizi bildirdiğinizi söyledim. Bu zatı elde bulundurmak gerekir. Bu fırsatı kaçırmayalım. Bir hediye sunmak için en uygun zamandır. 19 Ekim tarihli mektubumu almadığınıza üzgünüm. Aracı olan şahsı biraz sıkıştırınız. Tehlikeden sakınmak benim için pek önemlidir. Yeni bir parola gönderiniz. Hikmet'e ve Kadıköylü'ye numaralarını vereceğim. Saygılarımı sunarım üstâdım.
24.10.1919
s.
Not :
Birkaç defadır söylemek istediğim halde unutuyorum. Mustafa Kemal Paşa' ya ve taraftarlarına biraz müsait görünmeli ki, kendisi tam bir güvenle buraya gelebilsin.Bu işe çok önem veriniz. Kendi gazetelerimizle taraftarlık edemeyiz.
Sekizinci Mektup
Aziz üstâd,
Seçimleri geciktirmek ve geri bıraktırmak için gerek Mustafa Sabri ve gerek Hamdi ve Vasfi Efendi'lerle talimatımız çerçevesinde uzun uzadıya görüştüm. Rızalarını aldım. Seçim bölgelerinde propagandalar başladı. Gereken şahısları elde edecekler. Bol para dağıtmak suretiyle oyları dağılmaya uğratacaklardır. Zâtışâhânenin bu hususta aydınlatılması çok gereklidir. Maksada sizin yüksek görüş ve tedbirlerinizle ulaşacağımızı temin ederim, üstâd.
26.l0.l919
Dokuzuncu Mektup
"9.R" kurye geldi. Keskin'deki teşkilat bitmiştir. Arkadaşlara propaganda için talimat verdim. Başarılarımızın ilk meyvelerini yakında toplayacağımızdan eminim üstâdım.
27/28.10.19l9
Onuncu Mektup
Aziz üstad,
Sarayda, yeni kabine kurulması ile ilgili hazırlık ve plânların yer aldığı haberi etrafa yayılmıştır. Bu işin hızlandırılması kaçınılmazdır. Anadolu'daki örgütümüzün bazı plânları Kuva-ı Milliye'ce anlaşılmış. Özellikle Ankara ve Kayseri de aleyhimizde çalışmalar başlamıştır. Kürt Cemiyeti söz verdiği halde bir varlık gösteremedi. Çetelerimizden bir kısmı yok ediliyor. Ne olursa olsun tasarlanan kabine mutlaka iktidara getirilmelidir. Ali Rıza Paşa' nın, plânlarımızı önleyici tedbirler alacağını da tahmin ediyorum Bozkır'a gidecek adamlarımız tanınmış kimseler oldukları için fazlasıyla korkuyorlar. Konya'da "K.B.81/l" e, sizin aracılığınızla, olayın kızıştırılması için tebligat yapılarak propaganda hey'etlerinin bu konuda faaliyete davet edilmesi gerek ve zaruretini arz eder, saygılarımı sunarım.
29/30.10.1919
Not :
Benim bir mektubumdan Hikmet' e bahsedilmiş. Bu mektupta yazılanları nereden öğrenmişler? Hikmet'le kendim görüştüm. Bunun doğru olduğunu Hikmet'ten şaşkınlık içinde dinledim. Casus benim çevremde midir; yoksa sizin çevrenizde mi?
Onbirinci Mektup
Aziz üstadım,
Kürt Teali Cemiyeti'ndeki yakın dostlarımızla görüştüm. Yeni geldiklerinden, birkaç gün sonra verilen talimat çerçevesinde hazırlık yapacaklarını, yalnız Kürt aşiretlerinin bulunduğu Doğu illerine gönderilecek arkadaşlar için büyük bir ödeneğe ihtiyaç olduğunu söylediler. "D.B.R. 3/141" den gelen mektupta gösterdiler. Urfa, Antep, Maraş ta Fransızlar aleyhine gereğinden fazla kışkırtmalar yaptıkları ve kolordu komutanının takip ettiği yumuşak politikaya rağmen, halkı kandırdıklan yazılıdır. Kabinenin başkanlığına Zeki Paşa' nın getirilmemesi ile ilgili görüş doğru değildir. Bu zat Kürtler üzerinde hâkimdir. Eski Ermeni meselesi unutulmuştur. Sizin ileri sürdüğünüz görüş, herhalde bugün için mevsimsizdir. Bunu, gereğinde başka türlü göstermek mümkündür. Üstâtça yardımlarını her dakika beklemekteyiz. Karşıdaki olayı diğerlerine de yaymaya çalışıyoruz, Bendeniz, saygılarımı sunarım.
4.11.1919
Onikinci Mektup
Aziz üstâdım,
Ahmet Rıza' nın Tan (Le Temps) muhabirine verdiği demeç her halde dikkatinizi çekmiştir. Emir Faysal' a Fransızlarla anlaşma imzalamayı tavsiye etmesindeki anlamın taşıdığı siyasî incelik, efendimizin gözünden kaçmamalıdır. Kuva-yı Milliye liderleri, sonradan sonraya Fransa'ya dikkate değer şekilde bir yaklaşma eğilimi gösterdikleri gibi, Irak'ta çıkardıkları karışıklık bir yana, öte yandan Suriye'deki hâkimiyetinize de darbe vurmak istiyorlar. Bu kuvvetin devamında gösterilecek ilgisizlik ve kusur, İslâm dünyasının İngiltere aleyhindeki olağanüstü galeyanına yol açacaktır. Üzerinde özenle durulmuş olan bu noktayı büyük bir değer vererek görmek ve yüksek seviyedeki siyasî şahsiyetlerinize göstermek zarurîdir. İleri sürdüğüm bu görüşle, ilmî değerinize karşı bir saygısızlıkta bulunduğum yargısına varmayınız. Çünkü, Türkiye üzerinde, sizden başka bir kuvvetin nüfuz ve egemenliğini devam ettirmesi, siyasî gayemize aykırıdır. Fransa, İtalya ve özellikle Amerika'nın, gerek devlet adamları ve gerek basınıyla bu kuvvete karşı gösterdikleri çeşitli eğilimler, siyasi ve askeri üstünlüğünüzle rekabete girişildiğinin açık bir delilidir. Ahmet Rıza gibi Clemenceau (Klemauso)'nun, Pichon (Pişon)'un ve çeşitli politikacıların eskiden beri süregelen yakın dostluklarını kazanmış olan şahsiyetlerin Fransa'da önemli bir rol oynayacağından ve kamuoyunu tam anlamıyla istedikleri yöne çekebileceklerinden emin olunuz. Bu zatın İsviçre'ye geçeceğine dair bilgi alındığına göre, oradan bir fırsatını bulup Fransa'ya geçmek emelinde olduğuna inanabilirsiniz. Balıkesir yakınlarındaki kuvvetlerimiz bozularak kaçmış ve "A.R." de gizlenmiştir. Yeni kuvvetler hazırlanıyor. Beş bin liradan aşağı olmamak üzere ödenek istiyor. Karaman'dan "D.B.S.40/5" ten gelen mektupta, şimdilik beklemek zorunda olduklarını ve Kayseri'den "K.B.R.87/4" ten gelen mektupta da, yakında harekete geçeceklerini bildiriyor. Ziya Efendide "H.K.", "C.H." bölgesinde örgütlenme tamamlanmış olduğundan yalnız ödenekle oraya hareket etmek mecburiyetinde olduğunu söylüyor. İsterseniz durum hakkında bizzat geniş bilgi verecektir. Sıkı bir şekilde takip edildiğimizi, plân ve hazırlıklarımızdan Sivas'ın düzenli olarak haber aldığını arz edebilirim. Mehmet Ali' ye güvenmeyiniz. Ağzı sıkı değildir. Her halde boşboğazlık ediyor. Dış plânlama ve teşkilâtta bendenizden başkasını kullanmasanız daha isabetli hareket edersiniz. Ali Kemal Bey' in listeye alınması zarurîdir. Bu kadar sırrımızı taşıyan bu zatı gücendirirsek, plânlarımız olduğu gibi düşmanların eline geçer. Bu zatı sıkça sıkça kollayınız. Saygılarımı sunanm üstâdım.
5.11.6919 S.
Not :
Kemal yakalanmış, ona bağlı olması dolayısıyla "K.B.R. 15/1" in örgütle ilişki derecesi ortaya çıkmış demektir. Bu zatı korumak zarurîdir.
MİSTER FREW'A YAZDIĞIM MEKTUP
Efendiler, bu geniş örgütlenmeye engel olmak ve yaratılan tehlikeli durumlara son vermek için elimizden elen her çareye başvurduk. Şimdiye kadar dile getirdiğim ve bundan sonra sırası geldikçe de hatırlatmaya çalışacağım, bildiğiniz isyanları,ihtilâlleri, resmî düşman kuvvetlerinin tecavüzlerini bastırmak ve yok etmek için çok uğraştık. Ali Rıza Paşa Kabinesi, gözüne batan Kuva-yı Milliye'yi batırmaya ve bunun için bizimle didişmeye çalışmaktan başka bir yardımda bulunmadığı gibi, ondan sonra iktidar mevkiine gelen sayın arkadaşları da onun yolunda gitmekten ve sonunda felâketten felâkete ve rezaletten rezalete sürüklenmekten başka bir hizmet görmediler.
Efendiler, bütün bu gizli tertip kaynaklarının, Rahip Frew'un kafasında toplandığı ve oradan din kardeşlerimiz olacak hainlerin kafalarına akıtılarak eylem haline dönüştüğü tahmin edildiğinden, Rahip Frew'un, bir süre için olsun,bu işlerden uzak kalmasını sağlar düşüncesiyle, bizzat kendisine bir mektup yazdım. Mektubun iyi anlaşılabilabilmesi için şu bilgiyi de ilâve edeyim ki, ben, Mister Frew ile İstanbul'da bir iki defa görüşmüş ve tartışmıştım. Frew'a Fransızca olarak gönderdiğim mektubun Türkçesi şudur :
Mister Frew'a
Sizinle, Mösyö Marten'in aracılığıyla yaptığımız görüşmelerin hâtırasını memnuniyetle saklamaktayım. Yıllarca memleketimizde ve milletimiz arasında yaşamış olan sizin, hakkımızda en doğru düşünce ve kanaatları taşıyacağınızı beklerdim. Oysa, ne yazık ki, İstanbul çevresinde sizinle bağlantı kuran bazı gafil ve menfaat düşkünü kimselerin, sizi yanlış yönlere sürüklediklerini pek büyük bir esefle anlıyorum. Bunlar arasında Sait Molla ile hazırlanıp uygulamasına başladığınız, güvenilir kaynaklardan haber alınan plânın, İngiliz milletinin gerçekten suçlanmasını gerektirecek bir nitelikte olduğunu bildirmeme müsaadenizi rica ederim. Milletimiz, Sait Molla' nın değil, fakat gerçek vatanseverlerimizin gözüyle görüldüğü takdirde, böyle plânların artık memleketimizde ve milletimiz üzerinde uygulama alanı kalmadığı yargısına kolaylıkla varılabilir.
Nitekim, daha bugünün olaylarının arasında yer alan Adapazarı ve Karacabey hâdiselerinin başarısızlığa uğramış olması, sözümüzü doğrulamaya yeterlidir, Ancak,buna ne gerek vardı? İngiliz subayı Nowill' in, Diyarbakır bölgesinde. Müslüman Kürt halkını kışkırtmak için pek çok çalıştıktan sonra, Malatya'da eski Elâzığ Valisi Galip ve Malatya Mutasarrıfı Halil Bey' lerle Sivas aleyhine yaratmaya çalıştığı olay, sonuç olarak bütün medeniyet dünyasına karşı utanç verici değil miydi?
Size bütün ciddiyet ve samimiyetimle arz ederim ki, İngiliz milleti, milletimizin kendisine karşı gösterdiği dostluk ve güvene değer vermiyorsa, bundaki yanılgı pek derindir. Aksi takdirde ise, kullandığınız yöntemler pek sakat olup sonuca ve başarıya ulaştıracak nitelikte değildir. Sait Molla vasıtasıyla Adapazarı'na gönderilen iki bin liranın, yakında olumlu sonuç getireceği şeklinde verilen ,sözün asılsızlığını, olaylar size ispat etmiş olacağından fazla söze gerek görmem. Özellikle sizinle bağlantı kuran sahtekârlar tarafından, ortak çalışmalarınızda ve meselelerinizde Osmanlı Padişahı'nın da rolü varmış gibi gösterilmesi pek tehlikelidir. Siz pekâlâ takdir edersiniz ki, Zâtışâhâne sorumsuz ve tarafsız olup, millî irade ve hâkimiyetimizi ilgilendiren gerçekleri değiştirmez ve bozmazlar. Memleketimizde bulunan İngiliz siyasî memurlarının, şüphesiz İngiliz milletinin eğilim ve çıkarlarına aykırı olarak, vatan ve milletimiz aleyhinde, insanlık ve medeniyet dışı ölçülerle yapılagelmekte olan teşebbüslerini, elimizdeki belgelerle İngiliz milletinin gözleri önüne serersek, sonuç, dünyaca takdire değer görülmez sanırım. Ancak, bu konuda garipliği dolayısıyla şunu da arz etmek mecburiyetindeyim ki, siz bir din adamı olarak, siyaset oyunlarında ve hele kanlı çarpışmalarla sonuçlanacak işlerde rol oynamak sevdasına kapılmamalıydınız. Sizinle yaptığım görüşmelerde sizi bu türlü bir politika adamı olarak değil, insanlığa hizmet eden, adaleti seven, faziletli bir insan gibi görmüştüm. Bunda ne kadar aldandığımı, son aldığım güvenilir bilgilerin doğrulamakta olduğunu bildirmekle şeref duyarım.
Mustafa Kemal
ALİ RIZA PAŞA KABİNESİ DÜŞMAN İFTİRA VE SAFSATALARINA GERÇEKLER DİYE İNANIYOR
Efendiler, İstanbul'da hükûmetin gözü önünde ve bilgisi altında yapılmış ve yapılmakta olan alçakça teşebbüslerin bütün memleketteki uğursuz sonuçlarını açıkça ortaya koyan olayların asıl kaynak ve sebeplerini İstanbul Hükûmeti'nin Hey'et-i Temsiliye'den daha iyi bildiğinden hâlâ şüphe edilebilir mi?
Efendiler, olaylar hakkında derinlemesine bilgiye sahip olan hükümet üyelerinin, düşmanlann sırf aldatmak ve bozgunculuk maksadıyla ortaya attıkları iftira ve söylentilere gerçek gözü ile bakıp, yine onların tavsiyelerini çare ve tedbir olarak uygulamaya kalkışacaklarına ihtimal verilebilir mi?
Bu sorulara cevap vermek için, yüce topluluğunuzun zihinlerini yormaktan çekinerek, sözü, Ali Rıza Paşa Kabinesi'nin düşüncesine tercüman olan Harbiye Nâzırı Cemal Paşa'ya bırakmayı tercih ederim.
Efendiler, itiraf ederim ki, ben, Cemal Paşa' nın bu konuda verdiği şifreli telgrafın anlamını kavramakta güçlük çektim ve hayrete düştüm. Kendilerinden telgraflarının tekrarını istedim. Nâzır Paşa, 9 Aralık 1919 günü arka arkaya, olduğu gibi bilginize sunacağım şu telgraflan çektiler :
9.12.l919
Sivas'ta 3' üncû Kolordu Komutanlığı'na
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne :
Tekrarı istenen telgraf aşağıda sunulmuştur :
Hükûmetin Barış Konferansı'na davet edilme konusunda isteklerde bulunduğu bilinmektedir. Barış Anlaşması'ndan iyi sonuç alınabilmesi, ancak gidecek delegelerimizin hem milletimizin güvenini kazanmış kimseler olması hem de memleket içinde otoriteye sahip bir hükûmeti temsil edebilmesine bağlıdır. Yabancı temsilciler tarafindan memleket içinde güvenlik ve huzurun kurulması ve yerleşmesi ısrarla tavsiye olunuyor. Anadolu'da bir katliama uğrayacakları endişesiyle korku ve dehşet içinde olan Hristiyan halkın, bölük bölük işgal altında bulunan yerlere sığınmakta oldukları etkili ve dikkati çeken bir dille söyleniyor. Gerçi, işgal altındaki yerlere ve özellikle Adana bölgesine gidenler, o bölgedeki Ermeni nüfusunu artırmak maksadıyla gitmekte iseler de, Anadolu'da güvenlik ve huzurun bozul muşolduğu ileri sürülerek, hükûmet tarafından yapılan red ve yalanlamanın etkisini azaltıyor. Çünkü, Hey'et-i Temsiliye tarafından verilen teminata rağmen, illerde bazı kimselerin kendilerine hoş görünmeyen görevlileri kendiliklerinden azletmek, değiştirmek, hükûmet işlerini sekteye uğratmak, zorla yardım ve vergi toplamak gibi hareket ve müdahalelerinin tamamiyle önü alınamadığından, daha yabancı çevrelerde de endişe devam etmektedir. Devletimizin, kara ve denizdeki bugünkü durumunda, geleceğimiz hakkında kararlar alacak olan devletlere karşı, tehdit edici bir tutuma girmesi her halde zararlıdır. Bundan başka, temsilcilere, Hey'et-i Temsiliye adına telgraflar çekilmesinin memlekette iki hükûmetin varlığını gösterdiği, Fransa temsilcisi tarafından açıkça söylenmiştir.Hele bunlardan herhangi birine karşı aşağılayıcı sözler sarfedilmesi, yaratılıştan sahip olduğumuz ahlâk temizliği, sağduyu ve uzak görüşlülükle bağdaştırılamaz.Tehlike ve felâket anlarında ağırbaşlılık ve sükûneti korumanın millî niteliklerimizden olduğu unutulmamalı, umutsuzluk ve bezginliğin akla getireceği aşırı ve tehlikeli emel ve tasavvurlara, vatanın yüksek çıkarları feda olunmamalıdır. Haklarımızı, bugünkü durumumuzda ancak siyaset, uyanıklık ve zamanın gereklerine göre akıllıca hareketle savunabiliriz. Bu düşünceler zâtıâlîlerine karşı bilineni tekrarlamak oluyorsa da, arkadaşlara ve şubelere de vatanseverce tavsiyelerde bulunmak mutlak bir gerekliliktir. Toplanması yaklaşmış olan Meclis-i Mebusan'ımızın, aziz vatanımızın kurtuluş ve selâmeti için alınacak isabetli tedbirleri bularak bu yüce gayenin gerçekleşmesine bütün gücü ile çalışacağı beklenmektedir.
Kabinenin düşüncesini arz ederim.
Harbiye Nâzırı Cemal
Efendiler, dinlediğiniz bu telgrafta yazılanların açıklamasını yaparak yüce topluluğunuzu yormayı gereksiz sayarım. Yalnız, müsaade buyurursanız, buna verdiğim cevabı olduğu gibi sunmakla yetineceğim.
Şifre Sıvas,11.12.1919
Harbiye Nazırı Cemal Paşa Hazretleri'ne
Kabinenin düşüncesi olmak üzere gönderilen 9 Aralık 1919 tarihli telgrafhey'etimizce incelendi. Yaptığımız bunca açıklamalara ve sunduğumuz bilgilere rağmen, bu telgraf metni de daha önce bildirilen görüşlerin tekrarı niteliğinde görülmüştür. Hey'et-i Temsiliye'mizin amacının hükumet otoritesinin sarsılmasına meydan vermemek, milletin hüktimete karşı güvenini artırmak olduğu defalarce belirtilmiştir. Maalesef, bizde, sunulan hususlar üzerinde gerektiği ölçude durulmadığı inancı doğmaktadır.
1- Anadolu'da güvenlik ve huzururı bozulmuş olduğu doğru değildir. Belki,düşmüş olan Damat Ferit Paşa Kabinesi zamanında yaratılmış olan bu düşünce anarşisi ve güvensizlik, sonradan millî birlik sayesinde ortadan kalkmıştır.
2 - Şahıslar tarafından durup dururken memurları görevden alma ve yer değiştirme yapılmış değildir. Yalnız, Dahiliye Nezareti, Millî Mücadele aleyhinde oldukları için, düşmüş olan kabine zamanında, millet tarafından kovulan ve her tarafça adları bilinen memurları yeniden tayinde gösterdiği direnme ile pek anlamlı bir yol tutturuyor. Dahiliye Nezareti'nin millî dâvâya tamamen aykırı olan ve kamuoyunda, eski nâzır Adil Bey zihniyetinin hâlâ süregeldiği duygusunu yaratan işleri, elbette pek haklı ve meşru olarak halkça iyi karşılanmamaktadır. Aynı müsteşarın, aynı İçişleri Genel Müdürü'nün ve aynı Özlük İşleri Müdürü'nün görevlerinde devam etmeleri, gerçekten hem yüksek hükumetinizi hem de millete karşı taahhüt altında bulunan Hey'et-i Temsiliye'mizi pek güç bir duruma sokmaktadır... tarihli telgrafla arz ettiğimiz Dersim Mutasarnfı konusu dikkate değer. Artık bu konuda Hey'et-i Temsiliye'ce yapılacak bir şey kalmamıştır. Bundan sonra da, Dahiliye Nezareti'nin bu gibi işlemleri yüzünden ortaya çıkacak durumların düzeltilmesi için, Nezaret'çe iyi karşılanmadığı ve güven duyulmadığı için istirhamlarda da bulunulmayacaktır.
Son olarak şunu arz edelim ki, yüksek hükumetleri, milletin güven ve desteğini hakkıyla kazanmak, bu vatan ve millete yararlı olmak istiyorsa, -ki buna hey'etimizin hiç şüphesi yoktur kendine, milletin ruhuna ve durumun nezaket derecesine göre bir gidiş yolu seçmeli ve asıl derdi kendi içirde tedavi etmelidir. Yoksa, iktidar makamına gelindiğinden beri, tutulan yol bakımından, Hey'eti Temsiliye'yi hedef alarak ve sürekli olarak aynı nitelikte yazılar yazarak gayeye ulaşılamaz.
3 - Düşmüş olan hükumetin, millete düşman, düşmanlara dost olarak takip etmiş oldukları haince politikanın mirası olan Aydın cephesinde, para toplama işinde belki bazı uygunsuzluklar olmuş olabilir. Şu kadar ki, Sıvas Genel Kongresi ile oluşan millî birlik ve Harbiye Nezareti'nin vatanseverece yardım ve himmetleri sayesinde, bu gibi durumların önü alınmış demektir.
4 - Millet, Ateşkes Anlaşması'nda bulunduğu düşman devletlerinden hiçbirine karşı tehdit edici bir durum almış değiidir. Yalnız kutsal ve meşru haklarına karşı yapılan müdahaleleri, kesin bir lüzum görülürse silâhla bile önlemeye kararlıdır.
5 - Hey'et-i Temsiliye'nin, barış konferansına katılacak delegelere telgraf çekmesi konusuna gelince, bu ancak yüksek hükûmetlerinin onayından da geçmiş protestolardan ibarettir, Kaldı ki, millî birliğin temsilcisi otmak sıfatıyla, Hey'et-i Temsiliye'nin millet adına bu gibi müracaatlarda bulunması meşru bir hakkıdır. Eğer hükûmet de aynı duyarlığı gösterir ve böyle fırsatlarda, milletle aynı düşüncede olduğunu açıkça ortaya koymaktan çekinmezse, politikaya zarar vermek şöyle dursun, aksine, çok büyük yararlar sağlanacağı âşikârdır. Oysa, yüksek hükûmetlerinin Adana'nın işgali gibi apaçık bir haksızlığı bile, protesto etmediğîni Fransızlar söylüyor. Bu bakımdan, Fransız temsilcisinin açıkça konuşmasının hikmetini bu noktada aramalıdır. Özet olarak, şunu arz edelim ki, Hey'et-i Temsiliye ne umutsuzluk ve bezginliğe ne de kutsal görevlerinde millet ve vatanın selâmeti için yapılması gerekenleri kavrayamayacak bir bilinçsizliğe düşmüştür. Milletin selâmeti adına aldığı tedbirler ve giriştiği bütün işlerde ağırbaşlı ve haysiyetli davranışı uyuşukluğa ve alçalmaya tercihi bir ilke olarak benimsemiştir. Politika, uyanıklığın ve zamanın gereklerine göre hareketin ancak bu yolla olduğuna inanmıştır. Bu bakımdan acı gerçekler karşısında dikkatli ve uyanık olan millî ruhtan aldığı bu ilkelerin aksini millete tavsiye edemez ve yakında toplanmasını zarurî bulduğu Meclis-i Meb'usan'ın da aynı ruh ve duygu ile donanmış olacağı umudunu kuvvetle besler.
6 - Hey'et-i Temsiliye'mizin görüşü, yukarıda arz edildi. Temsilcimiz olmak dolayısıyla, bu durumlarda, zâtıdevletleri'nin kabineyi aydınlatmanız ve asılsız noktaları kendilerine açıklamanız gerektiğini, memleketin selâmeti adına derin saygılarımızla arz ederiz.
Hey'et-i Temsiliye adına Mustafa Kemal
ÇÜRÜKSULU MAHMUT PAŞA'NIN DEMECİ
Efendiler, İstanbul'da, vatanın kurtarılması ile ilgili en önemli işlerle uğraşan, saygı değer ve aklı başında olarak tanınmış kimselerin, o devirde, İstanbul'un zehirli havasını teneffüs yüzünden, zihniyet ve düşüncelerinde ne kadar olumsuz sapmalar meydana gelmiş olduğuna örnek olmak üzere, daha Sivas'ta iken karşılaştığım küçük bir olayı müsadenizle bilginize sunmak isterim. Belki de sayın üyeler arasında hatırlayanlar vardır. Ayân üyelerinden Çürüksulu Mahmut Paşa, "Bosphore" gazetesi yazarlarından birine, siyasî durumumuzla ilgili bir demeç vermişti. Mahmut Paşa' nın o tarihlerde, Barış Hazırlıkları Komisyonu üyesi olduğunu da hatırlarsınız. Paşa'nın 31 Ekim 1919 tarihli Tasvir-i Efkâr gazetesinde yayınlanan demecini, 17 gün sonra Sivas'ta okudum. "Ermenilerin aşırı isteklerine hak vermemekle birlikte, sınırlarda bazı düzeltmelerin yapılmasına razı oluruz" ifadesi dikkatimi çekti. Doğu Anadolu'da Ermenistan lehine toprak tavizlerinde bulunulacağına söz verme anlamı taşıyan bu cümlenin, Barış Komisyonu üyesi olan bir devlet adamı tarafından söylenmiş olması, gerçekten üzerinde düşünülmeye ve hayretle karşılanmaya değerdi. Bu sebeple 17 Kasım 1919 tarihinde, Çürüksulu Mahmut Paşa Hazretleri'ne yazmayı yararlı saydığım bir telgrafta, demecindeki işaret ettiğim cümleden dolayı, "Doğu Anadolu halkının pek haklı olarak, son derece üzgün ve kırgın olduğunu belirttikten sonra, Erzurum ve Sivas Kongreleri'nin kararları gereğince, milletin Ermenistan'a bir karış toprak terketmeyeceğini ve hattâ, eğer hükumet, böyle acı bir mecburiyete boyun eğerse, milletin kendi haklarını bizzat savunmaya kararlı olduğunu ve bunun bütün dünyaya ilân edilmiş bulunduğunu" yazdım ve bu millî azim ve kararın herkesten önce, Barış Hazırlıkları Komisyonu'nun sayın üyelerince bilinmesi ve ona göre hareket edilmesi gereğini arz ettim .
Efendiler, Sivas'ta bulunduğumuz sırada birçok mesele ve olaylarla karşılaşılmış ve ister istemez millî, idarî, askerî ve siyasî teşebbüs ve faaliyetlerde bulunulmuştur. Bunların hepsini ayrıntılarıyla anlatmak uzun sürer. Yalnız, izlediğimiz olaylar zincirinin biribirine bağlanmasını sağlayacak bazı noktalara işaret ederek geçeceğim.
-
Milli teşkilatın yeniden düzenlenmesi
MİLLİ TEŞKİLATIN YENİDEN DÜZENLENMESİ
Efendiler, millî teşkilâtın bir düzene sokulması önemliydi. Bunun için özel tedbirler alındı. Seçimler dolayısıyla ortaya çıkan bazı görüş ayrılıklarının giderilmesi için çareler arandı.
Maraş'taki bazı Çerkez vatandaşlar sözde Maraş'ın bütün Çerkezleri adına Cebel-i Bereket guvernörünün Maraş'a gönderilmesini, Antep'teki Fransız askerî komutanından telgrafla istemişlerdi. Buna izin veren Maraş mutasarrıfına teessüflerimiz duyuruldu. Adı geçen guvernör geldiği takdirde, Maraş eşraf ve ileri gelenlerinin karşılamamaları bildirildi. İstanbul Hükumeti'nin de dikkati çekildi.
Bolu bölgesinde güvensizlik gittikçe artıyordu. İzmit'te Asım Bey'den sonra, 1 nci Tümen komutanı olan Rüştü Bey' e bu konuda direktif verildi.
Efendiler, 20 Kasım 1919 tarihinde, İstanbul'daki teşkilâtımızdan, Kara Vasıf ve Albay Şevket Bey imzalarıyla gelen bir şifrede : "Gebze kaymakamının Millî Mücadele'ye karşı olduğu, bu kaymakamın, birçok korkunç olaylara cür'et eden Yahya Kaptan'ın kötülüklerini örtbas etmeye ve daha başka şeylere başlayarak Kuva-yı Milliye'ye leke sürmeye çalıştığı" bildiriliyor ve kaymakamın yerinin değiştirilmesi söz konusu ediliyordu.
Biz de bu görüşe samimiyetle katılarak cevabımızda, konunun Cemal Bey vasıtasıyla çözüme götürülmesini bildirdik.
Efendiler, bu Yahya Kaptan konusu, inkılâp tarihimizin önemli safhalarından birinde yer aldığı ve pek anlamlı olduğu için biraz genişçe bilgi vermeyi uygun görüyorum.
Şimdiye kadar verilen bilgilerden anlaşılmış olacağına hiç şüphe yoktur ki, bir araya gelerek anlaşmış bulunan ortak iç ve dış düşmanların uygulamaya çalıştıkları plânın önemli bir noktası da, memleket içinde güvensizlik olduğunu ve Hristiyan azınlıklara saldırılarda bulunulduğunu, elle tutulur, gözle görülür delil ve olaylarla dünya kamuoyuna ispat etmek, bu olayların Kuva-yı Milliye tarafından yapıldığına inandırmaktı. Bu gizli ve iğrenç maksadın gerçekleşmesi için de, bildiğiniz gibi, birtakım çeteler kurarak, bunları özellikle Hristiyan halk üzerine saldırtmak ve bu çetelerin işleyecekleri cinayetleri, millî teşkilâta yüklemek yolunu tutuyorlardı. Bu teşebbüsler azçok memleketin her tarafında filiz vermeye başlamakla birlikte, en önemli gelişme ve faaliyet, İstanbul'a yakınlığı dolayısıyla Biga, Balıkesir ve özellikle İzmit, Adapazarı ve Bolu bölgelerinde görülür ve dikkat çekici bir durum gösteriyordu.
Biz, bu haince fakat - itiraf olunmalıdır ki - çok ustaca teşebbüse karşı olağanüstü tedbir almak ve teşebbüse geçmek zorunda kaldık. Çünkü, İstanbul Hükûmeti, düşmanın bütün bu oyunlarını gerçekten Kuva-yı Milliye'nin üzerine yüklüyor ve yok edilmeleri için sert tedbirler alacak yerde, durmadan Hey'et-i Temsiliye'yi suçlayarak ve baskı yaparak, bu faciaları yaratan düşman çetelerinin faaliyetine son vermeyi bizden istiyordu. Ne yazık ki, hükûmet, bu düşünce ve kanısını, İstanbul'daki teşkilâtımızın başında bulunanlara da iyiden iyiye aşılamayı ve telkini başarabilmişti.
Efendiler, bizim özellikle İstanbul'a yakın olan İzmit bölgesinde uygulamayı düşündüğümüz tedbir, orada silâhlı millî müfrezeler kurmak ve o bölgede, kendilerine güvenilir komutan ve subaylarımızın, bu millî müfrezelere yapacakları yardım ve desteklerle, hain çetelerin peşine düşerek kötülüklerine ve varlıklarına son vermekti.
YAHYA KAPTAN KONUSU
İşte bu maksatla oluşturabildiğimiz millî müfrezelerin en önemlisi ve kuvvetlisi, Yahya Kaptan diye tanınmış olan fedakâr bir vatanseverin müfrezesi idi.
Merhum Yahya ile ilk ilişkimiz şöyle oldu :
Bir gün telgrafçılar, Sivas Telgraf Merkezi'ne şu bilgiyi veriyorlardı : Çok acele bir telgrafı durdurdular, yani İstanbul'da durdurulmuştur. Telgraf metni aşağı yukarı şöyledir :
Sivas'ta Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Dün İzmit'ten tavsiye edilen Yahya benim. Yarın akşam Kuşçalı telgrafhanesinde emrinizi bekliyorum.
Kuşçalı, Üsküdar ile Gebze arasında bir köydür. Gerçekten de Yahya Kaptan, bana İzmit'te teşkilâtımız tarafından tavsiye edilmişti.
4 Ekim 1919 tarihinde Kuşçalı merkezinden şu telgrafı aldım :
Sivas'ta Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Önemli ve çok ivedi
Bendeniz, size iki gün önce İzmit'ten tavsiye edilen Yahya'yım. Emriniz üzere, telgraf başında emirlerinizi almaya geldim. En geç yarın akşama kadar Kuşçalı telgrafhanesindeyim.
Yahya
Anlaşıldığına göre, Yahya Kaptan, İstanbul'dan telgrafının çekilmediğini anlayınca, kendisi daha Kuşçalı'ya gelmeden, bu telgrafı Kuşçalı merkezine göndererek çektirmiş. Ben de şu emri verdim.
4.10.1919
İzmit Merkezi Vasıtasıyla Kuşçalı Telgrafhanesi'nde Yahya Efendi'ye Bulunduğunuz bölgede güçlü bir teşkilât kurunuz. Adapazarı Kaymakamı Tahir Bey vasıtasıyla, bizimle bağlantı sağlayınız. Şimdilik hazır bulununuz.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi Mustafa Kemal
Efendiler, Yahya Kaptan, aldığı bu emir üzerine, teşkilât kurdu ve aylarca İstanbul ile ilişkisi bulunan çevrelerde hain çetelerin faaliyetlerine engel oldu.
Sonunda, İstanbul Hükûmeti tarafından öldürtüldü. Gerçi, Yahya Kaptan'ın faaliyeti ve feci bir şekilde şehit edilmesi, bundan sonraki ayları ilgilendirir bir olay ise de, burada, olaydan söz edilmişken, konuya bir daha dönmemek için şimdi açıklanma sı yerinde olur sanırım.
24 Kasım 1919 tarihinde Kartal Merkezi'nden şu telgrafı aldım :
Köy içinde suçsuz adam öldürme, nahiye müdürünü herkesin önünde dövme ve köylerdeki yağma olaylarından dolayı Yahya Kaptan'ı hükûmete teslim mecburiyeti doğmuştur. Dahiliye Nezareti bu konuyu titizlikle takip ediyor. Hükûmetin güç durumda kalmaması, Yahya Kaptan'ın teslimini gerektiriyor. Zâtıdevletlerinin emirlerini makine başında bekliyorum, efendim.
İmza:
Kartal Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Hey'et-i
Temsiliye Başkanı Binbaşı
Ahmet Necati
Askerlerin ve devlet memurlarının, açıktan açığa bizim millî teşkilât şubelerimizin başkanlıklarını almaları usulden değildi. Bir de bizim teşkilât tüzüğümüzü bilmesi gereken şube başkanlarının, Hey'et-i Temsiliye'nin yalnız bir tek hey'et olduğunu, her yerde birer Hey'et-i Temsiliye bulunamayacağını bilmesi gerekirdi. Bu t elgraf üzerine, İzmit'teki Tümen Komutanı'na şu telgrafı yazdım.
Şifre Sivas, 25.ll.l9l9
İvedi
İzmit'te 1'inci Tümen Komutanı Rüştü Beyefendi'ye
Kartal Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı ünvanı ile Ahmet Necati Bey tarafindan gönderilen bir telgrafta : Öldürme, bucak müdürünü dövme ve köylerdeki yağma olayından dolayı Yahya Kaptan'ın hükumete teslimi mecburiyetinin doğduğu ve Dahiliye Nâzırı'nın da bu konuyu titizlikle takip ettiği bildirilmektedir.
Basından beri Millî Mücadele'de büyük yararlıklar göstermiş olan bu zatın, memleketimizin bu bunalımlı günlerinde hükümete teslimi asla uygun görülmemekte olduğundan, işin, hükûmetin otoritesini de dikkate almak suretiyle, Yahya Kaptan'ın şu aralık kanunî kovuşturmadan kurtarılması şeklinde çözüme bağlanması, Kartal'da Necati Bey'e gereken direktifin verilmesi ve sonucun bildirilmesi önemle rica olunur.
Hey'et-i Temsiliye adına
Mustafa Kemal
26 Kasım 1919 tarihinde Hereke merkezinde de şu telgrafı aldım :
Millet adına istirham ediyorum; bugünlerde Binbaşı Necati Bey'in yolsuzlukları, Kuva-yı Milliye'yi lekelemektedir. Hemen soruşturma açılmasına emir buyurulmasını rica ederim.
Gebze İlçesi Milis Komutanı
Yahya
İzmit'teki Tümen Komutanı'ndan aldığım cevap aynen şudur :
İzmit, 29.11.1919
Sivas'ta 3' üncü Kolordu Komutanlığı'na
İlgi : 25.11.1919
Hey'et-i Temsiliye Başkanlığı'na : Şimdiye kadar yaptığım soruşturmaya göre Yahya Kaptan'ın adam öldürme, bucak müdürünü dövme gibi suçlar işlemediği, yalnız Binbaşı Necati denilen zatın kendi şahsî çıkarlarını yürütebilmek için Yahya Kaptan'ın vücudunu ortadan kaldırma gayesini güttüğü ve bu konuda zâtıalinize telgrafla müracaatta bulundukları zaman Yahya'yı da aldatarak yanlarına getirip öldürme plânı kurdukları ve Yahya'nın durumu sezerek kendisini kurtarmış olduğu anlaşılmıştır. Soruşturmayı gerektiği şekilde derinleştiriyorum. Sonucu arz ederim.
1'inci Tümen Komutanı
Rüştü
Tümen Komutanı Rüştü Bey'in birkaç gün sonra verdiği tamamlayıcı bilgi şuydu :
Sivas'ta 3' üncü Kolordu Komutanlığı'na
Hey'et-i Temsiliye'ye :
Binbaşı Necati Bey'in, Maltepe Atış Okulu'nda görevli memur olmasına rağmen, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı sıfatını takınarak, Kuva-yı Milliye adına başına topladığı Arnavut Küçük Aslan çetesiyle ortalığı soydurmakta olduğu ve Gebze Jandarma Yüzbaşısı Nail Efendi'nin de bununla işbirliği yaptığı hususunda, bende şüphe kalmamıştır. Son zamanlarda, hükumetin başına dert açan Danca Rum bekçilerinin öldürülmesi ve Stelianos adında bir zenginin dağa kaldırılarak para istenmesi gibi eylemlerin adı geçen çete vasıtasıyla yaptırılması ve bütün bu yapılanların, böyle bayağılıklara yanaşmayan Yahya Kaptan'a yükletilerek, kendisi hakkında gerek oraya gerek hükumete asılsız ihbarlarda bulunulması, her halde bunların millî teşkilât perdesi altında halkın ve hükumetin başına dert açarak kendi keselerini doldurmaktan başka bir maksat beslemedikleri ve belki de daha başka siyasî bir maksatlarının bulunduğu yargısını doğuruyor. Şimdiye kadar pek namuslu hareket etmiş ve etmekte olan Yahya Kaptan'ın bu gibi eylemlere katılmaması ve yukarıda adı geçen çetenin kendi koruma bölgesinde hiçbir rezaletine meydan vermemesi dolayısıyla, onun vücudunu resmî veya gayri resmî olarak ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Dün Yahya Kaptan yanıma gelerek hayatının tehlikede olduğunu, bu yüzden adamlarının silâh ve cephanelerini getirip teslim ederek kendisinin de buradan uzaklaşacağını bana resmen söyledi. Kendisine gereken öğütleri vererek ve dah a hizmet edecek önemli zamanlar bulunduğunu anlatarak, tekrar yerine gönderdim. Her şeyi iyi bilmesi gereken Gebze ilçesi kaymakamından durumu resmen sorunca, aldığım cevap da tamamen yukarıda arz ettiğim şekilde, yani Necati ve Nail Efendi' lerin aleyhinde, Yahya Kaptan'ın lehindedir. Necati Efendi' nin İstanbul'da nere ile haberleştiğini bilemiyor isem de, bir yerden arasıra para aldığı söyleniyor. Bunların varlığı ve cana kastetmiş olmaları dolayısıyla, Yahya Kaptan bu bölgede durmak istemiyor. Bu bakımdan zaten muvazzaf bir subay olan Necati Efendi' nin başka bir yere, Nail Efendi' nin de daha başka bir yere gönderilmesinin zarurî olduğuna hükmediyorum. Oraları İstanbul ile haberleşmekte olduklarından, tabiî bendenizce bir şey yapılamamaktadır . Gereğinin oraca yerine getirilmesi arz olunur.
1'inci Tümen Komutanı
Rüştü
Rüştü Bey'in verdiği bilgilerden uzun uzadıya bahsederek, durumu 8 Aralık 1919 tarihinde, Harbiye Nâzırı Cemal Paşa' ya yazdım.
Aynı tarihte, durum ve Cemal Paşa' ya yapılan müracaat açıklanarak, işin takibi, İstanbul'daki teşkilâtımızın başkanlarına da bildirildi.
On dokuz gün sonra, yani 27 Aralık 1919 tarihli ve şifreli, şifrenin altında Vasıf, dışında Albay Şevket Bey' in imzalarını taşıyan uzun bir telgrafla, şu bilgi veriliyordu :
Güvensizlik ve huzur yokluğunun başlıca sorumluları Yahya Kaptan ile arkadaşı Kara Aslan ve Alemdağı'nda dolaşan Sadık çeteleridir.
Yahya Kaptan'ın birtakım şımarıklıklarından bahsettikten sonra, "... Bizi, artık bu haydutu zarar veremeyecek bir duruma getirmeye teşebbüs ettirmişti."
Öteden beri araları iyi olmayan Küçük Aslan çetesinin itibarda olması kendisini çeşitli yollarla suçlarını örtbas etmeye yöneltmiştir.
Yüzbaşı Hail, Yahya'nın aleyhindedir. Necati Bey'e gelince, düşmüş olan eski hükumet zamanında Kartal ilçesine başkan seçilerek, Kuva-yı Milliye adına merkezle ilgisini kesmiş, Millî teşkilâtı kuvvetlendirmiş... Yeniköy Rumlarının etraftaki sarkıntılıkları üzerine, Küçük Aslan çetesini dolaştırmaya başlamış. . . Tarafınızdan para da verilmiştir.
Yahya Kaptan her şeyi sonuçsuz bırakmak manevrasına başvurmaktadır. Binbaşı Necati, biraz idaresiz ise de cezayı hak etmiş değildir.
Gebze kaymakamının. . . bir an önce başka bir yere alınarak Rum ve Ermeni entrikalarına son verdirilmesi. . .
Efendiler, bu bilgiler arasında, benim bilmediğim noktalar da vardı. Söz gelişi, ben Küçük Aslan çetesinden ve onun itibarlı olduğundan habersizdim. Bu çeteye Necati Bey vasıtasıyla para verdiğimi kesinlikle hatırlayamıyordum.
Yahya Kaptan'ın, verdiğimiz direktif gereğince, düşman çetelerini yok etmeye ve hiç olmazsa, onların, Hristiyan halka saldırarak düşmanın maksadını gerçekleştirmeye yönelmiş olan bütün teşebbüslerini başarısız kılmaya çalıştığını pekâlâ biliyorduk.
Gebze kaymakamının içyüzü, şimdi ekleyeceğim belgelerle anlaşılabilecektir, sanırım.
4 Ocak l92l tarihinde, Tümen Komutanı Rüştü Bey'e, Vasıf Bey'in verdiği bilgiyi olduğu gibi özetleyerek, bu bilgilerin kendisince verilen bilgilerle çeliştiğini bildirdim. Bu bakımdan durumun güvenilir ve inanılır kimseler vasıtasıyla bir kere daha soruşturulup incelettirilmesini ve kendi düşüncesiyle birlikte açık olarak bildirilmesini rica ettim.
Efendiler, bu konuda, gerçeğin ortaya çıkmasına yarayan belgeler üzerinde bilgi sahibi olmanızı istediğim için, Rüştü Bey' in cevabını olduğu gibi bilginize sunmama müsaade buyurunuz :
Düzce, 7/8.1.1920
20' nci Kolordu Komutanlığı'na
İlgi : 4.1.1920 tarihli şifre :
Hey'et-i Temsiliye Başkanlığına,
Yahya Kaptan' la ilgili türlü suçlamalar üzerine, birkaç defa, Yüzbaşı Ali Aguş Efendi vasıtasıyla yaptırdığım soruşturma, onun lehinde çıktı. Bununla birlikte kendisi cahil olduğundan, hizmet ediyorum zannı ile bazı şeyler yapmış olabilir. Büyük ve Küçük Aslan' lar zaten eşkiyadır. Ancak, millî teşkilâtın aleyhinde bir görüşe sahip olduğu şüphesiz olan ve Yahya hakkında herkesten çok şikâyetçi olması gereken Gebze kaymakamına bu konuda yazdığım yazılara almış olduğum 1.12.1919 tarih ve 17 sayılı cevabın sureti aşağıda olduğu gibi verilmiştir.
Bendeniz, bu telgraftaki bilgilere kısmen olsun inanmak zorunda kaldım ve aynı inançla bu yazıları İstanbul'a, bizzat Şevket Bey' e de gösterdim. Bendenizin bilemediği bazı sebeplerle, İstanbul'ca hakkında bir muamele yapılmasına gerek duyulduğu takdirde, elbette bir şey denemeyeceği arz olunur.
Suret
İlgi : 30.11.1919 tarih ve 53 sayılı yüksek emirleri.
Kartal Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Binbaşı Necati Bey' in, adam öldürme ve bucak müdürünü dövme ile ilgili ihbarları, şahıs ve zaman belirtilmediği için gerçek olarak kabul edilemez. Çünkü, dövüldüğü bildirilen bucak müdürü Burhaneddin Bey, Yahya Kaptan tarafından dövülmediğini ve tecavüze uğramadığını yazılı olarak bildirdiği gibi, hu konuda bendenizin makamına herhangi bir şikâyette de bulunmamıştır.
Adam öldürme konusuna gelince, Yahya Kaptan hakkında hükûmete ve adliyeye hiçbir yerden böyle bir cinayetle ilgili müracaat ve şikâyet olmadığı gibi, aleyhinde, yakalanması için bir tebligat bile yoktur. Eğer bununla, Darıca Rumlarından iki Rum'un öldürülmesi ve Kartal'ın Paşa köyünden Stelianos Çorbacı' nın dağa kaldırılarak fidye istenmesi kastediliyorsa, bu cinayetlerin Küçük Aslan çetesi tarafından işlendiği kanaati yaygın ve doğrudur. Bu çete Yahya Kaptan' a öteden beri düşman olduğundan ve esasen Yüzbaşı Nail Efendi tarafından kanat gerilip korunurken, sayısı on sekiz kişiye ulaşan bu çetenin, şimdi Binbaşı Necati Bey' in emrine verildiği ve hattâ kendilerine ellişer lira maaş bağlanmakta olduğu haber alınmıştır. Bu çetenin köyleri soymaktan geri durmadığı bilinmektedir. Binbaşı Necati Bey' in, Yüzbaşı Nail Bey' in eski okul arkadaşı olduğu, kendisiyle bir buçuk ay önce Aydınlı köyünde, Küçük Aslan çetesi üyelerinden Ali Kaptan' ın dağa kaldırdığı Çorbacı' dan alınan parayla yaptığı meşhur düğününde görüştüğü bilinmektedir. Daha sonra Binbaşı Necati Bey , birçok defa Yüzbaşı Nail Bey' in evine gelerek misafir olmuştur. Her ikisi de aynı düşüncede oldukları için, Yüzbaşı Nail Bey öteden beri Yahya Kaptan' ın aleyhindedir. Yahya Kaptan teşkilatı kurduğu sırada, yüzbaşı Nail Bey, onu bulunduğum kazanın sınırları dışına çıkarmaya ve uzaklaştırmaya çalıştığı gibi, Küçük Aslan çetesi tarafından işlendiği söylenen ve doğruluğuna şüphe olmayan yukarıdaki iki cinayet olayının, Kuva-yı Milliye'yi kirletmek ve Yahya Bey' i lekelemek düşünce ve maksadını taşıdığı hissedilmiştir. Oysa, bu cinayetler, Aslan çetesinin faaliyet ve hareket alanı içinde işlenmiştir. Hattâ, Yüzbaşı Nail Bey' in, kovuşturma yapmak üzere gönderilecek olan İstanbul Muhafiz Alayı'na mensup Süvari Müfrezesi Komutanı Hakkı Bey' i, artık gelmesine lüzum kalmadığı gerekçesi ile, haberleşme sırasında İstanbul'a naklettirip işi takipsiz bıraktırmış olduğu da bir gerçektir. Eğer sözü edilen adam öldürme olayı bundan başka bir olay ise, durumun açıklığa kavuşması için, şahıs ve zaman belirtilerek bildirilmesi gerekir. Darıca Rum bekçilerinin öldürüldüğü gün, cinayetin, çarşıda serbest gezen Küçük Aslan çetesi tarafından, işlendiği haberinin yayılması üzerine, Yüzbaşı Nail Bey, korkusundan başka bir yere naklini istemiş ve kesinlikle burada oturmayacağını söylemiştir. Ancak, alay ve tabur komutanları ile Binbaşı Necati Bey buraya gelerek ve Yahya Kaptan hakkında bir işlem yapılması için temsilci Sırrı Bey' e yazı yazdıracaklarına söz ve güvence vererek, Nail Bey' in burada kalmasını istemişlerdir. Bunun üzerine yüzbaşı, 25 Kasım 1919 salı günü, gidip gelen Necati Bey' i aldatarak ona gerçeğe aykırı suçlamalar yaptırdığı gibi, bir yandan telefonla Yahya Kaptan' ı merkeze davet ettirirken bir yandan da Küçük Aslan çetesini kendi evinde hazır bulundurarak yakalamayı tasarlamıştır. Arıcak, her nedense, bu işi gerçekleştirmeye cesaret edemeyerek teşebbüsünden vazgeçtiği için, Necati Bey de Kartal'a dönmek zorunda kalmıştır. İşte bundan dolayıdır ki, Yüzbaşı Nail Bey, gerek Necati Bey ve gerek kendine âlet ettiği Küçük Aslan çetesi vasıtasıyla, Yahya Kaptan aleyhinde suçlama ve tertiplere başvurmaktan bir an geri kalmamaktadır. Yahya Kaptan, kendisine karşı çıkan ve düşman olan Küçük Aslan çetesi gibi köyleri yağmalamaya ve Hristiyanları öldürüp yok etmeye izin vermemiştir. Kendi emrinde bulunan Büyük Aslan Bey çetesi tarafından bazı uygunsuzluklar yapıldığında, derhal bunları önleme ve cezalandırma yoluna giderek, millî bir gaye olan vatanın istiklâli ve kurtuluşu için disiplin ve güvenliğin korunmasına hizmet etmektedir. Daha önce de Büyük Aslan Bey çetesinin aman dilemesine ve sığınmasına yardımda bulunarak, hükümetçe affedilmesini sağlamak suretiyle yaptığı hizmetler takdire değer. Aleyhindeki suçlamaların, yüzbaşının şahsıl emellerine boyun eğmemiş olmasından, Küçük Aslan çetesi tarafından işlenip Yahya Kaptan' ın üstüne yıkılmak istenen cinayet olaylarının eksik olmamasından ve bunlâra cür'et edenlerin korunması dolayısıyla teessüf ederek yüzbaşıya şiddetli uyarılarda bulunmasından ileri geldiği arz olunur.
(Gebze Kaymakamı Nurettin)
1' inci Tümen ve Bolu Bülgesi
Komutanı
Rüştü
Efendiler, bu bilgilerin alınmasından önce şöyle bir haber verdiler : Tavşancıl'da Yahya Kaptan' ın etrafı sarıldı. Bunu yapan İstanbul'dan gelen bir askerî birliktir.
Bu haber üzerine, İzmit'teki Tümen Komutanlığı'ndan, 7 Aralık 1920 tarihli şifre ile, makine başında durumu sorduk. Eğer bu haber doğru ise, "İstanbul'dan geldiği bildirilen birlik komutanına, Yahya Kaptan'ın bizim adamımız olduğunu, eğer bir kusur ve kabahati varsa, tarafımızdan gereğinin yapılmasının tabiî bulunduğunu, Yahya Kaptan 'ın sarılmasına ve tutuklanmasına hiçbir şekilde razı olmadığımızı bildiriniz" dedik.
Efendiler, 7 Ocak 1920'de yazılıp, 8 Ocak'ta aldığımız iki telgraf vardır. Bunlardan biri İzmit'ten, 1' inci Tümen Komutanı Vekili imzasıyla Fevzi Bey 'dendir. Şunlar yazılıdır : " Bu gece iki bin kişilik bir kuvvet Tavşancıl'a çıkarak Kuva-yı Milliye Komutanı Yahya Bey 'i çevirmişlerdir. Yapılacak işlemin bildirilnıesi arz olunur."
Diğer telgraf, Düzce'de bulunan asıl Tümen Komutanı'ndan geliyordu. Rüştü Bey, merkezde bulunan vekilinden aldığı aynı bilgileri veriyordu.
Tümen Komutan Vekili Fevzi Bey'in, 7 Ocak 1920 tarihli açıklama bekleyen telgrafımıza verdiği 7/8 Ocak 1920 tarihli cevabında, Yahya Kaptan'ın daha ele geçmediği, Kuva-yı Milliye ile gelen müfreze arasında bir çatışma ihtimalinin bulunduğu ve gelen müfreze komutanına emrimizi bildireceği haber veriliyordu .
Efendiler, o tarihte milletvekili olarak İstanbul'da bulunan yaverim Cevat Bey' den,10 Ocak 1920 tarihinde şöyle bir telgraf geldi :
Harbiye, 10.01.1920
20' nci Kolordu Komutanlığı'na
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne :
6.1.1920 gecesi sabaha karşı Genel Jandarma Komutan Yardımcısı Hilmi Bey ve Üsküdar Jandarma Komutanı Nazmi Bey komutasında dört subay, elli jandarma ve Yüzbaşı Nahit Efendi komutasında, İstanbul Muhafız Alayı'ndan doksan er, Bandırma vapurunun ışıkları söndürülerek Hereke'ye götürülmüş ve sabahleyin erkenden Hereke'ye çıkan müfreze derhal Tavşancıl'ı kuşatmış ve birçok ev basılmıştır. Gelen Hey'et, köy ihtiyar hey'etini toplayarak, vatan haini olan Yahya' yı teslim etmez veya nerede olduğunu s öylemezlerse, Tavşancıl'ı insanlarıyla birlikte yakacaklarını bildirirler. İhtiyar hey'eti, Yahya Kaptan' ın iki günden beri köylerinde olmadığını ve nerede bulunduğunu bilmediklerini ısrarla söyledi. Yahya, sağ olarak ele geçemeyecektir. Fakat Yahya' nın yok edilmesinden sonra Marmara Bölgesine sahip ve hâkim olan ve her gün İngilizler ve Fransızlar tarafından silâhlandırılan Rumların ve İstanbul'daki rezillerin pek büyük bir başarıya ulaşacakları bellidir. Kuva-yı Milliye adını taşımakta olan Yahya' nın ortadan kaldırılması, İzmit, Adapazarı ve İstanbul dolaylarında, düşmanlarımız hesabına birçok fesat çetelerinin de doğmasına yol açacaktır. Bundan dolayı, Cemal Paşa Hazretleri' nin işe el koymasıyla, Yahya' nın da ad değiştirerek daha önce arz ettiğim şekilde serbest bırakılmasının sağlanması için gerekenlere emir buyurulması istirham olunur (Cevat).
Harbiye Nâzırı
Cemal
Bu telgrafın, "Harbiye şifresiyle ve Cemal Paşa imzasıyla kapatılmış olmasına rağmen, içinde Cemal Paşa 'nın işe el koymasıyla Yahya' nın kurtarılması" çaresinin bulunması cümlesi dikkat çekicidir. Demek ki, Cemal Paşa, Cevat Bey' in telgrafını , okumaya gerek duymadan, kendi şifresi ve imzası ile çekilmesine müsaade etmiştir. Çünkü, bir defa Yahya' yı takip ettiren Cemal Paşa'dır. Bundan başka serbest bırakılması için kendi yardımlarının kendisi tarafından emrolunmasını, kendi bilgisi dahilinde elbette yazdırmazlardı.
İzmit'ten Tümen Komutanı Vekili'nden gelen 9 ve 10 Aralık 1920 tarihli iki telgrafla, duyulduğuna göre iki çarpışmadan sonra, Yahya Kaptan'ın ölü olarak ele geçirildiği bildirildi.
11 Ocak 1920'de, Tümen Komutan Vekili'nden, İstanbul'dan gelen müfreze komutanına, benim adıma tebligatta bulunup bulunmadığını sordum. Üç gün sonra 14 Ocak 1920 tarihli raporunda Tümen Komutanı Vekili şu bilgiyi verdi: "Bizzat yaptığım soruşturmadan... çarpışma olmadığı ve yalnız, Yahya Kapta n 'ın teslim olduktan sonra, köy dışında kesici bir âletle öldürüldüğü anlaşılmıştır. Kafatasının olmaması bunu doğrulamaktadır".
Efendiler, bu uğursuz haber üzerine, İstanbul'daki teşkilâtımıza, 20 Ocak 1920 tarihinde, Albay Şevket Bey vasıtasıyla şu telgrafı yazdık :
Yahya Kaptan' ın öldürülmesinin sebepleri ile, teslim olduktan sonra kasten şehit edildiği anlaşıldığından, öldürülmesinde kimlerin elinin ve etkisinin bulunduğunun, İstanbul'dan müracaat eden pek çok fedakâr arkadaşa açıklama yapılmak üzere acele bildirilmesi rica olunur, efendim,
Hey'eti Temsiliye adına
Mustafa Kemal
Eski bir yazımıza karşılık olmak üzere, İstanbul'dan 20 Ocak 1920'de yazılıp bir gün sonra elimize geçen telgraf da şuydu :
Beşiktaş, 20.1.1920
Ankara'da 20' nci Kolordu Komutanlığı'na
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne Özel :
İlgi :17.1.1920.
1- Olay yerinde bulunan güvenilir bir zatın ifadesine göre, Yahya Kaptan yakalanıp köy dışında bulunan karakola götürülürken, çevreden on kadar eşkıyanın karakol üzerine ateş etmesi üzerine, kaçmaya çalışmış ve bu sırada öldürülmüştür. Bununla birlikte, iyi bir soruşturma yapılması için hükûmete başvuruldu.
2 - Yahya Kaptan' ın Kuva-yı Milliye adına pek çok kötülükler yaptığı söylentisi ağızdan ağıza yayıldığı gibi, özel ve resmî yoldan yapılan soruşturma da bunu doğruladığı için, hükûmet kovuşturmaya karar vermişti. Ancak Hey'etimizce kendisinin geçici bir süre için gizlenerek Kuva-yı Milliye işlerine karışmaması ve kötülüğe cür'et etmemesi, yanında bulunan kaçak er ve jandarmaları geri göndermesi şartıyla kovuşturma yapılmaması istenmiş ve ilgililer katında teşebbüslerde bulunulduğu gibi, Gebze'ye özel olarak bir memur da gönderilmişti. Bu sırada hükûmet, birdenbire gizlice asker göndermiş; yalnız Yahya Kaptan' ı ele geçirmek istediğini ilân etmiş ve arz edilen durum meydana gelmiştir, efendim.
Çanakkale Müstahkem
Mevkii Komutanı
Şevket
Efendiler, "Köy dışındaki karakola götürülürken çevreden ateş edilmiş (?) . Kaçmaya çalışmış, bu sırada öldürülmüş (?)." Bu sözlerin, bu gibi suikastlerde bir formül gibi kullanıldığını anlamamak için, çok safdil olmak lâzımdır.
Yahya Kaptan' ı ortadan kaldırmak için, birlikte çalıştıkları ve karar verdikleri hükûmetin, gizlice, birdenbire bir oldubittiye getirivermiş olduğu yolundaki sözler de dikkate değer. İstanbul'da, jandarmadan, İstanbul Muhafız Alayı'ndan subay ve asker görevlendiriliyor... İstanbul'da duruma hâkim olduklarını iddia eden teşkilât başkanlarımız bunu öğrenemiyorlar.
Kara Vasıf Bey'in bu telgrafına verdiğimiz cevapta şu hususu sorduk :
Şifre
Ankara, 22.1.1920
İstanbul'da Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanı Şevket Bey'e, Yahya Kaptan' ın öldürülmesi olayını ciddî olarak takip eden ve özellikle İstanbul'da hesabını isteyen pek çok kimse vardır. Gerçeğin anlaşılabilmesi için, yaygın söylenti derecesine vardığı bildirilen kötülüklerin nelerden ibaret olduğunun bildirilmesi rica olunur.
Hey'et-i Temsiliye adına
Mustafa Kemal
Efendiler, bu açıklama isteğimize gelen cevabı da, sabrınıza sığınarak olduğu gibi, bilginize sunacağım :
Beşiktaş, 24.1.1920
Ankara'da 20' nci Kolordu Komutanlığı'na
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne Özel :
İlgi : 20.1.1920
1 - Yahya Kaptan'ın teslim olduktan sonra öldürüldüğünü işittik. Soruşturma yapıyoruz. Sonucu arz edeceğiz.
2 - Öldürülmesinin sebebi hiç kimseyi dinlememesi, Kuva-yı Milliye adına açıktan açığa zulüm ve eşkıyalık yapması, eşkiyayı öteden beri gizlemesi veya gösterilen yere gitmesi için verilen emirleri dinlememesi üzerine hükûmetin, kendisine köylerden ve çevreden müracaat edenlerin ısrarına dayanamayarak, kendiliğinden ve hattâ hey'etimizin haberi olmadan teşebbüse geçmesidir, efendim. (Vasıf).
Çanakkale Müstahkem
Mevki Komutanı
Albay Şevket
Saygıdeğer Efendiler, telgrafın ikinci maddesindeki, Yahya Kaptan' nın hiç kimseyi dinlememesinin, öldürülmesine sebep olarak gösterilmesi asla doğru olamaz. Merhum şehit, beni dinliyordu, benden emir alıyordu. Verdiğim emre göre hareket ediyordu. Başka bir makama veya şahıslara bağlı olduğunu, onlardan emir alması gerektiğini kendisine emretmemiştim. Bu sebeple, İstanbul'dan her önüne gelenden, Dahiliye Nâzırı'ndan, Jandarma Komutanı hâin Kemal Paşa' dan verilen emirleri dinlememesi zaten bizim istediğimiz şeydi. Kuvayı Milliye adına eşkıyalık ve zulüm yapanın da kendisi olmayıp, Küçük Aslan çetesi gibi, haince bir maksatla kuruldukları belgelere dayanılarak anlaşılmış bulunan çeteler idi. Yahya 'nın bunlann eşkıyalıklarını önlemeye çalıştığı da, sözlerine güvenilmesi gereken kimselerin soruşturmalarıyla kesinleşmiş bir durumdur.
Gebze Müdafaa-i Hukuk Hey'eti Başkanı ile Gebze kaymakamı Fevzi Bey' in ortak imzalarıyla, bu üzücü olayın meydana gelişinden önce, makine başında yapılmış bir müracaatı da belirtmeden geçemeyeceğim :
Gebze Kuva-yı Milliye Komutanı Yahya Bey hakkında bazı kimselerin yaptıkları iftiralar üzerine, en sonunda salı gecesi İstanbul'dan komutanlar ve yüksek rütbeli subaylar komutasında gelen iki bin kişilik kadar bir kuvvetle, kendisinin Tavşancıl'da kuşatıldığı ve kuşatmanın hâlâ devam etmekte olduğu şimdi halktan aldığım bilgilerden anlaşılmıştır. Böyle vatanı için çalışan bir kimseye karşı yapılan bu işlemin pek haksız olduğu yüksek komutanlığınızca bilinmektedir. Yahya Bey' in kurtarılması için ne gibi bir muamele yapılacağının emir buyurulmasını makine başında bekliyoruz.
Kaymakam Müdafaa-i Hukuk Hey'eti Başkanı
Fevzi Hacı Ali
Efendiler, o tarihlerde, İzmit bölgesinde Kuva-yı Milliye teşkilâtı ile uğraşan Milletvekili Sırrı Bey' in de bu konuda verdiği bilgileri olduğu gibi sunmama müsaadenizi rica ederim :
İzmit, 11.1.1920
20' nci Kolordu Komutanlığı'na
1 - Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne özel: Haberleşmesi dört gün önce yapılmış olan Yahya Kaptan konusu, nihayet, haber almış olacağınız üzere, kendisinin şehit edilmesiyle sonuçlandı.
2 - Yahya Kaptan' ın, İstanbul girişinde teşkilâtlanmış bir durumda bulunması, herhalde Kuva-yı Milliye'ye karşı cephe almış bulunan kimselere yıldırdığından, kendisinin ortadan kaldırılmasının plânlandığına şüphe yoktur.
3 - Yahya Kaptan' ın bu maksatla öldürülmüş olması, olayı sınırlı kalma niteliğinden çıkarmakta ve Hey'et-i Temsiliye'ce üzerinde düşünülmesini gerekli kılmaktadır.
4 - İzmit sancağı, eşkiya yüzünden tedirgin iken, yerinden kımıldamayan ve komutası altındaki hiçbir birliğe emir vermeyen, yanındaki hapishaneden on beş yirmi kişinin birden kaçmasını basit günlük olaylardan sayan Alay Komutanı Hikmet Bey, Yahya ' nın öldürülmesini önemli bir mesele saymıştır. Yanına aldığı jandarma kuvvetleri ile bizzat yola çıkmış ve sonunda Kuva-yı Milliye'ye ağır bir darbe vurmak suretiyle maksadına erişmiş bulunuyor. Devamı var (Milletvekili Sırrı) .
1' inci Tümen Komutanı Vekili
Fevzi
20' nci Kolordu Komutanlığı'na
5 - Gebze'de kurulmuş bulunan Kuva-yı Milliye'nin başsız kalması, bunadan sonra oraları korku içinde bırakacaktır.
6 - Buralarca bütün Kuva-yı Milliye'nin dayanağı olarak bilinen Yahya' nın bu şekilde ortadan kaldırılmış olması, kamuoyunu haklı olarak karıştırmıştır.
7- Yahya' nın öldürülmesi, hükûmetin Kuva-yı Milliye'ye karşı bundan sonra takınacağı saldırgan tavra delil sayılmaktadır.
8 - Bu hareket üzerine, hiç şüphe yok ki, yabancılar tarafından da, Kuva-yı Milliye'nin hükumetin gözünde değersiz ve yok edilebilir nitelikte görüldüğü yargısına varılacaktır. Bu bakımdan gerekli tedbirler alınmalıdır. Devamı var (Milletvekili Sırrı) .
1' inci Tümen Komutanı Vekili
Fevzi
20' nci Kolordu Komutanlığı'n
68 sayılı şifreye ektir. Öncekilerin devamıdır :
1 - Durum karışıklıktan kurtarılmadığı ve Gebze kuvvetlerinin hemen güvenilir bir kimseye verilmesi tedbiri alınmadığı takdirde, Üsküdar sancağı da dahil olmak üzere, bütün İzmit sancağında, bir tek kişinin bile Kuva-yı Milliye'yi tutmasına imkân bulunamayacağı kesinlikle bilinmelidir.
2 - Jandarma Alay Komutanı Hikmet Bey' in vakit kaybetmeden yerinden alınması şarttır.
3 - izmit sancağında Kuva-yı Milliye'nin varlık gösterebilmesi, ordu hizmetinde bulunan Kaymakam Revzi Bey' in, jandarma komutanı olmasına bağlıdır. Başka çare yoktur. Bunu önemle bilginize sunuyorum (Milletvekili Sırrı).
1' inci Tümen Komutanı Vekili
Fevzi
20' nci Kolordu Komutanlığı'na
79 sayılı şifreye ektir :
1- Kuva-yı Milliye'ye Anadolu taraflarında değer verilmediği ve horlandığı yolundaki söylentiler, üzücü olay üzerine muhaliflere daha çok kuvvet kazandırmış olduğundan, kuvvet ve kudretin kayba uğramadığını gösterecek fiilî bir tedbir alınması şarttır.
2 - Ali Fuat Paşa Hazretleri'nin buraya kadar teşriflerini gerekli görmekteyim.
3 - İzmit sancağına önem verilmesini ve önem verildiğini gösterecek fiilî tedbirlerin alınması gereğini tekrara mecbur oluyorum (Milletvekili Sırrı).
1' inci Tümen Komutanı Vekili
Fevzi
O tarihte İstanbul'da bulunan Rauf Bey de şu mektubu gönderdi :
İstanbul, 19.2.1920
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Yahya Kaptan' ın teslim olduktan sonra öldürüldüğü buraca da anlaşılmıştır. Muhafızlığa müracaat edilzniş, otopsi de yapılmıştır. Hükümet kanunî kovuşturmaya başlamıştır, efendim. Saygılarımızı arz ederiz,
Hüseyin Rauf
-
VİCDANİ GÖREVLERİMDEN BİRİ
Efendiler, Yahya Kaptan 'ın öldürüldüğüne şüphe kalmamıştı. Bu gerçek bilindikten sonra, onu öldürmüş olan hükûmetin, kanuni kovuşturmaya başlamış olması, cinayeti işleyenlerin meydana çıkamayacağına delil değil miydi? Fakat Efendiler; zaman, her şeyin, her gerçeğin, tarih önünde samimî olarak incelenmesine imkân hazırlar.
Saygıdeğer Efendiler; hükûmeti ve İstanbul'daki teşkilâtımızın başkanlarını böyle çirkin bir cinayetin işlenmesinde vasıta olmaya yönelten sebep ve etkenlerin incelenmesinin, gerçekten ibret verici sonuçlar getireceğine inandığım içindir ki, ilk bakışta önemsiz gibi görülebilecek bir olayı delillere ve belgelere dayandırarak açıkladım. Bu açıklamamla, milletin gözünde, gerçeği açıkça ortaya koyabilecek bir ortamın doğmasına yardım edebildiysem, vicdanî görevlerimden birini yapmış olduğuma inanacak ve gönül huzuru duyacağım.
Efendiler, bu olayı incelerken iki noktayı gözönünde bulundurmak yararlı olur. O noktalarda :
Birincisi : Sait Molla 'nın üyesi bulunduğu gizli örgüt ve Gebze, Kartal bölgelerinde bu örgüte bağlı şahsî çetelerin oynadığı rol ile, bu rolü bizim adamlarımıza yüklemekte ve vatansever geçinen kimseleri aldatıp kandırmada gösterilen ustalık ve başarı.
İkincisi : İstanbul teşkilâtımızın başkanlarıdır ki, bunlar, bizim yani Hey'et-i Temsiliye'nin emrinde ve onun verdiği direktif ve bilgilere göre hareketle yükümlü bulunuyorlardı. Bunların, bu yükümlülüğü ancak samimî olarak yerine getirdikleri takdirde, asıl hedefe doğru yarılmadan yürümenin mümkün olabileceğini de kabul etmeleri gerekirdi. Oysa, bu kimseler, kendi akıl ve tedbirlerini, Hey'et-i Temsiliye'nin uyarılarına rağmen yüksek görmekten geri durmamışlar ve hareket serbestliklerine engel olunmasını bir haysiyet meselesi yaparak sinirlenmişler ve bu sakat duygunun etkisiyle, aldatılmaya kadar varmışlardır.
Şimdi Efendiler, vicdan ve şefkat sahibi olanların yüreklerini ger çekten kan ağlatan bir telgrafı daha merhametli gözlerinizin önüne se rerek bu konu ile ilgili açıklamalarıma son vereceğim :
İstanbul,14.1.1920
Ankara'da Kuva-yı Milliye Başkanı
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Eşim Yahya Kaptan , sırf yüksek şahsiyetinizle olan ilgisi dolayısıyla ve kanun karşısında suçlu olmaksızın teslim olduğu halde, Gebze Jandarma Yüzbaşısı Nail ve Üsteğmen Abdurrahman Efendi'ler tarafından alçakçasına şehit edildi. Bütün Tavşancıl halkı olayın tanığıdır. Hakkın yerini bulması için Adliye ve Dahiliye Nezaretlerine başvuruldu. İki tane yetimle perişan bir durumdayız, Bu konuda yüksek teşebbüs ve yardımlarınızı bekliyoruz, emir sizindir.
Karagümrük'te Keçeciler'de
Karabaş Mahallesinde 19 numarada Yahya Kaptan eşi Şevket Hanım
Şimdi Efendiler, vicdan ve şefkat sahibi olanların yüreklerini gerçekten kan ağlatan bir telgrafı daha merhametli gözlerinizin önüne sererek bu konu ile ilgili açıklamalarıma son vereceğim :
1919 SONBAHARINDA KARŞILAŞTIĞIMIZ DİĞER BAZI OLAYLAR
Efendiler, Yahya Kaptan meselesine 20 Kasım 1919 tarihindeki olaylar dvlayısıyla dokunduk. Zaman ve mesafe bakımından birçok atlamalar yaparak bu olayı çeşitli yönleri ile açıklamak ve tamamlamak zorunda kaldık. Şimdi müsaade buyurursanız, tekrar bıraktığımız tarihe dönerek, olayları izleyelim :
Ankara - Eskişehir demiryolunun işletilmesine İtilâf Devletleri'nce engel olunmuştu. Bu yolun işletilmesi için, İtilâf Devletleri temsilcilerinin, şiddetle protesto edilmesi, 21 Ekim 1919'da Ankara Merkez Hey'eti'ne bildirildi.
Adana teşkilâtı kurucularının, Niğde'ye veya Kayseri'ye gelerek ve bizimle temas kurarak çalışmalarına devam etmeleri sağlandı.
Aydın cephesinde durum günden güne tehlikeli ve ciddî bir hal almakta olduğundan, Salih Paşa ile Amasya'da kararlaştırdığımız üzere, Donanma Cemiyeti'nin dört yüz bin lirasının bu cephenin ihtiyaçlarına ayrılmasını Harbiye Nâzırı'na yazdık. Bu cephedeki mücahitlere silâh, cephane verilmesini ve cephenin makineli tüfek ve topçu birlikleriyle desteklenmesini, Konya'daki 12'inci Kolordu Komutanı'ndan rica ettik.
Efendiler, Fransızlar, Bandırma - Soma demiryolunu denetlemek bahanesiyle, Bandırma'ya bir müfreze çıkarmışlardı. Bunların, güvenlik durumu mükemmel olan Bandırma'ya asker gönderme haklarının olmadığı açıktı. Bu noktaya, 24 Kasım 1919' da 14' üncü Kolordu ve 56' ncı Tümen Komutanları'nın dikkatlerini çektik.
Yabancı subaylar, Aydın cephesinde dolaşarak propaganda yapıyorlar ve durumu anlıyorlardı. Bu gibi subayların cephede birliklerle temas etmelerine kesinlikle izin verilmemesi, resmî müracaatlarını hükûmete yapmaları, eğer Kuva-yı Milliye'ye bir söyleyecekleri olursa, merkez hey'etimiz vasıtasıyla bize başvurmaları gerektiğinin kendilerine duyurulması, propaganda yapanları olursa, korumalı olarak bölgeden çıkarılmaları ve kesin bir mecburiyet doğarsa, cephede görülecek İtilâf askerlerine karşı da silâh kullanılması cepheye bildirildi.
Efendiler, biz İzmir halkının da doğrudan doğruya seçimlere katılmasını sağlamak istiyorduk. Bunun için, maksadımızı çeşitli yollarla duyuruyorduk. Ne var ki, Yunanlılar tabiatiyle engelliyorlardı.
29 Kasım 1919 tarihinde, bu durumu İtilâf Devletleri temsilcileri ve tarafsız elçilikler katında protesto ettik ve bunu, İzmir Telgraf ve Posta Baş müdürü bulunan Ethem Bey 'e yazarak, İzmir halkına da duyurmak istedik.
Efendiler, belki de birçoklarınızın hatırındadır. İşgal yıllarında, Adana'da, Ferda adında, Kuva-yı Milliye aleyhinde yabancı bir gazete yayınlanıyordu. Bu gazete, sırf Anadolu'daki kamuoyunu yanıltmak ve bulandırmak maksadıyla yazılmış sütunlar ve bizim aleyhimizde uydurulmuş saçmalıklarla doluydu. Şüphesiz bu gazetenin Anadolu içine sokulmasına engel olduk.
Fakat, bu gazetenin memlekette okunmasını elbette yararlı bulan, Ali Rıza Paşa Kabinesi'nin Dahiliye Nâzırı ve Cemal Paşa' nın, defalarca temize çıkardığı Damat Şerif Paşa, Ferda gazetesi denilen bu zehirli paçavranın serbestçe dağıtılmasına engel olunmaması için emirler vermişti. Bu sebeple, Şerif Paşa 'nın arkadaşı Cemal Paşa 'nın, 3 Aralık 1919'da dikkatini çekmeyi gerekli bulduk.
ANKARA'YA GELİŞ
Efendiler, Meclis-i Meb'usan'ın İstanbul'da toplanmasına engel olamamak zarureti üzerine, İstanbul'da toplanacak Meclis'te, "vatanın bütünlüğünü, devlet ve milletin bağımsızlığını elde etmekten ibaret olan gayeyi korumak ve savunmak için anlaşmış, kesin kararlı bir grup oluşturmayı" tek çare olarak düşündük. Bunun sağlanması için, bildiğiniz gibi,18 Kasım 1919 tarihli talimat ve genelgede, milletvekillerinin belirli yerlerde grup grup toplanarak üzerinde görüşecekleri önemli noktalardan biri olmak üzere bu konuya yer vermiştik.
Aynı tarihte, düşündük ki, bu grubu oluşturabilmek için her sancaktan birer milletvekilini Eskişehir'e davet edelim. Eskişehir üzerinden trenle İstanbul'a gidecek milletvekillerini de, davet edeceğimiz milletvekilleri ile birleştirelim ve kendimiz de Eskişehir'e giderek, yapılacak genel bir toplantıda enine boyuna görüşmelerde bulunalım. Bu arada, milletvekillerinin İstanbul'daki güvenlikleri ile ilgili tedbirleri de söz konusu etmek istiyorduk. Ancak, bundan sonra vereceğim bilgilerden anlaşılacağı üzere, bu toplantıyı Ankara'da kalarak yapmayı tercih ettik. Sivas'ta bir ay kadar daha kaldıktan sonra, Ankara'ya hareket ettik.
Ankara'ya gelişimizi 27 Aralık 1919 tarihli şu açık tebliğ ile her yere duyurduk :
Sivas'tan Kayseri yoluyla Ankara'ya hareket eden Hey'et-i Temsiliye, bütün yol boyunca ve Ankara'da, büyük milletimizin çok sıcak ve içten gelen vatanseverlik gösterileri arasında, bugün şehre geldi. Milletimizin gösterdiği bu birlik ve kararlılık örneği, memleketimizin geleceğine güven konusundaki inançları sarsılmaz bir şekilde güçlendirici niteliktedir.
Şimdilik, Hey'et-i Temsiliye'nin merkezi Ankara'dadır. Saygılarımızı sunarız, efendim.
Hey'et-i Temsiliye adına
Mustafa Kemal
2 Ocak 1920 tarihinde, Cemiyet Merkez Hey'etlerine, Hacıbektaş'ta Çelebi Cemalettin Efendi'ye Mutki'de Hacı Musa Bey 'e ayrıca bir tebliğde bulunduk.
Bu tebliğimizin metni ve yazılış biçimi şöyleydi :
. . . yolculuğumuz sırasındaki gözlem ve incelemelerimiz, bizlere, gerçek koruyucu olan Ulu Tanrı'nın ilâhî lûtfuyla tecellî eden millî birliğimizin dayanmış olduğu millî teşkilâtın, kökleşmiş, millet ve memleketin geleceğini kurtarmak için gerçekten güvenilir bir kuvvet ve kudret haline gelmiş olduğunu, şükürler olsun gösterdi.
Dış durum, bu milli birlik ve kararlılık sayesinde ve Erzurum - Sivas Kongreleri esasları çerçevesinde, vatanın ve milletin çıkarlarına elverişli bir şekle girmiştir.
Kutsal birliğimize, kararlılık ve imanımıza dayanarak, meşru isteklerimizin elde edileceği güne kadar, büyük bir dirençle çalışılması ve bu bildirimizin genelge halinde köylülere varıncaya kadar bütün millete duyurulması rica olunur.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti Hey'et-i
Temsiliye'si adına
Mustafa Kemal
KAZIM KARABEKİR PAŞA, HEYET-İ TEMSİLİYE'NİN ANKARA'YA GİTMESİNE TARAFTAR DEĞİLDİ
Efendiler, Hey'et-i Temsiliye'nin merkezinin Ankara'ya nakli düşüncesi oldukça eskiydi. Bu düşünce ilk defa söz konusu olduğu sıralarda, Kâzım Karabekir Paşa 'dan gelmiş olan bir telgrafı burada olduğu gibi aktaracağım :
3' üncü Kolordu Komutanlığı'na Erzurum, 3.10.19l9
Hey'et-i Temsiliye'ye : Kuva-yı Milliye'yi temsil eden yüksek hey'etin, değil Ankara'ya, hatta Sivas'ın batısma bile geçmemesi görûşûndeyim. Çünkü, Doğu illerinin Kuva-yı Milliyesi demek olan bu hey'etin bütün bütün uzaklaşması, dolayısıyla bu illerin teşkilâtsız kalmasına yol açacaktır. Şimdiye kadar pek meşru ve mantıklı olarak yönetilmekte olan Millî Mücadele'nin, öteden beri her zaman her teşebbüsümüzü kötü görmek ve göstermek isteyen düşmanlarımıza karşı da eskiden olduğu gibi bir yerden yönetilmesi için, Hey'et-i Temsiliye'nin Sivas'tan batıya geçmemesi görüşünde bulunduğunu arz ederim.
15' inci Kolordu Komutanı
Kâzım Karabekir
Böyle bir telgrafın asılsız olduğu yargısına varmak istedim. Fakat, ne çare ki, şifre telgraf Erzurum'dan Sivas'taki 3' üncü Kolordu'ya çekilmiştir. Çözülen şifrenin altında "Açıldı. Fethi 4/5 Ekim" ilgiliye yazı ve imzası olduğu halde 3' üncü Kolordu'dan bize gönderilmiştir.
Efendiler, Kâzım Karabekir Paşa, davetimiz üzerine Sivas'a geldikten ve bizimle görüşmelerde bulunduktan sonra, şüphesiz bu telgrafla daha önce bildirdiği düşünce ve görüşünün yerinde olmadığını anlamış olacaktır. Ancak, bu düşünce ve görüşündeki isabetsizliği anlamak için, mutlaka yüz yüze gelip görüşmeye hiç de ihtiyaç olmayacağı açıkça bellidir. Bu düşünce ve görüşün dayandırılmış olduğu sebeplere şöylece bir göz atmak bile, onların yanlışlığını anlamaya yeter sanırım.
Bir defa, Hey'et-i Temsiliye'nin yalnız Doğu illerinin millî gücünü oluşturmadığı veya temsil etmediği ve belki bütün memleketin -Anadolu ve Rumeli'nin- millî güçlerini temsil ettiği çoktan bilinmiş olmak gerekirdi. Kaldı ki, bu nokta üzerinde, günlerce süren telgraf başı tartışmaları olmuştu. Bir de, Hey'et-i Temsiliye'nin Sivas'tan Ankara'ya taşınması, Doğu illerinde teşkilâtsızlık doğuracak bir sebep olamazdı. Hey'et-i Temsiliye'nin Doğu illerine Sivas'tan telgrafla verdiği emirleri ve talimatı, aynı şekilde Ankara'dan verebileceğine de şüphe yoktu.
Buna karşılık, Hey'et-i Temsiliye'nin Doğu illerinden çok Batı illerine ve İstanbul'a yakın bulunmasını gerektiren ve haklı gösteren mantıklı sebepler elbette çoktu. Önce, Batı ve Güney - Batı illerimizden doğrudandan doğruya düşman eline geçmiş olanlar vardı. Bu illerimizi işgal eden düşman karşısında sağlam savunma cepheleri kurmak ve onların kuvvetlendirilmesini sağlamak gerekirdi. Oysa, Doğu illerimizde böyle acıklı bir durum yoktu. Kesin olarak yakın bir fiilî tehlike de doğabileceğe benzemiyordu. Uzak bir ihtimale göre, diyelim ki, doğudan Ermenilerin doğrudan doğruya bir saldırıya geçecekleri kabul olunsaydı bile, onun karşısında Kuva-yı Milliye ile desteklenmesi kararlaştırılmış olan 15'inci Kolordu, kendilerinin komutası altında hazır bulunuyordu. Ne var ki, İzmir cephelerinde çeşitli komuta yöntemleri, değişik nitelikte kuvvetler ve türlü türlü olumsuz kaynaklardan gelen değişik yapıda türlü zararlı etkiler vardı. Adana'nın işgaline karşı daha cephe kurulamamıştı.
GENEL DURUMU YÖNETME SORUMLULUĞUNU ÜZERİNE ALANLAR, EN ÖNEMLİ HEDEFE VE EN YAKIN TEHLİKEYE ELDEN GELDİĞİ KADAR YAKIN BULUNMALIDIRLAR
Bu bakımdan, uyulacak yol ve yöntem şudur ki, genel durumu yönetip yürütme sorumluluğunu üzerine alanlar, en önemli hedefe ve en yakın tehlikeye elden geldiği kadar yakın yerde bulunmalıdırlar. Yeter ki, bu yakınlık genel durumu gözden kaybettirecek derecede olmasın! Ankara bu şartları kendinde toplayan bir noktaydı. Her halde cephelerle ilgileneceğiz diye Balıkesir'e, Nazilli'ye veyahut Afyonkarahisar'a gitmiyorduk. Fakat, cephelere ve İstanbul'a demiryolu ile bağlı bulunan ve genel durumu yönetme bakımından Sivas'tan hiçbir farkı olmayan Ankara'ya gelecektik.
Meclis-i Meb'usan'ın İstanbul'da toplanması zarurî görüldükten sonra ise, Ankara'ya gelmenin ne kadar yerinde ve yararlı sayılmak lâzım geldiğini açıklamayı gereksiz bulurum.
Efendiler, Hey'et-i Temsiliye'nin Ankara'ya taşınmaması için sebepler ileri sürülürken, bu arada, hele öteden beri her zaman her teşebbüsümüzü kötü görmek ve göstermek isteyen düşmanlardan söz edilmiş olmasına hiçbir anlam veremedim. Gerçekten, kendisinin dediği gibi, düşmanlar bizim hangi davranışımızı, hangi teşebbüsümüzü iyi görmüşlerdir veya görebilirler ki, ona göre hareket edelim !
Eğer bu düşünce ve görüşe yol açan : "İstanbul'da, millî dâvâya inanan bir Ali Rıza Paşa Hükûmeti vardır. Meclis-i Meb'usan da orada toplanarak millet ve memleketin mukadderatını denetlemeve başladıktan sonra, Hey'et-i Temsiliye'nin batı cepheleriyle, Meclis-i Meb'usan ile ilgi ve ilişkisine ne lüzum kalır? Bu takdirde, Hey'et-i Temsiliye'nin yalnız Doğu illerinin teşkilâtı ile ilgilenmesi ve yetinmesi daha yerinde ve daha yararlı olmaz mı?" şeklindeki bir düşünce ve görüş idiyse, bir dereceye kadar üzerinde durulabilir. Fakat, böyle olunca da, genel durumu, olayların iç yüzünü ve gerçek şartları görüş ve anlayış bakımından. Hey'et-i Temsiliye ile Kâzım Karabekir Paşa arasında doldurulması imkansız bir hendek olduğunu kabul etmek gerekir.
Hey'et-i Temsiliye'nin Ankara'ya gelmesini düşmanlar kötü görecektir, noktasında daha çok durularak, belki ileri sürülmüş olan düşünce ve görüşün çıkış kaynağı daha iyi kavranabilirse de, bizim şimdilik buna ayıracak fazla zamanımız yoktur.
YENİ MİLLETVEKİLLERİ İLE ANKARA'DA GÖRÜŞME TEŞEBBÜSÜ
Efendiler, daha önce söylediğim gibi, bir iki günlük bir toplantı ve görüşme isteği ile, milletvekillerini davet için ilk yazdığımız telgrafta - ki bu telgrafın örneğini basılmış olarak yazılı evrak halinde postayla la göndermiştik - maksat açıklandıktan sonra "Hey'et-i Temsiliye'nin bulunacağı bir yerde toplanılacaktır; toplantı tarihi, gönderilecek milletkillerinin adları ve adresleri belli olduktan sonra haberleşilerek kararlaştırılacatır. Hey'et-i Temsiliye kısa bir süre sonra İstanbul'a yakın bir yere gidecektir." denmişti.
Ankara'ya varışımızda, Ankara - Eskişehir demiryolu işlemeye başlamış olduğundan, önceki tebliğimize 29 Aralık 1919 tarihinde yaptığımız bir ek ile, milletvekilleriyle görüşme yeri olarak Ankara'yı gösterdik ve bunu bir genelge ile bildirdik. Bu genelgenin bir maddesi de, öteki milletvekillerinden mümkün olduğu kadar çok kimsenin görüşmelere katılmasının fazlasıyla istenmekte olduğu yolundaydı.
Efendiler, sonucunun pek yararlı olacağını umduğumuz bu hayırlı ve vatanseverce teşebbüsün bile İstanbul Hükûmeti tarafından önüne çıkıldığını arz edersem, hayret etmezsiniz sanırım.
Müsaade buyurursanız, bu noktayı biraz açıklayayım : Biz milletvekillerini Ankara'ya davet ederken, birtakım kimseler de bu daveti geçersiz kılmak ve tasarlanan toplantıya engel olmak için karşı tedbir alıyor ve teşebbüste bulunuyorlarmış... Bazı milletvekillerinin çektikleri telgraflarla durumu anladık.Nitekim, Burdur Milletvekili Hüseyin Baki imzalı ve 29 Aralık 1919 tarihli şöyle bir telgraf geldi :
"İstanbul'da toplanan milletvekilleri adına, Aydın milletvekili Hüseyin Kâzım imzasıyla Teftiş Kurulu Başkanlığı'na gelen telgrafta, en sür'atli vasıta ile İstanbul'a gelmekliğimin pek gerekli olduğu duyurulmakta ve bu gün Dahiliye Nezareti'nden gelen telgrafta da yola çıkmaklığım bildirilmektedir.
Daha önce, Hey'et-i Temsiliye adına, Mustafa Kemal Paşa Hazretleri tarafından verilen emir ve duyuru üzerine, bu konudaki görüşüm açıklanıp bilginize sunulduğu halde, şimdiye kadar bu konuda bir emir alınamadığından, zatıdevletlerinin emirlerini önemle beklemekteyim, efendim."
Akdağmadeni milletvekili Bahri imzalı ve aynı tarihli bir telgrafta da :
"Aydın milletvekili Hüseyin Kâzım imzasıyla gelen telgrafta, milletvekillerinin en sür'atli vasıta ile İstanbul'a gelmeleri bildiriliyorsa da, Hey'et-i Temsiliye'ye üye seçilen milletvekillerinin mi, yoksa bütün milletvekillerinin mi davet edildiği pek anlaşılamamıştır. Hangi yolıı tutacağımın bildirilmesine lûtfen müsaadeleri istirham olunur, emir sizindir."
Efendiler, biribiri ardınca buna benzer telgraflar geldi. Bu telgraflardan anlaşılıyordu ki, milletvekili arkadaşlar, Hey'et-i Temsiliye ile İstanbul Hükûmeti'ni ve İstanbul'dan telgraf çekerek bütün milletvekillerini davet etme yetkisini kendinde görebilen kimseleri, ortak amaçta anlaşmış ve uyuşmuş sanıyorlardı. Hükûmetin ve sözü geçen kimselerin olumsuz niyetlerini hatır ve hayallerine bile getiremiyorlardı. Olsa olsa, bizimle İstanbul'daki kimseler arasında, yeni kararlaştırılmış bir durum bulunduğunu veyahut arada di.izenleme bakımından bir yanlışlık olabileceğini sandıkları ve durumu öyle kabul ettikleri, bize gelen telgraflarındaki temiz yüreklilik ve içtenlikten anlaşılmaktaydı.
Bize başvuran milletvekillerine verdiğim cevap şuydu :
Hüseyin Kâzım Bey' in bildirdikleri ile bizim hiçbir ilgimiz yoktur. Adı geçenin, durumu iyice bilmediği anlaşılıy,or. 12 ve 27 Aralık 1919 tarihli telgraflarımız gereğince hareket edilmesini, milletiınizin ve vatanımızın çıkarlarına daha uygun olduğu için gereğinin tezelden yerine getirilmesini, Kâzım Bey'in kendi başına göndermiş olduğu telgrafa gerekli cevabın verilmesini ve sonucun bildirilmesini rica eder, saygılarımızı sunarız efendim.
Hey'et-i Temsiliye adına
Mustafa Kemal
Bütün milletvekillerine de şu genelgeyi yazdık :
Ankara, 30.12.1919
Aydın milletvelili Hüseyin Kâzım Beyefendi 'nin sayın milletvekillerinden bazılarına, derhal İstanbul'a hareket etmeleri ile ilgili telgraflar çektiği anlaşıldı. Bu hareket, adı geçen kimsenin durumu iyice bilmediğini gösterdiğinden, kendisine bu durum anlatıldı ve .... gün ..... sayılı duyurularla ilgili bilgi verdirildi. Bu bakımdan, Hey'et-i Temsiliye'ce istirham olunduğu üzere, Hey'et-i Temsiliye üyesi olarak seçilmiş sayın milletvekilleriyle milletvekillerinden görüşmelere katılmak isteyen sayın üyelerin, Ocak ayının beşinden başlayarak Ankara'ya teşrifleri bir daha rica olunur.
Hey'et-i Temsiliye adına
Mustafa Kemal
30 Aralık 1919 tarihli bir şifre ile de İstanbul'daki teşkilâtımıza: "Hüseyin Kâzım Bey' in teşebbüsünden söz ettikten sonra, kendisinin bizim duyurumuzdan haberdar edilmesini ve görüşmelere katılmak istiyorlarsa, lûtfen ve derhal Ankara'ya teşrifleri gereğinin anlatılmasını" bildirdik.
Efendiler, biz İstanbul'daki teşkilâtımızdan haber beklerken, karşımıza biri çıktı. Bunun kim olacağını kestirmekte güçlük çekmezsiniz sanırım. Bildiğiniz gibi, bizim İstanbul'da hem temsilcimiz hem de nâzır olan bir zat... Cemal Paşa... Evet, 1 Ocak 1920 tarihli şu telgraf, "Harbiye Nâzırı Cemal Paşa" imzasıyla geliyordu :
Ankara'da 20' nci Kolordu Komutanlığı'na
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne özel :
İstanbul'da bulunan milletvekillerinden bir grubun, bize başvurarak verdikleri yazılı isteklerini, aşağıda olduğu gibi sunuyorum :
1 - Meclis-i Meb'usan'ın bir an önce toplanması zarurîdir. Şu sırada bazı milletvekillerinin Ankara'ya davet edilmeleri, Meclis'in derhal açılmasına engel olacaktır.
2 - Bu durumun ve yapılan davetin ortaya koyacağı kötü yorumlar arasında düşmanlarm en çok dikkatini çekecek olanı, yasama gücünûn başka kuvvetlerin etkisi altında iş görmekte olduğu zannıdır. Bu durum içeride ve dışarıda elbette büyük bir güvensizlik doğuracaktır.
3 - Böyle bir durum ve tutum karşısında, Meclis'in. kendisinden beklenilen hizmetleri yerine getirebilmesi mümkün değildir.
4 - Daha önce yapıldığı gibi, milletvekilleri ile temas ve ilişki kurmak üzere geniş yetkiler taşıyan bir şahsın, temsilci olarak İstanbul'a gönderilmesi, maksadının gerçekleşmesi bakımından yeterlidir.
5 - Ankara'ya davet edilen milletvekillerinin gelişlerinin ertelenmesi ve orada toplananların da hemen İstanbul'a hareketleri için yeniden acele bir duyuru yapılması beklenmektedir.
Harbiye Nâzırı
Cemal
Efendiler, bu davranış ve yazış tarzında bir içtenlik ve asalet görüyormusunuz? Önce, bizim milletvekilleri ile toplantı yapma kararımız ve bununla ilgili duyurumuz, bundan bir buçuk ay öncesinden beri biliniyordu. Eğer bu teşebbüsümüz memleket çıkarlarına gerçekten aykırı ve sakıncalı görülmüş idiyse, bizimle aynı millî gaye peşinde oldukları iddiasında olan efendilerin ve hükûmetin, bizim davet ettiğimiz milletvekillerine, İstanbul'a çağırma telgrafları yazmadan önce, bizimle anlaşmaları, hiç olmazsa düşünce ve teşebbüslerinden bizi haberdar etmeleri gerekmez miydi? Böyle yapmayıp da doğrudan doğruya İstanbul'a gidişlerini çabuklaştırmak için, Teftiş Kurulu Başkanlıkları aracılığı ile, Şeyh Muhsin-i Fanî' nin ve Dahiliye Nâzırı'nın imzalarıyla, taşradaki milletvekillerini sıkıştırıp şaşırtmak ve bir oldu-bitti yaratarak bizim teşebbüsümüzü başarısızlığa uğratmaya kalkışmak doğru muydu?
İkincisi, Efendiler, seçimlerin yenilenmesi işi aylarca ve aylarca yapılmayıp da belirli kanunî süre çoktan geçirilmiş olduğu tarihlerde hiçde acele etmeyi akıllarına getirmeyen bu efendiler, bizim Erzurum'dan Sıvas'tan beri yapageldiğimiz sayısız teşebbüs ve çalışmalarımızın bir başarısı olarak seçimlerin yenilenmesi sağlandıktan ve herbirinin milletvekilliği ayrıca aracılık edilerek ve uğraşılarak elde edildikten sonra, nihayet üç beş gün gibi az bir gecikme böyle bir aceleciliği gerektirir miydi? Hele bu gecikme, büyük bir gayenin gerçekleştirilmesi, özellikle İstanbul'da toplanmak gafletini gösterenlerin kendi şahıslarının da dokunulmazlığı iIe ilgili tedbirlerin alınması yollarını görüşme maksadına dayandığına göre, bu efendileri bu kadar aceleye sürüklemeli miydi? Hiçbir tedbir ve karar almadan, bir an önce, hakaret ve rezalete uğramakta acele etmek neden ileri geliyordu?
Üçüncüsü, Efendiler, tertemiz ve lekesiz arkadaşlarını aldatarak, İstanbul'da kendilerinin içinde bulundukları tehlike ve hakaret çemberine çabucak sokmak isteyen bu efendiler, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nden değiller miydi? Bu millî cemiyetin üyeIeri bulunmuyorlar mıydı? Bir cemiyetin üyeleri, milletvekili oldukları halde bile, cemivetin önderleri ile görüşerek, sonunda tespit edilecek program çercevesinde harekete mecbur değiller miydi? Dünyanın her tarafında, bütün medenî toplumlarda bu böyle değil midir?
Bir grubun, bir partinin liderleriyle görüşüp ilişki kurmasından, yasama gücünün başka kuwetlerin etkisi altında hareket etmiş olduğu zannını doğuracağı kuruntusuna neden düşülüyor ve bunun, düşmanların dikkatini çekeceğinden neden korkuluyordu? Bu efendiler, seçimlerin yenilenmesini ve milletvekillerinin seçilmesini sağlamış olan teşkilâtın etkisi altında kalmış görülmeyi yüksek şeref ve onurlarına yakıştıramıyorlar mıydı?
Bu efendiler, milletvekillerinin memleket içinde güçlü bir millî teşkilâta bağlı olduklarını, o teşkilâtın tespit ettiği belirli gayelerden ayrılamayacaklarını ve her ihtimale karşı o teşkilâtın etkisi altında bulunduklarını açık bir vicdan ve açık bir alınla ilân etmenin, asıl bunun, içeride ve dışarıda en büyük güven ve saygı kazandırabileceğini takdir edemiyorlar mıydı?
Ve asıl böyle bir vicdan ve inanç gücüne sahip olarak, belirli millî gayeyi gerçekleştirme yolunda her tehlikeye göğüs germeye hazır bir tavır ve durum alınmadıkça, Meclis'in kendisinden beklenen hizmetleri yerine getirebilmesine imkân olamayacağını anlamak, kâhinliğe mi, yoksa görüldüğü gibi saldırı ve hakarete miskince boyun eğmeye mi bağlıydı?
Bu efendiler, benim milletvekilleri ile şahsen görüşmemi istemiyorlar. Yine, hükumet ve bazı efendiler, benim İstanbul'a da gitmemi uygun görmüyorlar. Ancak, geniş yetkilerle bir delegenin gönderilmesini tavsiye ediyorlar. Doğrusu bu noktadaki akıl ve kavrayışlarına diyecek yok! Gönderdiğimiz temsilciler değil miydi ki, milletvekillerinin düşman pençesine düşmelerinde birinci derecede etkili olmuşlar ve en sonunda kendi şahıslarını bile korumanın tedbir ve çaresini bulmaktan âciz olduklarını ispat etmişlerdir.
Milletvekilerini kimseye sormadan İstanbul'a çağırma konusunda, onları aldatmayı ve oldubittiye getirmeyi başaramayınca, bu defa, bizim tarafımızdan duyuru yapılmasını istemekte gösterilen nezaket pek ince değil midir, Efendiler?
Saygıdeğer Efendiler, bu sözünü ettiğim telgrafa cevap olarak şu kısa şifreyi yazdım :
5.1.1924
Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretleri'ne
Önergeyi veren milletvekillerinin adlarının ve bu önergeyi kime hitaben verdiklerinin bildirilmesini bekliyoruz, efendim.
Hey'et i Temsilıye adına
Mustafa Kemal
Harbiye (Nezareti), 6.1.1920
Ankara'da 20' nci Kolordu Kornutanlığı'na
İlgi : 5 Ocak 1920
Mustafa Kemai Paşa Hazretlerine özel :
Milletvekillerinin adları şunlardır : Hüseyin Kâzım, Tahsin, Celâlettin Arif, Hâmit... ve başkalarıdır. Bana getirenler baştaki iki kişidir.
Harbiye Nâzırı
Cemal
Efendiler, sonradan bize verilen bilgilere göre, bana telgraf çeken kimseler, milletvekillerinden oluşmuş bir grup değildi. Sadrazam, Siverek milletvekili olduğunu öğrendiği ve kendisinin şahsen tanıdığı Hakkı Bey adında bir zatı ve Hüseyin Kâzım Bey'i yanına çağırarak, bana çekilmek üzere kısa bir telgraf yazdırmış. Bu telgrafı bazı kimselere elden imza ettirmişler. Şifre olarak gönderilmek üzere, Hakkı ve Hüseyin Kâzım Bey'ler Cemal Paşa'ya götürmüşlerdir.
Demek ki, beş maddelik olan ve önerge adı verilen telgraf sonradan uydurulmuştur. Zaten, önergeden söz edildiği halde, henüz bu önergenin sunulmuş olduğu makamın belli olmaması da bu işte bir dolap döndüğünü ve özel bir maksadın bulunduğunu göstermeye yeterdi. Daha Meclis açılmış ve Meclis Başkanlığı göreve başlamış değildi. Bununla birlikte, Cemal Paşa'nın bu telgrafını aldıktan sonra, şu şifreli telgrafı yazdim :
Ankara, 9.1.1920
Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretleri'ne
Hüseyin Kâzım, Tahsin, Celâlettin Arif, Hâmit Beyefendilere özel :
Ankara'ya gelmenin kötü yorumlara yol açacağını, Harbiye Nâzırı Paşa Hazretleri vasıtasıyla bildiren görüşlerinizi öğrendik. Konu, vatan ve milletin varlığı ile ilgilidir. Millî Meclis'te millî teşkilâta dayalı kuvvetli bir grup kurulmaz ve Sıvas Genel Kongresi ile milletin bütün dünyaya ilân ettiği kararlar, Meclisin büyük çoğunluğu tarafından bir inanç ve ilke olarak benimsenmezse, millî hizmetimizin sağlayacağı başan boşa çıkar. Memleket bir felâkete uğrayabilir. Bundan dolayı, birtakım vatansız ve dinsizlerin propagandalarının bizim için uyulacak bir değeri olamaz. Gaye, vatan ve milletin kurtuluşudur. Bir iki gün için teşrifiniz ve karşılıklı görüşme ile bir ülkü birliğine varılması bizce pek önemlidir. Buna göre tutulacak yolun seçilmesi, yüksek görüşünüze bağlıdır. Saygılarımızı sunarız efendim.
Hey'et-i Temsiliye adına
Mustafa Kemal
-
BAYBURT'TA BİR YALANCI PEYGAMBER
Saygıdeğer Efendiler, İstanbul'un dokunduğumuz ve açıklamasını yaptığımız bu can sıkıcı durumu ile uğraşırken, memleketin doğu ucunda da bir yalancı peygamberin yarattığı oldukça önemli ve kanlı bir olay geçiyordu. Bununla ilgili olarak 15'inci Kolordu Komutanlığı'ndan birçok raporlar geliyordu. Bayburt'a dört saat uzaklıkta Hart karyesi vardır. Bu karyede oturan Eşref adında bir şeyh, şiîlik telkinlerinde bulunuyormuş. Bundan üzüntüye kapılan Bayburt müftüsü ve din adamları, şeyhi getirerek sorguya çekmek için kurdukları bir hey'eti Hart'a göndermişler ve mahallî hükûmet adına şeyhi davet etmişler... Şeyh bu davete uymamış... Mahallî hükûmet 5O kişilik bir birlik göndermiş. Buna büsbütün öfkelenen şeyh, müritleriyle birlikte birliğe saldırmış; silâhlarını ve cephanesini almış; er ve subaylarını esir, bazılarını da şehit etmiş... Bunun üzerine, çevredeki bazı birlikler Bayburt'a gönderilmekle birlikte, işin kan dökülmeksizin barış yolu ile çözüme bağlanması tercih edilmiş... Şeyhe din adamları ve yüksek rütbeli subaylardan kurulu birkaç hey'et gönderilmiş... Hükûmete boyun eğmesi için öğütler verilmiş... Böylece, boşu boşuna on altı gün kaybedilmiş. En son giden Erzurum kadısı başkanlığındaki hey'etin ricası da Şeyh Eşref üzerinde etkili olamamış. Aksine, şeyh bunlara : "Hepiniz kâfirsiniz! Kimseyi tanımam ve boyun eğmem. Savaşacağım. Allah bana, buyruğumu kullarıma duyurmakla görevlisin" dedi yolunda bir ültimatom vermekle birlikte, bir yandan da köylere "Sahib-i Şeriat" ve "Mehdî-i Muntazar" imzalarıyla birtakım bildiriler göndererek halkı kandırmış ve kendisine katılmalarını sağlayarak başkaldırmış... Bunun üzerine, bizzat Bayburt'a gelip 9'uncu Tümen'in komutasını ele alan Yarbay Hâlit Bey, 25 Aralık 1919 günü, yeterince kuwetle Hart'a hareket eder. Şeyh başına topladığı âsîlerle karşı koymaya karar verdiğinden, topçu ve piyade birliklerinin şeyhle çatışması ve çarpışması gerekir. Bu sırada, şeyhin müritlerinden birtakımları da Hart'a yardım etmek üzere, çevre köylerde toplanırlar. Nihayet, Yarbay Hâlit Bey' in doğrudan doğruya Bayburt'tan bana gönderdiği 1 Ocak 1920 tarihli şifresinde bildirdiği gibi, "Hart olayı, yalancı peygamberle oğullarının ve kendisine bağlı adamlarından bazılarının öldürülmesi ve Hart'ın teslim alınmasıyla sonuçlanmıştır.
Halit Bey, bu şifresinde, milletvekilleri ile ilgili bazı bilgiler de verdiğinden, kendisine 1/2 Ocak 1920 tarihinde şu şifreli telgrafı yazdım :
Hart olayında siz kardeşimin elde ettiği başarıyı kutlar, milletvekillerinin Ankara'ya gelmeleri yolundaki çalışmalarınıza teşekkür ederim.
Mustafa Kemal
HARBİYE NAZIRI CEMAL PAŞA GENÇ KOMUTANLARI BAŞINDAN UZAKLAŞTIRMAK İSTİYOR
Efendiler, Harbiye Nezareti ile Hey'et-i Temsiliye arasında bir türlü çözüme bağlanamamış bir konu vardı. Nâzır Paşa, İstanbul'da bulunan generalleri kolorduların ve albay rütbesindeki komutanları tümenlerin başına geçirmek istiyordu. Öteki komutan ve subayları da Anadolu'daki birliklere göndereceğinden söz ediyordu. Bu isteği bir ilke olarak ileri sürmüş ve uygulamasını da; Harbiye Nezareti eski Müsteşarı Ahmet Fevzi Paşa' yı, Ankara'da Ali Fuat Paşa'nın yerine 20'nci Kolordu Komutanlığı'na, Nurettin Paşa'yı da Konya'da Albay Fahrettin Bey' in yerine l2'nci Kolordu Komutanlığı'na atamak suretiyle bir oldubittiye getirmek istemişti.
Bu sisteme uyulup uygulandığı takdirde, Birinci Dünya Savaşı'nda yetişmiş, kolordu ve tümen komutanlıklarına yükselmiş ne kadar genç general ve komutan varsa, şüphesiz bunların hepsi de bu görevlerden uzaklaştırılmış olacaklardı. Çünkü, İstanbul'da toplanmış bulunan eski general ve komutanlar, kıdem ve rütbe bakımından, büyük ordu birliklerinin başında bulunan genç komutanlardan önde geliyorlardı.
Biz asla bu prensipten yana olamazdık.Özellikle, içinde bulundumuz şartlar unutularak girişilen böyle sakat işlere, elbette olur diyemezdik. Bundan dolayı, Cemal Paşa' ya, her zaman görüşümüze ve atanan yeni kolordu komutanlarının gönderilmemeleri gereğini bildiriyorduk.
Fahrettin Paşa , kolordusunun başında bulunarak Aydın cephesine yardım ve destek sağlamaya çalışıyordu. Ali Fuat Paşa , Ferit Paşa zamanında görevden alınmıştı. Cemal Paşa, o haksız işlemi düzeltmek istememişti.
20'nci Kolordu'ya, Ankara'da bulunan 24'üncü Tümen Komutanı Yarbay Rahmetli Mahmut Bey, vekil olarak komuta ediyordu. Ali Fuat Paşa hem Kuva-yı Milliye Komutanlığını yapıyor hem de gerçekte kolordusuna hâkim bulunuyordu.
Biz, kolordu ve tümen birliklerinde komuta değişikliğini kabul etmemeye, özellikle millî gayenin emrine girmiş ve o yolda çalışmakta olan, şahsiyetleri bizce bilinen komutanları, böyle boş ve kimbilir nasıl özel bir maksat güttüğü de bilinmeyen bir prensibe feda etmemeye kesinlikle karar verdik. Yalnız, İstanbul'da bulunan genç ve fedakâr subaylarla doktorların bir an önce Anadolu'ya, ordu birliklerine gönderilmelerini yararlı buluyor ve istiyorduk.
Cemal Paşa , Ankara'ya geldiğimiz günlerde bu iş üzerinde daha ısrarlı durmaya ve acele etmeye başladı. Konuyu haysiyet meselesi yaptı. İstifa edeceğini bildirerek gözdağı vermeye başladı. Makine başında cevap verilmesi için yaptığı ısrar üzerine, Harbiye Nâzırı'na 29 Aralık 1919 tarihinde yazdığım şifreli telgrafta :
"Ali Fuat Paşa' nın komutanlıktan ayrılmasını, biz aslında hiçbir vakit devamlı olarak kabul etmedik. Ahmet Fevzi Paşa'nın komutanlığa asıl olarak atanması söz konusu olamaz, Barışın gerçekleşmesinden önce tasarlanan ve uygun bulunan esasların uygulanması çok büyük sakıncalar doğurur, Savaşta yararlık göstererek makam ve mevki kazanmış kimseleri ast durumuna düşürmek olmaz. Bu zamansız teşebbüsler millî teşkilât için çalışmakta olan kimselerin iş başından ayrılmalarına ve böylece millî birliğin sarsılmasına yol açar.
Açıkta kalmış, yetenekli subaylar, kolordulara bağlı birliklere, kolordulann emrindeki bölge ve mevki komutanlıklarına ve askerlik şubelerine, bulundukları rütbelerle atanarak tatmin edilebilirler.
Küçük rütbeli subay ve doktorların ise bir an önce gönderilmesi gerekir. 12' nci Kolordu'ya gelince, bu kolordu, savaşmakta olan Kuva-yı Milliye ile işbirliği etmiş ve iki taraf arasında fiilî ve karşılıklı bir güven doğmuştur. Değişiklik kesinlikle doğru değildir. Oradaki durumun da böyle bir şeye asla tahammülü yok yoktur" dedim.
Efendiler, bu konu üzerinde Anadolu ve Rumeli'de bulunan bütün komutanlarla yazışmalar yaparak dikkatlerini çekmiştim. Ocak ayı başında, Ankara'da bulunan Fuat Paşa'ya olduğu gibi, Konya'da bulunan Fahrettin Paşa'ya da: "Nurettin Paşa atanacak olursa, komutayı bırakmayarak eskisi gibi millî ve vatanî görevinize devam etmeniz gerekmektedir. Bu bakımdan, bu konuda yapılacak tebligattan bizi zamanında haberdar ediniz" emrini verdim.
HARBİYE NAZIRI CEMAL PAŞA, DEDİKLERİM YAPILMAZSA GÖREVDEN ÇEKİLİRİM VE MİLLET MECLİSİNİN AÇILMASI GERÇEKLEŞEMEYECEK BİR HAYAL OLUR, DİYOR
Cemal Paşa , Ocak ayı başlarında, o tarihte Harbiye Nezareti başyaveri bulunan Salih Bey' i 8'inci Kolordu Komutanı Salih Paşa ' dır, kendisinin iki mektubu, bu mektuplara ekli oiarak, İtilaf Devletleri olağanüstü temsilcilerinin 24-Aralık 1919 tarihli ortak bir notası ve bu notaya hükumetin verdiği cevap sureti ile birlikte Ankara'ya gönderdi. Cemal Paşa, bu mektuplarında da komuta değişikliği ve görevden alma düzenlemeleriyle ilgili prensibinden, komutanlığa atadığı Ahmet Fevzi ve Nurettin Paşa'ların görevleri başına gitmelerini sağlama gereğinden söz ediyor ve özellikle : "Ordunun önemli komuta mevkilerinde, son Millî Mücadele'ye açıkça katılmış olan kimselerin bizzat ve resmen bulunmaları, dışarıya ve özellikle yabancılara lara karşı, orduda siyasetin hâkim olduğu görünümünü verir ve bu da herhalde kötü etki yapar; Nezaret doğrudan doğruya bu etkilerin fiilî baskısı ile karşı karşıyadır" diyordu. Görevinden çekileceğini yine tekrarlıyor ve bu defa, bu durumda artık Millet Meclisi'nin toplanmasının gerçekleşemeyecek bir hayal olacağını haber veriyordu .
Efendiler, bu konu ile ilgili olarak verdiğim cevapları şöylece özetleyebilirim : "Görüşlerimizde isabet bulunduğu yolundaki inancımızı tekrarlarız. Ferit Paşa'nın kötü yönetiminin mirası olan Aydın cephesinin ve bölgesinin ve oralardaki Kuva-yı Milliye'nin şimdiki ve gelecekteki durumunu, büyük bir ilgi ile dikkate alıyoruz. Gelecek için ümit verici bir durumun yaratılmasını düşünüyoruz.
Ali Fuat Paşa'nın devlet ve millet gözünde, her türlü eleştirinin dışında bulunduğu inancının korunması ana şarttır. Millî Mücadele sırasında her ne şekilde olursa olsun ileri atılmış olanların, görevlerinden uzaklaştırılmaları ve durumlarının değiştirilmesi, fedakârlıklarının suç sayıldığı şeklinde yorumlanır. Bu durum, bizim sonuna kadar değişmeyecek olan görüşümüze göre, asla uygun sayılamaz."
Hükumetçe söz konusu olan siyasî sakıncaları ortadan kaldırmak için yapılacak her şey yapılmıştır.
Ahmet Fevzi Paşa , bizimle işbirliği yapabilme kabiliyetine sahip değildir. Ahmet Fevzi Paşa'nın özel görevle gezip dolaşır ken, gittiği yerlerde söylediği mantıksız sözleri bildirmiştik. Bunu kendisinden beklemem diye buyurmuştunuz. Ahmet Fevzi Paşa'nın arkadaşlara yazdığı özel bir şifreli telgrafta : "Ordu bugünkü anarşik durumunda kaldıkça memleket için felâket kaçınılmazdır" diyor. Bu zat, ordunun millî teşkilâtı desteklemesini anarşi olarak kabul ediyor. Oysa, bilmek gerekir ki, ordu millî teşkilât kadrosunun dışında değil, belki onun ruhunu ve temelini oluşturmaktadır.
Ahmet Fevzi Paşa'nın, Gönen'de ilk iş olarak yaptığı marifet, Anzavur olayından dolayı bin güçlükle ele geçirilen haydutların serbest bırakılmasını istemek olmuştur. Bizimle görüşmeden tayin ettiğiniz iki zatın kabul edilemeyeceği yolundaki zarurî ve haklı düşünceleriınize karşı, ortaya bir haysiyet meselesi çıkarmayınız. Bu, vatan ve millete bağlılıkla bağdaştırılamaz.
"Görevden çekilirseniz, Meclis-i Meb'usan'ın toplanmasının gerçekleşemeyecek bir hayal olacağı, yolundaki kaydınızdan, Sadrazam da dahil olduğu halde bütün kabinenin meşrutiyet idaresine karşı olduğu anlaşılmaktadır. Pek önemli olan bu noktanın tam olarak açıklanması ve belirtilmesi rica olunur."(Belge : 217).
İTİLAF DEVLETLERİ FEVKALADE TEMSİLCİLERİNİ ALİ RIZA PAŞA KABİNESİ'NE VERDİKLERİ ORTAK NOTA
Efendiler, şimdi Başyaver Salih Bey aracılığı ile gönderildiğini bilginize sunduğum İtilâf Devletleri olağanüstü temsilcilerinin Ali Rıza Paşa Kabinesi'ne verdikleri ortak notadan da biraz söz edeyim :
Fransa, Büyük Britanya ve İtalya olağanüstü komiserleri, Karadeniz Ordusu ve Başkomutanı Sir George Milne ( Sör Corç Miln ) ile Osmanlı Harbiye Nâzırı arasında geçen birtakım yazışmalara Osmanlı Hükûmeti'nin dikkatini çektikten sonra, bu yazışmalardan açıkça anlaşılıyor ki, Harbiye Nâzırı Cemal Paşa, Karedeniz Ordusu Başkomutanı'nın, Paris Konferansı kararlarına uyarak verdiği talimatı uygulayacak yerde, yüksek görevinin gerektirdiği sorumluluktan kaçınarak, birtakım kabulü imkânsız mazeretler ve sebepler ileri sürmüştür.
Olağanüstü komiserler, Harbiye Nâzırı'nın takındığı tavrın yol açacağı tehlikeli sonuçlar üzerine Osmanlı Devleti'nin dikkatini çekmekle birlikte, Karadeniz Ordusu Başkomutanı tarafından bildirilen Konferans kararlarının uygulanması için ne gibi tedbirler almayı düşündüğünü öğrenmek ister.
Olağanüstü komiserler, "olayı öğrenen İtilâf Devletleri Yüksek Meclisi'ni aydınlatmak üzere, Yüksek Meclis adına verilen emirlerin Harbiye Nâzırı tarafından yerine getirilmemiş olmasını, Osmanlı, Hükûmeti'nin nasıl karşıladığını hemen bildirmesini ister" diyorlar.
Efendiler, Osmanlı Hükûmeti, bu notaya verdiği cevapta : "İzmir'in işgalinin nasıl başladığını; karma komisyonun nasıl soruşturma yaptığını ve soruşturmaya kadar geçen zaman içinde, Yunan yırtıcılığı karşısında halkın nasıl can ve namusunu koruma kaygısına düştüğünü; hükûmetle ordunun daima araştırma komisyonunun adalet ve insafına güvendiğini; yalnız, akan kanları, hiç değilse şimdilik dindirmek için, Osmanlı Harbiye Nezareti'nin,General Milne Cenapları'na,23 Ağustos 1919 tarihli bir yazı ile teklifte bulunmuş olduğunu bildiriyor. Bu teklifin, Yunan birlikleriyle Kuva-yı Milliye arasına Osmanlı birliklerinin yerleştirilmesinden ibaret olduğunu; ancak, bu teklifin kabul edilmediğini" ifade ediyor.
Sonra; "İşgal bölgesinin Yunan birliklerinden başka, İtilâf birlikleri tarafından da işgali teklifiyle ilgili 20 ve 27 Ağustos 1919 tarihli iki yazıya ve bunların da karşılıksız kaldığına" işaret olunuyor.
Bundan sonra da, " General Milne Cenapları'nın sınır tespitini gösterir yazılarının (3 Kasım 1919), Harbiye Nezareti'ne gönderildiği noktasına temas edilerek, Harbiye Nâzırı'nın böyle bir yazının hükümlerini uygulamaya tek başına yetkili bulunmaması dolayısıyla, hükümete başvurduğundan ve hükûmetçe de durumun komiserlere bildirildiğinden" söz ediliyor.
Daha sonra, geçici sınır çizgisine kadar Yunanlıların işgaline engel olan kuvvetin, halk kitlesinden ibaret olduğunu söylüyor. Hükumetin ve ordunun halka sözünü geçirmekte güçsüz olduğunu belirterek, konuya adaletli bir çözüm yolu bulunmasını bir daha rica ettikten sonra "gerek hükûmet ve gerek Harbiye Nezareti sanki Paris Konferansı kararlarını uygulamıyormuş gibi bir suçlamadan vazgeçilerek, lûtfedip kurtarmaya yardımcı olunması" yolundaki yalvarmalara yüksek saygıları da eklenerek, cevap yazısına son veriliyor.
Saygıdeğer Efendiler, şimdi de Cemal Paşa'nın mektuplarında dokunduğu noktalara işaret edeceğim :
Harbiye Nâzırı, bize İtilâf Devletleri komiserlerinin notasını okuturken bir taraftan da öteden beri yaptırmak veya bizi yapmaktan alıkoymak istediği noktaları tekrarlıyor ve pekiştiriyordu. Cemal Paşa'nın, bu defa isteklerini ileri sürer ve teklif ederken, bu notayı da okutarak bizim ruh halimiz ve manevî gücümüz üzerinde etkili olmayı düşünmüş bulunduğuna ihtimal vermek bilmem doğru olur mu?
Cemal Paşa , İtilâf Devletleri'nin siyasî eğilimlerinden söz ettikten sonra, "Hükümet, Wilson prensipleri çerçevesinde kabul edebilecekleri yeniliklere söz verir nitelikteki bir bildiriyi yakında yayınlayacaktır. Dahiliye Nâzırı'nı gücendirmemelidir; çünkü ayrılır. O takdirde hükumet bunalımı olur. Meclis açılınca Dahiliye ve Hariciye Nâzırları'nın değiştirileceği kesindir. Düşmanlar, Meclis'i açtırmamak istiyorlar. Hattâ Muhipler Cemiyeti'nin, Zâtışâhâne'ye başvurarak ve bu Meclis in meşru olmadığını bildirerek, dağıtılmasını isteyecekleri haber alındı" , diyor ve milletvekillerinin Ankara'ya gelmesi işinden söz ediyor.
İTİLAF DEVLETLERİNİN KARADENİZ BAŞKOMUTANI, OSMANLI DEVLETİ'NİN HARBİYE NAZIRI'NA DOĞRUDAN DOĞRUYA TALİMAT VE EMİR VERMEKTEDİR
Şimdi Efendiler, bu üç belge metnini göz önünde bulundurarak hep birlikte kısa bir yorumlama yapalım: Komiserlerin notasından anlıyoruz ki, İtilâf Devletleri'nin Karadeniz Başkomutanı M r. G e o r g e M i I n e, Osmanlı Devleti nin Harbiye Nâzırı'na, C e m a l P a ş a 'ya doğrudan doğruya kendi emri altındaymış gibi talimat ve emirler vermektedir. C e m a 1 P a ş a , şimdiye kadar bize bunu bildirmedi.
Ve yine anlı oruz ki, Osmanlı Devleti'nin Harbiye Nâzırı, atdığı talimat ve emirleri yerine getirememekten ve kabulü imkânsız özürler ve sebepler ileri sürmüş olmaktan dolayı suçlanıyor.
Harbiye Nâzırı'nın aldığı emirlerin ne olduğunu kestiriyor ve ne için yapamamakta olduğıınu da anlıyoruz. Çünkü, Kuva-yı Milliye engeldir... Kuva-yı Milliye, Harbiye Nâzırı'nın ve hükûmetin, Başkomutan Mr. G e o r g e M i 1 n e'in emirlerine ve talimatına uyarak verdiği veya vereceği emirlere boyun eğmiyor.. İşte komiserler, Paris Konferansı adına, bunu, kabul edilebilecek nitelikte bir özür ve sebep saymıyorlar. Demek istiyorlar ki, hükûmet iseniz, Harbiye Nâzırı iseniz, memleketz, millete, orduva hâkim olmalısınız! Hâkim iseniz, ileri sürülen özürler ve sebepler kabul edilebilecek gibi değildir.
Efendiler, Ali Rıza Paşa Kabinesi, 2 Ekim 1919'da iş başına geçti. On dan önce Ferit Paşa Kabinesi vardı. Buna göre, Kuva-yı Milliye ile Yunan birlikleri arasında, Osmanlı birliklerinin yerleştirilmesiyle ilgili 23 Ağustos 1919 tarihindeki teklifi yapan Ferit Paşa Kabinesi'dir.
Ali Rıza Paşa Kabinesi, daha bir teklif ileri sürmüş değildir. Ancak, buna rağmen, Başkomutan M i l n e , 3 Kasım 1919 tarihinde düşmanların rın gireceği bölgenin sınırını çiziyor ve bu sınıra kadar Yunanlıların gir melerinin sağlanmasını C e m a 1 P a ş a 'ya emrediyor. İşte C e m a 1 P a ş a'nın yerine getiremediği emir bu oluyor. Teşekküre değer bir durumdur ki, gerek kendisi gerek içinde bulunduğu kabine, nihayet iş başına geçtikten bir ay sonra, Kuva-yı Milliye'ye karşı güçsüz olduklarını yabancı komiserlere söyleyebilmişlerdir.
Efendiler, bu belgelerden anlaşılması gereken en önemli ve en anlamlı nokta, bencc, kabinenin ortak notaya vermiş olduğu karşılıkta, komiserlerin ileri sürdükleri noktalara büyük bir alçak gönüllülük ve incelikle cevap verilirken, bir hususun asla dikkate alınmamış olmasıdır. O da, Efendiler; M r. G e o r g e M i 1 n e'in Osmanlı Devleti'nin Harbiye Nazırı'na doğrudan doğruya emir ve talimat vermekte oluşudur. Bu durum ne millî teşkilât'a karşı onur meseleleri çıkaran Harbiye Nâzırı'nın ne de Osmanlı Devleti'nin bağımsızlığını korumak sorumluluğunu yüklenmiş olan kabinenin şeref ve haysiyetine dokunmuyor. Bu durumun, kendilerinin haysiyetini ve devletin bağımsızlığını çoktan zedelemiş olduğunu farketmek istemiyorlar. Hiç olmazsa protesto etmiyorlar. Hiç olmazsa, bağımsızlığıınıza darbe vuran bu saldırı ve tecavüze aracılık edemeyiz diye feryada cesaret edemiyorlar... Cesaret edemiyorlar Efendiler, çünkü korkuyorlar. Nitekim korktukları başlarına geldi. Bunu yakında göreceğiz. Korkmamak için, insan haysiyetini ve millî gururun saldıraya uğrayamayacağı çevre ve şartlar içinde bulunmak gerekir. Buna değer vermeyenlerin, aslında bir insan için, bir millet için, hiçbir saldırıya uğratılmaksızın korunabiImesi, en büyük namus borcu olan kutsal kavramlar üzerinde çoktan saygısız ve duygusuz oldukları yargısına hak kazandırmaktadır.
İNSAF VE MERHAMET DİLENMEKLE MİLLET İŞLERİ, DEVLET İŞLERİ GÖRÜLEMEZ
İnsaf ve merhamet dilenmekle millet işleri, devlet işleri görülemez. Milletin ve devletin şeref ve bağımsızlığı korunamaz...
"İnsaf ve merhamet dllenmek gibi bir ilke yoktur. Türk milleti Türkiye'nin gelecekteki çocukları, bunu bir an akıllarından çıkarmamalıdırlar".
Efendiler, C e m a l P a ş a'ya komuta değişikliği ile ilgili noktalarda verdiğimiz cevabı bilginize surımuŞtum. Müsaade ederseniz, o cevabın baş tarafını oluşturan diğer noktalar üzerindeki görüşlerimizi de özetleyeyim :
Temel noktalar üzerindeki gÖrüşlerimiz şunlardı :
1- İtilâf Devletleri'nin her biri, bütün Türkiye'den en büyük çıkarlarını sağlamak peşindedirler. Bu da, Türkiye'de güvenilir bir dayanak noktasının elde edilmesini gerekli kılmaktadır. Yabancılann açıktan açığa aleyhte görünmelerinin ve hoşnutsuz olmalarının sebebini, kabinenin tarafsız tutumunda aramalıdır.
2 - Kabine bildiri yayınlamakta acele etmemelidir. Bildiri, kabine durumunu sağlamlaştırdıktan sonra yayınlanmalıdır. Kabinenin güçlü olması, her bakımdan Kuva-yı Milliye'ye dayandığı inancını verecek bir davranış tarzını benimsemesiıve ve bunu bütün dünyaya göstermesine bağlıdır.
Meclis toplandıktan ve orada kuvvetli bir "Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu" meydana geldikten sonra, bildiriye sıra gelebilir. Bildiri, her halde, Barış Konferansı'na gidecek delegeler yola çıkmadan önce, fakat grupla görüş birliğine varılarak düzenlenmelidir. Çünkü, böyle olmazsa hiçbir önem ve değeri olmayacaktır. Bir de, işe, kabul edilecek yenilikleri duyurmakla başlamak doğru değildir. Aksine, bildiride milletin bağımsızlığından ve ülkenin bütünlüğünden başlamak ve ancak bunun sağlanması şartına bağlı olmak üzere, hükûmet işlerinin ana çizgilerini tespit etmek yerinde olur.
Bu bildiriye temel olacak önemli noktalar Sıvas Gene1 Kongresi'nin bildiri ve tüzüklerinde yer almıştır. Orada, gelecekteki sınırlar, devlet ve milletin bağımsızlığı, azınlıklann haklan, yabancı himayesinin milletçe nasıl karşılandığı gibi hususlar açıklanmıştır. Böyle bir bildiri şimdiden hazırlanır ve Meclis'in açılışında çoğunluk grubuyla görüşüldükten sonra ilan edilir. Uygun olanı budur.
3 - Dahiliye Nâzırı'nın çekilmesiyle kabinede bir bunalım doğmasına sebep görülmemektedir. Böyle bir düşünceden, Dahiliye Nazırı'nı sadrazam olarak kabul ettiğiniz anlamı çıkar. Bir kabinede bunalım ancak hükûmet başkanının çekilmesiylo çıkabilir. Kabinenin Dahiliye Nazırı Ş e r i f P a ş a' ya, onun da F e r i t P a ş a'ya bağlı olduğu anlaşılıyor.
Meclis açıldıktan sonra, Dahiliye ve Hariciye Nâzırlan'nın kesin olarak değiştirilecekleri yolundaki işareti anlayamadık. Bu nâzırlar şim diden böyle bir söz verdiler mi?
Düşmanların Meclis'i açtırmak istemeyecekleri tabiîdir. Yalnız, Padişah'ın, Meclis'i dağıtma ihtimali de düşünülebilir mi? Eğer böyle bir ihtimal varsa, o halde Meclis'i, İstanbul'da dağıtmak ve milleti Meclissiz bırakmak için mi topluyoruz? Bu bakımdan, Padişah'ın bu konudaki görüşlerinin hey'etimizce kesin olarak şimdiden bilinmesi gerekir ki, milletvekillerini İstanbul dışında güvenli bir yerde toplamak için teşebbüslerde bulunalım. Aksi halde, Meclis İstanbul'da toplanmak yüzünden yukarıda belirtilen durumlara düşerse, bunun sorumluluğu İstanbul'da toplanmasını ısrarla isteyenlere ait olacaktır.
4 - Milletvekillerinin görüşmelerde bulunmak üzere Ankara'ya gel- meleri yararlıdır.
ANKARA HALKI İLE YAKINDAN TANIŞMAK İÇİN VERDİĞİM KONFERANS
Efendiler, beni gerçekten samimî, parlak ve güven verici duygularla karşılamış olan sayın Ankara halkı ile daha yakından tanışmak ve onlarla börüşmek bir görev hükmünde idi. Onun için, görüşmek üzere davet ettiğimiz milletvekillerinin gelınelerini beklediğimiz günlerde, toplanmış olan sayın Ankaralılara, bir konferans vermiştim (Belge : 220).
Bu konferansın temel noktaları üzerinde kısaca konuşayım :
W i l s o n prensipleri : Bu prensiplerin 14 maddesinden Türkiye ile ilgili olanları vardı. Zaten yenilmiş ve Ateşkes Anlaşması imzalamış Osmanlı Devleti, bu prensiplerin gönül okşayıcı ve göz aldatıcı manzarasıyla bir süre oyalandı.
30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondoros Mütarekesı'nin maddeleri ve bu maddeler arasında özellikle yedincisi, beyni yakan ateşten bir zehirdi. Yalnız bu madde, vatanın geri kalan kısmını düşmanların işgal ve istilâsına hazır bulundurmaya yeterdi.
İstanbul'da biribiri ardınca gelen ve âciz kimselerden kurulmuş olan kabineler, şerefsiz, haysiyetsiz ve aşağılık görünüşleriyle, suçsuz ve Tanrı'ya bel bağlamış olan milletin sembolü olarak tanındı; değer vermeye lâyık görülmemeye başlandı. Bu yüzden dünyanın medenî devletleri medeniyetin gereklerini unutacak kadar saygısız oldular. Öteden beri Türk milleti aleyhinde bütün dünyada yapılan en mantıksız propagandalar, her zamankinden çok kulak vermeye değer bulundu.
Dokuz aydan beri, başlayan milli uyanış ve faaliyet, durumu ve görünüşü değiştirdi ve daha, çok değiştirecektir. Millet kurulmuş olan birliği korur ve bağımsızlığı için fedakârlıktan çekinmezse başarı muhakkaktır. Erzurum ve Sıvas Kongrelerinde alınmış olan kararlar, milletin gerçekleştireceği amaçların temelini oluşturur.
Ferit Paşa Kabinesi'ni düşüren millettir. Fakat Ali Rıza Paşa Kabinesi'ni iktidar mevkiine getirmiş olma sorumluluğu millete ait değildir. Bununla birlikte anlaşma durumundavız.
ANKARA'YA GELEN MİLLETVEKİLLERİYLE YAPTIĞIM TEMASLAR
Efendiler, şimdi Ankara ya gelen milletvekilleriyle ya pılan temas ve görüşmelere gelelim :
Milletvekilleri, aynı günde veya günlerde toplu olarak bulunamadılar. Teker teker veya küçük gruplar haünde gelip gittiler. Bu zatların veya hey'etlerin hepsine, ayrı ayrı ve hemen hemen aynı temel noktaları günlerce üst üste tekrarlamak zorunda kaldık.
Herşeyden önce, manevî gücün, kalp ve vicdan gücünün yüksek tutulması şarttır. Bunu bilirsiniz. Biz de bu gücü artırmak üzere :
Önce içteki ve dıştaki duzumun güven ve ferahlık verici nitelikte gelişen noktalarını ve yönlerini araştırarak açıklamaya ve ispata çalıştık. Snnra, belirli bir amaç etrafında bilinçli ve azimli olarak birleşmenin sarsılmaz bir güç olduğu gerçeğini, yorulmaksızın tekrar ettik.
Bir toplumun yaşamasının ve mutluluğunun, ancak gayelerinde ve gayelerinin gerçekleştirilmesinde tam bir birlik halinde bulunmasına bağlı olduğunu açıkladık. "Vatanın kurtuluşu, istiklâlin kazanılması" hedefine yönelmiş bulunan millî birliğimizin, köklü ve düzenli bir teşkilâtın varlığına ve bu teşkilâtı iyi yürütüp yönetebilecek yetenekli kafaların ve enerjilerin, bir tek beyin ve bir tek enerji halinde birleşmiş ve kaynaşmış olmasına bağlı bulunduğunu söyledik. Bu münasebetle İstanbul'da açılacak Meclis-i Meb'usan'da güçlü ve dayanışmalı bir grubun kurulması zaruretini ortaya koyduk.
Millet, tarihin, ancak devletlerin yıkılış ve çöküş gibi bunalımlı zamanlarında kaydettiği çok önemli ve tehlikeli anları yaşıyordu. Böyle anlarda, talih ve kaderini doğrudan doğruya kendi eline almakta gaflet gösteren milletlerin, gelecekleri karanlık ve felâketlerle doludur.
Türk milleti bu gerçeği anlamaya başlamıştı. Bu kavrayış sonucuydu ki, kurtuluş ümidi vaadeden her samimî işarete koşmaktaydı. Ancak , bir toplumun, uzun yüzyılların uyuşturucu yönetim ve terbiyesinin etkisinden bir günde, bir yılda kurtulup serbest kalabileceğini düşünmek ve kabul etmek doğru değildir.
Bu sebeple, durumu ve gerçeği bilenler, ellerinden geldiği kadar, bağlı bulundukları millete ışık tutup yol göstererek, ona kurtuluş hedefine yürümekte önderlik etmeyi en büyük insanlık görevi bilmelidirler.
TÜRK MİLLETİNİN EN BELİRGİN İSTEK VE İNANCI:KURTULUŞ
Türk milletinin kalbinden, vicdanından doğan ve ilham alan en köklü en belirgin istek ve inancı belli olmuştu : Kurtuluş...
Bu kurtuluş feryadı Türk vatanının bütün ufuklarında yankılanmaktaydı. Milletten başka bir açıklama beklemeye gerek yoktu. Artık bu isteği dile getirmek kolaydı. Nitekim, Erzurum ve Sıvas Kongrelerinde millî istek açıkça ortaya konmuş ve dile getirilmişti.
Bu kongrelerde alınan kararlara bağlı olduklarını bildirdikleri için milletçe vekil seçilen kimseler, her şeyden önce, bu kararlara bağlı şahıslardan oluşan ve bu kararları ilân eden dernekle ilişkili bulunduklarını gösterir ad taşıyan bir grup kuruculardı : "Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu"... İşte bu grup, millî teşkilâta ve dolayısıyla millete dayanarak, her nerede olursa olsun, milletin kutsal gayelerini cesaretle dile getirecek ve savunacaktı.
-
Misak-ı Milli ve gelişmeler
MİSAK-I MİLLİ HAZIRLANIYOR
Efendiler, milletin emel ve gayelerinin kısa bir programın temelini oluşturacak şekilde topluca ifadesi de görüşüldü. Misak-ı Millî adı verilen bu programın ilk müsveddeleri de, bir fikir vermek maksadıyla kaleme alındı. İstanbul Meclisi'nde bu ilkeler gerçekten toplu bir şekilde yazılmış ve tespit olunmuştur.
Efendiler, görüştüğümüz her şahıs veya bütün şahıslar, bizimle düşünce ve görüş birliği yaparak ayrılmışlardı. Fakat, İstanbul Meclisi'nde, "Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu" diye bir grubun kurulduğunu işitmedik. dik. Niçin?! Evet, niçin? Buna bugün cevap isterim!
Çünkü, Efendiler, bu grubu kurmayı vicdan borcu, millet borcu bilmek durum ve kabiliyetinde bulunan efendiler inançsız idiler... korkak idiler... cahil idiler...
İnançsız idiler; çünkü, millî dâvânın ciddiliğine ve kesinliğine ve bu dâvanın dayanağı olan millî teşkilâtın sağlamlığına inanmıyorlardı.
Korkak idiler; çünkü, millî teşkilâttan olmayı tehlikeli görüyorlardı.
Cahil idiler; çünkü, tek kurtuluş dayanağının millet olduğunu ve olacağını takdir edemiyorlardı. Padişah'a dalkavukluk ederek, yabancılara hoş görünerek, yumuşak ve nazik davranarak büyük gayelerin gerçekleşleştirebileceği gafletini gösteriyorlardı.
MİLLİ ÜLKÜ VE MİLLİ TEŞKİLATIN KISA BİR ZAMANDA SAĞLADIĞI ŞEREF VE VARLIĞI KÜÇÜMSEYENLER
Bundan başka, Efendiler, nankör ve bencil idiler.. Millî ülkü ve millî teşkilâtın kısa bir zamanda sağladığı şeref ve varlığı küçümsüyorlarâı. Ortaya çıkmış olan durum ve varlığın kolayca elde edilmiş olduğu zan ve vehmine kapılmakla çirkin gururlarını tatmin sevdasına düşüyorlardı...
Erzurum'da, Sıvas'ta söylenmiş ve tespit edilmiş bir adı, olduğu gibi kabul etmek küçüklük olmaz mıydı?! O addan daha anlamlı bir ad mı yoktu?!
Evet, işittik Efendiler; varmış : "Fellâh-ı Vatan Grubu"
Efendiler, geçmişe ait safhaları ve olayları burada anlatabileceğim çerçeve içinde, gerçeğe uygun olarak tespit etmek kararındayım. Bu sebeple, tam üzerinde durduğumuz noktayla ilgili bir konuyu da büyük bir samimiyetle bilgilerinize sunacağım.
ANKARA'DA TOPLANMA DÜŞÜNCESİ
Ben, Meclis-i Mebusan'ın, İstanbul'da saldırıya uğrayacağını, dağılacağını, kesîn olarak bekliyordum.Böyle bir durum karşısında alınacak tedbiri kararlaştırmıştım. Hazırlığımız ve gerekli düzenlemelerimiz de başlamıştı : Ankara'da toplanmak...
İşte bu görevi yaparken, milletçe yanlış anlaşılmaya yol açmamak için, tedbir olarak da bir şey düşünmüştüm : Meclis-i Mebusan Başkanlığına seçilmek. Bundan beklediğim, dağıtılan milletvekillerini Meclis-i Mebusan Başkanı sıfat ve yetkisiyle yeniden davet etmekti. Gerçi bu tedbir, ancak görünüşü kurtarmak için ve geçici olarak işe yarayabilirdi. Fakat böyle bunalımlı zamanlarda, yararı geçici de olsa, her türlü tedbirin alınmış olması her halde gereksiz sayılamazdı. . .
Gerçekte İstanbul'a gitmeyecektim. Fakat bunu açığa vurmaksızın, zaman kazanacak ve durum bir süre için uzakta bulunuyormuşum gibi ayarlanarak, Meclis, başkan vekilleri vasıtasıyla idare olunacaktı.
Bu tedbirin uygulanması, elbette, Meclis'e giden ve gerçek durumu kavramış olması gereken arkadaşların yardım ve gayretleri ile mümkün olabilecekti.
Efendiler, bu konuyu gereken kimselere açtım. Düşünce ve görüşlerimi uygun buldular. Bu yolda çalışacaklarına söz ve güvence vererek İstanbul'a gittiler.
Ancak, pek az, belki bir veya iki arkadaştan başkasının, bu düşüncenin sözünü bile etmediklerini öğrendim.
Bu konuda hâkim olan düşünce ve mantık şuymuş : Bunca milletvekilleri içinde Meclis Başkanı olabilecek değerde bir adam bile yok mudur ki, Meclis'te bulunmayan bir milletvekilini kendi yokken başkan seçeceğiz... Meclisi oluşturan sayın üyeleri bu kadar yetersiz göstermek, yabancılar üzerinde kötü etki yapmaz mı?
Bir başka mantık da, Meclis Başkanlığı'na Kuva-yı Milliye Başkanı'nı seçmek, daha ilk günden, Meclis üzerine şüphe ve saldırıyı çekme fırsatı vermektir. Bu da akıl kârı olamaz.
Böyle düşünen ve mantık yürütenlerin, bana pek de uzak insanlar olmadığını görenler, susmayı tercih etmişler...
Efendiler, itiraf etmeliyim ki, bu tedbirin alınmamış olması, Meclis dağıldıktan sonra beni küçük bir güçlükle karşılaştırmıştır. Bu noktayı da sırası gelince bilginize sunacağım.
HARBİYE NAZIRI CEMAL PAŞA'NIN İŞTEN UZAKLAŞTIRILMASI TEKİFİ KARŞISINDA ALİ RIZA PAŞA KABİNESİ
Efendiler, Meclis-i Mebusan 12 Ocak 1920 tarihinde açılmıştı. Aşağı yukarı on gün sonra, Harbiye Nâzırı'nın 21 Ocak 1920 tarihli telgrafını aldım. Olduğu gibi bilginize sunuyorum :
Geciktirilmesi sorumluluğu gerektirir. Harbiye, 2l.l.1920
Ankara'da 20' nci Kolordu
Komutanlığı'na
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne :
İngilizler, hükûmete verdikleri bir notada, benimle Cevat Paşa Hazretleri'nin görevden çekilmemizi istediler. Kabinece şiddetli bir ret cevabı verildiyse de,durum kabinenin yerinde kalmasını ve yalnız benimle Cevat Paşa'nın çekilmemizi gerektirdi. Harbiye Nezareti'ne Salih Paşa vekâlet edecektir. Kabineyi güç duruma sokacak bir davranışta bulunulmamasını rica ederim. Aksi halde, durum, tasavvur buyurduğunuzdan daha tehlikeli olur.
Harbiye Nazırı
Cemal
Bu telgraf 22 Ocakta elimize geçmişti. Hemen telgraf başında, saat 11.30'da şu telgrafı yazdım :
Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretleri'ne 22.1.1920
1 - Verilen notayı olduğu gibi lûtfeder misiniz?
2 - Yapılan teklifi yerine getirmekte acele etmeyiniz. Notayı inceledikten sonra görüşlerimizi arz edeceğim.
Mustafa Kemal
Cemal Paşa 'nın, imzasını gizleyerek verdiği karşılık şuydu :
Çok ivedi Kadıköy, 22.1.1920
Ankara'da 20' nci Kolordu Komutanlığı'na
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne :
Notanın kısaltılmış sureti aşağıdadır :
1 - Özel olarak seçilmiş subayların Kuva-yı Milliye kurmaylıklarına göderilmeleri,
2 - 14' uncü Kolordu'dan bir kısım erleri ayırıp terhis etmek suretiyle Kuva-yı Milliye'ye asker gönderilmesi,
3 - Top kaması ve diğer malzemenin kaçırılması,
4 - Zonguldak'tan İstanbul'a gelen taburun geri gönderilmesini geciktirmek,
5 - Afyonkarahisar'dan Alaşehir'e alay nakletmek,
6 - Bursa'dan Bandırma'ya bir alay nakletmek,
7 - Bu işlerde, Harbiye Nâzırı ile Genelkurmay Başkanı'nın şahsen rolleri olduğu anlaşılmıştır. Kırk sekiz saat içinde bu iki şahsın görevlerinden uzaklaştırılması.
Dikkat buyurulursa, Aydın cephesi meselesi bu notada söz konusu bile değildir. Bu notaya cevap olarak : "bir, iki, üçüncü maddeleri yalandır. Dördüncü maddenin konusu benim zamanımda değildir. Ben, müracaatları üzerine geri gönderdim. Beşinci madde ile ilgili konuda, türrıen komutanını değiştirdim. Altıncı maddedeki Ahmet Anzavur konusu da güvenlikle ilgilidir. Bu konuda yazışmalarımız vardır. Şimdi de dosyalar incelenirse anlaşılır" denildi. Kabul etmediler. Bunun üzerine üç şık üzerinde duruldu : Notaya birinci cevaptan sonra cevap vermemek ve hükümlerine kulak asmamak, kabinenin toptan görevden çekilmesi, benim görevden çekilmem. Birinci şık uygulanacak olursa, burada bir rezalet çıkmasından korkulurdu. İkinci şıkkın kabulü durumunda, zaten istediklerinin olacağı ve Ferit Paşa'nın kabinenin başına geleceği düşünüldü, Bu bakımdan benim görevden çekilmem ve Nezaret'in vekâletle idare edilmesi tercih edildi. Her halde, kararınızın önce bana bildirilmesini rica eder, sizlere üstün saygılarımı sunarım efendim (Ferik Cemal),
Başyaver Salih
Cemal Paşa, bu notada, Aydın cephesinin söz konusu edilmediğini diğini işaret etmekle bilmem ne demek istiyor? Şüphe yok ki, söz konusu olan Aydın cephesidir, ona yardımdır ve Kuva-yı Milliye'dir. Yalnız, Cemal Paşa dolaylı yoldan bütün bunlara Hey'et-i Temsiliye'nin sebep olduğunu anlatmak sevdasındadır.
Cemal Paşa'ya, bu telgrafına karşılık olarak verdiğim cevapta, şu emri verdim :
Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretleri'ne 22.1.1920
Görevden çekilmek suretiyle İngilizlerin isteğine uymanız, öyle tehlikeli bir durum yaratır ki, sizin görevden çekilmemekle ortaya çıkacağını düşündüğünüz tehlikeden daha ağırdır. Bundan başka, Hey'et-i Temsiliye'nin bir temsilcisi durumunda olan zâtıdevletlerinin, haberi olmaksızm ve onun görüşüne uymayarak çekilmeniz kabul edilemez. İngilizlerin, sizi zorla görevden ayırmaları ihtimali bile bizce hesaba katılmış ve hemen tedbirleri alınmıştır. Bu duruma göre önce notayı olduğu gibi bildiriniz sonra durum hakkında bligi vererek kararımızı beklemeniz ve sarsılmaz bir dayanıklılıkla göreviniz başında kalmanız kesin isteğiınizdir.
Hey'et-i Temsiliye adına Mustafa Kemal
Ali Rıza Paşa 'ya da şu telgrafı yazdım :
Ankara, 22.1.1920
Sadrazam Hazretleri'nin Yüksek Katına
İngilizlerin, Harbiye Nâzırı'nın ve Genelkurmay Başkanı'nın değiştirilmesini istemeleri, devletin siyasî bağımsızlığına kesin bir tecavüzdür. Bu tecavüz, bir süreden beri vatanımızın bölûşûlmesi ve siyasi varlığımızın yok edilmesi yolunda, dünya kamuoyunda süregelen tartışmalann kesin bir karara bağlanmış olması sonucu mudur? Yoksa, siyasî varlığımızı yok etme yolunda yapılacak teşebbüslerin ne sonuç vereceğini anlamak için yapılmış bir deneme midir? Yoksa, İtilâf Devletleri'nin alıştıkları gibi, birbirinin olurunu ve kararını alma gereğini duymaksızın, tek başına nüfuz kullanma yolunda bir davranış mıdır? Bunlan ayırt edebilecek bilgilere sahip değiliz ve sahip olamayız. Yine, Yunanlıların Salihli cephesinde başlayan taarruzlannın, bu teşebbüslerle ilişki derecesini de kestiremeyiz. Ancak, siyasî bağımsızlığımıza karşı yapılan bu açık tecavüze devletçe ses çıkarmaz, milletçe susarsak, siyasî varlığımız aleyhindeki en kötü karar ve uygulamalara kendimizin yol açmış olacağına hiç şüphemiz yoktur. Bu bakımdan, İngilizlerin İstanbul'da yapabilecekleri saldınlar ne şekil ve dereceye varacak olursa olsun, içeride ve 'dışarıda Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ne dayandığı bilinen hükûmetin, bu teklifi şİddetle reddetmesini, Nâzır ile Genel Kurmay Başkanı'nı mutlaka yerlerinde bırakılmasını kesinlikle istiyoruz. Bunun dışında gösterilecek bir uysallık, yalnız milletin bağımsızlığına ve varlığına ters düşmez, aynı zamanda, hükûmeti millete karşı vermiş olduğu sözden dönmüş ve bağımsızlık uğrundaki millî mücadelemizi geciktirmiş ve gûçleştirmiş bir duruma da sokar. Bu bakımdan Hükümet kabul etmiş olsa bile, biz Hükûmet'in Hey'etimize karşı üstlenmiş olduğu görevi yerine getirmemekle, milletten almış olduğu gücü tamamen kaybetmiş olduğunu ve bağımsızlığımızı tehlikeye düşüren tavır ve hareketlerinden dolayı Hükûmet'i sorumlu saydığımızı ilân etmek zorunda kalırız. Hükûmetin direnmesi karşısında, İngilizler, Harbiye Nâzırı'nı zorla görevden uzaklaştınna ve bütün hükumeti düşürme yoluna bile başvursalar, bu durum, gerek dışarıya gerek içeriye karşı, onların emriyle Nâzır'ı feda etmekten daha elverişlidir. Durumun gelişme sathaları üzerine bir iki saate kadar siz Sadrazam Hazretleri'nin cevap vermelerini istirham ederiz. İstanbul ile haberleşme İngilizler tarafından engellenirse, milli bağımsızlık uğruna millî ve dinî cihat ilân etme yolunda ilerleyeceğiz.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti Hey'et-i Temsiliyesi adına
Mustafa Kemal
O gün C e m a 1 P a ş a 'ya da şu telgrafı yazdım :
Kişiye özel, çok ivedi 22.1.1920
Harbiye Nazırı Cemal Paşa Hazretleri'ne
İngilizlerin emri üzerine Harbiye Nezareti görevinden ayrıldıkları anlaşılıyor. Devlet ve milletmizin bağımsızlığını tehlikeye düşüren bu çekilme durumunu, ne olursa olsun, kabul etmemek sizin ve bizim görevimiz gereğidir. Biz görevimizi sonuna kadar yerine getirmek için her türlü tedbiri alıyoruz. Sizi de, makamınıza oturup nâzırlığınızı yürütmek suretiyle görevinizi yerine getirmeye davet ediyoruz. Eğer şahsl bir sebep veya başka bir düşünceyle kalmak istemiyorsanız, İngilizlerin notası üzerine değil, hür bir milletin nâzırına yaraşır şekilde ayrılırsanız Konuyu, şahsi bir görüş açısından değil, bu müdahale, vatanımız için hatıra gelebilecek ağır felâketlerin başlangıcı olabilir, görüşünden hareket ederek değerlendirmenizi rica ederiz. Nezaret'ten bu şekilde çekilmeniz, İngilizlerin müdahalesini ve millî bağımsızlığın tehlikeye düşnıesini kolaylaştıracaktır. Eğer görev başına gelmemekte ısrar ederseniz, İngilizlerin milletin bağımsızlığına tecavüz ettiklerini ilân ederken, Harbiye Nazırı'nın da vatanî görevini yerine getirınemek. ten sorumlu olduğunu ağır bir dille eklemek zorundayız. Notada yazılanları bir gün sonra bildirmeniz ve şimdi de Hey'et'imizle ilişki kuramayacak şekilde uzaklaşmanız, durumu ağırlaştırmaktadır. Cevap vermenizi diler ve rica ederiz.
Hey'et-i Temsiliye adına
Mustafa Kemal
Sadrazam ile telgraf başında şu yazışmalar yapıldı :
Bâbıâli, 22.1.1920
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Hey'et-i Temsiliyesi'ne
Harbiye Nâzırı C e m a l P a ş a'nın kabineden çekilmesi ve Genelkurmay Başkanı C e v a t P a ş a'nın değiştirilmesi, yalnız İngilizler tarafından istenmiş değildir. İngiliz, İtalyan ve Fransız temsilcileri, Bâbıâli'ye ortak bir ültimatom vererek ve gerekçe göstererek, kırk sekiz saat içinde bu talebin yerine getirilmesini istemişlerdir. Bu ağır teklif karşısında, kabinece durumu enine boyuna tartışan uzun görüşmelerden sonra, toptan çekilmeye karar verildi. Meclis-i Meb'usan toplanmış olsaydı, kabinece başka türlü hareket edilmek mümkündü. Tekliflerini geri aldırmak üzere, üç devlet tezrısilcisi nezdinde, ileri sürdükleri gerekçeler çürütülerek gerekli teşebbüslerde bulunuldu. Temsilciler isteklerinde direndiler. Kabinenin istifası kesinleşınişken, C e m a l P a ş a, Meclis-i Meb'usan'ın daha görüşmelere başlayamadığı bir zamanda, kabinenin çekilmesinin vatanın yüksek çıkarlarına akırı düşeceğini belirterek ve böyle bunalımlı bir zamanda kabinenin istifasının, İstanbul'u Anadolu'dan ayırmaya kadar varan tehlikeli sonuçlar doğuracağını ileri sürerek, kendisinin istifası ile işin çözüme bağlanmasını tercih etmiştir. Konunun gelişme safhaları bundan ibarettir, Meclis-i Meb'usan'ın en geç bir iki güne kadar çoğunluğu sağlayarak toplanması kesinleşmiş olduğundan, hükûmet bütün sorunları Meclis'in gözleri önüne serecektir, Tarafınızdan bu konuda hiçbir girişimde bulunulmaması gerekir. Çünkü, söz sahibi Meclis-i Meb'usan'dır. Nâzırlar durumun ağırlığını kavradıklarından ve yaptıklarının doğru olduğuna inandıklarından, en az zararlı olanı seçmişlerdir. Müdahalelere son verileceği, Cumartesi sabahına kadar bildirilmediği takdirde, kabinenin iktidardan çekileceği ve bundan doğacak olayların sorumluluğunun kendisine ait olazmayacağı bildirilir. (Sadrazam)
Efendiler, Sadrazam Paşa kendilerine hakaret edene değil de bize dehşetli bir ültimatom veriyor.
Sadrazam Paşa Hazretleri'ne Kongre, 22.1.1920
Yüksek şahsiyetlerinin telgrafları üzerine, Hey'et-i Temsiliye'ce bir karar alınmak için, öncelikle üıltimatom suretinin olduğu gibi bilinmesine kesin bir ihtiyaç vardır. Bunun lutfen bildirilmesini arz ve rica ederim.
Hey'et-i Temsiliye adına Mustafa Kemal
Erenköy, 22/23.l.1920
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Hey'et-i Temsiliyesi'ne
C : Görüşüldükten sonra bildirilecektir.
Sadrazam Ali Rıza
Burada söylemeliyim ki, hükûmet bu nota suretini bize olduğu gibi vermek istememiş ve vermemiştir.
Sadrazama verdiğim cevap şudur :
Sadrazam HazretIeri'nin Yüksek Katına 22.1.1920
Ültimatom suretini gördükten sonra kesin kararı sınacağız. Ancak, durum değerlendirilirken dayanılan ilkelerde, hükûmetle aramızda görüş ayrılığı vardır. Önce onu ortadan kaldırmak isteriz. Hükûmet bizim arz ettiğimiz hususları kendi işlerine müdahale olarak kabul etmiş, yani dıştan gelen müdahaleleri bir yana bırakarak, bir iç mes'ele karşısında bulunduğunu sanmıştır. Olayı, yalnızca, yabancıların bir nâzırı değiştirebilmesi açısından düşünmek gerekir. Üstelik, burada Harbiye Nâzırı'nın şahsı da söz konusu değildir. Aynı durumda başka bir nâzır veya herhangi bir şahıs bulunnıuş olsaydı, olay yine bu şekilde yorumlanacaktı. Öte yandan, nâzırın değiştirilmesini emreden kuvvetin, Meclis-i Meb'usan'ın toplanmasına ve hükûmetin yapacağı açıklamadan sonra Meclis'in bir karar almasına müsaade edip etmeyeceği de şu anda belli değildir. Meclis-i Meb'usan söz sahibi olmadan önce, oldubittiler birbirini kovalar ve dış olayların niteliğine uygun tedbirlerin alınması gecikirse, bundan doğacak sorumluluğun da hey'etimize ait olmayacağı kabul buyurulur. Meclis-i Meb'usan gerçekten toplanır ve çalışmaya başlarsa, hükûmete hiçbir şey için başvuramayacağımız tabiîdir. Notayı yalnız İngilizlerin değil, İtilâf Devletleri'nin birlikte vermiş olmaları, bu konunun önemini kavramak için ayn bir sebeptir.
Hey'et-i Temsiliye adına Mustafa Kemal
C e m a l P a ş a, son telgrafımıza, 23/24 Ocakta verdiği karşılıkta, çekilmesinin zaruri olduğundan ve Millî Meclis'in nasıl bir davranış içinde olacağını beklemek gereğinden söz ediyordu (Belge : 221 ).
Efendiler, aynı gün öğle vakti, Ankara, Erzurum, Sıvas, Diyarbakır, Bandırma, Balıkesir, Konya, Edirne, İstanbul ve Bursa'da bulunan komutânlara durum ve göri.işümüz bildirilerek dikkatleri çekildi ve düşünceleri soruldu (Belge : 222).
İstanbul'daki 10'uncu Kafkas Tümeni Komutanı Kemalettin Sami Bey'e de (Berlin Büyükelçisi Kemalettin Sami Paşa'dır), ayrıca şu emri verdim :
10' uncu Kafkas Tümeni Komutanlığı'na 22.l.l920
Hemen R a u f B e y'i bularak durumu birlikte ve güvenlik tedbiri alarak takip etmenizi rica ederiz. İngilizlerin isteğini yerine getinnek kesinlikle doğru olmaz. Buraca o bakımdan âcil tedbirler alındı. İstanbul'daki telgraf haberleşlerini güven altına almanız gerekir (Belge : 223).
Efendiler, Rauf Bey, Bekir Sami, Cami Bey ve bütün tün milletvekillerine de Kafkas Tümeni Komutanı K e m a l, Müstahkem kem Mevki Komutanı Ş e v k e t ve Harbiye Nezareti Başyaveri S a l i h B e y 'ler vasıtalarıyla ve şifreli telgrafla şu tebliğde bulundum :
22.1.1920
İngilizler, Harbiye Nâzırı Cemal Paşa ile Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa'nın görevden çekilmesini istemişlerdir. Bu teşebbüs, devletin bağımsızlığını ortadan kaldırmaya yönelmiş kesin bir harekettir. O halde, bu teşebbüse karşı milletin göstereceği tepki ve girişeceği hareketler, bağımsızlığın korunması için yapılacak kutsal bir mücadele niteliğindedir. Bu mücadelenin ilk basamağında görev, milletin vekillerinindir. Milletvekilleri, kabine üyelerinin durumlarına müdahale ve etkide bulunmak suretiyle, devletin siyasî bağımsızlığı aleyhine, İngilizlerin girişmiş oldukları tecavüzleri, içeriye ve dışanya karşı kesinlikle ve hemen reddetmek zorundadırlar. Bunun nasıl yapılacağını kararlaştırarak buraya bildiriniz. Fakat, uygulamada şu noktaların mutlaka yerine getirilmesi gerekir :
Önce, Meclis'in dağıtılması ile ilgili olarak, Meclis'te ansızın bir iradenin okunması ihtimali ile karşı karşıya kalınmamalıdır. Eğer bu ihtimalin gerçekleşmesi kesin olarak önlenemezse, milletvekillerinin çalışmalarını özel toplantılar halinde devam ettirmeleri de yeterlidir. İkincisi, devletin siyasî bağımsızlığı aleyhine kesin bir müdahalede bulunulduğunu, Barış Konferansı'na, Avrupa milletlerine, İslâm dünyasına ve memleketin her bir yanına ilân etmek gerekir. İngilizlerin tecavüzü geri alınmadığı takdirde, Meclis'in görevi, Anadolu'ya geçmek ve milletin idaresini üzerine almaktır. Bu hareket, bütün milletin gücünü kendi varlığında toplamış olan Kuva-yı Milliye tarafından her bakımdan desteklenecek tir. Gerekli tedbirler şimdiden alınmıştır.
Hey'et-i Temsiliye adına Mustafa Kemal
Bu tebliğin sureti olduğu gibi bütün komutanlara bildirildi.
Efendiler, Ayrıca Rauf Bey'e de 23 Ocak 1920'de, 10'uncu Kafkas Tümeni Komutanı vasıtasıyla yazdığım şifrede, "Harbiye Nâzırı'nın görevden çekilmesi bir oldubitti olmakla birlikte, işin önemi devam etmektedir" dedim. İtilâf Devletleri'nin temsilcileri, hükûmeti istedikleri gibi kurma yolunu tutmuş oluyorlardı. Yarın, Meclis'in güvenoyu vereceği bir hükûmete karşı da aynı şekilde davranmalarına böyle bir örnekle yol açılmış bulunuyordu. Hükûmetin, millete ve basına bilgi vermeksizin ve toptan çekilme yoluna gitmeksizin buna boyun eğmesi, milletin bağımsızlığını tehlikeye düşürüyordu. Olayı kapatmamak, hükûmeti Meclis-i Meb'usan'da milletin bağımsızlığını koruyamadığı gerekçesi ile açıkça düşürmek gerekirdi. İşte, bütün bunları Rauf Bey'e yazdım (Belge : 224).
Aynı tarihte,10'uncu Kafkas Tümeni Komutanı ile Rauf Bey'e şu ortak talimatı vermiştim :
Hükûmetin, İtilâf Devletleri temsilcilerinin tekliflerini kabul etmemekte direnerek; Barış Konferansı'nı, İtilâf Devletleri'nin Kuva-yı Milliye'den dolayı Türk hükûmetini düşürmeye karar verdiğini, bütün dünyaya karşı ilâna mecbur etmesi gerekir. Kabinenin önceki kabinelerde olduğu gibi millî bağımsızlıktan sezsizce fedakârlık etmesi, kendi yetkisi bakımından güçsüzlüğünü, anlayış ve kavrayış bakımından da asla güven verici olmadığını bir daha açıkca göstermiştir. Bu kadar çetin sorunları, karakter ve düşünce yapısı bakımından bu derece güçsüz olan kimselerle çözüme götürmeye çalışmak artık mümkün değildir. Bu bakımdan, kabinenin, son durum dolayısıyla düşürülmesi gerekir. Bütün milletin güvenine lâyık bir kabinenin iktidara gelmesi yolunda çalışınız (Belge 225) .
ANADOLU'DA BULUNAN YABANCI SUBAYLARIN TUTUKLANMASI KARARI
Efendiler, yabancıların İstanbul'da saldırılarını artırarak nâzır veya milletvekillerinden bazılarını tutuklamaları ihtimaline karşı, Anadolu'da bulunan yabancı subaylann tutuklanmalarına karar verdim. Bu kararımı ve buna göre tedbirler alınması gereğini, 22 Ocak 1920 tarihinde, Ankara, Konya, Sıvas ve Erzurum'daki kolordu komutanlarına "kişiye özel" olarak şifre ile emrettim (Belge : 226).
Efendiler, milletvekillerine yazdığım telgrafa, Vasıf, Rauf , Bekir Sami Beyler 'in ortak imzasıyla cevap geldi. Bu cevapta : Meclis resmi olarak çalışmalara başlayınca, söz konusu mesele dolayısıyla kabine çekilecektir. O zamana kadar durumun emniyeti bakımından kabinenin işbaşında kalması gerekir. Siz, bir teşebbüste bulunmayınız ve müdahale etmeyiniz. Emirlerinizi bize bildiriniz. Görüşlerinizin her makam önünde gereği gibi savunulacağına güveniniz denilmekteydi (Belge : 227).
Ben, ne Hükûmet'e ne de Meclis'e bir, şey yazmamaya karar vermiş ve işi artık sayın milletvekili arkadaşlarımıza bırakmıştım (Belge : 228).
Efendiler, İstanbul'daki şahısların hareketlerini hangi tavsiyelere göre ayarladıklarını belirtebilmek için şu kısa bilgiyi arz edeyim :
Filân siyasî temsilci, çok namuslu ve doğru sözlü ve Türk dostuymuş muş. Bu zat, çok içten ve dokunaklı bir dille demi ki "eğer Harbiye Nâzırı ile C e v a t P a ş a çekilmeseydiler, Harbiye Nezareti işgal edilecekti: Kuva-yı Milliye'nın gösterdiği suskunluk ve kararlı tutum, bazılarını çıldırtıyor. Fakat acele etmeyin, ezilirsiniz. Bana güvenin. Hakaret varsa yapanlar utansın. Belki daha başka delilikler olacaktır. Fakat siz sakın delilik etmeyin."
İstanbul'daki şahıslar, abiz bu sözlerin samimiyetle söylendiğinden şüphe etmiyoruz diyorlardı (Belge : 229).
-
MECLİS-İ MEBUSAN'IN BAŞKANI SEÇİLMEM SAKINCALI GÖZÜKÜYOR
Efendiler, milletvekilleri, İstanbul'da toplandıktan bir hafta sonra, Başkanlık Divanı ve dolayısıyla Meclis Başkanlığı seçimi ile ilgili görüşmelere başlamışlar. Bir yerde işaret etmiştim ki, ben Meclis Başkanı seçilmeyi, bazı yararlarından dolayı lüzumlu bir tedbir saymış ve gereken kimselere bu konudaki düşüncelerimi de bildirmiştim. İşte arz ettiğim gibi, bu konu üzerinde görüşülmeye başlandığı günlerde, 28 Ocak 1920 ve 1 Şubat 1920 tarihlerinde, R a u f B e y tarafından göderilen yazılarda birtakım görüşlerden sonra, "biz pek büyük bir sakınca doğuracak olan bu konuyu ileri sürmekten vazgeçiyoruz" denmekte (Belge : 230) ve "...özel gizli bir toplantıda yeniden söz konusu edildi. Ş e r e f B e y seçilmenizin yararlarını anlattı. . . Seçim sırasında oyların dağılacağı yeniden kesin olarak hissedildiğinden, sizin, milletin başında, Millî Meclis'in koruyııcusu olarak kalmayı zaten tercih buyurduğunuz tarafımızdan söylendi. Yüksek şahsiyetiniz hakkında alkışları içten gösterilerin yapıldığı görüldü. Genel toplantıda, Reşat Hikmet Bey Meclis Başkanı, Hüseyin Kâzım Bey birinci ve Hoca Abdülaziz Mecdi Efendi ikinci başkan vekili seçildiler" haberi verilmekteydi.
Efendiler, benim başkanlığımı ortaya atan demek ki, yalnız Şeref Bey oluyor. Gizli olarak yapıldığı bildirilen toplantıda, öteki şahıslar tarafından benim başkanlığa seçilmemin ne maksatla söz konusu edildiği, üstü kapalı olarak bile söylenmiyor. Önce, ciddî gerekçelere dayanarak benim başkanlığımı ileri sürmeliydiler. Ondan sonra da oyların dağılıp dağılmayacağını incelemeliydiler. Yalnız, Ş e r e f B e y 'in konuşması üzerine oyların hangi tarafa kayacağı konusunda bir karara varmakta isabet olmayabilirdi.
Efendiler, Rauf Bey 'in başkanlık konusundaki açıklamasına verdiğim cevapta demiştim ki : "İleri sürülen sakıncalar, daha önce etraflıca düşünülen şeylerdir. Benim başkanlığımı gerektiren sebepler bellidir. Bunlar, Kuva-yı Milliye'nin millet tarafından kabul edildiğini göstermek, Meclis dağıtıldığı takdirde başkanlıkla ilgili görevleri güven içinde yapabilmek, millî varlığımızla bağdaştırılamaz bir barı$ teklifi karşısında milletçe bir ayaklanma, Meclis'in başkanı sıfatıyla, milletin maddî ve manevî güçlerini savunma durumuna geçirme düşünceleridir. SözIerinizden, savunma ile ilgili olan bu durumların, bugün İstanbul çevresince önemli sayılmadığı anlaşılıyor. Eğer, görüşlerdeki isahetsizlikten dolayı vatan ve milletin savunulmasında bugün için ve yarın aksaklıklar ortaya çıkarsa, sorumluluk bu yanlışlığı yapanlara düşer. Bunlann benim şahsî isteklerimle ilgili olmadığını temine gerek yoktur."
Efendiler, Harbiye Nâzırı'nın ve Genelkurmay Başkanı'nın zorla düşürüldüğünü biliyoruz. Meclis Başkanlığı'na seçilen merhum Reşat Hikmet Bey 'in, bir uydurma sebeple yabancılar tarafından tutuklandığını haber almıştık. İstanbul'da bulunan Hey'et-i Temsiliye üyelerinin tutuklanmalarının düşünüldüğü, Rauf Bey'in 28 Ocak 1920 tarihli yazısında bildiriliyordu. Bu durumlardan, Kuva-yı Milliye aleyhtarlığının, Meclis'in dağıtılma ihtimalinin ve dolayısıyla milletçe savunmaya geçme zamanının daha da yaklaştığn meydanda idi. Fakat bu gerçeği sezebilen azdı.
Efendiler, Reşat Hikmet Bey 'in kurtarılması için de Ankara'dan çalışmak gerekiyordu (Belge : 231 ).
Rauf Bey'in, Meclis'in durumunu anlatan 27 Ocak 1920 tarihli şifreli telgrafında endişe verici bazı cümleler vardı. Söz geiişi, kabine başlangıçta çekilmeyi düşünmüş, fakat çekilmemiştir. Meclis,in bugünkü durumu, bu işi çözüme bağlamaya elverişli değildir, Buradaki milletvekilleri, milletin Maraş bölgesi ile ilgili olarak gönderdiği telgrafları, genel kurulda okumak cesaretini bile gösteremiyorlar. İtilaf Devletleri'nden filânın falanın isteklerine uygun olarak davranmamızı tavsiye ediyorlar. Toplanacak yerimiz yoktur (Belge : 232, 233) gibi.
Rauf Bey'e, 7 Şubat 1920'de gönderdiğimiz bir yazıda, şu düşüncelerimizi bildirdik : Milletvekilleri, İstanbul'daki iç ve dış etkilere kapılarak, barışa yönelme gayesini ihmal edip, kölelik, mevkî kapma hırsı, kıskançlık, kuruntu v.b. sebeplerle anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Arkadaşlanmız, çok sayıda milletvekilini içine alan bir çoğunluk saağlayabilmek mek için, kendi düşünce ve inançlarından sürekli olarak fedakârlık yapmışlar ve uysal olmak sevdasıyla, hükumet ve bilinen çevreler üzerindeki etkilerini büsbütün kaybetmişlerdir. Uyumsuzluk yaratmamak kaygısıyla bu davranışa devam edilecek olursa, millî dâvâya aykırı emellere ve türlü türlü ihtiraslara âlet olunmaktan, millî meseleler aleyhinde kararlar alınmasına engeI olunamamaktan korkulur. Bu duruma karşı alınacak tedbir şudur : Azınlıkta olsalar bile, ilkelerimize her bakımdan bağlı arkadaşlardan kurulu bir grupla yetinmek. . . Bunun sakıncası uysallıktan azdır. Hükumeti mutlaka düşürmek ve kesin mücadele durumuna geçmek gerekir (Belge : 234).
HÜKÜMETİ MUTLAKA DÜŞÜRMEK VE KESİN MÜCADELE DURUMUNA GEÇME GEREĞİ
Efendiler, Ali Rıza Paşa Kabinesi ekilmemiş, Meclis de bir problem çıkarmaktan sakınarak, onu düşürmek yoluna gidememiş ve bazı üyeleri değiştirilmiş olan Ali Rıza Paşa Kabinesi'ne güven oyu vermiştir.
Ali Rıza Paşa Kabinesi'nin Meclis huzurunda okuduğu hükûmet programını bilmem hatırlar mısınız? Bu programda :
Sadrazam Paşa, yaptığı en önemli görevi sözlerine başlangıç olarak alıyor; İstanbul Hükumeti ile Anadolu arasında haberleşmenin kesilmesine kadar varan anlaşmazlığın giderilmesini başardığını, bundan böyle millî iradenin yüce Meclis'te tecellî edeceğini, artık meşrutiyet ilkelerine tam olarak uyulabilmesi için bir engel tasavvur etmediğini söylüyordu.
Efendiler, bu sözlerle, Hey'et-i Temsiliye'nin millî irade adına hareket etmesine ve meşrutiyet ilkelerine uygun hareketlere engel olmasına artık yer olmadığı gibi bir anlam sezdirilmek isteniyor. Daha dün Millî Meclis'in, İstanbul da toplandığı bir sırada, millı iradeye de milletlerarası kurallara da aykırı olarak, bizzat kendilerinin ve kendileriyle birlikte Meclis'in ve milletin ne kadar ağır bir saldırıya uğradığını açıklama gereği duymayan sadrazam, halâ Hey et-i Temsiliye yi jurnal etmekle durumunu kurtarmaya çalışıyor ve bizim sayın milletvekili arkadaşlarımız da, bu sözleri büyük bir sessizlikle dinleyebiliyorlar.
Hükûmet, siyasî zümrelere karşı tarafsızlıktan ayrılmadığını ve ayrılmayacağını bir kere daha belirttikten sonra, bugüne kadar elde ettiği başarıların derecesinin takdirini Meclis'e bırakıyor.
Sadrazam, devlet idaresinin düzeltilmeye muhtaç olduğunu söyleyerek Osmanlı Devleti'nin, her yabancı devlet baskısı karşısında kaldıkça başvurduğu eski politikasını yeniden canlandırarak, dünyaya yeni düzeltmeler yapılacağı sözünü veriyor : "Yabancıların imtiyazlarını genişleteceğiz. Azınlıkların haklarını korumak için nisbî temsil yönetimini uygulayacağız. Adalet, maliye, bayındırlık ve güvenlik işlerinde ve hattâ sivil yönetimde yabancılara yeteri kadar kontrol yetkisi vereceğiz" diyerek düşündükleri düzeltmelerin esaslarını sayıyor.
Sadrazam Paşa, dışişlerinden bahsederken de "Ateşkes Anlaşması hükümlerinden ayrılmamak, hükumetçe gerekli görülmektedir" taahhüdünde dünde bulunurken, "İzmir'in işgalinden dolayı meydana gelen kaynaşma ma ve karışıklığa son verecek olan, ancak barıştır" demekle yetiniyor; kararlılık ve ileri görüşlülüğün güçlükleri yeneceğine tam bir inancı bulunduğunu söyleyerek, programını bitiriyor (Belge : 235).
ALİ RIZA PAŞA VE KABİNESİ'NİN İÇ YÜZÜ
Efendiler, Meclis-i Meb'usanca kabul edilen bu programı tahlil ve yorumdan geçirerek burada vakit kaybetmeyi gereksiz sayarım.
Yalnız Efendiler, Sadrazam Ali Rıza Paşa'nın ve kabinesinin içyüzünü ve utanmazlığını gösteren bir belgeyi aynen bilginiz sunmama müsaadenizi rica edeceğim :
Çok ivedi İstanbul,14.2.1920
Valiliklere ve Müstakil Sancaklara
Son olarak Meclis-i Meb'usan'da okunan ve büyi.ik bir çoklukla kabul edilerek hükûmete güvenoyu verilmesini sağlayan programın önemli noktalanndan birinde belirtildiği üzere, her tûrlû milli d&127;,vâların tek tecellî yeri olan Meclis Genel Kurulu, Allah'a şükür artık toplanıp çalışmaya başladığına göre, meşrutiyet ilkelerinin her türlü engel ve etkilerden uzak olarak yürürlük kazanması gereken memleketimizde, bu Meclis'ten başka yerde, millî irade adına konuşmaya ve istekler ileri sürmeye artık sebep ve imkân kalmadığından, hükûmet işlerine müdahale şeklindeki her türlü faaliyet ve hareketlerin cezalandınlacağı duyurulur. ( Sadrazam Ali Rıza)
Efendiler, böyle bir genelgeye ne gerek vardı? Hey'et-i Temsiliye'yi millet gözünde küçük düşürmekte, onun cezalandırılabileceğinden bahsetmekte ne yarar vardı? Eğer Hey'et-i Temsiliye zaman zaman hükûmetin dikkatini çekmeyi gerekli görüyor idiyse, bu hareketinin ne kadar temiz ve yüksek düşüncelere dayandığından ve ne derece vatanla ilgili zaruretler yüzünden yapıldığından hâlâ $üphe edilebilir miydi? Hey'et-i Temsiliye'yi, dolayısıyla milletin birlik ve dayanışmasını yok etmeyi asıl hedef olarak kabul eden hükûmet, Aydın, Adana, Maraş, Urfa Antep cephelerinde sürüp gitmekte olan çarpışmalardan ise, asla duygulanmış görünmüyordu. Yabancı devletlerin, doğrudan doğruya kendi kabinelerine yapmış olduğu baskıdan üzüntü duymuyordu. Şunu da açık olarak belirtmeliyim ki, her türlü millî davanın belirdiği tek yer olmak gereken Milli Meclis'in, Sadrazam Paşa'nın Tanrı'ya şükrederek söylediği gibi, çalışmalara başladığı da ne yazık ki daha görülmüyordu.
Efendiler, Sadrazam'ın bu genelgesi üzerine biz de şu genelge ile milletin dikkatini çekmeyi gerekli bulduk.
Genelge 17.2.1920
Milll iradenin kanun3 olarak varlığını gösterdiği yer olan Meclis-i Meb'usan'ı açarak millî hakimiyeti ispatlayabilen Cemiyetimizin, en önemli ve başlıca görevlerinden biri de, milli dâvâya uygun ilkeler çerçevesinde bir banş yapılıncaya kadar, milli birliği korumaktır. Cemiyetimizin, her güçlüğe göği.is bererek, vatanı ve mill? varlı&127;ı koruma yolundaki kurtancı çalışmalanna, millî gaye gerçekleştirilinceye kadar, daha büyük bir azim ve iman ile devamı şarttır. Bu bakımdan, milletin yaşama ve varlığını devam ettirme temeline dayanan millî teşkilâtın, vatanın her köşesinde, geniş çapta ve yaygın bir biçimde kökleşmesine, eskisi gibi devam edilmesini bütün merkez ve idare hey'etlerinden bir kere daha önemle rica ederiz.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti Hey'et-i Temsiliyesi adına
Mustafa Kemal
ALDATICI SÖZ VERMELER, AĞIR İTİRAFLAR
Efendiler, İstanbul'dan gönderilen 19 Şubat 1920 tarihli yazıda, "İngiliz Dışişleri Bakanlığı'ndan İstanbul'daki siyasi temsilciliğine gelen ve siyasî temsilcilik tarafından da resmen hükûmete yapılan sözlü tebligatta, padişahlık başkentinin Osmanlı Devleti'nde bırakıldığı bildirilmiş; fakat bununla birlikte, Ermeni katliamının durdurulması ve Yunanlılarla bütün İtilâf Devletleri'nin kuvvetlerine karşı olan tutumumuzun değiştirilmesi istenmiş; aksi takdirde, barış şartlarının değiştirilmesinin muhtemel bulunduğu da ayrıca ifade edilmiştir" denilmekte ve bazı hususlar, özellikle "şikâyete yol açacak en küçük olaylara bile meydan bırakılmaması" tavsiye edilmekteydi.
Efendiler, bu sözlü vaadin arkasındaki anlam ve maksat ne olabilirdi? Yunanlıların, Fransızların ve daha başkalarının işgali altında bulunan vatan topraklarından başka, İstanbul'un da alınması kararlaştırılmıştı. Ancak, ileri sürülen şarta uyulursa, İstanbul'u almaktan vazgeçeriz mi, denilmek isteniyordu? Yoksa, Yunanlıların, Fransızların, İtalyanların işgalleri zaten geçicidir, İtilâf Devletleri, yalnız İstanbul'u alacaktı, fakat teklif ettikleri şarta uyarsak, onu da bırakacaklardır, anlamı mı çıkarılıyordu?
Veyahut da Efendiler, İtilâf Devletleri Kuva-yı Milliye'nin rşgal bölgelerinde, işgal kuwetlerine karşı kurduğu cepheleri bozdurmaya ve açtığı savaşları, giriştiği hareketleri durdurmaya, İstanbul Hükûmeti'nin gücünün yetmeyeceğini çok iyi anladıklarından, Yunanlılar da dahil olmak üzere, İtilâf Devletlerine karşı ·yapılan saldırının önlenememiş ve aslı olmayan Ermeni katliamına son verilmemiş olduğu bahanesiyle İstanbul'u da mı işgal etmek niyetindeydiler?
Daha sonraki olaylar, bu son tahminin doğru olduğunu göstermiştir tir, sanırım. Ne var ki, İstanbul Hükûmeti'nin İngiliz temsilciliğinin teklifinden böyle bir anlam çıkarmaya yanaşmamış, aksine ümide kapılmış olduğu görülüyordu.
Efendiler, yapılmış olan teklifin ne derece yersiz olduğu hususunda bir fikir verebilmek için, biz de o günlerle ilgili bazı durumları hatırlayalım. Şüphe edilmemek gerekirdi ki, Ermeni katliamı konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildi. Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuwetler tarafından silâhlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cür'et alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler. İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekte idiler. Maraş'taki feci olay bu yüzden çıkmıştı. Yabancı kuvvetleri ile birleşen Ermeniler, top ve makineli tüfeklerle Maraş gibi eski bir Müslüman şehrini yerle bir etmişlerdi. Binlerce çaresiz ve suçsuz ana ve çocukları işkenceyle öldürmüşlerdi. Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapan Ermenilerdi. Müslümanlar yalnız namuslarını ve canlarını korumak için karşı koymuş ve kendilerini savunmuşlardı. Yirmi gün süren Maraş katliamında, Müslümanlarla birlikte şehirde kalan Amerikalıların, bu olay hakkııvda İstanbul'daki temsilcilerine çektikleri telgraf, bu faciayı yaratanları, yalanlanamayacak bir şekilde ortaya koymakta idi.
Adana ili içindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar silâhlandırılmış olan Ermenilerin süngülerinin baskısı altında her dakika öldürülmek mek tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyorlardı. Canlarının ve bağımsızlıklarının korunmasından başka bir şey istemeyen Müslümanlara karşı uygulanan bu zulüm ve yok etme politikası, medenî insanlığın dikkatini çekecek ve onları insafa getirecek nitelikte iken, aksinin yapıldığını iddia ederek ondan vazgeçilmesini isteme gibi bir teklif nasıl ciddî olarak kabul edilebilirdi?
İzmir ve Aydın dolaylarında durum buna benzer ve belki daha da acıklı değil miydi? Yunanlılar, her gün kuvvet ve vasıtalarını artırıyor ve ; taarruz hazırlıklarını tamamlıyorlardı. Bir yandan da oraya buraya saldırmaktan geri durmuyorlardı. O günlerde İzmir'e yeniden bir piyade alayı ile tam teçhizatlı bir süvari alayı ve yirmi dört adet yük otomobiliyle çok sayıda nakliye arabası, altı tane top ve birçok savaş malzemesi çıkarıldığı, cephelere bol miktarda cephane gönderilmekte olduğu anlaşılmıştı. Gerçek şu idi ki, milletimiz, sebepsiz olarak hiçbir yerde hiçbir yabancıya saldırmış değildi.
Bu durum karşısında, Efeıldiler, vatanımızın işgal edilmiş yerlerinden düşmanların çekildiklerini görmeden veya hiç olmazsa çekileceklerine tam bir güven duymadan, aldatıcı sözlere gereğinden fazla değer vermek akıl kârı mıydı? Memleket kaderinin tek dayanak noktası olarak kalmış bulunan Kuva-yı Milliye'yi dağıtma gayesi güden bu gibi teklif ve teşebbüsleri anlamakta güçlük var mıydı? Geleceğin şüphe ve belirsizliği uğruna, millî dâvâdan hemen vazgeçmek doğru olur muydu? Yalnız İstanbul'un değil, Boğazlar'ın, İzmir'in, Adana bölgesinin, kısacası millî sınırlarımız içindeki bütün vatan topraklat-ının egemenliğimiz altında kalması millî gayemiz değil miydi? Bu duruma göre, yalnız İstanbul'un, Osmanlı Devleti'ne bırakılacağı vaadi karşısında, Osmanlı Devleti'nin sadrazamı Ali Rıza Paşa memnun olsa da, Türk milletinin memnun olacağı ve bununla yetinerek susup oturmayı tercih edeceği nasıl düşünülebilirdi? Vahdettin'in sadrazamı, Kuva-yı Milliye'yi dağıtmayı hedef alan bütün bu teşebbüslerin tarihî sorumluluğunu düşünmek istemiyor muydu?
Efendiler, yabancıların teklifine ve onu gerçekleştirmeye kalkışan hükûmetin istek ve emrine, milletçe de Kuva-yı Milliyece de boyun eğilmeyeceği şüphesizdi.
MİLLİ BİR KABİNE KURULMASININ İMKANSIZLIĞI
Saygıdeğer Efendiler, Rauf Bey, 19 Şubat 1920 tarihli bir şifre ile, hükûmet ve Meclis hakkında üzerinde durup düşünülmeye değer bilgiler veriyordu. Bu bilgileri özetleyeyim :
"Şubatın on dokuzuncu günü, Sadrazam, Dahiliye Nâzırı, Bahriye Nâzırı Felâh-ı Vatan Grubu'nun toplantısına gitmişler. Sadrazam, Kuva-yı Milliye'nin ikinci bir hükumet şeklinde görünmemesi, hükumet işlerine karışmaması ve Maraş taraflarındaki çatışmaların daha ilerilere götürülmeyerek durdurulmasını, düzen ve güvenliğin sağlanması gereğini siyasî bakımdan yararlı gördüğünü söylemiş miş, Ziya Paşa' nın vali ve Ahmet Fevzi Paşa'nın da kolordu komutanı olarak Ankara'ya gönderileceğini bildirmiş. Dahiliye Nazırı da serbestçe iş görmesine karışılmamasını istemiş. Polis Müdürü ile Jandarma Komutanı'nın değiştirilmesine güçlerinin yetmediğini anlatmış. Eskiden beri dostu olan Keşfî Bey'in dürüstlüğünden ve onu Bursa'ya vali, Faik Ali Bey'i de müsteşar yaptığından bahsetmiş. Salih Paşa da, Maraş ve dolaylarında boşaltılan yerlere, hükumetçe el koymayı siyasî bakımdan müınkün görmemiş, Fransiz basınını aleyhimize çevirir, demiş. Padişah, hükumete, Meclis'ten çok hâkim imiş. Meclis'in ruh haline göre, bu hükumeti düşürmek ve yerine gerekli şartları taşıyan millî bir kabineyi getirmek mümkün değilmiş" (Belge : 236)
Bu bilgileri, Anadolu ve Rumeli'de bulunan tekmil komutanlara bildirirken, şunu da ekledik :
Hey'et-i Temsiliye, işgal ve çeşitli yabancı etkilerin baskısı altında bulunan İstanbul'da, daha millî ve fedakâr bir hükumetin. işbaşına getirilmesindeki güçlükleri takdir ettiğinden, Sadrazam Paşa'nın bilinen bildirisine karşılık, 17 Şubat 1920 tarihindeki genelgeyle görüşünü bütün teşkilâtına duyurmuştu. Millî birliği bozma düşüncesi ile yapılacak her teşebbüs ve saldırıyı, akıllıca davranışlarla başarısızlığa uğratmak şarttır. Milli dâ,vâ,ya uygun bir barış yapılmadıkça, Kuva-yı Milliye'nin faaliyetine son vermesinin mümkün olamayacağı hususunda ilgililerin yeniden dikkati çekilmekle birlikte, millî birlik ve dayanışmayı güçlendirme ve devam ettirme konusunda, her zamankinden daha ileri görüşlü ve uyanık bulunulmasını özellikle rica eder ve bekleriz (Belge : 237).
Rauf Bey'e de cevap olarak şunu yazdım :
Harbiye Nezareti Başyaver Salih Bey'e 21.2.1920
Rauf Bey'e
İlgi : 19.2.1920 tarihli şifre :
Felâh-ı Vatan Grubu'nun Sadrazam Paşa ve arkadaşlarıyla yaptığı tartışmalardan genellikle anlaşıldığına göre, bugünkü hükûmetin Millî Meclis'ten aldığı güven oyuna dayanarak, Kuva-yı Milliye'nin memleketteki nüfuz ve etkisini yok etmeye çalıştığı açıkça görülüyor. Millî Mücadele'ye karşı tutumundan dolayı azledilen Faik Ali Bey'i müsteşarlığa, Ferit Paşa ve Ali Kemal ile birlikte çalışan Müsteşar Keşfî Bey'i, Bursa valiliğine atanması ve daha önce memuriyetleri milletçe kabul edilmeyen Ahmet Fevzi Paşa ile Ziya Paşa'yı da Ankara'ya göndermek hususunda ısrar etmesi, açıktan açığa Kuva-yı Milliye aleyhine hareket edildiğinin kesin bir belirtisidir. Hükûmetle milletin tam bir birlik içinde çalışarak tespit edilen ilkeler çerçevesinde millî dâvâya uygun bir barış yapılması gereğini her zamandan daha çok takdir etmekte olduğundan, hükûmet işlerine karşı her türlü muhalefetten ve güçlük çıkarmaktan kaçınmayı bir vatan görevi sayıyoruz. Her şey bitmiş, millî gayeye ulaşılmış değildir. Arada pek korkunç ihtimaller vardır. Geleceğin sonsuz bilinmezlikleri içinde, Kuva-yı Milliye'nin kurtarıcı çalışmalarına değer verip vermediğinin hükûmetten sorulması gerekir. Bize gelince : Tarihin bu memlekette şimdiye kadar yaratmadığı bu millî birlik ve dayanışmayı bozmaya yeltenen her hareketi bir vatan hainliği sayarak ona göre gerekli tedbirleri almaktan çekinmeceğiz. Bu mecburiyet ve zaruretlerin hükûmet üyelerince bilinmesi pek yararlı olacaktır. Hükûmet ile aramızdaki uyum ve birliğin korunması, ancak bugünkü durumun devam ettirilmesiyle mümkün olabilir. Gereksiz atama ve görevden almaların yapılması ve özellikle Millî Mücadele'ye karşı geldikleri için görevden alınmış olan memurlar üzerinde ısrar edilmesi, Kuva-yı Milliye aleyhinde bir düşmanlık sayılacağından, bu gibilerin memuriyetlerine göz yumulmayacaktır. Hele Ahmet Fevzi Paşa ile Ziya Paşa'nın, gönderildikleri takdirde hemen geri çevrilmelerinin bir oldubitti sayılması gerekir.
Bugünkü durumun ağırlığını kavramış olan Millî Meclis'teki arkadaşların bile, böyle anormal olaylar karşısında susmayı tercih etmesi, her taraftan kışkırtılan ve teşvik gören hükûmeti cesaretlendireceğinden, gayeye bağlı arkadaşlann bu konuda da kesin ve açık bir tavır takınmalan gerekmektedir. Hükûmetin Meclis'e hâkim olması, denetleme görevini güçleştireceğinden, böyle bir durum ortaya çıktığı takdirde, vatanın kurtuluşu için yerinde kararlann alınamayacağı ve sonunda millî gayenin gerçekleşemeyeceği· şüphesizdir. Bütün milletçe benimsenen ve kutsal sayılan Kuva-yı Milliye gayelerinin, Meclis'çe de benimsenip gerçekleştirilmesinin sağlanması ve hükûmet işlerinin bu gayeler açısından denetlenmesi konusunda, vatanseverlik görevinin sonuna kadar esirgemeden yerine getirilmesini önemle rica ederiz.
Hey'et-i Temsil'iye adına Mustafa Kemal
R a u f B e y'in bir başka yazısına verdiğimiz karşılığı da arz edeyim :
Şifre 21.2.1920
Harbiye Nezareti Başyaveri Salih Bey'e
Rauf Bey'e:
İlgi : 20.2.1920 tarihli şifre :
Hükümetin Millî Meclis'teki gruba karşı gözdağı verici bir tavır takınmasının, grubun, dayanışma halinde bir siyasî güç olarak gelişip varlığını gösterememesinden ileri geldiği açıkça anlaşılmaktadır. Her şeyden önce, grubun bu bakımdan bilinçli bir denetim gücü haline getirilmesi gerektiği belli oluyor. Hükumetin sonradan gönül almak maksadıyla sizleri davet etmesi, bugünkü güçsüzlüğünü anlamasından ve gi.iç kazanıncaya kadar oyalayıp vakit kazanmak düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Hükumete karşı kesin bir durum alma zamanı gelmiştir. Sadrazama ve Dahiliye I&127;Iâzın'na açıkça söylemek gerekir ki, Kuva-yı Milliye, sonuç alınıncaya kadar çalışmalannı sürdürecektir.
Memleketi işgal eden ve milletimizi tam bir kölelik derecesine düşürmek isteyen düşmanlarımız, Kuva-yı Milliye'nin faaliyetini istememekte kendilerini haklı bulabilirler. Fakat, devlet ve milletin kurtarılmasına çalışan bir millî kuvvete, kendi hükumetimiz tarafından hücum ve saldınya geçilmesi görülmemiş bir şeydir.
İtilâf Devletleri'nin, İstanbul'un Osmanlı hâkimiyetinde bırakılması ile ilgili görüşü ne kadar sevinçle karşılanmış ise, İzmir ve Adana cephelerinde savaştan vazgeçilmesi konusundaki istekleri de o kadar hayretle karşılanmıştır. Harbiye Nâzırı'na, İzmir ve Adana`nın da Osmanlılar'ın elinde kalması sağlanıncaya kadar silâhların bırakılamayacağı, Ermenilere karşı bizim tarafımızdan bir saldınnın yapılmadığı, Fransızlar tarafından silâhlandınlan ve kışkırtılan Ermenilerle aramızda bazı olaylar çıkmışsa, bunun sorumluluğunun Ermeni milliyetçilerine ve onları kışkırtanlara ait olacağı bildirilmiştir.
Hükümetin, Maraş ve Urfa'dan ileriye geçilmemesi yolundaki teklifine karşı, millete güven vermek ve Kuva-yı Milliye'yi durdurabilmek için, Fransızların Adanayı derhal boşaltmaya başlamaları istenmelidir, Aksi takdirde, Kuva-yı Milliye'yi, memleketi kurtarma mücadelesinden alıkoymanın mümkün olamayacağını, bu ateşin Halep ve Suriye'ye sıçramak üzere bulunduğunu; Fransızlann, Adana ve dolaylarının boşaltılmasında ne kadar çabuk davranırlarsa, o kadar karlı çıkacaklarını kendilerine açıkça anlatmalıdır. Anadolu basınının kullandığı sert dilin hafifletilmesi, İtilâf Devletleri'nin zulüm ve saldırılarına son vermeleriyle mümkündü. Bunca haksızlıklara, zulümlere, hattâ katliamlara karşı feryat eden suçsuz bir milleti susturmak zulmünü bizden istemelidir. Aslında, dünyanın her yerinde basın, bu türlü sıkı kayıtlardan kurtulmuş olup hür ve serbesttir. Akbaş cephesinden bir kısmının İngilizlere geri verilmesi için hiçbir yardımda bulunmamanızı isterdik. Boş bir fişek kovanının bile İngilizlere geri verilmemesi daha yerinde olur, düşüncesindeyiz.
Hükumet, İtilâf Devletleri'ne karşı böyle sahte yaranma hareketlerinde bulunarak merhamet uyandırmayı başarabileceği ve iki yüzlü davranışların, barış şartlarının değişmesini etkileyeceği zannını besliyorsa, kendilerinin gafletine acırız. Kısacası, barışımızın söz konusu olduğu şu çetin günlerde, Kuva-yı Milliye'yi zayıf gösterecek her hareketin, milletimizin kaderi üzerinde uğursuz bir etki yapacağı şüphesiz olduğundan, Meclis'teki arkadaşlara düşen denetleme görevinin her türlü fedakârlığa katlanarak yerine getirilmesini özellikle rica ederiz.
Hey'et-i Temsiliye adına Mustafa Kemal
KUVAYI MİLLİYE'NİN MÜCADELEYE DEVAMI KONUSUNDA KAMUOYUNU YOKLANMASI
Efendiler, bugünlerde duyulan ihtiyaç üzerine Rauf Bey'e, aynı tarihte şu telgrafı da yazdım. Bu ihtiyaç, Hey'et-i Temsiliye'nin ve Kuva-yı Milliye'nin mücadeleye devamı konusunda kamuoyunu yoklamaktı. Rauf Bey'e yazdığım bu telgrafı, Erzurum'daki Kâzım Karabekir Paşa'ya da çektirmiştim.
Çok ivedi ve günlüdür. 21.2.I920
Rauf Bey'e özel :
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin durumunu değiştirmeye yetkili olacak kongrenin toplanması, tüzüğünün sonuncu maddesi gereğince, Meclis-i Meb'usan'ın yasama görevini tam bir güvenlik ve serbestlik içinde yerine getirdiğinin Meclis'çe açıklanmasına bağlıdır. Hey'et-i Temsiliye'nin genel teşkilâtının başında, barış yapılıncaya kadar eski şeklini koıuması gereği, bütün arkadaşlarımızın onayı ve ısrarı üzerine kabul edilıniştir. Oysa, hükûmet tarafından âdeta teşvik edilen muhalif gazetelerin hücumlan, Ayân Meclisi'nin açık saldırıları, hükûmetin tutum ve işleri ve özellikle Sadrazam Paşa'nın bildirisi, Meclis-i Meb'usan'da Kuva-yı Milliye'nin kanun dışı olduğunu alkışlattıran nutuklar, kamuoyunu millî teşkilât aleyhine çevirmekte ve Hey'et-i Temsiliye'mizi güç bir duruma sokmaktadır.
Bir yandan Padişah'ın isteğine uyarak Zeynelabidin, Hoca Sabri, Sait Molla gibi kimselerin, sırf Kuvayı Milliye'yi yok etme maksadıyla her tarafta kurmaya çalıştıkları Teâlî-i İslâm Cemiyeti adı altındaki kuruluşlar, milli teşkilâta doğrudan doğruya saldırılara başlamışlardır. Söz gelişi, Niğde ve Nevşehir'de, bu ayın on dokuzuncu günü, "Meclis-i Meb'usan açıldı. Millî teşkilatı padişahımız istemiyor" gibi sözlerle, halkı açık toplantı ve gösterilere sürüklemişlerdir. Bu durum Sadrazam Paşa'nın bildirisini alan bazı memurlar tarafından da teşvik edilmiştir. Bu olayın Konya'ya ve daha başka yerlere de yayılması uzak bir ihtimal değildir. Bu bakımdan :
1- Hükumetin, Kuva-yı Milliye'nin devamına taraftar olup olmadığını kesin olarak bildirmesini kendisinden istemek gerekir.
2 - Felâh-ı Vatan Grubu'nun, söz konusu edilen tam bir güvenlik ve serbestliğe sahip olduğunu, bu bakımdan, Kuva-yı Milliye'yi dağıtınak lüzumuna inanıp inanmadığını bildirmesi gerekir. Eğer bu kuwetin devamına lüzum görüyorsa, ona göre hükûmetin dikkatini çekmekle birlikte, bunu, Meclis'te de gerektiği şekilde savıuı naiıdır. Bu konunun, grupça görüşülmesi ve tartışılması düşüncesindeyiz.
3 - Vatanın çıkarlan açısından, millî teşkilâtın ve Kuva-yı Milliye'nin ortadan kaldınlması tercih edildiği takdirde, İzmir, Maraş ve öteki cephelerde bulunan düşman kuwetlerine karşı da hükûmetçe gerekli tedbirlerin alınmasını sağlama bağlamak söz konusudur.
Yukarıda arzedilen düşüncelerin büyük bir önem ve ciddiyetle dikkate alınıp gereğinin yerine getirilmesini, bizi şahsen de güç durumdan kurtarmak için, sonucun bir an önce bildirilmesini rica ederiz. İstanbul'daki bazı arkadaşların, bunca emeklerle meydana getirilmiş olan millî birliğe ve Kuva-yı Milliye'ye vurulan darbelere karşı kesin tedbir alma konusunda, sonuna kadar gayret ve ciddiyet göstermekten çok, dışarıdaki uzak kuvvetlerden büyük ümitlere kapılarak teselli buldukları zannı uyanıyor. Biz, elimizdeki kuweti iyi koruyamadığımız takdirde, dış kuvvetlerin de bize değer vermeyeceklerini hatırlatmak isteriz.
Hey'et-i Teınsiliye adına Mustafa Kemal
Kâzım Karabekir Paşa, bu telgrafa verdiği 23 Şubat 1920 tarihli cevabında, İstanbul'da Meclis-i MiIlî'de beliren akıma karşı, Hey'et-i Temsiliye'nin ve Kuva'yı Milliye'nin ters ve hükmedici bir tavır almasını hiç de uygun bulmuyorum. Yalnız, Hey'et-i Temsiliye'nin bu işin içinden vekarla çekilmesini, işin sorumluluğunu ve durumun takdirini , Meclis-i M:llî'nin namusuna ve vatanseverliğine bırakmayı sürdürmelerine "Kuva-yı Milliye'nin ve Hey'et-i Temsiliye'nin varlığını sürdürmelerine Meclis-i Millî taraftar olmazsa... Kongrelerin aldığı kararlar gereğince, tam bir güvenlik içinde yasama ve denetleme yetkisine sahip ve hâkim olduğundan, Hey'et-i Temsiliye, kararların uygulanmasını Meclis-i Millî' ye bırakarak dağılır, faaliyetine son verdiğini yazar ve bir de teşekkür eder"."Fakat, Meclis-i Millî'nin, böyle bir sorumluluğu yüklenerek, durumunun ve geleceğinin güvenilir olduğu yolunda bir karar alarak bunu duyuracağı pek şüphelidir. Rauf Beyefendi bu teklifi yapar ve bu kararları aldırır da, Hey'et-i Temsiliye'nin işbaşından çekilmesi gereğini bildirirse, o zaman Hey'et-i Temsiliye bunu isteyerek kabul eder. Basına ve millete ilân ederek faaliyetten uzaklaşır. Şerefli ve onurlu yerini de meşru bir şekilde korumuş olur. Şüphesiz ki, bir yıldan beri milletin ısrarı ile kurulmuş olan Aydın cephesi, ne dağılıp kendi kaderini Yunanlıların eline teslim eder ve ne de hükûmet bunları dağıtabilir. O mücahitler kendiliklerinden ve eskiden olduğu gibi savaşa devam ederler. Fakat, bu durum o cepheye bağlı kalır ve kolordu komutanları kendi bölgelerinde bunu durum ve maksada göre iyi bir şekilde yürütürler. Ondan sonra da gelecekteki durum ve faaliyetlerimizde olayların akışına ayak uydurulur... İşte benim âciz görüşümün bundan ibaret olduğu arzedilir diyor (Belge : 238).
OLAYLARIN AKIŞINA AYAK UYDURAMAZDIK
Efendiler, İstanbul'un fiilî olarak işgalinden aşağı yukarı yirmi gün önce ortaya konulan bu görüş ve düşünce incelenmeye değer. Ben yalnız bir noktaya işaret etmekle yetineceğim. O nokta, olayların akışına ayak uydurma şeklinde bir kaderciliği benimsemektir. Biz elbette, işi böylesine bir kaderciliğe bırakamazdık. Aksine, olayların akışının ne olabileceğini önceden kestirip tesbit ederek, karşı tedbirleri düşünmek ve ânında, bir kararsızlığa düşmeden uygulamak taraftarı idik. İşte bundan dolayıdır ki, daha öncesinden kamuoyunu yoklamaya başlamıştık.
Efendiler, Milletvekili Mazhar Müfit Bey'in bir mektubuna verdiğim diğim cevabı olduğu gibi bilginize sunarsam, Kâzım Karabekir Paşa'nın ş a'nın görüşlerine verilmesi gereken cevap da kendiliğinden anlaşılmış olur. Mazhar Müfit Bey'in mektubunda yazdıklarını tekrar etmeyeceğim ceğim. Onu gerekirse kendileri yayınlarlar. Benim verdiğim cevap şuydu :
Ankara, 25/26.2.1920
Hakkâri Milletvekili Mazhar Müfit Beyefendi'ye
Efendim Hazretleri,
14.2.I920 tarihli uzun mektubunuzu ancak dün aldım ve yarınki postaya yetiştirmek üzere cevabını şimdi yazıyorum. Yüce Meclis-i Millî'nin ve Felâh-ı Vatan adıru taşıyan grubun, gerçek durumlarını tasvir eden değerli ifadeleriniz, bende üzüntü yarattı. Açıklama ve tasvirlerinizle gözümün önünde beliren manzara elem vericidir. Zavallı millet; hayatını, varlığını, kaderini savunmak, korumak ve güven altına almakla yükümlü bildiği sayın milletvekillerini, gerçek millî ve vatanî görevlerini daha ilk anda ve ilk adımda unutmuş görüyor. Batılıların ve bütün düşman dediğimiz milletlerin, Türklerde kabiliyet olmadığı gerekçesiyle, Türkiye' de, her şeyin, bizim için olumsuz olan şeyin yapılmasına göz yumdukları bilinirken ve her birimiz, ayrı ayn bu zannın yanlışlığını ispata kararlı olduğumuzu iddia ederken, çıkar duygularımız, basit bencilliklerimiz bize her şeyi unutturabilir. Önce gelen milletvekilleri şöyle yapacakmış, sonra gelen milletvekilleri böyle tavır almış, Hey'et-i Temsiliye şunu kendinden saymış, bunu bayağı görmüş... Bunları söyleyenler, koca Türk milletinin sayın milletvekilleri, öyle mi? Bu ruh hali, böyle bir ahlâkî davranış karşısında hayret ve şaşkınlıktan donakalırım. Yeni grup veya parti teşkilâtından söz ediliyor. Azizim Mazhar Müfit Bey açıkladığınız zihniyet ve yaratılışların kuracakları gruptan da, partiden de, ben memleketi kurtarıcı sağlam bir tavır alınabileceğine hükmedemiyorum. Ben de Hey'et-i Temsiliye adı altında fedakârca görev yapan arkadaşlar, bu vatanın kur tuluşu ve milletin huzuru için ölünceye kadar çalışmak isterken, sayın milletvekilleri tutum ve tavırlarıyla ve gaflet uçurumuna yuvarlanmalarıyla, anlıyorum ki, buna bile müsaade etmeyeceklerdir. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin teşkilâtına ve bu teşkilâtın meydana getirdiği Kuva-yı Milliye'ye dayanma gereği kalmadığını, çocukça ve gafilce davranış ve hareketleriyle belli eden Meclis-i Meb'usan'ın ve Felâh-ı Vatan Grubu'nun, bu konudaki kesin kararının öğrenilmesini ve tarafımıza bildirilmesini Rauf Bey'e yazdık. Bu kararın, bir an önce alınabilmesi için sizin de yardımınızı rica ederiz. Bu kararı verirken, sayın milletvekillerinin, toplantı yeri olan İstanbul'da, kırk bin Fransız, otuz beş bin İngiliz, iki bin Yunan ve dört bin İtalyan kara kuvvetlerinin yığınak yaptığını ve İngiliz Akdeniz donanmasının da Fındıklı sarayına karşı demir atmış olduğunu gözönünde bulundurmaları gerektiğini hatırlatırım. (Mustafa Kemal)
-
AKBAŞ CEPHANELİĞİ VE KÖPRÜLÜ HAMDİ BEY
Efendiler, Rauf Bey'e yazdığımız son şifrede, Akbaş Cephaneliğindeki cephanenin bir kısmının İngilizlere verilmesine yardım ettikleri yolunda bir eleştiri vardı. Bu meseleyi biraz açıklayayım. Rumeli sahilinde, Gelibolu yakınlarında, Akbaş denilen yerde, bir cephane deposu vardı. Orada Fransızların eli altında bo1 miktarda silâh ve cephane bulunuyordu. Hükûmet, İtilâf Devletleri'ne tamamiyle boyun eğmiş göriinmeyi yararlarına uygun saydığından, sözünü ettiğim cephanelikteki silâh ve cephanenin bir kısmını İtilâf Devletleri'ne vermeyi vaadetmiş. Onlar da Wrangel ordusuna göndereceklermiş. Rusya'ya nakli için bir Rus vapuru da Gelibolu'ya gelmiş. Hükûmet daha önce, İstanbul'daki teşkilât başkanlarımızın izin ve yardımlarını da sağlamış...
Halbuki, Efendiler, Köprülü Hamdi Bey adında kahraman bir arkadaşımız, Kuva-yı Milliye'den bir müfreze ile, 26/27 Ocak ("6) 1920 gecesi, sallarla Rumeli sahiline geçti. Akbaş cephaneliklerini ele geçirdi. Depo bekçileri olan Fransızları tutukladı ve haberleşme hatlarını kesti. Silâhların hepsini cephanenin bir kısmını ve muhafız Fransız askerlerini de göz altında Lapseki'ye nakletti. Silâhları ve cephaneyi Anadolu'ya göderdikten sonra, Fransız erlerini iade etti. Akbaş deposunda sekiz bin Rus tüfeği, kırk Rus makineli tüfeği, yirmi bin sandık cephane bulunduğu tahmin ediliyordu (Belge : 2.39).
Bu olay üzerine, İngilizler, Bandırma'ya iki yüz kişilik bir kuvvet çıkardılar. İtilâf kuwetlerinin, millî savaş bölgelerinin gerilerinde İtilâf Devletleri askerlerinin de bulundukları yerlerdeki depolarda bulunan silâhların ve cephanenin başka yere nakli, kullanılamaz duruma getirilmeleri veya bu gibi yerlerin işgal edilmeleri ihtimaline karşı, komutanlara verdiğimiz emirde, bazı tedbirler tavsiye etmekle birlikte, bütün komutanların büyük bir kararlılık ve kesinlikle hareket etmeleri gereğini bildirdik (Belge : 240).
ANZAVUR'UN MİLLİ CEPHELERİMİZİARKADAN VURMA TEŞEBBÜSÜ
Efendiler, hemen aynı günlerde, Anzavur, Balıkesir ve Biga dolaylarında, oldukça önemli ve tehlikeli durumlar yaratmayı başarmıştı. Balıkesir'de, millî cephelerimizi arkadan vurmak istiyordu. Başına bir yığın adam toplamıştı. Karşısına gönderilen millî kuwetlerle, Biga'da kanlı bir çarpışma yapıldı. Anzavur galip geldi. Kuwetlerimizi dağıttı. Toplarımızı ve makineli tüfeklerimizi ele geçirdi. Erlerimizi ve subaylarımızı esir ve şehit etti. Akbaş kahramanı Hamdi Bey de bu şehitler arasındaydı. Bundan sonra, Ahmet Anzavur, kendi adına verdiği Ahmediye Cemiyeti adı altında alçaklıklarını gittikçe artırdı.
Efendiler, 3 Mart 1920 tarihinde, içinde fevkalâde önemli haberler bulunan bir şifre aldım. Bu şifre, İstanbul'dan İsmet Paşa 'dan geliyordu. Ben Ankara'ya geldikten sonra, İsmet Paşa, Ankara'ya yanıma gelmişti. Birlikte çalışıyorduk. Fakat Cemal Paşa'dan sonra Harbiye Nâzırlığı'na Fevzi Paşa Hazretleri geldi. Paşa Hazretleri'nin özel istekleri üzerine ve çok önemli bir iş için İsmet Paşa'yı bu tarihten birkaç gün önce İstanbul'a göndermiştim.
Önemli saydığımız nokta şuydu : Yunanlılar taarruza hazırlanıyorlardı. Buna kargı, akla yakın olan tedbir, bütün kuwetleri seferber ederek düzenli bir savaşa girmekti. Özellikle Fevzi Paşa Hazretleri, bu gerek ve zarureti takdir etmekteydi.
İşte, bu hazırlığı yapmak üzere İsmet Paşa'nın İstanbul'da bulunması ve hatta Genelkurmay Başkanlığı'na resmen tayin edilerek işe başlaması çok yararlı olacaktı. Bu maksarla İstanbul'a gitmesini gerekli bulmuştum. İsmet Paşa'nın telgrafı şudur :
Harbfye Nezareti 3.3.1920
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Alınan bilgilere göre, İstanbul'da bir dernek kurulmuş ve İngilizlerle birlikte kararlar almış. Hükûmetin düşüri.ilmesi ve malûm bir hükûmetin kurulması, Meclis'in dagıtılması, İzmir ve Adana,nın işgalteri için Kuva-yı Milliye'nin ortadan kaldırılması, dünya barış ve güvenliğini sa&127;laıTıak üzere İstanbul'da Müslümanlararası bir Hilâfet Şurası'nın toplanması ve bcılşevikler aleyhine fetva çıkarılması bu kararlar arasırıdaymış. Nâzır Paşa, bu derrıegırı çalışmalarına önenı veriyor. Anadvlu'daki Anzavur hareketi bu kararlara baglı oldugıı gibi, ingilizlerin hüküınete çok fazla baskı yapmaları da aynı sebeptendir. Bilgi olarak arz etmekliğimi istediler (İsmet). (Harbiye Nezareti Başyaveri Binbaşı Salih)
ALİ RIZA PAŞA KABİNESİ'NİN İSTİFASI
Efendiler, yüksek şahıslarınızca bilinmektedir ki, İngiliz temsilcisi, Yunanlılar da dahil olmak üzere bütün İtilâf kuwetlerine karşı mücadelenin durdurulmasını hükumete teklif etmişti. Bu teklifin gereği yerine getirilirse, İstanbul'u Osmanlı Devleti'ne bırakacakları yolunda yaldızlı bir vaatte de bulunmuşlardı. Fakat İstanbul'da bu teklif yapılırken, Şubat'ın 18,19 ve 20' nci günlerinde, Yunanlıların İzmir'e yeni kuvvet, taşıt araçları, çok miktarda cephane getidiğini ve bunları cephelere götüererek yeni bir taarruza hazırlandığını bilıyorduk. Bu bilgilerimizi, hükumetin işlerine karışmayınız yaygarasına kulak asmadan İstanbul Hükumeti'ne de ulaştırarak dikkatini çekmekten geri kalmadık.
Yunanlılar, bu şekilde taarruza hazırlanırken, Ali Rıza Paşa Kabinesi başka bir teklif karşısında kalıyor.
"Yunanlılar karşısında bulunan Kuva-yı Milliye'yi üç kilometre geri aldırmak!.."
Ali Rıza Paşa Kabinesi'nin buna gücünün yetmeyeceği belliydi. Fakat, maksat onun düşürülmesiydi. Sadrazam, ister istemez bu teklifin yerine getirilemeyeceğini bildirmiş.
3 Mart 1920 günü Yunanlılar taarruza geçtiler. Gölcük yaylasıyla Bozdoğan'ı işgal ettiler.
İşte bu olay üzerine, Ali Rıza Paşa'nın, düşünebildiği tek çare, makamında daha fazia kalmaktan vazgeçerek, hemen istifa edip bu sorumlu işten yakayı sıyırmak olmuştur. Çünkü, Millî Mücadele'yi durdur ma konusunda yapılan teklifi yerine getirmeye çalışmış fakat başaramamış olan Ali Rıza Paşa'nın, bu defaki teklifi de yerine getireceğim diye söz verip de başaramadığı takdirde, İtilâf Devletleri'nce de sorumlu tutulması ihtimali de hatıra gelmez miydi?
Harbiye Nazırı Cemal Paşa, Başkomutan Mr.George Milne'in emirlerini uygulatamadığı için sonunda kabineden uzaklaştırılmak durumuna düşürülmemiş miydi? Aynı işlemin Ali Rıza Paşa'ya da uygulanmasına kalkışıldığı takdirde, kendisini Padişah'ın koruyabileceğine güvenebilir miydi? Böyle bir durum karşısında, millî davanın belirdiği tek yer olduğu söylediği İstanbul'daki Meclis-i Millî'ye güvenebilecek miydi? Millî irade adına konuşmaya ve isteklerde bulunmaya artık gerek ve imkân kalmadığını söyleyerek cezalandıracağım diye gözdagı verdigi Hey et-i Temsiliye'ye dayanmaya tenezzül etmeli miydi? O halde kendisi için istifadan başka çıkar bir yol olamazdı. İşte o da öyle yapmıştır (Belge : 241). Ali Rıza Paşa, hükümete ilk saldırı yapıldığında, çekilmesi gerektiği yolundaki uyarılarımızı kabul etmedi. Yerinde kalmakla vatana yararlı olacağını söyledi. Meclis-i Meb'usan da bu cahilce düşünceyi yerinde görerek onu makamında tuttu. Acaba yerine getirilmesi söz konusu olan görev, Yunanlıların taarruz hazırlıklarını tamamlayarak vatanın kutsal topraklarından bir kısmını daha çiğnemek ve aziz vatandaşlardan bir kısmını daha süngüler altında inletmek için, muhtaç olduğu fırsatı ona bahşetmek miydi?
PADİŞAH, İŞİN GİDİŞ DURUMUNA GÖRE BİRİSİNİ SADRAZAMLIĞA SEÇECEĞİM DİYOR
R a u f ve K a r a V a s ı f B e y l e r, 3 Mart 1920 tarihli şifrelerle, bu istifa haberini verirlerken Felâh-ı Vatan Grubu başkanının ve Meclis başkan vekillerinin saraya gönderildiğini de bildiriyorlardı. Bu başkanlar, Padişah'ın huzuruna kabul olunmamişlar. Başkâtip ve Başmâbeyinci ile görüşmeleri irade buyurulmuş. Grup başkanı, millî teşkilât'ın Padişah'a bağlılığını bildirmiş. Sözü hükûmetin çekilmesine getirmiş. Padişah, Başkâtip aracılığı ile şu iradeyi bildirmiş : Bütün milletvekillerine selâm. İşlerin gidiş ve durumundaki ağırlığı ben de onlar kadar biliyorum. Gidişatın ve durumun gereğine göre birisini sadrazamlığa seçeceğim. Onun yetkisine el uzatarak arkadaşlarını seçmesine karışamam. Ancak, ona çoğunluk grubuyla anlaşmasını tavsiye edeceğim.
BENİ HÜKÜMET İŞLERİNE KARIŞMAKTAN MENETMEK İSTEYENLER BENDEN ETKİLİ TEDBİRLER BEKLİYOR
Başkanlar hey'eti teşekkür edip ayrılmışlar (Belge: 242). Verilmekte olan bilgiler arasında şunlar da vardı: "Milletvekilleri, telâştalar. Fakat istenildiği şekilde bir kabine kurulacağına güveniyorlar. Yabancıların, Hürriyet ve İtilâfçıların ve Nigehbancılar'ın, düzenledikleri gericilik hareketlerinde başarılı olabilmeleri için, Ferit Paşa'yı veya yakınlarından birini iktidar mevkiine getirmeleri de muhtemeldir. Meclis'i elbette dağıtacaklardır. Padişah katında etkili olacak tedbirlerin, oradan alınması... arz olunur."
Efendiler, garip değil midir ki, bugün bu maruzatta bulunanlar, daha birkaç hafta önce "Meclis resmen açılmış olduğuna göre, bundan sonraki emirlerinizin bize bildirilmesini ve görüşlerinizin her makamın önünde gerektiği gibi savunulacağına güven buyurulmasını" diyen kimselerdir. Birkaç hafta önce, İstanbul Hükûmeti ile birlik olarak, beni hükûmet işlerine karışmaktan menetmek isteyen kimseler, bu gün, İstanbul'da hiçbir şey yapmaya güçleri yetmadiğini itiraf ederek, buradan, Hey'et-i Temsiliye'den etkili tedbirler bekliyorlar.
Biz bu isteği de yerine getireceğiz. Fakat bu kimselerin istekleri olduğu için değil, bunu vatanın çıkarları emrettiği için...
Efendiler, 3 Mart ve 3/4 Mart gecesi, İstanbul'la haberleşme ve oradaki durumu anlamakla geçti. 4 Mart günü, gerek İ s m e t P a ş a'dan ve gerek diğer kimselerden aldığım bilgiler üzerine, durumu bir genelge ile bütün ordulara, teşkilât merkezlerimize ve millete bildirdim (Belge : 243, 244). Meclis-i Meb'usan Başkanlığı'na da şunu yazdım :
Meclis-i Meb'usan Başkan Vekilliği Yüksek Katına, Ankara, 4.3.1920
İtilâf Devletleri'nin durmadan işlerimize karışmaları karşısında, Ali Rıza Paşa Kabinesi'nin, nihayet Meclis huzurunda istifasını verdiği üzüntüyle haber alınmıştır. Aydın cephesinde, kutsal vatanı ele geçirmeye çalışan düşmanla Kuva-yı Milliye çarpışmakta ve her karış toprağına, sadık ve fedakâr evlâtlarının şehit olmuş vücutlarını gömmektedir. Hiçbir güç, hiçbir yetki, milletimizi tarihin emrettiği bu görevden alıkoyamayacaktır. Vatan ve milletimizin istiklâli korumak için her Fedakârlıga hazır bulunan milletimizin, kutsal heyecanını ancak milletin tam olarak güvenini kazanmış bir hükûmetin işbaşına getirilmesi yatıştırabilir. Bütün millet, bu tarihî günlerde, millî iradesinin mutlak vekilliğini üzerine almış bulunan mitletvekillerinin kararlarını sabırsızlıkla beklemektedir. Vatana ve tarihe karşı, üzerinize aldığınız büyük sorumluluğu ve bütün dünyanın kürsülerinize çevrilmiş olan dikkatli bakışlarını düşünerek, milletin azim ve fedakârlığına yaraşır kararlar alınacağına güvendiğimizi ve vatan uğruna yaptığınız çalışmalarda bütün milletin yanınızda ve yardımınızda olduğunu arz ederiz.
Hey'et-i Temsiliye adına Mustafa Kemal
Padişah'a da şu telgrafı çektim Efendiler :
Padişah Hazretleri'nin Yüce Eşiğine Ankara, 4.3.1920
İtilâf Devletleri'nin istiklâl ve haysiyeti ayak altına alıcı saldırılarına ve Ateşkes Anlaşması hükümlerine aykırı müdahale ve hareketlerine daha fazla da dayanamayan Kabine'nin istifası ile yeniden yüce devletlerinde bir hükûmet bunalımının ortaya çıkması, kamuoyunda derin bir heyecan yaratmıştır. Yüce saltanat ve hilafet makamları etrafında düşünce ve ülkû birligi ederek, yüksek istiklal ve dokunulmazığımız ve yüce Osmanlı Devleti'nin ülke bütünlüğü için son fedakarlığı göze almış olan bütün vatandaşlannız, düşmanlar tarafından idare edilen bazı bozgunculuk ve ihtilâl tertiplerinden dolayı, zaten kederli ve endişeli bir durumda, hükümet bunalımının bir an önce sona ermesini ve millî emelleri gerektiği gibi gerçekleştirebilecek değerli bir hükûmetin kurulmasını beklemektedir. Meclis-i Millî'nin çoğunluk grubunda yoğunlaşan millî gaye ve eğilimlerin yüce katınızda da destekleneceğine, bütün vatandaşlarınız gibi, Hey'etimiz de emindir. Ancak, içten ve dıştan gelen bin türlü ihtirasın kaynayıp köpürmesiyle, dirlik ve huzuru tehdit altında bulunan memleketimizin, millî vicdana güven veremeyecek bir kabine başkanına bir dakika bile katlanamayacağını ve Tanrı korusun, böyle bir durum ortaya çıkarsa, Osmanlı Devleti'nin tarihinde benzeri görülmemiş fecî olaylara yol açacağını, Padişah Efendimiz Hazretleri'nin yüce eşiğine arz etmeyi vatan borcu sayarız. Ferman Padişah'ımızındır.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti Hey'et-i
Temsiliyesi
adına
Mustafa Kemal
Bu telgrafın birer suretini bilgi için Meclis-i Meb'usan Başkanlığı'na ve kolordu komutanlarına vermekle birlikte, bunun bir kopyasını çıkararak, İstanbul gazetelerine ve Basın Cemiyeti'ne vermesini de İstanbul telgrafhanesine emrettik. Bundan ba$ka Efendiler, komutanlara, valilere, mutasarrıflara ve Müdafaa-i Hukuk Merkez Hey'etleri'ne ayrıca şu genelgeyi de gönderdik.
4.3.1920
İtilâf Devletleri'nin katlanılmaz bir duruma gelen müdahale ve baskılarından dolayı kabine 3 Mart günü yani dün istifa etmiştir. Güvenilir kaynaklardan aldığımız bilgilere göre, kabinenin düşürülmesi, F e r i t P a ş a veya ona benzer birinin iktidar mevkiine getirilmesi ve lstanbul'da yabancılann emellerine hizmet edecek bir Hilâfet şûrası kurulmasını sağlamak üzere, dış düşmanlar tarafından idare edilen ve muhalif partilerin aracılığı ile meydana gelen bir komitenin çalışmalarının eseridir. Yani, komitenin çalışmalarına yer verebilmek için İtilâf Devletleri, önce hükûmeti istifaya mecbur edecek baskılar yapmışlardır. Durumun bu ağırlığı karşısında, Meclis-i Meb'usan, elbette gereken etkili tedbirleri almaya devam etmektedir. Arıcak bu teşebbüslerin fülî olarak desteklenmesi için, hemen, milli gayeyi gerçekleştiremeyecek bir hükûmet başkanına milletin katlanamayacağını çok sert bir dille Saray'a, Meclis-i Meb'usan Başkanlığı'na ve basına bildirmek gerekir. Bu telgraf alındığında, bir dakika kaybedilmeden bu şekilde telgraglar lar hazırlanmasını ve bu gece mutlaka çekilmesi çarelerinin bulunmasını, buraya da yarın sabaha kadar bilgi verilmesini önemle rica ederiz.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti Hey'et-i
Temsiliyesi
adına
Mustafa Kemal
Efendiler, verdiğimiz talimat gereğinçe, memleketin her tarafından, milletin her türlü yönetim kademesinden, 4/5 Mart gecesinden başlayarak telgraf Fırtınası ayın beşinci ve altıncı günleri, Padişah sarayında ve Mec- Meclis-i Meb'usan üzerinde beklenen etkiyi yaptı.
SALİH PAŞA SADRAZAM OLUYOR
Nihayet, 6 Mart günü kim ve ne olduğunu anlayamadığımız biri tarafından şu haber verildi :
Hey'et-i Temsiliye'ye, İstanbul, 6.3.1920
Sadrazamlığa, Bahriye Nâzırı S a l i h P a ş a'nın getirildiği arz olunur.
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Genel Sekreter Vekili
Hâlit
Bu telgrafın arkasından da şu telgraf geldi :
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne, Meclis-i Meb'usan, 6.3.I920
Pek mukaddes Halife Hazretleri, şimdi Meclis-i Meb'usan Başkanı'nı yüksek huzurlanna kabul şerefini bahşederek, sadrazamlığı, Âyân Meclisi'nden eski Bahriye Nâzırı SaIih Paşa'ya verdiklerini ferman buyurmuşlardır. Salih Paşa da kabineyi kurma işi ile meşgul bulunmakta olduğundan, bunalımın yarın akşama kadar tamamiyle ortadan kalkacağı bildirilir.
Meclis-i Meb'usan Başkanı
Celâlettin Arif
Efendiler, Rauf Bey'in de aynı günde fakat daha kabine başkanı belli olmadan verdiği bilgiler vardır. Dikkate değer olduğu için bu bilgi leri veren telgrafı olduğu gibi bilginize sunuyorum :
Kişiye özel, çok ivedi
Dakika geciktirilemez. Harbiye Nezareti, 6.3.I920
Ankara'da 20' nci Kolordu Koınutanlığı'na
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri' ne :
1- Dün gece İzzet ve Salih Paşa'larla görüştüm. Her ikisine de sadrazamlık teklifi yapılmamıştır. Vekâlet eden, kabinede kimin yer alacağını bilmiyor miyor. Eski Dahiliye Nazırı Reşit Bey'in, Saray'la Fransız ve İngiliz elçilikleri leri arasında mekik dokuduğu inanılır kaynaklardan haber alınmıştır, Bir söylentiye göre, kendisi sadrazamlığa getirilecektir. Önceki gece Padişah, Tevfik Paşa'yı kabul etti. Daha sonra Ferit Paşa' yı kabul ederek saat 17.00' den 22.00'ye kadar görüştü. Dünkü cuma günü Baltalimanı'nda, Ali Kemal ve eski Dahiliye Nâzırı Mehmet Ali de bulunduğu halde, uzun görüşmeler yapıldı, Daha sonra Rahip Frew ' un da katılmasıyla görüşmeler Ali Kemal'in evinde devam etti. CeIâlettin Arif Bey, dün 16.00'da huzura kabul edildi. Bugünkü bunalımın devama tahammülü olmadığından, milletin ve milletvekillerinin güvenini kazanabilecek bir kabinenin bir an önce iş başına getirilmesi konusundaki ısrarli maruzata karşı, Padişah, durumun nezaketini aynı şekilde kavradığını ve Kuva-yı Milliye'nin gereğini belirttikten sonra, içeride ve dışarıda güven uyandırabilecek bir kimsenin atanmasının pek acele yapılamayacağı ve pazara kadar düşünmek gerektiği şeklinde cevap vermişler, Yukanda bilginize sunulan hususlardan edindiğim şahsî sezgim, Padişah'ın İngilizler ile konuşmakta ve yazışmakta olduğu ve Londra'dan cevap beklemekte bulunduğu kanaatını vermektedir. Her halde durum pek bunalımlıdır. İngilizlerden ümitli olurlarsa, Ferit Paşa' nın sadrazamlığa getirilmesi de uzak bir ihtimal değildir. Kısacası, şimdiye kadar Padişah doğrudan doğruya Tevfik ve Ferit Paşa'lardan lardan başka kimseyi kabul etmemiş ve Ferit Paşa ile görüşmesi de gizli olmuştur. Saray'ın adamlarından, güvendiğinizi bildiğim bir zat, Perşembe günü, Padişah'ın pek yakınları adına bendenizi özel olarak gördü ve düşüncemi sordu. Cevap olarak, bugünkü durumu saltanat, devlet ve millet yararına yürütebilecek kimsenin, zâtıdevletleri olabileceğini, fakat şu sırada işgal altındaki İstanbul'a dönmeniz mümkün olamayacağına göre, İzzet Paşa'nın iş başına gelmesi gereğini açık bir dille söyledim. Salih Paşa Meclisin kapatılması ihtimalinin bulunduğunu da ima ediyor. Birinci Başkan Vekili H ü s e y i n K â z ı m B e y ' in de Saray ve İngilizler ile Meclis adına dolap çevirdiği anlaşılıyor. bilgilerinize sunulur.
Cellattin Arif Bey, bugün saraya gidecek. Durumu pek açık bir şekilde Padişah'a anlatacak. Muhalifleri iktidar mevkiine getirirse, Anadolu' daki teşkilâtın sarsılacağını ve böylece, Doğu'daki, sonuç olarak kendileri için zararlı olacak prensiplerin memleketimize gireceğini ve halifeliğin Müslümanların gözünde düşeccği durumu açıklayacak ve Anadolu'dan millî teşkilât merkezlerinden bu konuda gelmiş olan bütün telgraflan gösterecek ve bu konu ile ilgili olarak ayrıca yazılı bir rapor da sunacaktır. Rapor birlikte yazılmıştır. Suretini daha sonra takdim ederiz (R a u f).
2 - Bu telgraf, 6.3.1920 günü öğleden sonra saat 17.15'te Harbiye telgrafhanesine verilmiştir.
Harbiye Nezareti Başyaveri Salih
Efendiler, Rauf Bey'in sadrazam bulmak söz konusu olurken, benden bahsetmesi elbette gereksizdi. Aramızda asla böyle bir şey konuşulmuş değildi. Ben, aslında İstanbul Hükûmeti'nin yaşayacağından ümitli değildim. Osmanlı Devleti'nin ömrünü tamamlamış olduğuna artık çoktan inanmıştım. Osmanlı Devleti'nin sadrazamlık makamına geçmek gibi zayıf ve anlamsız bir düşüncenin benim kafamda yeri olamayacağı tabiî idi. Ben gelip g.eçmesi tabiî olan inkılâp safhalarını sakin bir şekilde takip ederken, yarının tedbirlerinden başka bir şey düşünmüyordum.
Rauf Bey, sözünüettiği Celâlettin Arif Bey'in raporunun suretini de gönderdi (Belge : 245). Kabine kurulduktan sonra da şu bilgileri verdi :
Harbiye (Nezareti) 8.3.1920
20' nci Kolordu Komutan Velsilliği'ne
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri' ne :
1- Kabine şöyle kurulmuştur: Sadrazam Salih Paşa; Şeyhülislâm Dahiliye Nâzırı. Hariciye Nâzırı Safa Bey, Harbiye Nâzın yerlerinde bırakılmış; Bahriye Nâzırlığına Salih Paşa vekil, Nafıa Nâzırlığına Tevfik Bey asıl, Maliye Nazırlığına Tevfik Bey vekil, Devlet Şurâsına Abdurrahman Şeref Bey vekil, Maarif Nâzırlığına Abdurrahman Şeref Bey asıl, Evkaf Nâzırlığına eski Şeyhülislâm Ömer Hulusi Efendi asıl olarak, Adliye Nâzırlığırıa Celal Bey Ticaret Nâzırlığına Defterhane Emini Ziya Bey.
2-Celâl Bey' in tutumunu bilmiyoruz. Bu şekil Damat Ferit Paşa' ya zaman kazandırmak için sarayın bir tertibidir. Salih Paşa , bir bunalımı önlemek suretiyle vatana yararlı bir hizmet yaptığı inancındadır. Bizim düşi,iucemiz bu kabineye güvenoyu vermemektir. Bunu sağlamak için grupta çalışıyoruz.Ferit Paşa tehlikesi hâlâ vardır. Ona göre tedbirler alınması arz olunur.
3 - Dikkate değer bir nokta olarak şunu da arz edelim : S a l i h P a ş a , Meclis-i Meb'usan içinden nâzır almanın imkânsızlığı anlaşıldıktan sonra, dışarından alınacak kimselerin tesbiti için grubun düşüncesini soracaktı. Sonradan, bundan vazgeçerek, adları bılginize sunulan kimselerden ibaret kabineyi kendiliğinden den kurmuştur, efendim (Rauf). Harbiye (Nezareti) Başyaveri
TRAKYA'DA CAFER TAYYAR BEY'İN TUTTUĞU YANLIŞ YOL
Efendiler, İstanbul bunalımı üzerine yaptığım açıklamalar epeyce uzadı. İstanbul'da zaten öteden beri süregelmekte olan durumdan, daha birçok şeyin ortaya çıktığına şahit olacağız.
Müsaade buyurursanız, tekrar İstanbul'a dönmek üzere, biraz da Edirne taraflarındaki duruma göz atalım. şimdiye kadar yaptığım genel açıklamalar sırasında, yeri geldikçe Trakya'yı da teşkilât ve tasarılarımızın hiçbir vakit dışında tutmadığımızı anlattığımı sanırım. Edirne ile olan ilişki ve haherleşmelerimiz, memleketin her yeriyle olduğu gibi devam ettirilmekteydi.
Yapılan haberleşmelerimizdeki dikkate değer bazı noktaları yüksek hey'etinize açıklayarak bildirmek uygun olur :
l'inci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey, 31 Aralık 1919 tarihli pek etraflı bir raporunda, Trakya ve özellikle Batı Trakya'da Yunanlıların yaptıkları işleri ve giriştikleri teşebbüsleri pek güzel açıklıyordu. Bu olağanüstü çalışmalara karşı kendisinin gerektiği gibi tertibat alamadığından şikâyet ediyordu.
Kolordusunun bu durumda ve ileride ortaya çıkabilecek olaylar karşısında, görevini yapmaya imkân verecek bir durum almasına General Milne'in müsaade etmediğinin, haberleşme sonunda anlaşıldığını haber veriyordu (Belge: 246).
General Milen 'in tertibat almamıza müsaade etmeyeceğine elbette şüphe yoktu. Bu açık gerçeği yazışma yoluyla anlamaya bilmem nasıl bir düşünce ve mantıkla kalkışılmıştı?
Cafer Tayyar Bey' e 3 Ocak 1920 tarihinde verdiğim talimatta, gönderdiğimiz gizli yönetmeliğe uyularak silâhlı birlikler kurulmasını yeniden hatırlattım. "Askerî durumun değiştirilmesi ile elde edilemeyen yararların bu şekilde elde edilmesi gerekir" dedim ( Belge : 247).
Harbiye Nâzırı Cemal Paşa ya da yine aynı tarihte durumdan bahsederek, Yunanlıların Doğu Trakya'da olsun, hazırlıklarına engel olmasını yazdım ( Belge : 248).
Trakya Paşaeli Cemiyeti'nin gönderdiği raporlarda, gerektiği gibi teşkilât kurulamamakta olduğuna işaret ediliyor ve bazı yüksek dereceli memurlardan şikâyet ediliyordu (Belge : 249). Bu gibi memurlara, öteden beri bazı uyarılarda bulunuyordum (Belge : 250). Asıl şikayet Cafer Tayyar Bey'den gelmeye başladı. Örnek olarak, bununla ilgili olarak okuyacağım şu mektup bir fikir verebilir sanırım :
Sayın Paşam, 26.1.1920
Arif Bey ' in, Trakyalılar hakkında söylediklerini doğrularım. Trakya Cemiyeti maddî güçle desteklenmemiştir. Maalesef Cafer Tayyar hepimizi aldatmış. En küçük bir teşkilâtlanmaya girmemiş, bir tek tüfekle bile silâhlandırma yolunu tutmamıştır. Cafer ' i şahsını düşünmekle suçlanm. Bulgaristan olaylarından da tamamen habersiz, tam bir gaflet içindedir.
Son günlerde, Cafer ' in tümenlerine gönderdiği yazılı bir emir tesadüf eseri olarak elimize geçti. Yunanlılann yaptıklarından ve niyetlerlnden, bu durum karşısında, artık Müdafaa-i Hukuk talimatı uyannca, millî teşkilâta başlamak gerekirken, komutanların bu konuda. subaylar vasıtasıyla halka yardım edip etmemek hakkındaki düşüncelerini soruyor. Artık düşününüz... Allah millî meselelerde aldatanları kahretsin. Fakat aldanmış olanlara da çok yazık!
Sonuç : Bulgar askeri Batı Trakya'yı boşaltarak gittiği, beş on memurla 150 - 200 jandarmadan başka kuvveti bulunmadığı halde, kendisinden ihtilâl ve savaşla vatanı savunmasını beklediğimiz Trakya bir şey yapamadı. Cafer bu durumun ûzüntünü çekti mi bilmem. Bu yüzden. artık Topçu Ihsan ı, Baytar Rasim ' i (zeki, hareketli, ölçülü, kendisine güvenilir bir arkadaş) teşkilât kurmak üzere Trakya'ya göndereceğiz. Buradan silâh da göndereceğiz. Kör olası Cafer , yalnız bunları serbest bıraksın. Gölge etmesin baska ihsan istemeyiz.
Edirne hattını, tngilizler, kendi askerlerzyIe teslim alıyor. Yunanlılar Hadımköy, Çorlu, Lüleburgaz'da toplanıyor. Bulgaristan kaynaşıyor. Yunan eşkiyalığı artmakta, halkın şikâyeti karşısında vali elini oğuşturmakta, Cafer âcizliğini göstermekte. Trakya'nın bolşevikliğe karşı yabancı kuvvetlerin yığınak yeri olması, Bulgarların saldınlanna uğraması beklenebilir. Orada kuvvetli bir pençe ve beyin lâzım. Necafer ne vali bu işin ehli de değillerdir, fedakâr da değillerdir. İşte durum budur. Ben bunlarla çok uğraşıyorum. Geçen gün bir şifrenizi almış, pek üzülmüş ve şifre ile açıklama rica etmiştim. Cevap alamadım. Paşam, şahsî bir siyaset güttüğümü mü zannediyorsunuz? Yoksa maksadı kavramayacak, durumu etraflı olarak anlamayacak ahmaklardan olduğumu mu zannediyorsunuz? Her iki durumu da protesto ederim. İnancım ve gayem birdir. Hiç şaşmadan yürüyorum. Yalnız, başka bir şey düşünüyor da bana söylemek istemiyorsanız, ona bir şey demem. Açıkça bildirmenizi rica ederim. Sert ve azarlayıcı sözlere son derece üzülürüm. Bu, beni çalışmaktan alıkoymaz. Beni muhalefete geçirmez. Fakat, arada pekâlâ bir kişilik meselesi doğurabilir. Buna dikkatinizi çeker, hir gerçek ortaya çıkmadan ve benim neler çektiğimi anlamadan teşebbüslerde bulunmamanızın, mevkinizden beklenen ve hiç ihmal götürmeyecek olan incelik ve yumuşaklık gereği olduğunu, şuracıkta belirtmeme müsaade buyurunuz. Saygılanmı sunar, başarılar dilerim Paşam.
Efendiler, Edirne'den gelen yazılardan ve raporlardan, bence, yanlış bir görüş takip edildiği anlaşılıyondu. Şimdi okunan mektupta da bu yanlış görüşün benimsendiğini gösteren cümleler vardır. Bu yanlış tutumu düzeltmek için, öteden beri belirtilen görüşlerimizi, 3 Şubat 1920 tarihinde Cafer Tayyar Paşa'ya ve İstanbul'da Rauf Bey'e bir kez daha bildirdim.
Tekrar ettiğim görüş şuydu :
Doğu ve Batı Trakya'nın millî bir bütün olarak tasavvur ve ifadesi doğru bir politika değildir. Doğu Trakya, itiraz ve tartışma kabul etmez şekilde yurdumuzun bir parçasıdır. Batı Trakya ise, bir antlaşma ile daha önce terkedilmiş olan bir bölgedir.
Olsa olsa, Doğu Trakya, Batı Trakya'nın kurtarılmasına çalışanların bir hareket üssü olabilir.
Doğu ve Batı Trakya'nın birliği üzerinde ısrarla direnmek, Doğu Trakya üzerinde de bazı iddiaların ileri sürülmesine yol açabilir.
Bulgarların da Adalar Denizi'nde iktisadî bir çıkış kapısı istemeleri, üzerinde ayrıca düşünülmeye değer. Bulgaristan içinde bu bakımdan gayret sarfedilmelidir (Belge : &127;51).
Cafer Tayyar Paşanın da, memurlardan, ileri gelenlerden ve halktan şikâyet ediyordu. 7/8 Mart 1920 tarihli bir şifresiyle, "bizde halk her işi hükümetten beklemekte; sivil idare âmirlerinin nemelâzımcı tutumları yüzünden millî teşkilât yüksek emirlerinize uygun olarak kurulamamaktadır. İl sınırları içinde sık sık yapmakta olduğum teftişlerde, özellikle köylülerle sıkı temas kurmaktayım... Fakat, her köye gitmek mümkün olamıyor". "Teşkilâtın köklü ve yaygın olması hepimizin ortak isteği olup, bunun da ileri sürülen sakıncaların ortadan kaldırılmasına çalışmakla gerçekleştirilebileceği bilgilerinize sunulur" diyordu (Belge : 252).
Efendiler, General Milne, Cafer Tayyar Paşa'ya askerî durumu değiştirtmiyor. Vali ve mutasarrıflar tarafsız kalıyor. Her işi hükumetten bekleyen halka, millî teşkilâtın kurulmasında yardım ve öncülük etmiyorlar. Bu sakıncalar giderilmedikçe, teşkilâtın köklenip yaygınlaşması da mümkün görülmüyor.
KARAKOL CEMİYETİ İSTANBUL'DA TEŞKİLATINI GENİŞLETMEYE ÇALIŞIYOR
Efendiler başka bir münasebetle Karakol Cemiye ti nden ve onun çalışmalarını yasaklarna konusun daki teşebbüslerimizden bahsetmiştim. Bu cemiye tin İstanbul'da hâlâ teşkilâtını genişletmeye çalıştığıanlaşılıyordu. Yeniden şöyle bir uyarıda bulunmak gerekti : 12.3.1920
Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı
Albay Şevket Beyefendi'ye
İstanbul'da bulunan teşkilâtımızın gayeye hizmet konusunda yetersiz olduğuanlaşılmaktadır. Çeşitli zamanlarda ve özellikle bugünlerde Ankara'ya gelen vedurumu bilen bazı kimselerin verdiği bilgilere göre, bundaki başansızlık sebebi,Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti teşkilâtı adı altında Karakol Cemiyeti tüzüği,inün uygulanmaya çalışılmasından ileri gelmektedir.
Karakol Cemiyeti'nin tüzi,iği,i, birçok kimseyi teşkilâtla ilişki kurmaktanürkütmüştür. Bu sebeple, Müdafaai Hukuk Teşkilâtı Tüzüğü'nün esaslarına göreteşkilâtlanmak, özellikle İstanbul için yeterlidir. Çünkü, İstanbul'da asıl gücü fikir akımlannı birleştirmede aramalıdır. İstanbul'da fiilî hareketler ve özel teşebbüsler için kurulacak silâhlı te$kilâtta bile, Müdafaai Hukuk Tüzüğü ekinin uygulanması gerekir. İstanbul Merkez Hey'eti'nin ve ona bağlı şubelerdeki yönetimkurullarırının ortaya çıkmasında bir sakınca görülüyorsa, bu kurullara girecek olankimseler şahıslarını gizli tutabilirler. Bu esaslar çerçevesinde kurulmuş ve kurulacak olan teşkilâtın ve bunlann merkez hey'etleri ile yönetim kurullannı oluşturan kimselerin adlarının güvenilir bir vasıta ile gönderilmesine yüksek lûtuf veyardunları özellikle istirham olunur efendim. Hey'eti Temsiliye adına Mustafa Kemal Efendiler başka bir münasebetle Karakol Cemiye ti nden ve onun çalışmalarını yasaklarna konusun daki teşebbüslerimizden bahsetmiştim. Bu cemiye tin İstanbul'da hâlâ teşkilâtını genişletmeye çalıştığıanlaşılıyordu. Yeniden şöyle bir uyarıda bulunmak gerekti : 12.3.1920 Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Albay Şevket Beyefendi'ye İstanbul'da bulunan teşkilâtımızın gayeye hizmet konusunda yetersiz olduğuanlaşılmaktadır. Çeşitli zamanlarda ve özellikle bugünlerde Ankara'ya gelen vedurumu bilen bazı kimselerin verdiği bilgilere göre, bundaki başansızlık sebebi,Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti teşkilâtı adı altında Karakol Cemiyeti tüzüği,inün uygulanmaya çalışılmasından ileri gelmektedir. Karakol Cemiyeti'nin tüzi,iği,i, birçok kimseyi teşkilâtla ilişki kurmaktanürkütmüştür. Bu sebeple, Müdafaai Hukuk Teşkilâtı Tüzüği.i'nün esaslarına göreteşkilâtlanmak, özellikle İstanbul için yeterlidir. Çi.inkü, İstanbul'da asıl gücü fikir akımlannı birleştirmede aramalıdır. İstanbul'da fülî hareketler ve özel teşeb·büsler için kurulacak silâhlı teşkilâtta bile, Müdafaai Hukuk Tüzüğü ekinin uygulanması gerekir. İstanbul Merkez Hey'eti'nin ve ona bağlı şubelerdeki yönetimkurullarırıın ortaya çıkmasında bir sakınca görülüyorsa, bu kurullara girecek olankimseler şahıslarını gizli tutabilirler. Bu esaslar çerçevesinde kurulmuş ve kurulacak olan teşkilâtın ve bunlann merkez hey'etleri ile yönetim kurullannı oluşturan kimselerin adlarının güvenilir bir vasıta ile gönderilmesine yüksek lûtuf veyardunları özellikle istirham olunur efendim. Hey'eti Temsiliye adına Mustafa Kemal
-
İSTANBUL'DAKİ KUVA-YI MİLLİYE BAŞKANLARI'NIN TUTUKLANMASI HAKKINDA LONDRA'DAN GELEN EMİR
Şimdi, isterseniz yeniden İstanbul'a dönelim.11 Mart 1920 tarihli bir telgrafta, R a u f B e y şu bilgileri veriyordu : 10 Mart 1920 günü öğleden snnra, İtilâf Devletleri'nin temsilcileri toplanmışlar. Londra'dan gelen ve İstanbul'daki Kuva-yı Milliye başkanlarının tutuklanması emrini içine alan bir meseleyi görüşmüşler ve emri yerine getirmeye karar vermişler. Bu bilgi, güvenilir birkimseye sağlam bir kaynaktan gizlice verilmiş ve bu gibi kimselerin biran önce İstanbul'dan uzaklaşmaları gereği bildirilmiş. Bu durumu çeşitliihtimallere göre değerlendirdikten sonra, işin sonuna kadar İstanbul'dakalarak namus görevini yerine getirmeye karar vermişler. SadrazamSalih Paşa bu duruma bile bile yol açmaktaymış. Onun için kabineyidüşürmeye çalışacaklarmış. Başaracaklarına da güveniyorlarmış.
R a u f B e y'in, bu telgrafın arkasından aynı gün gelen kısa birtelgrafında, en son arz ettiğimiz hususlar ve hükûmetin durumu hakkındabir türlü ,düşüncelerinizi öğrenemediğimizden, telgrafın size ulaşmamışnlmasından ve sağlığınızdan haklı olarak endişe ediyorum. Cevabınızıbekliyoruz denilmekteydi.
Rauf Bey' e ve bilgi için 15' inci ve 3' üncü Kolordulara 11 Marttarihinde şu bilgileri vermiştim : 11.3.1920
Dün akşam, yani 10/11 Mart 1920'de, Ankara'da Fransız temsilcisi YıbaşıBoizeau (Buazo)'nun tercümanı olup bize öteden beri gizli haberler getirenbiri Ankara'daki İngiliz temsilcisi With a 11 (Vitol)'ün, aldığı bir telgraf üzerine,bütün eşyası, ağırlıklan ve yanındaki adamlanyla birlikte bugün Ankara'dan ayrılarak İstanbul'a hareket edeceğini ve bu trenden sonra, demiıyolu ulaşımının İngilizlerce durdurulacağını ihbar etti. Adı geçen W i t h a 11, bugün gerçekten haberverildiği şekilde yola çıktı. Bu bakımdan tren seferlerinin de kesilmesi kuvvetletahmin edilmektedir. Bu durumun, İstanbul'da İtilâf Devletleri'nce alınan tedbirlerle ilgili bulunduğuna şüphe yoktur.
Mustafa Kemal
Rauf Bey'in son telgrafına da şu cevabı vermiştim :
Kabineye güvensizlik oyu vererek, sizlerin bir hücuma geçmeniz o kadarkuvvetli bir sebebe dayandırılamayacaktır. Grubun dayanışma ve direnme derecesi ile işbirliği yapma konusundaki kesin tutumu üzerinde açık bir düşünce vekanaata varmadıkça, Salih Paşa ' nın Grup Yönetim Kuıulu'yla görüşmeden hareket etmesini, bir şartlılık meselesi yapma hususundaki kararınız hakkında hiçbir fikir ileri sürernem. İngilizlerin tutuklama kararına karşı, Meclis'in,cesaretle sonuna kadar görevine devamı pek yararlı ve parlaktır. Ancak, sizinlebırlikte, kendileri ileriki teşebbüs ve çalışmalarımız için çok gerekli olan arkadaşların sonunda bize katılmalannı sağlayacak çarelerin düşünülmüş ve bulunmuş olması şarttır. Aksi takdirde, grubun birlik halinde ve kararlılık içinde hareketini düzenleyebilecek kimselerin şimdiden görevlendirilmesi ve sizlerin hemenburaya gelmeniz gerekir. Buraya gelecek kimseler arasında, memleketi temsiledebilme niteliğini taşıyanlarla, gerektiğinde hükûmet kurabilecek ve yönetebilecek değerde olanlann bulunması önemlidir. İtilâf Devletleri'nin zorlayıcı tedbirlere başvuracaklanna şüphe yoktur... v. b.
Efendiler, Rauf Bey'i ve öteki şahısları tam zamanında çağırmış olduğumuz, olaylarla hem de üç dört gün geçmeden belli oldu. Ancak, ne vazık ki, bu davetimiz, gereken önem ve ciddiyetle dikkate alınacak değerde görülamedi. Rauf Bey ve Vasıf Bey gibi kimseler, en sonunda büyük bir uysallıkla Malta'ya gittiler. Bu durumu biliyorsunuz.
Son dakikaya kadar Anadolu'ya geçmek ve Ankara'ya gelmek fırsatve tedbirlerinin bazı bazı arkaclaşlar tarafından hazırlandığı ve sağlandığı(zana anlatıImıştır. Fğer biiylc idiyse, bu kimselerin Ankara'ya gelmeyerazı olmayıp İııgilizlere teslim olmayı ve Malta'ya gitmeyi tercih etmelerindeki sebep ve özür, cidden incelenmeye değer. Gerçekten, Türkiye'nindurumunun ve geleceğinin şüpheli, karanlık, telılikeli görüldüğü varsayımına göre, bu karantık tehlike içine atılacaklarırı, korkuzıç ve ınüthişbir sonla karşılaşrrıa kuruntusıınun etkisi ile en sonunda bir süre kalmaküzere, düşmana teslim olmayı claha uygun bulacakları gözrien uzak tutulamaz. Bunla birlikte, ben burada böyle ağır bir yargıya varmaktarı çekinirim. Bu düşünceyledir ki, bu şahısları Malta zindanlarından kurtarmak için her fırsattan yararlanarak mümkün olan teşebbüslerde bulunmaktan geri durmadım.
İSTANBUL'UN İŞGALİ
Efendiler, İstanbul'da 10' uncu Tümen Komutanı'n dan Ankara'da 20' nci Kolordu Komutanlığı'na 9 Mart 1920 tarih ve 456 sayılı şifre olarak 14 Mart 1920 günü hir yazı geldi. Çözülmüşü şuydu :
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri ' ne özel : İngilizler tarafından Türk Ocağı binasının işgali üzerine Millî Talim ve Terbiye binasına taşınan Ocağın, bu yeni taşındığı bina, dün öğle vakti İngilizler tarafından yeni- den işgal edilmiştir, efendim. 9 Mart 1920 ( âdi ) .
Efendiler, 1920 senesi Martının 16'ncı günü öğleden önce, saat 10.00'da makine başında şöyle bir telgraf geldi :
İstanbul,16.3.1920
Ankara'da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Bu sabah, Şehzadebaşı'ndaki Muzıka Karakolu'nu İngilizler basıp oradaki askerlerle çarpışarak, sonunda şimdi İstanbul'u işgal altına alıyorlar. Bilgilerinize arz olunur.
Manastırlı Hamdi
Ben bu telgrafın altına kurşun kalemle "ivedi olarak kolordulara benim imzamla M.K e m a l" işaretini koyduktan sonra, telgrafı veren den açıklama istemeye başladım. Manastırlı Hamdi Efendi birbiri ardınca bilgi vermeye devam etti.
Bizim en çok güvendiğimiz bir arkadaşımız var ki, yalnız o değil, herkes, yani gelenler söylüyor. Şimdi de Harbiye'nin işgalini haber aldık. Hattâ, Beyoğlu telgrafhanesinin önünde İngiliz askerlerinin bulunduğunu öğrendik, fakat telgraf haneyi işgal edip etmeyecekleri bilinmiyor.
Bu sırada Efendiler, Harbiye telgrafhanesinden memur Ali bilgi vermeye başladı :
Sabahleyin İngilizler basarak altı kişiyi şehit ettiler. On beş kadar da ya ralı var. Şimdi İngiliz askerleri dolaşıyor. Şimdi, işte, İngiliz askerleri Nezaret'e giriyorlar. İşte içeri giriyorlar, Nizamiye kapısına. Teli kes! İngilizler bııradadır.
Manastırlı Hamdi Efendi, bizi yeniden buldu.
Paşa Hazretleri,
Harbiye telgrafhanesini de İngiliz askerleri, işgal edip teli kestikleri gibi bir yandan Tophane'yi işgal ediyorlar, bir yandan da zırhlılardan asker çıkarılı yor, Durum ağırlaşıyor efendim. Sabahki çarpışmada 6 şehit 15 yaralımız var. Paşa Hazretleri, yüksek emirlerinizi bekliyorum. 16 Mart 1920.
Hamdi
Hamdi Efendi devam etti :
Sabahleyin bizim asker uykuda iken, İngiliz deniz askerleri karakola gelip giriyor, Askerimiz uykudan şaşkınlık içinde kalkınca çarpışmaya başlanıyor. So nunda bizden 6 kişi şehit oluyor, 15 kişi yaralarııyor. Bunun üzerine, zaten mel'un luklarını tasarlamışlar ki, hemen zırhlıları rıhtıma yatıaştırıp bir yandan Beyoğlu tarafını ve Tophane'yi bir yanindan da Harbiye Nezareti'ni işgal etmişlerdir. Şimdi artık, ne Tophane'yi ne de Harbiye telgrafk:anesini bulmak imkânı olmuyor. Şimdi aldığım habsre göre işgal Derince'ye kadar yayılıyorınuŞ, efendim.
İşte Beyoğlu telgrafhanesi de yok. Orayı da işgal ettiler galiba, Allah koru sun, burayı işgal etmesinler. İşte Beyoğlu telgraf memurları, müdürleri geldiler. Kovanuşlar.
"Bir saate kadar burası da işgal olunacaktır. Şimdi haber aldım, efendim"
Rahmetli Hayati Bey, benim ilk haber telgrafı üzerine yaptı ğım işarete uygun olarak, verilen bilgileri özetlemiş; Rumeli ve Anadolu' daki bütün komutanların adresine telgraf çektiriyordu. Bir an önce İstanbul üzerinden Edirne'ye çektirilmesini söylemiştim. Hamdi Efendi:
Yüksek emirleriniz yerine getiriliyor. Edirne'ye yazıyorum ve bütün merkez leri hazır ettirdik.
Hamdi Efendi'den:
Milletvekilleri ile ilgili bir haber aldınız mı? Meclis telgrafhanesi cevap veriyor mu? diye sordum. Hamdi Efendi:
Evet veriyor. 14' ûncû Kolordu Komutanı hazır. Paşa istiyordu, verelim mi?
Efendiler, bundan sonra artık Hamdi Efendi'nin sözünü işitemedik. İstanbul merkezinin de işgal edilmiş olduğuna hükmettik.
MANASTIR'LI HAMDİ EFENDİ
Bu vatansever ve cesur, Manastırlı Hamdi Efendi olmasaydı, İstanbul felâketinden haberalmak için, kimbilir, ne kadar çok beklemek zorunda kalacaktık. İstanbul'da bulunan nâzır, milletvekili, komutan ve teşkilâtımızdan bir kimsenin çıkıp da bize vaktinde haber vermeyi düşünememiş olduğu anlaşılıyor. Demek ki, hepsini heyecan ve korku bürümüştü. Bir ucu Ankara'dabulunan telin İstanbul'da bulunan ucuna yanaşamayacak kadar şaşkınbir duruma gelmiş o1duklarına hükmetmek, bilmem ki doğru olur mu?Telgraf memuru Hamdi Efendi, daha sonra Ankara'ya gelerekkarargâhımız telgraf memurluğunu yapmıştır. Kendisine borçlu olduğumteşekkürü burada açıkça ifade etmeyi millî ve vatanî görevlerimden sayarım.
Efendiler, bu durum üzerine, meydana gelebilecek bir felâketinönüne geçmek için şu emri verdim :
Bütün Vali ve Mutasarrıflara
Sıvas'ta 3' üııcü Kolordu, Bandırnıa'da l4' üncü Kolordu, Ankara'da 20'nci Kolordu, Erzurum'da 15' inci Kolordu, Konya'da 12' nci Kolordu, Diyarbakır'da 13' üncü Kolordu Komutanlıklarına
İzmir Cephesinde Refet Beyefendi' ye, Balıkesir'de 61' inci Tümen Komutanlığı'na, bütün Müdafaa-i hukuk Merkez Hey'etleri'ne ve Yönetim Kurullarına
Telgraf, ivedi
Bugünkü duruma göre, milletimi, medeniyet dünyasının insanca duygularladolu viedanlarına ve bütün İslamın dünyasının manevî birliğine güvenmekle birlikte,dost olsun düşman olsun, bütün resmî dış dünya ile geçici olarak bir süre İçinilişki kuramayacaktır.
Bugünlerde, yurdumuzdaki Hristiyan halka karşı göstereceğimiz insancadavranışın değeri pek büyük olduğu gibi, hiçbir yabancı hükumetin açıktan veyadolayh yoldan yardımını görmeyen Hristiyan halkın tazn bir huzur ve sükun içindeyaşâmaya devam etmeleri, ırkımızın yaratılıştan bezenmi olduğu medenî kabiliyetine kesin bir delil olacaktır. Yurt çıkarları aleyhinde çalıştıkları görülenler ile,memleketin huzur ve güvenliğini bozanlar hakkında, din ve milliyet ayrımı yapılmaksızuı, kanun hükümlerinin eşit olarak ve şiddetle uygulanmasını; bulunduklarıyerlerdeki mahalli idarelere bağlılık gösteren ve vatandaşlık görevlerini yapmaktakusur göstermeyenler hakkında ise, yumuşak ve şefkatli davranılmasını özellikleister, bu hususların bütün ilgililere hemen bildirilmesini ve bütün yurttaşlara, uygun vasıtalarla duyurulmasını rica ederiz, efendim.
Müdafaa-i Hukuk Hey'eti Teznsiliyesi adına
Mustafa Kemal
İTİLAF KUVVETLERİNİN TELGRAFLA MEMLEKETE YAPMAK İSTEDİKLERİ RESMİ TEBLİĞ
Efendiler, İtilâf Kuvvetleri, İstanbul tolgraf merkez lerini işgal ettikten sonra, memlekete telgrafla bir resmi tebliğde bulunmak istediler. Tarafımızdan ya pılan uyarı ve hatırlatmalar üzerine, bazı merkezler dışında bu resmî tebliğ alınmadık. Alanlar vo cevapverenlerden belli başlıları şunlardır : İzmit Mutasarrıfı Suat Bey, Konya Valisi Suphi Bey.
Resmi Tebliğ
Beş buçuk yıl önce, Osmanlı Devleti'nin mukadderatını her nasılsa elde etmiş olan İttihat ve Terakkî Comiyeti'nin liöerleri, Alman telkinlerine kapılarakOsmanh Devlet ve Millstini 1. Dünya Savaşı'na soktular. Bu haksız ve uğursuzsiyasetin sonucu bilinmektedir. Osmanlı Devlet ve Milleti, bir türlü felâket geçirdikten sonra, öyle bir yenilgiye uğradı ki, İttihat ve Terakkî Cemiyeti'nin liderIeribile ,bir Ateşkes Anlaşması yaparak kaçmaktan başka çare bulamadılar. Anlaşmanın yapılmasından sonra, İtilâf Devletleri'ne bir görev düştü. Bu görov eskiOsmanlı İmparatorluğu'nun bütün halkının, ırk ve mezhep ayrılığı gözetilmeksizin gelecekteki mutluluklarını, gelişmelerini, sosyal ve ekonomik hayatlannı güven altına alan bir barışın temellerini a.tzrıaktan ibaretti. Barzş Konferansı, bugörevi yerine getirmekle uğraşırken, kaçmış olan İttihat ve Terakkî ileri gelenlerinin taraftan olan bazı kimseler, "Millî Teşkilât" takma adı ile bir teşkilâtkurarak ve Padişah ile İstanbul Hükumeti'nin emirleriızi hiçe sayarak, savaşın acısonuçlarıyla büsbütün tükenmiş olan halkı askerlik için toplamak, çeşitli unsurlararalarında nifak çıkarmak, millî yardım bahanesiyle halkı soymak gibi işleri yapmaya yeltendiler ve böylece barış değil, sanki yeni bir savaş devrini açmaya,çalıştılar. Bu teşebbüs ve kışkırtmalara rağmen, Banş Konferansı görevine devametti ve nihayet İstanbul'un Türk idaresinde kalmasına karar verdi. Bu karar Osmanlıların kalplerini ferahlatacaktır. Ancak, bu kararlannı Bâbıâlî'ye bildirdikleri zaman, uygulamanın ne gibi şartlara bağlı olduğunu da hatırlattılar. Bu şartlar, Osmanlı vilâyetlerinde bulunan Hristiyanlann hayatlarını tehlikeye sokmamak, bugün İtilâf Devletleri ile müttefiklerinin askerî kuvvetleri aleyhinde yapılmakta olan sürekli hücumlara son vermekti. İstanbul Hükumeti, bu uyarıya karşıbir dereceye kadar iyiniyet göstermiŞ ise de, "Millî Teşkilât" takma adı ile hareket eden kimseler, ne yazık ki, teşvik ve tahriklerinden vazgeçmek istemediler.Aksine, hükumetin kendileri ile işbirliği yapmasını sağlamaya çalıştılar. Herkesinsonsuz bir hasretle beklediği banş için büyük bir tehlike demek olan bu durumakarşı, İtilâf Devletleri, yakında karara bağlanacak barış hükümlerinin uygulanmasını sağlamak üzere, gerekli tedbirleri düşünmeye mecbur oldular. Bunun için birtek çare buldular. Bu da, İstanbul'u geçici olarak işgal etmekti. Bu karar bugünyürürlüğe girmiş olduğundan, kamuoyunu aydınlatmak için aşabıdaki noktalarınınaçıklanması gerekir.
1 - İşgal âeçicidir.
2 - İtilâf Devletleri'nin niyeti, saltanat makamının nüfuzunu kırmak değil, aksine, Osmanlı idaresinde kalacak olan memleketlerde o nüfuzu güçlendirmek ve sağlamlaştırmaktır.
3 - İtilâf Devletleri'nin niyeti, yine Türkleri İstanbul'dan mahrum etmemektir. Fakat, Allah korusun, taşrada genel bir karışıklık veya katliam gibi olaylar ortaya çıkarsa, bu karar değîştirilebilir.
4 - Bu nazik dönemde, ister Müslüman ister gayrimüslim olsun, herkesingörevi, kendi işine gücüne bakmak, güvenliğin sağlanmasına yardımcı olmak, Osmanlı Devleti'nin yıkıntısından yeni bir Türkiye'nin kurulması için var olan sonbir ümidi, çılgınlıklanyla mahvetm.ek isteyenlerin aldatıcı sözlerine kapılmamakve hâlâ saltanat merkezi olarak kalan İstanbul'dan verilecek emirlere uymaktır. Yukanda sayılan kışkırtmalara katılan şahısların bazılan, İstanbul'da yakalanmışlardır. Onlar elbette kendi yaptıklanndan ve sonra da, o yaptıklarının sonucu olarak ortaya çıkabilecek olaylardan sorumlu tutulacaklardır.
İşgal Kuvvetleri Bu tebliğ dolayısıyla, derhal şu genelgeyi yayınladım :
16.3.1920
Bütün Vali ve Komutanlara ve Müdafaa-i Hukuk Hey'etlerine
İtilâf Devletleri tarafından silâhlı çarpışma sonunda, İstanbul'un işgali zorlagerçekleştirilmiştir. Bu suikasttan yararlanarak hainlik düşünen birçok kimseninmilleti aldatmaya kalkışmaları muhtemeldir. Nitekim, resmî bildiriler şeklindeimzasız bazı bildirilerin yayınlanmak istendiğini öğreniyoruz. Yanlış hareketlereyer verilmemek ve gerçek duruma ters düşen heyecanlar yaratılmamak bakımından, bu gibi bildirilere asla değer verilmemesi gerekir. Gerçek durumu izleyenAnadolu ve Ruıneli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, milleti aydınlatacaktır.
Mustafa Kemal
YABANCI DEVLETLERE YAPTIĞIM PROTESTO
Efendiler, aynı güılde çeşitli vasıtalarla şu protesto yu gönderdim :
163.1920
Protesto
İstanbul'da İngiliz, Fransız, İtalyan Siyasî Temsilcilerlne, Amerikan Siyasal Temsilcisine, Bütün Tarafsız Devletler Dı$işlerl Bakanlıklarına, Fransa, İngiltere, İtalyan Millet Meclislerine verilmek üzere Antalya'da İtalyan Temsilciliğine
Milli bağımsızlığımızı temsil eden Meclis-i Meb'usan da dahil olmak üzereİstanbul'da bütün resmi daireler, İtilâf Devletleri'nin askerî kuvvetleri tarafındanresmen ve zorla işgal edilmiş ve millî dâvâ uğrunda çalışan birçok vatanseverkimsenin de tutuklanmasına teşebbüs edilmiştir. Osmanlı milletinin siyasî hakimiyet ve hürriyetine indirilen bu son darbe, ne pahasına olursa olsun hayatını vevarlığını savunmaya azrrıetmi$ olan biz Osmanlılardan çok, yirminci yüzyıl medeniyet ve insanlığının kutsal saydığı bütün esaslara, hürriyet, milliyet, vatan duyguları gibi bugünkü insan toplumlannın temelinde yatan bütün ilkelere ve insanlığın bu ilkeleri meydana getiran ortak vicdanına indirilmiş demektir.
Biz, haklarımızı ve bağımsızlığımızı savunmak için giriştiğimiz mücadeleninlnıtsallığına ve hiçbir kuvvetin bir milleti yaşama hakkından mahrum edemeyeceğine inanıyoruz. Tarihin bugüne kadar kaydetmediği bir suikast olan ve Wilsonprensiplerine dayanan bir Ateşkes Anlaşması'nın, milleti savunma imkânlarındanyoksun bırakmış olmasından doğan bir hileye de dayanmış olması bakımından,ilgili milletlerin şeref ve haysiyetleriyle de bağdaSmayan bu hareketin ne demekolduğunun takdirini, resmi Avrupa ve Amerika'nın değil, bilim, kültür ve medeniyet Avrupa ve Amerika'sının* vicdanına bırakmakta yetinir ve bu olaydan doğacak büyük tarihi sorumluluğa, son olarak bir kez daha dünyanın dikkatini çekeriz. Dâvâmızın haklılık ve kutsallığı, bu güç zamanlarda, Tanrı'dan sonra en büyük yardımcımızdır.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Hey'et-i Temsiliyesi adına
Mustala Kemal
Aynı günün gecesi şu talimatı bir genelgeyle yayınladım :
Şifre 16.3.1920
Bütün Vali ve Komutanlara
İstanbul'un ve resmi dairelerin, özellikle Meclis-i Meb'usan'ın, İtilâf Devletleri tarafından ve zorla işgal edilmiş olduğunu, ayrıca, bu hareketin, ateşkes anlaşması ile milleti silâhsız bıraktıktan sonra yapıldığını dile getirerek, İtilâf Devletleri temsilcilerine, bütün tarafsız devletlerin dışişleri bakanlılslarıyla, İtilâfDevletleri'nin Millet Meclisi Başkanlıklarına protesto telgraflan çekilmek üzeremitingler yapılması gerekli görülmektedir. Protesto telgraflarında özellikle, yapılan saldınnın Osmanlı hakimiyetinden çok, yinni asırlık bir medeniyet ve insanlığın eseri olan hürnyet, milliyet ve yurtseverlik prensiplerine bir darbe olacağı,Osmanlı milletinin varlık ve bağımsızlığını savunma konusundaki kararlılık veimanına bu olayın hiçbir etki yapamayacağı, yalnız, medenî milletlerin bu saldırıyıkabul etmekle, büyük bir tarihî sorumluluk altına girmiş olacaklan belirtilmelidir.Tarafsız devletlerin dışişleri bakanlıklarıyla Millet Meclisi Başkanlıklanna çekilecek telgraflar, İstanbul'da ait oldukları makamlara verilmekle birlikte, Antalya'da İtalyan temsilcisi vasıtasıyla da verilmelidir. Protesto telgraflannın birersuretinin de buraya gönderilmesini rica ederiz.
Hey'et-i Temsiliye adına
Mustafa Kemal
Şifre 163.1920
Albay Refet Bey'e
Son olaylar dolayısıyla, her tarafta yapılan gösteri toplantıları sonunda çekilecek protesto telgraflarmın birer suretlerinin de İtilâf Devletleri'nin toplantıhalinde bulunan Millet Meclisleri Başkanlıklarma ve tarafsız devletlerin'de DışişleriBakanlıklanna gönderilmesini yararlı buluyoruz. Bu konuda Antalya'daki İtalyantemsilcisinin de yardımını sağlamanızı rica ederiz.
Hey'et-i Temsiliye adına
Mustafa Kemal
MİLLETE YAYINLADIĞIM BİLDİRİ
Efendiler, aynı günde millete de şu bildiriyi yayın ladım :
Bütün komutanlara, vali ve mutasarrıflara, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine, Belediye Başkanlıklarına ve Basın Derneğine
İtilâf Devletleri'nin şimdiye kadar memleketimizi paylaşmaya yol bulmakiçin başvurdukları çeşitli tedbirler bülnınektedir. t5nce, Ferit Paşa ile anlaşarak ve milleti savunmasız bırakarak yabancı idaresine esir etmek ve memleketin birçok önemli yerlerini galip devletlerin sömürgeleri arasına katmak düşünülmüştü. Kuva-yı Milliye'nin, bütün bir milletin desteği ile bağımsızlığı savunma konusunda gösterdiği azim ve kararlılık, bu tasavvuru altüst etti. İkincisi,Kuva-yı Milliye'yi aldatmak ve onun müsaadesi ile Doğu'da bir üstünlük sağlamasiyaseti gütmek için Hey'et-i Temsiliye'ye başvuruldu. Heyet, milletin bağımsızlığıve vatanın bütünlüğü garanti edilmedikçe ve özellikle işgal bölgelerinin boşaltılmasına teşebbüs edilmedikçe, herhangi bir görüşmeye yanaşmadı. Üçüncüsü,Kuva-yı Milliye ile işbirliği yapan hükûmetlerin çalışmalarına karışmak suretiylemillî birliği sarsznak, haince muhalefetleri teşvik etmek ve cür'etlerini artırmakyolu benimsendi. Ne var ki, milli birliğin yarattığı kuvvet ve dayanışma karşısında bu saldırılar da eridi. Dördüncüsü, vatanın kaderi ile ilgili kaygı verici kararlar alındığından söz edilerek, kamuoyuna baskı yapılmaya başlandı. Namusunuve yurdunu savunma uğrunda her fedakarlığı göze almış olan Osmanlı milletininazim ve iradesi önünde, bu gözdağının da bir yararı olmadı. Nihayet bugün, İstanbul'u zorla işgal etmek suretiyle, Osmanlı Devleti'nin yedi yüz yıllık hayat vehakimiyetine son verildi. Yani, bugün Türk milleti, medenî kabiliyetinin, yaşamave bağımsız kalma hakkının ve bütün bir geleceğinin savunulmasına çağrıldı. İnsanlık dünyasının takdirlerini kazanmak ve İslâm dünyasının kurtuluş emellerinigerçekleştirmek, Hilâfet makamının yabancı etkilerden kurtarılmasına ve millîbağımsızlığın şanlı geçmişimize yaraşır bir imanla savunulup kazanılmasına bağlıdır. Vatanımızı ve istiklâlimizi kurtarmak için giriştiğimiz kutsal mücadelede Tanrı'nın yardım ve koruyuculuğu bizimledir.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa3 Hukuk Cemiyeti Hey'et-i Temsiliyesi adına
Mustafa Kemal
Efendiler, aynı zamanda bütün İslâm dünyasına da seslenilerek 266yapılan saldırı, bir bildiride etraflı şekilde anlatılarak çeşitli vasıtalarlailân edildi.
Efendiler, olay üzerinde fazla bilgi almayı beklemeksizin, telgrafçı,Manastırlı Hamdi Efendi'nin verdiği bilgilerden ve işgalkuwetlerinin bu bilgileri doğrulayan bildirisinden, durumun içyüzünüanlayarak gerekli bulduğum ve derhal alınmasında zaruret gördüğümtedbirleri, açıklandığı gibi hemen işgal günü aldım ve uyguladım. İstanbul'un işgal şekli ve tutuklamalar hakkında çeşitli kaynaklardan biribirini tutmaz abartılmış bilgiler gelmeye başladı. Biz de çeşitli yollarlaaraştırma ve soruşturmalarımıza devam ettik. Yasama görevinin yerinegetirilmesine imkân göremeyerek dağılan milletvekillerinin ve bazı şahısların İstanbul'dan kaçarak Ankara'ya gelmekte oldukları anlaşıldı.Yolculuklarını kolaylaştırmak için, geçecekleri yerlerdeki ilgililere gereken emirleri verdim.<
OLAĞANÜSTÜ YETKİLER TAŞIYAN BİR MECLİSİN ANKARA'DA TOPLANMASI KARARI
Efendiler, lb Martta İstanbul işgal edilir edilmez, hemen aldığım tedbirler arasında, daha birtakımları vardır ki, onları Büyük Millet Meclisi'nin ilk açılı şında anlattığım için burada yeniden açıklamadım. Örnek olarak, Eskişehir ve Afyonkarahisar'daki yabancı birliklerin silâhlarının alınması veya oradan uzaklaştırılmaları,Geyve ve Ulukışla yakınlarındaki tahribi ve Anadolu'da bulunan yabancı subayların tutuklanması gibi tedbirlerle ilgili ayrıntıları, BüyükMillet Meclisi'nin ilk tutanaklarında okumuşsunuzdur. Bu tedbirler arasında en önemlisi; olağanüstü yetkiler taşıyan bir meclisin Ankara'datoplanmasını sağlama konusundaki millî ve vatanî görevimize ait kararve bu kararın uygulanmasıdır.
Efendiler, bu knnudaki kararımızı ve bu kararın nasıl uygulanacağını gösteren bir bildiriyi, 19 Mart 1920'de, yani İstanbul'un işgalindenüç gün sonra yayınladım.
Efendiler, bu konu üzerinde, iki gün kadar komutanlarla makinebaşında görüşerek düşüncelerini aldım. Ben ilk yazdığım müsveddede"Kurucu Meclis" deyimini kullanmıştım. Maksadım da toplanacakmeclisin ilk anda "rejimi" değiştirme yetkisine sahip olmasını sağlamaktı. Fakat bu deyimin kullanılmasındaki maksadı gereğince açıklayainadığım veya açıklamak istemediğim için, halkın alışkın olmadığı bir deyimdir, gerekçesiyle Erzurum ve Sıvas'tan uyarıldım. Bunun üzerine"olağanüstü yetkive sahip bir meclis" deyimini kullanmakla yetindim.
Valiliklere, Bağımsız Sancaklara ve Kolordu Komutanlarına
İtilâf Devletleri tarafından devlet merkezinin bile resmen işgali, devletinyasama, yargı ve yürütmeden ibaret olan millî güçlerini işlemez duruma sokmuşve bu durum karşısında görev yapmaya imkân bulamadığını hükûmete resmenbildirerek. Meclis-i Meb'usan dağılmıŞtır Şu halde, devlet ınerkezinin korunmasını, milletin bağımsızlığını ve devletin kurtanlmasını sağlayacak tedbirleri düşünmek ve uygulamak üzere, millet tarafından olağanüstü yetkiler taşıyan bir meclisin, Ankara'da toplantıya çağrılması ve dağılmış olan milletvekillerinden Ankara'ya gelebileceklerin de bu meclise katılmalan zarurî görülmüştür. Bu bakımdan aşağıda verilen talimat gereğince seçimlerin yapılması, yüksek ve derin vatanseverlik anlayışından beklenir :
1 - Memleket işlerini idare etmek ve denetlemek üzere, Ankara'da olağanüstü yetkilere sahip bir meclis toplanacaktır.
2 - Bu meclise üye olarak seçilecek kimseler, milletvekilleri ile ilgili yasahükümlerine bağlıdırlar.
3 - Seçimlerde sancaklar esas alınacaktır.
4 - Her sancaktan beş üye seçilecektir.
5 - Seçim. her eancakta, o sancagın kendi ilçelerinden çağıracağı ikinciseçmenlerle, sancak merkezinden seçilecek ikinci seçmenlerden, sancak idare vebelediye meclisleriyle Müdafaa-i Hukuk yönetim kurullarından; illerde, il merkez kurullarıyla, il yönetim kurullarından, il merkezindeki belediye meclisindenil merkezi ile merkez ilçesi ve merkeze bağlı ilçelerin ikinci seçmenlerinden oluşturulmuş bir kurul tarafından aynı günde ve aynı oturumda yapılır,
6 - Bu meclis üyeliğine, her parti, zümre ve dernek tarafindan aday gösterilmesi mümkün olduğu gibi. her ferdin de bu kutsal mücadeleye fiilen katılması için bağıırısız olarak adaylığını istediği yerden koyma hakkı vardır.
7 - Seçimlere her bölgenin en büyük sivil yöneticisi başkanlık edecek veseçim güvenliğinden sorumlu olacaktır.
8 - Seçim, gizli oyla ve salt çoğunluk esasına göre yapılacak; oylar, kurulun kendi içinden seçeceği iki kişi tarafından ve kurul önünde sayılacaktır.
9 - Seçim sonunda. bütün kurul üyelerinin imzalayacaklan veya kendi mühürleri ile mühürleyecekleri üç nüsha tutanak düzenlenecek; bir tanesi yerindealıkonularak, öteki iki nüshadan biri seçilen şahsa verilecek, diğeri Meclis'e gönderilecektir.
10 - Üvelerin alacakları ödenek daha sonra Meclis'çe kararlaştınlacaktır. Ancak, geliş yollukları seçim kurullarının zarurî masraflar olarak uygun göreceklerimiktar üzerinden mahallî idarelerce karşılanacaktır.
11- Seçimler, en geç on beş gün içinde Ankara'da çoğunlukla toplanmayısağlayacak şekilde tamaızılanarak, üyeler hareket edecek ve sonuç üyelerin adlarıyla birlikte derhal bildirilecektir.
12 - Telgrafın alındığı saat bildirilecektir.
Dağıtım : Kolordu kamutanlarına, valiliklere ve bağımsız sancaklara tebliğedilmiştir.
Heyet-i Temsiliye adına
Mustafa Kemal
Efendiler, bir hafta icinde, çeşitli yerlerden Ankara'ya gelmekte olanmilletvekilleriyle, telgrafla haberleşilerek bizzat temasa geçildi. Kendilerine, üzüntülerinin giderilmesine, maneviyatlarının yükseltimesine yarayacak bilgiler verildi. İstanbul'da artık dâvâmızı yürütecek kimse kalmamıştı. Aylarca ve çeşitli yol ve yöntemlerle yaptığımız uyarmalara rağmen, bizim dediğimiz şekilde teşkilât kurmayıp Karakol Cemiyeti ninkurulmasına çalışanların başları Malta'va gitmiş, İstanbul'daki üyelerininhayat ve faaliyetlerinden eser kalmamıştı. Orada yeniden teşkilât kurabilmek için çok zahmetli çalısmalara ve o günkü durumumuza göre imkânlarımızın üstünde para harcamaya mecbur oldum.
Saygıdeğer Efendiler, genel konuşmalarım arasında bir iki yerde,benim İstanbul'daki Meclis-i Meb'usan'a başkan seçilmem konusundanve bundaki maksattan bahsetmiştim. Bunun gerçekleştirilememiş olmasıdolayısıyla küçük bir güçlükle karşılaştığımı da arz etmiştim. Gerçektende, İstanbul'da Meclis saldırıya uğrayıp dağılınca, milletvekillerini toplamak ve özellikle daha önce de açıkladığım üzere bir meclis kurulmasınateşebbüs edebilmek için bir an kararsızlık geçirdim. Meelis-i Meb'usanBaşkanı olan Celâlettin Arif Beyin Ankara'ya gelip gelmeyeceğini şüplzesiz bilemiyordum. Gelmesi halinde, onun gelişini beklemeyive daveti onun vasıtasıyla yaptırmayı düşündüm. Ne var ki, durum çokacele hareket etmemizi gerektiriyordu. Gerçekleşip gerçekleşmeyecegibilinmez bir ihtimale bağlanarak vakit kaybetmeyi ihtiyata uygun bulmadım. Fakat verecegim kararın uygulanmasını sağlamak için de, bir ikigün telgraf basında, bütün komutanların görüşlerini almakla vakit geçirme gereğini duydum. Celâlettin Arif Bey'le 27/28 Mart gecesiDüzce'ye varışında bağlantı kurulmuştu. Kendisine şu telgrafı yazdım :
Sayı : 3 Ankara, 27.3.1920
Düzce'de Meclis-i Meb'usan Başkanı Sayın Celâlettin Arif Beyefendi'ye
İstanbul'un resmen ve fiilî olarak İngilizler tarafından işgaliyle devlet kuvvetlerinin baskı ve esareti altına alınmış, Meclis-i Meb'usan'a saldırılarak milletinistiklâl ve namusuna tecavüz edilmiş olması ve bu yüzden milletvekillerinin memleketin kaderi ile ilgili görevlerini yerine getirmeyi başaramayacaklarını anlayaraknıilletin bağrına sığınmak mecburiyetinde kalmaları dolayısıyla, devlet ve millletin bütün kuvvetIerini hüküm ve denetimi. altında bulunduracak olağanüstü birmeclisin toplanmasına şiddetle ihtiyaç duyulmuş olduğundan, Hey'et-i Temsiliye'nin, Ankara'da olağanüstü yetkilere sahip bir rneclisin toplanmasına karar verdiğive gereğinin yapılmasının her yere genelge ile bildirildiği yüksek malumlarıdır.Bu konudaki 19.3.1920 tarihli bildir i metnini inceledikten srınra, içinciekileri birkere daha belirtmek ve seçimIerin en kısa zaınanda yapıIarak mecIisin bir an önce toplanmasını sağlamak için, bu görüşümüzün sizin tarafınızdan da bir bildirişeklinde kamuoyuna şimdiden duyurulmasını yararlı buluyoruz. Değerli cevabınızı bekIemektoyim, efendim.
Mustafa Kemal
Celâlettin Arif Beyin verdiği cevabı şudur :
Ankara'da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
CELALETTİN ARİF BEY2LE GÖRÜŞ AYRILIĞI
Ankara'da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Söz konusu edilen 19.3.1920 tarihli bildiriyi görmedim. Ola ğanüstü bir meclisin toplanması her ne kadar yerinde ise de, böyle bir meclisin, elden geldiği kadar kanuna dayanması gereklidir. Gerçi, bizim Anayasa'mızda böyle olağanüstü bir meclisin toplanabilmesi ile ilgili bir işaret yoksa da, başka anayasalarda bulunan hükümlerdenyararlanılabilir. Söz gelişi, Fransız anayasasına gizre, meclis kanunsuz olarak dağıtılır veya bir saldırıya uğrarsa, saldırıya uğrayan meclis üyelarinden kurulabilenler, vilâyet ve sancak idare meclislerinden seçilecek ikişer üye ile birlikte uygun bir yerde toplanırlar. Meclisin yeniden açılrnası veya saldırının önlenmesi içinlıararlar alırlar, Bu meclisin kararları muttaktır, uyulması zarurîdir, gıı karartarı dinlemeyenle: vatan hainliği ile suçlandırılırlar. Bendeniz de bu yolu düşünmekte idim.
19.3.1920 tarihli bildirinin ne gibi esaslara dayandığı anIaşıldıktan sonra,Ankara'ya varışımda yapacağım görüşnıeler sonunda, bir bildiri hazırlamak düşüncesindeyim. Yine görüşürüz. Makine başında yanımda bulunan İ s m a i lFazıl Paşa ile Saruhan Milletvekili Reşit Bey'le birlikte saygılarımızısunarak veda ederiz. Arkadaşlarımdan Kırşehir milletvekili Rıza Bey de saygılarını sunuyor ve kendisinin de Bolu'da bulunduğunuıı Keskin'deki babaszna haber verilmesini istirhazn ediyor, efendim.
Celâletttin Arif
Bu cevap telgrafında yazılanlar dikkatle gözden geçirilirse, Celâlettin Arif Bey ile görüşlerimiz arasında büyük ayrılık olduğukolaylıkla farkedilir. Ben, olağanüstü yatkilere sahip bir meclisin Ankara'da toplanmasına karar verilen, bizim Anayasa'mızda böyle bir meclisin toplanmasıyla ilgili bir işaret bulunmadığını elbette bilirdimFakat kararımı verebilmek için böyle bir işaretin var olup olmadığınıdüşünmek asla hatırıma gelmedi. Bundan başka, saldırıya uğrayan meclis üyelerinden kurtulabilenlerle viIâyet ve sancakların idare meclislerinden seçilecek ikişer üyeyle birlikte, MecIis-i Meb'usan'ın yani,den eski şekilve niteliğinde toplanmasını sağlamak için çalışmayı asla hatırıma getirmedim. Aksine, büsbütün başka nitelik ve yetkide, sürekli bir meclis kurmayı ve bu meclisle, tasavvur ettiğim inkılap safhalarını birlikte geçirmeyi düşündüm. Buna göre biribirleriyle zıtlaştığına şüphe etmediğimdüşüncelerimizin, görüşrükten sonra da bir leşmesine imkân bulunacağınaümidim kalmadı. Bununla birlikte 19 Mart 1920 tarihli bildirimi telgraflaCelâlettin Arif Bey'e verdirdim. Ertesi gün aldığım cevapşuydu :
Düzce 28.3.1920
Ankara'da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Yüksek Hey'et-i Temsiliye'nizin 19.3.1920 tarihli genel bildirisi incelendi.içindeki maddeler ana hatlarıyla bendenizin düşündüğü esaslara uygundur. Bubakımdan, bendenizin Ankara'ya gelişinden sonra, görüşülerek ayrıca bir bildirinin yayınlanması tabiîdir. Yarın ister istemez Bolu'da kalınarak 29 Mart 1920'deAnkara'ya hareket edileceği saygıyla arz olunur.
Meclis-i Meb'usan Başkanı
CELALETTİN ARİF BEY MECLİS-İ MEBUSAN BAŞKANLIĞI'NI BIRAKMIYOR
Celâlettin Arif Bey, bildirimizi incele dikten sonra içindekilerin, düşündüğü esaslara ge nellikle uygun oldugunu söylemekle birlikte, bu esas ları destekler nitelikte bir bildiri yazıp ilân etzıziyor.Bunu Ankara'ya geldikten ve görüşmeler yaptıktan sonraya bırakıyor.
Efendiler, Celâl Arif Bey, Ankara'ya geldikten sonra,kendisiyle ve diğer bazı hukukçularla bu konu üzerinde uzun süren görüşmeler ve tartışmalar yapıldı. Fakat aldanmıyorsam, CelâlettinArif Bey, hiçbir vakit benim Büyük Millet Meclisi'nin nitelik ve yetkisi hakkındaki görüşüme katılmamıştır. O, daima toplanmış olan hey'etinesas görevini, İstanbul Meclis-i Meb'usan'ının toplanmasını sağlamaktanibaret olarak görmüş ve kendisini de daima İstanbul',daki Meclis-i Meb'usan'ın Başkanı saymıştır. Bu kanaatta yanılmadığımı gösteren ufak birhâtıramı müsaade ederseniz bilginlze sunayım.
Ben, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve kendisi İkinci Başkan bulunduğu sırada, bir gün, Başkanlık Divanı toplantısında, Celâlettin Arif Bey'in, ödenek meselesini açtığını ve kendisininMeclis-i Meb'usan Başkanı olması dolayısıyla o makama ait ödenek isteğinde bulunduğunu, o tarihte Meclis Genel Sekreteri olarak bulunanRecep Bey anlattı. Yüksek malumlarınızdır ki, o devirde MeclisBaşkanı ve İkinci Başkanı ile diğer başkanlar ve Meclis üyelerinin ödenekleri arasında fark yoktu. C eIâlettin Arif Bey, Meclis-iMeb'usan Başkanı sıfatıyla yalnız kendisini ayrı tutarak, fazla ödenek almanın kanunî hakkı olduğundan bahsediyordu. Ben Başkanlık Divanı'nınbu meselenin çözümünde yetkili olmadığını, kendisi bu istek ve iddiadaısrar ederse, konuyu Meclis Genel Kurulu'na sunarak, alınacak kararagöre hareket edilebileceğini ileri sürdüm. Celâlettin Arif BeyMeclis önüne çıkmayı uygun bulmayarak isteğinden vazgeçti.
SEÇİMLER SIRASINDA BAZI YERLERDEKİ BÜYÜK HÜKÜMET MEMURLARININ ÇIKARDIKLARI GÜÇLÜKLER
Saygıdeğer Efendiler, 19 Mart 1920 tarihli talimat gereğince, memleketin her tarafında seçimler, sür' atle ve ciddiyetle vapılmaya başlandı. Yalnız, bazı yerlerde kararsızlık ve direnmeler görüldü. Bunlar dan bazıları kısa, bazıları uzunca bir süre bu kararsızlık ve direnmelerinde ısrar ettiler. Ancak sonunda, bütün seçim bölgelerinin milletvekilleri, Büyük Millet Meclisi'nde, bütün milletin ve memleketin temsilcisi olarak hazır bulundular.Kararsızlık ve direnme gösterenbazı yerler şunlardı : Dersim, Malatya, Elâzığ, Konya, Diyarbakır, Trabzon... Efendiler,gerçek durumu belirtmiş olmak için şunu da açıklamalıyım ki, kararsızlik ve direniş gösteren bu seçim hölgelerinin halkı değildir. Belki o tarihte, o bölgelerde bulunan sivil idare âmirleridir. Halk, gerçeği anlaranlamaz, derhal milletin ortak isteğine katılmakta asla kararsızlık göstermemiştir.
Şimdi Efendiler, yeniden inkılâbın tabiî sonuçlarından sayılan olaylardan bazılarına temas edelim :
SAMSUN'DAKİ SUBAYLAR ARASINDA SÖZDE PADİŞAH TARAFTARLIĞI VARMIŞ
3'ncü Kolordu Komutanı Selâhattin Bey' den aldığım 29 Mart 1920 tarihli bir şifrede, "Sam sun'da bulunan 15' inci Tümen'in maneviyatının bo zuk olduğundan ve sözde, subaylar arasında Padişahtaraftarlığı bulunduğundan" söz ediliyordu. "Subaylar, Padişâh aleyhindeverilecek emirleri yerine getirmeyeceklerini komutanlarına bildirmişler.Baskı yapılırsa, görevlerini terketmeleri ihtimali varmış. İstanbul'dan gelen yolculardan ve gazebelerden, işgalin ikinci günü, elkonmuş olan binaların hepsinin boşaltıldığı, Salih Paşa' nın yerinde olduğu, ÂyânMeclisi'nin görevine devam ettiği ve son cuma selâmlığında, Harbiye veBahriye Nâzırları da hazır bulunarak, gerekli törenin eskiden olduğu gibiyapıldığı anlaşılmış..." "Şu duruma göre, İstanbul'da bir hükûmet varken, bu hükûmetin haberi olmadan yapılan işler nedir?" diyorlarmış.Subayların bu düşünce ve davra nışlarını bildiren 15' inci Tümen Komutanışu görüşleri ileri sürüyordu : "Burada bir subayı hapsetmenin olağanüstübir durum yaratması düşünülemez. Ancak, bundan yararlanarak Anadoluüzerine yürümek gibi olaylar meydana gelecektir. İzmir cephesinde Kuvayı Milliye'ye nasıl hizmet gördürüldüğünü bilemiyorum.Zannederim, bunlar para ile çalıştırılmaktaymış. Bir savaş çıktığında, bütün halka maaşverilemeyeceği meydanda olduğundan, Kııva-yı Milliye adı altındaki mevcut kuvvetten orada da hiçbir kuvvet kalmayacağına eminim. Ordu birliklerine gelince, şimdiden firar olayları başlamıştır. Parasızlık böyle devamettikçe ve İstanbul'da merkezî hükûmet bulundukça subaylardan bileşüphe ederim." Bundan başka, 3' üncü Kolordu Komutanı SellattinBey, vermiş olduğumuz talimat gereğince, Amasya'ya gelen kontrol memuru Forbes adındaki yüzbaşıyı tutuklamış. Samsun'a bir İngilizteınsilcisi yüzbaşı gelmiş. Sellahattin Beye, Yüzbaşı Forbes'in bir dakika bile geçirilmeden Samsun'a gönderilmesini yazmış; aksitakdirde, Selâhattin Beyin sorulu olacağını ilâve etmiş. Bukonudaki düşüncemi soran Selâhattin Beye, vereceği cevap hakkın.da şu tavsiyede bulundum : " Forbesi tutuklayan ben değilim;hükûmet merkezleri, Ateşkes Anlaşması'na ve insanlığa aykırı olarakişgal adilen millettir. Bu bakımdan serbest bırakılmasını da ancak millet yapabilir . " Buna rağmen, bu Forbes memleketten çıkarılmaklayetinilmiş, tutuklanmamıştır.
Bolu Mutasarrıfı Haydar Bey'in 9 Nisan 1920 tarihli kısa birşifresinden, Adapazarı ile Hendek arasında bulunan ve Çatalköprü denilen yerdeki köprülerle Mudurnu Suyu köprüsünün Kuva-yı Milliye'ninaleyhinde olanlar tarafından tahrip edildiği anlaşıldı.
Bolu ve dolaylarının Komutanı Mahmut Nedim Beyin,Düzce'den yazdığı 9 Nisan 1920 tarihli şifresindeıı de, 8 Nisanda Adapazarı'nda Kuva-yı Milliye aleyhine gösteriler yapıldığı, Hendek ile Adapazarı arasında telgraf ve telefon hatlarının kesildiği, Düzce Abazalarındantarafsız kalanların da muhaliflere katılmak üzere hareket ettikleri anlaşıldı. Hendek ile Adapazarı arasında, Mudurnu Suyu üzerindeki büyükköpri,inün tahribi dolayısıyla ulaşımın kesilmiş oLduğu da anlaşılıyordu.Bu bilgiler üzerine, Gevye'de bulunan 24' üncü Tümen Komutanı M a h m u t B e y'in dikkati çekildi.
Nevşehir'de de, Nevşehir Kaymakamı Nedim Bey'in başkanlığında Teâlî-i İslâm Cemiyeti'nin bir şubesi kurulmuş. Verilen rapordacemiyetin en bozguncu üyelerinden sekiz kişinin Niğde'ye gönderildiğibildiriliyordu. Bu cemiyetin üyeleri, "Padişah'tan başka hiçbir kuvvet tanımayız. Kuva-yı Milliye'yi dağıtmak için mal ve can bakımından bütünkuvvetlerimizi feda etmeye yemin ettik" diyorlarmış. Her gece toplantıyapıyorlarmış. İleri gelenleri, Niğde'deki Tümen Komutanı'nın gönderdiği bir müfreze ile tutuklanmış.
-
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin toplanması
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TOPLANIYOR
Efendiler bu türlü olaylara bundan sonra daha geniş çapta rastlayacağız. Büyük Millet Meclisi'nin toplanmasını ve açılmasını sağlamaya çalıştığımız günlerde, bizi en çok uğraştıran, Düzce, Hendek, Gerede gibi Bolu bölgesindeki yerlerden başlayıp, Nallıhan, Beypazarı üzerlerinden Ankara'ya yaklaşacak kadar genişleyen gericilik ve isyan dalgaları oimuştur. Ben bir taraftan bu dalgaların durdurulmasına çalışırken, bir taraftan da Ankara'da toplanmakta olan ve genel durumu daha iyice bilmeyen milletvekillerini dehşete düşürecek olaylar karşısında bırakmamak ve böyle durumların ortaya çıkmasıyla Meclis'in toplanamaması gibi uğursuz ihtimalleri önlemek çarelerini, düşünüyordum. Bunun için Meclis'in açılmasında acele ediyordum. Nihayet, gelebilmiş oian milletvekilleriyle yetinerek Meclis'in, Nisanın 23' üncü Cuma günü açılmasına karar verdik. Bu karar üzerine, 21 Nisan 1920 tarihinde bütün memlekete yaptığım tebligat metnini, o günün duygu ve düşüncelerine ne kadar uymak zorunda kalındığını gösteren bir belge olmak bakımından aynen bilgilerinize sunmayı yerinde buluyorum.
Telgraf : çok ivedi
Ankara'ya acele yazı gönderilmesi Ankara, 21.4.1920
Kolordulara (14' üncü Kolordu Komutan Vekilliğine), 61'inci Tümen komutanlığına, Refet Beyefendi'ye, Bütün Valiliklere, Bağımsız Sancaklara, Müdafaa-i Hukuk Merkez Hey'etlerine, Belediye Başkanlıklarına
1- Tanrının lütfuyla Nisanın 23' üncü Cuma günü, cuma namazından sonra Ankara'da Büyük Millet Meclisi açılacaktır.
2 - Vatanın istiklâli, yüce Hilâfet ve Saltanat makamının kurtarılması gibi en önemli ve hayati görevleri yapacak olan Büyük Millet Meclisi'nin açılış gününü cumaya rastlatmakla, o günün kutsallığından yararlanılacak ve bütün sayın milletvekilleriyle Hacı Bayram Veli Câmi-i Şerifinde cuma namazı kılınarak Kur'an'ın ve namazın nurlarındanda feyz alınacaktır. Namazdan sonra, Sakal-ı Şerif ve Sancak-ı Şerif alınarak Meclisin toplanacağı yere gidilecektir. Meclise girmeden önce bir dua okunarak kurbanlar kesilecektir. Bu merasimde Câmi-i Şerîf'ten başlayarak Meclis binasına kadar Kolordu Komutanlığı'nca askerî birliklerle özel tören düzeni alınacaktır.
3 - Açılış gününün kutsallığını belirtmek için bu günden başlayarak vilâyet merkezinde, Vali Beyefendi Hazretleri'nin düzenleyeceği şekilde, hatim indirilmeye ve Buhari-i Şerif okunmaya başlanacak ve Hatm-i $erîf'in son kısımları uğur getirsin diye cuma günü namazdan sonra Meclis'in toplanacağı yerin önünde tamamlanacaktır.
4 - Kutsal ve yaralı vatanımızın her köşesinde bu günden itibaren aynı şekilde kilde Hatm-i Şerîfler indirilmesine ve Buhari-i Şerif okunmasına başlanarak, cuma günü ezandan önce minarelerde salâ verilecek, hutbe okunurken, Halifemiz, Padişahımız Efendimiz Hazretleri'nin mübarek adları anılırken, Padişah Efendimiz'in yüce varlıklarının, şanlı ülkesinin ve bütün tebaasının bir an önce kurtulmaları ve saadete kavuşmaları için ayrıca dua okunacak ve cuma namazının kılınmasından sonra da hatim tamamlanarak yüce Hilâfet ve Saltanat makamı ile bütün vatan topraklarının kurtuluşu için girişilen Millî Mücadele'nin önemini ve kutsallığını, milletin her bir ferdinin, kendi vekillerinden meydanâ gelmiş olan bu Büyük Millet Meclisi'nin vereceği vatani görevleri yapmaya mecbur olduğunu anlatan vaazlar verilecektir. Daha sonra, Halife ve Padişah'ımızın, din ve devletimizin vatan ve milletimizin kurtuluşu, selâmeti ve istiklâli için dua edilecektir. Bu dinî ve vatanî merasim yapıldıktan ve camilerden çıkıldıktan sonra, Osmanlı vilâyetlerinin her tarafında, hükûmet konağına gelinerek Meclis'in açılmasından dolayı resmî tebrikler yapılacaktır. Her tarafta cuma namazından önce uygun şekilde Mevlid-i Şerîf okunacaktır.
5 - Bu tebliğin hemen yayınlanarak her tarafa ulaştınlabilmesi için her vasıtaya başvurulacak, sür'atle en ücra köylere, en küçük askerî birliklere, memleketin bütün teşkilât ve kuruluşlanna ulaştırılması sağlanacaktır. Ayrıca, büyük levhalar halinde her tarafa asılacak ve mümkün olan yerlerde bastırılıp çoğaltılarak parasız dağıtılacaktır.
6 - Yüce Tanrı'dan tam bir başarıya ulaştırması niyaz olunur.
Hey'et-i Temsiliye adına
Mustafa Kemal
22 Nisan 1920 tarihinde de şu küçük tebliği yayınladım :
Dakika geciktirilmeyecektir. 22.4.1920
Bütün Valiliklerle, Müstakil Sancaklara, Kolordulara, Nazilli'de Albay Refet Beyefendi'ye. Bursa'da 20, nci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa Hazretleri'ne , Bursa'da 56' ıncı Tümen Komutanı A 1 b a y B e k i r S a m i B e y e f e n d i y e, Balıkesir'de 61' inci Tümen Knmutanı Albay Kâzım Beyefendi'ye
Tanrı'nın lütfuyla Nisa'nın 23' üncü Cuma günü Büyük Millet Meclisi açılarak çalışmaya başlayacağından, o günden itibaren askerî ve sivil bütün makamlarla bütün milletin tek mercünin Büyük Millet Meclisi olacağı bilgilerinize sunulur.
Hey'et-i Temsiliye adına
Mustafa Kemal
Saygıdeğer Efendiler,
Şimdiye kadar bilginize sunmuş olduğum hususlar, şahsım ve Hey'et-i Temsiliye adına üzerinde durduğum olayların açıklanmasıyla ilgiliydi. Bundan sonra söyleyeceklerim, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışından ve hükumetin kuruluşundan bugüne kadar meydana gelmiş olan olayları ve değişiklikleri içine alacaktır. Burada söyleyeceklerim, aslında herkes tarafından açıkça bilinen veya kolaylıkla bilinmesi mümkün olan olaylann safhaları ile ilgilidir. Gerçekte, Meclis tutanaklarında, bakanlıkların dosyalarında, basın kolleksiyonlarında bu olay ve hâdiselerin belgeleri kayıtlı ve saklı bulunmaktadır. Bu bakımdan ben, bütün bu olayların genel akışını işaret ve tespit etmekle yetineceğim. Maksadım, inkı- lâbımızın incelenmesinde tarihe yardımcı olmaktır. Bütün bu olay ve hâdisalerin akışında, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükumeti'nin Başkanı Başkomutan ve Cumhurbaşkanı sıfatlarını taşımış olmaktan çok, teşkilâtımızın genel başkanı olarak kendimi bu görevi yerine getirmeye mecbur sayarım.
TÜRK MİLLETİNİN TAKİP ETMESİ GEREKEN SİYASİ İLKE:MİLLİ SİYASET
Efendiler, Meclis'in açıldığı ilk günlerde, Meclis'e, içinde bulunduğumuz durum ve şartları açıklayarak takip edilmesini ve uygulanmasını yerinde bulduğum görüşlerimi arz ettim. Bu görüşlerin başlıcasıTürkiye'nin, Türk milletinin takip etmesi gereken siyasî ilke ile ilgiliydi.
Bilindiği gibi, Osmanlılar zamanında, çcşitli siyasî ilkeler takip edilmişve edilmekteydi. Ben, bu siyasî ilkelerin hiçbirinin, yeni Türkiye'ninsiyasi şekillenmesinde ilke olarak kabul edilemeyeceğine inanmıştım.Bunu Meclis'e anlatmaya çalıştım. Bu nokta üzerinde daha sonra daçalışmaya devam edilmiştir. Bu hususla ilgili olarak, öteden berisöylediklerimin ana noktalarını, burada hep birlikte hatırlamayı yararlı bulurum.
Efendiler, bilirsiniz ki, hayat demek, mücadele ve müsademe demektir.Hayatta başarı kazanmak, mutlaka mücadelede başarı kazanmayabağlıdır. Bu da maddî ve manevî güç ve kudrete dayanır hir husustur.Bir de, insanların uğraştığı bütün meseleIer, karşılaştığı bütün tehlikeler,elde ettiği başanlar, toplumca yapılan genel bir mücadelenin dalgalarıiçinden doğagelmiŞtir. Doğulu kavimlerin Batılı kavimlere taarruzve hücumu tarihin bellibaşlı bir safhasıdır. Doğu milletleri arasında, Türklerin başta geldiği ve en güçlüsü olduğu bilinmektedir. Gerçekten de Türkler, İslâmlıktan önce ve İslâmlıktan sonra Avrupa içerisine girmişler,saldırılar, istilâlar yapmışlardır. Batı'ya saldıran ve İspanya'yı zaptederekFransa sınırlanna kadar uzanan Araplar da vardır. Fakat Efendiler, hersaldırıya, daima bir karşı saldırı düşünmek gerekir. Karşı saldırı ihtimalinidüşünmeden ve ona karşı güvenilir bir tedbir bulmadan saldırıyageçenlerin sonu, yenilmek, bozguna uğramak ve yok olmaktır.
Batı'nın Araplara yaptığı karşı saldırı, Endülüs'te acı ve ibret alınmayadeğer bir tarihî felâketle başladı. Fakat orada bitmedi. KovalamaKuzey Afrika'ya kadar sürüp gitti.
A t t i 1 â 'nın Fransa ve Batı-Roma topraklarına kadar yayılmış olanimparatorluğunu hatırladıktan sonra, bakışlarımızı, Selçuklu Devleti'ninyıkıntıları üzerinde kurulmuş olan Osmanlı Devleti'nin, İstanbul'da DoğuRoma İmparatorluğu'nun taç ve tahtına sahip olduğu devirlere çevirelimlim. Osmanlı hükümdarlan arasında Almanya'yı, Batı Roma'yı zaptederekçok büyük bir imparatorluk kurma teşebbüsünde bulunmuş olanıvardı. Yine, bu hükümdarlardan biri, bütün İslâm dünyasını bir merkezebağlayarak yönetmeyi düşündü. Bu amaçla Suriye'yi ve Mısır'ı zaptetti."Halife" ünvanını takındı. Diğer bir sultan da hem Avrupa'yı zaptetmek,hem de İslâm dünyasını hüküm ve idaresi altına almak gayesini güttü.Batı'nın sürekli karşı saldırısı, İslâm dünyasının hoşnutsuzluk ve isyanıve bu şekilde bütün dünyayı ele geçirme tasavvur ve emellerinin aynı sı-nırlar içine aldığı çeşitli unsurların uyuşmazlıkları, sonunda, benzerlerigibi, Osmanlı İmparatorluğu'nu da tarihin sinesine gömdü.
Efendiler, dış siyasetin en çok ilgili bulunduğu ve dayandığı temel,devletin iç teşkilâtıdır. Dış siyasetin iç teşkilâtla uyarlı olması gerekir.Batı'da ve Doğu'da, başka başka karaktere, kültüre ve ülküye sahipbiribirinden farklı unsurları tek sınır içinde toplayan bir devletin iç teşkilâtı,elbette temelsiz ve çürük olur. O halde, dış siyaseti de köklü ve sağlamolamaz. Böyle bir devletin iç teşkilâtı özellikle millî olmaktan uzak olduğu gibi, siyasî ilkesi de millî olamaz. Buna göre, Osmanlı Devleti'nin si-yaseti millî değil, belirsiz, bulanık ve kararsızdı.
Çeşitli milletleri, ortak ve genel bir ad altında toplamak ve bu çeşitliunsurlardan oluşan kitleleri eşit haklar ve şartlar altında bulundurarakgüçlü bir devlet kurmak, parlak ve çekici bir siyasî görüştür. Fakat aldatıcıdır. Hattâ, hiçbir sınır tanımayarak, dünyadaki bütün Türkleri bile birdevlet halinde birleştirmek, varılması imkânsız bir hedeftir. Bu,yüzyılların ve yüzyıllarca yaşamakta olan insanların çok acı, çok kanlı olaylarla meydana koyduğu bir gerçektir.
Panislâmizm ve Panturanizm siyasetinin başarıya ulaştığınave dünyayı uygulama alanı yapabildiğine tarihte tesadüf edilememektedir.Irk ayrılığı gözetmeksizin, bütün insanlığı içine alan tek hir dünyadevleti kurma hırslarının sonuçları da tarihe yazılmıştır. İstilâcı olmakhevesleri konumuzun dışındadır. İnsanlara her türlü şahsî duyguve bağlılıklarını unutturup, onları tam bir kardeşlik ve eşitlik içinde birleştirerek, insancı bir devlet kurma teorisinin de kendine göre şartlarıvardır.
Bizim, kendisinde açıklık ve uygulama imkânı gördüğümüz siyasîilke, millî siyasettir. Dünyanın bugünkü genel şartları, yüzyılların dimağlardave karakterlerde yerleştirdiği gerçekler karşısında hayalci olmakkadar büyük yanılgı olamaz. Tarihin ifadesi budur, ilmin, aklın, mantığınifadesi böyledir.
Milletimizin, güçlü, mutlu ve istikrarlı yaşayabilmesi için, devletinbütünüyle millî bir siyaset izlemesi, bu siyasetin iç teşkilâtımıza tam olarak uyması ve ona dayanması gerekir. Millî siyaset dediğim zaman kastetiğimanlam ve öz şudur : Millî sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendikuwetimize dayanmakla varlığımızı koruyarak, millet ve memleketin gerçekçek saadet ve refahına çalışmak... Genellikle milleti uzun emeller peşindede yorarak zarara sokmamak... Medenî dünyadan, medenî, insanî ve karşılıklı dostluk beklemektir.
HÜKÜMETİN KURULMASI
Efendiler, Meclis'e teklif ettiğim önemli bir husus da hükûmetin kurulması konusuydu. Bu meseleninve bununla ilgili bir teklifte bulunmanın, o devir için ne kadar nazik olduğunu takdir buyurursunuz.
Gerçek, Osmanlı saltanatının ve hilâfetin yıkılmış ve ortadan kalkmış olduğunu düşünerek yeni temellere dayanan, yeni bir devlet kurmaktan ibaretti. Fakat durumu olduğu gibi dile getirmek, amacın büsbütünkaybedilmesine yol açabilirdi. Çünkü, halkın düşünce ve eğilimleri dahaPadişah ve Halife'nin mazur durumda bulunduğu yolundaydı. HattâMeclis'te, ilk anda, hilâfet ve saltanat makamıyla temas kurmak ve İstanbulHükûmeti'yle uzlaşma aramak akımı başgöstermişti.
İstanbul'daki şartların, Halife ve Padişah ile ne açıkça ne de özelve gizli olarak görüşmeye elverişli olmadığını açıklamaya çalıştım. Böylebir temasla ne anlamak istediğimizi sordum. Eğer milletin, bağımsızlığınıkazanmak ve vatanın bütünlüğünü sağlamak için çalışmakta olduğunuhaber vermek için ise, buna gerek yoktur. Çünkü, Padişah ve Halifeolan zatın da bundan başka bir şey düşünmesine ve istemesine imkân varmıdır? Bunun aksini ağzından işitsem inanmam; mutlaka zorlamave baskı altında söyletildiğini kabul ederim dedim. Aleyhimizde çıkarılmışolan fetvanın uydurma olduğunu, İstanbul Hükûmeti'nin emir vebildirilerinin dirilerinin yoruma muhtaç bulunduğunu söyleyerek,bazı zayıf kalpli vekıt düşünceli kimselerin göstermek istedikleri ihtiyatı gerekli bulmadığımızıbelirttim.
MİLLİ HAKİMİYET TEMELİNE DAYANAN HALK HÜKÜMETİ:CUMHURİYET
Şunu arz etmek istiyorum ki, hükumetin kurulması dayanan ile ilgili bir teklif ileri sürmeden önce, duygu ve düşünceleri gözönünde bulundurmak zarureti vardı. Bu zarurete uymakla birlikte, asıl maksadı saklıtutan teklifimi bir önerge halinde sundum. Kısa bir tartışma ile ve bazıitirazlara rağmen kabul edildi,
Bu önergeyi bugün gözden geçirecek olursak, orada esaslı ilkelerintespit ve ifade edilmiş olduğunu görürüz. Müsaade buyurursanız, bu ilkeleri burada birer birer birer sayacağım :
1- Hükûmetin kurulması zarurîdir.
2 - Geçici olarak bir hükûmet başkanı seçmek veya Padişah'a birvekil tanımak mümkün değildir.
3 - Meclis'te yoğunlaşan millî iradenin, doğrudan doğruya vatanın mukadderatına el koymuş olduğunu kabul etmek temel ilkedir .Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin üstünde bir kuvvet yoktur.
4 - Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama ve yürütme yetkilerinikendisinde toplar.
Meclis'ten seçilecek ve vekil olarak görevlendirilecek bir hey'et,hükûmet işlerine bakar. Meclis başkanı, bu hey'etin de başkanıdır.
Not : Padişah ve halife, baskı ve zorlamadan kurtulduğu zamanMeclis'in düzenleyeceği kanunî esaslar çerçevesinde durumunu alır.
Efendiler, bu ilkelere dayanan bir hükumetin niteliği kolaylıklaanlaşılabilir. Böyle bir hükûmet, millî hakimiyet temeline dayanan halkhükûmetidir. Cumhuriyet'tir.
Böyle bir hükûmetin kurulmasında ana ilke, kuvvetler birliği teorisidir.Zaman geçtikçe bu ilkelerin taşıdığı kavramlar
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA BENİ SEÇTİ
Saygıdeğer Efendiler, açık ve gizli oturumlarda, bir iki gün süren konuşma ve açıklamalardan ve işaret ettiğim ilkeleri içine alan teklifi yaptıktan sonra, yüce Meclis beni başkanlığa seçmekle bana karşı genel güvenini gösterdi.
Burada ufak bir noktayı da açıklamalıyım :
Hatırlarsınız ki, oluşmaya başlayan millî birliği, milletin coşmasınave uyanmasına bağlamaktan çok, şahsî teşebbüs eseri sayıyorlardı. Buarada benim teşebbüslerde bulunmamın engellenmesini önemli görüyorlardı.Beni millete ve hükûmete reddettirmekten ve lânetletmekten yararumuyorlardı. Yapılan propaganda da : "Ben reddedildiğim ve lânetlendiğimtakdirde, millet ve devlet aleyhinde hiçbir harekette bulunulmayacak...Bütün kötülüklerin sebebi benim şahsımdır. Bir adam için, birmilletin pek çok tehlikeleri göze alması akla sığmaz" şeklindeydi. Hükumetmet ve düşmanlar, benim şahsımı, millete karşı bir silâh gibi kullanıyordu.Bu sebeple, 24 Nisan 1920 günü, gizli bir oturumda, Meclis'e bu durumuaçıkladım. Başkanlık seçiminde, bunun da bir sakınca olarak dikkatealınmasını ve yalnız millet ve memleketin selâmeti düşünülerek oyve kararlarırıın isabetle verilmesini rica ettim.
BAKANLAR KURULU'NUN KURULMASI
Efendiler, Büyük Millet Meclisi, Bakanlar'ın seçimi ile ilgili 2 Mayıs 1920 tarihli kanunla, Genelkurmayişlerini de yürütmek üzere, Büyük Millet Meclisi'nde 11 bakanlı birBakanlar Kurulu meydana getirdi.
Görülüyor ki, Meclis'in açılış tarihi olan 23 Nisandan beri bir haftakadar zaman geçmiş bulunuyor. Bu süre içinde memleket ve millet işlerive özellikle yıkıcı akım ve faaliyetlere karşı tedbir alma hususu elbettebir an bile gecikemezdi ve gecikmemiştir. Yalnız, Bakanlar Kurulu'nunseçimi ile ilgili kanun çıktığı zaman, Meclis'ce bakanlığa seçilen kimselerden bazıları, daha önce fiilî olarak göreve başlamışlar ve bana yardımediyorlardı. Bu arada İ s m e t P a ş a Hazretleri de Genelkurmayişlerini üstlenmiş bulunuyordu.
Efendiler, bu münasebetle bir noktayı belirtmeyi gerekli buluyorum:O günlerde, mevcut arkadaşların hangi işlerde görevlendirileceklerininuygun olacağı düşünülürken, Genelkurmay Başkanlığı için İ s m e tP a ş a'yı tercih etmiştim. Ankara'da bulunan R e f e t P a ş a , beni özelolarak görerek bilgi vermemi istedi. Anlamak istediği, Genelkurmay Başkanlığı'nın en yüksek askerî makam olup olmadığı noktasıydı. Benden ,söz konusu makamın en yüksek askerî makam olduğu ve ondan daha yüksek makamın Millet Meclisi olacağı cevabını alınca, buna itiraz etti. İ s m e t P a ş a'nın, başkomutanlık demek olan bu durumuna razı olamayacağınısöyledi. Görevin çok önemli ve nazik olduğunu, benim bütün arkadaşlar hakkındaki bilgi ve tarafsızlığıma güvenmenin uygun olacağınısöyledim. Kendisinin böyle bir iddiada bulunınasının yakışık almadığınıda ilâve ettim.
Efendiler, daha sonra Batı Cephesi Karargâhı'nda görüştüğüm F u a t P a ş a da, İ s m e t P a ş a'nın Genelkurmay Başkanlığı'na kesinliklekarşı çıktı. F u a t P a ş a'yı da, duruma en uygun olan çözüm yolununkabulündeki zarurete inandırmaya çalıştım. R e f e t ve F u a t P a ş a'ların kendilerine has bazı düşüncelerine ilâve ettikleri itiraz şuydu :Kendileri daha önce Anadolu'da benimle birlikte çalışmışlar. Fakatİ s m e t P a ş a sonradan katılmış. Oysa, bundan önceki konuşmalarımda,sırası ve yeri geldiği için arz etmiştim ki, İ s m e t P a ş a , benim İstanbul'dan ayrılmamdan önce benimle işbirliği yapmıştı. Daha sonra Anadolu'ya gelmiş ve birlikte çalışmıştık. Fakat F e v z i P a ş aH a z r e t l e r i'nin Harbiye Nazırlığı'na gelmesi üzerine bazı önemlidüşüncelerle ve özel görevle tekrar İstanbul'a gönderilmişti.Bu bakımdan düşünce ve işbirliğinde kıdem söz konusu olamazdı.
Genelkurmay işlerinin ilk defa İ s m e t P a ş a'ya verilmesinde isabetsizlik olsaydı, bu konuda F e v z i P a ş a Hazretleri'nin de beni uyarmaları bir vatan görevi olurdu. Oysa, Paşa Hazretleri, aksine bu görevlendirmeyi pek yerinde bulmuş ve kendileri, teklif edilen Millî SavunmaBakanlığı'nı çok samimî bir duyguyla derhal kabul buyurmuştur. İ s m e tP a ş a'nın, gerek Genelkurmay Başkanlığı'nda gerek daha sonraki Cephe Komutanlığı'nda gösterdiği liyakat ve üstün gayret, kendisine görevvermekte doğru hareket ettiğimi fülî olarak ispat etmiş bulunduğu için,millete karşı, orduya karşı ve tarihe karşı tam bir iç huzuru içindeyim.
HIYANET-İ VATANİYE KANUNU VE İSTİKLAL MAHKEMELERİ KURULMASI
Efendiler, Meclis, 29 Nisan 1920 tarihinde Hıyanet-i Vataniya Kanunu'nu ve sonraki aylarda İstiklâl Mahkemeleri Kanunları'nı da çıkarmakla, inkılâbın tabiî gereklerini yerine getirmiş oldu.
Efendiler, İstanbul'un işgalinden sonra başlayan birtakım yıkıcıakımlara, olaylara, isyanlara dokunmuştuk. Bunlar hızla memleketin hertarafından biribiri ardınca ortaya çıktı ve sürüp gitti.
İstanbul'da D a m a t F e r i t P a ş a , derhal yeniden iktidar mevkiine getirildi. Damat Ferit Paşa Kabinesi, İstanbul'daki bütün yıkıcı vehain kuruluşların meydana getirdiği blok, bu blokun Anadolu içindekibütün isyan teşkilâtı, bütün düşmanlar ve Yunan ordusu elbirliği ile aleyhimizde faaliyete geçtiler. Bu ortak saldırı politikasının talimatı da,Padişah ve Halife'nin, düşman uçakları da dahil olduğu halde, her türlü vasıtayla memlekete yağdırdığı "Padişah'a karşı ayaklanma" fetvasıydı.
Bu genel, çeşitli ve haince saldırılara karşı, biz de, daha Meclis açılmadan önce, Afyonkarahisarı'nda, Eskişehir'de ve bütün demiryolu boyunda bulunan düşman birliklerini Anadolu'dan çıkarmak, Geyve, Lefke , Carablus köprülerini yıkmak ve Meclis toplanır toplanmazAnadolu ulemâsının fetvasını almak suretiyle karşı tedbirlere giriştik.
-
İç isyanlar ve Doğu Cephesindeki gelişmeler
İÇ İSYANLAR
Efendiler,1919 yılı içinde, millî teşebbüslerimize karşı başlayan iç isyanlar, sür'atle memleketin her tarafina yayıldı.
Bandırma, Gönen, Susurluk, Kirmasti, Karacabey, Biga ve dolaylarinda; Izmit, Adapazari, Düzce, Hendek, Bolu, Gerede, Nallihan, Beypazaridolaylarinda; Bozkir'da; Konya, Ilgin, Kadinhan, Karaman, Çivril, Seydisehir, Beysehir, Koçhisar dolaylarinda; Yozgat, Yenihan, Bogazliyan, Zile,Erbaa, Çorum dolaylarinda; Imranli, Refahiye, Zara, Hafik ve Viransehir dolaylarinda alevlenen karisiklik atesleri, bütün memleketi yakiyor,hainlik, cehalet, kin ve bagnazlik dumanlan bütün vatan göklerini yogun karanliklar içinde birakiyordu. Isyan dalgalari, Ankara'da karargâhimizin duvarlarina kadar çarpti. Karargâhimizla sehir arasindaki telefon ve telgraf hatlarini kesmeye kadar varan kudurmuscasina kasitlar karsisinda kaldik. Bati Anadolu'nun, Izmir'den sonra, yeniden önemli bölgeleride, Yunan ordusunun taarruzlariyla çignenmeye baslandi.
Dikkatle üzerinde durulmaya deger bir husustur ki, sekiz ay önce,millet, Hey'et-i Temsiliye etrafinda toplanarak, Damat Ferit Hükûmeti ile iliski ve haberlesmelerini kesmis iken, Ali Galip 'in tesebbüsü gibi tek tük olaylardan baska, böyle genel bir ayaklanma olmamisti. Bu seferki yaygin ve genel ayaklanmalar, sekiz ay zarfinda, memleket içinde çok hazirlik yapildigini gösteriyordu. Damat Ferit Hükûmetinden sonraki hükûmetlerle, millî suurun korunmasi ve güçlendirilmesi için yaptigimiz mücadelelerin ne kadar hakli sebeplere dayandigi, aci bir sekilde bir daha anlasilmis oluyordu. Millî Mücadele'ye kuvvet vermek için cephelerle ve ordu ile ilgilenme bakimindan Istanbul'daki hükûmetlerin gösterdigi baska türlü ihtimallerin aci sonuçlari da ayrica görülecektir.
ANZAVUR VE DÜZCE ISYANLARI
Efendiler, önce, iç isyanlar hakkinda açik bir fikirverebilmek için, müsaade buyurursaniz, iç isyan olaylarina yeri geldikçe dokunmak üzere, anlatilan safhalari özet olarak arz edeyim :
21 Eylül 1919 tarihinde, Balikesir'in kuzey bölgesinde baslayan birinci Anzavur isyani,16 Subat l920'de yine ayni bölgede ikinci defa basgösterdi. Bu iki isyan, askerî birliklerimiz ve millî müfrezelerimizle bastirildi. 13 Nisan 1920 tarihlerinde Bolu, Düzce dolaylarinda da isyan çikti. Bu isyan, 19 Nisan 1920 tarihinde Beypazari'na kadar yayildi. Bu sirada Anzavur, 11 Mayis 1920'de top ve makineli tüfeklerle donatilmis bes yüz kisilik bir kuvvetle, üçüncü defa olarak Adapazari ve Geyve dolaylarinda, zayif bir millî müfrezemize saldirmak suretiyle yine ortaya çikti.Anzavur, gönderdigimiz millî müfrezelerimize, düzenli ordu birliklerimize durmadan saldirdi. 20 Mayis 1920 tarihinde, Geyve Bogazi yakinlarinda yenildi ve kaçmak zorunda kaldi.
Düzce dolaylarindaki isyan olayi önemliydi. Abaza ve Çerkezlerden meydana gelen dört bin kisilik büyük bir kalabalik, Düzce'yi basarak hapishaneleri bosalttilar ve çarpisma ile oradaki süvari müfrezemizin silâhlarini aldilar. Hükûmet memurlarini ve subaylari hapsettiler.
Her taraftan, âsîler üzerine kuvvet gönderdik. Bu arada, Geyve'de bulunan 24' üncü Tümen de, Komutani Yarbay Mahmut Bey basta oldugu halde, Düzce'ye hareket etti. Mahmut Bey , Meclis'in açildigi gün, yani 23 Nisan 1920'de, Hendek'ten Düzce'ye geçerken, Hendek de isyan etti. Adapazari da âsîler tarafindan elde edildi. Mahmut Bey,25 Nisan 1920'de, Hendek - Düzce yolu üzerinde âsîler tarafindan aldatilarak pusuya düsürülmüs ve ilk ateste sehit edilmistir. Kurmay Baskani Sami Bey , yaveri ve daha birkaç subay da ayni zamanda sehit düstüler. Bunun üzerine, 24' üncü Tümen muharebe edemeden âsîler tarafindan tamamiyle esir edildi. Bütün tüfekleri, toplari alindi. Agirliklari yagma edildi. Bu sirada Izmit Mutasarrifi Çerkez Ibrahim , Istanbul'dan Adapazari'na geldi. Halka Padisah'in selâmini bildirdi ve yüz elli lira maasla gönüllü toplamaya basladi. Toplanan âsî kuvvetler bütün o yöreye hâkim olduktan sonra, Geyve Bogazi'ndaki kuvvetlerimize taarruza basladilar.
Bizim, bu isyan alanina gönderdigimiz kuvvetler sunlardi:
1- Salihli ve Balikesir Kuva-yi Milliye'sinin olusturdugu Çerkez Ethem Bey müfrezesi;
2 - Iki tabur düzenli ordu birligi, dört dag topu, bes makineli tüfek ve üç yüz efe süvarisinden kurulmus Binbasi Nazim Bey müfrezesi;
3 - Iki tabur piyade, sekiz makineli tüfek, iki sahra ve iki dag topundan kurulu, Yarbay Arif Bey müfrezesi;
4 - 'Üç yüz kisilik millî kuvvet ve iki makineli tüfek ve iki havan topundan ibaret Binbasi Ibrahim Bey(Çolak) müfrezesi.
Komutan olarak da Ali Fuat Pasa , Geyve Bogazi yakinlarindan Adapazain'na uzanan kesimde, Refet Pasa da Ankara'dan Beypazari yoluyla Bolu'va uzanan kesimde görevlendirildiler.
HILAFET ORDUSU
Efendiler, Izmit'te de Süleyman Sefik Pasakomutasinda, Hilâfet Ordusu adini tasiyan bir hain kuvvet yiginak yapiyordu. Bunun bir kisim kuweti de, Bolu yakinlarinda hurmay BinbasiHayri Bey komutasinda âsîleri desteklemisti. Btz kuvvetle birlikteIstanbul'dan gönderilmis birçok subay da vardi.
Hilâfet Ordusu'nun, Süleyman Sefik Pasa'dan sonra, bellibasli komutanlari, Süvari Tümgenerali Suphi Pasa ve Topçu Yarbaylarindan Senaî Bey'di. Istanbul'da da özel olarak kurulmus birkurmay hey'eti vardi. Bu hey'etin baslica komutanlari da, Kurmay AlbayRefik ve Kurmay Yarbay Hayrettin Bey'lerdi.
Suphi Pasa ile ilgili küçük bir hâtirami anlatayim : SuphiPasa'yi Selânik'ten tanirdim. Ben yüzbasi (kolagasi) iken, o daha o zaman tümgeneral ve süvari tümeni komutani idi. Aradaki rütbe farkina ragrrien, çok yakin arkadasligimiz vardi. Mesrutiyet'in ilâninda, ilk defa Istipdolaylarinda Cumali adinda bir yerde süvari manevralari yaptirmisti. Diger bazi kurmaylar arasinda beni de tatbikat ve manevrada bulunmaküzere davet etmisti. Kendisi Almanya'da yetismis çok usta bir biniciydi.Fakat askerlik sanatini anlamis bir komutan degildi. Manevranin sonunda, ben, yetkim ve rütbem elvermedigi halde, Pasa'yi bütün subaylariniönünde aci bir sekilde elestirmistim. Daha sonra "Osmanli Ordugâhi" adliküçük bir eser de yazmistim.Suphi Pasa , gerek açikça yaptigim üuelestirilerden ve gerek yayinlanan bu eserimden dolayi pek üzüldü. Kendisinin itirafina göre, maneviyati kirildi. Fakat, sahsen bana gücenmedi.Arkadasligimiz devam etti. Iste Hilâfet Ordusu'na bulduklari komutanbu Suphi Pasa'dir. Pasa, sonradan Ankara'ya geldi. Geziye çikiyordum. Istasyonda büyük bir kalabalik içinde biribirimizle karsilastik. Kendisine ilk sorum su oldu : "Pasam niçin Hilâfet Ordusu Komutanliginikabul ettin?" Suphi Pasa, bir an bile duraklamadan : "Size yenilmek için" cevabini verdi.
Bu cevabi ile anlatmak istiyordu ki, bu görevi özel bir maksatla kabul etmisti. Suphi Pasa , öyle bir duygu içinde bulunabilir. Fakat,gerçekte, komutayi üstüne aldigi zaman kuvvetleri zaten yenilmis bulunuyordu.
Bolu, IZüzce, Adapazari ve Izmit dolaylarindaki bu isyan, bu defa Haziran 1920 tarihine kadar üç aydan fazla sürdü. Fakat bundan sonra,29 Teminuzda yeniden bir isyan oldu. Ancak, bundan sonra da, bu bölgede tamamen sakin kalinmis degildir. Bununla birlikte, sonuç olarak âsîlertamamiyle bozguna ugratilmis ve elebaslari, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kanunlarina teslim edilmistir. Hilâfet Ordusu'nun Bolu yakinlarinda bulunan kismi da bozguna ugratildi. Komutani Binbasi Hayrive si ibaylari Yüzbagi A 1 i, 'Üstegmen Serefettin, Üstegmen Hay rettin, Makineli Tüfek Subayi Mehmet Hayri , Tabur KâtibiHasan Lütfi , Cerrah Ibrahim Ethem Efendiler'e de ötekiâsî elebasilarina yapilan islem uygulandi. Hilâfet Ordusu da, Izmit'tenIstanbul'a kaçmaya mecbur edildi.
YENIHAN, YOZGAT VE BOGAZLIYAN ISYANLARI
Efendiler, memleketin kuzeybati bölgesinde âsîlerle ugrasirken, memleketin ortasinda Yenihan, Yozgat ve Bogazliyan dolaylarinda da isyan basliyor. Bu isyanhareketleri de hatirlanmaya deger.
14 Mayis 1920 tarihinde Postaci Nazim ve Çerkez Kara Mustafa adinda birtakim adamlar, otuz kirk kisi ile Yenihan'abagli Kaman köyünde isyan ettiler. Bu hareket gittikçe artan bir siddetlegenisledi. Âsîler, 27/28 Mayis I920 gecesi Çamlibel'de bulunan bir müfrezemizi basarak esir ettiler. 28 Mayis 1920'de diger bir kisim âsîler de Tokat yakininda yürüyüs halinde bulunan bir taburumuza hücum ederekdagittilar ve bir kismini esir ettiler. Cür'etlerini artiran âsîler, 6/7 Haziran 1920 gecesi Zile'yi isgal ettiler. Oralardaki askerlerimiz Zile kalesineçekilerek kendilerini savundi.ilar. Askerin erzak ve cephanesi tükendikien üç gün sonra âsîlere teslim oldular. Asîler 23/24 Haziran 1920'de deBogazliyan'a baskin yaptilar. Orada bulunan bir müfrezemizi dagittilar.Amasya'da bulunan Cemil Cahit Bey' in komutasindaki 5'inci Kafkas Tümeni, âsîler aleyhine harekete geçirildi. Antep bölgesinde bulunanKiliç Ali Bey de, bir millî müfreze ile bu bölgeye gönderildi. Erzurum'dan Ankara'ya gelmekte olan bir Erzurum Millî Müfrezesi de, obölgede birakildi.1920 yili Temmuzunun ortalarina kadar, bu âsîlerin takip ve tepelenmeleriyle ugrasildi. Yenihan isyani, Orta Anadolu,nun ötekibölgelerindeki fesatçilari da harekete geçirdi. Çapanogullarindan Celâl,Edip, Salih ve Hâlit Bey'ler;Aynaciogullari ve DeliÖmer çeteleri gibi birtakim eskivayi baslarina toplayarak 13 HazirandaYozgat civarinda Köhne bucak merkezini, 14 Haziranda da Yozgatsehrini isgal ederek büyük bir bölgeye hâkim oldular. Merkezi Sivas'taolan 3' üncü Kolordu kuvvetleri ve o bölgede biraktigimiz millî lcuvvetleryeterli degildi. Eskisehir'deki Ethem Bey müfrezesi ile Bolu dolaylarindaki Ibrahim Bey müfrezesi de Yozgat bölgesine gönderildiler.
Yozgat ve dolaylarinda âsîler yok edildikten sonra, oraya gönderilen müfrezelere öteki bölgelerde görev verildi. Fakat bu yörelerde genellikle güvenlik kurulamadi.
7 Eylül 1920'de Küçük Aga, Deli Haci, Aynaciogullari denilen birtakim serseriler Zile yakinlarinda, Kara Nazim,Çopur Yusuf adinda birtakim adamlar da Erbaa yakinlarinda yeniden faaliyete geçtiler. Bunlardan Aynaci ogullari üç yüz atli kadar toplayabilmislerdi. Bu durum karsisinda, Ikinci Kuvve-i Sevyareadini alan Ibrahim Bey müfrezesi, tekrar, bulundugu Eskisehir bölgesinden Yozgat'a giderek, oradaki millî müfrezeler ve jandarma kuvvetleriyle birlikte Maden, Alaca, Karamagara, Mecidözü bölgelerinde, çesitligruplar halinde, karisiklik çikaran ve eskiyalik eden âsîleri takip ederekortadan kaldirdi.Ibrahim Bey , âsîllerin ortadan kaldirilmasini ancak üç aydan fazla bir zamanda basarabildi.
GÜNEYSINIRLARIMIZDA GEÇEN OLAYLAR
Efendiler, bu tarihlerde güney bölgelerimizde de bizi ciddî bir sekilde ugrastiran önemli isyanlar çikti : Milli asiretinin beyleri olan Mahmut, Ismail,HaIil Bahur, Abdurrahman Bey'ler, güneyde, düsmanlarla gizlice iliski ve baglanti kurduktan sonra, Sürt'ten Dersim dolaylarinakad:ir uzanan bütün asiretlerin beyleri sifatini takinarak o bölge bos olmal: ve bölgeyi baski altina alniak davasina kalkistilar.
Fransizlar,1920 yili Haziraninin baslarinda, Urfa'yi ikinci defa zaptetmek için hareket ettikleri zaman, Milli asireti de Siverek'e dogru ilerledi buna karsi, o bölgede bulunan 5' inci Tümenimiz görevlendirildi. Butümen o bölgedeki millî kuvvetlerimizle de desteklendi.19 Haziran 1920tarihinde, birliklerimizin takibi altinda, güneydogu yöniinde düsman bölgesine kaçmaya mecbur edildi. Bu asiret, bir süre düsman bölgesinde hazirlandiktan sonra, 24 Agustos 1920'de üç bin atli ve develi ve bin kadarda piyadeden ibaret bir kuvvetle yeniden bizim topraklarimiza geçti. Viransehir yakinlarina geldi.Âsîler, aman dilemek maksadiyla geldiklerinisöyleyerek o bölgedeki komutanlarimizi aldatip, tedbir almakta ihmaledüsürdüler. Bu sirada, o yakinlarda daginik halde bulunan müfrezelerimize saldirarak onlari yendiler ve 26 Agustos 1920'de Viransehir'i isgalettiler. Haberlesmelerimize ve baglantimiza engel olmak üzere de, o bölgedeki bütün telgraf hatlarini kestiler.
Ancak, on bes gün sonra, 5 inci Tümen in Siverek, Urfa, Resulayin ve Diyarbakir'da bulunan birliklerinden gönderilen kuvvetlerlebize bagli asiret kuvvetleri âsîleri yenebilmislerdir. Takip edilen Milli yeniden güneye, çöle kaçti.
Efendiler, güneyde Milli asiretinin isyanini bastirmaya çalisirken,Afyonkarahisar bölgesinde Çopur Musa adinda bir adam da, basina topladigi kuvvetle askerleri ordudan kaçmak için ayartiyor ve milleteaskere gitmemeyi telkin ediyor. Çopur Musa , 21 Haziran 1920 tarihinde Çivril'i basti. Gönderilen kuvvetler karsisinda kaçti ve Yunan ordusuna katildi.
KONYA ISYANI
Efendiler, Çopur Musa olayindan önce birayaklanma olayi da Konya'da oldu. 5 Mayis 1920 tarihinde, Konya'da birfesat dernegi kesfedildi. Bu dernek üyelerinin ileri gelenleri tutuklanmaya basladi. Bir gün sonra, tutuklanmakta olan bu ileri gelenler, halki dakiskirtarak Konya içinde sIlâhli bir toplanti yapmaya giristiler. Bir kisim halk da silâhli olarak disaridan gelerek hep birlikte isyan ettiler. Konya'da bulunan komutan, elindeki kuvvetlerle cesurca hareket ederek âsîleri dagitmayi ve önayak olanlari tutuklayip takip etmeyi basardi.
SAVAS CEPHELERININ DURUMU
Efendiler, Meclis'in açildigi ilk günlerde, çesitli cep helerin ne durumda olduklarini da hep birlikte birdefa daha hatirlayalim :
l. Izmir Yunan Cephesi :
Yüksek hey'etinizce de bilinmektedir ki, Yunanlilar Izinir'e çiktiklari zaman, orada,17' nci Kolordu Komutani olarak ,karargâhiyla birlikteNadir Pasa bulunuyrordu. Kuvvet olarak, Yarbay Hurrem Bey komutasinda 56' nci Tümen'in iki alayi vardi. Bu kuvvet, özellikle, kolordukomutaninin emriyle, düsmana karsi koydurulmaksizin, büyülü hakaretler altinda, Yunanlilara teslim edilmistir. Bu tümenin bir alayi ( 172' ncialay) Ayvalik'ta bulunuyordu. Komutani Yarbay Ali Bey (Afyonkarahisar Milletvekili Albay Ali Bey) idi.
Yunan ordusu isgal alanini genisletirken, Ayvalik'a da asker çikardi.Ali Bey, bu Yunan kuvvetine karsi 28 Mayis 1919'da savasa giris ti. Butarihe kadar, Yunan birlikleri hiç bir yerde atesle karsilik görmemisti.Aksine, bazi sehir ve kasabalar halki korkutulmus, Istanbul 1-IÜkumeti'nin emirlerine uyarak idare âmirleri basta olmak üzere, Yunan birliklerini özel hey'etlerle karsilamislardi. Ali Bey'in Ayvalik bölgesinde muharbe cephesi kurmasi üzerine, yavas yavas Soma'da, Akhisar'da, Salihl:'de millî cepheler olusmaya baslamisti.
1919 yilinin 5 Haziranindan baslayarak, Albay Kâzim Bey (Meclis Baskani Kâzim Pasa hazret1eri), Balikesir'deki 61' inci Tümer'in komutasini, vekâleten üzerine almisti. Daha sonra Ayvalik, Soma,Akhisar kesimlerini içine alan Kuzey Cephesi Komutanligi'ni yapti. FuatPasa 'nin Bati Cephesi Komutanligi'na tayin edilmesinden sonra, Kâzim Bey 'e, Kuzey Kolordusu Komutanligi makam ve yetkisi verildi.Aydin dolaylarinda, Izmir'in isgalinden sonra, asker ve halktan bazi vatanseverler, Yunanlilara karsi savunma, halki cesaretlendirme ve silâhlimillî teskilât kurma gayretleriyle çalisiyorlardi. Bu arada Izmir'den adve kiyafet degistirerek o bölgeye gitmis olan Ce1â1 Bey ( Izmir Milletvekili Ce1â1 Bey'dir)'in gayret ve fedakârligi anilmaya deger. 15/16Haziran 1919 gecesi, A1i Bey 'in Ayvalik'tan gönderdigi kuvvetler, Bergama'daki Yunan isgal kuvvetlerini bir baskinla perisan etmislerdi. Bubaskina, kismen, Balikesir ve Bandirma'dan gönderilen kuvvetler de katilmisti. Bu olay üzerine, Yunanlilar, daginik ve zayif müfrezelerini geriçekip toplamak geregini duydular. Bu arada Nazilli'yi de bosalttilar. Busebeple, Aydin'da hazirlikta bulunurken, çevreden toplanan halk kuvvetleri bunlari sikistirmaya basladi. Yunanlilarla halk arasinda siddetli birçarpisma oldu. Sonunda, Yunanlilar, Aydin'i da bosaltip çekildiler.
Böylece, 1919 yilinin Haziran nyi ortalarinda Aydin cephesi de kuruldu. Bu bölgede bulunan 57' nci Tümen'in Komutani Albay M e h m e tSefik Bey ve Tümen Topçu Komutani Binbasi Hakki Bey'di. Alaykomutanlarindan Binbasi Haci Sükrü Bey, millî kuvvetlerin basindaYürük Ali Efe ve Demirci Mehmet Efe vardi. Sonunda Demirci Mhmet Efe, duruma hâkim olarak Aydin Cephesi Komutanligi'nikendi üzerine aldi. Daha önce dolayisiyla arz etmistim ki, sonradan orayagönderdigim Albay Refet Bey (Refet Pasa) bile Demirci Mehmet Efe'nin komutanligini kabul etmistir.
Efendiler, Izmir'in çesirli cephelerinde kurulan ve yavas yavas subaylar ve askerî birliklerle desteklenmeye çalisilan millî cephelerin beslenmeleri, daha çok, dogrudan dogruya o bölgeler halki tarafindan saglaniyordu. Bunun için de geri bölgelerde millî teskilât kurulmustu. Bu görevin, halktan hükûmete geçisi, Büyük Millet Meclisi Hükûmeti nin kurulusundan sonra saglanabilmistir.
2. Güneyde Fransiz Cephesi:
a) Fransiz birliklerine karsi dogrudan cio5riiya Adana bölgesindeMersin, Tarsus, Islahiye bölgelerinde ve Silifke dolaylarinda millî kuvvetler kurulmus ve çok cesurca ise girismislerdi. Adana'nin dogu bölgesinde, Tufan Bey adiyla hareket eden Yüzbasi Osman Bey 'in kahramanliklari kayda deger. Millî müfrezeler, Mersin, Tarsus, Adana sehirleririn girislerine kadar sokulup hâkim oldular. Pozanti'da Fransizlarikusatarak geri çekilmeye mecbur ettiler.
b) Maras'ta, Antep'te, Urfa'da önemli muharebe ve çarpismalaroldu. Sonunda isgal kuvvetleri buradan çekilmeye mecbur edildiler. Bubasarilarin kazanilmasinda büyük rolleri olan Kiliç A1i ve Ali SaipBey'lerin adlarini anmayi bir görev sayarim.
Fransiz isgal bölgelerinde ve cephelerinde millî kuvvetler, her gündaha esasli bir sekilde teskilâtlaniyorlardi. Millî kuvvetler, ordu birlikleri ile desteklenmeye baslanmisti. Isgal kuvvetleri, her tarafta siki vesiddetli bir sekilde zorlaniyordu.
Efendiler, bu durum üzerine Fransizlar, 1920 Mayisindan baslayarak bizimle temas ve görüsme imkânlari aradilar. Önce Ankara'ya Istanbul'dan bir binbasi ile bir sivil geldi. Bu sahislar, Istanbul'dan önce Beyrut'a gitmisler. Eski Van Milletvekili Haydar Bey bunlara aracilik ediyordu. Bu bulusma ve görüsmelerimizden elle tutulur bir sonuç çikmadi.Fakat, Mayis sonlarina dogru Suriye Fevkalade Komiseri adina hareketeden Mösyö Duquest adinda bir zatin baskanliginda bir Fransiz Hey eti Ankara'ya geldi. Bu hey'etle yirmi günlük bir ateskes anlasmasi yaptik. Bu geçici anlasma ile, biz, Adana bölgesinin bosaltilmasina bir baslangiç hazirlama hedefini güdüyorduk.
Efendiler, bu Fransiz hey'etiyle yaptigim yirmi günlük ateskes anlasmasi, Büyük Millet Meclisi'nde bazilarinin itirazlarina ugradi. Oysa,benim bu anlasmayi kabul etmekle saglamak istedigim yararlar sunlardi :
Önce, Adana bölge ve cephelerinde bulunan ve kismen askerle detakviye edilen millî kuvvetleri, sükûnetle yeniden düzenlemek istiyordum. Millî kuvvetlerin bu çarpisma araliginda dagilabileceklerini de dikkate alarak, ateskes tebligi yaninda bazi tedbirlerin alinmasini da emrettim. Bundan baska, Efendiler, önemli saydigim siyasî bir yararlanmayida hesaba katiyordum. Büyük Millet Meclisi ve Hükûmeti, daha ItilâfDevletleri'nce elbette ki taninmamisti. Aksine, memleket ve milletin kaderiyle ilgili konularda, Istanbul'da Ferit Pasa Hükûmeti ile iliski ve islemlerde bulunmakta idiler. Bu bakimdan, Fransizlarin Istanbul Hükûmeti'ni bir tarafa biralcip Ankara'da bizimle 5örüsmeleri ve herhangi birkonuda uyusmalari, ogün için saglanmasi yararli önemli siyasî bir nokta idi. Bu ateskes görüsmesinde, millî sinirlarimiz içinde olup da Fransizlar tarafindan isgal altina alinmis bulunan bölgelerin tamami ile bosaltilmasini açik ve kesin bir dille istedim. Fransiz delegeleri, bu koniida yetkialmak üzere Paris'e gitmek mecburiyetini ileri sürdüler. Yirmi günlükateskes anlasmasi, bir bakima daha esasli bir anla$ma yapmak için yetkialmaya zaman birakmak gibi kabul edildi. Efendiler, bu görüsme ve konusmalarimizdan bende uyanan izlenim, Fransizlarin Adana ve dolaylarinibosaltacaklari merkezinde idi. Bu düsünce ve inancimi, Meclis'e ifade etmistim. Gerçi Fransizlar, ateskes süresi sona ermeden Zonguldak'i isgaletmek suretiyle anlasmanin yalniz Adana bölgesine ait oldugunu göstermek istemislerse de, biz, bu hareketin ateskesi hükümsüz biraktigi sonucuna vardik. Fransizlarla anlasmamiz bir süre gecikti.
ISATNBUL ANKARA ILE TEMAS ARIYOR VE BU TEMASI NURETTIN PASA SAGLAMAYA ÇALISIYOR
Saygideger Efendiler, 9 Mayis 1920 günü Meclis'in gizli oturumunda açiklama yaparken ve Fransiz me murlari ile hey'etleri tarafindan bizimle temas ve baglanti kurma yollari arandigini bildirirken, mil letvekillerinden biri (yanlis hatirlamiyorsam ÇorumMilletvekili rahmetli F u a t B e y), "birkaç günden beri gûya Istanbul, bizimle anlasmak istiyormus, bu konuda bilgi verir misiniz?" diye bir soruyöneltti.
Gerçekten, o tarihten dört bes gün önce, Istanbul'da Leon adindabir Çanakkale üzerinden bizi aramisti. Ankara'yi bulduktan ve bizim burada bulundugumuzu anladiktan sonra, dediler ki : "Söyleyecegimiz seyler pek önemlidir. Onun için haberlesmeyi geceye birakalim. Ordu merkezleri de aradan çekilsinler. O gece görüsmediler. Fakat bir iki gecesonra yeniden aradilar. Bu defa karsimiza çikan kimse eski Izmir ValisiNurettin Pasa imzasiyla bir telgraf yazdirdi. Bu telgrafin içindekilersöyleydi : "Ben, iki arkadasimla birlikte, Istanbul'un sizinle anlasmasinaaracilik etmeyi vatan için yararli bir görev sayarim. Buradaki hükumetve Ingilizler buna razi oldular. Sizin de olumlu cevabinizi bekleriz. Nurettin Pasa , telgrafini Hey'et-i Temsiliye Baskanligi'na yaziyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ve Hükumeti'nin kurulusundan, çalismayabasladigindan ve Büyük Millet Meclisi'nin varligini ve mesrulugunu dogrulayan Hiyanet-i Vataniye Kanunu'ndan habersiz görünüyor. Nurettin Pa sa'nin telgrafini, Millî Savunma Bakani olan Fevzi PasaHazretleri'negönderdim.Fevzi Pasa, Nurettin Pasa'ya cevap verdi. Bu cevabinda dedi ki : Telgrafinizi Hey'et-i TemsiliyeBaskanligi na ekmekle daha er ek durumdan haberdar olmadi inizanlasiliyor. Ve durumu açikladiktan sonra K Istanbul da hangi makamAnkara'da hangi makamla görüsmek istiyor?" dedi. Bu telgrafa imzasiz olarak gelen cevapta : "Telgrafi yazan kimseler simdi burada degillerdir. Bunu birakip gittiler. Yarin saat 10.00'da size bilgi veririz." deniliyordu. Bundan sonra Nurettin Pasa ikinci defa olarak yine aradi.Bu defa. Telgraf haberlesmeleriyle anlasma imkâni olmadigindan, sizyetkili bir hey'eti Istanbul'a gönderin, görüselim ve anlasalim diyordu.
Efendiler, biz de cevap olarak dedik ki : " Pek dogrudur, gerçekten telgrafla anlasmak mümkün degildir. Fakat siz Mudanya'ya geliniz ve nevakit gelebileceginizi de bildiriniz. Bizim tarafimizdan da orada yetkilikimseler hazir bulunur. Bursa'ya da gereken talimat verildi." Ondan sonra bir daha arayan olmadi. Hoca Müfit Efendi (Kirsehir) : "Acabagerçekten Nurettin Pasa miydi? diye sordu. Ben de : " Evet, gerçektenNurettin Pasa'ydi, karsiligini verdim.
Efendiler, Istanbul Hükûmeti'nin Nurettin Pasa vasitasiylayaptigi bu müracaatin Anzavur'un Balikesir bölgesinde yenilgiye ugratildigi ve Bolu'da basari kazanmaya basladigimiz günlere rastladigini da belirtmeliyim.
-
NURETTIN PASA ANKARA'DA
Efendiler, Nurettin Pasa'dan bir daha telgraf almadik. Fakat, kendisi Diyarbakir'li Kâzim Pasaile birlikte, 1920 yilinin Haziran ayi ortalarinda Ankara'ya geldi. Bizimleisbirligi etmeden önce, bazi konularda görüsümüzü anlamak istediginisöyledi.
Birincisi, Hilâfet ve saltanat makami üzerindeki düsünce ve görüsümüz;
Ikincisi, bolseviklik konusundaki görüsümüz;
Üçüncüsü, Itilâf Devletleri'ne karsi, özellikle Ingilizlere karsi da,savasa karar verip vermedigimiz, konulariydi.
Görüsme, Ziraat Okulu'ndaki karargâhimizin bir odasinda, gece yapildi. Bu görüsme'de, Nurettin Pasa ile birlikte gelen Kâzim Pasa 'dan baska Fevzi ve Ismet Pasa 'lar da hazir bulunuyorlardi. Nurettin Pasa, birinci, ikinci sorulara aldigi cevaplari pek doyurucu bulmadi. Fakat, özellikle üçüncü sorunun cevabi, uzun ve hararetli tartismalara yol açti. Çünkü biz demistik ki, gayemiz, millî sinirlarimiz içinde toprak bütünlügümüzü ve milletin bagimsizligini tam olarak saglamaktir. Bunaengel olmak üzere karsimiza çikacak kuvvet, kim ve ne olursa olsun,mutlaka çarpisir ve basari kazaniriz. Bu konudaki karar ve inancimizkesindir. Iste Nurettin Pasa, bir türlü buna inanamiyor ve razi olamiyordu. Nihayet kendisine dedik ki : "Bu konuda görüsmeyi kabul etmekle, yeni görüslere varmak ve kararlar almak söz konusu degildir. Sen,bugüne kadar milletin iyice belirmis ve kesinlesmis olan inançlarina uyacaksin! "Ondan sonra, kendisine verebilecegimiz uygun bir görev üzerinde duruldu. Kendisinin, Konya valisi sivil görevi ve Konya Yöresi Komutani ünvaniyla Yunan cephesinin güneyindeki bölgenin komutani olmasini uygun gördük. Asil Bati Cephesi için, komutan olarak 18 Haziran1920'de Ali Fuat Pasa'yi görevlendirdik.
Efendiler, o günlerde Yunan Cephesi'nde düsmanin bazi hazirliklaryaptigi hissedildiginden, cephede duyarlik artti. Bu yüzden NurettinPasa'nin görevi kesinlesmeden ve kendisini görev yerine göndermeden,acele olarak Bati Cephesi'ne hareketim gerekti. Nurettin Pasa 'ningörevlendirme isleminin tamamlanmasini Genel Kurmay Baskani bulunan Ismet Pasa'ya biraktim. Gerçekten düsman, bütün cephe üzerinde taarruza geçmisti. Bizim birliklerimiz geri çekiliyordu. Nurettin Pasa, cephedeki elverissiz durumu anlayinca Ismet Pasa'ya görev kabuledebilmek için birtakim sartlarin, hükumetçe karar altina alinmasi gereginden söz etmis. O sartlara göre, hükumet memleketin yönetiminde veönemli konularinda esasli ve kesin karar almadan önce Nurettin Pasa'nin düsünce ve onayini almak zorunda kalacaktir. Çünkü, Büyük Millet Meclisi Hükumeti'nde yer alan üyeler, Tevfik Pasa ve benzerlerigibi, olgun yasta ve tecrübeli kimseler olmayip, genç birtakim kimselermis. Ismet Pasa, pek yadirgadigi bu zihniyet ve teklifi, derhal sifreylebana bildirdi. Ben de Nurettin Pasa'nin, kendisine görev teklif ettigim zaman söylemedigi bu düsünceyi, genel durumda bunalim basgöstermesi üzerine ortaya atmis olmasini anlamli buldum ve Ismet Pasa'ya verdigim cevapta, kendisine görev verilmemesini emrettim. Nurettin Pasa'nin, Yunan taaruzu basladiktan iki gi.in sonra bana gönderdigibir yazida yazdiklarini dikkate deger bulmustum. Arzu buyurursaniz, buyaziyi yüksek hey'etinize oldugu gibi okuyayim :
Ankara Istasyonu, 24.6.1920
Büyük Millet Meclisi Yüksek Baskanligi'na
Efendim Hazretleri,
Atanmis oldugum komutanliktan ve valilikten uzaklastinlma sekli ilegörevden alinma durumunun bildirilis seklini hakaret saydim. Bir devlet adami tarafindan ileri sürülen vatanla ilgili bir düsünce ve görüsün tartisilmasina degil,dinlenilmesine bile deger ve önem verilmemesini ve ilgili Büyük Millet Meclisi'ninve Hükûmeti'nin oylanni alincaya kadar bile beklenmeyerek ve taharnmül edilmeyerek veyahut belki de buna gerek görülmeyerek iki veya üç kisi gibi pek azüyenin düsünce ve istekleriyle bu yolda islem yapilmasinda bir sakinea görülmemesini ve bundan dolayi da memleketin, eber yanilmiyorsam böyle bir anlayislayönetilmesini millet ve memleket için tehlikeli saymakta oldugumun arzina, Baskanlik yüksek makaminin müsaadelerini rica ederim.
Bugünkü sartlar içinde, görev kabulünü sakincali buldugum ve isbirliginiyararli göremedigim için, memleketim olan Bursa'da oturmak üzere, ilk trenle Ankara'dan aynlacagimi bilginize sunar, veda ederim, Efendim Hazretleri.
Nurettin Ibrahim
Efendiler, benim bu yaziya verdigim cevap da aynen suydu :
25.6.1920
Tümgeneral Nurettin Fasa'ya
Ilgi : 24 Haziran 1920 tarihli yüksek tezkereleri.
Söz konusu edilen komutanlik ve valilik görevi, daha Millî Savunma ve Içisleri Bakanliklari'nca resinen zatialilerine verilmeniis ve teblig edilmemisti. Bubakimdan ne atanmaniz ne de ayrilmaniz söz konusu degildir. Yalniz, zâtiâlînizegörev verilmesi ditsünülmüs, bu konuda düsünce ve karanniz sorulmustu, Atamadurumu daha kesinlesmemis oldugu bir sirada, Genelkurmay vasitasiyla ögrenilendûsünce ve kanaatinizdaki kararsizliklar üzerine, Hükûmet'çe, atanmanizdan vazgeçilmesine karar verildi. Böyle bir karan vermek için, zan buyurdugunuz gibi, durumun Büyük Millet Meclisi'nin Genel Kurulu'na sunulmasi, mevcut ve yürürlükteki kanunlarin gereklerinden degildir. Bursa'ya giderek orada oturmaniza gelince, bagli bulundugunuz askerlik meslegi dolayisiyla, bu konuda Millî SavunmaBakanligi yüksek katina usulünce basvurmaniz geregi teblig olunur, efendim.
Büyük Millet Meclisi Baskani
Mustafa Kemal
Nurettin Pasa, Bursa'ya degil Tasköprü'ye gitmis ve uzun zaman orada kalmistir. Bundan sonra da kendisine, yeniden birkaç durumdolayisiyla dokunacagiz. O durumlari da yeri geldikçe gerektigi kadaraçiklayacagim.
TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI HÜKÜMETININ DIS ISLERI KONULARINDA VERDIGI ILK KARAR:
Efendiler, kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'nin, disisleri konularinda verdigi ilk ka rar, Moskova ya bir hey'et gönderilmesi olmustur. Heyet, Disisleri Bakani Bekir Sami Bey'in baskanliginda idi. Iktisat Vekili Yusuf Kemal Bey üye bulunuyordu.11 Mayis 1920'de Ankara'dan hareket eden hey'etin asil görevi, Rusya ile iliski kurmakti. Rusya'nin, hükûmetimizle yapacagi anlasmanin bazi hükümleri, 24 Agustos 1920'de parafe edilmis olmakla birliktedurumun geregi olarak uzlasmaya baglanamayan bazi noktalardan dolayigecikmistir. Moskova Antlasmasi ('3') diye anilan diplomatik belgeninimzasi, ancak 16 Mart 1921'de mümkün olabilmistir.
Saygideger Efendiler, memleket içinde yer yer kendini gösteren içisyanlari takip etmekte gecikmeyen ilk genel Yunan taarruzu, bakislarimizi yeniden batiya çevirecektir.
YUNANLILAR'IN ILK GENEL TAARRUZU
Yunanlilar, 22 Haziran 1920'de Milne (Miln) hat tindan genel taarruza geçtiler. Kuvvetleri alti tümene çikmis bulunuyordu. Üç tümenle iki koldan, Akhisar - Soma yönünden;iki tümenle Salihli yönünden; bir tümenle de Aydin cephesinden taarruzettiler. Düsmanin kuzey kolu, 30 Haziran 1920'de Balikesir'e girdi ve süvarileri 2 Temmuz 1920'de Kirmasti ve Karacabey'i isgal etti. Bu düsmankarsisinda bulunan 61' nci ve 56' nci Tümenlerimiz, Ulubat köprüsünü tahrip ederek Bursa'ya dogru çekildi. Düsman takibe devam ederek Bursa'yida isgal etti ve ileri hatlarini Dünboz - Aksu hattina kadar sürdü. Bununkarsisindaki kuvvetlerimiz fazla sarsildi. Eskisehir'e kadar çekildi. Busavaslar sirasinda Ingilizler, 25 Haziran 1920'de Mudanya'ya ve 2 Temmuz 1920'de de Bandirma'ya birer müfreze çikardilar.
Salihli yönünde doguya ilerleyen iki Yunan tümeni de, 24 Haziranda Alasehir'e girdi. Daha sonra ilerleyerek 29 Agustosta Usak'i zaptettive Dumlupinar sirtlari elimizde kalmak üzere, bu bölgeye kadar ilerledi.Bu düsman karsisinda bulunan 23' üncü Tümen ve millî kuvvetlerimizçok kayip verdi ve zayifladi. Aydin'dan ilerleyen bir Yunan kolu da, Nazilli'ye kadar geldi.
Bu harekât sirasinda, tümenlerimizin kuru birer kadro halinde olduklarini, harp malzemelerinin bulunmadigini ve henüz takviyelerine deimkân olmadigini bilirsiniz.
Efendiler, bizzat Eskisehir'e ve oradan da ileri bölgelere gittim. Gerek orada gerek baska bölgelerde bulunan kuvvetlerimizin düzene sokulmasini emrettim. Yeniden, düsman karsisinda, düzenli komutaya baglicepheler kurulmasini sagladim.
YUNAN TAARUZU KARSISINDA MILLI CEPHELERIN BOZULMASI ÜZERINE MECLIS'TE SIDDETLI HÜCUM VE ELESTIRILER
Efendiler, Yunan taaruzu ve millî cephelerin bozulmasi, Meclis'te büyük bir sikintiya, siddetli hücum ve elestirilere yol açti. Büyük Millet Meclisi'nin 13 Temmuz 1920 günü, 41' inci toplantisinda kusurlarindan ve idaresizliklerinden dolayi, Bursa Komutani Bekir Sami ve Valisi Hâcim Muhittin Bey'lerin ve Alasehir Komutani Âsir Bey'in ne için harp divanina verilmedikleridendolayi, Genelkurmay Baskanligi ve Içisleri Bakanligi hakkinda gensoru önergeleri okundu.
Bu önergenin sahibi, Afyonkarahisar Milletvekili Mehmet SükrüBey'di. Sinop Milletvekili Hakki Hâmi Bey'in de derhal cezalandirma konusundakiisrari "bravo" sesleriyle karsilaniyordu. Önerge sahibi olan Mehmet Sükrü Bey'in,Biz sorumlu tutulduklarini görmek istiyoruz!"feryadi üzerine, gensoru kabul ediliyor. Sorusturma günü olarak tespit edilen 14 Agustos 1920'de, Genel Kurmay Baskani cevap verdi. Fakat bir türlü inandirmak ve yatistirmak mümkün olamiyordu. Karahisar Milletvekili Sükrü Bey "Anket" (ls) istiyor. Diger bir milletvekili bazisubay ve komutanlarin cezalandirilmalarinin tabiî oldugundan söz ederek birçok örnekler siraliyor. Baska bir milletvekili, asker geri çekilirkenbir komutanin otuz alti deve esya götürmüs oldugunu söylüyor. Baskabir milletvekili de Yunan ordusunun kisa bir zaman içinde Akhisar'danMarmara sahillerine varincaya kadar, bütün sehir ve köyleri yildirim hiziyla istilâ ettiginden söz ederek, Bursa felâketi dolayisiyla ugramis oldugumuz korkunç zarar, dünyanin gözünde, Anadolu'da savunma denilen seyin bir göz korkulugu olduguna genel bir kanaat uyandirmistir" diyor ve bu büyük bozgunun sorumlularinin cezalandirilmalarini istiyordu.
Efendiler, uzun ve atesli olarak devam eden tartismalara, benim dekarismam gerekti. Ortaya çikan bu çok aci durumda, Meclis'in üzüntü veilgisini takdir ettikten sonra, düsünce ve duygulari yatistirmak maksadiyla konusma ve açiklamalar yaptim. Benim sözlerime karsi da yapilanufak tefek hücumlara cevap verdikten sonra, genel açiklamalar yeterligörüldü.
Efendiler, ayrintilarini Meclis tutanaklarinda okudugunuz bu atesligörüsmelerden önce, 26 Temmuz 1920 günü de, gizli bir oturumda bunabenzer bir görüsme olmustu. Orada da uzun açiklamalar yapmaya mecburolmustum. Çünkü, üzüntü ve iztirap sonucu yapilmakta olan tenkit vetekliflerde bu yenilgiyi doguran gerçek sebepler sanki unutulmus gibiydi. Bütün felâketin sebebi olmak üzere, daha kurulali ve üzerine görevyükleneli iki ay bile geçmemis olan Bakanlar Kurulu'nu sorumlu tutmakgayesi güdülüyordu. Bir yili askin bir zamandan beri, Yunan ondusununIzmir bölgesinde yerlesmis ve durmadan hazirlanmakta bulunmus oldugu, buna karsilik Istanbul Hükûmeti'nin ordumuzu sürekli olarak felceugratacak sartlar hazirlamakla mesgul oldugu ve milletin kendiligindenkurabildigi millî kuvvetleri dagitip yok ettirmeye çalismaktan baska birsey yapmadigi asla düsünülmüyordu. Eger bu bir yil içirisinde Yunan kuvvetleri karsisinda, azçok bir varlik gösterilmis idiyse, bunun da bes onfedakârin kendiliginden gösterilmis bulunan azim ve gayretlerinin ürünüoldugunu insafla görmek istemiyorlardi. Askerî harekâti, gerçek durumukavrayarak ve askerligin gereklerini göz önünde tutarak düsünen ve inceleyen yoktu. Söylenilen sözler, ya vatanseverlik duygusunun sürükledigi coskunlukla veyahut asiri uluyarlik sonucu olarak feryad ve figan halinde dile getiriliyordu. Söz söyleyenler içinde, ender olmakla birliktemillî inanci ve vatana bagliligi süpheli olanlar bile vardi.
Söz konusu ettigimiz bu gizli oturumda, uzun açiklamalarim sirasinda özellikle demistim ki : "Felâket basa gelmeden önce, onu önlemeve ona karsi savunma çarelerini düsünmek gerekir." Geldikten sonra üzülmenin yarari yoktur. Yunan taaruzu yapilmadan önce yapilacagi kuvvetli bir ihtimalle biliniyordu. Eger bunu önleyecek çare ve tedbirler bulunamamissa, bunun sorumlulugu Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne veonun Hükûmeti'ne ait olamaz. Büyük Millet Meclisi'nin sorumluluk mevkiine geldikten sonra almaya basladigi tedbirler, bir yil öncesinden beriIstanbul Hükûmetleri tarafindan, bütün milletle birlikte ve ciddiyetlealinmaya baslanmak gerekti. Bazi kuvvetlerin cepheden alinip iç isyanlarin bastirilmasina memur edilmesi, Yunan kuvvetleri karsisinda bulundurulmasindaki yarardan daha önemli ve zarurî idi. Yine de öyledir. Gerçi Bursa'da birakilmasi zarurî olan bir tümen, Adapazari isyan bölgesinegönderilen iki tümen, Hendek'te dagilan bir tümen, yani dört tümen; Zile, Yenihan bölgesinde âsîlerle ugrasan bir tümen ve bütün bu düzenliordu kuvvetlerine yardim eden millî müfrezeler, cephede bulundurulabilseydiler, belki de düsman taarruzu bu kadar gelisemezdi. Fakat, memleketin huzuru ve milletin kurtulus gayesi noktasinda birlesip dayanismasaglanamadikça, bir dis düsmanin istilâ adimlarini durdurmaya çalismakne mümkündür ne de bundan köklü bir yarar ve sonuç alinabilir. Ancak,memleket ve milletçe dedigim durum korunabilirse, düsmanin herhangibir zamandaki basarisi ve bunun sonucu olarak fazla toprak ele geçirmisolmasi, geçici olmak niteliginden kurtulamaz. Birlikte ve amaçta azimliolan ve israr eden millet, gururlu ve saldirgan her düsmani eninde sonunda bu gurur ve saldirganligindan pisman kilabilir. Onun için iç isyanlari bastirmak, elbette Yunan taarruzunu durdurmaktan daha önemlidir.Zaten, cepheden iç isyanlara karsi kuvvet ayrilmamis olsaydi, sonucunbaska türlü olabilecegini farzetmek güçtür. Söz gelisi, düsman kuzey cephesine üç tümenle saldirdi. Bizim orada cepheye yetebilecek kuvvetimizyoktu.Filân noktada, filân derede, filân köydeki kuvvetimiz yahut daoralardaki subay veya komutanimiz, düsmanin geçmesine müsaade etmeseydi, bu felâket basimiza gelmezdi" seklinde feryat etmekte anlam yoktur. Tarihte yarilmamis ve yarilmayan cephe yoktur. Özellikle, söz konusu olan cephe, savunmaya ayrilan kuvvetle orantili dar bir cephe olmayipda, böyle yüzlerce kilometre genisliginde ise, bu cephenin surasinda veburasinda bulunan zayif bir kuvvetin, sonuna kadar savunmasini kabuletmek, bütün tasavvur ve muhakemeleri yanilgiya sürükler. Cepheler delinebilir, buna karsi tedbir, delinen kismi derhal kapamaktan ibaretti. Buise, cephe üzerindeki kuvvetlerden baska, geride, yedekte, kuvvetli detekler bulundurmakla mümkündür. Oysa, Yunan ordusu karsisindakimillî cephemiz bu durumda ve bu kuvvette miydi? Bütün Bati Anadoluillerimizde, Ankara ve dolaylarinda, daha dogrusu bütün memlekette,kuvvet denilecek bir askerî birlik birakilmis miydi?
CIDDI BIR ASKERI TESKILAT KURABILMEK VE BUNDA BASARI SAGLAYAILMEK IÇIN ZAMAN SARTTIR
Savas hatlarina yakin köyler halkinin yapabilecegini sanmadan, hayalî sonuçlar beklemek akillica birbekleyis olamaz.Memleketin bütün kuvvet kaynak larindan yararlanma sartlarina ve yetkilerine sahipolduktan sonra bile, ciddî bir askerî teskilât kurabilmek ve bundan basari saglayabilmekiçin zaman sarttir. Bursa'da Bekir Sami Bey'in emrine verilen kuvvetin esasi,Izmir'de tüfek attirilmaksizin Yunanlilara teslim edilen ve Yunan gemileriyleMudanya'ya çikarilan iki alay kadrosu degil miydi?Bu kuvvetin moralini düzeltmekiçin istanbul Hükumetleri herhangi bir tedbir almislar miydi? IstanbulHükumetleri degil miydi ki, Yunan taaruzundan önce, Balikesir'de savunmaya çalisan kuvvetlerimizin arkalarinda Anzavur'u saldirtti?Yine Istanbul Hükumeti, Halife ve Padisah degil miydi ki, Yunan Cephesi'nde kullanilacak oldukça kuvvetli bir tümeni, 24' üncü Tümeni Hendek - Düzce yolunda, Hilâfet Ordusu ve âsîlerin gruplari tarafindanaldatilarak dagittirmis ve komutanlarini sehit ettirmisti.
Memleketin alinyazisinin sorumlulugunu yeni üzerine almis olanHükûmet, bu tarihteki sartlar içinde acaba seferberlik yapabilmeyi düsünebilir miydi? Memleketin neredeyse bastan basa Halife'nin fetvasihükmünü yerine getirmeye sürüklenip zorlandigi bir sirada, milleti askereçagirarak dogru ve mümkün görülebilir miydi? Bundan baska, bütünmilleti silâh altina çagirmadan önce, silâh sayisinin, eldeki silâhi kullanilir durumda tutabilmek için cephane ve para miktarlari ile kaynaklarin düsünülmesi zarurî degil miydi? Durumu incelerken ve tedbir düsünürken, aci daolsa gerçegi görmekten bir an olsun uzak kalmamak gerekir. Kelimizi ve birbirimizialdatmak için lüzum ve mecburiyet yoktur.Biz durumun ve cephelerin ihtiyacindanhabersiz degiliz. Her taraftan adima sayisiz telgraflar gelmektedir :"Büyük çapta düzenli kuvvetler gönderiniz, su kadar cephane gönderiniz,bunlar gelmezse burada yeniliriz denilmekte,tehlike ve ates içinde bulunmanizin verdigi heyecan dolayisiyla, durum aci bir dille anlatilmaktakdir. Bizim görevimiz ve durumumuz, onlarin üzüntü ve heyecanina katilarak halkin maneviyatini kirmak degildir. Alcsine, acilara direnme gücü, sebat ve ümit verecek sekildehareket etmektir.
Bundan sonra, elbette durumlar degisecek, bütün memleket ve millete gerçekten ümit ve güven verecek tedbirler uygulanacaktir. Artik bunaengel kalmamistir. Hükûmet bir kisim dogumlulari da silâh altina alabilecektir.
YESILORDU
Saygideger Efendiler; Bazi bulanik meselelerin kolaylikla aydinlanmasinayardimci olacagini sandigim için yüksek heyetinize, bir Yesilordu dansöz edecegim :
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ve Hükûmeti'nin kurulusundansonra, Ankara'da, Yesilordu adi altinda bir dernek kuruldu. Bu derneginilk kuruculari, pek yakin ve bilinen arkadaslardi. Kurulus amaciniaçiklamak için, iç isyanlari ve bu isyanlara karsi gönderilen ordu kuvvetlerinin ve millî müfrezelerin gösterdikleri bazi durum ve manzaralarihatirlamak gerekir. Âsîlerin, ordunun erlerine Halife'nin fetvasindan, Padisah'in askerligi affettiginden, Ankara'daki hükumetin mesru olmadigindanbahsederek, onlari kolaylikla kandirdiklari defalarca görüldü. Gerçekten de, birçok yerde, bazi ordu erleri âsîlerle çarpisacak yerde, aksinesilâhlarini birakarak köylerine, memleketlerine savusuyorlardi. Millî müfrezelerin inkilâbin gayesini daha kolay anladiklari ve âsîlerin aldatmacalarina kapilmadiklari anlasilmisti. Bu sebeple, Osmanli ordusunun artiklari denebilecek olan, o tarihlerdeki yorgur, bezgin ve yeni inkilâp ülküsüne göre yetistirilmemis birliklerle inkilâbi basarma konusundakigüçlükler, hissedilir bir derecedeydi. Orduyu yeni bir zihniyetle suurlubir duruma getirmenin, o günlerin sartlari içinde pek güç olacagi saniliyordu. Bu bakimdan aranilan vasiflari tasiyan, suurlu kimselerden seçilmis ve inkilâp için güvenilir bir teskilât kurma düsüncesi, bazi kimselerin kafasinda yer etmeye baslamisti. Biribirini kovalayan, kanli ve tehlikeli durumlar gösteren iç karisikliklar karsisinda, bu belirttigim düsünceve egilim kuvvetlendi.Nihayet, bazi kimseler, böyle bir kurulus vücudagetirmek üzere fiilen tesebbüse geçtiler. Ben, bir yandan ordumuzu canlandirmak ve güçlendirmek için çareler ararken, bir yandan da her türlüsakincalarina ragmen, her yerde, ister istemez kurulmus olan millî müfrezelerden yararlanmaya çalisiyordum. Fakat, ciddî bir disiplin, kayitsizsartsiz ve tereddütsüz itaat isteyen önemli askerlik görevlerinin ancak düzenli bir ordu ile yerine getirilebilecegi gerçegini unutmaya elbette imkanyoktu. Millî müfrezelerden yararlanma, zaman kazanma maksadina dayanabilirdi. Süphesiz, kullanilmalari zarurî olan millî müfrezelerin, seçkinve suurlu kimselerden kurulabilmesi arzu edilirdi.
Yesilordu teskilâtinin ilk kuruculari arasinda bulunan yakin arkadaslar, sirf bana yardim maksadiyla ve beni ayrica yormamak düsüncesiyle, kendileri tesebbüse geçerek çalismayi uygun görmüsler. Bana, yalniz, yararli bir is yapacaklarini söyleyerek, kisaca bu tesebbüslerindensöz etmislerdi. Ben, gerçekten pek mesgul oldugum için, arkadaslarin butesebüsleri ile uzunca bir süre ilgilenemedim. Yesilordu teskilâti bir bakima gizli bir teskilât olarak kurulmus ve oldukça genislemis. Genel Sekreteri Hakki Behiç Bey ve Ankara'daki yönetim kurulu önemli veesasli çalismalar yapmislar. Basili tüzükleri ve görevli memurlari hertarafa gönderilmis. Yalniz, bir noktayi da isaret etmeliyim ki, Yesilorduteskilâti ile mesgul olanlar, benim bu isi bildigimi, uygun oldugumu veistedigimi söylediklerinden, her tarafta benim adima teskilâti genisletmeye ve güçlendirmeye çalisanlar çogalmis. Faaliyete geçmis olan teskilât,yalnizca millî müfrezeler olusturmak gibi sinirli bir alandan çikmis veçok genel bir amaca da yönelmis.
Teskilâtin kuruculari arasina, milletvekili olan Çerkez ResitB e y ve Ankara üzerinden Yozgat'a gidip gelir ken olacak, Çerkez Ethem ve kardesi Tevfik Bey'ler girmisler. Bundan baska Ethemve Tevfik Bey müfrezelerinin bütün adamlari Yesilordu'nun âdeta temelini olusturmuslar.
ÇERKEZ ETHEM VE KARDESLERININ ILK DEFA DIKKATI ÇEKMEYE BASLAYAN BAZI TAVIR VE DAVRANISLARI
Efendiler, bu giristen sonra, Çerkez Ethem Beyve kardeslerinin, ilk defa dikkati çekmeye baslayanbazi tavir ve davranislari hakkinda yüksek hey'etinizi aydinlatmak isterim. Çerkez Ethem Bey millî bir müfreze ile önce A n z a v u r' un takibinde ve sonra da Düzce isyaninda, basarili bazi hizmetleryapmis oldugu için, Yozgat'a gitmek üzere Ankara'ya çagrildigi zaman ,hemen herkesten iltifat ve takdirler gördü. Süphesiz, kendisini abartmalibir tarzda begenenler ve övenler de bulunmustur. Ethem Bey ve kardeslerinindaha sonraki davranislari, gördükleri övücü muameledenmagrur olduklarini ve bazi hayallere kapildiklarini gösteriyor. EthemBey ve kardeslerinden Tevfik Bey, Yozgat'ta, isyani bastirmaklamesgul olduklari sirada, kendilerine yakin uzak ne kadar askerî ve millîkomutanlarimiz varsa, bunlarin rütbe ve mevkilerine deger vermeksizinhepsine birer birer asagilayici ve saldirgan davranislarda bulunmaktahiçbir sakinca görmemeye basladi. Ethem Bey'in sahsini, niteliginive degerini tanimayan komutanlarin çogu, memleketin ates içinde bulundugunu ve Ethem Bey'in abartmali olarak isittikleri hizmetinidüsünerek, mümkün oldugu kadar kendisiyle fazla çekismeden kaçinmislardi.
Bundan cür'et alan Ethem ve kardesi Tevfik Bey'ler, Türk ordusunda degerli hiçbir subay ve komutan bulunmadigi ve kendilerininherkesten üstün birer kahraman olduklari zannina kapilmislar ve bu zanlarini açiktan açiga pervasizca herkese söylemekten çekinmemeye baslamislardi.Dogrudan dogruya valilere ve herkese emirler veriyorlar veemirlerinin yerine getirilmemesi halinde idam edilecekleri gözdagini daekliyorlardi. Ethem Bey, Ankara ve Ankara'daki hükumet üzerinde bile otorite kurma denemesinde bulunmustur. Sözde, Yozgat isyani, Yozgat'in bagli bulundugu Ankara valisinin kötü idaresinden çikmis; bundan dolayi isyana sebep olanlar için uyguladigi cezayi, ki o ceza asilarakidamdi, Ankara valisi için de olay yerinde dogrudan dogruya kendisi uygulamaya karar vermisti. Yozgat'a gönderilmesini istedigi Ankara valisi Millî Mücadele'de fevkalâde hizmet etmis, yararlik göstermis ve göstermekte olan Yahya Galip Bey'di.Yahya Galip Bey'in, hizmetiözellikle bizce takdir edilmis pek gerekli ve yararli bir zat oldugu biliniyordu. Iste böyle bir zati, kendi eline, idam sehpasina vermeye bizi mecbur etmekle en büyük otorite ve etkiyi kazanabilecegini düsünmüstü. Elbette Yahya Galip Bey'i veremezdik ve vermedik. Ethem ve kardesleri bu konu üzerinde fazla israr edemediler. Fakat Yozgat'ta, özelliklemilletvekillerine:"Ankara'ya dönüsümde Büyük Millet Meclisi BaskaniniMeclis önünde asacagim"yollu bosbogazliklari duyulmustur. Yozgatmilletvekili Süleyman Sirri Bey'de bu bosbogazligi isitenlerdendir.Biz, bütün duyup ögrendiklerimize ragmen bu kardesleri daima yararlanabilecegimiz bir durumda bulundurmak yolunu tercih ettik. Bu sebeple kendilerini idare ettik. Yozgat'tan sonra Ankara üzerinden Kütahya bölgesine gönderdik. Bu konuya tekrar dönmek üzere, sözü asil konumuz olan Yesilordu'ya getirecegim.
Bilginize sunmustum ki, her yerde, Yesilordu teskilâtini benim adimakuruyorlardi. Sahsen tanidigim kimselerden birinin, ErzurumluNazim Nazmi Bey'in, görevli bulundugu Malatya'dan gönderdigibir mektupta, Yesilordu teskilâtinin beni sevindirecek biçimde genisletilmesineçalisildigi bildiriliyordu. Bu haberden uyanarak, bu gizli dernekhakkinda arastirmalar yaptim. Bu dernegin nitelik bakimindan zararli birsekil aldigi görüsüne vardim. Hemen kapatilmasi gerektigini düsündüm.Bu konuda tanidigim arkadaslari aydinlattim. Görüsümü söyledim. Onlarda geregini yerine getirdiler. Fakat, Genel Sekreter olan Hakki BehiçBey, dernegin kapatilmasi ile ilgili teklifimin yerine getirilmesinin mümkün olmadigini söyledi. Ben, kapattiririm, dedim. Bunun da imkânsizoldugunu, çünkü, durumun tahminden daha büyük ve daha güçlü oldugunuve bu dernegi kurmus olanlarin sonuna kadar maksatlarindan ayrilmayacaklari hususunda birbirlerine söz vermis olduklarini kendine has bir tavirla söyledi. Olaylar gösterdi ki, biz bu gizli dernegin faaliyetine son vermeye çalistigimiz halde, tam olarak basaramadik. Resit,Ethem veTevfik kardesler basta olmak üzere, dernek ileri gelenlerinden bir kismi bu defa faaliyetlerine yikici yönde ve bize karsi olarak devam etmislerdir.Eskisehir'de çikarttiklari Yeni Dünya gazetesi ile de, düsünce vemaksatlarini saldirgan bir sekilde yayinlatiyorlardi
-
CELALETTIN ARIF, HÜSEYIN AVNI BEYLERIN ERZURUM'A GIDISI VE ORADA ORTAYA ATTIKLARI MESELELER
Saygideger Efendiler, takibini düsündügüm siraya göre, yüksek hey'etinizi biraz Dogu Cephemizle mesgul edecegim. Ancak, üzerinde duracagim durumdan evvelki bir safha vardir ki, önce onu açiklamak gerekiyor.
Birinci Büyük Millet Meclisi'nde Ikinci Baskan olan Erzurum MilletvekiliCelâlettin Arif Bey 15 Agustos 1920 tarihli bir dilekçeyleMeclis'ten iki ay süreyle izin aldi. Ileri sürdügü mazeret, zihin yorgunlugundan ileri gelen sürekli bas agrisi idi. Ayni zamanda, çoktan beri görmedigi seçim bölgesinde de incelemeler yapmak istiyordu.
Celâlettin Arif Bey, Erzurum milletvekillerinden Hüseyin Avni Bey'in, kendisiyle birlikte gönderilmesini benden özel olarakrica etti. Hüseyin Avni Bey'in, Meclis'ten izin isteyebilmesi için belirli bir mazereti yoktu. Ben, kendisini özel bir görevle gönderecektim.Bu hususu, 18 Agustos 1920'de Meclis'ten rica ettim. Kabul edildi.
Celâlettin Arif ve Hüseyin Avni Bey'lerin, Erzurum'avarislarindan sonra,Celâlettin Arif Bey 'den 10, 15 / 16 ve 16 Eylül1920 tarihlerinde üç sifreli telgraf aldim. Bu telgraflara göre, Erzurumhalkinda gerginlik ve kaynasma varmis... Fakat, Celâlettin Arif Bey'in Ankara'dan Erzurum'a hareketini haber alinca, halk beklemeyitercih etmis... Kaynasmanin sebebi de, ordu ambarlari, tüfek ve cephanekaybi ve süt dagitimiyla ilgiliymis.
Celâlettin Arif Bey, bazi memurlarin degistirilmesi ve cezalandirilmasi gibi islerde çabukluk istiyordu. Söz konusu memurlarin degistirilme vecezalandirilmalarinda, Erzurum Vali Vekilligi'nde bulunanAlbay Kazim Bey (Izmir Valisi Kazim Pasa) basta bulunuyordu.Celâlettin Arif Bey, halkla görüsülerek, eski Adana Valisi Kazim Bey'inErzurum valiligine atanmasina karar verildiginden, Trabzon yoluyla tebligat yapilmasindan ve Kazim Bey gelinceye kadar halk oylamasina basvurularak bir vali vekili seçilmesinden söz ettikten sonra,verilecek olumlu cevapla halkin gittikçe artan kaynasmasi hemen yatistirilmazsa, tehlikeli sonuçlar dogacagindan korkulmakta oldugunubildiriyordu. Sonuncu telgrafinda : Ankara, sikâyeti dikkate almadigindan, mesele, Ankara'ya güvenin sarsilmasi sekline dönüsebilecektir denilmekteydi.
Efendiler, Dogudaki kolordumuzda dehsetli bozulma ve yolsuzluklar varmis... Bozulmanin derecesi o kadar artmis ki, halkin vatanseverlikduygusuna dokunmus... siddetle kaynasmasina yol açmis... Fakat, bu kadargenel ve yatistirilmasi mümkün olmayan kaynasmayi Erzurum'da nevali vekili ne kolordu komutani anlamis! . . Hiçbir görevli, hiçbir ilgiliböyle bir kaynasmanin farkina varamamis, Hükûmeti haberdar eden hiçbirkimse bulunmamis... Bununla birlikte halk, Celâlettin Arif Bey'inzihin yorgunlugundan dolayi izinli, Hüseyin Avni Bey' in de benimtarafimdan görevlendirilerek Erzurum'a hareket ettiklerini haber aldiklarindan, gerginlik ve kaynasmalarini frenlemisler... Milletvekili Beylerinoraya varmalariyla birlikte açiga vuruyorlar.
Dogrusu Efendiler, ben bu bilgilere asla inanamadim.Celâlettin Arif Beyve Hüseyin Avni Bey'lerin birer bahane bularak Erzurum'agitmelerini anlamli buldum ve hayret ettim. Hele, halkin genel oyuna basvurarak vali atanmasiyla ilgili teklifin, hukuk profesörlügü yapmis, kanun adami olarak taninmis, Meclis-i Meb'usan Baskanligi'ndan TürkiyeBüyük Millet Meclisi Ikinci Baskanligi'na gelmis, Celâlettin Arif Bey'den geldigini görmek hayretimi büsbütün artirdi.
Erzurum'daki Büyük Millet Meclisi Ikinci Paskani'na, 16/ 17 Eylül1920 tarihinde : Telgraflarinin Bakanlar Kurulu'nda okundugunu,bu konuda Cephe Komutanligi ile haberlesme yapilmakta oldugunu bildirdim. Dogu Cephesi Komutanligi'ndan da,Celâlettin Arif Bey 'in telgraflariniözetledikten sonra, bilgi istedim ve görüsünü sordum.
CELALETTIN ARIF BEY'IN GENIS YETKIYLE DOGU ILLERI VALILIGINE ATANMASI ISTENIYOR
Dogu Cephesi Komutani Kâzim Karabekir Pasa'nin da,14 Eylül 1920'de benim telgrafimdan önce yazilmis sifreli bir telgrafini 19 Eylülde aldim. Bu telgrafta:" Celâlettin Arif Bey'in Rize, Trabzon, Erzurum, Erzincan, Van, Bayazit illerini veyüce Meclis'çe uygun görülecek baska bölgeleri de içine almak üzere Dogu Illeri ve Valiligi'ne atanmasini arz ve teklif ederim "denildikten sonrasu düsünceler ekleniyordu: "Bu teklifin kabul edilip uygulanmasi halinde,askerî ve sivil her iki görevin gereken önem ve titizlikle yapilmasindansaglanacak yarar disinda, yeri gelince, önemli isleri görüsmek ve gereginisüratle yerine getirmek için milletvekili olarak bir zat daha bulunmusolur. Yukarida arz edilen hususun Büyük Millet Meclisi'nce lâyik olduguönemle dikkate alinarak kabul edilip onaylanacagini umar, bu konudayüksek sahsiyetlerinin yardim ve himmetlerini istirham ederim." Durum,ana çizgileriyle Celalettin Arif Beyefendi ile görüsülmüs ve kendilerince de uygun bulunmus ise de, bu konudaki kararin Millet Meclisi'nin uygun bulmasina ve onayina bagli oldugu tabiîdir.
Efendiler, ordudaki yolsuzluktan, halktaki kaynasmadan, Erzurum'ahalkin oyu ile vali seçiminden ve acele olarak olumlu cevap verilmezseAnkara'ya karsi güvensizlik dogacagindan söz eden Celalettin Arif Bey,ordununkomutani ile görüsüyor ve kendisini genis yetkiyle DoguIlleri Valiligi'ne teklif ettiriyor. Ordu Komutani da, Celalettin Arif Bey'in, sonuç olarak kendi aleyhindeki sikâyetinden habersiz görünüyor. Durumu, özel maksatla düzenlenmis bir oyun ve ayni zamanda birgaflet manzarasi gibi kabul etmemek mümkün degildi.
Kâzim Karabekir Pasa 'nin 16/17 Eylül tarihli telgrafima, 18Eylülde verdigi cevapta:" Celalettin Arif Bey'in bildirdikleri, birkaç kisinin, Vali Vekili Albay Kâzim Bey'i sirf Erzurum'dan uzaklastirmak için yaptiklari dedikoduya dayanmaktadir.Halktaki kaynasma vehalkin oylari ile vali seçimi hususlari, ne yazik ki, Celalettin Arif Bey'in yanlis bir yol tutmalarindan baska bir sey degildir sanirim. Küçüklerinden büyüklerine bütün Dogu'nun pek çok saygi ve güvenini kazanan bendenize,söz konusu sikâyetlerin yapilmamasi, is çevirmek isteyenlerin basarili olamayacaklarini bilmeleri sonucudur..."
Celâlettin Arif Bey, Albay Kâzim Bey'in, Vali Vekilliginden ve Kolordu Komutanligi Vekilliginden alinarak Erzurum'danuzaklastirilmasini bendenize teklif etti. Vali Vekilliginden alinmasininIçisleri Bakanligi'nin emriyle ve Vali Vekilligini kendilerinin yani Celalettin Arif Bey 'in üzerine almasiyla mümkün olabilecegini bildirdim.
Celalettin Arif Bey'in, Erzurum'daki gayri resmî durumunun,nüfuzunu kirabilecegini zannederim. Basladiklari isin sükûnetle ve basariyla sona erdirilmesi için, derhal Erzurum Vali Vekilligini üzerine almasisarttir. Uygun görülürse, daha sonra Dogu Illeri Müfettisligi'ne veyavaliligine atanir. Herhalde bahis buyurduklari kaynasma ve gerginliginkendi tesrifleri üzerine simdilik yatistigini kabul etmiyorum. Böyle birsözü, kendisine pek önem verildigini gören bir kimsenin cür'etli ifadeleridiye kabul ediyorum...
CELALETTIN ARIF BEY KENDI KENDINE ERZURUM VALI VEKILI OLUYOR
Kazim Karabekir Pasa'nin 14 ve 18 Eylültarihli telgraflarina, 20 Eylülde verdigim cevapta,Büyük Millet Meclisi üyeligi ile memurluk görevinin bir sahis üzerinde ayni zamanda bulunamayacagi ile ilgili 8 Eylül 1920 tarihli kanunun ilgili maddesini aynen yazdiktan sonra, Celâlettin Arif Bey'in Erzurum Valiligi'ne atanmasimümkün degildir. Milletvekilliginden ayrildigi takdirde, söz konusu ileVali olarak getirilmesi Hükûmet'e teklif edilebilir dedim.
Oysa, Efendiler, Kâzim Karabekir Pasa 'nin, son telgraf tarihiolan 18 Eylül günü, bizim 20 Eylülde bildirdigimiz, kanunun hükmüne aykiri olan durum Erzurum'da alinmis imis...
Bu kanuna aykiri durumdan, ayni zamanda yeni Türkiye'nin AdaletBakani olan Celâlettin Arif Bey'in, 18 Eylülde yazilip da 21Eylülde aldigim telgrafi ile haberim oldu. Kendi kendine Erzurum ValiVekili olan, Adalet Bakani'nin telgrafi aynen söyledir : Erzurum, 18.9.1920
Ankara'da Büyük Millet Meclisi Baskani Mustafa Kemal Pasa Hazretleri'ne
Kazim Karabekir Pasa'ya gönderilen seref verici yüksek telgraflariniz üzerine, arz edilen meseleler üzerinde kendisiyle enine boyuna görüstük. Pasa, durumun dehsetini anlamak istemiyorlar ve maiyetinde bulunan kimseler her bakimdan himaye ediliyor. Kamuoyundaki kaynasmanin bir an önce yatistirilmasi için silâh, askerî malzeme ve diger malzemelerle, Kilise'de çikan yolsuzluk söylentilerini iyice inceleyebilmek ve bu islere yeltenenleri kanunun pençesine teslim edebilmek için, halkin saygisini kazanmis olan 4ncü Tümen KomutaniHalit Bey'in görevlendirilmesini istirham ederim. Ordu hesaplarinin denetlenmesi de gerektiginden, derhal bir maliye müfettisinin gönderilmesiyüksek kararlariniza sunulur. Kazim Pasa'dan simdi aldigim bir yazida, daha öncevali vekilliginden kayitsiz sartsiz çekilmeye karar veren AIbay KâzimBey, o kararindan vazgeçerek vekilligi bendenize veya Içisleri Bakanligi'ndantayin edilecek bir vekile devredecegini yazili olarak bildirmistir. Kendisininvekilliginin devami da sakincali ve tehlikeli görülmüs oldugundan, su bir iki güniçinde durumun nezaketi dolayisiyla ve memlekette çikabilecek bu karisikligameydan verilmemek üzere, Içislerinden gelecek emri bekleyerek vekilligi kendi üzerime almak mecburiyetinde kaldim. Erzurum halkinca, vekilligi arzu edilen arkadaslardan Hüseyin Avni Bey'in vali vekilligine atanmasi istirhamolunur. Ileri sürdügüm bu teklifler sayesinde, kamuoyu yatistirilabileceginden, gereginin yerine getirilmesi zatidevletlerinin kararina baglidir. Adalet Bakani Celâlettin Arif
Efendiler, Büyük Millet Meclisi Baskani ve Adalet Bakani Celâlettin Arif Bey'in bu tutumu ve telgraflari, bizim için anlasilmazbir bilmece halini aldi. Durum çok önemli ve nazikti. Bu önem içindenezaketin sebebi, bence, Celâlettin Arif Bey'in ve isbirligi yaptigiarkadaslarinin gerçeklestirmeyi hayal ettikleri gizli niyetler ve bu maksatla aldiklari tavir veyahut yaptiklarini zannettikleri oldubitti degildi.Hayatinin önemli bir kismini savas meydanlarinda geçirmis, ihtilâller veinkilâplar içinde yogrulmus insanlar için, bu gibi ufak tefek beklenmedikolaylarin karsi tedbirlerini bulup uygulamakta kararsizlik gösterileceginive gecikilecegini sananlarin aldanacaklarina süphe yoktur.
DOGU CEPHESINDE ERMENISTAN'A TAARRUZ KARARI VERDIGIMIZ SIRADA
Gerçekten durum çok önemli ve çok nazikti. Çünkü,bu günlerde Dogu Cephesi'nde Ermenilere karsi artik taarruza karar vermistik. Bunun için hazirlanmakta ve tedbirler almaktaydik. Dogu Cephesi Komutani'na da gereken emirler ve talimat verilmisti. Dogu'da, ileri sürülenordunun arkasindan, Hükûmet'in Adalet Bakani, sözde o ordununhirsizligini, mensuplarinin yolsuzluk yaptiklarini ortaya koymak için,kanuna aykiri olarak o ilin vali vekili kimligine bürünmeyi bir çare vetek çikar yol olarak buluyor.
Erzurum'dan cephedeki karargâhina gitmis bulunan Cephe Komutani, nihayet 22 Eylül tarihinde diyor ki :
Celâlettin Arif Beyefendi 'nin Dogu Illeri Genel Valiligi'neatanmasi için, zâtidevletlerine daha önce yapmis oldugum teklif, bendenize hissettirilmis ve. tarafimdan içtenlikle karsilanmis bir düsüncenin sonucuydu. Celâlettin Arif Bey'in, Erzurum'la ilgili tesebbüs ve müracaatlari ile gerçeklersu yüzüne çikmis oldugundan, kendisinin Genel Valilige atanmasindaki teklifimdenelbette vazgeçmis oldugum bilgilerinize arz olunur. Dogu Cephesi Komutani Kâzim Karabekir
CELALETTIN ARIF BEY'IN ÜLTIMATOMU
Erzurum Vali Vekilligini üzerine alan Büyük MilletMeclisi Ikinci Baskani'ndan da ayni tarihli,yani22 Eylül 1920 tarihli bir telgraf aldim. Bu telgrafta deniliyor ki :"Silâhve cephaneler, erzak ve terkedilmis mallarda yapilmis olan yolsuzluklar,kanuna aykiri ve sinirsiz vergi toplama, kanunsuz baski ve zorbalik halkin duygularini büsbütün incitmis... Erzurum halkinin güvensiz ve ümitsiz bir duruma düserek, artik kendi elleriyle idare edilme geregini tekkurtulus çaresi saydigi bir zamanda buraya geldik.Karabekir Pasa'nin da hareketi memleket çikarlarina uygun degildi. Bu sebeple,açiktan açiga yapilan kötülük ve yolsuzluklara hemen son vermek ve yapanlari cezalandirma gereginde halk topluca israr etti. Güvenilir tedbirlerin hemen alinmasi istegi ve Vali Vekilligini bizzat kabul etmekligimPasa da dahil oldugu halde halk tarafindan istirham edildi. VekilligiHüseyin Avni Bey'e vermek geregini yazmistim. Erzurum halkinin kendilerinden sayarak güven gösterdikleri Hüseyin AvniBey'in yirmi dört saate kadar görevlendirildiginin bildirilmesi. . . Celâlettin Arif" (Belge : 258).
Saygideger Efendiler, halkin kendi eliyle kendini idare etmesi ilkesini ortaya koyan bizdik. Fakat bununla, asla her ilin veya her bölgenin ayri ayri birer yönetim birligi kurmasini kastetmedik. Maksadimizi,Büyük Millet Meclisi'nin ilk günlerinde açikça ifade ettik.
Meclis'in de kabul ettigi maksat ve gayemiz, millî iradenin kendinigösterdigi tek yer olan Millet Meclisi'nin bütün vatanin mukadderatinieline aldigi seklinde ifade edildi.
Bu Meclis'in baskanlarindan biri olan ve Hükumet'te bakan hem deAdalet Bakani olarak yer alan bir zatin, orduda veya herhangi bir yerdekanuna aykiri bir hareketi ortaya çikartmak ve sorumlularini kanununpençesine teslim etmek için basvuracagi yol, birtakim beyinsizlere uyarak, çok yakindan tanidigim, gerçekten vatansever Erzurumlu hemsehrilerimin asla razi olamayacaklari isyankâr bir durum almak mi olacakti?
Hüseyin Avni Bey 'in 24 saate kadar Vali Vekilligine tayinini istiyor. Bu ültimatomun anlami var miydi?
Celâlettin Arif Bey, bu teklifini Kâzim KarabekirPasa' ya da yapmis. . .Kâzim Karabekir Pasa,ona demis ki"Hüseyin Avni Bey,yedek tegmen olarak sahnelerde subaylarieglendiren,hiçbir resmî görevde bulunmamis siradan bir adamdir. Bunu vali vekili yapmak Hükûmet'i oyuncak etmeyi istemek olur."
Efendiler, Celâlettin Arif Bey'in ültimatomuna verdigimcevap aynen söyleydi : sifre Geciktirelemez Sayi : 388 Ankara, 23.9.1920
Erzurum'da Adalet Bakani Celâlettin Arif Beyefendi'ye
Ilgi : 22.9.1920 tarihli sifre : Ilk telgrafinizi önemle dikkate almis ve bukonuda Dogu Cephesi Komutanligi ile haberlesilmekte oldugunu yazmistim. Adigeçen komutanlikça gereginin yerine getirilecegi pek tabiî idi. Buna ragmen, biribiri ardinca yapilan kanunsuz ve isabetsiz teklif ve tesebbüsleriniz Hükûmet tarafindan hayretle karsilanmistir. Içisleri ve Millî Savunma Bakanliklarinca ilgilimakamlara gerekli tebligatta bulunulmustur. Zâtiâlilerinin Hükümet'in lüzum gördügü açiklamalari yapmak ve gerekirse Meclis huzurunda da açiklamalarda bulunmak üzere Ankara'ya hemen dönmeniz gerekmektedir. Büyük Millet Meclisi Baskani Mustafa Kemal
Efendiler, Kâzim Karabekir Pasa, 22 Eylül 1920 tarihli bir sifresinde, su bilgileri veriyordu :
Simdi anliyorum ki, Celâlettin Arif Bey, daha Ankara'da iken,kendisiyle bazi külâh kapmak isteyenler, güzel bir program yapmislardir. Söz gelisi, Hüseyin Avni Bey, Erzurum valisi olacak...CelâlettinArif Bey Dogu Illerinin Genel Valisi olacak...
Celâlettin Arif Bey, ya oyuncu olarak oynatiliyor veyahutdaha karar vermedim, pek zekidir, kendisi bir is yapmak istiyor. Çünkü, HalitBey'i bendenize sormadan yazmasi ve Hüseyin Avni Bey üzerinde direnmesi baska bir anlam tasimiyor. Halit Bey'in Albay Kâzim Bey'learasi pek iyi olmadigindan, kendisine Kâzim Bey aleyhinde bir karar verdirilebilir.Hüseyin Avni Bey de vali adi altinda güzel bir oyuncakolur.Hüseyin Avni Bey'in vali vekilligine teklif edildigini isitenlerümitsizlige dünüyorlar ve ögreniyorlar. Özet olarak arz edeyim ki, Erzurum Milletvekili Necati Bey'in kardesi olup son zamanlarda Millî Egitim Müdürlügüne getirilen Mithat Bey, halkin, bolsevikligi, is beceremeyenlerin mevkikapmasi seklinde anladigini zannediyor. Bu zat, çikarina düskün oldugundançogunluk tarafindan pek sevilmez. Halk hükümeti kurma konusunda bendenizi müsait bulamadigindan, Celâlettin Arif ve Hüseyin Avni Bey'lerle haberleselerek isin daha önceden hazirlandigini ve kararlastirildigini saniyorum.
Efendiler, Celalettin Arif Bey'i Ankara'ya davet eden23 Eylül tarihli telgrafim, 24 Eylül tarihli çok sert bir telgrafla karsilandi. Bu telgraf Meclis Baskanligi'na hitaben yazilmisti."Bakanlar Kurulu'nda ve Büyük Millet Meclisi'nde okunacaktir" notunu da tasiyordu.Benim telgrafimdaki iki kelimeyi, "kanunsuz" ve "isabetsiz" kelimelerinialarak, Celalettin Arif Bey, Erzurum'daki tesebbüs ve tekliflerini birer birer bu iki kelime ile tartiyordu."Bu mu kanunsuzdur?" "Bumu isabetsizdir?" diyerek kendini savunuyordu. Yaptigi islerin ne oldugu, dolayisiyla verilen bilgilerden anlasildigi için, hangisinin kanunsuzolmadigini ve hangisinin isabetsiz bulunmadigini takdir etmek güç olmayacaktir. Celâlettin Arif Bey, kanunsuz ve isabetsiz teklifin benden gelmeyecegine Bakanlar Kurulu'nun inanmasini beklerdim"dedikten sonra :Aranizda iddialarimi takdir edecek arkadaslarin bulunacagina inaniyorum sözleriyle, kendisini takdir edebilmenin, ancakkendisinin esi ve arkadasi olmak durumunda bulunmakla mümkün olabilecegini ortaya koyuyordu.Celâlettin Arif Bey, seçim bölgesinde incelemelerde bulunmaksizin Ankara'ya dönemeyecegini de bildiriyordu.
KAHRAMAN ERZURUM HALKININ BANA AÇTIGI DOST KUCAGINI KÖTÜYE KULLANABILECEGINE ASLA IHTIMAL VEREMEDIM
Efendiler, ben de Istanbul'a dönemeyecegimi Istanbul Hükûmeti'ne Erzurum'dan bildirmistim. Eger davet yeri ve davet sahibi ayni olsaydi, insanin neredeyse, garip bir nazire yapildigina hükmedecegi gelebilirdi. Fakat, sartlar büsbütün baska olduguna göre, Istanbul'un davetine karsi bana vefa ve fedakârlik kucagini açmis olan kahraman Erzurum halkinin, bu samimiyetkucagini kötüye kullanabilecegine asla ihtimal vermedim.
Hattâ Efendiler, 28 Eylül 1920 tarihinde, Erzurum halk temsilcileriadiyla, memur ve halktan aldigim elli imzali telgraf bile, bu inancimi sarsmadi. Gerçi, telgraf çok kaba ve isyankârdi. Fakat, imzalarin çogu, Celâletin Arif Bey'in vali vekilligi ettigi vilâyet memurlarina aitti.Özellikle Istinaf Mahkemesi üyelerinden olup Celalettin ArifBey tarafindan Polis Müdürü vekilligine tayin edilen zatin imzasi, butelgrafin nasil çirkin bir zihniyetin ürünü olabilecegine delil sayilamazmiydi? Bu telgrafin, Maarif Müdürü Mithat Bey'in evinde toplanan birtakim kimseler tarafindan hazirlandigini anlamak da gecikmedi.
Efendiler, Celalettin Arif Bey, tekliflerini bir yandan Erzurum Merkez Hey'eti Baskani Tevfik imzasiyla CelalettinArif Beyefendi'nin bildirdigi sekilde islem yapilmasini kesinlikleisteriz diye destekletirken, bir yandan da, Ankara ile sifreli haberlesmelerde bulunularak, sözde birtakim isler yapilmak ve tesebbüsün nasilbir etki yarattigi anlasilmak isteniyordu. Erzurum 21/22.9.1920
Milli Egitim Bakanligi'na Ankara
Erzurum Milletvekili Necati Bey'e :
Mümkünse, Saglik Müdürlügü'ne Merkez Tabibi Doktor Salim Bey'inatanmasina himmet olunmasi uygundur. Bundan önceki atanmalarin ciddiyettenuzak bulundugu,. . ödeneklerimizi mutlaka alarak Ziraat Bankasi'ndan havale veriniz. Meclis'e yazilmistir (Hüseyin Avni) Maarif Müdürü Mithat
Bundan sonra : Erzurum 22.9.1920
Milli Egitim Bakanligi'na Ankara
Riza Nur Beyefendi'ye özel:
Simdiye kadar yazdigim islerden nasil bir sonuç elde edildi? BakanlarKurulu'nda bu konu üzerinde ne geçti? Lutfen bana bilgi vermenizi rica eder, gözlerinizden öperim. (Celâlettin Arif) Maarif Müdürü Mithat Daha sonra da : Çok ivedi Erzurum 25.9.l920
Milll Egitim Bakanligi'na Ankara
Riza Nur ve Necati Bey'lere özel:
Ermenileri yola getirmek maksadiyla Haziran'da seferberlik ilan edilereküç yüz bes (1305/1889) dogumlulara kadar silâh altina çagrilmis dokuz bini savasgörmüs ve on üç bini de savas görmemis olmak üzere toplam yirmi iki bin askerle subay ailesinin beslenmeleri hemen hemen Erzurum ili halkina yükletilerek, suzamanda savas vergileri toplanmak suretiyle bir buçuk milyon liralik yiyecek, hayvan ve araçlari alinmistir. Halk, maksadin yüceligini takdir ederek bu kadar fedakârlik ettikten sonra, Yiçerin'in bilinen mektubunun askerî harekâti sonuçsuz birakmasi, Ermenilerin bundan cesaret alarak Müslüman halki, zülümler yaparken, ordunun Ermeni Bolsevik birlesmesini ileri sürerek cesaretsizlik göstermesi ve Kizillar ile istenildigi derecede anlasilmasi, bunlarin yaninda Celalettin Arif Bey'in yazdigi yolsuzluklara meydan verilmesi pek kötü bir etkiyapmis, halki ayaklanmaya ve densizlige sürûklemistir.Kâzim Pasa'da Dogu'daki isIeri idare edebilme kudreti olmadigindan, buradaki siyasî ve askerî durumu Ermenilere karsi koyabilecek sekilde iyi idare edebilecek dirayetli ve aynizamanda olaganüstü yetkiye sahip bir hey'etin varligi sarttir. Simdiye kadar degerli zamanlar, Ankara'da dosyasi bulunan gereksiz yazismalarla geçmis, belki debirçok firsatlar kaybolmustur. Öte yandan, Erzurum'un mevsim bakimindan güçzamanlari geldi. Ordunun korunmasi zarureti oldugu halde, elbise ve beslenme konusunda pek çok sikinti çekilmektedir. Askerî ve sivil memurlar dört aydan berimaas alamamaktadirlar. Askeri giderler için yeni vergiler koymayi düsünüyorlarsada halkin gücünü bilmiyorlar. Durumlari asla elverisli degildir. Istanbul Hükûmetipek kayitsiz. Yakin iller, özellikle Harput ili büsbütün kayitsiz, hiç ilgi göstermemektedir. Bu gibi konularda Hükûmet'ten, gerekirse benim adima Meclis'inizdende gensoru önergesi vererek arastirma isteyiniz ve ordunun ihtiyaçlarini oraca kesinlikle saglandiktan sonra geliniz. Dogu illeri ile ilgili haberlere pek inanmadim.Imza : Hüseyin Avni. Maarif Müdürü Mithat
Görülüyor ki, Celalettin Arif Bey'in, Hükümet üyeleriarasindaki, iddialarini takdir edecegini sandigi ve makaminin sifresinden yararlanmaya kalkistigi zat da kendisinin sirdasi olmak istememisve Meclis Baskanligi'ni haberdar etmistir.
Efendiler, kirk elli kisinin, bütün Erzurum halki adina telgraf çekmek suretiyle oynanmak istenen oyunun iç yüzü, yine Erzurum halkindangelen ve halkin Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'ne karsi baglilik ve fedakârlik duygusuyla dolu oldugunu gösteren telgrafla anlasildi.
Celalettin Arif Bey, Ermenistan seferinde, en sonundaBüyük Millet Meclisi Ordusunun zafer kazandigini gözleriyle gördüktensonra, yani geri dönmesi için yapilan tebligati aldiktan tam kirk yedigün sonra, Erzurum'dan ayrilmaya karar vermek mecburiyetinde kalmistir. Buna ragmen, hareketini Meclis'e su telgrafla müjdeliyordu : Erzurum, 27.11.1920
Büyük Millet Meclisi Baskanligi'na
Büyük Millet Meclisi Ikinci Baskani ve Adalet Bakani CelalettinArif Beyefendi'nin, milletvekilimiz Hüseyin Avni Bey'le birlikte, dünkü gün, kisin siddetine ragmen, Erzurum halkinin büyük ve parlak ugurlama töreniyle Ankara'ya hareket ettiklerini arz eder, bu vesileyle Meclis'e karsisonsuz saygilarimizi sunariz. Müdafaa-i Hukuk Merkez Hey'eti Baskan Tevfik
Hüseyin Avni ve Celâlettin Arif Bey'lerin Erzurum'dan döndükten sonra, Meclis'teki muhalif tutumlari ve Kâzim Karabekir Pasa'ya karsi yaptiklari hücum ve elestirilerle Meclis'içok isgal ettikleri görülmüstür.
DOGU CEPHEMIZDE ERMENILERLE SAVAS BASLIYOR
Saygideger Efendiler, dogu sinirlarimizda acele olan isimiz, C el â l e t t i n A r i f B e y 'in, Erzurum'un inkilâp tarihinde biraktigi izi daha fazla ele alip incelemeye elverisli degildir. Arzu buyurursaniz o günlerin dogusinirlarimizdaki ciddî islerine geçelim :
Yüksek hey'etinizce de bilinmektedir ki, Mondros Ateskes Anlasmasi'ndan beri Ermeniler, gerek Ermenistan içinde, gerek sinira yakinyerlerde, Türkleri toplu olarak öldürmekten bir an geri durmuyorlardi.1920 yilinin Sonbaharinda Ermenilerce yapilan zulümler dayanilmaz birkerteye geldi ve Ermenistan seferine karar verdik. 9 Haziran 1920 tarihinde, Dogu bölgesinde geçici seferberlik ilân ettik. 15' inci Kolordu Komutani K â z i m K a r a b e k i r P a s a 'yi Dogu Cephesi Komutaniyaptik. 1920 Haziraninda, Ermeniler, Oltu'da kurulan, mahallî Türk yönetimine karsi hareketle, o bölgeyi ele geçirdiler. Disisleri Bakanligi'miztarafindan Ermenilere 7 Temmuz 1920'de bir ültimatom verildi. Ermeniler ayni sekilde hareketlerine devam ettiler. Sonunda, seferberlikten üçbuçuk dört ay kadar sonra, Ermenilerin Kötek, Bardiz bölgelerinde toplanankuvvetlerimize taarruzu ile savasa baslandi.
Ermeniler, 24 Eylül 1920 sabahi Bardiz cephesinden baskin seklinde yaptiklari genel bir taarruz ile basariya ulastilar. Efendiler; DoguCephesi'nin bu can sikici bilgiler veren raporunu okurken, C e l â l e t t i n A r i f B e y 'in de, Ermenilerin taarruz günü olan 24 Eylülde yazilmis, bildigimiz ültimatomunu aliyordum (Belge : 259). Ermeniler geri püskürtülüp girdikleri bölgelerden atildilar. Ordumuz 28 Eylül sabahi ileriharekete geçti. Ayni günde Erzurum'un elli imzasi da Ankara'ya taarruza geçiyor. Ne kötü tesadüf ! . . . Sanki, bu Efendiler, Ermenilerle aleyhimizde harekete sözlesmis gibiler...
Ordu, 29 Eylülde Sarikamis'a girdi, 30 Eylülde Merdenek isgaledildi. Fakat bazi sebepler ve düsüncelerle 28 Ekim 1920 tarihine kadar,bir ay, Sarikamis - Lâloglu hattinda kaldi.
Bu sebeplerden birinin de, Erzurum'da bulunan C e l â I e t t i nA r i f B e y ve arkadaslarinin yarattiklari durum oldugunu tahmin buyurursunuz. Gerçekten de, K â z i m K a r a b e k i r P a s a 'nin 29 Eylül 1920 tarihinde Sarikamis'tan çekilen telgrafinda : 30 Eylülde cepheyi gezip gereken talimati verdikten sonra Erzurum'a giderek, oradageçen olayin sonuçlandirilacagi arz olunur... deniliyordu.
K â z i m K a r a b e k i r P a s a, 30 Eylül 1920 tarihinde, Sarikamis'tan C e l â l e t t i n A r i f B e y 'e yazdigi bir sifrede :"Erzurum halki adina kirk elli imza ile çekilen açik telgraf, dis düsmanlarin milyonlarsarf ederek elde edemeyecegi bir belgedir. Olayin kendisinden daha önemlive tehlikeli olan bu açik telgrafi dis düsmanlarin tehlike ve tehdidinden.daha yikici ve doguracagi agir sonuçlari cephe durumundan daha önemligördügümden yarin Erzurum'a gelecegimi bildiririm" diyordu.
C e l â l e t t i n A r i f B e y, 5/6 Ekim 1920 tarihli telgrafiyIa özellikle vatansever ordu içinde degerli ve halkin güvenini kazanmispek çok subay ve üstsubay bulundugundan, yolsuzluk sikâyetleri elbetteordunun dayanma gücünü ve disiplin esaslarini etkileyecek kadar büyümemistir seklinde bilgi veriyordu.
ORDULARIMIZIN ÜSTSUBAY VE SUBAYLARI HAKKINDA BILINEN BIR GERÇEK
Yillarca vatanin çesitli savas alanlarinda komuta ettigim ordularimizin üstsubay ve subaylari ile ilgili gizli, zaten bildigim bir gerçegi yüz sekseninci defa da olsa isitmis olmaktan elbette pek memnun olmustum.
Efendiler, savas alaninda verilecek emri bekleyen Dogu Ordumuz,28 Ekim l920 günü Kars üzerine harekete basladi. Düsman, direnmeksizin Kars'i terketti. Kars 30 Ekimde tarafimizdan isgal edildi. 7 Kasimtarihinde birliklerimiz, Arpaçay'ina kadar olan bölgeyi ve Gümrü'yü elegeçirdi.
Ermeniler, 6 Kasimda ateskes ve baris için müracaat etmislerdir.Biz de ateskes anlasmasinin maddelerini, Disisleri Bakanligi vasitasiyla ,8 Kasimda Ermeni ordusuna bildirdik. 26 Kasimda baslayan baris görüsmeleri 2 Ocakta son buldu ve 2/3 Ocak gecesi Gümrü Antlasmasi imzalandi.
MILLI HÜKÜMETIN YAPTIGI ILK ANTLASMA:GÜMRÜ ANTLASMASI
Efendiler, Gümrü Antlasmasi, Millî Hükumet'in yaptigi ilk antlasmadir. Bu antlasma ile, düsmanlarimizin hayallerinde ta Harsit vadisine kadar uzanan Türk ülkelerini kendisine bagislamis olduklari Ermenistan, Osmanli Devleti'nin l877 seferiyle kaybetmis oldu ve bu yerleri,bize, Millî Hükumet'e terkederek aradan çikarilmistir. Dünyadaki durumlarda önemli degisiklikler olmasi yüzünden, bu antlasma yerine, dahasonra yapilan 16 Mart 1921 tarihli Moskova ve 13 Kasim 1921 tarihliKars Antlasmalari geçerli olmustur.
Efendiler, o bölgenin genel durumu ve sinirlarimiz bakimindan temas halinde bulundugumuz Gürcistan ile olan iliskilerimiz ve aramizdageçen olaylar hakkinda da kisaca bilgi vereyim :
l920 yilinin Temmuzunda, Batum, Ingilizler tarafindan bosaltilinca,Gürcüler hemen isgal ettiler. Bu durum Brest - Litowsk ve Trabzon Antlasmalarina aykiri oldugundan, 25 Temmuz 1920'de tarafimizdan protesto edilmisti.
8 Subat 1921'de Ankara'da itimatnamesini sunmus olan Gürcü elçisiyle de, Türkiye - Gürcistan antlasmasi için görüsmeler baslamisti. Nihayet 23 Subat 1921'de verdigimiz kesin bir ültimatom üzerine ArdahanArtvin ve Batum'un bize birakilmasina razi olundu. Batum'un isgali butarihten on bes gün sonra gerçeklesmistir. Bu yerlere, Türkiye'ye katilmayi sabirsizlikla bekleyen halkin alkislari içinde girildi.
Daha sonra, Moskova Antlasmasi geregince Batum bosaltildi; fakat isgal etmis oldugumuz öteki yerlerin anavatan sinirlari içinde kalmasi pekistirildi.
TRAKYA'DAKI DURUM
Efendiler, içinde bulundugumuz tarihlerde Trakya'nin durumuna da hep birlikte göz gezdirelim :
Dogu Trakya'da, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ninTrakya - Pasaeli Merkez Hey'eti bir kongre yapti. Bu kongre, Trakya'ninidaresini, Trakya - Pasaeli Merkez Hey'eti'ne verdi. Trakya'da KolorduKomutani olarak bulunan C a f e r T a y y a r (C a f e r T a y y a r P a s a), bu Merkez Hey'etinde olmakla birlikte, Edirne milletvekili olarak da Meclis'imize üye seçilmistir. Trakya Merkez Hey'eti'ne ve Kolordu Komutani'na verdigimiz talimat, Trakya'nin kaderinin bütün memleketinkaderiyle birlikte çözülebilecegi esasina dayaniyordu. Askerî harekâtbakimindan da verdigimiz direktif suydu :
Üstün kuvvetlerin taarruzuna ugranilirsa sonuna kadar direnilecekve Trakya tamamiyle zapt ve isgal edilmis olsa bile, teklif edilecek herhangi bir çözüm sekli tek basina kabul edilmeyecektir. Zaten Trakya'daki komutanin da kararinin böyle oldugu ifade edilmekteydi. Fakat sonzamanlarda, Komutan C a f e r T a y y a r B e y, yabancilarin verdigiteminat üzerine yapilan davete uyarilsa Istanbul'a gitmis, bize durumuancak dönüsünden sonra bildirmisti. Anlasildigina göre, Dogu Trakya'ninyalniz basina varligini koruyamayacagi ancak Bati Trakya ile birleserekbir yabanci devletin idaresi sayesinde yasayabilecegi yolunda fikirler telkin edilmis. . . Her halde manevî gücü kiracak birtakim propagandalar yapilmis. . .
Cafer Tayyar Bey Istanbul'da iken Tümen komutanlarindan Muhittin Bey, Istanbul'dan Kolordu Komutanligina atanmisCafer Tayyar Bey'in Trakya'ya dönmesine izin verilmis. Cafer Tayyar Bey,Istanbul çevreleriyle görüstükten sonra, Muhittin Bey'in teklifine ragmen, artik kolordunun komutanligini üzerinealmamis, Muhittin Bey'in üzerinde birakmis. Böylece Trakya'ninkaderi, Istanbul siyasî çevrelerinin etkisine terk edilmis.. .
Efendiler, Büyük Millet Meclisi açildigi zaman, Trakya'da, 1' inciKolordu'nun savas düzeni Söyleydi :
Kolordu karargâhi Edirne'de
60' inci Tümen : Kesan, Edirne, Uzunköprü dolaylarinda;
55' inci Tümen : Tekirdag bölgesinde;
49' uncu Tümen : Kirklareli bölgesinde.
Yunan ordusu, Anadolu'da, Bati Cephesinde yaptigi genel taaarruzda basari sagladiktan sonra, 20 Temmuz 1920'de Tekirdag'a bir tümençikardi. Tekirdag bölgesinde pek daginik bir durumda bulunan 55' inciTümen, toplanmaya vakit bulamadan, Yunan tümeni, Edirne'ye dogruyürümeye basladi.
Bati Trakya'dan Meriç'i geçerek taarruz etmek isteyen Yunan kuvvetleri, o bölgedcki 60' inci Tümen'e komuta eden C e m i l B e y' in ( Içisleri Bakani C e m i l B e y'dir) ve 15 Haziranda kuvvetleriyle Edirne'yegelmis bulunan ve Edirne - Karaagaç istasyonu arasinda ciddî savaslarvermis olan Sükrü Naili Bey'in (Sükrü Naili Pasa) dikkat ve direnmeleri sayesinde durduruldu ve ilerlemeleri önlendi.
TRAKYA'DAKI KOLORDUMUZUN ASKERLIGIN GEREKLERINI VE VATANSEVERLIK NAMUSUNU YERINE GETIREMEMESININ TEK SORUMLUSU CAFER TAYYAR PASA'DIR
Edirne'ye dogru serbestçe ilerlemekte olan düsman trenine karsi, bütün 1' inci Kolordu kuvvetlerini toplayip tedbir alacak komutanin, Kolordu Komutani M u h i t t i n B e y in ne yaptigini bilmiyorum. Yalniz elde ettigim bilgilere göre, C a f e r T a y y a r B e y, kendi kuvvetleri ile temas kuramadan, Havza yakinlarinda atla dolasirken düsman tarafindan esir edilmistir. Ondan sonra sevk ve idareden mahrum kalan 1' inci Kolordu'muz tamamiyle dagildi. Birliklerininbir kismi esir oldu, bir kismi da Bulgaristan'a sigindi. Sonuç olarak,Trakya'nin tamami Yunanlilarin eline geçti. Ne yazik ki, 1' inci KolorduKomutani'nca, milletin istedigi ve bekledigi ileri görüslülügün, uyaniklikve fedakârligin gösterildigine sahit olamadik.
Efendiler, Trakya'nin özel ve güç durum ve sartlar içinde bulunduguna süphe yoktu. Fakat bu özellik ve güçlük, hiçbir zaman Trakya'dakikolordunun askerligin gereklerini yerine getirmesine ve vatanperverliknamusunu göstermesine engel olamazdi. Eger, bu yapilamamis ise, millet ve tarih karsisinda bulunan tek sorumlusu C a f e r T a y y a r P a s a 'dir. Tarihte bütün bir vatani, çok üstün düsman kuvvetleri karsisinda, son bir avuç topragina kadar karis karis kahramanca ve namuslucasavunmus ve yine varligini koruyabilmis ordular görülmüstür. Türk ordusu o cevherde bir ordudur. Yeter ki ona komuta edenler, komuta edebilme vasiflarina sahip olabilsinler!
Efendiler, komutanlar, askerligin görev ve gereklerini düsünür veuygularken, beyinlerini siyasî görüslerin etkisi altinda bulundurmaktankaçinmalidirlar. Siyasetin gereklerini düsünen baska görevliler bulundugunu unutmamalidirlar.
Komutanlarin, emirleri altina verilen millet evlâdini, memleket vasitalarini, düsmana ve ölüme dogru sürerken, düsündükleri tek nokta,milletin kendilerinden bekledigi vatan görevini atesle, süngüyle ve ölümle yerine getirerek sonuç almaktir. Askerî görev, ancak bu anlayis veinançla yerine getirilebilir. Lâfla, politika ile, düsmanin aldatici vaadlerine kulak vermekle askerlik görevi yapilamaz. Omuzlarinda ve özellikle kafalarinda askerlik sorumlulugunu yüklenecek kadar kuvvet bulunmayanlarin feci sonuçlarla karsilasmalari kaçinilmazdir.
Efendiler, bir komutanin esir olmasi da mazur görülebilir. O zaman ki, askerligin görev ve gereklerini yerine getirip uygulamakta, elindeki kuvveti sonununa kadar, son süngü ve son nefese kadar kullandiktan sonra, kanini akitmak firsatini bulamaksizin düsman eline düserse. . .
Efendiler, bütün ordusu, üstün düsman karsisinda yenilip de kendiliginden geri çekilirken, kilicini çekip tek basina atini, düsman baskomutaninin çadirina dogru sürerek ölüm arayan Türk komutanlari görülmüstür.
Bir Türk komutaninin, ordusunu kullanmaksizin, herhangi bir kötütesadüf ve kötü sans eseri bile olsa, düsmana esir düsmesini biz mazurgörsek de, tarih, bunu asla affetmez ve affetmemelidir. Türk inkilâp tarihinin gelecek nesillere hitap ve uyarisi iste budur.
IKINCI KONYA ISYANI
Saygideger Efendiler, Anadolu ortasinda çikarilaniç isyanlarin, Yunan ordusu karsisinda bulunan kuvvetlerimiz ve yaptigimiz düzenlemeler üzerindeki kötü etkileri, düsmanlarca umulan sonuçlari vermedi. Savunma kuvvetlerimiz üzerinde dogrudan dogruya tesirini göstererek, cephemizi yikma hedefine yönelmis bulunan herakâtla birlikte, cepheye yakin bölgelerde de halki ayaklandirmak, düsmanlarin önem verdikleri bir mesele idi. Istanbul, bu konudaöteden beri çalismaktaydi. Zeynelâbidin Partisi'nin Konya ve dolaylarinda çikmasina vasita oldugu isyan hareketleri, nihayet 1920 yili Ekimininbasinda patlak verdi.
D e l i b a s adinda bir eskiya, bes yüz kadar asker kaçagini topladi.2/3 Ekim 1920 gecesi Çumra'yi basti. 3 Ekim sabahi da Konya'ya girdive idareyi ele geçirdi. Konya valisi bulunan H a y d a r B e y ve Komutan A v n i B e y (Milletvekili A v n i P a s a 'dir) Konya'da bulunan az sayidaki asker ve jandarma ile, Alâettin tepesinde, âsîlere karsianilmaya deger bir kahramanlikla savunmada bulundular. Fakat âsîlerin çoklugu ve her taraftan saldirmalari karsisinda âsîlere esir düstüler.
Ayni günlerde Beysehir ve Aksehir ilçelerinde de görevli olarak dolasan askerî hey'etlerimiz, oralardaki âsîler tarafindan görev yapmaktanalikondular. Ilgin ilçesinin Çekil köyü yakinlarinda toplanan üç yüz kadar âsî de, nasihat için giden hey'ete ates etti. Konya'nin güneyinde Karaman ilçesinde de âsîler toplanmaya basladi. Sultaniye âsîlerin eline düstü.
Efendiler, bu ayaklanmalara karsi, Afyonkarahisar'dan ve Kütahya'dan sevkettigimiz D e r v i s B e y (Kolordu Komutani D e r v i sP a s a) komutasindaki kuvvetler, Konya'nin kuzeyindeki Meydan istasyonu yakinlarinda âsîlerle karsilasti. Ankara'dan da bir süvari alayi ve birdag topu ile, o zaman Içisleri Bakani olan R e f e t B e y komutasindasevkedilen kuvvet, Meydan istasyonundan ilerleyen D e r v i s B e ykuvvetiyle birlesti. Adana Cephesinden de bir kuvvet Karaman'a dogruyola çikarildi.
Konya üzerine hareket eden kuvvetler, âsîlerle yaptiklari bir kaççatismadan sonra, 6 Ekim 1920'de Konya'yi âsîlerden kurtardi. Oradankaçan âsîler Koçhisar, Akseki, Bozkir ve Manavgat'a dogru gittiler. Diger bir kisim âsîler de Afyonkarahisar'la Konya arasindaki Kadinhan ve Ilgin'i isgal ettiler. Bu bölgeye de Bati Cephesi'nden Yarbay O s m a n B e y komutasinda bir kuvvet gönderildi. O s m a n B e y müfrezesi Ilgin, Kadinhan, Çekil ve Yalvaç'taki isyanlari bastirdi. Güneyden gelen kuvvetimiz Karaman'i kurtardi.
Isyan bölgesinde âsîleri tepelemeyi basaran kuvvetlerimiz Bozkir,Seydisehir ve Beysehir'i de isyancilardan temizledi. Her tarafta, âsîlerindöküntülerinden bir kismi bize katildilar. Bir kismi da Antalya ve Mersinyönlerine dogru kaçtilar. D e l i b a s, Mersin bölgesinde Fransizlarasigindi.
Saygideger efendiler, Yesilordu teskilâtindan sözederken açiklamistim ki, düsmana karsi olusturulacak kuvvetler konusunda iki zit görüsçarpismaya baslamisti. Bizim benimsedigimiz düzenli ordu kurma görüsüne karsi çikilarak milis diyebilecegimiz bir çesit teskilât kurma gürüsüne agirlik kazandirilmak isteniyordu. R e s i t, E t h e m ve T e v f i kkardesler, Kütahya yakinlarinda, Kuva-yi seyyare adi altinda ve elleri altinda bulunan kuvvete dayanarak bu görüsün basini çekiyorlar veatesli bir sekilde çalisiyorlardi.
"ORDUDAN FAYDA YOKTUR" SÖZLERI VE BATI CEPHESI KOMUTANI'NIN TAARRUZ TEKLIFI
Bati Cephesi'nde, orduda ve halk arasinda bu yaygin görüs etrafinda yapilan propaganda o kadar güçlü ve etkili bir duruma geldi ki, ordudan fayda yokturdagilsin! Hepimiz Kuva-yi Milliye olalim... sözleri her tarafta kulaklari doldurmaya basladi.
Bati Cephesi birlikleri arasinda, Kuva-yi Milliye halinde, bir bölgeve bir cepheye sahip bulunan E t h e m B e y müfrezesinin adamlari,âdeta müstesna, ordu erlerinden daha üstün, imtiyazli ve gipta edilecekdurumda sayilmaya basladi. E t h e m B e y ve kardesleri de, herkesüzerinde bir çesit otorite ve üstünlük kurmaya basladilar...
Iste bu siralarda idi ki, Bati Cephesi Komutani, Genel KurmayBaskanligi'na, E t h e m ve T e v f i k kardeslerin etkisiyle oldugu sanilan bir teklifte bulundu: "Yunan ordusunun Gediz yakininda bulunan müstakil bir tümenine taarruz etmek!. . "
Bati Cephesi Komutani, düsman kuvvetlerinin uzun bir cephe üzerinde dagilmis olarak bulundugu, Gediz yakinindaki kuvvetinin zayif vetek basina birakildigini ileri sürerken, düsman moralinin bozuk oldugunu da kabul ediyordu.
O tarihlerde, Yunan ordusu üç tümenle Bursa bölgesinde; bir tümenle Aydin dolaylarinda; bir tümenle Usak'ta ve bir tümenle Gediz'de bulunuyordu.
-
Düzenli orduya geçme kararı
GEDİZ TAARRUZU
Batı Cephesi Komutanı, iki piyade tümenini ve Ethem Bey'in Kuva-yı Seyyâresi'ni Gediz'deki Yunan tümeni üzerine harekete geçirebilecekti. Bu hareketten parlak bir sonuç almayı umuyordu.
Genelkurmay Başkanlığı, Batı Cephesi Komutanlığı'nın bu teklifini kabul etmedi. Çünkü düşman ordusu genel durumu itibariyle bizim ordumuzdan daha kuvvetli idi. Biz, daha ordumuzu kurmuş ve düzene sokabilmiş değildik. Cephanemiz miktarı da ağırdan almamızı gerektiriyordu. Bütün cephe kuvvetlerimize müracaat ederek ve azçok üstün bir kuvvet toplayarak, Gediz'de düşmana karşı sür'atle bir başarı kazanmak belki mümkün olabilirdi. Fakat kuvvetlerimiz ve hazırlığımız, böyle bir başarıyı genel ve sonuç aldırıcı bir başarıya götürmeye elverişli değildi. O halde, bütün işe yarayan kuvvetlerimizi, sınırlı ve geçici bir başarı elde etmek için kullanmış ve yıpratmış olacaktık. Bu takdirde, düşman bütün kuvvetleri ile bir karşı taarruza geçerse, her tarafta yenilgi kaçınılmaz olurdu. Bundan dolayı da cephenin ve Hükûmet'in şimdilik ordu teşkilâtını genişletmek ve mevcudunu artırarak cepheyi kuvvetlendirmeye çalışmak gerekiyordu. Memleketin ölüm kalım meselesi demek olan Batı Cephesi'nde özel ve sınırlı düşüncelere kapılmak doğru bulunmuyordu.
Genelkurmay Başkanı bu Gediz taarruzunun yapılmamasında ısrar etti. Batı Cephesi Komutanlığı ile, haberleşme yoluyla anlaşamadı. Bizzat Ankara'dan Eskişehir'deki Batı Cephesi Karargâhı'na gitti. Genelkurmay Başkanı İsmet Paşa ile Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat Paşa' nın bu görüşmeleri sonunda, Ali Fuat Paşa durumu yerinde bir daha inceledikten sonra karar vermek üzere, hareketi ertelemiştir. Fakat, birkaç gün sonra, Cephe Komutanlığı'nca gönderilen rapordan taarruza karar verildiği anlaşılmıştır.
Efendiler, o günlerde bu taarruz lehinde, her tarafta ve Meclis'te müthiş bir propaganda yapılıyordu.
"Düşman Gediz'de tek başınadır. Biz onu orada yok ederiz. Parlak bir durum ortaya çıkar. Zaten Yunan ordusu kaçmaya hazırdır" sözleriyle, Gediz taarruzunun gerekli olduğu, neredeyse genel bir kanaat haline getirilmek isteniyordu.
Sonunda, Batı Cephesi Komutanı, 61' inci ve 11' inci Tümenler ve Kuvve-i Seyyareler'le 24 Ekim 1920'de Gediz'deki düşmana taarruz etti.
Efendiler, dalgalı, disiplinsiz, emir ve komutasız bazı hareketlerden sonra, bildiğiniz üzere, Gediz'de yenildik.
Yunan ordusu bu harekete cevap oimak üzere, 25 Ekim 1920 günü Bursa Cephesinden taarruza geçti. Yenişehir'i ve İnegöl'ü işgal etti. Uşak'tan, Dumlupınar sırtları ilerisinde bulunan birliklerimize saldırdı. Birliklerimiz, Dumlupınar sırtlarına kadar çekildi.
Böylece Efendiler, cephenin her tarafında yeniden genel bir yenilgiye uğradık.
Batı Cephesi Komutanı'nın, taarruza geçmesinden dört gün sonra Bakanlar Kurulu'nda şu telgrafı okundu :
Genel Kurmay Başkanlığı'na, Çandarhisar 27/28.10.1920
1- Birliklerin savaş kayıplarını sür'atle telâfi ihtiyacındayız. Gediz savaşı, üç yüz savaşçıdan kurulu birliğin, bir taburun savaş görevini yapmasına yeterli olmadığını gösterdiğinden, tabur mevcutlarını dörder yi.iz savaşçıya çıkarmak mecburiyetindeyiz. Bu savaşlar dolayısıyla, bütün depo birlikleri bile cepheye sürüldüğünden yetişmiş, silâhlı ve teçhizatlı bin ikmal erinin, özellikle Ankara'daki birliklerinden, bu mümkün değilse en yakın bir yerden acele olarak gönderilmesini,
2 - Askerî manevralar ve savaşlar giydirilebilen erlerin bile elbiselerini, ayakkabılarını parçalamış, dünden beri kar yağan dağlarda asker çıplak ve yalınayak ayak kalmıştır. "Cephe Komutanlığı Vekilliği" emrinde hiçbir şey olmadığından, özellikle kaput, ayapkabı, pamuklu, elbise, yelek, kuşak; kısacası, hava şartlarından korunmak için ne verilmek gerekiyorsa, on beş bin hesabıyla acele olarak gönderilmesini arz ve rica ederim.
3 - Millî Savunma Bakanlığı'na, Genelkurmay Başkanlığı'na ve bilgi edinilmesi için Cephe Komutanlığı Vekilliği'ne yazılmıştır. ( Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat)
Efendiler, Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat Paşa'nın, daha Gediz savaşının yapılmakta olduğu bir sırada okuduğumuz bu telgrafında yazılmış olanlarla, bunlarda sezilen anlam ve zihniyetin pek dikkate değer görülmesi tabiîdir, sanırım. Askerin durumu, kuvvetimizin miktarı, hazırlığımızın derecesi, bütün memlekette her bakımdan muhtaç olduğumuz muz kaynakların kudret ve kabiliyeti, elbette bu telgraf tarihinden üç gün önce Batı Cephesi Komutanlığı'nca biliniyordu. Her şey tamam olup da, bunlar Gediz Muharebesi'nin yapıldığı üç beş gün içinde mi mahvolmuştu? Bilinmekte olan bütün gerçeklere rağmen, Batı Cephesi, Genelkurmay kurmay Başkanlığı tarafından mı taarruza zorlanmıştı?
Söz konusu telgraf, Bakanlar Kurulu'nda okunduktan sonra altına şu not yazılmıştı :
Bakanlar Kurulu'nca okundu. İleri sürülen sebepler ve olaylar akla yatkın bulunmadı. Gerekli yardımın yapılacağı tabiidir. 3' ncü Alay'dan beklenen kuvvet gönderilecektir.(İsmet).
ÇERKEZ ETHEM VE KARDEŞLERİNİN ÇIKARDIĞI DEDİKODULAR
--------------------------------------------------------------------------------
Efendiler, her başarısızlığın sonunda birtakım dedikoduların ortaya çıkması beklenmelidir. Gediz Muharebesi'den sonra da genel durum feci bir görünüş arz edince, her tarafta dedikodular, haklı vehaksız tenkitler başladı.
Bazıları ve hele Kuva-yı Seyyare'ciler, Ethem ve kardeşleri, bütüntün suçu cephe komutanına ve düzen:i ordu tümenlerine atarak, kendileriningüç durumda bırakılmış oldukları yolunda propaganda yaptırıyorlarve "ordu komutanı kendi hatâlarını kapatmak için kusuru bize yükletiyor"diyorlardı.
Ordu da Kuva-yı Seyyare'nin hiçbir iş yapmadığını, yapma gücündeolmadığını, savaşta verilen emirlere uymadığını, daima tehlikeden uzakbulunduğunu iddia ve ispat ediyordu.
Efendiler, açıklamalara tekrar bıraktığım noktadan devam etmeküzere, burada küçük bir olayı dile getirmeme müsaadenizi rica edeceğim.Bilindiği üzere, Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşu sırasında ortaya konanesaslara göre, "İcra Hey'eti" adı verilen Hükûmet'in üyeleri, doğrudandoğruya ve ayrı ayrı Meclis tarafından seçiliyordu. Bu usul 4 Kasım1920 tarihine kadar uygulandı. Bununla ilgili kanun, ancak 4 Kasım1920'de : "Bakanlar, Büyük Millet Meclisi Başkanı'nın Meclis üiyelerindengöstereceği adaylar arasından salt çoğunlukla seçilir" şeklinde değiştirildi.
MECLİSTE GÖRÜLEN AYKIRI EĞİLİMLER VE NAZIM BEY'İN İÇİŞLERİ BAKANLIĞINA SEÇİLMESİ KARŞISINDA BENİMSEDİĞİM TUTUM
--------------------------------------------------------------------------------
İşte arz etmek istediğim husus, bakanların seçimi ile ilgili kanunun değiştirilmesini gerektiren sebepleden biridir.
Efendiler, 4 Eylül 1920 tarihinde, Tokat Milletvekili bulunan Nazım Bey, 89 oya karşı 98 oyla, Meclis'çe İçişleri Bakanlığı'na seçildi. Nazım Bey, dakika kaybetmeksizin büyük bir aceleyle Bakanlık makamına gidip daha sonra Bakanlar Kurulu Başkanı da olmam dolayısıyla beni ziyarete geldi.
Ben, Nazım Bey'i kabul etmedim. Yüce Meclis'in güvenini kazanarak seçilmiş olan bir bakanı kabul etmemekle yaptığım muamelenin mahiyet ve nezaketini elbette takdir ediyordum. Fakat memleketin büyük yararı, beni bu yolda harekete mecbur tutuyordu. Elbette, bu hareketimin sebebini açıklayıp ispat edeceğimden ve açıklayacağım noktanın yüce Meclis'çe de önemli görüleceğinden emindim.
Efendiler, Meclis üyeleri arasından, aykırı birtakım prensiplere eğilim gösterenler ortaya çıkmaya başlamıştı. Bunlardan biri olmak üzere Nazım Bey ve arkadaşları en çok dikkatimi çekmişti. Nazım Bey'in, kendisinden daha Sıvas Kongresi sıralarında aldığım safsatalarla dolu bazı mektuplarından, ne zihniyet ve karakterde bir kimse olabileceğini anlamıştım. Nazım Bey, milletvekili olarak Ankara'ya geldikten sonra, her gün yeni yeni siyasî faaliyetler gösteriyordu. Oluşmaya başlayan her siyasî grupla temas fırsatını kaçırmıyordu.
Nazım Bey, bizzat veya dolaylı olarak yabancı çevrelerden bazıları ile temas yolunu bulmuş; onlardan teşvik görmüş ve yardım imkânları da sağlamıştı.
Bu zatın Halk İştirakıyyun Fırkası diye gayri ciddî ve sırf kendisine disine çıkar sağlamak üzere bir parti kurma teşebbüsüne geçerek, milliyetçiliğe aykırı faaliyet sevdasında bulunduğunu mutlaka duymuşsunuzdur. dur.
Bu zatın yabancı çevrelere casusluk ettiğine de asla şüphe etmiyordum. Nitekim, daha sonra İstiklâl Mahkemesi birçok gerçeği ortaya koymuştu.
İşte Efendiler, bu Nazım Bey, kendisinin ve arkadaşlarının yaptığı sürekli propaganda sayesinde ve bize muhalefete hazırlananların milletin yüksek yararlarını unutarak yaptıkları yardımlarla İçişleri Bakanlığı'na geçirilmişti. Böylece Nazım Bey, Hükûmet'in bütün iç idare makinesinin başında, memleket ve millete değil, fakat, paralı uşağı olduğu kimselerin isteklerinin gerçekleşmesine en büyük hizmeti yapabilecek duruma gelebilmişti.
Elbette Efendiler, buna asla razı olamazdım. Onun için İçişleri Bakanı Nazım Bey'i kabul etmedim ve istifaya mecbur ettim. Lüzum görüldüğü zaman da, Meclis'teki gizli oturumda, hakkındaki bilgi ve görüşlerimi açıkça söyledim.
MİLLETVEKİLLERİNİ SEÇERKEN ÇOK DİKKATLİ VE TİTİZ OLMALIDIR
--------------------------------------------------------------------------------
Saygıdeğer Efendiler, pek iyi bilirsiniz ki, sultanlarla, halifelerle idare edilmiş ve edilmekte olan memleketlerde, vatan için en büyük tehlike, sultanların ların ve halifelerin düşmanlar tarafından satın alınmalarıdır.Bu, çok defa kolaylıkla sağlanabilmiştir. Meclislerle idare edilenmemleketlerde ise, en tehlikeli durum, bazı milletvekillerinin yabancılaradına çalınmış ve satın alınmış olmalarıdır. Millet Meclislerine kadargirme yolunu bulabilen vatansızlara her zaman rastlanabileceğine, tarihinbu konudaki örnekleriyle hükmetmek zarurîdir. Bunun için millet,kendi vekillerini seçerken, çok dikkatli ve titiz olmalıdır. Milletin hatâyapmaktan korunması için tek çıkar yol, düşünce ve faaliyetleriyle milletingüvenini kazanmış olan siyasî bir partinin seçimde millete kılavuzluketmesidir. Genellikle bütün vatandaşların, adaylıklarını ortaya atanher şahıs hakkında karar vermeye yardımcı olacak doğru bilgilere ve isabetli oya sahip bulunacağını kabul etmek, nazarı olarak var sayılsa, bile,bunun tam bir gerçek olmadığı, tecrübelerin tecrübeleriyle ve inkâr edilemezbir açıklıkla ortaya çıkmıştır.
Efendiler, bıraktığımız noktaya, yani Batı Cephesi'ne dönüyorum.Gediz Muharebesi'nden, onun maddî ve manevî can sıkıcı sonuçlarındansonra, Fuat Paşa'nın cephe üzerindeki komutanlık etki ve otoritesisarsılmış gibi görünüyordu. Kendisini komutadan çekmeyi zarurî saymayabaşladım. Tam bu sırada idi ki, Fuat Paşa Ankara'ya gelip görüşmeküzere 5 Kasım 1920 tarihli bir şifre ile izin istedi. Cevap olarak 6 KasımdaAnkara'ya gelmesinin uygun olacağını bildirdim. Fuat Paşaaleyhindeki dedikodu ve Kuva-yı Seyyare'nin varlığının ordudaki disiplinsizliğeyol açan kötü etkileri o kadar hissedilmeye başlamıştı ki, 7 Kasımtarihinde Ali Fuat Paşa'ya hemen Ankara'ya gelmesini emretmeyigerekli buldum.
ALİ FUAT PAŞA'NIN MOSKOVA BÜYÜKELÇİLİĞİNE ATANMASI VE CEPHENİN İKİYE AYRILMASI KARARI
--------------------------------------------------------------------------------
Efendiler, artık Ali Fuat Paşa'nın Batı Cephesine komuta edemeyecegine inanmıştım. O günlerdeMoskova ya da bir elçilik hey'eti göndermemiz gerekiyordu. O halde, Fuat Paşa büyükelçi olarakMoskova'ya gidebilirdi. Batı Cephesi de çok ciddî ve dikkatli bir çalışma beklediğinden,bu cephe komutanlığını da zatengenel askerî harekâtı yürütmekte olan Genelkurmay Başkanı İsmetPaşa'ya ek görev olarak vermek en sür'atli ve uygun bir tedbir olacaktı.Bir yandan da gerek iç isyanlara ve direnmelere karşı gerek savaş harekâtıaçısından kuvvetli bir süvari teşkilâtına duyulan ihtiyaç açıktı. Sırfbu teşkilâtı kurabilmek için de İçişleri Bakanı olan Refet Bey'e (Refet Paşa)ek olarak bu görevi de vererek kendisini Konya ve dolaylarınagöndermeyi uygun buluyordum. Çünkü Refet Paşa, zaman zaman çeşitlisebeplerle Konya'ya, Denizli'ye gitmiş, Batı Cephesi'nin güney kesimiile ilgilenmiş ve o kesimle ilgisi bulunan bölgeleri tanımış bulunuyordu. O halde konuyu şöyle çözebilirdim : Cepheyi ikiye ayırmak; önemlikesimleri içine alan alanı Batı Cephesi diye adlandırarak İsmet Paşa'nınkomutasına vermek; güney kesimini de Konya ve dolaylarına göndereceğimRefet Paşa'ya vererek, her iki cepheyi birden doğrudan doğruyaGenelkurmay Başkanlığı makamına bağlamak...
Genelkurmay Başkanlığı'nı da Millî Savunma Bakanı olan FevziPaşa vekâlet edebilirdi. Fuat Paşa zamanında bir de cepheden Sıvas'akadar uzanan "Geri Bölgesi" vardı. Fuat Paşa, bu bölgeyi idare edebilmekiçin de bir "Cephe Komutanlığı Vekâleti" makamı kurmaya mecburolmuştu. Bunun tabiî ve pratik olmadığı meydandaydı. Bu bakımdan, yenidüzenlemede bu geri bölgesini de menzil alanı olarak cepheye bıraktıktansonra, Millî Savunma Bakanlığı'na bağlamak tabiî idi. ismet Paşa'nınbir süre için Genelkurmay Başkanlığı'ndan ayrılmaması, ordunundüzenlenme ve hazırlanmasında sür'at sağlanması için yararlı görüldüğügibi, Refet Bey'in de İçişleri Bakanlığı sıfatını geçici olarak devam ettirmesi,özellikle kendi bölgesinde güvenliğin sağlanması, halktan hayvanve malzeme toplamak suretiyle meydana getirmeye mecbur olduğu süvariteşkilâtını bir an önce kurabilmek için gerekliydi.
SURATLE DÜZENLİ ORDU VE BÜYÜK SÜVARİ BİRLİKLERİ KURMA VE DÜZENSİZ TEŞKİLAT FİKİR VE SİYASETİNİ YIKMA KARARI
--------------------------------------------------------------------------------
Efendiler, 8 Kasım 1920'de, Fuat Paşa Ankara'ya geldi. Karşılamak için bizzat istasyonda bulunuyordum.Paşa'yı omuzunda bir filinta olduğu halde Kuva-yıMilliye kıyafetinde gördüm. Batı Cephesi Komutanı'na bu kıyafeti benimseten düşünce ve zihniyet akımının bütün Batı Cephesi üzerinde ne kadar etkili olduğunu anlamak için artık tereddüde yer kalmamıştı. Onun için Fuat Paşa'ya kısa bir görüşmeden sonra, alabileceği yeni görevi söyledim. Memnuniyetle kabul etti. Aynı günün gecesi İsmet ve Refet Paşaları da davet ederek yeni durumu ve görevlerini kararlaştırdık. Kendilerine verdiğim kesin direktif : "Sür'atle düzenli ordu ve süvari birlikleri meydana getirmekten" ibaretti. Böylece 1920 yılı Kasımının sekizinci günü"düzensiz teşkilât fikir ve siyasetini yıkma kararı" faaliyet ve uygulama alanına konulmuş oldu.
-
Istanbul hükümetinin Ankara ile temas arayislari
GÖRÜNÜSTE BIZIM IÇIN YUMUSAK SANILAN BIR POLITIKA ILE, BIZI IÇTEN YIKMA TESEBÜSÜ
Saygideger Efendiler, burada bir an durarak bakislarimizi Istanbul'a çevirelim. Damat Ferit Pasa Hükûmeti'nin her türlü düsmanla ortak olan silâhlasonuç alma plâni uygulamada basari kazanamamisti. Iç isyanlara karsi koyduk ve direndik. Yunan taaruzu en sonunda bir hatta durdu. Yunanlilarin ondan sonraki hareketleri de sinirli alanlar içinde kaldi. Iç isyanlara ve Yunan cephesinekarsi ciddî tedbirler almakta o1dugumuz görülüyordu. Içeriden ve disariden gelen silâhli hücumlarin, özellikle Ankara'daki Millî Hükûmet'i sarsamayacagi anlasiliyordu. Bu itibarla, Istanbul'un silâhli saldiri politikasiiflâs etmis bulunuyordu. Bunu degistirip, yeniden uzlasma politikasinadöner gibi görünerek, bizi içerden yikma politikasi gütmenin daha yararliolacagina inandiklarina hükmedilebilirdi. Tipki 1919 Eylülündle DamatFerit Pasa'nin birinci çekilmesinden sonra, Ali Riza Pasa Kabinesi'ningelmesiyle oldugu gibi, görünüste bizim için yumusak sanilan bir politikaile, bizi içten yikma tesebbüsü yenilenecekti.
Bundan sonraki mücadelelerimizde, Istanbul vasitasiyla yapilan içve baris tesebbüsler, bizi güçsüzlüge düsürecek telkinler ve Yunan ordusuyla oldugu kadar, fakat anlasilmasi ve anlatilmasi daha güç sartlar içinde, içerideki bozgunculara karsi ugrastigimiz da görülecektir.
Istanbul'da hükûmetin basina Tevfik Pasa getirildi. Kabinede Dahiliye Nâziri olarak Ahmet Izzet ve Bahriye Nâziri olarak Salih Pasa'lar bulunuyordu. Tevfik Pasa Kabinesi derhal bizimle temasve iliski kurmak istedi. Bu görevi esas itibariyle Ahmet Izzet Pasa üzerine aldi. Saray kurmay hey'etinde bulunan bir subay, AhmetIzzet Pasa tarafindan bazi notlarla Ankara'ya gönderildi. Bu notlarda, eskisine bakarak daha elverisli sartlarla, söz gelisi, Izmir'de Osmanli hakimiyeti altinda Yunanlilar tarafindan özel bir yönetim kurulmasinin kabulü gibi sartlarla, bir baris yapma ümidinde bulunduklari veher seyden önce, Istanbul Hükûmeti ile bir uzlasmaya varmanin önemlioldugu bildiriliyordu.
Ahmet Izzet Pasa'nin ve içinde bulundugu hükûmetin, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ve Hükûmeti'nin nitelik ve yetkilerindenhaberdar olmadiklari, hâlâ Istanbul Hükûmeti'ni sürdürmeyi ve bu yollamillet ve memleketin kaderiyle, ilgili sorunlari çözmeyi düsündükleri görülüyordu.
Ahmet Izzet Pasa'ya ve Tevfik Pasa Kabinesi'ne durumu bildirmek ve kendilerini aydinlatmak maksadiyla, gereken bilgi ve görüsleri etrafli olarak yazdirip Ankara'ya gelen özel memura verdik ve kendisini 8 Kasim 1920 tarihinde Inebolu'ya dogru yola çikardik.
12 Kasim 1920 günü, Zonguldak'tan Yüzbasi Kemal imzali kisabir telgraf aldim. Bunda, sifreli bir telgrafi çekmek üzere Istanbul'dangönderildim, deniyordu. Söz konusu, sifreli telgraf, Dahiliye Nâziri Izzet Pasa'nin imzasini tasiyordu. Istanbul'da 9 Ekim 1920 tarihindeyazilmisti.
ISTANBUL'DA IKTIDAR MEVKIINE GETIRILEN TEVFIK PASA KABINESI ANKARA ILE TEMAS IMKANI ARUYOR
Bu telgrafta, Istanbul ile Zonguldak arasinda Fransiz telsizi ile haberlsmek üzere Fransiz temsilcisinin izni alindigi bildirildikten sonra : "Hükûmet ile bir uzlasma esasi kabul edildi mi? Kabul edildiyse nerede bulusmanin mümkün olacagini ve hangi yolla gelmenin uygun düsecegi sorulmakta idi."
Istanbul Posta ve Telgraf Genel Müdürü Orhan Semsettinimzali 11 Kasim 1920 tarihli bir emir de, Kastamflnu Posta ve Telgraf Basmüdürlügü'ne geliyordu. Bu emir, Eregli Müdürlügü'ne gönderilen ve resmî olmayan bir mektubun zarfindan çikiyordu. Emir aynen sudur :
Madde 1- Anadolu ile hükumet merkezi (Istanbul arasinda telgraf haberlesmelerinin bir an önce baslatilmasi gereklidir.
Madde 2 - Bu maksadin gerçeklestirilmesi için, bir taraftan Sapanca ileGeyve arasindaki ana hat üzerinde onarilabilecek durumda olan tellerin sür'atlekullanilabilir duruma getirilmesi, diger taraftan da önemli yapim ve onarim çalismalasi gerektiren Izmit, Kandira, Incilli arasinda yapim ve onarimina baslanmasi uygun görülmektedir.
Madde 3 - Sözü edilen onarimlari yapmakla görevli olan Istanbul Fen MüfettisiBekir Bey, emrinde bir basçavus ve yeterince çavusla Izmit'e harekete hazirdir.
Madde 4 - Ellerinde Dahiliye Nezareti yüksek makaminin görev belgesinitasiyan bu memurlar, herhangi bir yerde onarim çalismalari geregini duyduklarinda, tarafimizdan ilgili makamlarla haberlesilerek, kendilerine gereken yardiminsaglanmasi himmetlerinizden beklenmektedir. 11 Kasim 1920.
Bu telgraf üzerine gerekenlere verdigimiz emir, Istanbul ile temaskurmaktan sakinilmasi ve telgraf hatlarini onarma bahanesiyle gelen olursa tutuklanmasi ile ilgiliydi.
Efendiler, Izzet Pasa'nin dolayli olarak gönderdigi sifreli telgrafina cevap vermeyi, özel bir memurla gönderdigimiz notlarin kendisince okundugu haberini aldiktan sonraya birakiyordum. Izzet Pasa'nintarafimizdan verilen bilgileri aldiktan sonra da görüsünde israr edip etmedigini anlamak istiyordum. Bu husus anlasildiktan sonra, Izzet Pasa'ya aracilar vasitasiyla su cevabi verdim :
Zâtidevletleri ve Salim Pasa Hazretleri'nin de katilmalari gerekli olanhey'etle en kolay ve çabuk olarak Bilecik'te bulusmak mümkündür. Istanbul'danya Sapanca'ya kadar tren ve oradan otomobille veyahut da deniz yoluyla Bursa'yave oradan yine otomobille Bilecik'e tesrif buyurulabilir. Bu yollar üzerinde simdiden gerekenlere tebligat yapilmistir. Yolculugun, Aralik ayinin ikisine kadar Bilecik'te bulunacak sekilde ayarlanmasina ve Istanbul'dan hangi tarihte hangi yollahareket edileceginin simdiye kadar kullanilan vasita ile Zonguldak'a bildirilmesinirica ederim. Yolculugun mümkün oldugu kadar gösterissiz yapilmasi hatirlatma kabilinden arz olunur. 25/26.11.1920.
Efendiler, Istanbul'da 23/24 Kasim 1920 tarihiiide yazilan ve Istanbul'a varmis olan özel memurun imzasiyla Inebolu'ya gönderilen ve 27 Kasim'da oradan Ankara'ya çekilen bir telgrafta, su bilgiler veriliyordu :
Bu gün 23.11.1920'de Izzet Pasa'nin yaninda bulundugum sirada, Hariciye Nâziri, son siyasî durumla ilgili olarak asagidaki açiklamalari yapmistir :
Yeni gelen Ingiliz clçisi, Ermenistan, Gürcistan ve bir süre sonra, Izmir'leilgili önemli konularda Osmanli Hükumeti lehine bir çözümün bulunacagirini söylemis. Bu elverisli durumdan yararlanarak memleketin geleceginin saglanabilmesiiçin büyük bir güçle çalisilarak firsat kaçinlmamalidir. Eger Ankara, zaman kazanmak istegindeyse bile, bir temas kurularak ilerideki kararlar birlikte alinmalidir,dedikten sonra su satirlar ekleniyor :
Açiklamalara ek olarak, Izzet Pasa, kendisine tarafimizdan gönderilen özetteki nsimdiye kadar yapilan mücadelelerin bugün bahsettigi ve sagladigiimkânlardan yararlanmak görevimizdir cümlesiiie dayanarak : Eger Anadolu gönderilecek hey'eti kabul etmezse, dognidan dogruya benimle temas kurarak maksadimizi kendimiz kararlastirmaliyiz. Bunu da kabul etmedikleri takdirde, söz konusu cümledeki görüsten vazgeçildigi anlasilacagindan, artik kabinede kalmayarakistifa edecegini ve istersek Istanbul'u dikkate almayarak kendisinin de Anadolu'yagelecegini söylemis.
Efendiler, ayni telgrafta, Istanbul basininda, Izzet Pasa'ya aitoldugu bildirilen su demecini de yayinlandigi yaziliydi :
Hükûmetin Anadolu'ya özel bir memur göndermekten maksadi, Ankara'dakilerle bir temas kurulup kurulamayacagini anlatmak içindi. Oradan dönen memur,bu temasin kurulabilecegini anlatti ve haberlesme de yapilabildi. Elbette geregininyapilmasina çalisacagiz.
Böyle bir demecin Anadolu'nun görüsüne uygun düsmeyecegi ve yalanlanmasi gerektigi ileri sürülmüs ise de, kabine bunu kabul etmemis.Bununla birlikte Izzet Pasa , Tercüman-i Hakikat gazetesine su demeci de vermis :
Memleketin yüksek çikarlari, simdilik bu konuda basinin susmasini gerektirmektedir. Bu bakimdan bir iki gün daha demeç vermekte mazuruz.
Efendiler, Tevfik Pasa, Ahmet Izzet Pasa, SalihPasa, zamanin büyük adamlari gibi taninmislardi. Millet bunlari akilli,tedbirli ve uzak görüslü olarak biliyordu. Bu sebeple Damat FeritPasa çekilip yerine, ileri gelenleri bu sahislar olan bir kabine is basinagelince, herkeste türlü türlü ümitler uyandi. Tevfik Pasa Kabinesi ilk andâ Ankara ile temas ve iliski kurmak isteyince, kamuoyunda iyi niyetineinanmamak için bir sebep görülemedi. Herkes Tevfik Pasa Kabinesi'niniktidara gelmesini hayirli saydi. Bu kabinenin rriemleket ve milletin yüksek çikarlarini gözetecek çare ve yollari bulmadan iktidara gelmis oldugunu kabul etmek ve ettirmek :gerçekten güçtü. Kaldi ki, kendileri deIstanbul çevrelerinde ve basinda kullandiklari dille, kamuoyunu dogrulayacak bir tavir takinnis bulunuyorlardi.
BILECIK GÖRÜSMESI KARARLASTIRILIYOR
Biz, gerçek durumun herkesin sandigi ve düsürdügügibi olmadigina tamamen inanmis bulunuyorduk.Ancak, Istanbul'un kurtulus çaresi olarak ileri sürdügü uzlasma ve görüsme tekliflerini, kamuoyunu inandirmaya yarayacak sartlari hazirlamadan reddetmeyi uygun bulmadik. Onun için, özellikle Izzet ve SalihPasa'larin da içinde bulunacagi bir hey'etle Bilecik'te görüsmeyi uygunbulduk. Bu zatlarla görüstükten sonra, halkin bütün inanis ve görüslerindeki yanlisligin anlasilacagina süphem yoktu. Bir de, her ne olursaolsun, kamuoyunca yukarida isaret ettigim vasiflari ile taninmis olan buzatlarin, Istanbul'da hükûmet kurmalarinin millî gaye için ne kadar zararli oldugu meydandaydi. Bu bakimdan, görüsmeden sonra da, kendilerinin Istanbul'a dönmelerine müsaade etmeme geregi bence normaldi.Iste bu düsüncelerledir ki, Izzet Pasa hey'etiyle Bilecik'te görüsmekararlastirildi. Görüsme 2 Aralikta degil, fakat 5 Aralikta oldu.
Efendiler, bu görüsmeyi beklerken, o güne kadar cephede ve Ankara' da geçen olaylari da kisaca bilginize sunayim :
Efendiler, hatirlarsiniz ki, Izzet Pasa'nin özel memurunun Inebolu üzerinden Istanbul'a hareket ettirildigi 8 Kasim 1920 günü, FuatPasa'nin Moskova Büyükelçiligi, Ismet ve Refet Pasa'larin daBati Cephesi'nde görevlendirilmeleri kararlastirilmisti. Ismet Pasaertesi gün cepheye hareket etti.10 Kasimda göreve basladi.
O zamanlar Ethem Bey'in yakin arkadasi bulunan bir zatin Eskisehir'den 13 Kasim 1920 tarihli bir sifreli telgrafini aldim. Bu telgrafta deniliyordu ki :
Ethem Bey'in, Fuat Pasa Hazretleri'nin yaninda Rusya'ya gidecegi söylentisi cephede ve gerideki halk arasinda kötü niyete yorulmaktadir. Bu ibi kimselerin çevrenizden uzaklastirimasi, zâtidevletlerinin diktatörlükilan edeceginiz zannini uyandirmistir . . .
Efendiler, Ethem ve kardeslerinin Türkiye'den uzaklasmalari,gerçekten Türkiye'nin de kendilrinin de yarar ve selâmeti bakimindanyerindeydi. Bu sebeple, Fuat Pasa'ya, kendileri istedikleri takdirde,bunlari da birlikte alip uygun sekilde görevlendirilebileceklerini söylemistim. Ethem Bey'in arkadasi tarafindan yazilan bu telgraftaki ifadelerin, yalniz arkadasinin düsüncesi oldugu ve gerçege uygun bulunduguelbette kabul edilemezdi. Çünkü ne cephenin ne de halkin, EthemBey'in Rusya'ya gönderilip gönderilmeyecegi konusu ile ilgisi yoktu.Özellikle : "Ben diktatör olmak istiyorum; fakat Ethem ve benzerleriengeldir. Onun için bu gibileri uzaklastiriyorum" zannindan söz edilmesibüsbütün dikkatizni çekti.
ETHEM VE TEVFIK KARDESLERIN MUHALEFETE GEÇMESI
Ismet Pasa'nin cephede çalismaya baslamasindan sonra, Ethem Bey, rahatsizligini ileri sürerek Ankara'ya geldi ve burada uzun süre oturdu.Onun yoklugunda, kardesi Yüzbasi Tevfik Bey, Ethem Bey'evekâleten Kuva-yi Seyyare'nin basinda komutanlik ediyordu.
Durumu gerektigi gibi aydinlatabilmek için, bir olaylar zincirininbazi ana noktalarina isaret etmek uygun olur. Kuva-i Seyyare Komutanligi,Karacasehir'de, kendisine bagli olmak üzere, gizlice Karakeçili adinda bir birlik kurmustu. Bu kurulus hakkinda Bati Cephesi Komutanligi'nin bilgisi yoktu. Böyle bir birligin varligi 17 Kasim 1920'de tesadüfenögrenildi. Cephe Komutanligi'nin bu birligin varligi hakkinda bilgi istemesive birligin teftise hazirlanmasi emri Ethem Bey tarafindan yerine getirilmedi. Cephe Komutanligi'nca, sivil islere ve geri hizmetlere karisilmamasiiçin verilen genel emre aykiri olarak, Kuva-i Seyyare Komutanligi,Kütahya bölgesinde, her seyde gösterdigi müdahale ve zorbaligini daha da artirdi.
Cephe komutani, Ethem Bey Kuve-i Seyyare'sinin, öteki gezici kuvvetlerden ayrilmasi için "Birinci Kuva-i Seyyare" diye adlandirilmasiniemrettigi halde, Ethem Bey ve kardesi, bunu dikkate almaksöyle dursun, bu emre ragmen kendi kendine Umum Kuva-yi Seyyareve Kütahya Havalisi Komutani seklinde bir komutanlik durumu ortaya çikardi.
Görülüyor ki, Ethem Bey ve kardesi, eniirleri altindaki birlikleri teftis ettirmiyorlar, verilmemis yetki ve ünvanlari kendi kendilerinetakiniyorlardi.
Bütün Kuva-yi Seyyare Komutan Vekili Tevfik imzasiyla 21Kasim 1920'de Cephe Komutanligi'na gelen bir raporda, 13'üncü düsmantümeninin Emîrfakihli, Ilyasbey, Çardak, Umurbey üzerinden gelmekteoldugu ve akendi bölgesinde bulunan Gördeslilerin düsman askerini çagirdiklariyolunda bilgi vardi. Oysa, gerçekte ne düsman tümeni ilerliyorduve ne de Türk halki düsmani çagirmisti. Bu bilgilerin özel maksatlarla verildigianlasilacaktir. Müslüman halkin düsmani çagirmasi yalnizbir tek sebeple açiklanabilirdi ki, o da tarafimizdan zulüm ve eziyet göreceklerine inanmalaridir. Iste Cephe Komutani, durumu bu noktadan elealarak verdigi genel emirde demisti ki :
Muharebenin dogurdugu bunalim sirasindaki kizginliklarin etkisiyle zorlayici sert tedbirler ise alinmasina kesinlikle engel olmak gerekir. Hainlikleri ne derece kesinlikle anlasilmis olursa olsun, hiçbir köy asla yakilmayacak, halktan hiçkimse hiçbir birlik tarafindan hiçbir suçla idam edilmeyecektir. Casusluklan vedaha baska suçlari ortaya çikmis kimselerin, göz altinda Istikal Mahkemeleri'negönderilmeleri gerekir.
Umum Kuva-yi Seyyare Komutan Vekili Tevfik Bey, bu emrede karsi çikti.
Efendiler, düsman, kuvvetlerini toplu bulundurmak maksadiyla aldigi tertibat yüzünden, Kuva-yi Seyyare bölgesindeki bazi yerleri bosaltmisti.Buralarda, sivil idare kuruluncaya kadar, halkin güven içinde idaresi için,hemen teskilât kurulmasina lüzum vardi. Bu sebeple jandarmahizmetinde bulunmus ve iyi halli taninmis kimselerden seçilen yüz ellimevcutlu bir sahra jandarma bölügü teskil edilerek "Simav ve BölgesiKomutanligi" adi altinda bir komutanlik kuruldu. Bu komutanlik, sinirlaribelli bir bölge içinde güvenlik islerine bakacakti. Yarbay IbrahimBey adinda bir zatin görevlendirildigi bu komutanliga yönetim ve inzibatbakimindan bu bölgedeki askerlik subeleri de baglanacakti. Ordubirliklerinin ve Kuva-yi Seyyare'nin komutanlari yalniz askerî harekâttansorumlu olacaklardi. Bu bölge komutanliginin kurulmasi dolayisiyla, o bölge halkina, Cephe Komutanligi tarafindan yazilan bildiride : "Sizin hertürlü dertlerinizi dinlemek, adaletli bir yönetim kurmak maksadiyla Simav'da bir Bölge Komutanligi kuruyorum"cümlesi vardi. Bu cümleyi,Kuva-yi Seyyare Komutanligi tarafindan kötüye yorulacagini göreceginiziçin, özellikle kaydediyorum.
Düsmandan kurtarilan bu kasabalar halki, kurtulus tarihinden baslayarakiki ay süreyle askerlik hizmetinden muaf tutulmuslardi. UmumKuva-yi Seyyare Komutan Vekili Tevfik Bey, birtakim düsünce vesebeplerle bu bölge komutanligina da itiraz etti.
Tevfik Bey, 23 Ekim 1920 tarihli bir raporunda : "Bir düsmantümeninin taarruzu üzerine, kuvvetlerini Gönen köyü kuzeyindeki sirtlaraçektigini bildiriyor ve sol kanadimda bulunan Cumburdu kesimini emniyete alinip" diyor.
Düsmanin ciddî bir taarruzu olmamistir. Kuva-yi Seyyare Komutanligi'ninmaksadinin, ordu birliklerini cepheye sürdürüp, kendi kuvvetlerinigeride toplamak oldugu anlasilmisti. Cephe Komutani IsmetPasa, Tevfik Bey'in verdigi bilgileri ciddiye alarak, gerekenleregerektigi gibi emirler vermis olmakla birlikte, kendisinden de, "taarruzeden düsmanin asagi yukari kaç top kullanmakta oldugunu" ve "Kuruköy'den yolboyunca Çamköy'e dogru bir düsman harekâtinin yapilip yapilmadigini" sordu ve Cumburdu vadisinin Islâmköy'e dogru emniyetealinmasinin Güney Cephesi'ne ait oldugunu bildirdi.
Tevfik Bey, 24 Kasim 1920 tarihinde Cephe Komutanligi'nayazdigi telgrafta igneleyici birtakim sözlerden sonra, bendeniz, kuzeyve güney cephelerinin her ikisinin de hükûmetin emrinde oldugunu saniyorum.Mademki degildir, idaresizlik yüzünden, bos yere burada vatanevlâtlarini kirdiramayacagim. Yirmi dört saate kadar sol kanadimiz kuvvetlibir sekilde korunmadigi takdirde, Kuva-yi Seyyare'yi Efendiköprüsücivarina çekecegim. Bu konuda sorumlulugun kime ait oldugunu hükûmetbulsun, Efendim diyordu. Bati Cephesi Komutani Ismet Pasa, Kuva-yiSeyyare Komutani'na cevap verdi ve dedi ki : "12'nci Kolordu, solkanadimizdan kirk kilometre uzaktadir. Bundan baska, geri çekilmis olandüsmani keskin taarruzla ve zorla yerinden atmak görevi birliklerimizeverilmistir. Bu bakimdan Kuva-yi Seyyare, düsmani takip eden müstakilbir süvari tümeni durumundadir. Düsmanin üstün kuvvetle taarruzlarinakarsi yalniz basina tedbirler alir; düsman mevziî ve ciddî bir hareket yaptikça,buna karsi kesin savastan kaçinir. Bu görevler süvari tümenlerineverilir. Güney Cephesi'nde kuvvetli süvari birligi olmadigindan, sizin cephenizisüvari kuvvetleri ile genisletmek mümkün degildir. Güney CephesiKuva-yi Seyyareler'le yalniz dis kanadindan temas ve baglanti saglayabilir.Bu da lâzimdir. Kisacasi, cephemiz iyi idare edilmektedir. . . v.b."
Efendiler, Bati Cephesi Komutanligi elbette ordunun kuvvet durumuve miktari ile ilgili bütçesini düzenlemek istiyordu. Bu maksatla 22/23Kasim 1920'de bütün cephe birliklerinden kuvvetlerinin mevcudu ile ilgilimuntazam birer liste istedi. Cephe birliklerinin hepsinden cevap geldi.Kuva-yi Seyyare istenilen mevcut listesini göndermedi. Bu konuda cephedenistenen açiklamaya gelen cevapta, Tevfik Bey diyordu ki; "Kuva-yi Seyyarene bir tümen ne de düzenli bir kuvvet haline getirilemez...Bu serserilerin basina ne bir subay ne de askerî memuru koymak mümkün olmadigi gibi,kabul ettirilmesi de mümkün degildir. Çünkü, subaygördüler mi Azrail görmüscesine isyan ediyorlar. Bizim birliklerimiz Pehlivan Aga,Ahmet Onbasi, Sari Mehmet, Halil Efe,Topal Ismail gibi adamlar tarafindan idare edilmektedir. Bölükeminleri de yazdigini okuyamaz ve okudugunu yazamaz adamlardandir."Sen yapamiyorsun" diye bunlarin degistirilnesi imkâni da yoktur. Kuva-yiSeyyare'nin simdiye kadar oldugu gibi gelisigüzel idare edilmesi zarurîdir...Aslinda, Kuva-yi Seyyare, disiplin ve düzene sokulmak söyledursun, böyle bir düsüncenin dogmakta oldugunu sezdigi anda dagilir.Rica ederim, bu yazdigim seyleri bir seye yormayiniz...
TEVFIK CEPHE KOMUTANINI TANIMIYOR
Efendiler, tam bu günlerde, düsmanin, Bursa Cephesi ilerisinde,Iznik yakinlarinda bir faaliyeti hissedildi. Cephe komutani bizzat oraya giderek yakindan tedbirler almaya mecbur oldu. Onun için 28 Kasim 1920 tarihindeKuva-yi Seyyare Komutani Tevfik Bey'e cevap verirken : "BugünBilecik'e gidiyorum. Dönüste sizinle nerede karsi karsiya oturup görüsmek mümkün olur"sorusunu sormustu. Cephe komutanina cevap verilmemisti.Cephe komutani, Iznik durumuna karsi, tedbir ve tertibat almakla mesgul bulundugu sirada,Kuva-yi Seyyare Komutanligi'ndan savas raporlari gelmeye baslamis... Sebebi sorulmus :
"Raporlar gerektigi zaman Ankara'da Büyük Millet Meclisi Baskanligi'nayazilmistir. Imza : Yüzbasi Tahsin" telgrafi alinmis.
Efendiler, bir cephe komutani için, cephesinin bir kisminda geçenolaylardan bilgi alamamak ne kadar güç bir durumdur. Böyle bir belirsizlikiçinde kalmak, bütün cephenin idaresini yanlis yola sürükleyebilir.Düzeltilmesi imkânsiz tehlikeli durumlara yol açabilir. Cephe KomutaniIsmet Pasa, 29 Kasim 1920 tarihinde, durumu Ankara'da bulunanKuva-yi Seyyare Komutani Ethem Bey'e yazarak, raporlar için vekilinin uyarilmasini bildiriyor.
Ismet Pasa, 29 Kasim 1920'de, bize su telgrafi gönderdi :
Ankara'da Büyük Millet Meclisi Baskanligi'na
Ankara'da Genelkurmay Baskanligi'na
1 - Kuva-yi Seyyare Komutanligi, 27.11.1920 aksainindan beri Cephe Komutanligina rapor vermemektedir.
2 - Bu gün Ethem Bey'den, vekilini uyarniasini rica ettim. Düsmandan geri alinanyerlerin idaresi için kurulan Simav Bölgesi Komutanligi dolayisiyla,Tevfik Bey'in üzüntü duydugunu bildiren Ethem Bey'den bu gün birtelgraf almis ve cevap vermistim. Durumda dikkati çekecek ölçüde bir olaganüstülükvarsa da, genis bilgim yoktur. Oraca alinan bilgilerin gönderilmesini rica ederim.
Efendiler, Bati Cephesi Komutanligi ile Kuva-yi Seyyare Komutanligiarasinda geçen yazismalari ve ortaya çikan durumu nasil ögrendigimimüsaade buyurursaniz açiklayayim :
Kuva-yi Seyyare Komutan Vekili Tevfik Bey tarafindan Ismet Pasa'ya yazilan,asker kaçaklari ile casuslarin Istiklâl Mahkemesi'ne karsi oldugunu ve Kuva-yiSeyyare'nin sol kanadinin yirmi dört saate kadar 12'inci Kolordu'ca emniyete alinmayacak olursa,kuvvetini Efendiköprüsü'ne çekecegini bildiren telgraflari, bana Ankara'da bulunanEthem Bey verdi. Ben tabiî olarak bu telgraflari anlamli buldum.Kuva-yi Seyyare'nin durumunda tedbir alinmasini gerektiren dikkate deger bir hal gördüm. Onun için, Ismet Pasa'ya çektigim vebu telgraflari Ethem Bey vasitasiyla ögrendigimi bildirdigim 25 Kasim 1920tarihli telgrafta, "Tevfik Bey'in, önem verdigim bu müracaatinakarsi ne sekilde cevap verildiginin ve ne gibi tedbirler alinmis oldugununbu gece bildirilmesini rica ederim" demistim.
Ismet Pasa, arada geçen yazismayi oldugu gibi bildirdi.
Efendiler, bir taraftan da, 28 Kasim 1920 tarihinden baslayarak,Kuva-yi Seyyare'nin sabah ve aksam raporlari, "Umum Kuva-yi SeyyareKomutan Vekili Mehmet Tevfik" imzasiyla dogrudan dogruya bana bildirilmeye basladi.Tevfik Bey'e su sifreli telgrafi yazdim :
Ankara, 29/30.11.1920
1'nci Kuva-yi Seyyare Komutan Vekili
Tevfik Beyefendi'ye
Iki üç günden beri dogrudan dogruya bana göndermekte oldugunuz raporlarin son maddesinde,Bati Cephesi Ordu Komutanligi'na verilmis oldugu kaydininbulunmadigi dikkatimi çekti. Bir yanlislik midir, yoksa bir sebebe mi dayanmaktadir?Bu konuda bilgi verilmesini rica ederim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Baskani
Mustafa Kemal
Bu telgrafima Tevfik Bey'den cevap almadim. Fakat Ankara'da bulunanEthem Bey'den rahmetli Hayati Bey'e söyle bir yazi gönderildi :
30.11.1920
Hayati Bey Kardesime
Tevfik Bey'le Ismet Beyefendi arasindaki anlasmazligin sebepleriyle, bu konuda her ikisiyle yaptigimiz yazismalairi oldgu gibi takdimediyorum. Lûtfen Pasa Hazretleri'ne gösterilip okunarak yanlis bir kanaata meydanverilmemesini rica ederim, efendim.
Kuva-yi Seyyare ve Kütahya Bölgesi Komutani Ethem
Efendiler, bu yaziya ilisik olan telgraflarda dikkati çeken noktalar sunlardi :
Tevfik Bey, kardesine diyor ki : "Simav Bölgesi Komutanligi'nakesinlikle ihtiyaç yoktur. Bu bölge komutaninin Eskisehir'e dönmesi içinsimdi emir verdim. Tevfik Bey, Ismet Pasa' nin halka hitabenyayinladigi bildirisini de söyle yorumluyordu :
"Bu bildiri, bulundugumuz yerlerde bizim adaletsiz, emniyetsiz ve namussuzcasinahareket ettigimizi ilân ediyor... Kuva-yi Seyyare, bunu kesinlikle kabuletmez. Bu konular aydinlanincaya kadar, Kuva-yi Seyyare, Bati Cephesi Komutanligi'ni tanimayacaktir."
Bunun üzerine, Ethem Bey, Ismet Pasa'ya yazdigi telgrafta,kardesinin üzüntüsünden söz ettikten sonra, bu islerin kendisinin dönüsündensonraya birakilmasini rica ediyor. Kardesine de, durumu Bati Cephesi Komutanligi'na yazdigini,ancak kendisinin de ölçülü ve nezaketlidavranmasi ve mukabele etmesi gerektigini bildiriyor. Tevfik Bey,28 Kasim 1920'de Ethem Bey'e yazdigi karsilik telgrafinda :
"Namusumuzla oynayan Bati Cephesi Komutani'ni bundan böyle âmir olaraktanimayacagimi ve Simav'a gönderdigi komutanina, bu gün yanindakilerlebirlikte Eskisehir'e dönmesi için emir verdigimi.... vazmistim", dedikten sonra"Bu hususta baska bir sey düsünemem ve düsünebilmek imkâni da yoktur, efendim" diyordu.
Tevfik Bey'in kardesine çektigi yine ayni tarihli 'bir telgrafinda da :
".... En ufak bir sey hissedersem bu yeni kurulan komutanligin bütün mensuplarinigözaltinda Bati Ordusu'na iade edecegim. Bati Ordusu Komutani Ismet Bey'in bu cephe komutanligini idare edemeyecegini anliyorum" denilmekte idi.
Efendiler, bundan sonra, Kuva-yi Seyyare'nin savas raporlari Ankara'daEthem Bey'e geliyor ve Ethem Bey tarafindan Bati Cephesi'ne gönderiliyormus.
Bundan baska, Kuva-yi Seyvare Komutanligi, Bati Cephesi haberlesmelerinesansür koymus. Telgraf ve telefon hatlarinin Kuva-yi SeyyareKomutanligi'nin haberlesmeleriyle mesgul oldugundan söz edilerek, cepheile habertesmeler açik ve resmî sekilde yasaklanmis. Ayni zamanda,Kuva-yi Seyyare'nin Eskisehir dolaylanna saldiracagi söylentisi yayilmistir.
ETHEM VE TEVFIK KARDESLERLE KENDILERI GIBI DÜSÜNEN BAZI ARKADASLARININ MILLI HÜKÜMETE ISYANI
Saygideger Efendiler, bu durumu hep birlikte incelemeyeyardim edecek kadar bilgi arz ettigimi saniyorum. Kalaylikla anlasilmakta idi ki, Ethem ve Tevfik kardeslerle, kendileri gibi düsünen bazi arkadaslari, miilî hükûmete karsi isyana karar vermislerdi.Bu kararlarinin uygulanmasi için TevfikBey cephede bahane ararken ve kuvvetlerini cepheyi terk ederek toplarken,Ethem Bey, milletvekili olan kardesi Resit Bey ve dahabirtakimlari da siyasî yoldan çalisiyorlardi. Isyan plâninda basarili olabilmek için,her seyden önce, buna engel sayilan Bati Cephesi'ndeki ordununbasinda bulunan komutanin itibar ve makamindan düsürülerekorduya hâkim olunmasi gerekiyordu. Ondan sonra da Meclis kamuoyunutamamiyle kendi lehlerine çevirerek komutan, bakan veya hükûmet düsürmektekolaylik saglamak önemli bir noktaydi. Iste bu maksatlarla çalismaktaolduklarina bizde süphe kalmamisti. Ethem Bey'in, Ismet Pasa'ya vekardesi Tevfik Bey'e yazdigi telgraflarda kullandigiyumusak ve nazik bazi kelimelerin, biraz daha zaman kazanmakmaksadina dayandigina ve bu meseleyi Ismet Pasa ile TevfikBey arasindaki anlasmazliktan dogan bir üzüntü dolayisiyla, en sonundaTevfik Bey'in öfkesine hâkim olmayarak biraz ileri gitmesindenibaret gösterip, kendilerinin pek yumusak basli ve alçak gönüllü olduklarinibir zaman için daha göstermeye çalistiklarina hükmetmemek mümkün degildi.Biz de durumu oldugu gibi ciddî saydik. Siyasî ve askerî tedbirlerimizi onagöre uygulamaya basladik.
Efendiler, arz etmeliyim ki, gerek cephede gerek Ankara'da her bakimdanihtiyaç duyulan tedbirleri aldirmistim. Ethem ve kardeslerininisyanindan asla çekinmiyordum. Isyan ettikleri takdirde yola getirilip cezalandirilacaklarinasüphem yoktu. Onun için pek serin ve genis hareketediyordum. Mümkün oldugu kadar kendilerini nasihatle yola getirmeye vesaygili olmaya çalismayi, bunu basaramadigim takdirde, kamuoyundadaha çok açiklik kazanacak olan saldirganca faaliyet ve hareketleriningerektirdigini yapmayi tercih ediyordum. Bu düsünceyle, 2 Aralik 1920tarihinde, Ankara'da bulunan Ethem ve Resit Bey'lerle diger bazikimseleri de yanima alarak bizzat Eskisehir'e gitmeye ve orada IsmetPasa ile de birleserek yüzyüze konusmaya ve anlasmaya karar vermistim.Ethem Bey'in bu geziye benimle gitmekten çekinecegini tahminediyordum. Halbuki, Ethem Bey'i de birlikte alip götürmek bencepek gerekliydi. Bunun için istekli olsun olmasin, Ethem Bey'i de birliktegötürmek veyahut israri halinde ona göre bir tutumu benimsemeküzere gereken tedbirlerin alinmasini da emretmistim.
Gerçekten de, ertesi günü, Ethem Bey hastaligini ileri sürerekbirlikte seyahat edemeyecegini bildirdi. Doktor Adnan Bey de Ethem Bey'inrahatsizliginin seyahate engel oldugunu söyledi. Israr ettim.Nihayet 3 Ekim 1920 aksami özel bir trenle Eskisehir'e hareket ettik.Ethem ve kardesi Resit Bey'lerden baska yanimizda bulunan arkadaslardan baslicalari sunlardi :
Kâzim Pasa, Celâl Bey, Kiliç Ali Bey, Eyüp Sabri Bey, Hakki Behiç Bey, Haci Sükrü Bey.
4 Aralik 1920 sabahi, erkenden, henüz ben uykudayken tren Eskisehir'e vardi.Daha önce Ismet Pasa'nin henüz Bilecik'te bulunduguanlasilmis oldugiindan Eskisehir'de durmayip Bilecik istasyonuna gitmeyekarar vermistik. Eskisehir'de uyandigim zaman, trenin niçin durdugunuve yoluna devam etmedigini sordum. Yaverlerim, arkadaslarin sabah kahvaltisiyapmak üzere istasyonun karsisindaki lokantaya gittiklerinive simdi gelmek üzere bulunduklarini söyledi. Çabuk gelmeleri içinhaber gönderilmesini istedim. Birkaç dakika sonra "haziriz" denildi."Bütün arkadaslar geldi mi?" dedim. Bunun üzerine yapilan arastirmadananlasildi ki, herkes hazirdi ama Ethem Bey bir arkadasiyla birlikteortada yoktu. Derhal Ethem Bey'in kaçirildigina hükmettim.Fakat bunu kimseye söylemedim. Yalniz, "o halde, dedim, EthemBey olmaksizin bizim Bilecik'e gitmemizde bir fayda yoktur. IsmetPasa'yi da buraya çagiririz."
Ismet Pasa da, telgraf basinda yapilan özel bir görüsmedensonra, Eskisehir e hareket etti. Daha önce, yalniz ve özel olarak görüsmemizgerekli oldugundan ben de bir iki istasyon ileri giderek bulustuk.Birlikte 4 Aralik 1920 aksami Eskisehir'e geldik. Orada bekleyen arkadaslarlahep birlikte bir lokantada yemek yedik. Ethem Bey yoktu. Neredeoldugunu kardesinden sordum. Rahatsiz, yatiyor dedi. O gece IsmetPasa'nin karargâhinda Kâzim Pasa, Celâl Bey, HakkiBehiç Bey de hazir oldugu halde, Resit ve Ethem Bey'lerlekonusacaktik. Onun için Resit Bey, Ethem Bey'in hasta oldugunu söylerken,görüsmek üzere karargâha gelebilecegini de ilâve etmisti.Yemekten sonra karargâha girtik, fakat Ethem Bey gelmemisti. Resit Bey'e nevakit gelecegini sordum. Verdigi cevap suydu : EthemBey su dakikada kuvvetlerinin basindadir!
Bu habere ragmen sakin olmayi ve görüsmeyi tercih ettik.
Su noktayi da belirtmeliyim ki, ben Eskisehir'e resmî bir sifatla gitmemistim.Orada hazir bulunan bazi arkadaslarin yaninda, Ismet Pasa ile olan görüsmeve konusmalarimizi tarafsiz bir arkadas sifatiylayaptigimi söylemistim. Ismet Pasa, durumu, aralarinda geçen haberlesmeleri,Kuva-yi Seyyare Komutan Vekili olarak Tevfik Bey'inaldigi serkesçe tavri anlatti. Resit Bey, kardesleri ve kendi adina cevap veriyordu.Resit Bey, pek kaba ve saldirganca konusmaya basladi.Kardeslerinin birer kahraman olduklarini, hiç kimsenin emri altinagirmeyeceklerini, bunu böylece kabul etineye herkesin mecbur oldugunupervasizca söylüyor; ordu, disiplin, komuta ve hükumet kavramlariylabunlarin gereklerine dair ileri sürülen görüslere kulak bile vermiyordu.Onun üzerine, ben dedim ki : "Bu dakikaya kadar sizinle eski bir arkadasiniz sifatiyla vesizin lehinizde bir sonuç almak için samimi bir duyguyla görüsüyordum.Bu dakikadan itibaren arkadaslik ve yakinligim sonbulmustur. Simdi karsinizda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ve Hükumeti'ninBaskani bulunmaktadir. Devlet Baskani olarak, Bati Cephesi Komutani'na,durumun geregini yerine getirmek üzere yetkisini kullanmasini emrediyorum."Hemen Ismet Pasa da dedi ki : "Emrimde bulunankomutanlardan herhangi biri bana karsi gelmis olabilir. Ben onuyola getirmeye ve cezalandirmaya muktedirim. Bu konuda daha kimseyekarsi aczimi itiraf etmis ve hiç kimsenin bana ait olan bu görevin kolayliklayerine getirilmesi için yardimini rica etmis degilim. Ben durumungerektirdigi isleri yaparim."
Tarafimdan ve Ismet Pasa tarafindan alinan bu ciddî tavir üzerine,avazi çiktigi kadar bagirircasina konusan Resit Bey, derhal simdi;ileri gitmekte acele edilmemesini, kendisi kardeslerinin yanina gidersebir uzlasma çaresi bulabilecegini söyledi. Bundan bir sonuç çikmayacagi,maksadin kardeslerine durumu anlatmak ve zaman kazanmak oldugu meydandaydi.Buna ragmen Resit Bey'in bu teklifini kabul ettik.Ertesi günü, Ismet Pasa'nin hazirlatacagi özel bir trenle Kütahya'vakardeslerinin yanina gitmesi uygun görüldü. Kazim Pasa'nin daResit Bey'le birlikte gitmesi yerinde bulundu. Hareket ettiler.
BILECIK GÖRÜSMESI
Saygideger Efendiler, müsaadenizle bu hikâyeyi simdilikburada birakacagim. Ayni günde, yani 5 Aralik 1920'de Bilecik istasyonundabekleyen Ahmet Izzet Pasa hey'etine temas edecegim : Hatirinizdadir ki,Izzet Pasa'nin istek ve teklifi üzerine, kendileriyle Bilecik'tegörüsülmesine karar verilmisti. Hey'et, ayin dördünden beri beniBilecik istasyonunda bekliyordu. Bu hey'et, Izzet ve Salih Pasa'larlaelçilerden Cevat, Ziraat Nâziri Hüseyin Kâzim, Hukuk MüsaviriMünir Bey'lerden ve Hoca Fatih Efendi'den kurulmustu.Bilecik istasyon binasinin bir odasinda birlestik. Ismet Pasa da beraberdi.Görüsme söyle geçti : Ben, ilk söz olarak "Türkiye Büyük MilletMeclisi ve Hükûmeti Baskani" diye kendimi tanittiktan sonra : Kimlerlemüserref oluyorum" sorusunu yönelttim. Salih Pasa, benim maksadimikavrayamadigi için, kendisinin Bahriye ve Izzet Pasa'nin da Dahiliye Nazirioldugunu söylemeye çalisirken, ben derhal, Istanbul'da birhükûmet ve kendilerini o hükûmetin üyeleri olarak tanimadigimi; egerIstanbul'daki bir hükûmetin nâzirlari olarak görüsmek istiyorlarsa, kendileriylegörüsmekte mazur oldugumu bildirdim. Ondan sonra kimlik veyetki söz konusu edilmeden görüsülmesi uygun bulundu.
Konusmanin bazi safhalarinda, Ankara'dan bizimle birlikte gelenbazi milletvekili arkadaslari da bulundurdum. Birkaç saat süren konusmadan,gelen kimselerin esasli hiçbir bilgi ve kanaate sahip olmadiklarianlasildi. Sonunda, kendilerine Istanbul'a dönmelerine izin vermeyecegimive beraberce Ankara'ya gidecegimizi bildirdim.
IZZET VE SALIH PASALAR ANKARA'DA
Zaten beklemekte olan trenle hareket edildi. 6 Aralik 1920'de Ankara'ya geldik. Istanbul'dan gelenhey'eti itirazlarina ragmen alikoymustum. Fakat bunu ilân etmeyi yararlibulmadim. Çünkü, Izzet ve Salih Pasa'larla digerlerinden millîhükûmet islerinde yararlanarak haysiyetlerini korumak istedim. Bu maksatla,Ankara'ya gelir gelmez basina verdigim resmî bildiride, adi geçenkimselerin Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'yle görüsme yapmak bahanesiyleIstanbul'dan çiktiklarini, memleketin iyilik ve selâmeti için dahayararli ve daha etkili bir sekilde çalismak üzere bize katildiklarini ilânettirdim.
Efendiler, bizim Izzet Pasa hey'etiyle Bilecik - Ankara yolu üzerindebulunduguniuz 5/6 Aralik 1920 tarihinde Resit Bey'den, Kütahya'yavardigini, ertesi günü Tevfik Bey'le görüsecegini, EthemBey'in de oraya geldigini bildiren fakat daha olumlu bir anlam tasimayanbir telgraf aldim. Dört gün sonra da Resit Bey'in, geri dönerkenEskisehir'den gönderdigi 9 Aralik tarihli bir telgrafinda : "Tevfik ileolan mesele iyi bir sonuca baglanmistir" denildikten sonra, "Fakat tanimakve tanitmak istedigimiz kimselerin basit ve zamana uygun olarakdüsünememelerine veya düsünemediklerine binbir isaret konmustur" ibaresiokunmaktaydi. Resit Bey tarafindan, Eskisehir'deki Bati CephesiKomutani Ismet Pasa'ya da, meselenin çözüme baglandigi, haberlesmeninsaglandigi ve Simav Bölgesi Komutaninin yerine gönderilebilecegisöylenmisti. 9 Aralik 1920'de Ethem Bey'den de aldigim bir sifreli telgrafta,meselenin Ismet Pasa tarafindan maksatli ve zamansiz olarakçikartilmis oldugu anlatilmak isteniyordu. Sözde almakta oldugu bütüntedbirlerden ve yaptigi düzenlemelerden o zaman Basyaverim bulunanSalih Bey'in de aynen haberdar edildikleri belirtiliyordu. Benim kuruntuyadüsürüldügümü delilleri ile haber aldigini yaziyordu. Ondansonra inandirici birtakim sözlerle, Kuva-yi Seyyare'den olup da Maden'denkatilmak üzere geri dönen fakat Genelkurmay'in emriyle Güney Cephesi'negönderilen bir müfrezesinin kendi emrine verilmesini ve Kuva-yiSeyyare'nin Fuat Pasa zamanin, da seyyar jandarma teskilâti geregincebütçeye dahil gdildigini ileri sürerek fazla para koparmak istedigi anlasiliyordu.
Benim üç gün sonra buna verdigim inandirici cevapta : "Son günlerin beklenmedik olaylarinin beni kuruntuya degil, kararsizliga düsürdügünü itiraf ederim" dedikten sonra : "... genel durumumuzun uyum ve düzenini bozmakta hiç kimseye göz yummamasini" bildirdim.
-
Bati cephesindeki gelismeler ve Birinci Inönü zaferi
ETHEM VE KARDESLERI ZAMAN KAZANMAK IÇIN BIZI YANILTMAYA ÇALISIYORLARDI
Gerçekte mesele çözülmemisti. Yapacagim açiklamalardan anlasilacaktir ki, Ethem Bey ve kardesleri zaman kazanmak için bizi yaniltmaya çalisiyorlardi.Maksatlari mümkün olabildigi kadar yenidenkuvvet toplamak; Düzce'de bulunan Sari Efe kuvvetleriyle Lefke'de bulunanGök Bayrak taburunun kendilerine katilmasini ve DemirciMehmet Efe'nin de kendileriyle birlikte isyan etmesini saglamak; biryandan da cephe komutanlarini degistirmek, ordudaki subay ve erlerinkendilerine karsi koymamalari için propagandaya firsat bulmakti. Gerçektende, Simav ve Bölgesi Komutani, Simav'a gitmek üzere Kütahya'dan geçerken, Ethem ve Tevfik Bey'ler tarafindan durdurulup, kendiemirleri altinda ve gösterecekleri yerde hizmet ettirilmek üzere Kütahya'dakalmasi emredilmistir. Bu emirlerinin onaylanmasi geregini de 10 Aralik 1920'de Cephe Komutanligi'ndan istemislerdir. Görülüyor ki, her seyyoluna girdi denildigi halde, baslangiçtaki itaatsizlik durumu aynen devam etmekteydi.
Ethem Bey, Konya, Ankara, Haymana dahil her tarafa ellerindeözel sifreler bulunan ve irtibat subayi adini tasiyan birtakim memurlargöndererek yeniden silâh ve hayvan toplamaya basladi. Bunlara verdiklerigörev ve hükumet memurlarina yaptiklari tebligat hakkinda bir fikiredinmek üzere, örnek olarak, 7 Aralik 1920'de Ankara'nin kuzeyindekiKalecik Kaymakamina gönderdigi yaziyi aynen okuyayim : Kütahya, 7.12.1920
Kalecik Ilçesi Kaymakamhgi Yüksek Katina
Kuva-yi Seyyare müfreze komutanlarindan olup asagida kimligi yaziliIsmail Aga, zâtiâlinizin ilçesi dahilinde Kuva-yi Seyyare'ye bagli izinli ve izinsizmücahitlerle yeniden silâh ve hayvan toplayarak bize katilacak olan vatanseverleri alip getirmek üzere görevlendirilerek Kalecik'e gönderilmistir. Kendisine vatan için gerekli her türlü yardimin yapilmasini ve kolaylik gösterilmesini rica ederim, efendim. Umum Kuva-yi Seyyare Kütahya Havalisi Komutani Ethem
Bati Cephesi Komutani'nin, Kuva-yi Seyyare Komutanligi'ndan eldeki cephane miktarini ve son Gediz savasinda ne kadar topçu cephanesisarfedildigini sormasi üzerine, Kuva-yi Seyyare Komutan Vekili Tevfikimzasivla 11 Aralik 1920'de bu yazisinizdan bize güvenmediginizi anliyorum. Cephane ne yenir ne içilir; ancak düsmana atilir. Böyle bir güvenmeselesi akla geliyorsa, cephane göndermeyebilirsiniz, seklinde cevapverilmekte idi.
Efendiler, burada ufak bir noktaya dikkatinizi çekeyim. Görüyorsunuz ki, Ethem Bey, cephede ve kuvvetinin basinda oldugu halde,Tevfik Bey yine vekil olarak yazisma ve islemler yapiyordu. Bir tekkuvvet üzerinde ayni yetkide iki ayri komutan...
Cephe Komutani, 13 Aralikta, sorulan soru ve alinan cevap suretlerini bilgi için bana göndermisti. Hükûmetçe, anahtari olmayan sifrelerleözel sifreler kullanilmasi genellikle yasaklanmisti. Halbuki, EthemBey'in özel memurlari ve milletvekillerinden bazi arkadaslari, bu yasagauymadan sifre haberlesmelerine devam etmekte idiler. Pek tabiî bunlaraengel olundu. Bunun üzerine, Ethem Bey, Ismet Pasa'ya yaptigi13-14 Aralik 1920 tarihli bir müracaatinda : "Bazi ihtiyaçlar ve benzerieksikler için Ankara ve Eskisehir Kuva-yi Seyyare irtibat subaylarina çekilen telgraflarin durdurulmakta oldugu anlasilmistir. Haberlesmelerimizin yasaklanmasi veya güçlüge ugratilmasi seklindeki isleinlere lütfen sonverilmesini rica ederim" diyordu. Halbuki, irtibat subaylarinin açik haberlesmeleri yasaklanmamisti. Yasaklanan, özel sifreli haberlesmeydi.Ethem Bey'in sözünü ettigi Ankara ve Eskisehir'deki subaylarin hiçbir haberlesmeleri yasaklanmis ve bu subaylar tarafindan da EthemBey'e sikâyette bulunulmus degildi. O günlerde, Eskisehir'e çektirilmeyen bir özel sifre vardi. Fakat o, komutan ve milletvekili diye imza atanEthem Bey'in bir arkadasinin sifresi idi. Onun için Ismet Pasa,Ethem Bey'e verdigi cevapta bunu kendisine haber verenin kim oldugununbildirilmesini istemisti.
ÇERKEZ ETHEM HÜKÜMETIN KANUNLARINI TANIMIYOR
Efendiler, baslibasina dikkati çeken bir muameleyide burada belirteyim. Bu tarihlerde Kütahya'da MutasarrifVekili Kadi Ahmet Asim Efendi adinda bir zat bulunuyordu. Kütahya'da Mevki Komutani ünvaniyla EthemBey tarafindan tayin edilmis Abdullah Bey adinda da biri vardi. Bukomutan, kaçak asker ailelerinden bazilarini sürgün edilmek üzere KütahyaMutasarrif Vekili Ahmet Asim Efendi'ye gönderir. MutasarrifVekili, sürgün islemlerinin son çikarilan kanun geregince, Istiklâl Mahkemesi'neait oldugunu bildirerek evraki komutanliga geri gönderir. Bunun üzerine, Mevki Komutani, Mutasarrif Vekili'ni gece vakti makaminagetirtmeye kalkar. Mutasarrif Vekili, gece mesgul oldugundan sabahleyingörüsebilecegini bildirir. Komutanin gönderdigi erler, Mutasarrif Vekili'ninevinin harem kapisini kirmak suretiyle zorla içeri girerler ve kendisinihakaret edici sözler söyleyerek alip götürürler. Sorguya çektiktensonra, ayni gece silâhli bir müfrezeyle on dört saat uzaklikta bulunanKuva-yi Seyyare Komutani'nin huzuruna getirirler. Ondan sonra da Kütahya'dançikararak uzaklastirirlar. Kadi olmak ve Mutasarrif Vekili bulunmakdolayisiyla, çesitli Bakanliklarin büyük bir memuru durumundaolan bir kimsenin ugradigi bu saldiri ve karsilastigi agir muamele, süphesiz dogrudan dogruya hükumete yöneltilmis bulunuyordu. Bu olay üzerine,Meclis'te, hükumete gensoru açildi. Ilgili Bakanliklar, Cephe Komutanligi'ndansuçlularin Harp Divani'na verilmelerini istediler. Cephe Komutani'nin, Kuva-yi Seyyare Komutanligi'nca sorusturma yapilip sonucunun bildirilmesini isteyen telgrafina, 19 Aralik 1920'de Umum Kuva-yiSeyyare ve Kütahya Havalisi Komutan Vekili Mehmet Tevfik imzasiylagelen cevapta : "Abdullah Bey her ne yapmissa tarafimdanverilen kesin emir üzerine yapmistir ve yapmaya da mecburdu. Bu konunungerekçesi ilgili Bakanliklara arz edilmisti. . . Kendisinin geri dönmesiiçin kesin emir verildigi zâtiâlîniz tarafindan bildiriliyor. Döndügü takdirde... mutlaka idam edecegim...." deniliyordu.
Efendiler, milletin vekillerinin emriyle görevine iade edilmek istenenbir memurun idam edileceginin bildirilmesi, elbette Anayasa ve kanunhükümleriyle bagdastirilamazdi. 13 Aralik 1920 günü Ethem Bey,Ankara'daki kardesi Resit Bey'le, makina basinda açik telgraflarlauzun uzadiya görüstü. Bu görüsmelerin özeti suydu : "Ethem Bey, bukonunun mutlaka Meclis'te görüsülmesini saglayiniz. Sari Efe denilenEdip'in kendi müfrezesiyle Gök Bayrak taburuna katilmasi için habergönderiniz. Meclis vasitasiyla komutanlari çektiriniz. Meclis karariylaolmadigi takdirde, bir yolunu bulup bunu hemen saglayiniz" diyor; "patlatacagibombalari da Ingilizlerin isitecegini ve bunun patlamasinin dapek yakin oldugunu" söylüyor. Resit Bey'in verdigi cevaplar arasindada dikkati çeken su sözler yer aliyordu : "Kuva-yi Seyyare'nin düsmanakarsi savunma yapmamasini, bunu tümenlere birakmasini ve Edip'lebizzat haberlesmesini, buna engel olundugu takdirde Cephe Komutani'ylayeniden ilgisini kesmesini" söylüyordu.
Resit Bey, bu haberlesmelerle ilgili telgraflari oldugu gibi banagönderdi. Kendisi yanima gelmedi. Zaten Eskisehir'den Kütahya'ya gidipdöndükten sonra yanima gelmemisti. Kendisini yanima çagirttim. Ne istediklerinisordum... "Cephe komutanlarini degistiriniz" dedi. "Yerinekoyacak adamlarimiz yoktur" dedim. "Beni tayin ediniz, ben daha iyi yaparim" dedi. "Cephe komutanlarini degistirmek önemli bir meseledir. Geneldurumumuzu zayiflatir. Böyle bir teklifi kabul etmek kolay degildir.uygun da düsmez" cevabini verdim.
Ayni gün, yani 13 Aralik 1920'de Ethem Bey'e yazdigim bir telgrafta,Resit Bey'le makina basinda yapilan haberlesmeleri okudugumusöyledikten sonra, bu konunun resmen Meclis'e getirilmesinin ve görüsülmesininuygun olmadigini, Edip'in yerinden oynatilmasinin dadogru bulunmadigini bildirdim. Ayni tarihte, Ethem Bey verdigicevapta konunun ciddî oldugunu söyleyerek komutanlar aleyhine sözlersarfediyordu.
Efendiler, Ethem ve kardesleri cephede bulunan komutanlari begenmiyorlar, onlarin emirlerine uymuyorlar. Bakanliklari ve hükumeti tanimiyorlar. Yalniz sözde bana itaat ediyorlar ve Meclis'i de kendi isteklerinegöre harekete geçireceklerini umuyorlar. Bana ve Meclis'e karsi hosgörünerek, büyük bir gayretle hazirliklarini tamamlamaya çalisiyorlardi.Ethem Bey,18/19 Aralik tarihli bir telgrafiyla da, yine Edip'inmüfrezesiyle kendisine katilmasinin saglanmasini benden rica ediyordu.Istegini hakli göstermek için de diyordu ki :
"Anadolu'daki isyan hareketlerinin bastilmasi sirasinda, durum icabi Bigadolaylarinda biraktigim ve sonradan geçici olarak Düzce'ye gönderilen BirinciKuva-yi Seyyare'ye bagli ve büyük bir kismi Izmir ve dolaylan gönüllülerinden olusan250 süvari, 200 piyade, bir dag topçu takimi, iki makineli tüfek, 30 kisilik karargâhsüvari erlerinden kurulu Edip Bey müfrezesinden, Izmir sinirina yaklasmamiz dolayisiyla daha çok yararlanilacagi tabiîdir. Bununla birlikte, süreklimüracaat yapilmakta oldugundan ve Edip Bey tarafindan, o bölgede güvenligintam olarak saglandigi bildirildiginden, bu bölgenin uygun görülecek baska birbirlige teslim edilerek, Edip Bey'in müfrezesinin savas vasitalanyla birlikteKuva-yi Seyyare'ye katilmasi hususunun ilgili makamlara emir ve havalesini ricaederiz".
Efendiler, bu telgrafta ileri sürülen düsüncelere, en tecrübesiz veen basit muhakemeli birinin bile inanabilecegi kabul edilebilir mi? Kütahya'dabulunan bir zat, bana, Izmir sinirina yaklasmaktan söz ediyor.Düzce ve dolaylarinda durumun güvenilir oldugunu benden daha iyi haber aliyor.Edip Bey müfrezesinin kuvvetini ayrintili olarak saydiktan sonra, bumüfrezenin savas vasitalariyla birlikte kendisine katilmasiricasinin bence kabul edilebilir bulunacagini zannediyor.
Bu telgraf üzerine, 19 Aralik 1920'de, Düzce'de bulunan Müfreze KomutaniEdip Bey'e özel olarak bizzat yazdigim telgrafta, Ethem Bey'in isteginden ve bunun kendisince istendiginin bildirildiginden bahsederek, müfrezenin o bölgede kalmasina kesin olarak ihtiyaç bulundugunu da belirttim.
Edip,19/20 Aralik 1920'de verdigi cevapta, müfrezesinin o bölgedekalmasinin zarurî oldugunu bildirdi. Buna, müfrezesinin Kuva-yi Seyyare'deki kimseler gibi ayni ödenekle çalistirilmalarinin saglanmasi istirhamini ekleme firsatini da kaçirmamisti.
Efendiler, Ethem ve arkadaslari, Ankara yakininda Haymana'dada ayrica bir kuvvet toplamaya tesebbüs ettiler. Hirsizlik suçundan Ankara'datutuklu iken sonradan serbest birakilan Van göçmenlerindenMusa Beyzâde Abbas adinda, biri, elinde bir belge ve bes onkisiyle birlikte Haymana bölgesinde adam toplamaya basladi. Bu adam19 Aralikta yakalanabilmis ve Ankara Istiklâl Mahkemesi'ne verilmisti.Bunu yakalamak ve adamlarini dagitmak için çabucak özel bir tertibatalmak lâzim geliyordu. Bu maksatla, Haymana'ya simdi milletvekili bulunan Recep Zühtü Bey komutasinda özel bir kuvvet gönderilmisti. Recep Zühtü Bey, Abbas'i üç arkadasiyla birlikte yakaladiktan sonra,büyük bir saldiriya ugrayacagini pek muhtemel gördügünden, tutuklulari, yolunu degistirerek Polatli üzerinden trenle Ankara'yagetirmeye mecbur olmustu.
DEMIRCI EFE DE HAREKETE GEÇIYOR
Efendiler, Demirci Efe, Ethem Bey'le haberlestikten sonra özel bir tavir takindi. Bu sezilir sezilmez, Güney Cephesi'nde bulunan Rafet Bey süvarileri, derhal üzerine gönderildi. 15/16 Aralik 1920'de Dinar yakinindaki Igdecik köyünde ,bir gece baskiniyla Efe'nin kuvvetleri dagitilmis... Kendisi bes on kisiyle kaçmis. Efe, çok sonra bize siginarak affedilmistir.
Efendiler, Resit Bey, 20/21 Aralik gecesi evinde dört kisiye, ordubirlikleriyle Kuva-yi Seyyare arasinda bir çatisma çiktigi takdirde, subaylarimizla erlerimizi yaniltma görevi veriyordu. Bu dört kisi sunlardi:Yeni Dünya gazetesinden Hayri, Arif Oruç'un kizkardesinin ogluNizamettin, Müsir (152) Fuat Pasa'nin oglu Hidayet vearkadasi Sükrü Bey'ler. . . Bunlar 21 Aralikta trenle Eskisehir'e hareket ettiler. Yanlarinda Ethem Bey'in kâtibi olan birisi de vardi.Bunlarin içinden biri, trenin hareketinden önce, gizlice istasyondaki kaldigim binaya gelip, bana durumu bildirdi. Bu zat, propagandayi tertip veyönetmekle görevliymis. Baskanlari Hidayet Bey'mis. Para harcama yetkisi de ondaymis. Durumu ihbar eden, yalniz olarak Kütahya'yagidecek, Ethem Bey'den talimat aldiktan sonra Eskisehir'e dönecekti. Digerleri Eskisehir'de bekleyeceklerdi.
Ben bu zata : "Biz Ethem Bey ve kardeslerine karsi sevgi duyuyoruz. Onlar bos yere telâsa düsüyorlar. Bu tesebbüslerinden üzüntü duydum. Fakat Ethem Bey'in orduda bozgunculiik çikarmak için verecegi talimati bilmek isterim" dedim ve arkadaslariyla birlikte kendilerinihareketlerinde serbest biraktim.
Eskisehir'de Ismet Pasa'ya, Afyon Karahisar'da Fahrettin Pasa'ya bilgi verdim ve bu adamlarin takip edilmeleri gereginibildirdim.
Ihbarci, ihbarlarinin dogru oldugunu sonradan davranislariyla ispatetmistir.
Efendiler, Kâzim Pasa , Resit Bey'le beraber Kütahya'daEthem ve Tevfik Bey'lerle konusma ve görüsmelerde bulunduguzaman, Ethem Bey'in sözlerinden, bana önemli olan noktalarisöyle özetlemisti :
1-Ankara'daki hükûmet gayeyi gerçeklestirecek durumda ve güçte degildir. Bu hükumete karsi uyusuk davranmamiz dogru olmaz.
2-Silâhla karsi koymamizin mahiyetini kötüye yoracaklardir. Fakat sonunda basarirsam herkes bana hak verecektir.
3-Refet Bey'le aramizda bir izzetinefis meselesi geçmistir.Mustafa Kemal Pasa, Refet Bey'in haysiyetine deger vererekbizimkini kiriyor. Herhalde Refet Bey'i önüme katarak Ankara'yakadar kovalamak isterim. Ölürsem de bu takipte öleyim.
4-Biz çoktan bu isi yapardik. Fakat Resit'in Ankara'da Meclis'teki durumu bizi aldatmistir. Meclis'in ne önemi ve ne hükmü vardir?
RESIT ORDUYU YANILTMAYA ÇALISIYOR
Kazim Pasa, bu görüsleri dinledikten sonra, Türkiye'nin Bati Cephesi'nden baska doguda, güneyde, merkezde de ordulari vardir. Bu ordularin basinda ve içinde çok degerli ve pek kudretli komutanlar ve subaylar vardir, "bütün bunlarla birlikte bir millet vardir" diyerekkendilerini yatistirmaya ve ölçülü bir duruma getirmeye çalismistir.
Efendiler, Resit Bey , Meclis'te atesli telkin ve tesebbüslerde bulunuyordu. Bir gün Meclis'te kirk elli kadar milletvekili toplanmis. Bunlarin cephedeki durumla ilgili bazi süpheleri varmis. Bakanlar Kurulu'nudavet ederek bunu anlamak istiyorlarmis. Bolu milletvekili bulunan rahmetli Yusuf Izzet Pasa , bu durumu ve toplanan milletvekillerininistegini bana bir mektupla bildirdi. "Ben toplanti hâlindeki Bakanlar Kurulu ile beraberdim. Hükumet üyeleri, bu sekilde toplanan milletvekillerinin herhangi bir konuda soru sormak için hükumeti davet etmesi usule uygun degildir, kabul edemeyiz" dediler. Ben bu karari, yine YusufIzzet Pasa vasitasiyla bildirmekle birlikte, sahsî görüsüm olarak sunlari da ekledim : "Siz milletvekilisiniz, ben de baskaninizim. Herhangi birkonuda benimle görüsmek isterseniz, memnuniyetle kabul ederim". Benim cevabimi, Yusuf Izzet Pasa, toplanti halinde bulunanlara bildirdigi vakit, Resit Bey ayaga kalkarak :
"Efendiler! bu cevap gögsünüzü kapayin! demektir. Yüksek malumunuzdur ki, askerlerin gögüslerinin kapali bulunmasi disiplin geregidir".
Resit Bey'in, "Baskan bizi askerî disiplin altina almak istiyor"demek istedigi anlasiliyor.
Söz konusu toplantiyi düzenleyenler hiç süphe yok ki, Resit Beyile bazi arkadaslariydi. Resit Bey , sözü Ankara'da bulunan Izzet Pasa hey'eti ileyaptigi temas ve görüsmelere de getirerek, "Pasalar Izmir'i, Istanbul'ukurtararak baris yapilabilecegini söylemek üzere geldikleri halde, tutuklanmislardir." seklinde bir hava da yaratmisti.
22 Aralik 1920 günü, Resit Bey' e bakan ve milletvekillerindenon bes kadar arkadasi hükûmetteki odama davet ettim. Bu arkadaslararasinda Celâl Bey, Kâzim Pasa, Eyüp Sabri Bey, Adnan Bey, Vehbi Bey, Hasan Fehmi Bey, Ihsan Bey,Kiliç Ali Bey, Yusuf Izzet ve Emir Pasa'lar vardi. Fevzi Pasa Hazretleri de hazir bulundu. Bu hey'ete, bu konunun bütüngelisme safhalarini, gerekli belgeleri de göstermek suretiyle, açik bir sekilde anlattim. Resit Bey, söylediklerimin hiçbirini inkâr etmedi. Düsman saldirilarina karsi tek kuvvetin Ethem Bey'in kuvveti oldugunu ve bizim kurdugumuz tümenlerin çil yavrusu gibi dagilacaklarini söyleyerek, mutlaka Ethem Bey kuvvetinin artirilmasina ve takviyesineihtiyaç oldugunu bildirdi. Cevap olarak dedim ki : "Ethem Bey'inkendi komutasi altinda kullanabilecegi kuvvetin sayisi en çok bin iki yüz,iki bin kisiden ibaret olabilir. Bu sayi artirilacak olursa, disiplinsizlik dolayisiyle dagilip felâkete yol açar. Her halde, memleketin mukadderatininsahsa bagli kuvvetlere degil, ancak Büyük Millet Meclisi'nin kanunlarinabagli düzenli birliklere emanet edilmesi gerekir. Kuva-yi Seyyare, belirlibir kadro halinde, verilen emirlere tamamen uymak ve boyun egmek sartiyla yararli olabilir."
Resit Bey, açiklanan gerçekleri kabullenmis gibi görünen birtavir takindi. Bunun üzerine son bir tesebbüs olmak üzere, Resit Bey'in bazi arkadaslarla birlikte kardeslerinin yanina giderek nasihatlerdebulunmasi kabul edildi.
Bundan sonra nasihat vermek için gidecek olan hey'ete, meseleninçözume baglanabilmesi için simdiye kadar yaptigim tesebbüslere de sonverecegimi bildirdim. Hey'et, Kuva-yi Seyyare'ye, Hükûmet'in son ve kesin istekleri olmak üzere su hususlan bildirecekti :
1 - Kuva-yi Seyyare, diger birlikler gibi emir ve komutaya tam olarak uva-cak ve kanun disi her türlü taskinlikiardan kaçinacaktir.
2 - Kuva-yi Seyyare, kuwetini artirmak için kendiliginden hiçbir yerde,hiçbir sekilde adam toplamayacak ve bu maksatla gönderdigi adamlarin faaliyetinederhal son verecektir. Asker ihtiyaci, öteki birliklerde oldugu gibi, yapilacak müracaat üzerine Cephe Komutanligi'nea saglanacaktir.
3 - Kuva-yi Seyyare, kaçaklarini yakalatmak için dogrudan dogruya adamlar görevlendirip göndermeyecek; kaçaklar, diger birliklerinki gibi Cephe Komutanligi'nca takip ettirilecek ve yakalattirilacaktir.
4 - Kuva-yi Seyyare mensuplannin ailelerine bakmak üzere bazi yerlerdebulundurdugu irtibat subaylarinin kim olduklari hükûmetçe bilinecek ve bu irtibatsubaylarinin ellerinde bulunan sifrenin bir sureti de bize verilecektir.
ÇERKEZ ETHEM'E BIR NASIHAT HEYETI GONDERILIYOR
Bu sartlar yerine getirildigi takdirde, Kuva-yi Seyyare, simdiye kadar oldugu gibi belirli bir kadro dahilinde yine görevine devam edecektir. ResitBey'le beraber Celâl, Kiliç Ali, Eyüp Sabri ve TehbiBey'ler, 23 Aralik ögle vakti Ankara'dan hareket ettiler ve 24 Araliktaögleden sonra saat 16:45'te Kütahya'ya vardilar.
Efendiler, Ethem ve Tevfik Bey'lerin Cephe Komutani'ninbilgi ve onayi olmaksizin, bölgelerinde bulunan ordu birliklerini cepheyedagitarak, Kuva·yi Seyyare'nin agirliksiz erlerini Gediz'de ve PehlivanAga müfrezesini Kütahya'da toplamis oldugunu haber aldim. Bunun üzerine 25/26 Aralik 1920'de, Kütahya'da bulunan Celâl Bey ve arkadaslarina yazdigim açik bir telgrafta : "Bu hareket tarzinin tasidigi maksat ve anlamin ne oldugunu kesinlikle bilmek isterim. Bu konudaki görüsünüzün bildirilmesini makine basinda bekliyorum" dedim. Bu telgrafinbir suretini Ismet, Refet ve Fahrettin Pasa'lara, sifre ilebildirerek dikkatlerini çektim. Hey'et, ortak imza ile su kisa cevabi verdi :
"Müsterih olunuz, kötüye yorumlanacak herhangi bir davranis yoktur.Tevfik Bey yarin gelecek, hep birlikte görüsecegiz. Sonucu etrafliolarak arz ederiz." Ben bu cevaptan, giden arkadaslarin ya durumdan haberdar edilmeyerek aldatilmakta olduklarina veyahut da tutuklanip istenildigi gibi yazi yazmaya mecbur edildiklerine hükmettim. Onun için,gerçek durumu anlamamis ve kisa telgraflariyla verdikleri teminata inanmis görünmek istedim. Bu sebeple, cevap olarak : "Tevfik Bey ile degörüsmelerinden sonra, memleket ve milletin yüksek çikarlarini saglayacak esaslar üzerinde anlasacaklarina süphem olmadigini, bana gelen haberleri dedikodu sayarak, Hükûmet'çe hiçbir tedbir alinmasina gerekbulunmadigi yolundaki inancimi Hükûmet üyelerine anlatmayi basaracagimi, ancak aramizdaki samimiyeti zedeleyen durumun bir an önce ortadan kalkmis bulundugu haberini bekledigimi, beni gönül kirikligina ugratmamalarini" yazdim. Hey'etin, 26/27 Aralik l920'de, ortak imza ile çektikleri etrafli veaçik telgraflarindaki önemli noktalar sunlardi :
1- Güvenlik tedbirleri alindigina süphe yoktur. Bu tedbirlerin hepsi kendilerini savunmak içindir. Kendilerine karsi çikarilan ve yigilan kuvvetler ve yenikurulan karakollar eski yerlerine çekildigi takdirde, bu tedbirlerden de vazgeçeceklerdir.
2 - Düsmanca hareketle karsilasmadikça, memleketin gelecekteki selâmetiiçin ve zâtidevletlerinin sahsina karsi besledikleri içten baglilik dolayisiyla her türlüfülî hareketten kaçinacaklarina en büyük yeminlerle söz vermislerdir,
3 - Kuva-yi Seyyare'nin Konya ve Alaca'da bulunan askerleriyle, TegmenSadrettin Efendi komutasinda Konya'dan gelmekte iken FahrettinPasa tarafindan tutuklanan seksen neferin ve Kuva-yi Seyyare müfreze komutanlarindan Kürt Ismail Aga ile, Kalecik'teki akrabasindan cihada katilmaküzere askerlik yasi disindaki kimselerden toplananlarin Kuva-yi Seyyare'ye katilmalarina engel olismamasi,
4 - Kuva-yi Seyyare'ye para verilmesi için Kütahya Mutasarrifligi'na emirverilmesi,
5 - Karsilikli güven ve itimadin gerçekten kurulmasi ve devam ettirilmesiiçin Fahrettin ve Refet Bey'lerin cepheden uzaklastirilmalari.
Bu noktalardan çikan anlam nedir Efendiler? Oraya giden arkadaslarimizin hepsinin birden bu anlami idrak edemiyeceklerine ihtimal verilebilir miydi? O halde, biraz önce isaret ettigim gibi, Kütahya'ya gidenhey'et, gerçekten tutuklanmisti. Bu yazilan seyler kendilerine dikte ettiriliyordu. Bunun böyle olacagini hey'et gitmeden önce biliyordum. Buyüzdendir ki, Resit Bey, Kâzim Pasa'yi birlikte götürmek içinisrar ettigi halde, görüsmeler sirasinda tesadüfen solumda oturan Kâzim Pasa'ya gitmemesi gerektigini sezdirmistim.
Çünkü Kâzim Pasa'yi geçici olarak degil, sonuna kadar tutuklayarak, imzasini kullanmaktan fazlasiyla yararlanabilirlerdi.
Ayni gece kendilerine su cevabi verdim : "Telgrafinizi yarin BakanlarKurulu'na sunacagim." Ayni zamanda 26/27 Aralik gecesi, Eskisehir'deBati Cephesi Komutani Ismet Bey Efendi'ye de su sifreli telgrafiyazdim :
Kütahya'ya giden hey'etin ayrintili telgrafini asagida oldugu gibi veriyorum.Bunun ana noktalari özetleyerek, makina basinda, Refet ve FahrettinBey'lere bildirmenizi rica ederim. Hey'ete makina basinda verdigim cevap da"Telgrafinizi yarin Bakanlar Kurulu'na sunacagim"dan ibarettir. Yarin, BakanlarKurulu karariyla, hey'ete, görevlerinin son buldugunu ve hemen Ankara'ya dönmelerini bildirecegim. Ondan sonra, konuyu bütün ayrintilariyla Meclis'te açiklamakdüsüncesindeyim.
Kuva-yi Seyyare'ye karsi, Ismet ve Refet Bey kuvvetlerinin, bulunduklari yerlerde toplu ve uyanik olmalarini ve alinmis bulunan genel tedbirlere dahaçok önem verilmesini ve dikkat edilmesini rica ederim. Fülî harekete herhalde onlar baslamadan, simdilik baslanmamasi taraftariyim. Türkiye Büyük Millet Meclisi Baskani Mustafa Kemal
Efendiler, ertesi günü Bati ve Güney Cephesi'ne su telgraf verildi : 21.12.1920
Bati Cephesi Kurmay Baskanligi Birinci Sube Müdürlügüne, Güney Cephesi Kurmay Baskanligi Birinci Sube Müdürlügüne,
Refet ve Ismet Beyefendi'lere özel :
Kütahya'ya giden hey'etin gönderdigi ayrintili telgraf, Bakanlar Kurulu'ndaincelenerek asagidaki kararlar alindi. Bu kararlar, bu aksam açik telgrafla Büyük Millet Meclisi Yüce Baskanligi'ndan dogruca Kütahya'ya bildirilecek ve hey'etin görevine son verilecektir. Buna göre gereken tedbirlerin alinmasi ve görüslerinizin bildirilmesi rica olunur (Genelkurmay Baskan Vekili Fevzi). Harekât Subesi Müdürû Salih 21.12.1920
Kararname
Vatanin selâmet ve kurtulusu için ordularda görüs birliginin ve mutlakitaatin sart ve gerekli oldugunu her seyden önemli sayan Bakanlar Kurulu, BüyükMillet Meclisi üyelerinden Celâl, Resit, Eyüp Sabri , Vehbive Kiliç Ali Bey'lerin Kütahya'dan gönderdikleri 26/27 Aralik 1920 tarihlitelgraflarini ve bu konu ile ilgili olarak ortaya çikan durum ve olaylari görüsüpinceledikten sonra, asagidaki kararlari almistir :
1 - Birinci Kuva-yi Seyyare, bütün öteki ordu birlikleri gibi, kayitsiz sartsiz Büyük Millet Meclisi'nin kanunlarina, Hükûmet'in koydugu düzen ve emirlereayak uydurmakla yükümlü ve askerî disipline baglidir.
2 - Birinci Kuva-yi Seyyare Komutanligi'nin askerî görev ve konularla ilgilibütün teklif ve görüsleri, ancak emri altinda bulundugu komutanliga ve bu komutanlik vasitasiyla ilgili makamlara bildirilir.
3 - Yukaridaki kararlari Genelkurmay Baskanligi uygular. Mustafa Kemal
Ser'iye Vekili (Is3) Millî Savinima Bakani Fehmi Fevzi Disisleri Bakaizi Içisleri Bakam Ahmet Muhtar Doktor Adnan Genelkurmay Baskani Maliye Bakani Vekili Ferit Fevzi
Kütahya'da bulunan Büyük Millet Meclisi üyelerinden Celâl, Resit, Eyup Sabri, Vehbi ve Kiliç Ali Bey'lerin, 26/27Aralik 1920 tarihli, etrafli telgraflarina, 27 Aralikta cevap verdim Bunda,Bakanlar Kurulu kararini oldugu gibi bildirdim ve dedim ki : "Buna göresizlerden istedigim özel görev son bulmus oldugundan geri dönmenizrica olunur."
28 Aralik 1920'de hey'etten aldigim telgraf aynen söyle idi : Kütaliya, 28.12.1920
Ankara'da Büyük Millet Meclisi Yüce Baskanligi'na
Bakanlar Kurulu kararini bildiren telgraf emrinizi aksam aldik. Aslinda herbirimiz memleket ve milletin selâmeti için, büyük bir samimiyetle emrinize uyarak buraya geldik. Eskisehir'in ve buranin durum ve tutumunu gördük. Anlasmazlik konusu olan meseleyi tam bir tarafsizlik ve dogrulukla inceledik ve arastirdik. Görüsmelerin nasil geçtigini ve safhalarini oldugu gibi bilginize sunduk vesamimî inançlarimiza dayanarak meselenin çözüm seklini anladigimiz gibi yazdik. Sundugumuz hususlara karsilik, Bakanlar Kurulu'nun bize bildirilen kararinin neyi ifade ettigini anlayamadik. Aksine, vatanin selâmet ve mutlulugunu gözönünde bulunduran maruzatimizin iyi karsilanmadigini gördük. Bu konunun dahafazla sürüncemede birakilmaya tahammülü olmadigina itimat buyurmalarini istirham ederiz.
Celât Resit Eyüp Sabrl Vehbi Kiliç Ali
Bu telgrafa su cevabi verdim :
Sifre-makine basinda Ankara, 28.12.1920
Kütahya'da Büyük Millet Meclisi üyelerinden Celâl, Resit , EyüpSabri, Vehbi ve Kiliç Ali Bey'lere,
Ilgi : 28.12.1920 tarihli sifre : Memleket ve milletin selâmeti için bana karsigösterdiginiz samimiyete cidden mütesekkirim, Söz konusu durum hakkinda sizlerin buradan ayrilmasindan önce, bütün belgeleri göstermek suretiyle yaptigimaçiklamalar sonunda, konuyu resmen hükûmete intikal ettirirken, sizlerin yerindeolan hareket tarzini, oradaki arkadaslara açiklamak ve anlatmak üzere, yolculukzahmetine katlanmanizi rica etmistim. Konunun çözüm noktasi olarak telgrafinizda isaret buyurdugunuz nokta zaten burada da sözkonusu olmustu. Hükûmetinalacagi genel tedbir ve tertibatin herhangi bir tarafin istegine göre olamayacaginibildirmistim. Bakanlar Kurulu karari, aslinda uyulmasi gereken tabiî ve bilinenhususlan resmî ve kesin olarak bir defa daha ifade eder. Yüksek görüsleriniz hiçbir sekilde kötüye yorulmus degildir. Ancak, burada da arz ettigim üzere, benimbir buçuk aydan beri süregelen sahsî ve özel gayret ve tesebbüslerimle ve büyükbir samimiyetle yaptigim çalismalarin, ne yazik ki, takdir edilmemis oldugunugörüyorum. Süphesiz bu konunun çözüm ve takibini sorumlu ve ilgili makamlarabirakmis bulunuyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi Baskani Mustafa Kemal
Efendiler, Kütahya'daki hey'etin, durumu Meclis'e açiklayarak kendilerine daha yararli olabileceklerine Ethem ve kardeslerini inandirmak suretiyle ellerinden kurtulabildikleri anlasilmistir. Pek tabiî ResitBey orada kalmistir.
ASI ETHEM VE KARDESLERINE KARSI FIILI HAREKATA GEÇILMESINI EMRETTIM
Efendiler, Kütahya'ya, Bakanlar Kurulu karari ve hey'etin geri dönmesi geregini bildirdikten sonra cephe komutanlarina da âsî Ethem ve kardeslerine karsi fülî harekâta geçmelerini emrettim.
Efendiler, askerî harekâti çapulculuktan, devlet kurup yönetmeyi,sunun bunun mâsum çocuklarini kurtulmalik dilenmek için daglara kaldirmak haydutlugundan ibaret zanneden, sarlatanliklariyla, yaygaralariyla bütün bir Türk vatanini bezdiren ve Türk milletinin Büyük Meclisi'ni kendileriyleugrastiran utanmaz, haddini bilmez, küstah ve herhangibir düsmanin bogazi tokluguna casuslugunu, usakligini yapacak kadarasagilik ve bayagi yaratilista olan bu kardesleri, ellerindeki bütün kuvvetler ve dayandiklari düsmanlarla birlikte yola getirmek ve ortadan kaldirmak suretiyle, inkilâp tarihimizde, etkili bir ibret örnegi vermek zarurîgörüldü. Onun için söyle bir hazirlik yapmistik :
Bursa'da bulunan Yunan kuvvetlerine karsi bir piyade tümeni birakilarak,iki piyade tümeni ile bir süvari tugayina Eskisehir'in güneybatisinda veKütahya dogrultusunda yiginak yaptirilmisti. Usak'ta bulunan Yunankuvvetlerine karsi da, cephede yalniz bir tabur birakilarak,iki piyade tümeni ile yedi süvari alayina, Dumlupinar yakinlarinda veyine Kütahya dogrultusunda yiginak yaptirilmisti.
Kuvvetlerimiz, hareket emrini alir almaz, derhal Kütahya'da bulunan âsî Ethem kuvvetleri üzerine yürüyüse geçtiler. 29 Aralik 1920günü Kütahya'yi isgal ettiler. Üç gün sonra da Bati ve Güney Cepheleri'ndenhareket eden bütün kuvvetlerimiz, Kütahya'nin 30 - 40 kilometre ilerisindeve Gediz yönünde bir hatta birlestiler. Âsî Ethem, kuvvetlerini hiçbiryerde durdurmaya ve direnise geçirmeye cesaret edemedenGediz üzerine çekilmisti.
Efendiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin suurlu ordusu, kendisini, Büyük Millet Meclisi ve Hükumeti'ni küçük görecek kadar beyinsizlik vebudalaca gurur gösteren bu âsîlere hak ettikleri yola getirme sillesinivurmak için, önüne geçilmez bir hiddet ve siddetle hareket ediyordu.Nefes almaksizin kaçan âsî Ethem, Istanbul'da Sadrazamlik YüksekKatinap diye su telgrafi veriyordu :
Ankara'da tutuklanan sayin arkadaslarinizin Istanbul'a geri gönderilmeleriiçin, Ankara Meclis Baskanligi'na çektigim protesto yazisi asagida bilgilerinizesunulmustur, Simdi, Millet Meclisi'nin karariyla saldiriya ugramis bulunuyorum.Kuvvettim savunmaya hattâ karsi saldiriya, bile yeterli olmakla birlikte, karsimdave yanlarimda Yunanlilar bulundugundan, tutulacak yol konusunda Yunan komutanligi ile anlasmaya varilmis ise de, zâtidevletlerinin onayini almayi da herbakimdan lüzumlu buldum. Gereginin yapilmasi, haberlesmelerin ve Zâtidevletlerininemirlerinin alinmasinin saglanmasi için, Gediz telgraf hattinin onarimive düzeltilmesi, yüksek emirlerinize arz olunur. Umum Kuva-yi Seyyare ve Kütahya Bdlgesi Eski Komutani ve Simdiki Uinum Kuva-yi Milllye Komutani Ethem
Efendiler, bu telgrafta sözü geçen ve protesto yazisi denilen saçmasapan bir telgraf, gerçekten de Meclis Baskanligi'na çekilmis ve gizli biroturumda Meclis'e okunmustu. Bu telgrafta kullanilan kelime ve deyimler o kadar kaba ve edepsizcedir ki, bir defa okunduktan sonra bir keredaha okunmasina ve dinlenmesine tahammül edilememisti. Bu kadar bayagi, saçma sapan bir yaziyi huzurunuzda da arz etmeyi gerekli bulmuyorum.Bu abuk sabuk yazi ile milletvekillerinin sahislarina hakaret edilerek, Millî Meclis'in mesruluguna saldirilarak, Izzet Pasa hey'etininIstanbul'a dönmekte serbest birakilmasi isteniyordu.
Efendiler, kuvvetlerimiz Kütahya'ya girerken, ben de Meclis'te bazimilletvekilleri tarafindan sorguya çekilmis bulunuyordum. Asî Ethem'inüzerine yürümemize, ona saldirmamiza ve onu takip etmemize karsi çikiliyordu.Fuat Pasa, Ethem ve kardesini çekip çevirebildigi için degistirilmemesiyerinde olurmus. Bütün anlasmazliklarin sebebi, yenitayin ettigim komutanlarin tecrübesizlikleri ve durumun geregine uyguntutum ve davranislarda bulunmamalari imis... Orduda ciddiyet ve disiplinaramanin zamani mi imis; ya Allah korusun Ethem Bey orduyudagitirsa ne yapacakmisim? Bu kadar önemli bir olaya ki.m ve nasil ka-rar vermis? Böyle bir karar Meclis'e haber vermeden nasil alinirmis?gibi birçok soru ve elestirilerden sonra, "herhalde Ethem Bey ve kardeslerivurulmamalidir" istekleri ileri sürüldü. 29 Aralik gününün bütünoturumlarini ve 30 Aralik gününün birkaç gizli oturumunu açiklamalaryapmakla geçirdim. Oturumun bütün safhalarini belgeleriyle, delilleriyleve gerçekleriyle açiklamaya çalistim. Bütün bu açiklamalarima ragmentartisma bir türlü son bulmuyordu. Her sey bir yana, yalniz Meclis'in mesrulugunasaldirma maksadi güden telgraf, sahiplerini Hiyanet-i VataniyeKanunu'na çarptirmaya yeterliyken, hu âsîlerin aylardan beri devam edegelenisyanci tutumlari ve millî hükûmeti yikmak ve kendi akillarincabaska türlü bir hükûmet kurmak düsüncelerini uygulamaya yeltenmeleridikkate alinmak istenmiyordu. Aksine, bunlarin ortadan kaldirilmaktanve cezalandirilmaktan kurtulmalarina çalisilmak isteniyor gibiydi. Bununsebebini kisaca açiklayayim Efendiler, milletvekillerinden bazilari,durumun sahsî ve hissî kirginliklardan dogduguna inanmislardi. Gerçektende bu yolda sonsuz propaganda yapilmis ve kamuoyu yaniltilmakistenmisti. Bir de kuvvetli ve asin telkinler altinda, Ethem kuvvetlerininçok ve yenilmesi güç oldugu sanilarak, bunlarin ordu ile çatismasihalinde, ordunun çil yavrusu gibi dagilacagini, o zaman da durumun gerçektenfeci olabilecegini düsünüyorlar ve böyle silâhli bir çatismaya en-gel olmayi uygun buluyorlardi.
Efendiler, bu düsünceleri isabetli görüp ona göre hareket etmeninsonucu, emirerliginden gelen ve aslinda daha yüksek bir düsünce kabiliyetinesahip bulunmayan Ethem'in koskoca Türk vataninda diktatörlügünü kabul ve tasdik etmek olacagini anlamamak mümkün müydü?
Meclis'in heyecan ve kararsizligini giderecek inandirici bir konusmayaparak, gizli oturumlardaki görüsmeleri, çarpismanin fülî sonuçlarinibeklemek üzere kapattik.
ETHEM VE KARDESLERI KUVVETLERIYLE BIRLIKTE DÜSMAN SAFLARINDA MÜSTAHAK OLDUKLARI YERI ALDILAR
Efendiler, Ethem kuvvetlerinin pesine düsen birliklerimiz, 5 Ocak 1921 günü Gediz'i isgal ederek, o ciyarda toplandilar. Ethem ve kardesleri de, kuvvetleri ile birlikte düsman saflarinda müstahak olduklari yeri aldilar. Artik Ethem olayi diye bir sey kalmamisti.Ordumuzun içinde bulunan düsmankovularak kendi cephesine gönderilmisti. Bundan sonra, karsimizda yalnizbir tek düsman cephesini ve bu cephe ile ilgili olaylari görecegiz. Gerçektende bir gün sonra 6 Ocak 1921'de Yunan ordusunun tamami bütün cepheüzerinde her noktadan taarruza geçti.
Efendiler, o günkü askerî durumu basit bir sekilde açiklamak içinsöyle diyecegim :
BIRINCI INÖNÜ ZAFERI
Iznik'ten, Gediz üzerinden Usak'a kadar bir hat çekildigini düsününüz, bu hattin,Gediz'in kuzeyinde kalan parçasi iki yüz kilometredir. Gediz'den Usak'a olan parçasi da otuzkilometre kadardir. Düsman, üç tümenle bu hattin kuzey ucundan Eskisehir üzerine yürüdü. Bizim Gediz'de bulunan önemli kuwetlerimiz, Es-kisehir üzerinden bu düsman tümenlerini karsilamaya mecburdu. Karsi-ladi ve yendi. Inkilâbimizin tarihine, Birinci Inönü Zaferi'ni kaydetti.
Güney Cephesi'ne ait olan kuvvetler, eski yerlerine Dumlupinar'aiade edildiler. Kütahya'da yalniz 61'inci Tümen, iki alay kadar kuvvetiyleIzzettin Bey (Ordu Müfettisi Izzettin Pasa'dir) komutasinda birakilmisti.
Efendiler, 8 Ocak 1921 Cumartesi günü, Meclis'in açik oturumundadurumu anlatiyordum. Artik herkes gerçegi görmüs ve anlamisti. Ethemve kardeslerinin lehinde ve yumusak hareket edilmesi görüsündeolanlar, bu defa aleyhlerinde ve pek coskun idiler. Ben konusurken "Ethem, Tevfikve Resit Bey'lerin" diyerek konusmama itiraz edildi. Yükselen bir ses : "Pasa Hazretleri, artik "Bey" demeyiniz, "Hâin"deyiniz. " uyarisinda bulundu. "Ethem ve Tevfik hainleri diyecegimfakat daha Büyük Millet Meclisi üyesi sifatini tasiyan Resit Bey içinde ayni sözü kullanmak mecburiyetindeyim. Yüce hey'etinize olan saygimdolayisiyla bunu söyleyemem. Önce, Resit Bey'in Büyük Millet Meclisiüyeliginin kaldirilmasina oy vermenizi rica ederim." dedim.
DÜSMANLA ISBIRLIGI YAPAN MANISA MILLETVEKILI RESIT BEY'IN MILLETVEKILLIGININ KALDIRILMASI KARARI
Baskan, "Millet ve memleketin yüksek çikarlari aleyhine silâh kullanarak düsmanlarla isbirligi yapan Manisa milletvekili Resit Bey'in milletvekilliginin kaIdirilmasini kabul buyuranlar el kaldirsin" dedi. Eller kalkti, kabul olundu.
ETHEM VE KARDESLARI CANLARINI REFET PASA'YA BORÇLUDURLAR
Yunan ordusunun giristigi bu taarruzda, Ethem ve kardesleri de kendilerine düsen görevi yerine getirmekten geri durmadilar. Tekrar Kütahya'ya yönelerek, orada bulunan zayif tümenimize saldirmayabasladilar. Izzettin Pasa'nin saglam karakteri, vukuflu komutasive emrindeki Türk subay ve erlerinin yüksek kahramanliklari Ethemve kardesleriyle saldiran hain kuvvetleri yenerek geri çekilmeye mecburetti. Eger kendi sahislari da dahil olmak üzere toptan yok edilmektenkurtulabilmisler ise, bunu da hiç sevmedikleri Refet Pasa'ya borçluolduklarini söylemeliyim. Bu noktayi açiklayivereyim :
Refet Pasa, iki süvari tümeniyle, Dumlupinar'in on kilometrekadar dogusunda Küçükköy'de bulunuyordu. Kütahya'da bulunan 61'inciTümen'e, batidan taarruz eden Ethem kuvvetlerini derhal yenmek veyoketmek üzere hareketi emrolundu. Refet Pasa, kendi süvarileriyleEthem kuvvetlerinin yan ve arkasina gidecekti. Bulundugu yerden kuzeye,Kütahya'ya bakilacak olursa, bu görevin tabiî bir yürüyüsle ve peketkili bir sekilde yapilabilecegi meydandaydi. Halbuki Refet Pasa,gereken yere gitmemis. Bunun aksi tarafina, Kütahya'nin batisina degildogusuna Alayunt'a gitmis. Süvari kuvvetleri,12 Ocak 1921 günü ögleyedogru Alayunt bölgesine ulasti.
Refet Pasa, Izzettin Pasa ile görüsmek üzere Kütahya'yagitti. Izzettin Pasa, süvari tümenlerinin Kütahya güneyinden, Yellicedagi batisindan, tamamen süvariden ibaret olan Ethem kuvvetleriningerilerine gönderilmesini teklif etmis.
Refet Pasa, iki tarafin savas durumu hakkinda tam bir bilgisiolmadigini ileri sürerek, böyle bir harekete yanasmamis. . . Refet Pasa, Izzettin Pasa kuvvetleri, doguya, Porsuk suyu gerisine çekilmedurumu ile karsilasirsa, süvarileriyle Kütahya ovasindan âsîlerin yan vegerilerine taarruzu düsünüyormus. Atli âsîlarin hayvanlarindan inip piyadetümenimiz karsisinda yaya olarak savastigi en zayif durumunda bileüzerine yürümekte kararsizliga düsen komutanin, piyade tümenimiz yenilmisolarak geri çekilirken atlari üzerinde bulunacak, manevî güçleriyükselmis âsîlerin, hangi yanina ve nasil taarruz etmeyi düsündügü, gerçekten her asker için üzerinde durup düsünülecek bir meseledir. Böylesey olamaz! Bu düsman süvarisi, geri çekilmeye mecbur ettigi piyadeyibirakip Refet Pasa süvarileri üzerine atilmayacak miydi?
Efendiler, savas alanina, top ve tüfek sesine gelen kuvvetin, birtek tüfek atmadan, savasmakta olan kendinden bir kuvvetin yenilmesinibeklemesi ve ondan sonra is görebilecegini sanmasi, yalniz asker olanlarin degil, en sade görüslü insanlarin bile akla yatkin bulacagi bir düsüncedegildir. Görev ve fedakârlik, savasan birliklerin yenilmeden, çekilmeden basarisini saglamaya çalismakla yerine getirilir.
Arkadasi savasirken ve yardima muhtaç iken, seyirci kalznis olankomutanlar, arkadasinin yenilgisine sahit olabilirlerse de tarihin amansiz tenkit ve suçlamalarindan asla kurtulamazlar.
Izzettin Pasa,11 Ocak 1921 öglesinden 13 Ocak gece yarisinakadar devam eden siddetli ve kritik çarpismalar sirasinda, süvari gruplarinin da taarruza katilmasi zamaninin geldigini Genelkurmay Baskanligi'na bildirmisti. Refet Pasa, Güney Cephesi'nden getirtmekte oldugu8'inci Tümen yetisebildigi takdirde, 14 Ocakta taarruza geçmek niyetindeoldugunu, birliklerine bildiriyordu. Izzettin Pasa, 11, 12, 13 Ocakgünlerinde yalniz basina düsmanla savastiktan sonra, aksam gün batarken yaptigi bir karsi taarruzla âsîleri yenerek kaçmaya mecbur etti. Refet Pasa, muharebeye seyirci kalmak suretiyle büyük bir firsati kaçirdi; Ethem'i ve kuvvetlerinin geri çekilmesine elverisli bir durumyaratti. 14'üncü günü emri altinda bulunan bütün süvari kuvvetlerini Süvari Tümen Komutanlarindan Dervis Bey'in ( Kolordu KomutaniDervis Pasa'dir) emrine vererek, onu, Ethem'in takibi ile gorevlendirdi. Dervis Pasa, Afsar'da, özellikle Gediz'de Ethemkuvvetlerinin gerilerine dogru, geceleri de yürümek suretiyle indirdigikorkunç darbelerle Ethem, Tevfik ve Resit kardesleri sersemetti. Kuvvetlerinin toplanmasina zaman birakmadi. Dervis Bey, Ethem ve kardeslerini 14 Ocaktan 22 Ocaga kadar dokuz gün nefes aldirmaksizin durmadan takip etmistir. Sonunda, bütün Ethem kuvvetleriesir edilmis; yalniz Ethem, Tevfik ve Resit kardesler yine birgörev almak üzere düsman ordugâhina kaçabilmislerdir.
IZZET VE SALIH PASALAR ANKARA'DAN MEMNUN GÖRÜNMÜYORLAR, ILLE PAYITAHTA GITMEK ISTIYORLARDI
Saygideger Efendiler, Ankara'da bulunan Istanbul'lu misafirlerimize, bir bir buçuk aylik misafirlikleri sirasinda çok seyler göstermek firsatina sahip oldugumuzu saniyorum. Âsî Ethem ve kardeslerinin kuvvetleri ortadan kaldirildi. Yunanlilari Inönü'de üç günde yendik. Büyük Millet Meclisi'nin ferahlayacagi ve memnun olacagi yeni bir devir açildi. Fakat, Izzet ve SalihPasa'lar, bunlarin hiçbirinden memnun görünmüyorlar, sila özleminetutulmus gibi de payitahta gitmek istiyorlardi. Istanbul'daki arkadaslarininda çok merakta olduklari anlasiliyordu.
Ankara'ya gelislerinden on gün sonra, Fransiz telsizleriyle Zonguldak'a bir telgraf gelmisti. Telgraf sudur : 16.12.1921
Zonguldak Mutasarrifligi Vasitasiyla Devletli Izzet Pasa Hazretleri'ne
Zâtidevletlerinden henüz bir haber alinamadigindan, yüksek hey'etin Istanbul'a ne zaman gelecegi haberinin beklenmekte oldugu... Mustafa Atatürk
Iki gün sonra Adapazari üzerinden de su telgraf geldi :
Dahiliye Nâziri Izzet Pasa Hazretleri'ne
Zatidevletlerinden bir bilgi alinamadigindan, Istanbul'a ne zaman dönülecegihaberinin beklenmekte olduguna dair birkaç gün önce Zonguldak üzerinden çekilen telgraf cevabinin bir an önce gönderilmesi rica olunur. Dahiliye Naziri Vekili Mustafa Arif
Tevfik Pasa Kabinesi adina, Ziya Pasa'nin Inebolu'ya gönderdigibir özel memur, 10/11 Ocak 1921'de uzun bir sifre ile birtakim bilgilerveriyordu.
Izzet Pasa hey'etinin, Anadolu'ya katilma haberi Istanbul'cadogrulanmis. . . Kabine Izzet Pasa'dan bilgi istiyormus. Ziya Pasa, Safa, Mustafa Arif ve Rasit Bey'ler de demislcr ki:
Memleketin menfaati, hey'etin Ankara'da kalmasini gerektiriyorsa bunabir sey denmez. Bu takdirde kabinenin düsecegi süphesizdir. Ancak, bizde bu vatanin evlâtlariyiz. Hiç olmazsa bizleri de durumdan haberdar etsinler... Bizi aydinlatsinlar, biz de ona göre hareket edelim.
Ziya Pasa, Paris'ten, Ahmet Riza Bey' den aldigi bir mektupta yazilanlardan ve Istanbul'da güvenilir bir kaynaktan elde ettigi bilgilerden de söz ettiriyordu.
Ahmet Riza Bey diyormus ki : " Eger Kuva-yi Milliye'nin askeri gücü elverisli ise, Izmir meselesi, iyi hazirlanmis bir hücumla oldu bitti seklinde halledilmeliymis... Aldigi bilgiler bunu dogruluyormus. "Kral Konstantin'i tutacaklarmis. . ."
Ziya Pasa'nin özel olarak elde ettigi bilgiler de, son konferanstan önce Yunanlilar'in kuvvetleri artirilarak, büyük bir taarruza geçirilecegi yolundaydi.
Damat Ferit Pasa yogun bir çalismaya geçmis. Baltiklimaninda çesitli kabine listeleri düzenlenmeye baslamis. . .
Inebolu'ya gelmis olan özel memur vasitasiyla Ziya Pasa'ya vearkadaslarina gönderdigim cevapta : "Verdikleri bilgilere tesekkür ettikten sonra, Izzet ve Salih Pasa'lar, ortak gayemizin kesin bir geregi olarak Ankara'da kalmislardir", dedim. Kendilerinin Istanbul'da isbasinda kalmalari dogru ise de, kabine düsmeden önce, hepsinin, simdiden hazir bulunduracaklari güvenilir, sür'atli bir vasitayla hemen Anadolu'ya gelmelerinin vatanin yüksek menfaatlerinin geregi oldugu ve busekilde yapacaklari hizmet ve fedakârligin milletçe büyük bir sükranlakarsilanacagini yazdim.
Özel memurun, Istanbul'a döndükten sonra, Inebolu'ya gönderdigive oradan 19 Ocak 1921'de çekilen sifrede, Ziya Pasa ve arkadaslarinin görüsüme uygun olarak harekete karar verdikleri bildirilmisti.
-
SADRAZAM TEVFIK PASA BENIMLE TEMAS KURUYOR
Efendiler, bu tarihten bir hafta kadar sonra, Kocaeli Komutanligindan söyle bir telgraf aldim : Geyve istasyonu, 26.01.1921
Büyük Millet Meclisi Baskanligi'na
Memleketin yüksek yararlari ile ilgili önemli bir konu üzerinde, SadrazamPasa'nin zâtidevletleriyle makine basinda görüsmek istedikleri Istanbul TelgrafGenel Müdürü'nün 26.01.1921 günü saat l6.30'da yazdirdigi telgrafla bildirilmektedir. Bu konudaki emirleri arz ve rica olunur.
Kocaeli Komutanligi'na ayni gün makine basinda verdigim cevaptadedim ki :
"Istanbul Geyve ile dogrudan dogruya nasil haberlesebilir? Istanbul'daTevfik Pasa ile veya herhangi biriyle haberlesip iliski kurabilmek içinBakanlar Kurulu'nun ve belki de Meclis'in kararina bagli oldugundan, bu konudasimdiden bir sey diyemem. Tevfik Pasa ile telgraf memurunun bile açiktan açiga haberlesmede bulunmasi, yabancilarin gözünde Istanbul'a karsi olandurumumuzu sarsacagindan, dogru olmaz. Ancak, Tevfik Pasa'nin benimsahsima degil de, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'ne bir müracaati varsa,bu müracaatin kabulü tabiîdir. Bu noktanin özel olarak ve ayni yolla kendisineduyurulmasinda bir sakinca yoktur.
Istanbul'dan Adapazari'na telgraf ve oradan da Geyve'ye askerî makamlarin kontrolu altinda bulunan telefon hatti vardi. Tevfik Pasa'nin benimle kapali olarak görüsmek istemesi üzerine, Istanbul teli Ankara'ya baglandi.
Tevfik Pasa'dan acik olarak su telgrafi aldim : Istanbul, 27.l.l921
Türkiye Büyük Millet Meclisi Baskani Mustafa Kemal Pasa HazretIeri'ne
25 Ocak tarihinde Paris'te toplanan konferans tarafindan alinan kararlargeregince, Dogu meselesinin Çözümünü görüsmek üzere 21 Subatta Londra'daItilaf Devletleri delegeleriyle Osmanli ve Yunan Hükûmetleri delegelerinden olusan bir konferans toplantiya çagirilacaktir. Yürürlükteki antlasmada, daha sonraki olaylar dolayisiyla zarurî degisiklikler yapilacaktir. Osmanli Hükûmeti'negönderilecek davet için, Mustafa Kemal Pasa'nin veya Ankaraca kendilerine gerekli yetki verilmis olan delegelerin, Osmanli delegeler heye'ti arasinda bulunmasi sart kosulmustur. Bu kararlar Itilâf Devletleri'nin Istanbul temsilcileri tarafindan bildirildi. Görevlendireceginiz delegelerin, buradan seçecegimizkimselerle birleserek yola çikmalari için karar ve cevabinizi bekliyorum. Nazik birzamanda bulunmamiz dolayisiyla, bu gibi önemli bazi durumlarin bildirilmesi içinhattin açik bulundurulmasini rica ederim. Makine basinda hemen cevap vermekmümkünse, telgraf basinda beklemekteyim, bir de sifre var efendim. Tevfik
Sifrenin çözülüs sekli de suydu : Istanbul, 27.1.1921 Saat : 20.00
Mustafa Kemal Pasa Hazretleri'ne
"Londra Konferansi'nda güçlü konusabilmek için Yunanlilarin bir kolorduyuIzmir'e göndermekte, Trakya'daki kuvvetlerini de Anadolu'ya kaydirmakta olduguve on güne kadar bir taarruz hareketine baslayacaklari, inanilir kaynaklardan haber alinmistir. Tevfik
TEVFIK PASA'YA VERDIGIM RESMI VE ÖZEL CEVAPLAR
Efendiler, Tevfik Pasa'ya cevap olarak çektigim telgraf suydu : Tel Ankara 28.01.1921
Istanbul'da Tevfik Pasa Hazretleri'ne
Ilgi : 27.1.1921.
Milli iradeye dayanarak Türkiye'nin mukadderatini elinde tutan mesru ve müstakil tek hâkim kuvvet, Ankara'da sürekli olarak toplananTürkiye Büyük Millet Meclisi'dir. Türkiye ile ilgili bütün meselelerin çözümündeve her türlü dis iliskilerde basvurulacak tek yer, yalniz bu Meclis'in hükûmetidir. Istanbul'daki herhangi bir hey'etin, hiçbir bakimdan mesru ve hukukî bir durumu yoktur. Bundan dolayi, böyle bir hey'etin kendine hükûmet adini vermisolmasi, milletin hâkimiyet haklarina açikça aykiridir ve bu ad altinda memleketve milletin hayati ile ilgili konularda, disariya karsi kendini muhatap göstermesiuygun görülemez. Hey'etinize düsen vatan ve vicdan görevi, derhal gerçege veduruma uyarak, millet ve memleket adina mesru ve muhatap hükûmetin Ankara'da oldugunu kabul ve ilân etmektir. Millet ve memleketimiz adina mesru yetkiyesahip hükûmetin Ankara'da oldugunun Itilâf Devletleri'nce anlasilmis oldugu süphesiz bulundugu halde, adi geçen devletlerin bu görüslerini açikça belirtmektegecikmeleri, Istanbul'da araci bir hey'etin varliginin kendileri için yararli olabilecegini sanmaktan ileri gelmektedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, baris ve güvenligi büyük bir ciddiyet ve samimiyetle arzu ettigini ve yalniz milli haklarinin taninmasini istemekten ibaret olunan sartlarini defalarca ilân etmis; bu haklarin onaylanmasi halinde,teklif edilecek görüsmeleri kabule hazir oldugunu bildirmistir. Itilâf DevletleriLondra'da toplayacaklari konferaiista, Dogu mes'elesini hak ve adalet ölçüleriçerçevesinde çözmeye karar vermislerse, davetlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükizmeti'ne dogrudan dogruya yapmalidirlar. Yukardaki sartlara, uygun olarak yapilacak davetin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti tarafindan iyikarsilanacagini tekrar bildiririz. Saat 00.30. Türkiye Büyük Millet Meclisi Baskani
Bunun arkasindan da kendi adima ve özel olarak su telgrafi çektim : Tel Ankara, 28.1.1921
Istanbul'da Tevfik Pasa Hazretleri'ne
Yüksek sahsiyetleri gibi, bütün bir ömrü bu millet ve memlekete araliksizdegerli hizmetlerde bulunmus saygideger bir devlet adamina, bütün geçmistekihizmetlerinizi tamamlayip taçlandiracak müstesna ve tarihî bir firsatin çiktiginainaniyoruz. Biz tam bir birlik içinde hareket etmek istiyoruz. Dolayli olarak da-vet edildigimiz konferansta memleketi ayri ayri temsil edecek iki hey'etin ne bü-yük sakincalara yol açtigini tamamiyle takdir buyurdugunuza eminiz.
Milletin, sirf hâkimiyet haklarini korumak için harcadigi emekler, akittigihesapsiz kanlar, içten ve distan birçok güçlüklere karsi gösterdigi dayanma vedirenme, bugün karsisinda bulundugumuz elverisli yeni durumu yaratti. Bir yandan da dünya olaylari, bu dayanma ve direnmenin asil hedefi olan tam istiklâlimizi hakli gösterecek yolda gelismekte devam ediyor. Bizi esirlige ve yikilmayamahkûm etmek istemis olan hükûmetler karsisinda, millî haklarimizi savunurkenmaddî ve manevî bütün memleket kuvvetlerinin birlikte hareket etmesi sarttir.Bunun için, Zâtisâhâne'nin, memlekette millî iradenin kendini gösterdigi tek yerolan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni tanidigini artik resmen ilân etmesi gerekmistir. Böylece, Istanbul'un memlekete biribiri ardinca zararlar verdigi aci tecrübelerle sabit olan ve ancak yabancilar lehine devam ettirilen gayri tabiî durumuna bir son vermek mümkün olur. Itilâf Devletleri temsilcileri tarafindan yapilan tebligat gösteriyor ki, Istanbul'dan gidecek olan bir delegeler hey'etininLondra Konferansi'na katilabilmesi, ancak onun Ankara Hükûmeti tarafindan tamyetki ile görevlendirilmis delegeleri de içinde bulundurmasi sartina baglidir. Böylece, Itilâf Devletleri, Türkiye adina baris görüsmelerine katilacak delegelerinancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti tarafindan gönderilebilecegini yeteri kadar açiklikla itiraf etmis oluyorlar. Fülî ve hukukî olarak memlekette tekmesru hükûmet olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'nin ortaya koyduguve ilân ettigi esaslari kabul ve bu esaslarin düsmanlarimiz tarafindan da onaylanmasini kolaylashrmak için, bize katilmak suretiyle durumunuzu düzeltmenizive tespit buyurmanizi, tarih ve millet karsisinda yüklenmis oldugumuz görev veyetkiye dayanarak teklif ederiz. Bu suretle mücadelemizi mutlu bir sonuca eristirme hususu çabuklastirilmis olur. Birlikte hareket ve millî gayeyi olanca gücümüzle savunmak düsüncesiyle yapilan bu samimî tekliflerimiz, kabul görmedigive yerine getirilmedigi takdirde, saltanat ve hilâfet makaminda oturan Zâtisâhânenin durumunun sarsilmasi tehlikesinden hakli olarak korkulur. Biz, millî iradenin vermis oldugu fülî ve hukukî bütün yetkilere sahip bir hükûmet olarak,simdiden belirtir ve biIdiririz ki, bundan dogacak sorumluluk, tahmini öncedenkestirilemeyecek olan bütün kötü sonuçlariyla birlikte dogrudan dogruya Zâtisahâneye aittir. Yüksek sahsiyetinizin bu durum karsisinda vicdanî ve tarihî görevinizi tamamiyle yerine getirmenizi ve sonuçlarini tarafimiza kesin ve açik olarak bildirmenizi bekliyoruz. Bu vesile ile samimî saygilarimizin kabulünü ricaederiz, efendim. Türkiye Büyük Millet Meclisi Baskani Mustafa Kemal
Saygideger Efendiler, aslinda maddî va manevî bakimdan hükmü kalmamis ve fakat varligini devam ettirmesi de çok zararli olan IstanbulHükûmeti'ni bertaraf etmek önemliydi. Buna engel olanlarin basinda Padisah ve Halife bulunuyordu. Bu bakimdan, durumun açiklik kazanmasiiçin yapilacak ilk is, bu makama Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ve Hükûmeti'ni tanitmak olmaliydi. Zaten elimizde olmayan ve temasimiz bulunmayan bu makama, henüz baska bir imlem uygulayabilecek maddî bir gücümüz de yoktu. Bu yüzden Tevfik Pasa'ya ayni gün su üçüncü telgrafi da yazdim : Ankara, 28.1.1921
Istanbul'da Tevfik Pasa fIazretleri'ne
Resmî ve özel telgrafimizdaki görüs ve tekliflerimizi asagida özet alaraktekrarlar, gereginin acele yerine getirilerek sonucunun bildirilmesini rica ederiz :
1- Zâtisahâneye, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni tanidigini kisa bir Hatt-iHûmayun'la ilan edeceklerdir. Bunda Hilafet ve Saltanat makaminin dokunulmazligini esas olarak kabul etmis olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni bugünkü sekli, niteligi ve yetkisiyle kabul buyurduklarini belirteceklerdir. Diger ayrinti ve inceliklerin ilâvesi, simdilik karisikliga yol açabilir.
2 - Birinci madde hükmü yerine getirildigi takdirde, bir aile meselesi olaniç durumumuzun düzenlenmesi asagidaki sekilde olabilir :
Zâtisâhâne eskisi gibi Istanbul'da otururlar. Yetkili ve sorumlu olup hertürlü saldiridan uzak bulunan ve her türlü istiklâl unsurunu kendisinde toplayanTürkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükûmeti simdilik Ankara'da bulunur. Elbette,Istanbul'da artik kabine adi altinda bir hey'et kalmaz. Ancak, Istanbul'un özeldurumu dolayisiyla Zâtisâhâne'nin yaninda Büyük Millet Meclisi'nce görevlendirilecek ve yetki verilecek bir hey'et bulundurulur.
3 - Istanbul sehri ile çevresine ait yönetimin nasil düzenlenecegi sonradandüsünülür ve uygulanir.
4 - Bu sartlar kabul edilip uygulandigi takdirde, Büyük Millet Meclisi'nceonaylanmis bütçemize, Padisah ve hanedandan olanlar için daha önce konmusbulunan ödenek, görevlendirilecek olan bütün memurlarin ve diger maaslilarinayliklarini ödemek için gerekli olan para hükumetçe saglanarak ödenecektir. Malîgücümüz bunu karsilayacak durumdadir. Türkiye Büyiik Millet Meclisi Baskani Mustafa Kemal
Tevfik Pasa'nin bu uzunca telgrafimiza gece verdigi cevap çokkisa oldu. Tevfik Pasa'nin cevabi suydu : Tel 28/29.1.1921
Telgraflari aldim. Yarin kabineyi toplayarak saat 18.00 de bilgi sunarim,efendim.
TEVFIK PASA VE ARKADASLARI ANADOLU'YU ISTANBUL HÜKÜMETINE BAGLAMAYA ÇALISIYORLAR
Tevfik Pasa, kabinesini toplamis, cevap verdi, bunu da oldugu gibi bilginize sunacagim : Istanbul, 29.1.1921
Ankara'da Mustafa Kemal Pasa Hazretleri'ne
Ilgi : 28 Ocak 1921 tarihli üç ayn telgraflan.
Bugünkü Hükumet, Istanbul ile Anadolu'nun birlesmesindeki menfaatlereöteden beri deger verdiginden bu maksatla is basina gelmis ve simdiye kadar buugurda çalismistir.
Milletin hâkimiyet haklarini korumak için sarfettiginiz emeklerin ve verdiginiz kurbanlann, karsisinda bulundugumuz elverisli durumu yarattigina, ondabüyük ölçüde etkisi olduguna inaniyoruz. Bu sebeple millete bir yarar saglayacak olan tekliflerinizi kabule hazirz. Bu bakimdan bildirdiginiz hususlarla ilgiligörüslerimizi asagida açikliyorum :
Konferansa dolayli olarak çagrilmaniz tabiîdir. Çünkü Itilâf Devletleri'nintemsilcileri buradadir. Bu bakimdan durumun, Istanbul'da bulunan ve sizinleisbirligi yapmaya çalisan bir hükûmet vasitasiyla bildirilmesi pek tabiî görülmelidir. Simdiye kadar Anadolu'yu tanimaya bile lüzum görmeyen Avrupa hükûmetlerinin, özellikle Anadolu delegelerinin konferansta bulunmasini sart kosmalari,sevindiricidir. Bu bakimdan, bir sekil mes'elesine takilarak bu mutlu degisiklikten yararlanmamak, millete karsi üzerinize aldiginiz görev ile asla bagdasmaz.Zaten aramizda birlestigimiz ilân edildikten sonra, delegelerimiz ayri gayri degil,tekvücut demek olur. Delegeler kararlastinlan esaslar çerçevesinde konusacaklarina göre, bu konuda bir sakinca düsünülemez. Bundan dolayi devlet ve milletekarsi yüklendigimiz görev, bu tarihî anda, bize uzatilan elden yararlanmamizikesinlikle emretmektedir. Bundan kaçinmanin, Yunan iddialan karsisinda savunmasiz kalinmasina ve memleketimizin daha uzun zaman harp felâketlerine sahneolmasina yol açacagi düsünülmelidir. Aslinda, isteklerimizi konferans huzurundaöne sürmek ve hakkimizi Avrupa'da duyurmak, konferansin sonuçsuz kaldigi farzedilmis olsa bile, yine zarar getirmez. Zatiâlilerinin ve arkadaslarinizin vatanseverlikleri, bu firsatin kaçirilmayacaginin güvencesidir. Simdiye kadar eski hükûmetlerce alinmis ve her iki taraf için kötü sonuç vermis olan kararlarin kaldirilmasi tabiî oldugundan, aramizda artik ayrilik ve gayrilik kalmamistir. Ancak,Istanbul isgal altinda bulundugundan, burada hükûmet islerinin büsbütün vetamamen Itilâf Devletleri'nin eline geçmesine ve böylece antlasmadaki Istanbul'lailgili maddelerin yürürlüge konmasina yol açacaktir. Ayrica, harp halinde bulundugumuz Yunan askerlerinin su sirada Istanbul ve dolaylarinda bulunusu da, buteklifleri uygulanamaz bir duruma getirmistir. Kabinemizin is basinda kalma düsüncesiyle bu görüslerin bir ilgisi bulunmadigi konusunda teminat vermeyi bilegereksiz bulurum. Esasen bugün bir an önce çözülmesi gereken asil sorun, vaktiyaklasmakta bulunan konferansa delegelerimizi yetistirmekten ibarettir. Biz konferansta bulunmadigimiz takdirde, Yunanlilar katilacaklarindan, yoklugumuzda hüküm giymek ve dolayisiyla davamizi kaybetmek tehlikesi ile karsilasacagimiz için,bu konuda tarafimizdan sorumluluk kabul edilemeyecegini bildirir; toplanti gününden önce konferansta bulunmak menfaatimiz geregi olacagindan, delegelerinizinacele buraya gönderilmesini rica ederim. Sadrazam Tevfik
Saygideger Efendiler, Tevfik Pasa ve hükûmeti, Istanbul veAnadolu'nun birlesmesi için çalismis oldugunu söylüyor. Dogrudur. Bizde ayni sey için çalismakta idik. Su farkla ki, Tevfik Pasa ve arkadaslari, Anadolu'yu, eskiden oldugu gibi Istanbul'a baglamak ve tutsaketmek istiyordu. Hem de düsman kuvvetlerinin isgali altinda bulunan Istanbul'a . . . Tevfik Pasa ve arkadaslari Anadolu'yu Istanbul Hükûmeti'ne baglamaya çalisiyor. Öyle bir hükûmete ki, dünyada varliginagöz yumuyorsa düsman emellerinin gerçeklesmesini kolaylastirmaya yardimci olacak nitelikte kabul edildigi içindi. Tevfik Pasa ve arkadaslarina göre, elverisli bir durumun dogmus olmasinda Anadolu mücadelesinin çok büyiik etkisi vardi. Ama bu durumu yaratan yalniz Anadolu'nunmücadelesi degildir. Ihtimal ki, bu ihtiyar diplomat, bu kerameti, kendisinin iktidar mevkiine gelmesinde hayal ediyordu.
Tevfik Pasa'ya su sekilde cevap verdim. Ankara, 30.1.1921
Istanbul'da Tevfik Pasa Hazretleri'ne
TESKILAT-I ESASIYE KANUNU'NUN TEMEL MADDELERINI TEVFIK PASA'YA BILDIRDIM
27.1.1921 ve 28.1.1921 tarihlerinde yazdigim üç telgrafla yüksek sahsiyetlerine, gereken ve benimsenip uygulan masi zarurî olan bütün hususlari açiklik ve kesinlikle bildirmis olduguma inaniyorum. Buna ragmen, 29 Ocak 1921 tarihli telgrafinizda durumun daha gereken anlayisve isabetle degerlendirilmemekte oldugunu gördüm. Durumun önemi ve zamaninnezaketi dolayisiyla, yüksek sahsiyetleri ile birlikte sayin arkadaslarinizin ve özellikle Zâtisâhane'nin her bakimdan bir kez daha aydinlatilmalarina yardimci olmaniz bir görev hükmüne giriyor.
Düsünce ve degerlendirmelerinizden dogru sonuçlar alinmasini kolaylastirmak maksadiyla Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce kabul ve uygulanmakta olanTeskilât-i Esasiye Kanunu'nun temel maddelerini asagida oldugu gibi bildiriyorum:
Teskilât-i Esasiye Kanunu Temel Maddeler
1- Hâkimiyet kayitsiz sartsiz milletindir. Yönetim sekli, halkin mukadderatini bizzat ve fülî olarak yönetinesi ilkesine dayanir.
2 - Yürütme kuvveti ve yasama yetkisi, milletin tek ve gerçek temsilcisiolan Büyük Millet Meclisi'nde belirir ve toplanir.
3 - Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafindan idare edilir ve hükûmeti Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti adini tasir.
4 - Büyük Millet Meclisi, iller halkinca seçilmis üyelerden olusur.
5 - Büyük Millet Meclisi'nin seçimi iki yilda bir yapilir. Seçilen üyelerinüyelik süresi iki yildir ve yeniden seçilmek mümkündür. Eski Meclis, yeni Meclistoplanincaya kadar göreve devam eder. Yeni seçimlerin yapilmasina imkân görülmedigi takdirde, görev süresi yalniz bir yil uzatilabilir. Büyük Millet Meclisi üyelerinden herbiri, yalniz kendini seçen ilin aynca vekili olmayip ayni zamandabütün milletin vekilidir.
6 - Büyük Millet Meclisi'nin Genel Kurulu, Kasim basinda, davetsiz toplanir.
7 - Seriat hükümlerinin uygulanmasi, bütün kanunlarin yürürlüge konmasi, degistirilmesi, yürürlükten kaldirilmasi, antlasma ve baris imzalanmasi vevatan savunmasiyla ilgili savas ilâni gibi temel haklar Büyük Millet Meclisi'neaittir. Kanun ve tüzüklerin düzenlenmesinde, halk için en yararli ve zamanin ihtiyacina en elverisli fikih ve hukuk hükümleriyle, örf ve âdetler ve teamüller esasolarak alinir. Bakanlar Kurulu'nun görev ve sorumlulugu özel kanunla belirtilir.
8 - Büyük Millet Meclisi, hükumeti olusturan bakanliklari, özel kanun geregince seçtigi bakanlar vasitasiyla yönetir. Meclis, yürütme ile ilgili islerde bakanlara görev tayin eder; gerekirse bunlari degistirir.
9 - Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu tarafindan seçilen baskan, bir seçim dönemi süresince Büyük Millet Meclisi Baskanidir. Bu sifatla Meclis adinaimza atmaya ve Bakanlar Kurulu kararlarini onaylamaya yetkilidir. BakanlarKurulu üyeleri içlerinden birini kendilerine baskan seçer. Ancak Büyük MilletMeclisi Baskani, Bakanlar Kurulu'nun da tabiî baskanidir.
l0 - Teskilât-i Esasiye'nin bu maddelere aykiri düsmeyen hükümleri eskisigibi yürürlüktedir.
Bizce, yukarida saydigim temel maddelere aykiri hareket etme imkân veyetkisinin bulunmadigini yüksek sahsiyetlerinin dikkatlerine önemle arz ederim.Meclis Baskanligi ile baslayan haberlesmenizin, gerektirdigi islemlerin yürütülmesi Bakanlar Kurulu'na birakilmistir, efendim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Baskani Mustafa Kemal
ILK TESKILAT-I ESASIYE KANUNUMUZUN TARIHÇESI
Saygideger Efendiler, bu telgrafimda temel maddeleri bildirilmis olan Teskilât-i Esasiye Kanunu, bu tarihten henüz on gün önce, yani 20 Ocak 1921'deMeclis'ten çikmisti. Bu kanun, Meclis'in ve millî hükûmetin durum veyetkisini, sekil ve niteligini tespit ve ifade eden ilk kanundur. Meclis, 23Nisan 1920'de açildigina göre, bu ana kanunun Meclis'ten çikarilabilmesiiçin dokuz ay kadar bir zamanin geçmesi zarurî olmustu. Bu zaruretinnereden dogdugu hakkinda bir fikir verebilmek için, müsaade buyurursaniz kisa bir açiklamada bulunayim :
Bilindigi üzere, Meclis'in açilmasindan hemen sonra, pek gerekliesaslari içine alan bir önerge vermistim. Meclis ve onun Bakanlar Kurulu, bu esaslari ilk günden yürürlüge koymus ve uygulamaya baslamisti.Bir yandan da, kurulmus olan Temel Haklar Kamisyoonu, bu önergemetni esas almak üzere, bir kanun tasarisi hazirlamaya basladi. Nihayet dört aylik bir süre sonunda, bu Komisyon, Büyük Millet Meclisi'ninKurulus ve Isleyisi ile Ilgili Kanun Maddeleri baslikli sekiz maddelik bir tasariyi Meclis'e getirdi. 18 Agustos 1920 tarihinde çok acele görüsülmesi karariyla gündeme alinan bu kanun maddelerinin uzunca birgerekçesi vardir.
Komisyon tutanaginin, Büyük Millet Meclisi'nin tarifini yapan satirlari arasinda su cümleler yaziliydi : Halife ve Padisah'in esareti ve digerolaylarin da buna eklenmesi ile ortaya çikan güçlük karsisinda, kurulanMeclis'imizin sonsuz olarak bugünkü sekli ile devam etmesini kabul etmek, asiri ve özel durumlara tabiî bir sekil vermek olur. Halbuki, olagandisi durumlarin süreklilik kazanamayacagi bir kuraldir. Buna göre, çignenen hilâfet ve saltanat hakki ile, millet ve vatanin istiklâli yeniden kazanilincaya ve kabul ettirilinceye kadar bu durumun devami, ancak, anahedef olan bu kutsal gayelerin gerçeklesmesiyle Meclis'in tabiî bir duruma girmesi uygun görülmüstür. Onun için ikinci maddenin birinci fikrasi "amacin gerçeklesmesine kadar" sartina baglanmistir. Gerçekten de,"Meclis'in ne zamana kadar toplanmakta devam edecegi" konusunda belirlibir süre ve sinir konmamisti.
Bu sebepler ve bu görüs dolayisiyla, daha 1920 Agustosunda TürkiyeBüyük Millet Meclisi'nin durum ve niteligi bakimindan devamli olmadigiinancinin hâkim oldugu anlasiliyor.
Kanun maddelerinin birincisi de, "Büyük Millet Meclisi, yasama veyürütme güçlerini kendinde toplar, devlet idaresini dogrudan dogruya vetek basina ele almistir" seklindeydi. Bu madde ile Meclis'e verilen yetkinin bile, gerekçeye göre geçici olmasi lâzim gelecegi tabiîydi. Niteligi bakimindan geçici olan bir kurulusun yetkisi de, var oldugu sürece mevcuttur.
Temel Haklar Komisyonu'nun görüs ve karari Meclis'te oldugu gibi benimsendi. Hattâ Meclis üyelerinden birçogu, maksadin açiklanmasinda, Komisyon'un ifadelerini eksik bularak, bu ifadelere açiklik getirilmesiteklifinde bulundular. Dediler ki. birinci maddenin basina "Hilâfet veSaltanat ile vatan ve milletin istiklâli kurtarilincaya kadar..." seklindeaçiklik verecek ibareyi eklemek gerekir. Ikinci maddedeki "amacin gerçeklesmesine kadar" ifadesi yerine de, ayni açikligin verilmesi gerektigiileri sürüldü. Bu konu hayli tartismalara yol açti. Bazi milletvekilleri, yalniz, "hilâfet" kelimesini koyalim, "saltanat"i da içine alir, dediIer.
Bazi hoca efendiler, buna razi olmadilar. "Hilâfet manevî bIr görevdir" görüsünü ileri sürdüler. "Hilâfet'te ruhbanlik yoktur" itirazina, hocaefendiler : "Saltanat, yalniz hükmettigi memleketleri içine alir. Hilâfetise, bütün dünyadaki müslümanlari kapsar" diye cevap verdiler.
Bu tartismalar günler ve günlerce devam etti. Çatisan görüslerdenbiri açikti : "Halife ve Padisah vardir ve var olacaktir. O var olunca, bugünkü durum, sekil ve yetki geçicidir. Hilâfet ve Saltanat makami otoriteyi ele alip faaliyete geçme firsatini bulunca, siyasî teskilâtla ilgili esaslarin ne oldugu bellidir, bilinmektedir. O bakimdan yeni bir sey düsünmek söz konusu degildir. Hilâfet ve Saltanat makami yeniden isler duruma gelinceye kadar, Ankara'ya toplanmis olan birtakim insanlar, geçici tedbirlerle çalisacaklardir."
HILAFET VE SALTANAT KONULARI ÜZERINE TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI'NDE YAPTIGIM AÇIKLAMALAR
Buna karsi olan görüste açiklik yoktu. "Saltanat millete geçmistir, saltanat kalmamistir; Hilâfet de saltanat demektir, o balde onun da varliginin bir anlami yoktur" seklinde açik ve kesin konusulamiyordu. Otuz yedi gün sonra, 25 Eylülde, bir aizli oturumda, Meclis'e bazi açiklamalar yapmayi yararli saydim. Ortaya atilan duygu ve düsüncelere gerekli cevaplari verdikten sonra, baslica su görüsleri ileri sürmüstüm :
Türk milletinin ve onun tek temsilcisi bulunan yüce Meclisin, vatanin ve milletin istiklâlini, hayatini kurtarmaya çalisirken, hilafet vesaltanatla, halife ve sultanla bu kadar çok mesgul olmasi sakincalidir.Simdilik bunlardan hiç söz etmemek yüksek menfaatlerimiz geregidir.Eger maksat, bugünkü halife ve Padisah'a baglilik ve sadakattan ayrilmadigini söylemek ve belirtmekse, bu zat hâindir. Düsmanlarin vatan vemillet aleyhinde kullandiklari bir masadir. Buna halife ve padisah deyince, millet onun emirlerine uyarak düsmanin emellerini yerine getirmekmecburiyetinde kalir. Hain veyahut makaminin kudret ve yetkilerini kullanmasi yasaklanmis olan zat, zaten padisah ve halife olamaz. O halde"onu tahttan indirip yerine derhal digerini seçeriz" demek istiyorsaniz,buna da bugünün durum ve sartlari elverisli degildir. Çünkü tahttan indirilmesi gereken zat, milletin yaninda degil, düsmanlarin elindedir. Onunvarligini yok sayarak bir digerine itaat etmeyi tasavvur ediliyorsa, bugünkü halife ve sultan haklarindan vazgeçmeyerek Istanbul'daki kabinesiyle, bugün oldugu gibi makaminda oturup faaliyetini devam ettirecegine göre, millet ve yüce Meclis, asil gayesini unutup da halifeler davasiyIa mi ugrasacaktir? Ali ile Muaviye devrini yasayacagiz? Özet olarak,bu konu genis, nazik ve önemlidir. Çözümü, bugünün islerinden degildir.
Meseleyi kökünden çözmeye girisecek olursak, bugün içinden çikamayiz. Bunun da zamani gelecektir.
Bugün koyacagimiz kanunî esaslar, varligimizi ve istiklâlimizi kurtaracak olan Millet Meclisi'ni ve millî hükûmeti güçlendirimeyi hedef almis bir anlam ve yetkiyi içine almali ve ifade etmelidir."
Efendiler, bu açiklamalarimdan bir hafta önce, ben de Meclis'e birtasari vermistim. 13 Eylül 1921 tarihli olup siyasî, sosyal, idarî, askerî görüsleri özetleyen ve idarî teskilât ile ilgili kararlari içine alan bu tasari,Meclis'in 18 Eylül 1921 tarihli toplantisinda okundu. Iste, bu tarihten daha dört ay geçtikten sonra yürürlüge giren ilk Teskilât-i Esasiye Kanunu bu tasaridan çikmistir.
-
Londra konferansi ve Ikinci Inönü zaferi
LONDRA KONFERANSINA KATILACAK OLAN DELEGELER DOGRUDAN DOGRUYA MILLI IRADEYI TEMSIL EDEN BÜYÜK MILLET MECLIS'NCE SEÇILMELIDIR
Simdi, arzu buyurursaniz Istanbul ile haberlesmeye dele-devarri edelim : Tevfik Pasa , 27 Ocak tarihli bir telgrafi ile Büyük Millet tekrar etti. Bakanlar Kurulu Baskanligi'ndan su cevap verildi : Ankara, 30.01.1921
Istanbul'da Tevfik Pasa Hazretleri'ne
Itilâf Devletleri politikasinda Türkiye lehine görülen son gelismeler, milletin fedakarca azminin eseridir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Sevres Antlasmasi'nitümüyle reddetmesi üzerine ortaya çikan su durumdan, millî çikarlarimiza en elverisli sonuçlarin elde edilmesi, Londra Konferansi'na katilacak delegelerin dogrudan dogruya milli iradeyi temsil eden Büyük Millet Meclisi'nce seçilmis ve gönderilmis olmasiyla mümkündür. Ugursuz Sevres Antlasmasi'ni imzalamis bir hey'etinvarisleri durumunda olan Hey'etiniz delegelerinin, vatan ve millet için yararli olansonuçlari elde edebilmeleri mümkün degildir. Bu bakimdan, vatanin yüksek çikarlarini düsünerek bu baris görüsmelerinde Büyük Millet Meclisi delegelerini millîbirligi tam olarak gösterecek bir sekilde serbest birakmakliginiz gerekir. Bundandolayi, bir taraftan önceki tebligatimizla ilgili görüsmeleri takip ve yürütmeklebirlikte, bir yandan da asagidaki kararlari derhal kabul ederek yerine getirmenizrica olunur :
1- Londra Konferansi'na katilacak Türkiye hey'eti yalniz Türkiye BüyükMillet Meclisi tarafindan seçilecek ve gönderilecektir.
2 - Bu delegeler hey'eti ile birlikte gitmesini gerekli gördügünüz bazi uzman müsavirlerle gerekli evrak ve belgeler, tarafinizdan hazirlanacak ve hey'etekatilmak üzere yola çikarilacaktir.
3 - Bizim tarafimizdan gönderilecek delegeler hey'etinin, bütün Türkiye'yi;temsil edecek tek hey'et oldugunu da Itilâf devletlerine bildireceksiniz.
4 - Vaktin darligi dolayisiyla kesin ve son olarak alinan bu kararlarinkabul edilmemesi halinde, vatan ve milletin selâmeti adina dogacak tarihî sorumluluk tamamen hey'etinize ait olacaktir.
Bakanlar Kurulu Baskani Fevzi
Efendiler, Tevfik Pasa'nin çalisma arkadasi olup Ankara'dabulunan Izzet Pasa tarafindan da bir telgraf çekilmesinin yararliolacagini düsündük. Izzet Pasa'nin telgrafi suydu : Sifre Ankara, 30.1.1921
Istanbul'da Tevfik Pasa Hazretleri'ne
Subat sonlarinda Londra'da toplanacak konferansla ilgili olarak BüyükMillet Meclisi Baskani Mustafa Kemal Pasa Hazretleri ile Zâtidevletleri arasinda yapilan açik telgraf yazismalarindaki bilgileri ögrenmis bulunuyoruz,Hey'etimizin ugradigi basarisizliktan sonra yine düsünce bildirmeye cesaret etmek utanç verici olmakla birlikte, gerçek durum ve burada hâkim olan görüslerüzerinde derin kavrayisli yüksek sahsiyetlerini aydinlatmayi vatanseverlik duygusunun bir geregi sayiyoruz. Istanbul'un isgal altinda bulunmasi dolayisiyla, oradaki bir hükumetin milletin temel çikarlarini savunma gücünü gösteremeyecegiburada tabiî görülmektedir. Sonradan Anadolu ile Istanbul'un biribirinden ayrilmasina yol açacagi endisesiyle, iki ayri hey'et halinde konferansta bulunmaktanda kaçinilmaktadir. Mustafa Kemal Pasa Hazretleri de, telgraflarindaki görüslerden, esas itibariyle fedakârlik etmeye yetkili degildir. Anadolu'daTanri'nin yardimiyla, muhalefet ve isyanlar bastirilip etkisiz duruma; etirilerek veçeteler ortadan kaldirilarak kuvvetli bir ordu ve hükumet kurulmustur. Avrupa'yi,Sevres Antlasmasi'nin lehimize degistirilmesine yöneltebilecek görüsmelerin kesilmesine meydan verilmeyecek sekilde, himmetlerinizin esirgenmemesini sadakatimiza dayanarak istirham ederiz. Buradaki Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Padisah tarafindan taninmasi temel sarti degismemek üzere, ayrintilar ve görünüse aitbazi noktalar üzerinde görüsme imkâni açiktir. Bu imkânin kaybedilmesine meydan verilmemek üzere durumun lütfen bildirilmesi arz olunur.
Ahmet Izzet
YEVFIK PASA YEMINLE BAGLI OLDUGU KANUNI ESASIYE SADAKATTAN AYRILAMIYOR
Efendiler, sizi yormazsam Tevfik Pasa'nin bu telgrafa verdigi cevabi da bilginize sunayim : Istanbul, 31.01.1921
Ankara'da Ismet Pasa Hazretleri'ne
Ilgi : 30 Ocak 1921.
Hepimizin hükümlerini korumaya yemin ettigimiz Kanun-i Esasi'ye aykiriesasli degisiklikler yapmanin ve bunu kabul etmenin, kanunun açik hükümleri ilene derece bagdasacagi düsünülmeye deger. Bu konu ancak Mustafa KemalPasa Hazretleri'nin"... vasitasiyla gönderdigi telgrafta bildirilen ve bizce de gerekli bulunan degisikliklerin Itilâf Devletleri'ne kabul ettirilmesine çalisilip, insallah bu sonuç elde edildikten sonra usulüne göre çözülecek iç meselelerdendir. Aksine bu tutum, dünkü telgrafimizda da açiklandigi üzere konferansa kabul edilmememize ve Istanbul'un derhal Osmanli hâkimiyetinden çikarilmasina ve Yunanlilarin dâvâsina karsi savunmasiz kalmamiza, belki de onlarin hakli görülmesine yol açacaktir. Telgraflardan, bir noktanin iyi anlasilmadigi sonucuna variyoruz, Konferansa, sizin ve bizim diyerek iki hey'et gönderileceginin nereden çikarildigi anlasilamiyor. Dâva ayni, savunma yollari da ayni olduguna göre, Konferans'a, gönderilecek hey'et üzerinde de bir görüs birligine varilirsa oraca tayin edilecek delegeler, Itilâf Devletleri'nin tanimakta oldugu hükûmetin ilâve edecegi delegelerlebirlikte gidince,hey'et birlik ve beraberlik içinde, gerekli yetkiye de sahip olur ve çekinmeden birlik hâlinde millî dâvâyi savunur. Bu geregin oraca da takdir buyuruldugu, delegelerin Itilâf Devletleri'ne tanittirilmalarini bizden istemeleriyle anlasilmistir. Teblig olunan nota ve beyanlarimiz açikça göstermektedir ki, Itilâf Devletleri, Anadolu delegelerini Londra Konferansi'na yalniz olarak kabul etmemektedir. Bunlar, Hükumet delegeleriyle birlikte bulunmak suretiyle kabul edilecektir. Böyle ayrilik sürdürülecek olursa, büyük bir ihtimalle hiçbir tarafin delegeleri kabul edilmeyecektir. Konferansa, yalniz buradan delege kabul edilmesi ihtimali var ise de, Anadolu için bu ihtimal de yoktur. Bundan dolayi, pek büyük fedakarliklarin eseri olan bu degisiklikten zararimiza sonuçlar dogabilir. Çünkü, Itilaf çevrelerinde sayilari pek çok olan Yunan dostlarina : "Türkler, doguda savasin sürüp gitmesine taraftardir, baris ve uzlasmaya istekli degildir" diye propagandayaparak lehte olanlari kendilerine çekmeye, bizi haksiz ve düsmanimizi hakli göstermeye firsat verilmis olur. Ortak delegelerden kurulu bir hey'et önderilirse, isteklerimiz kabul edilmese bile, lehimize olan görüsleri, aleyhe çevirmemIs ve belki aleyhimizde olanlarin önemli bir kismini kazanmis oluruz. Vakit pek dardir. Yazismalarla kaybedilecek zaman kalmamistir, Delegelerin hemen gönderilmesi vatan ve milletin menfaatlerinin geregidir. Zâtidevletleriyle sayin arkadaslarinizin da geri dönmeleri lâzimdir. Çünkü orada neler düsünüldügü konusunda, yerinde yapilmis gözlemlerle edindigimiz bilgilerden hakkiyla yararlanacak zamanin geldigine ve oradaki görüslerin buradaki görüslere yaklastirilmasi gerelctigine sizin de inandiginiz kanisindayiz. Sadrazam Tevfik
Efendiler, Tevfik Pasa'nin Fevzi Pasa Hazretlerine cevap olarak gönderdigitelgrafi da okuyalim :
Sifre Istanbul, 1.2.l921
Ankara'da Mustafa Fevzi Pasa Hazretleri'ne
Ilgi : 30 Ocak 1921.
Kral Konstantin'in Atina'ya dönmesi üzerine, Itilâf Devletleri çevrelerinde ve kamuoyunda, Yunanistan aleyhine meydana gelen degisme dolayisiyla,Avrupa da lehimize bir akim dogmustur, Ancak, bu akima karsilik, Rumlarin tarafini tutan ve Sévres Antlasmasi'ni tamamiyla veya ufak tefek degiskliklerle uygulayarak Türkiye'yi ortadan kaldirma düsüncesinde bazi siyaaset adamlari davardir. Özellikle aldigimiz güvenilir bilgilere göre, bu siyaset adamlarinin, Anadolutemsilcileriiiiii de konferansa davet edilmesini kabul etmeleri ve buna istekli görünmeleri, Anadolu'nun böyle bir davet kabul etmeyecegine inanmis olmalarindanileri gelmektedir. Bununla güdülen maksat da, bu davete uymama durumunu önesürerek ve bize karsi sert tedbirler alinmasini hakli göstererek, kamuoyunu siyasetlerine uymaya mecbur etmektir. Bu bakimdan, konferansa bir an önce ve birlikte gidilerek hakkimizin alinmasina çalismak sarttir. Eger orada mesru ve hakliisteklerimizin reddedildigini görür ve konferanstan çekilmek zorunda kalirsak, budurum, karsimizdakilerin elinde aleyhimize kullanilacak tesirli bir silâh olamaz.Telgraflannda öne sürülen isteklerin, daha önce de bildirilen sebepler ve Istanbul'un özel durumu dolayisiyla, kabulü mümkün degildir. Bunlarda israr ederek,konferansa tam zamaninda katilma firsati kaçirilirsa, önce birlik saglanamadigiiçin Istanbul ve Bogazlar büsbütün Osmanli hâkimiyetinden çikar. Ikinci olarak,Itilâf Devletleri'nin Yunanistan'a para ve asker yardimi yapmalan ve Anadolu'daortak bir taarruz hareketi yürütmeye kalkisarak zaten savasin günden güne artan güçlüklerinden sayilari pek çok azalmis olan Türk unsurunun, bir kat dahaezilip yok olmasi ile karsi karsiya kalinir. Üçüncü olarak büyük ölçüde fedakârliklara katlanmak karsiliginda dis yardima ihtiyaç mecburiyeti ortaya çikar venihayet hedefimiz olan istiklâlin heder edilmesi gibi aci sonuçlar dogar. Delegelerimizin hemen Istanbul'a gönderilmesi kaçinilmaz bir zarurettir, efendim. Sadrazam Tevfik
Saygideger Efendiler, Osmanli Sadrazaminin daha baska bazi ögütleri ve bildirdikleri vardir. Müsaade buyurursaniz onlari da okuyalim :
Sifre Istanbul, 5.2.1921
Ankara'da Mustafa Kemal Pasa Hazretlerii'ne
Londra'da toplanacak olan konferansa Osmanli Devleti'nin de davet edilmesinden dolayi telâsa düsen Yunanlilar, aleyhimizdeki propagandalanni bir katdaha artirmislardir. Paris'teki delegemizden aldigimiz bilgilere göre, Yunanlilar,Fransiz kamuoyunu aleyhimize çevirmek için, Anadolu'da bir Alman kurmay askerî hey'eti bulundugu, sizin harekât ve siyasetinizin de bu hey'etin telkinleri ileyürütüldügü yolunda Fransiz çevrelerinde söylentiler yaymaktadirlar. Ayrica, Türkiye'deki Hristiyanlarin toplu olarak öldürülmekte oldugu ileri sürülerek, bunlarin kurtarilmasi için Papa tarafindan bütün parlamentolara basvuruldugununduyuldugu da sözü geçen delege tarafindan bu bilgilere eklendiginden, pek kötüetkiler yaratacak olan bu söylentilerin sür'atle yalanlanmasi rica ve tavsiye olunur. Sadrazam Tevfik
Sifre Istanbul, 8.2.1921
Ankara'da Mustafa Kemal Pasa Hazretleri'ne
Konferansi etkilemek maksadiyla, Subatin yirmi birinde, Yunanlilarin 70-80bin kisiyle taarruza geçecekleri Hariciye Nezareti'nce güvenilir kaynaklardan haber alinmistir. Taarruzun Karahisar-Eskisehir dogrultusunda olacagi sanilmaktadir. Itilâf Devletleri temsilcileri, Ankara delegelerinin yalniz olarak konferansakabul edilemeyecegini de söylemislerdir. Sadrazam Tevfik
Bu telgrafin yazilmasindan maksat, Yunanlilarin taarruz edeceginibildirmek miydi? Yoksa, 70 - 80 bin kisilik düsman kuvvetinin taarruzagececegi tehdidi ile, konferansa Ankara dele5elerinin yalniz olarak kabuledilemeyecegini söylemek mi idi? Bunu kestirmek güçtür.
Delege gönderilmesi konusunda, bizim ileri sürdügümüz görüsleri,yazilarimizda belirttigimiz sekilde Tevfik Pasa , Itilâf Devletleritemsilcilerine teblig etmis de, telgrafin son fikrasiyla, aldigi cevabi mi bildiriyordu? Bu da açik degildir. Istanbul, 8.2.1921
Ankara'da lliliistafa Kenzal Pasa Hazretleri'ne
Fransiz kamuoyunu incitmemek için Kilikya'da taarruzdan kaçinilmasihayirseverliginden süphe edilmeyen bazi Fransiz devlet adamlarinin tavsivesiüzerine, Paris delegemiz tarafindan büyük bir önemle bildirilmistir. Sadrazam Tevfik
OSMANLI DEVLET ADMLARININ BELIRGIN ÖZELLIKLERI
Efendiler, bu gibi tavsiyeleri, Istanbul hükûmetlerinden çok dinlemistik. Bizim taarruzdan kaçinmamizi tavsiye eden hayirseverin karsisindaki kimse,isittigini bir gramofon gibi bize ulastirirken, bu hayirsevere, bize taarruzdankaçinilmasini, gerelsenlere tavsiye edip etmedigini sormus mudur acaba?Aldigi cevap, olumsuz idiyse, onun hayirseverligine nereden hükmetmisti? Vatanimizi isgal edenlerin Kamuoyunu gücendirmemeyi tavsiye edenlere, vatani isgal edilen milleti niçin incittiklerini ve incitmekte devamettiklerini sormamak, neden bu Osmanli devlet adamlarinin belirgin özellikleri olmustu?
Kisacasi, saygideger Efendiler, görülüyor ki, Tevfik Pasa vearkadaslariyla, temelde, düsünce ve görüslerde anlasmak mümkün olamiyordu. Nihayet, konu Meclis'e getirildi.
Meclis'e iki teklifte bulundum. Birisi memleketin durumunu ve milletin gayesini Istanbul'a açikça bildirmek; ikincisi, ayrica davet yapildiginda Londra'ya müstakil bir hey'et göndermekti. Her iki teklifim de kabul edildi.
Efendiler, Meclis'in görüs ve kararini Tevfik Pasa'ya bildirentelgraf aynen söyleydi :
TEVFIK PASA'NIN TEKLIFLERI KARSISINDA BÜYÜK MILLET MECLISI'NIN KARARI
Londra Konferansi'na davet dolayisiyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi Baskani Mustafa Kemal Pasa Hazretleri ve Bakanlar Kurulu Baskani Fevzi Pasa Hazretleri ile Istanbul'da Tevfik Pasa Hazretleriarasindaki telgraf haberlesmeleri, Genel Kurul'da okunmak suretiyle Meclis'e bilgiverildi. Tevfik Pasa Hazretleri tarafindan ileri sürülen görüsler, memleketin bugünkü durumu üzerinde kendilerinin açik bir görüse varmaktan pek uzakolduklarini, bize üzüntüyle gösterdi. Istanbul'da ateskes anlasmasindan beri ikitürlü hükûmet biribirini takip etmistir. Biri Damat Ferit'in baskanligialtinda, çesitli kimselerin katilmasiyla kurulan hükûmetler ki, her ne pahasina olursa olsun, Itilâf Devletleri'ne karsi mutlak olarak boyun egme düsüncesini temsiletmis ve memleketin kendi hâkimiyet haklarini devam ettirmek için yaptigi süreklifedakârliklan, düsmanlarla birlikte çalismak suretiyle sonuçsuz birakmayi özelbir politika haline getirmisti. Bu düsüncenin pesine takilanlar, memleketin kötülükve hainlige elverisli ne kadar nankör evlâdi varsa, hepsini kiskirtarak ve silâhlandirarak millî sawnmaya kendilerini adayan vatanseverler aleyhine hiç durmadankullandilar. Islâm seriati adina yayinlanan sahte fetvalarin, mîrimiran ünvaniile mükâfatlandinlan Anzavurlarla, vatanin bagimsizligi ve savunmasi aleyhine, etrafa gönderdigi maddî ve manevî zehir ve fesat kuvvetlerine karsi, Anadolu aylarcaçarpismaya mecbur oldu. Onlar, düsmanlar hesabina cephelerimizi kaç defa arkadan vurdular. Müslümanligin ilk asrindan beri seref ve hak din adina cihat edenmilletimiz, tarihimizin ilk günlerinden beri, devlet ve memleket ne zaman tehlikeyedüsmüsse, kanini bol bol akitmaktan geri durmayan milletimiz, bu defa muazzamvatandan arta kalan son parçada, son kaleye çekilmis, en son savunmasini yaparken, hükûmet adini alan hey'etler, düsmanlar hesabina, düsman saflari arasindakendi milletleri aleyhine çalisiyorlardi. Bizans'in son günlerinde, Fatih'in teslim davetine karsi "Allah'in bana bir emaneti olan bu memleketi, ancak Allah'ateslim ederim" diye son Bizans Imparatoru'nun tahtina varis bir hanedandan gelenbugünkü halife ve sultanin hükûmeti, esir olmamak isteyen milleti, kendi eliylebaglayarak düsmanlara teslim etmeye çalisiyordu. Bu birinci safha, o hükûmetlerin ve onlarla birlikte olanlarin bozguna ugramasiyla son buldu. Ikinci türlü hükûmet,Tevfik Pasa'nin baskanlik ettikleri hey'ettir. Bunlar, gaye bakimindan Anadalu sawnmasina taraftar olduklarini söylemekle birlikte, icraat bakimindan, memleketin samimî olarak elde etmek istedigî barisa asla affedilmeyecek birgaflet ve inatla engel olmakta devam ediyor. Saltanat sûrâsinda Itilâf Devletleri'nin uzattigi esaret belgesini ayaga kalkarak ve saygi göstererek kabul ve imzaeden devlet adamilari ve Âyân üyeleri, bütün memlekette hiçbir hak ve yetkiyitemsil etmeyen geçersiz bir kuvvet durumundadir. Anadolu ve Istanbul, istiklâl ileesaretin, hürriyet ile mahkûmiyetin birbirine zit ve ters düstügü iki ayri parçahalinde kalmistir.
Biz, memleketin esir edilmis, iradesini kaybetniis parçasini, hür ve müstakilolan kisma katmak istiyoruz. Istanbul'un devlet adamlari, bütünü olusturan vebütün bir düsmanlik dünyasina karsi kendini seref ve metanetle savunan hür kismi, esir ve mahkum durumdaki küçük parçaya baglamak ve katmak istiyorlar. Bütün Anadolu'yu, hürriyet ve istiklâline âsik bütün memleket çocuklarini ve bugünkü zulüm görmüs Islâm dünyasinin ruhunu temsil eden Büyük Millet NLeclisi,Istanbul'un hasta ve hürriyetten yoksun bir hey'etine boyun egmeyi, hiçbir zaman kabul edemez.
Meclis'imiz tarafindan kabul ve ilân edilen ve bütün memlekette uyulanTeskilât-i Esasiye Kanunu'muz geregince, hâkimiyet kayitsiz sartsiz milletindir.Milletin yasama ve yürütme gücü ise, onun gerçek ve tek mümessili olan BüyükMillet Meclisi'nde toplanir. Bu temel ilkeler karsisinda delegelerimizin Istanbul'agiderek oradan seçilecek bir hey'ete katilmasina ve oranin verecegi bir yetki belgesiile dünyaya karsi millî davamizi savunmayi üzerine almasina imkân yoktur. Egeristerseniz füli ve hakli olarak mutlak bagimsizligi bulunan, bütün idarî teskilâtiiIe memleketi yöneten, ordulariyla doguda ve batida düsmanlari ezerek memleketebarisin yollarini açan Meclis'imizin delegeler hey'etini, memleketi temsil edebilecektek hey'et olarak tanirsiniz. Yoksa, biz kendi hey'etimizi kendimiz göndermek kararini zaten altmis bulunuyoruz. Bizce istenilen ve gerekli görülen, bu kararimizaverilecek cevabin, birtakim sözler degil, fülî davranislar olmasidir.
LONDRA KONFERANSINA KATILMAMIZ
Efendiler, Disisleri Bakani olan Bekir Sami Bey'in baskanligi altinda ayrica ve müstakil bir delege hey'eti kuruldu. Hey'et, Londra Konferansi'na özel olarak davet edildigimiz takdirde katilmak üzere ve bu arada geçecek zamandan da yararlanmak maksadiyla, Antalya üzerinden Roma'ya hareket ettirildi.
Hey'etimiz, Italya Disisleri Bakani Kont Sforza vasitasiyla,konferansa resmen davet edildikleri kendilerine bildirildikten sonraLondra'ya gitmistir.
Londra Konferansi, 27 Subat 1921'den 12 Mart 1921'e kadar devametti. Hiçbir olumlu sonuç vermedi.
Itilâf Devletleri Izmir ve Trakya'daki nüfus durumu ile ilgili olarakkendileri tarafindan yapilacak bir arastirmanin sonucunu kabul edecegimiz yolunda bizden söz almak istediler. Delege hey'etimiz önce bunu kabul etmisti. Fakat Ankara'dan yapilan uyari üzerine, sonradan, arastirmanin yapilmasini Yunan idaresinin buradan çekilmesine baglamak teklifinde bulundu. Itilâf Devletleri'nin, Sevres Antlasmasi'nin diger hükümlerinin tarafimizdan samimiyetle ve itirazsiz olarak uygulanmasini saglamakistedigi anlasilmisti. Delege hey'etimiz bununla ilgili tekliflere de red niteliginde cevaplar vermisti. Yunan delegeleri arastirma hiç kabul etmemislerdi. Bunun üzerine, Itilâf Devletleri, Türk ve Yunan delege hey'etlerine bazi teklifleri içine alan bir proje vererek, hükumetlerinden, bu projeler için alacaklari cevaplarin, Konferans'a bildirilmesini istemislerdi.
Bizim delege hey'etimize verilen projede, Sévres Antlasmasi hükümlerinde yapilacâk degisikliklerle ilgili su noktalar vardi :
Bize birakilan jandarma ve özel birliklerin sayisini bir parça artirmak. Memleketimizde kalacak yabanci subaylarin sayisini biraz azaltmak.Bogazlar bölgesini biraz ufaltmak. Bütçemiz üzerine konmus bulunan sinirlamalari biraz hafifletmek. Bayindirlik isleri ile ilgili imtiyaz verinehakkimiz üzerine konmus sinirlamalari da biraz hafifletmek. Bundan baska, adlî kapitülasyonlar, yabanci postalari, Kürdistan... ile ilgili olarakSévres tasarisinda degisiklikler yapilmasini ümit ettirecek bazi belirsizvaatler. . .
Bu teklifler projesinde, Ermenistan sinirlarinin tespiti isi, BirlesmisMilletler'in gönderecegi bir komisyona birakilmakta idi. Sözde Izmirili bize geri verilecekti. Fakat Izmir sehrinde btr Yunan kuvveti bulundurulacak, Izmir ilinin güvenlik isleri, Itilâf Devletleri subaylari tarafindanidare edilecek, bu ildeki jandarma kuvveti, nüfus oranina göre çesitli unsurlardan kurulacak, sehre Birlesmis Milletler tarafindan bir Hristiyanvali tayin edilecek, Izmir ili Türkiye'ye gelirinin çogalmasiyla artacak biryillik vergi ödeyecekti.
Izmir ili için teklif edilen bu çözüm sekli, bes yil sonra, taraflardanbirinin istegi üzerine Birlesmis Milletler'ce degistirilebilecekti.
DELEGELER DAHA YOLDA IKEN BASLAYAN YUNAN TAARRUZU
Efendiler, Itilâf Devletleri, delege hey'etimiz vasitasiyla yaptiklari tekliflerin cevabini almayi beklemeden, daha delegelerimiz yolda iken, Yunanlilar bütün ordusuyla ve bütün cephelerimize karsi taarruzageçtiler.
Görüyorsunuz ki Efendiler, Yunan taarruzu konferans ve sulh hikâyesini bize zarurî olarak terk ettiriyor. Simdi müsaade buyurursaniz, sizebu taarruzu ve sonucunu arz edeyim :
Yunan ordusunun Bursa ve dogusunda önemli bir grubu, Usak vedogusunda diger bir grubu vardi. Bizim de kuvvetlerimiz, Eskisehir'in kuzey-batisinda, Dumlupinar'da ve dogusunda olmak üzere iki grup halindeydi. Bundan baska, Yunanlilarin Izmit'te bir tümenleri, bizim de onakarsilik Kocaeli Grubu bulunuyordu. Yunanlilarin Menderes boyundakibirliklerine karsi da birliklerimiz vardi. Yunan ordusunun Bursa ve Usakgruplari, 23 Mart 192l. günü ileri harekâta geçtiler. Ismet Pasa komutasinda bulunan Bati Cephesi birIikleri, arz ettigim gibi, Eskisehir'inkuzey-batisinda yiginak yapmisti. Karar, savasi Inönü mevzilerinde kabul etmekti. Ona göre tedbir aliniyor ve hazirliklar yapiliyordu. Düsman,26 Mart aksami, Ismet Pasa'nin isgal ettirdigi mevzilerin sag kanadi ilerisine yanasti. Ertesi günü bütün cephede karsilasmalar oldu.Düsman 28'de sag kanadimiza taarruza geçti. 29'da her iki kanattan taarruz etti. Düsman yer yer önemli basarilar elde ediyordu. 30 Mart günüsiddetli savaslarla geçti. Bu savaslarin da sonucu düsman lehine oldu.
IKINCI INÖNÜ ZAFERI VE ISMET PASA'NIN METRIS TEPE'DE GÖRDÜGÜ DURUM
Bundan sonra sira bize geliyordu. Ismet Pasa 31 Mart günü, karsi taarruza geçti ve düsmani yenerek, 31 Mart-1 Nisan gecesi geri çekilmeye mecbur etti. Böylece, inkilâp tarihimizin bir sayfasi, Ikinci Inönü zaferiyle yazilmis oldu.
Efendiler, düsman çekilirken Bati Cephesi Komutani ile 1 Nisan günü yapilan yazismalar, o günün duygularini tespit eden belgelerdir. O duygulari yeniden canlandirmak için, müsaade buyurursaniz, o günkü yazismalardan bazi telgraflari oldugu gibi okuyacagim : Metristepe,1.4.1921
Saat 18.30'da Metristepe'den gördügüm durum : Gündüzbey kuzeyinde sabahtan beri dayanan ve artçi olmasi muhtemel olan bir düsman müfrezesi, sagkanat grubunun taarruzu ile düzensiz olarak çekiliyor. Yakindan takip ediliyor.Hamidiye yönünde karsilasma ve faaliyet yok. Bozöyük yaniyor. Düsman, binlerce ölüsüyle doldurdugu savas meydanini silâhlanmiza terk etmistir. Bati Cephesi Komutani Ismet Ankara, l.4.l921
Inönü Savas Meydaninda Metristepe'de
Bati Cephesi Komutani ve Genel Kurmay
Baskani Ismet Pasa'ya
Bütün dünya tarihinde, sizin Inönü Meydan Muharebeleri'nde üzerinizeyûklendiginiz görev kadar agir bir görev yüklenmis komutanlar pek azdir. Milletimizin istiklal ve varligi, dahice idareniz altinda görevlerini serefle yapan komutave silah arkadaslarinizin kalbine ve vatanseverligine bûyük bir güvenle dayaniyordu. Siz orada yalniz düsmani degil, milletin makûs talihini de yendiniz.Istilâ altindaki talihsiz topraklanmizla birlikte bütün vatan, bugün en ücra koselerine kadar zaferinizi kutluyor. Düsmanin istilâ hirsi, azminizin ve vatanseverliginizin yalçin kayalarma basini çarparak paramparça oldu.
Adinizi tarihin seref abidelerine yazan ve bütün millete size karsi sonsuzbir minnet ve sükran duygusu uyandiran büyük gazâ ve zaferinizi tebrik ederken,üstünde durdugunuz tepenin size binlerce düsman ölüleriyle dolu bir seref meydani seyrettirdigi kadar, milletimiz ve kendiniz için yükselis pariltilariyla dolu birgelecegin ufkuna da baktigini ve hâkim oldugunu söylemek isterim. Büyük Millet Meclisi Baskani Mustafa Kemal
Büyük Millet Mecilisi Baskani
Mustafa Kemal Pasa Hazretleri'ne
Zulüm ve zorbalik dünyasinin en zalimce hücumlarina karsi yalniz ve saskin kalan milletimizin maddî ve manevî bütün kabiliyet ve kuvvetlerini ruhundaki atesle toplayan ve harekete getiren Büyük Millet Meclisi'nin Baskani Mustafa Kemal Pasa!
Kahraman askerlerimiz ve subaylarimiz adina, askerlerimizle avci hatlarinda omuz omuza vurusan tümen ve kolordu komutanlari adina takdir ve tebriklerinize büyük bir iftiharla tesekkürlerimi arz ederim. Bati Cephesi Komutani Ismet
-
GÜNEY CEPHESI'NDEKI HAREKAT
Saygideger Efendiler, Inönü muharebe alanini ikinci defa yenilerek terkeden ve Bursa'ya dogru eski mevzilerine çekilen düsmanin takibinde, piyade ve süvari tümenlerimizin gösterdikleri anilmaya deger yararliklari anlatamayacagim. Yalniz, genel askerî durumu tam olarak açiklayabilmek için, müsaade buyurursaniz Güney Cephemiz'e giren bölgede yapilan harekâti özetleyeyim.
Güney Cephesi Komutani Refet Pasa'nin emrinde bulunan üçpiyade tümeni, Dumlupinar'da hazirlanmis bir mevzide bulunuyordu.Bundan baska, bir süvari tümeni ve bir de süvari tugayi vardi. Bu mevzün sol kanadinda bulunuyordu. Güney Cephesi Komutani'nin aldigi görev, düsmani bu mevzide durdurmakti. Usak dogusundaki mevzilerimizden hareket eden üç piyade tümeni ve bir kisim süvari Dumlupinar mevzilerine taarruz etti. 26 Mart'ta birliklerimiz, mevzilerini terke mecburoldu. Güney Cephesi Komutani, bundan sonra kuvvetlerini esasli bir hatta durdurmayi ve yeniden tertibat almayi basaramadigi için kuvvetler ikiye ayrildi. 8'inci ve 23'üncü Piyade Tümenleri ile 2'nci Süvari Tümeni'nden meydana gelen kismi, kendi emri altinda, Altintas'a dogru çekildi.57'nci Piyade Tümeni ile 4'üncü Süvari Tugay'indan meydana gelen ötekikisim Fahrettin Pasa'nin emri altindaydi. Düsman bütün kuvvetiyle Fahrettin Pasa kuvvetlerine yönelerek doguya yürüdü. Refet Pasa kuvvetlerine karsi, Dumlupinar'da yalniz bir piyade alayibirakti. Refet Pasa, sonradan 23'üncü Tümeni Altintas üzerindengüneye, Fahrettin Pasa emrine verdi. Altintas yönünde, düsmanin hiçbir hareketi olmadigi anlasilinca, Refet Pasa , yaninda bulunan kuvvetlerle kuzeye getirtildi.
Doguya dogru ilerleyen düsmana karsi, Fahrettin Pasa kuvvetleri çesitli yerlerde savaslar vererek Afyon'un dogusuna çekildi. Düsman, Afyonkarahisar'i isgal ettikten sonra, Çay-Bolvadin hattina kadarilerledi ve orada durdu. Bu düsman karsisinda, Fahrettin Pasa,37'nci ve 23'üncü Tümenlerle birlikte, güneyden Adana bölgesinden gelen 41'inci Tümen'i de alarak, bir karsi hat olusturdu.
YUNAN ORDUSU'NUN GENEL TAARRUZ PLANINDA PEK GÖZE ÇARPAN BIR YANILMA
Efendiler, askerî strateji konusunda fazla düsünce, ileri sürmekten kaçinma taraftari olmakla birlikte Yunan ordusunun bu defaki genel taarruz plâninda göze çarpan bir yanilmaya isaret etmek isterim. Yunan ordusiiniin Usak grubunun, Dumlupinar'dan sonra, Eskisehir'e dogru yürümesi gerekirdi. Afyon üzerinden Konya'ya dogru yönelmesi, kuvvetlerini asil kesin sonuç alacagi alandan uzaklastirarak, ise yaramaz ve tehlikeli bir durumda birakmistir. Inönü'ndeki basari bizim tarafta kaldiktan sonra, bu kuvvetlerin, kendilerini tehlikeden kurtarmakiçin bir an önce sür'atle geri çekilmeleririi saglamaktan baska bir sey düsünmeyeceklerine süphe yoktu. Inönü'nde zafer kazanan kuvvetlerimiz,Eskisehir, Altintas üzerinden Dumlupinar'a yönelerek bu mesafenin önemli bir kisminda demiryolundan fazlasiyla yararlanma imkâni bulunduguna göre, Afyonkarahisar'in dogusunda bulunan Yunan grubu geri çekilmehattini kesebilir ve böylece, pek büyük bir ihtimalle o grubu büyük bir fetâkete ugratabilirdi. Nitekim, bu düsüncenin uygulanmasina geçmekte bir an gecikilmemistir. IIk serbest kalan tümenler derhal Güney Cephesi Komutani Refet Pasa'nin emrine verilerek harekete geçirilmistir.
Inönü Meydan Muharebesi'nden alinan sonuç üzerine, Yunan ordusunun Usak grubu, derhal geri çekilmeye basladi. Refet Pasa , 7 Nisan 1921 tarihinde karargâhiyla Çögürler'de, 4'üncü ve 11'inci TümenlerAltintas bölgesinde, 5'inci Kafkas Tümeni ve kuvvetli bir alay durumundaolan Meclis Muhafiz Taburu Çögürler güneyinde, 1'inci ve 2'nci SüvariTümenleri Kütahya bölgesinde bulunuyorlardi. Fahrettin Pasa,Çay ve Afyon'dan çekilen düsmani kovalayip sikistirirken, Refet Pasa da düsmanin Aslihanlar civarinda bulunan bir alayina, bu saydigimizkuvvetlerle, yani, üç piyade tümeni ve bir taburla taarruz etti. Bir taraftanda kuzeyden daha iki tümen, 24'üncü ve 8'inci Tümenler güneye dogrugönderildi. Aslihanlar'daki Yunan alayi, Refet Pasa'nin taarruzunudurdurdu ve çok zaman kazandi. Bu süre içinde geriden gelen birliklerleiki tümene kadar takviye edildi. Bu kuvvetler Afyon'dan çekilen kuvvetlerin kendilerine katilmalarini sagladi.
12 Nisan 1921 günü, Refet Pasa'nin emrinde kuzeyden güneyeve dogudan batiya taarruz eden kuvvetlerin toplami söyleydi :
Kuzeyden gelen 4, 5, 11, 8 ve 24, dogudan ilerleyen 57, 23 ve 41' inciTümenler ki, toplam olarak sekiz piyade tümeni ve bir piyade taburu...1'inci ve 2'nci Süvari Tümenleri çok uzak mesafelerden dolastirilarak veancak düsman yenildigi takdirde etkili olabilecek; fakat o günkü savastahiç de ise yaramayari düsman gerisindeki Banaz hedefine gönderilmisti.Refet Pasa'nin komutasi altina verilen kuvvetler, taarruzlarinda basari kazanamadilar, aksine fazla can kaybi oldu. Düsman, Dumlupinarmevzilerine hâkim olarak yerlesti ve orada kaldi. Refet Pasa kuvvetleri de Dumlupinar'in on kilometre kuzeydogusunda olmak üzere, Aydemir, Çalköy, Selkisaray hattina çekilip durdu. Aslihanlar Muharebesidiye anilan bu çarpismalar bu sekilde sona erdi.
REFET PASA KENDISI YENILDIGI HALDE DÜSMANI YENILMIS SAYIYORDU
Efendiler, muharebe sirasinda muhar ebe hatlarindaki bazi kisimlarin ileri geri dalgalanisi ve özellikle Afyon dogusunda bulunan düsman tümenlerininDumlupinar'in ilerisinde biraktiklari bir alaylarinin yenilip safdisi edilememesi yüzünden, düsman kuvvetleri Dumlupinar'akadar çekilme imkânini bulabilmistir. Bundan sonra, Yunan kuvvetlerinin, saglam bir muharebe hatti tutmak üzere tertibat alirken, ileridekibirliklerinin o hatta ulasmak üzere geri yürüyüsleri, Refet Pasa'ninmuharebesinin sonucu hakkinda yanlis bir yargida bulunmasina yol açti.Gerçekten de Refet Pasa , kendisi yenildigi halde, düsmanin yenilip geri çekildigiini ,sandi ve bunu, bes gün süren Dumlupinar Meydan Muharebesi'nde, düsmana son darbenin vurulabildigini bildiren :elgrafiylabize de haber verdi. Biz de, pek tabiî memnun olarak büyük takdir ve tebriklerde bulunduk, Fakat durumu iyice anlamak için telgraf basinda kendisine sordugum sorulara aldigim cevaplardan, durumun biidirildigi gibiolmadigi süphesine düstük. Sonunda anlasildi ki, düsman kendi maksadina ve genel durumuna uygun olarak, Dumlupinar'da savunmasi kolay,hâkim ve saglam bir mevzi ariyordu. Aksine, Refet Pasa'nin ise, biraz geride bütün kuvvetleriyle Aydemir, Çalköy, Selkisaray hattini tutmasi gerekti.
Efendiler, durum sakinlesmeye basladiktan sonra, Refet Pasa'nin komuta ettigi orduda, kendisine karsi güvenin kalmadigi anlasildi.Durumu yerinde incelemek üzere, Ankara'dan Fevzi Pasa Hazretleri, Bati Cephesi'nden de Ismet Pasa, birlikte bizzat Refet Pasa'nin karargâhina gittiler. Refet Pasa'nin komuta durumunun birsüre daha devami tercih edilmekte oldugundan, konuyu ona göre bir hal çaresine bagladilar. Fakat, zaman geçmeden, bu durumun devam ettirilmesinin mümkün ve dogru olmadigi kanaati belirdi. Bu sebeple, ben bizzat Fevzi ve Ismet Pasalari alarak Refet Pasa'nin yanina gittim. Durumu yakindan inceledim ve konuyu derhal söyle bir çözüme bagladim. Refet Pasa'nin komutasi altinda bulunan Güney Cephesi'niBati Cephesi'ne baglayarak Ismet Pasa'nin komutasina verdim. Kendisine de Ankara'da bir görev verilmek üzere oraya dönmesi gerektiginibildirdim.
REFET PASA, TÜRK ORDUSUNA KOMUTAN OLMAK ISTIYORDU
Refet Pasa, Ankara'ya döndügü zaman söyle bir çözüm yolu düsünmüstüm. Ismet Pasa'nin artik Genelkurmay Baskanligi'ndan istifa ederek, kendisini tamamiyle, genisletilmis olan Bati Cephesi Komutanligi'na verecek. Millî Savunma Bakani bulunan Fevzi PasaHazretleri de vekâletle yürütmekte oldugu Genelkurmay Baskanligi'ni asilolarak üzerine alacak. Ondan bosalacak Millî Savunma Bakanligi görevini de Refet Pasa yapacak.
Refet Pasa , aslinda, yine askerî bir görev almak istiyordu. Fakat benim buldugum çözüm yolunu begenmedi. Diyordu ki : "Millî Savunma Bakani bulunan Fevzi Pasa'nin görevinden çekilmesini gerektiren bir durum yoktur. Ismet Pasa'nin Genelkurmay Baskanligi'ndan ayrilmasini zarurî buluyor ve bana da bu aralik bir görev vermeyi düsünüyorsaniz, çözüm seklinin ona göredüzenlenmesi mümkündür."
Ben, her nasilsa, Refet Pasa'nin düsüncesinde gizli olan maksadi birdenbire kavrayamadim. Çünkü, biraz sonra anlar gibi oldugumgörüs asla hatirima gelmemisti. Anlayamadigim noktayi açiklatmak içinkendisine sordum ve dedim ki : "yani siz mi Genelkurmay Baskani olmakistiyorsunuz?" Gerçi açik bir cevap vermedi ama, ben maksadin tamamenbundan ibaret oldugunu kabul ettim. Bunun üzerine su görüsü ileri sürdüm : "Genelkurmay Baskanligi, bizim teskilâtimiza göre, bugün fülî olarak Baskomutanlik makamidir. Siz, daha Türk ordusuna Baskomutanolacak vasiflari kazanmis degilsiniz. Bunu hatirinizdan çikariniz !"
Refet Pasa, verdigi cevapta dedi ki : "Öyleyse ben de Millî Savunma Bakanligi'ni kabul etmem." "O sizin bileceginiz istir" dedim vebiraktim. Gerçekten kabul etmedi ve izin alarak, Kastamonu ormanlarinda, Ecevit denilen yerde bir süre dinlenmeye çekildi. Refet Pasa'ninMillî Savunma Bakanligi'na getirilisi bundan sonra ortaya çikan baskabir durum üzerine olmustur.
LONDRA KONFERANSINDAN DÖNEN DISISLERI BAKANI BEKIR SAMI BEY'IN IMZALADIGI SÖZLESMELER
Saygideger Efendiler, Ikinci Inönü zaferinden sonra Londra'ya gitmis olan delegeler hey'etimiz geri döndü. Konferansin olumlu bir sonuca varmamis oldugunu biliyorsunuz. Fakat delegeler hey'eti Baskani ve Disisleri Bakani Bekir Sami Bey , kendiliginden Ingiltere, Fransa ve Italya diplomatlariyla temas ve görüsmelerde bulunarak, herbiriyle ayri ayri birtakim sözlesmeler imzalamis bulunuyordu. Bekir Sami Bey'in Ingiltere ile imzaladigi bir sözlesme geregince, elimizde bulunan bütün Ingiliz esirlerini geri verecektik. Buna karsilik, Ingilizler de bize, kendi ellerinde bulunan esirlerimizi iade edeceklerdi. Yalniz, Türk esirleri arasinda Ermenilere ve Ingiliz esirlerine zulüm veya kötülük yapmis oldugu iddia edilenler serbest birakilmayacakti.
Hükûmetimiz, elbette böyle bir sözlesmeyi kabul edip onaylayamazdi. Çünkü böyle bir sözlesmeyi onaylamak demek, Türk uyruklu olanlarin, Türkiye içindeki hareketleri üzerinde, yabanci bir hükumetin bir çesit yargi hakkini onaylamak olurdu.
Bu sözlesmeyi kabul etmemekle birlikte, Ingilizler bazi Türk esirlerini serbest biraktiklarindan, biz de karsilik olarak elimizde bulunan Ingiliz esirlerinden bir kismini serbest biraktik.
Daha sonra, 23 Ekim 1921 tarihinde, Kizilay Ikinci Baskani Hamit Bey'le Istanbul'daki Ingiliz komiseri arasinda yapilan anlasma üzerine, Malta'da bulunan bütün Türk tutuklulari ile elimizde bulunan bütün Ingiliz tutuklularininkarsilikli olarak serbest birakilmasi kararlastirilmis ve bu karar uygulanmistir.
Efendiler, Bekir Sami Bey , resmî görüsmeler ve konusmalar disinda, sirf sahsî olarak da Lloyd George ile bir görüsme yapmis... Aralarinda söylenen sözler steno ile yazilmis... Bu zabit imza daedilmis... Fakat, ben Bekir Sami Bey'in elinde bulunan nüshahakkinda bana bilgi verildigini hatirlamiyorum. Son zamanlarda Disisleri Bakanligi vasitasiyla Bekir Sami Bey'den bu nüshayi istettimise de, Bakanliga gönderdigi bir mektupta, o zaman bu nüsha tercümelerinin bana gösterildigini, gcrek aslinin gerek tercümelerinin, DisisleriBakanligi'ndan ayrilirken ilgili dosyada birakildigini bildirmistir. Dosyalarda bu belge bulunamamistir. Disisleri Bakanligi'nda da hiç kimseninbu belge metni hakkinda bilgisi yoktur. Ben de, arz ettigim gibi, hiçbirvakit haberdar edildigimi hatirlamiyorum.
Efendiler, Bekir Sami Bey ile Fransiz Basbakani Mösyö Briand arasinda da,11 Mart 1921 tarihli bir sözlesme imza edilmistir. Bu sözlesmeye göre, Fransa ile Millî Hükûmet arasindaki düsmanliga son verilecek. Fransizlar, silâhli çetelere, biz de mücahitlerimize silâhlarini biraktiracagiz. . . Zabita kuvvetlerimize Fransiz subaylari alinacak. . . Fransizlar tarafindan kurulacak zabita kuvvetleri oldugu gibi kalacak. .. Fransa'nin bosaltacagi yerlerle, Elâzig, Diyarbakir ve Sivas illerinin ekonomik gelismesi için yapilacak tesebbüslerde üstünlük hakki ve Ergani madenlerini isletme imtiyazi da Fransizlara verilecek. . . v.b.
Hükûmetimizce, bu sözlesmenin de kabul edilmemesinin sebeplerini siralamaya gerek yoktur sanirim.
Bekir Sami Bey , Italya Disisleri Bakani bulunan KontSforza ile de 12 Mart 1921'de bir sözlesme imzalamis. . . Bu sözlesmegeregince, Italya'nin konferans sirasinda, Izmir ve Trakya'nin bize verilmesi konusiindaki isteklerimizi desteklemesine karsilik, biz de ItalyanDevleti'ne Antalya, Burdur, Mugla, Isparta sancaklariyla Afyonkarahisar,Kütahya, Aydin ve Konya sancaklarini sonradan tayin edilecek kisimlarinda ekonomik tesebbüsler için üstünlük hakki taniyacaktik. Bundan baska, bu bölgelerde, Türk hükûmeti veya Türk sermayesi tarafindan yapilamayacak olan ekonomik islerin Italyan sermayesine verilmesi ve Ereglimadenlerinin bir Italyan - Türk sirketine devri kabul edilmekte idi.
Elbette bu sözlesme de, hükumetimizce redden baska bir islem göremezdi.
Efendiler, Itzlâf Devletleri'nin, Londra'ya baris yapmâk için gönderdigimiz Delegeler Hey'etimiz Baskani Bekir Sami Bey'e imzaettirdikleri sözlesmelerdeki maddelerin, Sevres projesinden sonra aralarinda imialadiklari Üçlü Anlasma (Accord tripartite) adi verilen ve Anadolu'yu nüfuz bölgelerine ayiran bir anlasmayi millî hükûmetimize baska adlar altinda kabul ettirme maksadina dayandigi açiktir. Itilâf Devletleri'nin politikacilari, bu maksatlarini, Bekir Sami Bey'e kabulettirmeyi de basarmislardir. Bekir Sami Bey'i, Londra'da konferansgörüsmelerinden çok, teker teker yapilan konusmalarla oyalamaya çalistiklari anlasiliyor. Millî Hükûmet'in bagli bulundugu prensiplerle buprensiplere bagli bir Disisleri Bakani'nin tuttugu yol arasindaki uyusmazligi açiklamak maalesef mümkün degildir.
Bekir Sami Bey, bu anlasmalarla Ankara'ya döndügü zaman, tutumunun fevkalâde dikkatimi çekmis ve hayretimi uyandirmis oldugunu itiraf etmeliyim. Bekir Sami Bey, imzalamis oldugu sözlesmelerdeki sartlarin, memleketin yüksek menfaatlerine uygun oldugu kanaatini belirtiyor; bu kanaatini Meclis'te bile savunup ispat edebilecegini iddia ediyordu. Kanaatinda isabet, iddiasinda mantik olmadigina süphe yoktu. Görüslerinin Meclis'te benimsenemeyecegi bir yana, DisisleriBakanligi'ndan düsürülecegi de muhakkakti. Fakat Meclis'i, sivasî meselelerin görüsme ve tartismalarina bogmayi ogünlerin sartlarina uygun görmedigimden, Bekir Sami Bey'e görüslerindeki isabetsizligi bizzat açiklayarak Disisleri Bakanligi'ndan çekilmesini teklif ettim. Bekir Sami Bey bu teklifimi kabul ederek istifasini verdi.
Ancak, Bekir Sami Bey, Delegeler Hey'eti Baskanligi göreviyle, Avrupa'daki gezisi sirasinda yaptigi çesitli temaslarin kendisindebiraktigi intibalara dayanarak, Itilâf Devletleri'yle kendi prensiplerimizeuygun olarak anlasma imkâni bulundugu görüsünde direniyordu. Kendisinin bu anlasmalari gerçeklestirme yolunda yardimci olabilecegini ilerisürüyordu. Bunun üzerine kendisine su özel mektubu yazdim : 19.5.1911
Amasya Milletvekili Bekir Sami Beyefendi'ye
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti'nin simdiye kadar çesitli vesile vevasitalarla bütün dünyaya ilân edilmis olan prensipleri yüksek malumunuz olup,bu prensiplerin ana çizgileri su kisa cümle ile ifade edilebilir : "Bilinen millîsinirlarimiz içinde memleketimizin bütünlügünü ve milletin bagimsizligini tamolarak saglamak." Delegeler Hey'eti Baskanligi göreviyle yaptiginiz son gezi vetemaslarinizin sizde biraktigi etki ve intibalara göre, Itilâf Hükumetleri'nin ortaya koydugumuz prensipleri bozmadan memleketimizle anlasmaya egilimli olduklari görüsünde bulundugunuz anlasiliyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Itilâf Devletleri'nin bu egilimlerini dogrulayacak ciddi ve samimî belirti ve sonuçlari henüz görememektedir. Bu konudaki tahminlerinizin dogru çikmasina imkânverecek bir ortam bulabildiginiz takdirde, bu sonucun Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükumeti tarafindan memnuniyetle kabul edilebilecegine inanmanizi isterim, efendim. Mustafa Kemal
Bekir Sami Bey, bundan sonra tekrar Avrupa'ya gitti. Bu gidisinin de bir yarari olmadi. Yalniz, Ankara'da Mösyö FranklinBouillon ile yapilan görüsmelerin Bekir Sami Bey'in Paris'teki bazi tesebbüsleri yüzünden güçlüge ugradiginin anlasilmasi üzerine, hükumetçe, Bekir Sami Bey'in resmî bir görevi olmadiguiin, duyurulmasi zarurî görülmüstür.
Bekir Sami Bey, ikinci defa Avrupa'da bulundugu sirada,bana bazi hususlari bildirdigi gibi, dönüsünde de bir rapor vermisti. Gerek bildirmis oldugu hususlarda gerek raporunda yer alan bazi düsünceler, ne yazik ki, Bekir Sami Bey'in, Türk milletinin gerçeklestirmeye çalistigimiz amaç ve ülküsünü tam olarak kavramis ve o çerçeveiçinde hareket etmekte oldugundan süphe ettirmeyecek ve tereddüde düsürmeyecek nitelikte degildi.
Bekir Sami Bey, Avrupa temaslarinin, üzerinde biraktigi etkive intibalara göre görüs ileri sürüyordu.
12 Agustos 192l tarihli bir sifreli telgrafinda, bizim politikamizi elestirdikten sonra diyordu ki : "Daha firsat elde iken, akillica bir siyaset takip etmek, memleketi sürüklendigi büyük çikmazdan kurtarabilir. Olaylar bir bütün olarak incelenerek memleketi selâmete çikaracak bir tutumu benimsemek sarttir. Aksi takdirde, tarih ve millet karsisinda hiçbirimiz sorumluluktan kurtulamayiz.
Milletin mutlulugu ve Müslümanligin selâmeti adina isabetli bir tutumun benimsenmesini ve bir an önce bildirilmesini rica ederim. "
BEKÝR SAMÝ NE OLURSA OLSUN BARIÞ YAPMAKÝSTÝYORDU
B e k i r S a m i B e y, her ne pahasýna olursa olsun barýþyapma taraflýsýydý. Bu görüþünü24 Aralýk 1921 gi,inlü raporunda þöyle açýklýyordu: a... Savaþýn sürüp gitmesinin, bu memleketi vebu milletin varlýðýný tehlikeye koyacak kadaryýkýp yokedeceðini ve katlanýIan bütünfedakârlýklarýn boþa gitmiþ olacaðýnýkesinlikle düþünmekteyim. Savaþýn devam ettirilmesinindýþ ve iç düþmanlarýmýzýnekmeð ;ine yað süreceðine, korktuðumuz belâ vefelâketleri memleketin baþýna kendiliðinden çekeceðinebütün varlýðýmla inanýyoýum.Zâtýdevletlerinin üzerine düþen görev,dünyada hemen hiçbir siyaset adamýnýn omuzlarýnayûklenmeyen en aðýr bir yüktür. Tarihte, beþaltý asýrda deðil, belki on on beþ asýrdabir kimseye ancak kýsmet olabilen bir görevi üstlenmiþbulunuyorsunuz. Her türlü aþýnlýktan sakýnarak,bugünün yararlarý uðruna geleceðin gerçekyararlarýný feda etmeyerek, Türklük ile beraberbütün Ýslâm dünyasýnýn geleceðinigüven altýna almak için, pek yakýn bir zamandafazlasýyla gerçekleþtirilebilecek millî ve islâmîgayeyi kurtarmak ve güçlendirmek için, hattâ geçiciolarak fedakârlýða bile katlanmak sayesinde, zâtýdevletlerinindüýýya tarihinde ölümsüz bir ad kazanmasýve Müslümanlýk binasýna yeni bir þekil verenþahsiyet olmasý mümkündür. Aksi halde, Türkmilletinin ve bütün Müslümanlýk dünyasýnýnesaret ve aþaðýlýða mahkûm olacaðýbendenizce þüphesizdir. Adýnýzý kýyametgününe kadar bütün Müslüman nesiller içinkâinatýn öðüncü olan Yüce PeygamberEfendiýniz'den sonra en kutsal bir ad ve yadigâr olmak üzerearkanýzda býrakmak þerefini ve fýrsatýnýkaybetmemenizi, vatanseverlik ve Müslümanlýk gereðiolarak arz etmeyi bir kutsal görev sayarým, Efendim Hazretleri.rB e k i r S a m i B e y, bütün bu düþüncelerle,özet olarak, esaretten ve aþaðýlýktan kurtulmakiçin, kendisinin Londra'da yaptýðý sözleþmelerçerçevesinde Millî Mücadele'ye son vermeyi teklifediyordu. Efendiler, B e k i r S a m i B e y'in bu düþünceleribende olumlu bir etki yaratmamýþtý. Ýleri sürdüðüdüþünceler ve bunlarýn dayandýðýmantýk, kendisiyle görüþme ve tartýþmanýnbile gereksiz ve yararsýz olduðu kanaatini uyandýrmýþtý.
MECLISTE BELIRMEYE BASLAYAN SIYASI GRUPLAR
Efendiler, yüce hey'etinizi biraz da Büyük Millet Meclisi içinde kendini gösteren durumlarla temasa getirmek istiyorum. Biliyorsunuz ki, Büyük Millet Meclisi'ne milletçe üye seçilirken, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin yönetim kurullari da ikinci seçmenler arasinda bulundular. Buna göre, denilebilirdi ki, Büyük Millet Meclisi, bütünüyle, ayni zamanda Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin siyasî bir grubu niteliginde idi. Gerçekten de, baslangiçta bu yolda hareket edilmisti. Cemiyet'in temel ilkeleri, Meclis Genel Kurulu'nun da temel ilkeleri durumundaydi. Biliyorsunuz ki, Erzurum ve Sivas Kongresi'nde tespit edilen ilkeler, Istanbul'daki son Meclis-i Meb'usan'ca da kabul edilip desteklenerek, Misak-i Milli adi altinda özetlenmisti. Bu ilkeler, Birinci Büyük Millet Meclisi tarafindan da kabul edilerek, o çerçeve içinde memleketin bütünlügünü ve milletin istiklâlini saglayacak baris ve güvenligin elde edilmesine çalisiliyordu. Fakat zaman geçtikçe, Meclis'te ortaklasa bir çalismanin saglanip düzenlenmesinde güçlükler belirmeye basladi. En basit konularda oylar dagiliyor. Meclis'ten is çikamiyordu. Bazi kimseler, bu duruma bir çare olmak üzere 1920 yilinin ortalarinda birtakim gruplar meydana getirme tesebbüsüne geçtiler. Bütün bu tesebbüsler, Meclis görüsmelerinin düzenli olarak yürütülmesini saglama ve görüsülen konular üzerinde oylari dagitmadan olumlu is çikarma gayesini güdüyordu.
Yeri geldiginde arz etmistim ki, ilk Anayasa'miza kaynaklik eden 13 Eylül 1920 tarihli bir programi Meclis'e sunmustum. Bu programin Meclis'te 18 Eylül'de okunan kismindan baska, buna da csas olmak üzere, Büyük Millet Meclisi'nin temel niteligini ve yönetim usulü ile ilgili görüsleri tespit eden ve Meclis'in açilisindan sonra okunup kabul edilen önergemi de bu kisimla birlikte &127;halkçilik programin adi altinda bastir mis ve yayinlatmistim. Arz ettigim gruplar, benlm bu programimdan iIham alarak, birtakim ünvanlar takinmaya ve programlar tespit etmeye basladilar. Bir fikir vermis olmak içiri bu gruplardan bellibaslilarinin adlarini sayayim :
a) Tesanüt Grubu
b) Istiklâl Grubu
c) Müdafaa-i Hukuk Zümresi
d) Halk Zümresi
e) Islahat Grubu
Bu gruplardan baska, isimsiz olarak özel maksatli bazi küçük gruplarin da faaliyet halinde olduklari anlasiliyordu.
Efendiler, bu isimlerini saydigim gruplardan her biri, Meclis görüsmelerinde disiplini saglamak ve oylari birlestirmek maksadiyla kurulmus olduklari halde, varliklari aksine gösteriyordu.
Gerçekten de, sayilari çok, üyeleri sinirli olan bu gruplar biribirleriyle yarismaya kalkismislar ve biribirlerini dinlememek yüzünden Meclis'te neredeys&127;e bir kargasa dogurmaya baslamislardi. Hele Teskilât-i Esasiye Kanunu Meclis'ten çiktiktan sonra, yani Ocak 1921 sonlarinda Meclis üyelerinin ve ortaya çikan gruplarin, genellikle her konuda toplantiya katilmalarini ve birlikte çalismalarini saglamanin, bir kat daha güçlesmeye basladigi görülüyordu. Çünkü, Misak-i Millî'nin tespit ettigi ilkelerde, kayitsiz sartsiz düsünce ve gaye birligi yer aldigi halde, Tes- kilât-i Esasiye Kanunu'nun ortaya koydugu görüslerde tam bir birlik saglanmis görünmüyordu. Mevcut gruplari birlestirmek veyahut mevcut gruplardan birini destekleyerek is görmek için, dolayli olarak çok çalistim. Ancak, bu yolla elde edilen sonuçlarin uzun ömürlü olamadiklari görüldü. Ise dogrudan dogruya benim el atmam zarurî olmaya basladi. Nihayet, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu adiyla bir grup kurulmasina karar verdim. Bu grup için yaptigim programin basina bir ana madde koydum. Bu maddenin özü iki noktadan ibaretti. Birinci nokta suydu : Grup, Misak-i Millî ilkeleri çerçevesinde memleketin bütünlügünü ve milletin istiklâlini saglayacak baris ve güvenligin elde edilmesi için, milletin bütün maddî ve manevî kuvvetlerini gereken hedeflere yönelterek kullanacak, memleketin resmî ve özel bütün kurulus ve tesislerinin bu ana gayeye hizmet etmelerine çalisacaktir.
ANADOLU VE RUMELI MÜDAFAA-I HUKUK GRUBU'NUN KURULMASI
Ikinci nokta : Grup, devlet ve milletin teskilâtini , Teskilat-i Esasi e Kanununun koydugu ilkeler çerçevesinde, sirasiyla simdiden tespite ve hazirlamaya çalisacaktir. Efendiler, bütün gruplari ve Meclis üyelerinin çogunu davet ederek,bu iki esas üzerinde birlesmelerini sagladim. Isaret ettigim bu ana maddeve bundan sonra Grup'un içtüzügü ile ilgili olan maddeler,10 Mayis 1921günü yapilan toplantida kabul edildi. Grup Genel Kurulu'nca seçildigimiçin, grubun baskanligini da üzerime almistim. Efendiler , memleket içinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i HukukCemiyeti var oldugu gibi, onun, ayni ad altinda Meclis'te de bir siyasîgrubu kurulmus oldu. Istanbul'daki Meclis-i Meb'usan'in yapmaktan çekindigi is, ancak onlarin dagilmasindan 14 ay sonra Ankara'da yapilmisoldu. Bu grup, Birinci Büyük Millet Meclisi'nin devam ettigi sürece,hükûmetin görev yapmasina yardimci olabilmistir. Fakat, grup tüzügündeki ana maddenin ifade ettigi ilcinci noktayi manidar bulanlar oIdu. Bugibiler duygularini açiklamamakla birlikte, bu noktada toplanan anlamve gayenin gerçeklesmemesi için derhal faaliyete geçmekte gecikmediler.Olamsuz faaliyet diye vasiflandirabilecegimiz bu türlü tesebbüsler, ikisekilde ortaya çikmaktaydi. Birincisi, Grup'un içinde düsünceleri karistirma ve görüsülecekkonularda aleyhte bir durum yaratma seklinde oluyordu.
HOVA RAIF EFENDI "MUHAFAZA-I MUKADDESAT CEMIYETI1 KURUYOR
Ikincisi, memleket içinde ve yine teskilâtimiz içindeydi. Bu noktayi açiklayan en belirgin örnek, Erzurum milletvekili Hoca Raif Efendi'nin ve bazi arkadaslarinin, grubun kurulmasindan önceve Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun çikmasindan hemen sonra giristikleritesebbüstür. Arzu ederseniz bu konuda biraz bilgi vereyim:
Hoca Raif Efendi ve arkadaslari, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i HukukCemiyeti Erzurum Merkez Hey'eti'nin adini degistirdiler.Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti dediler. Mevcut cemiyet ilkelerininbasina da, Hilâfet ve Saltanat makaminin ve devlet seklinin oldugu gibibirakilmasini saglayici birtakim eklemeler yapmislar ve bu tesebbüslerini öteki illere, özellikle dogu illerine de birtakim bildiriler göndererekyaymaya kalkismislardi. Ben bu durumu ögrenir ögrenmez, Dogu Cephesi Komutani Kâzim Karabekir Pasa'nin dikkatini çektim.Hoca Raif Efendi'yi ve arkadaslarini uyararak bu türlü tesebbüslerden vazgeçirmesini rica ettim.
Sarikamis'ta bulunan Kâzim Karabekir Pasa ile Erzurum'da bulunan Hoca Raif Efendi arasinda bazi yazismalar olduktan sonra Raif Hoca, bizzat Pasa'nin karargâhina gitmis, oradaMuhafaza-i Mukaddesat adinin kullanilmasindaki sebepleri açiklarkendemis ki : "Maksat halifelik ve padisahlik haklarini korumak, memleketin ve Islâm dünyasinin bugünkü ve gelecekteki hayati için büyük uyusmazlik ve sakincalar doguracak olan Cumhuriyet idaresinden kesinliklesakinmaktir." Hoca, Büyük Millet Meclisi'nde kurulan Müdafaa-iHukuk Grubu'nun hilâfet ve saltanat idaresini cumhuriyete dönüstürmemaksadi güttügü hissedilmektedir görüsünde bulunduktan sonra, bugibi tesebbüsleri tanimakta mazur olduklarini bildirmis.
KAZIM KARABEKIR PASA, DEVLET SEKLINDE TARIHI DEGISIKLIKLER YAPILACAGI ZAMAN ASKERI VE SIVIL DEVLET
ADAMLARININ GEREGI GIBI GÖRÜSLERI ALINMALIDIR DIYOR
Kâzim Karabekir Pasa'nin bu bilgileri veren 11 Temmuz 1921 tarihli sifreli telgrafinda,kendisi de ileri sürdügü görüsler arasinda diger hükumet sekli ile ilgili esaslari, Büyük Millet Meclisi'nce kabul edilen Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun tespit etmisoldugu görülüyor. Halbuki bendeniz, bu kanun hükümlerinin olsa olsa birparti programi halinde kalmasini, uygulamada ortaya çikacagini tahmin ettigim güçlüklere karsidaha yararli buluyorum. Bu görüsümü, bölgenin çok yakindan taniyabildigim duygu ve düsüncelerine göre kisaca açiklamak isterim. Meclis'teTeskilât-i Esasiye Kanunu'nu desteklemek üzere kurulan gruba girmisolanlarin çogu, yeni bir rejim degisikliginde memleket mukadderatindasöz sahibi olmak hevesinde görünenlerdir. Halk arasinda, ancak küçükbir grup yeni nitelikte teskilât fikirlerini benimser. MilletvekillerininTeskilât-i Esasiye Kanunu'na taraftarliklari ancak sahsî görüslerinden gelebilir. Devlet seklinin bu büyük ve tarihî degisiklik tesebbüslerinde,memleketin geleceginden hep birlikte sorumlu olan askerî ve sivil devlet adamlariyla, Müdafaa-i Hukuk merkezlerinden geregi gibi görüs alinmasi ve durumun olaganüstü bir Meclis'te incelendikten sonra kararabaglanmasi gerekir, düsüncesindeyim.
Efendiler, kesin zaferden sonra Ikinci Büyük Millet Meclisi, Cumhuriyet'i ilân ettigi zaman bile, Kâzim Karabekir Pasa, Istanbulgazetelerine verdigi demeçte, öteden beri süregelen duygularini ve sikâyetlerini "Cumhuriyet ilânini bize sormadilar" seklinde özetlemekteydi.
Kâzim Karabekir Pasa, bu görüsleriyle, Türkiye BüyükMillet Meclisi'nin millet tarafindan olaganüstü yetkiler verilerek gönderilmis üyelerden kurulu olaganüstü bir meclis oldugunu unutmus gibigörünüyor. Böyle bir meclisin koydugu kanuna hem de Teskilât-iEsasiye Kanunu'na karsi bulundugunu îmâ ediyor. Daha garibi devletteskilâtinin degismesinde etkili olacak kararlar alabilmek için, askerîve sivil devlet adamlarinin ve Müdafaa-i Hukuk merkezlerinin görüslerinin alinmasi gerektigi inancinda bulundugunu söylüyor.
Kâzim Karabekir Pasa, benim Müdafa-i Hukuk grubuyla olan ilgime de karsi çikarak : "Bendeniz zâtidevletlerinin bu gibi siyasî partilere girmemesini özellikle uygun bulmaktayim" dedikten sonra, benim tarafsiz olarak kalmami tavsiye ediyor.
Kâzim Karabekir Pasa'nin bu telgrafina, 20 Temmuz1921'de cevap verdim. Biraz uzunca olan bu cevabin bazi hususlari aydinlatmaya yarayacak olan noktalarini belirtmekle yetinecegim. Cevabimda demistim ki : "Müdafaa-i Hukuk Grubu, memleketin istiklâlinitam olarak saglamak gibi kisa ve kesin bir maksatla kurulmustur. Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun uygulanma durumu da gayesi içindedir. Teskilât-i Esasiye Kanunu, bütün idare sistemini ve Türkiyc Hükûmeti'ninhukukî durumunu gösteren ayrintili ve tam bir kanun olmayip, memleketin mülkî ve idarî teskilâtinda zamanin sartlarinin gerektirdigi halkçilik ilkesini ifade eden bir kanundan ibarettir. Bu kanunda cumhuriyeti ifade eden bir sey yoktur. Raif Efendi' nin, saltanat seklinin cumhuriyetçilige dönüstürülmek istendigi yolundaki düsüncesi, kuruntudur."
"Meclis'teki Grup merkezinde kendilerine önemli isler verilen kimseler arasinda, kisilikleri ve geçmisteki davranislariyla, elestirilebileceklerin bulundugu yolundaki iddia ise, daha açik bir ifade ile, dogrulanmaya muhtaç bir durumdadir. Her isi, bütün idarî kabiliyetleri ve sahsîfaziletleri ile mükemmel yetismis adamlara vermek, pek degerli ve tatlibir dilek olmakla birlikte, kendi toplumumuz için degil, dünyanin enileri gitmis milletleri için bile, her çevre, her bölge ve her meslek sahibitarafindan saygiya deger görülecek bu kadar çok adam bulmak imkânsizdir. Hayalî ve gerçek disi düsünce ve iddialarla, memleketin kendisinedayanabilecegi tek kuvveti ve teskilâti yipratacak engellemelere basvurmak, eger cahilce bir çilginlik degilse, herhalde bir hainlik olarak kabuledilmelidir. Zâtidevletlerince de bilinir ki, ilerleme yolunda girisilecekher önemli tesebbüsün, kendine göre önemli sakincalari vardir. Bu sakincalarin en alt düzeye indirilebilmesi için alinacak tedbir ve yapilacakgirisimlerde kusur etmemek gerekir."
Bundan sonra Efendiler, Teskilât-i Esasiye Kanunu yapilirken, sivil ve askerî devlet adamlariyla Müdafaa-i Hukuk merkezlerinin düsüncelerini almak konusundaki görüsümü de söyle açikladim : "Zâtidevletlerince de bilindigi üzere, bir hükumet seklinde yasiyoruz ve onun bütün sartlarina uymak zorundayiz. Kanunun, Meclis komisyonlarindansonra, Genel Kurul'daki tartismalariyla ortaya çikacak sekli üzerinde,uzaktan alinacak düsüncelerle etki yapilamayacagi elbette kabul buyurulur."
Kâzim Karabekir Pasa, Teskilât-i Esasiye Kanunu'nunyapilmasinda niçin acele edildiginin, bunun uygulanmasindan dogacakgüçlüklerin, nasil giderileceginin, hilâfet ve saltanat konusundaki görüsümüzün ne oldugunun açiklanmasini da istemisti. Bu noktalarla ilgilicevaplarimda demistim ki : "Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun yapilmasinda acelecilik sayilan tutumun sebebi, bütün dünyada ve memleketimizde belirmis olan halkçilik akimini, saglam bir sekilde tespit ederek, bukonuda baska türlü katismalara yer vermemek; ayni zainanda yüzyillardan beri yetersiz kimseler elinde boyuna kötüye kullanilan millethaklarini korumak için, bu haklarin asil sahibi olan millete de söz hakki tanimak ve bu yüksek düsüncenin gelismesi için bugünkü olaganüstüsartlardan yararlanmaktir.
Kanunun ne dereceye kadar uygulanabilecegini ölçmek için debu isle ugrasmaya firsat bulacaklarin azim ve irade yetenegini hesabakatmak gerekir.
Ortada hilâfet ve saltanat meselesi diye baslibasina bir mesele yoktur. Söz konusu olan Padisah'in haklaridir. Onun belirlenmesi ile sinirlandirilmasi için son birkaç yüzyilin tecrübelerî ve devlet kavramindakimillet haklarinin gerçek anIami gözönünde bulundurulmalidir. Bu konuda simdilik tespit edilmis kesin bir kuralimiz yoktur."
Kâzim Karabekir Pasa'nin, grup baskani olmayip tarafsiz kalmakligim konusundaki teklifine verdigim cevapta da, su düsünceleri ileri sürmüstüm : "Istanbul'daki Meclis-i Meb'usan gibi birmeclisin baslcani degilim. Böyle bile olsa bir partiye bagli olmak tabiîdir. Halbuki, Büyük Millet Meclisi'nin yürütme yetkisi de bulundugundan, bir bakima, hükûmet niteligindeki bir meclisin baskani bulunmaktayim. Yürütme yetkisi de bulunan bir baskan için, çogunluk partisinden olmak pek gereklidir. Buna göre, genis bir programla ortaya atilmis siyasi bir partinin baskani da olabilirim. Bütün kimligiinle karismis bulundugum Cemiyet'ten ayrilmakligim mümkün olmadigi gibi, o cemiyetten dogmus olan grup içinde bulunmakligirn da zarurîdir.Aslinda grup, hemen hemen Meclis Genel Kurulu'na lakin büyük birçogunlugu içine almaktadir. Disarida kalanlar, Erzurum milletvekillerinden Celâlettin Arif Bey ve Hüseyin Avni Efendi ile birkaç benzeri davranislarinda serbest kalmak isteyen birkaç kisiden ibarettir..."
-
IZZET VE SALIH PASA'LARIN ISTANBUL2DA SIYASI GÖREV ALMAYACAKLARINA SÖZ VERMELERI ÜZERINE,
ISTANBUL'A DÖNMELERINE IZIN VERILDI
Efendiler, Ankara'da bulunan Izzet ve SalihPasa'lar bir türlü Ankara'ya isinamadilar. Istanbul da ailelerinin yanina gitmelerine izin vermemiz için dogrudan dogruya veya dolayli yoldan boyuna rica ediyorlar ve Istanbul'a dönüslerinde, siyasî hiçbir görev almayacaklarina söz veriyorlardi. 1921 yilinin Mart ayi baslarinda, Ismet Pasa'nin bazi isler için Ankara'va gelmis bulundugu bir sirada, Pasa'lar ricalarini yenilediler. Bir gün, Ismet Pasa'nin da katildigi Bakanlar Kurulu, toplanti halindeyken, Ahmet Izzet Pasa daireye gelerek haber göndermis ve Ismet Pasa kendisiyle görüsmüstür. Izzet Pasa, bizim teklifimiz üzerine, Istanbul'da görev almayacagina, uzun uzadiya açiklamalarla söz ederek Istanbul'da ailesinin yanina gönderilmesiiçin izin rica etmis; Salih Pasa'nin da ayni sekilde söz vererek serbest birakilmasi ricasinda bulundugunu eklemis.
Ismet Pasa. bu açiklamayi ve bu ricayi Bakanlar Kurulu'nagetirdi. Zaten varliklarinin millî islerimizde yararli olmadigi, aksine Ankara'da bir yük bir agirlik olarak bulundulslari, üstelik bazi olumsuzakimlara da sebep olduklari anlasilmis bulundugundan, Bakanlar Kurulu, bu pasalarin Istanbul'a dönmelerinde bir sakinca görmedi. Fakat,ben, Ahmet Izzet Pasa ve arkadasinin verdikleri sözde ciddiyetve samimiyet olmadigini, Istanbul'a döndükten sonra, mutlaka IstanbulHükûmeti'nde görev ularak bizi tedirgir. etmekte devam edecekleri kanaatinde oldugumu söyledim. Namuslari üzerine söz veriyorlar dendi.Bu sözlerini yazili ve imzali olarak verirlerse müsaade edilebileceginisöyledim. Ismet Pasa, ba teklifimi yanimizdaki odada bekleyenIzzet Pasa'ya bildirdi. Izzet Pasa, derhal bir kâgit kalem alarak kabineden çekileceklerini, bir taahütnâme olarak yazmis ve imzalamis; eger yanilmiyorsam Salih Pasa'ya da imzalatmistin.
Ben, bu kisa taahhütnâmeyi yeterli görmedim. Pasa'nin sözlüanlattigi anlam ve genislikte degildi. Hemen, bunun bir aldatmaca olduguna arkadaslarin dikkatini çekerek, "Ismet Pasa'ya agizdan anlattiklarini yazarak imza etsin" dedim. Izzet Pasa'nin agizdan bukadar açiklama yapip söz verdikten sonra, baska maksatla bir taahhütyazmis olacagi tahmin edilmedi ve bu kisa taahhüdün yeterli görülmesiistendi. Iste Izzet ve Salih Pasa'lar böyle aldatmaca bir belge ileIstanbul'a gitmenin yolunu bulmuslardir.
IZZET VE SALIH PASA'LARIN ISTANBUL'DA SIYASI GÖREV ALMAYACAKLARINA SÖZ VERMELERI ÜZERINE ISTANBUL'A DÖNMELERINE IZIN VERILDI.
Efendiler, Ankara'da bulunan Izzet ve Salih Pasa 'lar bir türlü Ankara' ya isinamadilar. Istanbul' da ailelerinin yanina gitmelerine izin vermemiz için dogrudan dogruya veya dolayli yoldan boyuna rica ediyorlar ve Istanbul'a dönüslerinde, siyasî hiç bir görev almayacaklarina söz veriyorlardi. 1921 yilinin Mart ayi baslarinda, Ismet Pasa 'nin bazi isler için Ankara'ya gelmis bulundugu bir sirada, Pasa' lar ricalarini yenilediler. Bir gün, Ismet Pasa 'nin da katildigi Bakanlar Kurulu, toplanti halindeyken, Ahmet Izzet Pasa daireye gelerek haber göndermis ve Ismet Pasa kendisiyle görüsmüstür. Izzet Pasa, bizim teklifimiz üzerine, Istanbul'da görev almayacagina, uzun uzadiya açiklamalarla söz vererek Istanbul'da ailesinin yanina gönderilmesi için izin rica etmis; Salih Pasa 'nin da ayni sekilde söz vererek serbest birakilmasi ricasinda bulundugunu eklemis.
Ismet Pasa bu açiklamayi ve bu ricayi Bakanlar Kurulu'na getirdi. Zaten varliklarinin millî islerimizde yararli olmadigi aksine Ankara'da bir yük, bir agirlik olarak bulunduklari, üstelik bazi olumsuz akimlara da sebep olduklari anlasilmis bulundugundan, Bakanlar Kurulu, bu pasalarin Istanbul'a dönmelerinde bir sakinca görmedi. Fakat, ben, Ahmet Izzet Pasa ve arkadasinin verdikleri sözde ciddiyey ve samimiyet olmadigini, Istanbul' a döndükten sonra, mutlaka Istanbul Hükûmeti'nde görev alarak bizi tedirgir: etmekte devam edecekleri kanaatinde oldugumu söyledim. "Namuslari üzerine söz veriyorlar" dendi. Bu sözleri yazili ve imzali olarak verirlerse müsaade edilebilecegini söyledim. Izzet Pasa, bu teklifimi yanimizdaki odada bekleyen Izzet Pasa 'ya bildirdi. Izzet Pasa derhal bir kâgit kalem alarak kabineden çekileceklerini, bir taahhütnâme olarak yazmis ve imzalamis; eger yanilmiyorsam Salih Pasa 'ya da imzalatmistir.
Ben, bu kisa taahhütnâmeyi yeterli görmedim. Pasa 'nin sözle anlattigi anlam ve genislikte degildi. Hemen, bunun bir aldatmaca olduguna arkadaslarin dikkatini çekerek, " Izzet Pasa 'ya agizdan anlattiklarini yazarak imza etsin " dedim. Izzet Pasa 'nin agzindan bu kadar açiklama yapip söz verdikten sonra, baska maksatla bir taahhüt yazmis olacagi tahmin edilmedi ve bu kisa taahhüdün yeterli görülmesi istendi. Iste Izzet ve Salih Pasa'lar böyle aldatmaca bir belge ile Istanbul'a gitmenin yolunu bulmuslardir.
AHMET IZZET PASA TÜRK MILLETINE HIZMET ETMEYI VAHDETTIN'IN HIZMETINDE OLMAYA TERCIH EDEMEDI
Efendiler, Ahmet Izzet Pasa, ekmegi ve nîmeti ile yetistigi Türk milletinin içinde kalarak, ona en aci ve kara günlerinde hizmet etmeyi, Vahdettin'in hizmetinde olmaya tercih edememisti. Dürrîzâde Esseyit Abdullah'in fetvasina bagli kalip,sultanin emri disina çikmakla suçlanmaktan ve seriatin hismina ugramaktan çekindi. Ahmet Izzet Pasa'nin daha baska marifetleri de olmustur. Onlari da bildireyim :
Savas bütün hiziyla devam ederken ve milletin maddî ve manevîkuwetlerini düsman karsisina toplamaya çalistigimiz günlerde, Türkmilletinin büyük kuvvetleri ellerine verilmis olan kimselere de, yazdigiözel mektuplarla ümitsizlik ve bezginlik verecek karamsarliklarini asilamakta devam ediyordu. Benim, "Düsman ordusunu mutlaka yenecegiz,vatani mutlaka kurtaracagiz" sözlerimle alay ederek, Ikinci Inönü'ndensonra yeniden doguya Sakarya'ya dogru yürümekte olan Yunan ordusunun hareketini bir gözdagi gibi kullanarak akil ve anlayis dersi vermekten geri kalmiyordu.
Efendiler, ne gariptir ki, kendisini dev aynasinda gören bu kafanin,tuttugum yolun felâket doguracagini bi1diren bir mektubu, Sakarya'dadüsmana karsi taarruz ederek onu geri çekilmeye mecbur ettigimiz gün,görev icabi bana gösterilmisti. Bu mektup bizi saskinlik içinde birakmisti.
Ahmet Izzet Pasa, Yunan ordusunun Sakarya'dan en sonunda Izmir Körfezi'nden çekildigini gördükten ve Lozan Baris Antiasmasimetnini okuduktan sonra, acaba bana yazdigi 6 Temmuz 192I tarihli telgrafindaki su cümleyi : "Iddia buyurdugunuz gibi gaflet için,de bulunduguniu itiraf söyledursun, simdiki gibi siyasî olaylari kili kirk yararcasina degerlendirmisoldugumu görmekle kendime, düsünce ve görüslerime güvenim artmistir."cümlesini yeniden mirildanmis midir?
Ben, buna da ihtimal veririm!
Efendiler, Izzet ve Salih Pasa'lar aylarca Ankara'da oturdular.Millî ilkelerimizi kabul etmek sartiyla, kendilerine millî hizmet ve görevvermeye hazirdik. Yanasmadiar. Bir defa olsun Millet Meclisi'nin kapisindan içeri ayak atmadilar. Fakat herhalde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin çikardigi kanunlardan haberdar idiler. Bu kanunlarin hükümlerini,MiIIet Meclisi'nin ve Hükûmeti'nin Istanbul'a karsi belirmis olan tutumunu pekâlâ biliyorlardi. Bu kanunlara ve bilinen duruma ragmen, Istanbul'da yeniden isbasina geçip millî varligin ve Millî Mücadele'nin degerini ve etkisini yok etmeye, düsmanlarin elinde oyuncak olan Vahdettin'in hâkimiyetini saglamaya bütün varliklariyla çalismalarina verilecek gerçek anlamin ne oldugunu ben söylemeyecegim! Onu Türk milletine ve Türk milletinin bugünkü ve yarinki kusaklarina birakin.
AZIZ MILLETIME TAVSIYEM
Efendiler, sirasi gelmisken, aziz milletime sunutavsiye ederim ki, bagrinda yetistirerek basinin üstünekadar çikaracagi adamlarin kanindaki, vicdanindaki öz cevheri çok iyitahlil etmek dikkatinden bir an geri kalmasin!
SAKARYA MEYDAN MUHAREBESI
Saygideger Efendiler, olaylari Sakaiya Meydan Muharebesi'ne getirmek istiyorum. Fakat, bunun içinmüsaade buyurursaniz, ufak bir giris yapacagim. Ikinci Inönü Muharebesi'nden sonra, üç ay kadar bir zaman geçti. Ondan sonra 10 Tenzmuz 1921tarihinde, Yunan ordusu yeniden cephemize genel taarruza. giristi. Butarihten önceki günlerde taraflarin durumu söyleydi :
Bîzim ordumuz, baslica Eskisehir ve Eskisehir'in kuzeybatisindakiInönü mevzileri ile Kütahya - Altintas dolaylarinda yiginak yapmisti. Afyonkarahisar dolaylarinda iki tümenimiz vardi. Geyve ve Menderes dolaylarinda da birer tümenimiz bulunuyordu.
Yunan ordusu da, Bursa'da bir, Usak dogusunda iki kolordusunutoplu olarak bulunduruyordu. Menderes'te de bir tümeni vardi.
Yunanlilann bu taarruzu ile baslayan ve Kütahya - Eskisehir Muharebeleri adiyla anilan bir sira muharebeler vardir. Bunlar on bes günsürmüstür. Ordumuz 25 Temmuz 1921 aksami büyük kismiyla Sakarya'nin dogusuna çekilmisti. Ordumuzun çekilmesini zarurî kilan sebeplerinbaslicasina isaret edeyim :
Ikinci Inönü Muharebesi'nden sonra genel seferberlik yapmis olanYunan ordusu, insan, tüfek, makineli tüfek ve top sayisi bakimindan ordumuzdan önemli derecede üstündü. Temmuzda, Yunan ordusu taarruzageçtigi zaman millî hükûmetin durumu ve Millî Mücadele'nin gelismesi,bizim genel seferberlik ilân ederek, milletin bütün kaynak ve imkânlarini,baska bir sey düsünmeden düsman karsisinda toplamaya daha elverislive yeterli görülmemisti. Iki ordu arasindaki kuvvet, vasita ve sartlar bakimindan kendini gösteren nispetsizligin elle tutulur baslica sebebi budur.Bunun sonucu olarak, biz, daha tümenlerimizin tasit araçlarini bile tamamlayamadigimizdan, bunlarin hareket güçleri yoktu. Yunan milletinin bütün kuwetiyle yaptigi bu taarruz karsisinda, bizim askerlik bakimindan asil görevimiz, Millî Mücadele'nin basindan beri yürütegeldigimizgörev idi ki, o da, her Yunan taarruzu karsisinda kaldikça, bu taarruzudirenerek ve uygun hareketler yaparak durdurup etkisiz birakmak ve yeniorduyu kurmak için zaman kazanmak seklinde özetlenebilir. Son düsmantaarruzu karsisinda da, bu aslî görevi gözden uzak tutmamak sartti. Budüsünceyle, 18 Temmuz 1921 tarihinde, Ismet Pasa'nin Eskisehir'ingünebatisinda, Karacahisar'da bulunan karargâhina giderek, durumuyakindan inceledikten sonra, Ismet Pasa'ya genel olarak su direktifivermistim :"Orduyu, Eskisehir'in kuzey ve güneyinde topladiktan sonra,düsman ordusuyla aramizda büyük bir açiklik birakmak gerekir ki, orduyu derleyip toparlamak ve güçlendirmek mümkün olabilsin. Bunun içinSakarya'nin dogusuna kadar çekilmek yerindedir. Düsman hiç durmadantakip ederse, hareket üssünden uzaklasacak ve yeniden menzil hatlari kurmaya mecbur olacak; herhalde bekleinedigi birçok güçlüklerle karsilasacak; buna karsilik bizim ordumuz toplu bulunacak ve daha elverisli sartlara sahip olacaktir. Bu sekildeki çekilisimizin en büyük sakincasi, Eskisehir gibi önemli yerlerimizi ve birçok topraklarimizi düsmana birakmaktan dolayi kamuoyunda dogabilecek manevî sarsintidir. Fakat kisazamanda elde edebilecegimiz basarili sonuçlarla, bu sakincalar kendiliginden ortadan kalkacaktir. Askerligin geregini kararsizliga düsmedenuygulayalim. Baska türden sakincalara karsi koyabiliriz. "
ORDUNUN BASINA GEÇMEMI ISTEYENLER
Efendiler, gerçekten de tahmin ettigim manevi sakincalar hemen kendini gösterdi. Ilk duyarlik Meclis'te belirdi. Özellikle muhalifler, kötüm'ser nutuklarla feryada basladilar :ss En sonunda, Mersin Milletvekili Salâhattin Bey, kürsüden benim adimi söyleyerek : "Ordunun basina geçsin!" dedi. Bu teklifekatilanlar çogaLdi. Buna karsi olanlar da vardi.
Efendiler, bu görüs ayriliklarinin sebepleri üzerinde biraz açiklamada bulunmak uygun olur. Bir defa, benim dogrudan dogruya ordununbasina geçmem teklifinde bulunanlarin düsünce ve maksatlarini ikiyeayirmak mümkündür. Benim ve benimle birlikte birçoklarinin o zamananladigimiza göre, birtakim kimseler, artik ordunun büsbütün yenildigine,durumun iadesine imkân kalmadigina, bundan dolayi da dâvânin, güttügümüz millî dâvânin kaybedildigi yargisina varmislardi. Bu sebeplerleduyduklari öfke ve hincin acisini benden almak istiyorlardi. Istiyorlardiki, kendi zanlarina göre bozguna ugramis ve bozgunu devam edecek olanordunun basinda benim de sahsiyetim bozguna ugrasin! Diger birtakimkimseler, diyebilirim ki çogunluk, bana karsi duyduklari güven dolayisiyla, samimî olarak ordunun basina geçmemi arzu ediyorlardi.
Simdilik komutanligi fiilî olarak üzerime almami sakincali görenlerin de düsüncesi suydu :
Ordunun bundan sonraki herhangi bir savasta basari kazanamayipyeniden geri çekilmesi, uzak bir ihtimal degildir. Bu durumlarda ben,fiilen ordunun basinda bulunursam, genel kanaate göre son ümidin deyitirilmis oldugu gibi bir inanç dogabilir. Oysa, genel durum, daha sontedbir, son çare ve son kuvvetlerin feda edilmesini gerektirecek bir nitelikte degildir. Bundan dolayi, kamuoyunda son ümidin korunabilmesiiçin benim askerî harekâti sahsen yürütme zamanim gelmemistir.
BASKOMUTANLIGI KABUL EDIYORUM
Ben, görüsmeler ve tartismalarla ortaya çikan bu görüsleri, gerektigi kadar gözönünde tutuyor ve inceliyordum. Son görüsü savunanlar, mantiga dayanan kuvvetli sebepler ileri sürüyorlardi. Samimiyetsiz isteklerde bulunanlarin yaygaralari, baskomutanligi üzerime almami içtenlikle teklif edenlerde, derin ve kaygi verici etkiler yapmaya basladi. Benim fiilen baskomutanligi üzerime almam, bütün Meclis'te son çare ve son tedbir olarak görüldü.
Meclis'in bu görüsü çabucak Meclis disinda da yayildi. Benim ses çikarmayisim ve komutayi fiilen üzerime almaya yanasmayisim, adeta felâketin kesin ve yakin olacagi düsünce ve inancini yaygin bir duruma getirdi. Bunu anlar anlamaz derhal kürsüye çiktim.
Efendiler, bu anlattigim durum, 4 Agustos 1921 günü bir gizli oturumda geçiyordu. Üyelerin bana karsi gösterdikleri yakinlik ve güvene tesekkür ettikten sonra, Baskanlik makamina söyle bir önerge verdim :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Yüce Baskanligina
Meclisin pek sayin üyelerinin genel olarak beliren istek ve talepleri üzerine, Baskomutanligi kabul ediyorum. Bu görevi sahsen üzerime almaktan dogacak yararlari azamÎ çabuklukla elde edebilmek, ordunun maddî ve manevî gücünü en kisa zamanda artirip en yüksek seviyeye çikarmak, sevk ve idaresini bir kat daha kuvvetlendirmek için, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin sahip oldugu yetkileri, fiilen kullanmak sartiyla üzerime aliyorum. Ömrüm boyunca, millî hâkimiyetin en sadik bir kulu oldugumu millete bir defa daha gösterebilmek için, bu yetkinin üç ay gibi kisa bir süreyle sinirlandirilmasini ayrica rica ederim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Baskani Mustafa Kemal
BASKOMUTANLIGIMA YAPILAN ITIRAZLAR
Efendiler, bu önergem, dogruluktan yanaymis gibi görünerek tekliflerde bulunanlarin gizli düsüncelerini açiga vurnialarina yol açti. Derhal itirazlar basladi. dediler. 0, Büyük Millet Meclisi'ninmanevî sahsiyeti içindedir. Baskomutan Vekili denilmelidir.
Ikinci olarak, "Meclis'in yetkilerini kullanmak gibi bir imtiyazin verilmesi asla söz konusu olamaz" düsüncesini ileri sürdüler. Ben, padisah ve halifeler tarafindan verilegelmis eski bir ünvani takinamayacagimi; yerine getirecegim görev, fiilen baskomutanlik olduguna göre, bu ünvani oldugu gibi vermekten kaçinmanin yersizligini ilerisürerek görüsümde direndim. Durum, Meclis'in degerlendirdigi ve belirttigi gibi olaganüstü olduguna göre, benim de alacagim kararlarin ve yapacagim islerin olaganüstü olmasi gerekecegine süphe yoktu. Düsünceve kararlarimi çabuk ve sert bir sekilde yürütmek ve uygulamak zarureti vardi. Hükûmetten ve Meclis'ten izin istemekle dogacak gecikmeleredurum elverisli olmayabilirdi. Bütün memleketi ve memleketin bütünkaynaklarimi ilgilendiren emir ve tebliglerim için, her isin ilgili bakanindan veya Bakanlar Kurulu'ndan olur ve izin almak, benim yapacagimBaskomutanliktan beklenen yararlari saglayamazdi. Onun için kayitsiz vesartsiz emir verebilmeliydim. Bunun için de Büyük Millet Meclisi'ninyetkisi benim kisiligimde belirmeliydi. Bunu, basari için zarurî görüyordum. Onun için bu noktada israr ettim.
Salâhattin Bey, Hulûsi Bey gibibirtakimmilletvekilleri, Meclis'in, kendi yetkisini bir baskasina vermekle isleyemez duruma geleceginden, milletten aldigi vekâleti baskasina devretme hakki bulunmadigini ve aslinda orduya komuta edecek bir kimseye Meclis'e aityetkilerin verilmesinin söz konusu olamayacagini, buna gerek de olmadigini belirttiler. Meclis'in yetkisini kullanabilecek bir kimseye, milletvekillerinin sahsen güvenemeyecekleri ihtimalinden söz edenler de oldu.
Ben bu düsüncelerin iiiçbirine karsi çikmadim. Hepsini dogru buldugumu belirttim. Meclis'in bu noktayi çok dikkatle ve önemle düsünüpincelemesini söyledim. Yalniz, sahislarindan korkanlarin, telâslarina yerolmadigini söyledim. 4 Agustosta bu konu bir karara baglanamadi. Görüsme, 5 Agustos 1921 günü de devam etti. Bugün bazi milletvekillerindeki karar sizligin iki noktada toplandigi anlasildi. Birincisi : Meclis'invarliginin herhangi bir sekilde is göremez duruma getirilmesi; ikincisi deüyelerden herhangi biri için keyfî ve kanunsuz islem yapilmasi...
Bu süphe ve kararsizliklari giderecek sekilde konustuktan ve açikIamalar yaptiktan sonra, yapilacak kanuna da bu hususlarla ilgili baglayici hükümler konmasinin yerinde oldugunu belirttim ve vermis oldugum önergeyi buna göre bazi maddeler haline getirerek bir tasari seklinde Meclis'e sundum. Iste bu tasari maddeleri üzerinde yapilan görüsmeler sonunda, bana Baskomutanlik ünvaninin verilmesiyle ilgili, 5 Agustos192l tarihli kanun çikti. Bu kanunun ikinci maddesine göre bana verilmisolan yetki suydu : "Baskomutan, ordunun maddî ve manevî gücünü büyük ölçüde artirmak, sevk ve idaresini bir kat daha saglamlastirmak için Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bununla ilgili yetkisini Meclis adina fiilen kullanabilir."
Bu maddeye göre benim verecegim emirler kanun olacakti. Efendiler, bu ünvanin verilisinden dolayi, "Meclis'in bana karsi gösterdigi güvene layik oldugumu az zamanda ispatlamayi basaracagim"dedikten sonra, Meclis'ten bazi ricalarda bulundum : Örnek olarak, MillîSavunma Bakanligi ve Genelkurmay Baskanligi görevlerini yapmakta olan
Fevzi Pasa Hazretleri'nin alniz Genelkurmay in isleri ileugrasabilmesi için, Içisleri Bakanligi görevinde bulunan Refet Pasa'nin Milli Savunma Bakanligi'na getirilmesi ve onun yerine bir baskasinin seçilmesi gibi...
Özellikle, Meclis'in ve Bakanlar Kurulu'nun içeriye ve disariya karsisükûnet içinde ve çok güçlü bir durum ve göri.inüste kalmasinin önemlioldugunu, ufak tefek sebeplerle Bakanlar Kurulu'nu sarsmanin dogru olmadigini arz ettim. Kanun teklifi, o gi.in açik oturumda okundu. Öncelikle görüsüldü ve ad okunarak oylandi. Oy birligiyle kabul edildi.
Bu münasebetle yaptigim kisa bir konusmanin bir iki cümlesini,tekrar etmeme müsaade buyurmanizi rica ederim. O cümleler sunlardi : "Efendiler, zavalli inilletimizi esir etmek isteyen düsmanlari mutlaka yenecegimize olan güven ve inancim bir dakika olsun sarsilmamistir. Su dakikada, bu kesin iiiancimi yüksek hey'etinize karsi, bütün millete karsi bütüin dünyaya karsi ilân ederim."
BASKOMUTANLIGI FIILI OLARAK ÜZERIME ALDIM
Saygideger Efendiler, Baskomutanligi fiilî olarak üzerime aldiktan sonra birkaç gün Ankara'da çalistim.
Genelkurmay Baskariligi'nin ve Millî Savunma Bakanligi'nin bütünkadrosu ile Baskomutanlik karargâhini kurdum. Bu iki makamin ortakçalismalarini Baskomutanlikta uyumlu bir sekilde birlestirmek; bundanbaska orduyu ilgilendiren ve Baskomutanlik yoluyla çözümü gerekenöteki bakanliklara ait isleri yürütebilmek için de yanimda küçük bir bürokurdum.
Ankara'daki çalismalarim, yalniz, ordunun insan ve tasit araçlaribakimindan gücünün artirilmasi, yiyecek ve giyeceginin saglanip düzenekonmasiyla ilgili tedbirler almak ve hazirliklar yapmakla geçti.
Bu sözünü ettigim hususlari gerçeklestirmek için ikigün içinde, 7, 8 Agustos 1921 tarihlerinde, Tekâlif-i Milliye Emri adialtinda yaptigim genel tebliglerden her biri için kisaca bilgi vereyim. Birsavasin kazanilmasinda en küçük seylerin bile dikkate alinmasi gerektigini gösterebilmek için bunlari bilginize sunmayi yararli bulurum :
1 sayili emrimle heT ilçede bir Tekâlif-i Milliye Komisyonu kurdurdum. Bu komisyonlarca toplanan malzemenin, ordunun çesitlibölümlerine dagitimi seklini düzenledim.
2 sayilip emrime göre, vatanin her ailesi birer kat çamasir, birerçift çorap ve çarik hazirlayip Tekâlif-i Milliye Komisyonu'na teslim edecekti.
3 sayili emrimle, tüccarin ve halkin elinde bulunan çamasirlikbez, amerikan, patiska, pamuk, yikanmis ve yikanmamis yün ve tiftik,erkek elbisesi dikmeye yarayan her türlü kislik ve yazlik kumas, kalinbez, kösele, vaketa, taban astarligi sari ve siyah mesin, sahtiyan,dikilmis ve dikilmemis çarik, potin, demir kundura çivisi, tel çivi, kundura ve saraç ipligi, nallik demir ve yapilmis nal, mih, yem torbasi, yular,belleme, kolan, kasagi, gebre, semer ve urgan stoklarindan yüzde kirkina, bedeli sonradan ödenmek üzere el koydum.
4 sayili emrimle, eldeki bugday, saman, un, arpa, fasulye, bulgur,nohut, mercimek, kasaplik hayvan, seker, gaz, pirinç, sabun, yag, tuz, zeytinyagi, çay, mum stoklarindan yine yüzde kirkina, bedeli sonradan ödenmek üzere el koydum.
5 sayili emrimle, ordu ihtiyaci için alinan tasit araçlari disinda,halkin elinde kalan tasit araçlariyla, yüz kilometrelik bir uzakliga kadar,ayda bir defa olmak üzere, parasiz askerî ulasim yapilmasini mecburtuttum.
6 Sayili emrimle, ordunun giyimine ve beslenmesine yarayan bütün sahipsiz mallara el koydum.
7 sayili emrimle, halkin elinde bulunan savasta ise yarar bütünsilâh ve cephânenin üç gün içinde teslimini istedim.
8 sayili emirle, benzin, vakum, gres, makine, don, saatçi ve tabanyaglari, vazelin, otomobil ve kamyon lâstigi, solisyon, buji, soguk tutkal,Fransiz tutkali, telefon makinesi, kablo, pil, çiplak tel, yalitkan maddelerve bunlar türünden malzeme ve asit sülfi,irik stoklarinin yüzde kirkinael koydum.
9 sayili emirle demirci, marangoz, dökümcü, tesviyeci, saraç, ;arabaci esnaflari ve imalâthaneleriyle, bu esnaf ve imalâthanelerin is çikarabilme güçleri ve kasatura, kiliç, mizrak ve eyer yapabilecek ustalarinadlariyla birlikte sayilarini ve durumlarini tespit ettirdim.
10 sayili emirle, halkin elinde bulunan dört tekerlekli yayli araba,dört tekerlekli at ve öküz arabalariyla, kagni arabalarinin bütün takimve hayvanlariyla birIikte binek ve topçeker hayvanlarinin, katir ve yükhayvanlarinin, deve ve esek sayisinin yüzde yirmisine el koydurdum.
Efendiler, emirlerimin ve tebliglerimin yerine getirilmesi için kurdugum Istiklâl Mahkemeleri'ni Kastamonu, Samsun, Konya, Eskisehirbölgelerine gönderdim. Ankara'da da bir mahkeme bulundurdum.
MILLI VERGILER EMRI
Ondan sonra Efendiler, 12 Agustos 1921 günü, Ge nelkurmay Baskani Fevzi Pasa Hazretleriy'lebirlikte Polatli'ya cephe karargâhina gittim.
Düsman ordusunun cephemize yüklenerek sol kanadimizdan kusatacagi yargisina varmistik. Bu görüse dayanarak tam bir cesaretle gerekliitedbirleri aldirdim ve yapilacak hazirliklari yaptirdim. Olaylar görüsümüzü dogruladi. Düsman ordusu, 23 Agustos 1921'de ciddî olarak cephemizodogru ilerlemeye basladi ve taaruza geçti. Birçok kanli, bunalimli safhalarve dalgalar oldu. Düsman ordusunun üstün gruplari, savunma hattimizinbirçok parçalarini kirdilar. Bu ilerleyen düsman birliklerinin karsisinakuvvetlerimizi yetistirdik.
Meydan muharebesi yüz kilometrelik eephe üzerinde oluyordu. Solkanadimiz, Ankara'nin elli kilometre güneyine kadar çekilmisti. Ordumuzun yönü batiya iken güneye döndü. Arkasi Ankara'ya iken kuzeye çevrildi. Cephenin yönü degistirilmis oldu. Bunda hiçbir sakinca görmedik.Savunma hatlarimiz kisim kisim kiriliyordu. Fakat kirilan her kisminyerine en yakin bir yerde hemen yeni bir savunma hatti kuruluyordu. Savunma hattina çok ümit baglamak ve onun kirilmasiyla, ordunun büyüklügii ölçüsünde çok gerilere çekilmek gerektigi teorisini çürütmek içinmemleket savunmasini baska türlü ifade etmeyi ve bu ifademde direnerek siddet göstermeyi yararli ve etkili buldum. Dedim ki :
CEPHE KARARGAHINA HARAEKET
Düsman ordusunun cephemize yüklenerek sol kanadimizdan kusatacagi yargisina varmistik. Bu görüse dayanarak tam bir cesaretle gereklitedbirleri aldirdim yapilacak hazirliklari yaptirdim. Olaylar görüsümüzü dogruladi. Düsman ordusu, 23 Agustos 1921'de ciddî olarak cephemizedogru ilerlemeye basladi ve taaruza geçti. Birçok kanli, bunalimli safhalarve dalgalar oldu. Düsman ordusunun üstün gruplari, savunma hattimizinbirçok parçalarini kirdilar. Bu ilerleyen düsman birliklerinin karsisinakuvvetlerimizi yetistirdik.
Meydan muharebesi yüz kilometrelik cephe üzerinde oluyordu. Solkanadimiz, Ankara'nin elli kilometre güneyine kadar çekilmisti. Ordumuzun yönü batiya iken güneye döndü. Arkasi Ankara'ya iken kuzeye çevrildi. Cephenin yönü degistirilmis oldu. Bunda hiçbir sakinca görmedik.Savunma hatlarimiz kisim kisim kiriliyordu. Fakat kirilan her kisminyerine en yakin bir yerde hemen yeni bir savunma hatti kuruluyordu. Savunma hattina çok ümit baglamak ve onun kirilmasiyla, ordunun büyüklügü ölçüsünde çok gerilere çekilmek gerektigi teorisini çürütmek içinmemleket savunmasini baska türlü ifade etmeyi ve bu ifademde direnerek siddet göstermeyi yararli ve etkili buldum. Dedim ki :
SAVUNMA HATTI YOKTUR, SAVUNMAZ HATTI VARDIR
Savunma hatti yoktur, savunma sathi vardir. O satih bütün vatandir. Vatanin her karis topragi
Vatandasin kaniyla islanmadikça terk olunamaz.Onun için küçük büyük her birlik bulundugu msvziden atilabilir. Fakatküçük büyük her birlik, ilk durabildigi noktada yeniden düsmana cephekurup savasa devam eder. Yanindaki birligin çekilmeye mecbur oldugunu gören birlikler ona tâbi olamaz. Bulundugu mevzide sonuna kadar dayanmaya ve karsi koymaya mecburdur.
Iste ordumuzun her ferdi, bu sistem içinde her adimda en büyükfedakârligini göstererek ve düsmanin üstün kuvvetlerini yipratip yokederek, sonunda onu, taarruzuna deiram güç ve kudretinden yoksun birduruma getirdi.
Muharebe durumunun bu safhasini sezer sezmez hemen özelliklesag kanadimizla Sakarya irmagi dogusunda düsman ordusunun sol kanadina ve daha sonra cephenin önemli yerlerinde karsi taarruza geçtik.Yunan ordusu yenildi ve geri çekilmeye mecbur oldu.13 Eylül 1921 günüSakarya irmaginin dogusunda düsman ordusundan eser kalmadi. Böylece23 Agustos gününden 13 Eylül gününe kadar, bu günler de dahil olmaküzere, yirmi iki gün yirmi iki gece araliksiz devam eden büyük ve kanliSakarya Meydan Muharebesi yeni Türk devletinin tarihine, dünyatarihinde pek az rastlanan büyük bir meydan muharebesi örnegi kaydetti.
Saygideger Efendiler, Baskomutanlik görevini fiilen üzerime aldigim zaman, Meclis'e ve millete mutlaka basaracagimiz yolundaki kesininancimi arz ve ilân etmekle ve bu inancimi, varligimin bütün haysiyetiniortaya atarak gerçeklestirmekle ilk manevî görevimi yapmis oldugumusanirim. Ondan sonra, önemli maddî görevlerim de vardi. Onlardan biri,savas ve muharebe karsisinda millete aldirmaya mecbur oldugum durumidi.
BÜTÜN TÜRK MILLETINI CEPHEDE BULUNA ORDU KADAR, DUYGU,
Bildiginiz gibi savas ve muharebe demek; iki milletin, yalniz iki ordunun degil, iki milletin bütün varliklariyla bütün maddî ve manevî kuvvetleriyle, biri biriyle karsi karsiya gelmesi ve biribiriyle vurusmasi demektir. Bunun içindir ki,bütün Türk milletini cephede bulunan ordu kadar duygu, düsünce ve hareket bakimindan savasla ilgilendirmeliydim. Yalniz düsman karsisindabulunanlar degil köyünde, evinde, tarlasinda bulunan herkes, milletinher ferdi silâhla vurusan savasçi gibi kendini görevli sayarak bütün varligini yalniz mücadeleye verecekti. Bütün maddî ve manevî varligini vatan savunmasina vermekte agir davranan ve titizlik göstermeyen milletler, savas ve muharebeyi gerçekten göze almis ve basarabileceklerineinanmis sayilmazlar.
Gelecekteki harplerin tek basari sarti da en çok bu arz ettigimnoktaya bagli olacaktir. Avrupa'nin askerlik bakimindan ileri durumdaolan büyük milletleri, daha simdiden bu tutumu kanun haline getirmeyebaslamislardir. Biz, Baskomutan oldugumuz zaman, Meclis'ten bir vatanisavunma kanunu istemedik. Fakat, Meclis'ten aldigimiz yetkiye dayanarak bu amaci kanun niteligiideki belirli emirlerle saglamaya çalistik.Millet, bundan sonra, bugüne kadar olan tecri.ibeleri de dikkatle gözdengeçirerek aziz vatana taarruzu imkânsiz kilan sebep ve sartlan daha açikve daha kesin olarak tespit eder.
BÜYÜK MILLET MECLISI'NCE BANA "MARESAL" RÜTBESIYLE "GAZI" ÜNVANININ VERILMESI
Efendiler, diger bir görevim de, ordu içinde, muharebe saflari arasinda bizzat muharebeye katilmak ve savasi bizzat yönetmekti. Bunu da gücümün yettigi ölçüde, hattâ bir kaza sonucu sol kaburga kemiklerimden birinin kirilmis olmasina ragmen, bütün varligimla en iyi sekilde yapmaya çalistigimi sanirim. Sakarya Muharebesi'nin sonuna kadar askerî bir rütbem yoktu. Ondan sonra, Büyük Millet Meclisi'nce bana Maresal rütbesiyle Gazi ünvani verildi.Osmanli Devleti'nin rütbesinin, yine o devlet tarafindan geri alinmis oldugunu biliyorsunuz.
FRANSIZ HÜKÜMETI ILE YAPILAN GÖRÜSMELER VE ANKARA ANTLASMASI
Efendiler, Sakarya Zaferinden sonra, Bati ile yaptigimiz olumlu ve verimli temas ve görüsmeler Ankara antlasmasi ile sonuçlanmistir. Bu anlasma Ankara'da, 20 Ekim 1921'de imza edilmistir. Bu konuda özet halinde bir bilgi vermek için, kisa bir açiklamada bulunayim :
Bekir Sami Bey'in baskanligindaki delegeler hey'etinin gittigi Londra Konferansi'ndan sonra, bildiginiz üzere, Ikinci Inönü Zaferiyle sonuçlanan Yunan taarruzu geri püskürtülmüstü. Bir zaman için, askerî durum sakinlesti. Rusya ile, Moskova Anlasmasi imzalanmis ve dogudaki durumumuz açiklik kazanmisti. Itilâf Devletleri'nden de millî ilkelerimize saygili olabileceklerle anlasmanin yararli olacagi düsünülmekteydi. Adana, Antep ve dolaylarini yabanci isgalinden kurtarmak, bizce önemli görülmekteydi.
Çesitli sebeplerle, Suriye'den baska, bu adi geçen illeri isgalleri altinda bulunduran Fransizlarin da, bizimle anlasma egiliminde olduklari anlasiliyordu. Gerçi, Bekir Sami Bey'in, Mösyö Briand (Briyan)'la yaptigi fakat millî olmayan anlasma reddedilmis idiyse de, ne Fransizlar ne de biz çarpismalari sürdürmeye istekli degildik. Bu yüzden her iki taraf biribiriyle görüsme yollarini aramaya basladi. Fransiz hükumeti, eski bakanlardan Mösyö Franklin Bouillon (Franklen Buyon)'u önce gayri resmî olarak Ankara'ya göndermisti. 9 Haziran 1921 tarihinde Ankara'ya gelen Mösyö Franklin Bouillon ile Disisleri Bakani Yusuf Kemal Bey ve Fevzi Pasa Hazretleri'nin de katilmasiyla, bizzat iki hafta süren görüsmeler yaptim.
Biribirimizi tanimakla geçen özel bir bulusmadan sonra, 13 Haziran 1921 Pazartesi günü, Ankara istasyonundaki bana ait dairede yaptigimiz ilk toplantida görüsmelerimizin hareket noktasini belirtmek gerektiginden söz ederek konusmaya basladik. Ben, bizim için hareket noktasinin Misak-i Millî'de tespit edilen ilkeler oldugunu ortaya attim.
Mösyö Franklin Bouillon, ilkeler üzerindeki tartismanin güçlüklerini ileri sürerek, Sevres Antlasmasi'nin bir oldubitti olarak ortada bulundugunu söyledikten sonra, Londra'da Bekir Sami Bey'le Mösyö Briand'in yaptiklari anlasmayi temel almanin ve bu anlasmanin Misak-i Millî'ye aykiri olan noktalari üzerinde tartismanin yerinde olacagi görüsünü savundu. Bu teklifinde hakli oldugunu göstermek için, Londra'ya giden delegelerimizin Misak-i Millî'den söz etmediklerini, Misak-i Millî'nin ve Millî Mücadele'nin, degil Avrupa'da, daha Istanbul'da bile degeri anlasilamamis oldugunu söyledi.
Ben verdigim cevaplarda dedim ki : "Eski Osmanli Imparatorlugu'ndan yeni bir Türk Devleti dogmustu. Bunu tanimak gerekir. Bu yeni Türkiye, her bagimsiz devlet gibi haklarini tanitacaktir. Sevres Antlasmasi Türk milleti için öylesine ugursuz bir idam kararnâmesidir ki onun bir dost agzindan çikmamasini dileriz. Bu konusmamiz sirasinda bile Sevres Antlasmasini agzima almak istemem. Sevres Antlasmasi'ni kafasindan çikarmayan milletlerle güven temeline dayanan iliskilere girisemeyiz. Bize göre böyle bir antlasma yoktur. Londra'ya giden delege hey'etimizin baskani eger bundan bahsetmemisse, verdigimiz talimat ve yetki çerçevesinde hareket etmemis demektir. Yanlis is görmüstiir. Bu yanlislik yüzünden Avrupa ve özellikle Fransiz kamuoyunda ters etkiler dogdugu görülüyor. Bekir Sami Bey'in gittigi yoldan hareket dersek, biz de ayni yanlisligi yapmis oluruz. Avrupa'nin Misak-i Millî'den haberdar olmamasina imkân yoktur. Avrupa Misak-i Millî deyimini ögrenmemis olabilir. Fakat, yillardan beri kan döktügümüzü gören Avrupa ve bütün dünya, su kanli mücadelelerin neden ileri geldigini elbette düsünmektedir. Istanbul'un Misak-i Millî'den ve Millî Mücadele'den haberi olmadigi yolundaki sözler dogru degildir. Istanbul halki, bütün Türk milleti gibi, Millî Mücadele'yi bilmektedir ve ondan yanadir. Bu mücadeleyi bilmezlikten gelen ve ona karsi görünen kimselerle bunlarin yardakçilari azdir ve milletçe de taninmaktadir."
Franklin Bouillon, Bekir Sami Bey'in kendisine verilen talimat ve yetki disina çikarak hareket etmis oldugu yolundaki sözlerim üzerine dediler ki, "bunu açiklayabilir miyim?" Sözlerimi istedigi yerlere bildirip anlatabilecegini söyledim. Mösyö Franklin Bouillon, Bekir Sami Bey'le yapilan anlasmadan ayrilmamak için mazeret ileri sürerken, Bekir Sami Bey'in bir Misak-i Millî oldugundan ve onun sinirlari disina çikamayacagindan söz etmedigini, eger bundan söz etmis olsaydi, o zaman ona böre görüsülüp gerektigi sekilde hareket edilebilecegini; ancak, simdi durumun güçlestigini tekrarladi. Batidaki kamuoyu, bu Türkler, delegeleri vasitasiyla bunu niçin dile getirmemisler de simdi yeni veni meseleler çikariyorlar" diyeceklerdir.
Nihayet, uzun görüsme ve tartismalardan sonra, Mösyö Franklin Bouillon, Misak-i Millî'yi okuyup anladiktan sonra yeniden görüsmek üzere, toplantinin ertelenmesini teklif etti. Ondan sonra Misak-i Millî'nin maddeleri bastan sona kadar birer birer okunarak görüsüldü ve tartismaya devam edildi. Üzerinde en çok durulan nokta, kapitülasyonlarin kaldirilmasi ve istiklâlimizin tam olarak saglanmasini isteyen madde oldu. Mösyö Franklin Bouillon, bu meselelerin incelenmesi ve üzerinde durulmasi gerektigini bildirdi. Ben bu noktaya cevap verdim. Söylediklerimin özeti suydu : "Tam istiklal, bizim bugün üzerimize aldigimiz görevin can damaridir. Bu görev, bütün millete ve tarihe karsi yüklenilmistir. Bu görevi yüklenirken, ne ölçüde basarilabilecegi üzerinde hiç süphe yok ki çok düsündük. Fakat sonunda vardigimiz kanaat ve inanç, bunda basarili olabilecegimizdir. Biz, böyle ise baslamis adamlariz. Bizden öncekilerin yaptiklari yanlisliklar yüzünden, milletimiz sözde var sanilan istiklâline gerçekte sahip degildi. Simdiye kadar Türkiye'yi medeniyet dünyasinda kusurlu gösteren neler düsünülebilirse, hep bu yanlisliktan ve bu yanlisliga boyun egmekten ileri gelmektedir. Bu yanlisliga boyun egmenin sonucu, mutlaka, memleket ve milletin bütün haysiyetini ve bütün yasama kabiliyetini kaybetmesine ve ondan yoksun kalmasina yal açabiliriz. Biz, yasamak isteyen, haysiyet ve serefiyle yasamak isteyen bir milletiz. Bir yanlisliga boyun egme yüzünden bu vasiflardan yoksun kalmaya katlanamayiz. Aydin olsun cahil olsun, istisnasiz milletimizin bütün fertleri, belki isin içindeki güçlügü iyice kavramamis olsalar bile, bugün yalniz tek bir nokta etrafinda toplanmis ve fakat sonuna kadar kanini akitmaya karar vermistir. O nokta, istiklâlimizin tam olarak kazanilmasi ve devam ettirilmesidir.
Tam istiklâl demek, elbette, siyasî, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel v.b. her alanda tam bir bagimsizliga ve hürriyete kavusmak demektir. Bu saydiklarimin herhangi birinde istiklâlden yoksun kalmak, millet ve memleketin gerçek anlamiyla bütün istiklâlinden yoksun kalmasi demektir.
Biz, bunu elde etmeden baris ve huzura kavusacagimiz inancinda degiliz. Sekil ve usullere uyarak baris yapabiliriz, anlasma yapabiliriz. Ancak, istiklâlimizi tam olarak saglamayacak olan bu gibi barislar, uyusma ve anlasmalarla, milletimiz hiçbir vakit varligina ve huzura kavusamayacaktir. Belki de silâhli mücadelesini birakarak, yikima sürüklenmeye razi olacaktir. Eger milletimiz buna razi olsaydi, bunu kabul edebilecek yaratilista bulunsaydi, iki yildan beri mücadele etmeye hiç de gerek kalmazdi. Daha ateskes anlasmasinin ertesinde har ekete geçmemek olabilirdi.
Mösyö Franklin Bouillon, bu sözlerim karsisinda, ciddî ve samimî olarak bazi görüsler ileri sürdü ve en sonunda da bunun zaman meselesi oldugu görüsünü belirtti.
Efendiler, Mösyö Franklin Bouillon ile önemli ve ikinci derecede kalan sorunlar üzerinde günlerce ve günlerce görüstük. Sonuç olarak biribirimizi, düsüncelerimizle, duygularimizla ve tutumlarimizla anlayabildik sanirim. Fakat Fransiz Hükumetiyle Türk Millî Hükumeti arasinda, kesin anlasma noktalarinin tespit edilebilmesi için biraz daha zaman geçmesi zarurî oldu. Ne bekleniyordu? Belki de, Türk millî varliginin Birinci ve Ikinci Inönü Muharebesi'nden sonra daha büyücek bir eserle ispatlanmis olmasi! . . Gerçekten de, Mösyö Franklin Bouillon'un kesin karara vararak imza ettigi Ankara Anlasmasi, büyük ve kanli Sakarya Meydan Muhabei-esi'nden otuz yedi gün sonra, arz etmis oldugum gibi, 20 Ekim 1921'de dogmus olan bir belgedir.
Bu anlasma ile, siyasî, iktisadî, askerî v.b. hiçbir alanda bagimsizlimizdan hiçbir sey feda etmeksizin, vatan topraklarimizin degerli parçalarini isgalden kurtarmis olduk. Bu anlasma ile millî davamiz ilk defa olarak Bati devletlerinden biri tarafindan onaylanmis ve açiklanmis oldu.
Mösyö Franklin Bouillon, bundan sonrada birkaç kere Türkiye'ye gelmis, Ankara'da ilk günlerde aramizda kurulan dostluk duygularini belirtme yollari aramistir.
-
PONTUS MESELESI
Saygideger Efendiler, genel konusmamin basinda bir Pontus meselesinden söz etmistim. Bu mesele belgeleriyle herkesçe bilinmektedir. Ancak, bizi de çok ugrastirdigindan, burada, onunla ilgili bazi noktalara dokunacagim.
1840 yilindan beri; yani üç çeyrek yüzyildan beri, Anadolu'nunRize'den Istanbul Bogazi'na kadar uzanan Karadeniz bölgesinde, eskiYunanliligin diriltilmesi için çalisan bir Rum toplulugu vardi. AmerikaliRum göçmenlerden Rahip Klematios adinda biri, ilk Pontustoplanti yerini simdi halkin Manastir dedigi bir tepede Inebolu'da kurmustu. Bu teskilâta bagli olanlar, zaman zaman biribiriilden ayri eskiyaçeteleri kurarak faaliyet gösteriyorlardi. Birinci Dünya Savasi sirasindada, disaridan gönderilip dagitilan silâh, cephâne, bomba ve makineli tüfeklerle, Samsun, Çarsamba, Bafra ve Erbaa Rum köyleri sanki bir silâhdeposu durumuna gelmisti.
Ateskes Anlasmasindan sonra, bütün Rumlar Yunanlilik millî davasi ile her tarafta simardigi gibi, Ethniki Hetairia (Etniki Eterya) Cemiyeti'nin propagandacilari ile Merzifon'daki Amerikan kuruluslarininmanevî destekleri ile egitüp yetistirilen, maddî bakimdan da yabancihükumetlerin silâhlariyla güçlendirilip cesaret verilen bu bölgedeki Rumlar da, bagimsiz bir Pontus hükumeti kurma emeline düstü. Bu maksatlagenel bir ayaklanma hazirladilar. Daglara çekildiler; Amasya, Samsun vedolaylari Rum Metropolit'i Yermanos' un idaresinde düzenli birprogramla çalismaya basladilar. Bir yandan da, Samsun'daki Rum komitecilerinin baskani olan Reji Fabrikasi Müdürü Tokomanidis,Iç Anadolu ile haberlesme saglamaya çalisiyordu. Bazi yabanci hükumetler, Pontus hükumetinin kurulmasi için yardimci olacaklarina söz verdiler. Samsun ve dolaylarindaki Rum nüfusunu arttirmak için de, Rusya'daki Rum ve Ermenileri Batum'da topladilar. Onlari, Türk Kafkas ordularindan alinip Batum'da depo edilen silâhlarla donatarak, sahillerimizeçikarmaya baSladilar. Çetecilik etmek üzere, sahillerimize çikarilabilecekbirkaç bin Rum'u Sohum'da Haralambos adinda bir adamin basina topladilar. Batum'da toplananlarin da Haralambos'un etrafindatoplananlara katilmalari saglaniyordu. Bunlar, memleketimiz içinde,Samsun'daki bazi yabanci devlet temsilcileri tarafindan korunuyor vesilâhlandiriliyordu. Kiyilarimiza çikan bu çeteler, göçmenleri besleme maskesi altinda, yabanci hükumetler tarafindan yedirilip giydiriliyordu. Yabancilarin Kizilhaç hey'etleri arasinda gelen subaylarin da örgüt kurniak, çetelerin askerî ögretim ve egitimi ile ugrasmak ve gelecekteki Pontus hükumetinin temelini atmakla görevlendirildikleri anlasiliyordu.
4 Mart 1919 tarihinde, Istanbul'da Ponius adiyla yayinlanmayabaslayan bir gazetenin basmakalesinde Trabzon ilinde Rum cumhuriyetinin kurulmasina çalismak maksadiyla yayinlandigi ilân adilmisti.
Yunanistan'in bagimsizligini kazanma gününe rastlayan 7 Nisan1919 günü, her yerde ve özellikle Samsun'da gösteriler yapildi. Yermanos'un küstahça davranislari Rumlarin düsünce ve emellerini açigavurdu. Bafra ve Çarsamba dolaylarindaki yerli Rumlar, sik sik kiliselerdetoplaniyor, örgütlenmelerini ve donatimlarini artiriyorlardi. 23 Ekim 1919tarihinde, Dogu Trakya ve Pontus için merkez olarak Istanbul kabul edilmisti.
Venizelos, Istanbul'un merkez olarak kabul edilme konusunun daha sonraki bir tarihe ertelenerek, bunun yerine Pontus hükûmetikurulmasi düsüncesini ortaya atmis ve Istanbul Patrikhanesi'ne bunagöre talimat vermisti. Ayni zamanda, Istanbul'da gizli bir Yunan polisteskilâti kurmakla görevlendirilen Albay Alexandros Zimbrakakis tarafindan Pontus jandarma teskilâtini düzene sokmak üzereEiffel (Eyfel) adli Yunan torpidosuyla, bir subaylar hey'eti de gönderilmisti. Türkiye'de bu türlü isler olurken Batum'da da 18 Aralik 1919'daPontus Rum Hükûmeti adiyla bir hükûmet kurulmus ve teskilâtlanmayabaslamisti.19 Temmuz 1920'de de Batiim'da, Karadeniz, Kafkas ve GüneyRusya Rumlari tarafindan Pontus meselesi ile ilgili bir kongre toplandi.Bu kongrenin raporu üyelerden biri vasitasiyla Istanbul'da Rum Patrikligi'ne gönderildi. Pontusçular 1920 yilinin sanlarina dogru çalismalarinibüsbütün artirarak iyiden iyiye or taya çiktilar. Bizi, ciddî tedbir almayamecbur ettiler.
Daglarda kurulan Pontus teskilâti söyleydi :
a) Birtakim çetebaslaririin emrinde silâhli ve savasçi kuvvetler,
b) Buularin beslenmesine hizmet eden üretici Pontus halki,
c) Yönetim ve güvenlik kuvvetleri ile sehirlerden ve köylerden yiyecek saglamakla görevli ulastirma kollari.
Çetelerin çalisma bölgeleri biribirinden ayrilmisti. Pontus eskiyasinin kuvveti baslangiçta 6.000 - 7.000 silâhli idi. Daha sonra her taraftan katilanlarla 25.000'e yaklasti. Bu kuwet yeterli küçük 'birliklere ayrilarakçesitli yerlerde bariniyordu. Pontus çetelerinin bütün isleri, Islâm köylerini yakmak, Müslüman halka karsi akil ve hayale sigmaz zulümleryapmak, cinayetler islemek gibi kan içici bir sürünün yaptiklarindan baska bir sey degildi.
Biz, Anadolu'ya çikar çikmaz, Türk halkini dikkat ve uyanikliga davet ettik. Dogabilecek tehlikelere karsi tedbirler almaya basladik. Merkezi Sivas'ta bulunan 3' üncü Kolordu, yalniz, çesitli bölgelerdegözüken çeteleri takip ve ortadan kaldirmakla ugrasti. Trabzon bölgesinde dolasan Köroglu adindaki Rum çetesiyle, Eftalidi çetesi ve öteki çeteler, merkezi Erzurum'da bulunan 15' inci Kolordu tarafindan takip edilerek ortadan kaldiriliyordu. Bir taraftan da Pontus eskiyasinin dönüpdolastigi yerlerde, halk silâhlandirilarak millî teskilât kuruldu.
ANADOLU'NUN ORTASINDA YENIDEN ÇIKAN BIRAKIM IÇISYANLAR
Efendiler, Sivas'in kuzeyinde ve Yozgat'ta çikan ve Sizlerce de bilinen iç isyan olaylarindan baska,1920 yili sonlarinda, yeniden Anadolu'nun ortasinda, Ziletaraflarinda, Küçük Aga, Deli Haci Aynaci ogullari,Erbaa yakinlarinda Kara Nâzim, Çopur Yusuf; baska yerlerdeDeli Hasan, Küçük Hasan gibi birtakim serserilerle YozgatÇayözü Çerkezlerinden kurulu çeteler;1921 yili baslarinda da Koçkiri asiretinin beylerinden Haydar Bey; Istanbul'da Seyit Abdülkadir'den aldigi talimat üzerine Alisan ve akrabasindan Naki, Alisir ve daha baskalari ile birlikte isyan hareketlerine basladilar. Birçokkuvvetimiz bir taraftan Pontusçulari diger taraftan da bu âsîleri izleyiportadan kaldirmakla ugrasiyorlardi
MERKEZ ORDUSUNUN KURULMASI VE NURETTIN PASANIN KOMUTANLIGA GEÇMESI
Efendiler, hatirlarsiniz ki, Nurettin Pasa, Yunan ordusunun ilk defa taarruz eder gibi görünmesi karsisinda, birtakim bos ve iaiantiksiz düsünceler ileri sürdügü için, kendisine görev verilmemis oldugundan, bir mektupla, bizimle çalisamayacagini bildirerek ve izin alarâk Tasköprü'ye gitmisti. O tarihten bes ay sonra, bazikimseler,Nurettin Pasa adina gerek Fevzi Pasa Hazretleri'ne gerek bana, kendisine bir görev verilirse, bunu ciddiyet ve samimiyetle yapacagini söyleyerek aracilik ettiler. Biz de Anadolu'nun orta kesiminde güvenligi sagIamakla görevli bulunan kuvvetlerimizi büyücek bir komuta altinda birlestirmekte yarar gördügümüzden, 9 Aralik 1920'de, Sivas'taki .3' üncü Kolordu'vu kaldirarak, onun görevirii yeni kurdugumuz Merkez Ordusu'na verdik. Bu ordunun komiitanligina da Nurettin Pasa'yigetirdik.
Nurettin Pasa, merkez bölgesinde bir yila yakin görev yapti. Fakat milletvekillerinin, kendi yetkisi disina tasarak bazi yurttaslarin haklarina el uzattigi yolundaki sikâyetleri ve Içisleri Bakanligi'na soru önergeleri vermeleri, Bakanligin da sikâyetleri hakli bulmasi üzerine Meclis'in istegi ile Kasim 1921 baslarinda görevden alindi. Meclis, Nurettin Pasa'nin yargilanmasina karar verdi. Bu durum benimle Bakanlar Kurulu arasinda da bir anlasmazligin çikmasina yol açti. Fen, Nurettin Pasa için uygulanmasi istenen isleme katilmadim. Fevzi Pasa Hazretleri de benim görüsüme katildi. Ikimizle Bakanlar Kurulu arasinda dogan anlasmazlik Meclis'çe çözüldü. Meclis'te Nurettin Pasa'yi savundum. Kendisi için agir bir islem uygulanmasini önledim.
Nurettin Pasa'yi bundan sekiz ay kadar sonra, 1' inci Ordu Komutanligi'nda görecegiz.
MALTA'DAN YENI DÖNEN BAYINDIRLIK BAKANI RAUF BEY'LE KARA VASIF BEY
GÜDÜLEN ASKERI SIYASETI ÖGRENMEK ISTIYORLARDI Rauf Bey, 15 Kasim 1921'de Ankara'ya gelmisti. Rauf Bey'i, 17 Kasim 1921'de, bosalan Bayindirlik Bakanligi na seçtirdik.
Rauf Bey 'den sonra Ankara'ya gelen Kara Vasif Bey'i de Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu'nun Yönetim Kurulu üyeligine seçtirdim. Bu iki zatin birinden hükûmette digerinden grupta yararlanmayi düsünmüstüm. Çok geçmedi, bir gün RaufBey'in Bakanlar Kurulu'nda bir konunun açiklanrriasini istedigi haberverildi. liyni günde, Kara Vasif Bey'in de grup hey'etinde ayni konuyu ögrenmek istedigi bildirildi. Bu iki zatin aralarinda önceden kararlastirdiklari anlasilan konu suydu : "Güdülen askerî politika nedir?" Busorudan nasil bir anlam çikarilabilirdi? Neyi anlamak istiyorlardi? Bizimyürütmekte oldugumuz siyasî ve askerî politika belli olmustu. Istiklâlimiz tam olarak saglanincaya kadar, düsmanlarla vurusmak ve onlari yenecegimize olan kesin bir inançla savasa devam etmek... Iste ortaya atilan soru ile demek isteniliyordu ki, ne olursa olsun muharebeye devametmekle sonuç almak mümkün müdür? Mümkün olmadigi ihtimalini hesaba katarak daha simdiden daha baska tedbir ve çarelere anlatmakistediklerine göre siyasî çarelerdir basvurarak içinde bulundugumuztehlikeli duruma son vermek yerinde olmaz mi?
Elbette, ne Bakanlar Kurulu'nda ne de Grup Yönetim Kurulu'ndaböyle bir konunun görüsme ve tartisma konusu edilmesine müsaade etmedim. Bunun üzerine Rauf Bey Bakanliktan, Kara Vasif Beyde Grup Yönetim Kurulu'ndan çekildiler. 13 Ocak 1921 tarihinde Meclis'te Rauf Bey'in Istifasi okunurken, ayni tarihli bir istifa yazisi daha okunmustu. Bu istifa yazisi, Milli Savunma Bakani olan Refet Pasa'nindi.
Efendiler, Refet Pasa'nin istifa sebebini birkaç kelime ile açiklayayim : 4 Ocak 1922 günü, Meclis'in bu gizli oturumunda söyle bir konunun tartismasi yapilmisti. Baskomutanlik ve Genelkurmay BaskanligiAnkara'da oturuyormus. Cepheden uzak bulunuyormus. Bundan su sonuççikarilmis ki, benim hem Baskomutan hem de Meclis Baskani olmam sakincali imis. Ordu isleri iyi gitmiyormus. Meclis bir savas komisyonu kurarak, ardunun durumunu incelemeliymis. Genelkurmay Baskani, aynizamanda Bakanlar Kurulu Baskani oldugundan, Genelkurmay isleri deiyi gitmiyormus. Fevzi Pasa Hazretleri yalniz Bakanlar Kurulu Baskanligi'nda kalsin, Genelkurmay Baskanligi iIe Millî Savunma Bakanligibirlestirilsinmis.
Millî Savunma Bakani olan Refet Pasa, bu tezi kürsüden bizzat savunuyordu. Bu görüslere su yolda cevap verdim :
BENIM SAHSEN ANKARA'DAN UZAKLASMAM ISTENIYORDU
Baskomutanlik ve Genelkurmay Baskanligi pek yerinde olarak Ankara'yi karargâh edinmistir. Görevini en iyi bir sekilde buradan yürütmektedir. Gerektiginde ne vakit nereye gidecegine kendisi karar verir. Cephe ile bizzat ugrasan cephe komutani vardir. Gereksiz yere, benim sahsen Ankara'danuzaklasmami istemenin anlami yoktur. Genelkurmay Baskanligi ile MillîSavunma Bakanligi, Baskomutanin emri altinda, Baskomutanlik Karargâhi'ni olusturur. Ayn avri degildir. Genelkurmay Baskani olan FevziPasa Hazretleri'nin, Ankara'da bulundukça Bakanlar Kurulu Baskanligini da yapmasi, bugün için bir zarurettir. Çünkü, onun yoklugunda,Refet Pasa ona vekâleten, Bakanlar Kurulu Baskanligi görevini deyapmisti. Basaramamisti. Bakanlar Kurulu'nda karisiklik basladi. Bakanlar toplanmaz oldular. Fevzi Pasa Hazretleri'nin dönüsü, bakanlarin sikâyeti üzerine oldu. Ordu ile ilgili olarak yaptigimiz islerin denetlenmesi için, Meclis'in bir komisyon kurmasini sakincali görmem. Ancakbu komisyon benim baskanligim altinda olur.
Gerçekten, bu komisyon, dedigim sekilde kuruldu. Eski HarbiyeNâzin Cemal Pasa da komisyona üye olarak seçildi. Öteki hususlarda Refet Pasa ve digerlerinin görüsleri benimsenmisti. Iste bundan dolayi istifaya hazirlanan Refet Pasa istifasini Rauf Bey'inistifasiyla ayni günde vermis oluyor.
IKINCI GRUP KURULUYOR
Efendiler, yeri düsünce bilginize sunmustum ki, Meclis'te kurdugumuz Müdafaa-i Hukuk Grubu,Meclis görüsmelerinin iyi gitmesini ve Bakanlar Kurulu çalismalarininaksamadan yol almasini saglama bakimindan sonuna kadar yardimci oIdu. Fakat bir taraftan da muhalif duygu ve düsüncede olanlar, her günbiraz daha taraftar buldukça, Grup'un çalismasini güçlestirmeye basladilar. Muhalefet düsüncesinin ana kaynagi, Müdafa-i Hukuk Grubu tüzügünün temel maddesindeki ikinci noktaydi. Yani hükumet kurulusununTeskilât-i Esasiye Kanunu'na uygun olarak yapilmasi meselesi...
Programin ilk maddesinin son fikrasi, duygu ve düsüncelerde tambir uvusma saglanmasina sürekli bir engel olarak kaldi. Bu sebeple grupiçinde de görüS aynliklari ve disiplinsizlik basgösterdi. Birtakim kimseler gruptan ayrildi. Aynlanlar disaridakilerle birleserek grubu yikmayaçok çalistilar. Alinari tedbirler buna engel oldu. Sonunda Ikinci Grupadiyla yeni bir grup olustu. Bu grubu olusturanlar, memleketteki Anadoluve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nden ayrilmadiklarini, onun kongrelerde tespit edilen gayelerinin takipçisi bulunduklarini iddia ediyorlardi.Ikinci Gruba önayak olanlar görünüste Salâhattin ve HüseyinAvni Bey'lerdi. Birinci derecede faaliyet gösteren ve kiskirtanlarin iseRauf ve Kara Vasif Bey'ler oldugu anlasiliyordu.
Bu grubun faal ve inatçi üyelerinden olan Samsun milletvekiliEmin Bey, son zamanlarda bir vesileyle Ankara'ya gelmisti. Bütüngerçekleri anlamisti; kiskirtici ve bozgunculari lânetliyordu. Bu zat banasunu anlatti : Rauf Bey, Ikinci Grubu kiskirtiyor ve asiri davranislarasürüklüyormus... Emin Bey, Rauf Bey'e demis ki : Rauf Bey, su cevabi vermis :
Efendiler, bildiginiz üzere, o zaman yürürlükte olan kanuna göre,Bakanliklar için, ben Meclis'e aday gösterirdim. Milletvekilleri gösterdigim adaya olumlu veya olumsuz oy verirler yahut da çekimser kalirlardi.Ikinci Grup, benim adaylarimi dikkate almadan, kendi gruplari adina ortaya attiklari adaylara, kanuna aykiri olarak oy vermek suretiyle, hükûmetin kurulmasini engellemeye basladilar.
Efendiler, Meclis'te ordu aleyhine de bir hareket yaratilmisti. Diyorlardi ki, Sakarya Muharebesi'nden sonra aylar geçtigi halde, ordu niçintaarruza geçmiyor? Mutlaka taarruz etmelidir. Hiç olmazsa sinirli, belirlibir cephede taar ruz yapilmalidir ki, ordumuzun taarruz kabiliyeti olupolmadigi anlasilsin' Bu harekete karsi direndik. Maksadimiz, bütün hazirliklarimizi tamamlayarak genel ve kesin sonuca götürücü bir taarruzyapmak oldugu için, sinirli bir cephede taarruz görüsünü benimseyemezdik; bunda bir yarar yoktu.
Muhaliflerde uyanan kanaat, ordumuzun taarruz gücünü kazanamayacagi noktasinda toplandi. Bunun üzerine, ordunun taarruza geçirilmesiyolundaki hücumlarini durdurdular. Hücum sistemini degistirer ek baska bir görüs ortaya attilar. Bu defa dediler ki, bizim asil düsmanimiz Yunanlilar, Yunan ordusu degildir. Zaten Yunan ordusunu tamamen yenmisolsak da is bununla bitmez. Itilâf Devletleri'ni, özellikle Ingilizleri savasla yenmek gerekir. Bunun için Yunan ordusuna karsi bir perde hatti birakmak, asil orduyu Irak'in kuzey sinirina yigip, Ingilizlere taarruz etmek gerekir. Davamizin savasla halledilmesi görüsü benimseniyorsa yapilacak is budur.
ORDU SAFLARINA KADAR YAYILAN BOZGUNCULUK TELKINLERI
Efendiler, bu kadar anlamsiz ve mantiksiz olan dü süncelere iltifat etmedik. Bunun üzerine muhaliflerin elebasilari yeni bir propaganda çikardilar : Nereye gidiyoruz? Bizi kim nereye sürüklüyor? Meçhullere?.. Koskoca bir millet, belirsiz, karanlik hedeflere akilsizca sürüklenir mi? Bu propaganda, Meclis binasindan, Ankara çevrelerinden ordusaflarina kadar yaydirildi. Orduya her vasita ile bu bozguncu telkinleryapilmaya çalisiliyordu.
Rauf Bey, sik sik gizlice diyordu ki : "Hiç olmazsa gerçek durumu bana söyle, ordu ne durumdadir? Gerçekten taarruz edemeyecek mi?"
4 Mart 1922 günü aksami, cepheyi teftis etmek üzere, Ankara'danayrilmaya karar vermistim. Dolayisivla, o gün Meclis'teki gizli oturumda,bazi açiklamalarda ve ricalarda bulundum. Kendilerine anlattim ki, Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra, düsman ordusunu Eskisehir - Seyitgazi - Afyonkarahisar kesimine kadar kovalayan kuwetlerimiz, bütün ordu olmayip yalniz süvarilerimiz ve süvari birliklerimize destek olmak üzere ileri sürülen bazi tümenlerimizdi.
ORDUMUZUN KARARI TAARRUZDUR
Ordumuzun karan taarruzdur. Ama bu taarruzu erteliyoruz. Sebebi, hazirligimizi iyice tamamlamakiçin biraz daha zaman gerekmektedir. Yarim hazirlikla, yarim tedbirle yapilacak taarruz, hiç taarruz etmemekten çok daha kötüdür. Bekleyisimizi,taarruz karanndan vazgeçtigimiz veya bunu basarmaktan ümidimizi kestigimiz seklinde anlamak ve yorumlamak yersizdir.
Bundan sonra Su görüsleri dile getirdim : Osmanlilar, yapacaklariaskerî harekâtin genisligi ölçüsünde hazirlikli ve tedbirli davranmadiklanve daha çok duygu ve hirslannin etkisi altinda hareket ettikleri için, Viyana'ya kadar gittikleri halde, geri çekilmeye mecbur olmuslardir. Ondan sonra Budapeste'de de duramadilar, geri çekildiler. Belgrat'ta da yenilerek geri çekilmeye mecbur edildiler. Balkanlan terk ettiler. Rumeli'den çikardilar. Bize, içinde daha düsman bulunan bu vatani miras biraktilar. Bu son vatan parçasini kurtarirken olsun, hirslarimizi, hislerimizibir yana birakarak ihtiyatli olalim. Kurtulus için... istiklâl için, enindesonunda düsmanla bütün varligimizla vurusarak onu yeiimekten baskakarar ve çare yoktur ve olamaz.
Sinir gevsetici sözlere, telkinlere önem verilmemeli ve güvenilmemelidir. Osmanli yönetim ve siyasetinin yarattigi bu türlü zihniyetler reddedilmelidir. "Ordu ile, savasla, inatla bu isin içinden çikilmaz" seklindeki dis kaynakli ögütlere uymakla, bir vatan, bir millet istiklâli kurtulamaz. Tarih böyle bir olay kaydetmemistir. Bunun aksini düsünerek hareket edeceklerin çok aci sonuçlarla karsilasacaklarina süphe yoktur.Türkiye iste bu yoldaki yanlis yoktur. düsüncelere... yanlis zihniyetlere sahip olanlar yuzunden her saat biraz daha gerilemis, biraz daha çökmüstür. Ne yazik ki, çöküs yalniz maddi alanda olsaydi, hiçbir önemi yoktu. Hiç süphe yok ki ahlâki ve manevi degerleri de içine almis görünüyor. Hiç süphe yok ki bu büyük memleketi bu koca milleti dagilip yok olmanin uçurumuna sürükleyen baslica sebep bu olmustur.
Efendiler, bilirsiniz ki, Meclis'te bu anlattigim dönemde en çok olumsuz ve karamsar rol oynayanlar, vaktiyle, Türk milletinin kendi kendinebagimsizligini elde edemeyecegi görüsünü ileri sürmüs olan kimselerdi.Sunun bunun mandasini istemekte direnenlerdi. Onun için görüslerimesunlari da ekledim ve dedim ki : "Efendiler, maddi ve özellikle manevîçöküs korku ile... güçsüzlükle baslar."
Güçsüz ve korkak insanlar, herhangi bir felâket karsisinda millletin de uyusukluga düsmesine ve çekingen bir duruma gelmesine yol açarlar.Güçsüzlük ve kararsizlikta o kadar ileri giderler ki, âdeta kendi kendilerine hakaret ederler. Derler ki, biz adam degiliz ve olamayiz! Kendi kendimize adam olmamiza imkân oktur. Biz kayitsiz ve sartsiz olarak varligimizi bir yabanciya teslim edelim. Balkan Savasi'ndan sonra milletin ve ozellikle ordunun basinda bulunanlarda baska turlu , fakat yine ayni zihniyeti beninimsemislerdi.
Türkiye'yi, böyle yanlis yollarda çökme ve yok olma uçurumuna sürükleyenlerin elinden kurtarmak lâzimdir. Bunun için bulunmus bir gerçek vardir. O gerçek sudur: Türkiye'nin düsünen kafalarini yepyeni bir imanla doiiatmak. . . Bütün millete taptaze bir manevi güç vermek.
YETERINCE HAZIRLANMIS OLMASI GEREKEN ÜÇ VASITA, IÇ VE DIS CEPHELERIMIZ
Simdi Efendiler, düsmana taarruz için verilmis olan kesin kararimizi uygulamaya baslamadan önce, hazirlamak ve tamamlamak zorunda bulundugumuz savas vasitalarinin ne oldugunu arz edeyim : Tam üç vasitanin hazirliginin yeterli oldugunu görmek geregini duyuyorum. Birincisi, en önemlisi ve asil olani dogrudan dogruya milletin kendisidir. Milletin varligi ve istiklâli için gönlünde, vicdaninda belirmis, gelismis olan istek ve emelleriii saglamligidir. Millet, içindeki bu istegi ne kadar güçlü bir sekilde ortaya koyarsa, bu istek ve emelinin gerçeklesmesi için ne kadar çok azim ve iman gösterirse, düsmanlara kar si basari saglamak için o kadar güçlü bir vasitaya sahip oldugumuza ina nirim. Ikinci vasita, milleti temsil eden Meclis'in millî istegi ortaya koy makta ve bunun gereklerini inanarak uygulamakta gösterecegi kararlilik ve yigitliktir. Meclis, millî istegi ne kadar büyük bir dayanisma ve birlik içinde aksettirebilirse, düsmana karsi o kadar güçlü bir üstünlük vasita sina sahip oluruz :
Üçüncü vasita, milletin silâhli evlâtlarindan ibaret olup düsman kar sisinda toplanmis bulunan ordumuzdur.
Efendiler, dedim, bu üç vasita veya gücün düsmana karsi olustur dugu cepheler iki sekilde düsünülebilir. Kolay anlasilmasi için söyle di yeyim : Iç ve görünürdeki cephe. . . Asil olan iç cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin meydana getirdigi bir cephedir. Görünürdeki cephe, dogrudan dogruya ordunun düsman karsisindaki silâhli cephe sidir. Bu cephe sarsilabilir, degisebilir, yenilebilir. Fakat bu durum hiç bir zaman bir memleketi, bir milleti yok edemez. Önemli olan, memle keti temelinden yikan, milleti esir ettiren iç cephenin çöküsüdür. Bu ger çegi bizden çok daha iyi bilen düsmanlar, bu cephemizi yikmak için yüz yillarca çalismislar ve çalismaktadirlar. Bugüne kadar basari da sagla mislardir. Gerçekten, kaleyi içinden almakp disindan zorlamaktan çok kolaydir. Bu maksadi gerçeklestirmek için içimize kadar sokulahilen boz guncu mikroplarin ve ajanlarin varligini iddia etmek yerindedir.
Meclis'in zihniyeti, çalismalari ve dunimu düsmana ümit verici ol madikça iç ve dis cephelerimizin yerinden oynamasina imkân ve ihtimal yoktur. Meclis'te bir veya birkaç üyenin karamsarlik telkin eden sözlerin den bile aleyhimizde yararlanma çareleri aranmakta olduguna süphe edil inemelidir. Disisleri Bakanligi'nin dosyalari bununla ilgili belgelerle dolu dur. Kesinlikle arz ederim ki, istemeyerek de olsa, düsmanlara ümit ve recek en iifak belirtilerden kaçinilmadikça, millî dâvânin sonuçlanmasi gecikir.
Efendiler, bu sözlerden sonra, cephede bulunacagim siralarda, or dunun duygu ve düsünceleri üzerinde ümitsizlik yaratacak açik tartisma lardan vazgeçilmesini Meclis'ten özellikle rica ettim. Bu konusmamdan sonra, muhaliflerin de sözlerini dinledim. Muhaliflerden biri, düsünce ve ricalarimi, emir veriyorum seklinde yorumladi. Diger biri, Meclis'in duy gularindaki temizlikten süphe ettigimi ileri sürdü. Bir baskasi uygulama imkani olmayan bir sey yapilamaz; orduyu bozguna ugratirsin efendim, dedi.
DOGU CEPHESI KOMUTANI'NIN BIR GÖRÜSÜ
Saygideger Efendiler, yüce hey'etinizi muhaliflerin sözleriyte isgal etmek istemem. Çünkü, bu sözler bir kaç kisinin saskin ve cahil kafalarinin akislerindenbaska bir sey degildi. Genel Kurul, sundugum görüsleri anlayiSla karsilamisti. Yalniz, Dogu Cephesi Komutani'nin bir görüsüne, bes on gündenberi veremedigim cevabi, cepheye gitmeden önce, o nün yani 4 Mart 1922'de yazmistim. Onu bilginize sunacagim. Cevabin anlasilmasi için, müsaade buyurursaniz, önce gelen görüsü okuyalim :
Kisiye özel
Baskomutan Mustafa Kemal Pasa Hazretleri'ne
Yönetim islerimizin yürütülmesi ile ilgili tartismalar bize daha yeni ulasmaktadir. Barisin saglanmasindan sonraki seçimlerde birçok degerli kimselerinyerine birtakim muhafazakârlarin toplanmasina karsi simdiden alinacak tedbiripek önemli sayarim. Millî Meclis, degerli sahsiyetlerden kurulmazsa, iki büyüksakinca memleketi bugünkü perisanligindan kurtaramayacaktir. Birincisi, düsüncede yenilikler olmayacak. Ikincisi, en önemli tasarilar herhangi bir duyguya kapilarak tartismaya dahi lüzum görülmeden reddediverilecektir. Böyle bir meclisekarsi, üyelerini büyük uzmanlarin olusturdugu ikinci bir meclisin bulunmasiniyararli görüyorum. Bu ikinci meclis, Millî Meclis'e yön verecegi ve onu ileriye götürecegi gibi, memleketin varligi ile ilgili kararlar Millet Meclisi'nde heyecanla redveya kabul edilse bile, bu meclisin uyarmasi ve yol göstermesiyle kararir: degistirilmesi ve zararin önlenmesi mümkün olur. Bu meclise "Âyan" diyerek eskidevrin köhne hayatini hatirlamamak için "Büyük Uzmanlar Meclisi" denebilir veya daha uygun bir ad verilebilir. Üyelerini birtakim kayit ve sartlar altinda,tipki milletvekilleri seçiminde oldugu gibi millet seçebilir. Bu üyeler için, herhangibir meslegin en yüksek ögrenimini görmek, Türkiye Hükümeti'nin bakanhgini, valiligini veya ordu komutanligini yapmis olmak gibi önemli sartlar ayrintili olaraktespit edilebilir. Konunun ayrintilari, mevcut hükiimet sekillerinin de incelenmesiyle her türlü sakincadan uzak olarak ortaya konabilir. <> kabul edilirse, her bakanligin surâsi da bunlar arasindan seçilir. Örnek olarak, Askerî Sura, Bayindirlik Sürasi v.b. gibi. Iki meclisin onayindan geçerekbir süre için uygulanniasi kabul edilecek olan herhangi bir programa sonuna kadar bagli kalmak ve bunun yürütülmesinde, güdülen hedef ve gayeden ayrilmamak için, bu suralann varligini pek gerekli sayiyorum. Aksi halde, bakanliklardasahislar degistikçe, program ve bunu yürütecek kimseler de azçok degismekten kurtulamayacaktir. Bundan baska, kabul edilen herhangi bir sey, uzmanlarincakabul edilmezse tenkide yol açar. Millet buna gerektigi gibi sarilinalidir. MilletMeclisi'nin, millet adina bir seyi red veya kabul ve kontrol hakkidir. Fakat, bubaska, uzmanlasmis kisilerin yapacagi ve bundan sonra kabul edilecek sey debaska olur. Olagan sartlara dönülmesinden sonraki ditrumlarla ilgili endise vegörüslerimi arz ediyorum. Yüksek düsüncelerinizin bildirilmesini istirham ederim.
l9/19.2.1922, sayisizdir.
Kâzim Karabekir
Dogu Cephesi Komutani
Özel 4.3.1922
Dogu Cephesi Komutani Kâzim Karabekir
Pasa Hazretleri'ne
Ilgi : 18/19.2.1922 tarihli sayisiz sifre.
Memleketin genel idaresini eline almis tek yüce kiivvet olan Büylik MilletMeclisi'nin alacagi kararlarin, uzmanlardan kurulu baska bir meclis tarafindanincelenmemesinden dogacak sakincalarla ilgili yüksek görüsünüz aslinda pek yerindedir.
Ancak, adi ve ünvani "Âyan" olmasa bile, Milletin bütün hak ve yetkilerinikullanmak üzere seçilmis ve seçilecek olan Büyük Millet Meclisi'nin temel kararlarini diger bir meclisin kararlariyla baglamak, genel yönetimde takip ettigimiz ilkelerin ruhuyla bagdasamayacaktir. Yüksek düsüncelerinize göre, bu Uzmanlar Meclisi de milletvekilleri gibi milletçe seçilirse, o zaman, ayni kaynaktanayni yetkiyi almis iki büyük kuvvet, milletin genel yönetiminde söz sahibi olacakdemektir. Bu da hukuk bakimindan oldugu kadar uygulama bakimindan da karisikliga yol açan bir ikilik yaratacaktir. Böyle bir durumun doguracagi dengesizligi gidermek için de milletin hayat ve haklari üzerinde etkili üçüncü bir kuvvetin varligini kabul etmek gerekecektir.
Benim düsünceme göre, akliniza gelen sakincalari giderecek tek çikar yol,Millet Meclisi üyelerinin degerli ve uzman kisilerden seçilmesini sagiamak; Meclis'in iç teskilatinda, komisyonlarin kurulmasinda, Bakanlar Kurulu'nun seçilmesinde ilim ve ihtisasa son derece önem vermek hususlarindan ibarettir. Geçirdigimiz çok aci tecrübelerin sonuçlarindan dogmus bulunan ve milletlerin idaresinileen dogru bir yol, temel haklar bakimindan da en begenilen bir sekil demek olansimdiki idaremizin daha da güçlendirilmesi ve seçim islerinde uyanik davranilmasisayesinde bugün için de gelecekteki gelismeler için de basarili bir idare makinesikurulmus olacagini bilgilerinize sunarim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Baskani
Mustafa Kemal
ÇESITLI DEVLETLERLE YAPILAN RESMI VE ÖZEL TEMASLAR
Saygideger Efendiler, 1921 yili içinde, çesitli devletlerle resmî ve özel bir takim temaslar kuruluyordu. Türk - Rus temas ve iliskileri olumlu bir yönde gelisiyordu. Fransizlardan baska, Italyanlar ve Ingilizlerle de temaslar kurulmustu.1921 yili Haziraninda yanlis anlasilmaya yol açmis bulunan birkonuyu açiklayacagim.13 Haziran 1921'de Itilâf Kuvvetleri BaskomutaniGeneral H a r r i n g t o n'un yakinlarindan oldugunu söyleyen BinbasiH e n r y ( Henri ) ve S t u r t o n ( Störton ) adlarindaki iki subay motorla Inebolu'ya geldiler. Bu subaylar, G e n e r a l H a r r i n g t o n (Harington) adina sunlari bildirdiler : Ben, bir torpido ile Inebolu'dan Istanbul'a H a r r i n g t o n 'un Bogaziçi'ndeki yalisina gideyim. Orada generallebaris esaslari üzerinde anlasayim. Ayrica, Ingiltere'nin bagimsizligimizitam olarak kabul ettigini, Yunalilarin topraklarimizdan çikarilacaklarinive daha baska konular üzerinde de tartismanin mümkün oldugunu söylemisler. Bu subaylara verilen cevapta, benim Istanbul'a gitmeyecegimve General H a r r i n g t o n 'un Inebolu'ya gelip o sirada orada bulunan R e f e t P a s a ile görüsmesinin uygun olacagi bildirilmistir. 18 Haziran 1921 tarihli bir telgrafta Istanbul'da H a m i t B e y'dengeldi. Bu telgrafta bildirilenler asagi yukari söyleydi : Burada resmî göreviolan bir Ingiliz, Ingiltere'nin Istanbul'daki en büyük makami adina bugün bana basvurarak hemen bir baris anlasmasi için görüsmeye hazir bulunduklarini, M u s t a f a K e m a l P a s a H a z r e t l e r i 'yle derhaliliski kurmak istediklerini ve acele cevap beklediklerini size bildirmeküzere araci olmami rica etti.
H a m i t B e y'e verilen cevapta, görüsmelere hazir oldugumuz bildirilmisti. 5 Temmuz 1921'de Zongiildak'a gelen bir Ingiliz torpidosu G e n e r a l H a r r i n g t o n 'dan bana bir mektup getirmisti. Tercümesi Ankara'ya telgrafla bildirilen bu mektup suydu : Komutan H e n r y vasitasiyla aldigim habere göre; siz, bana, bir askerinbir askerle görüsmesi tarzinda bazi düsünceler bildirmek isteginde bulunuyorsunuz. Böyle oldugu takdirde, sizce uygun görülecek bir günde Inebolu'da veya Izmit'te sizinle bulusmak üzere Ajax zirhlisiyla gelmeme Britanya Hükümeti'nce izin verilmistir. Arzu buyuruldugu takdirde, durum üzerinde son derece açik ve serbest olarak görüsmelere hazirim. Düsüncelerinizi dinlemek vebunlari Ingiliz Hükümeti'ne bildirmekle görevliyim. Ingiliz Hükümeti adina ne görüsmeler yapmak ne de konusmak için hiç bir resmi yetkim yoktur. Görüsmenin Ingiliz zirhlisinda yapilmasi gerekir. Zirhlida, yüksek sahsiniz kendilerine layik bir biçimde kabul edilecektir. Karaya dönüslerine kadar tam bir hürriyetiçinde bulunacaklardir. Böyle bir bulusma kabul edildigi takdirde, size uygun düsen tarih ve saatlerin bildirilmesini rica ederim.
Bu mektupta yazilanlara göre, G e n e r a l H a r r i n g t o n iletemasa geçmek ve görüsmek isteyenin ben oldugum anlasiliyor. Halbuki,gerçek böyle degildir. Onun için G e n e r a 1 H a r r i n g t o n 'a su cevabiverdim :
Zonguldak'a göndermis oldugunuz mektubun tercümesini, bugün Ankara'yabildirdiler. Aramizda yapilacak görüsmelerin bir yanlis anlama temeline dayandirilmamasi için asagidaki noktalara dikkatinizi çekmeye mecburum. 13 Hazirantarihinde Binbasi H e n r y ve arkadaslan Inebolu'ya gelerek, zâtiâlîlerinin, Binbasi H e n r y araciligi ile R e f e t P a s a ' ya teklif edilmis olan esaslar üzerinde benimle görüsmek istediginizi bildirmislerdir. Nitekim, bu noktalar BinbasiH e n r y tarafindan size yazilan ve imzali bir sureti de bize birakilmis olan mektupta bildirilmistir. Aramizda dogrudan dogruya yapilan haberlesmenin baslangici bundan ibarettir. Millî isteklerimiz sizce bilinmektedir. Millî topraklarimizin düsmanlardan tamamiyla kurtarilmasi millî siiiirlarimiz içinde siyasî, malî, iktisadî,askeri ve kültürel alanlarda tam istiklâl ilkesi kabul edildigi takdirde, görüsmelere baslamaya hazir oldugumuzu bildiririm. Size, Binbasi H e n r y tarafindan açiklanan sebepler dolayisiyla, görüsmelerin, sizin çok iyi karsilanacaginiz Inebolu kasabasinda ve karada yapilmasi bizce uygun görülmüstür. Bu noktalardaaramizda görüs birligi olup olmadigini belirtecek cevabinizi bekliyorum. Yüksekmaksadiniz, sadece durum hakkinda bilgi almak ise, bunun için arkadaslarimizdanbirini görevlendirebiliriz.
Bu mektuba bir karsilik gelmedi. Ancak, Temmuzun yedinci günüIstanbul'da H â m i t B e y'i gören Ingiliz maslahatgüzari M ö s y ö R a t t i g a n (Retigin), bir tüccar olarak Anadolu'ya gelen Binbasi H e n r y'ye, G e n e r a l H a r r i n g t o n 'un, oradaki Ingiliz esirlerinin yerlerini ve saglik durumlarini ögrenmeye çalismasini ve mümkünse, millîordularin Istanbul'a dogru ilerlemeye devam edip etmeyeceklerini M u s t a f a K e m a l P a s a ' dan sormasini istedigini, B i n b a s i H e n r y'nin bundan baska tesebbüslere girismek için bir yetkisinin bulunmadigini bildirmis.
Efendiler,1922 yilinin Agustosuna kadar da Bati devletleriyle olumluanlamda ciddi iliskiler kurulamadi. Memleketimizde bulunan düsmanlarisilâh gücüyle çikarmadikça, gösterebilecegimiz millî varlik ve kudretimizifiilen ispat etmedikçe, diplomasi alaninda ümide kapilmanin dogru olmadigi yolundaki inancimiz kesin ve sürekli idi. En dogru görüsün bu oldugunu, bu olacagini tabiî olarak kabul etmek gerekir. Gerçekten de bugünün hayat sartlari içinde bir tek fert için oldugu gibi, bir millet için de kudret ve kabiliyetini fiilî eserlerle gösterip ispatlamadikça kendisine deger verilmesini ve saygi gösterilmesini beklemek bosunadir. Kudret vekabiliyetten yoksun olanlara deger verilmez. Insanlik, adalet ve cömertligingereklerinin yerine getirilmesini, bütün bu vasiflara sahip oldugunu gösterenler isteyebilir.
-
DÜNYA ÖNÜNDE VERECEGIMIZ IMTIHANA HAZIRLANIRKEN
Efendiler, dünya imtihan meydanidir. Türk milleti, bunca yüzyillardan sonra yine bir imtihan, hem bu defa en çetin bir imtihan karsisinda bulunduruluyordu. Imtihanda basari saglamadan bize karsi lûtufkârca davranilmasinibeklemek dogru olabilir miydi?
Biz büyük bir ciddiyetle dünya önünde verecegimiz imtihana hazirlanirken, bir yandan da yabanci gözlemcilerin durumlarini ve bizim içinneler duyup düsündüklerini gözden uzak tutmamayi her zaman yararlibuluyorduk. Bu maksatladir ki, bildiginiz gibi, önce Disisleri Bakani Yusuf Kemal Bey'i daha sonra da Içisleri Bakani olan Fethi Bey'iAvrupa'ya göndermistik. Istanbul üzerinden Avrupa'ya gidecek olan Yusuf Kemal Bey'e, Istanbul'la ilgili bazi özel görevler verilmisti. Yusuf Kemal Bey, Izzet Pasa ve arkadaslariyla ve eger gerçekbir istek ve dilek olursa Vahdettin ile de görüsecekti. Vahdettin'in, Büyük Millet Meclisi'ni tanimasi, Izzet Pasa ve arkadaslarinin bizim çizdigimiz hedefe dogru yürümeleri geregini teklif edecekti. YusufKemal Bey, Istanbul'da aldigi talimat çerçevesinde hareket etti. Fakat, ne yazik ki, Izzet Pasa ve arkadaslari kendisini oyalayip aldatarak Padisah'a bir müracaatçi imis gibi götürdüler. Izzet Pasa vearkadaslari bununla da yetinmeyerek, Yusuf Kemal Bey'in Avrupa'daki tesebbüslerini karistirmak ve güçlestirmek için, Izzet Pasa'yiYunan isgali altinda bulunan yerlerden geçirerek, Yusuf KemalBey'den önce Paris'e ve Londra'ya gönderdiler. Izzet Pasa, bu yolculugunu son dakikaya kadar gizlemistir.
Yusuf Kemal Bey'in Paris ve Londra'da yaptigi görüsmelerden bir sonuç çikmadi. Yalniz su anlasildi ki, Itilâf Devletleri'nin DisisleriBakanlari yakin bir zamanda toplanacaklar ve bize baris tekliflerinde bulunacaklarmis. Anadolu'nun bosaltilmasi ilke olarak kabul edilmis ise de konferans görüsmeleri sirasinda savas baslarsa, baris tesebbüsleri sonuçsuz kalacagi için Yunanlilarla bir ateskes anlasmasi yapmamiz gerekirmis. Bu hususu Yusuf Kemal Bey'e söyleyen Lord Curzon (Lord Kürzon)'a Yusuf Kemal Bey, konferansin önce Anadolu'nunbosaltilmasina karar verip, bize ve Yunanlilara bildirmemesinin ateskesanlasmasindan daha etkili olacagini söylemis. Lord Curzon, ateskesüzerinde direnmis ve bunun hükûmetimize bildirilerek alinacak cevabinkendisine verilmesini istemis.
22 MART 1922 TARIHLI ATESKES ANLASMASI TEKLIFI
Yusuf Kemal Bey daha Türkiye'ye dönmeden Itilâf Devletleri, Disisleri Bakanlari Konferansi 22 Mart 1922 tarihinde Türkiye ve Yunan hükûmetlerine ateskes anlasmasi teklifinde bulundu.
Bu sirada ben cephede bulunuyordum. Ateskes anlasmasi teklifi bana Disisleri Bakani Vekili Celâl Bey tarafindan bildirildi. Bu teklifinana çizgileri sunlardi : Her iki tarafin birlikleri arasinda on kilometrelik, asker bulunmayan bir bölge meydana getirilecek, birlikler, insan ve cephane bakimindan takviye edilmeyecek. Birliklerin durumunda degisiklik yapilmayacak. Bir yerden bir yere malzeme de götürülmeyecek. Ordumuzu ve askerî durumumuzu, Itilâf Devletleri'nin askerî komisyonlarikontrol edip denetleyebilecekler. Bu komisyonlarin hakemligini samimiyetle kabul edecegiz. Çarpismalar üç ay süre ile durdurulacak ve bu durum, baris için yapilacak ön görüsmeler taraflarca kabul edilinceye kadar, üçer aylik sürelerle kendiliginden yenilenecektir. Taraflardan biriyeniden savasa baslamak isterse, ateskes süresinin bitiminden hiç olmazsa on bes gün önce karsi tarafa ve Itilâf Devletleri temsilcilerine durumubildirecek.
Efendiler, Yunanlilar bu teklifi hemen kabul ettiler. Yunan ordusuSakarya'da maddî ve manevî bakimdan yenilmisti. Bu ordunun yenidengenis çapta bir taarruza geçerek bir daha talihini denemeye kalkismasigüçtü. Bunu, bu gerçegi anlamak elbette herkesçe mümkün olmustu. Yunan ordusunu yeniden kesin sonuç verecek bir harekâta yöneltmek imkâni olmayinca, bizim de bir yila yakin bir zamandan beri hazirligi ileugrastigimiz ordumuzu uyusukluga düsürmek, millî hükûmete ümitlervererek bekleyis içinde birakmak ve böylece geçecek zaman içinde millîhükûmeti ve orduyu gevsetmek dogrusu önemli bir tedbirdi. Bu bakimdan Itilâf Devletleri'nin Anadolu'yu bosaltma ve Yakin Dogu sorununuçözme maksadina dayandigini ifade ettikleri bu ateskes sartlarini ciddiyetle inceledik.
Önce, Ankara'da bulunan Bakanlar Kurulu ile makine basinda telgraf görüsmesi yaptik. Istanbul'daki memurumuz vasitasiyla Disisleri Bakanligi'ndan Itilâf Devletleri temsilcilerine verilmesini uygun buldugumuzilk karsilik suydu :
Ateskes anlasmasi teklifinin yapildigi notayi 23/24 Mart 1922 tarihli telgrafiniza ek olarak bugün 24 Mart 1922 günü saat...'de aldim. Bu nota metni ordunun durumuyla ilgili oldugundan, Bakanlar Kurulu'nda ve gerektiginde Meclis'tegörüsülmeden önce, düsüncesini bildirmesi için, cephede bulunan Baskomutan'ayazdim. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti'nin verecegi cevabi, temsilcilerinistekleri üzere mümkün olan en kisa zamanda bildirecegimi kendilerine duyurunuz,efendim.
24 Mart 1922 tarihinde Bakanlar Kurulu Baskanligi'na su düsüncemibildirdim :
Esas itibariyle, Itilâf Devletleri disisleri bakanlarinin ortaklasa yaptiklanateskes teklifini kabul etmemek veya herhangi bir sekilde bu teklife yanasiliniyorve güven gösterilmiyor hissini verecek gibi davranmak dogru degildir. Aksine, ateskes teklifini iyi karsilamak gerekir. Bundan dolayi verecegimiz karsilik olumsuzdegil olumlu olacaktir. Itilâf Devletleri'nde iyiniyet yoksa, olumsuz davranis onlardan gelmelidir. Yalniz, biz, onlarin ileri sürdügü sartlari kabul edemeyecegimizden, karsi sartlar ileri sürecegiz.
Ertesi gün, ajans ve telgraflar da notadan söz ederek su haberleriyayinliyorlardi :
. . . . . . . Yakin Dogu'da barisi yeniden kurmak ve yeniden can ve mal kaybina yol açmadan, Küçük Asya'yi bosaltmak gayesini güttügü sanilan bu teklifin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'nce olumlu karsilandigi ve Itilâf Devletleri'nin iyiniyet ve tarafsizligina güvenerek hükûmetçe olumlu karsilik verilmesininkuvvetle ümit edildigi hükûmet çevrelerince ifade edilmektedir. Bu teklifin aklayatkin, uygulamaya elverisli sartlan içine almasini ve barisin bir an önce yapilmasini saglayacak sekilde kisa süreli olmasini dileriz.
Bakanlar Kurulu'nun, verilecek cevabin Avrupa'da bulunan DisisleriBakanimizin dönüsüne birakilmasi yolundaki düsüncesine karsi da, beklemenin gerekli olmadigini bildirerek, verilecek cevapla llgili genel kararimi söyle özetledim :
Ateskes anlasmasi teklifini prensip olarak kabul ediyoruz. Ancak, ordununeksiklerinin ve hazirliklarinin tamamlanmasindan bir an geri kalinmayacaktir.Ordumuzun içine yabanci denetleme hey'etleri sokmayacagiz. Bu teklifi, Anadolu'nun bosaltilmasi için kabul etmekle birlikte, uygulanabilir ve gerçeklestirilebilirsartlar ileri sürecegiz. Ateskes anlasmasiyla birlikte, bosaltma isinin baslamasi, enönemli sartimiz olacaktir.
Martin 24' üncü günü makine basinda, ben notaya verilecek karsiligiBakanlar Kurulu'na bildirdim. Bakanlar Kurulu da Ankara'da hazirladiklari bir cevap suretini bana bildirmisti. Iki cevap metinleri arasinda baziayriliklar görüldü. Nihayet 24/25 Mart gecesi Bakanlar Kurulu ile Sivrihisar'da birleserek, verilecek karsiligin son seklini görüsüp tespit etmeyekarar verdik.
Efendiler, Istanbul'daki özel memurumuzun Disisleri Bakanligi'naçektigi 25 Mart tarihli sifreli telgrafina göre, bu memurumuz TevfikPasa ile görüsmüs. Tevfik Pasa, temsilcilerin Istanbul Hükûmeti'ne de verdikleri ayni notayi Ankara'ya göndererek, alinacak cevabin kendilerine bildirilmesini rica ettiklerini söylemis. Memurumuz, TevfikPasa'ya söz hakkinin yalniz ateskes anlasmasi teklifi üzerinde mi, yoksa bütün islerde mi Ankara'ya ait oldugunu sormus. Tevfik Pasabu soruya cevap vermemis. Memurumuz, Izzet Pasa'dan ne gibihaberler aldigi sorusuna, Tevfik Pasa su karsiligi vermis : IzzetPasa yakinda konferansin toplanacagini ve ne olursa olsun asiriligakaçilmamasini bildiriyor.
ATESKES ANLASMASI TEKLIFINE CEVAP VERMEYE HAZIRLANIRKEN ALINAN BARIS TEKLIFI
Efendiler, Sivrihisar'da ateskes anlasmasi teklifi ile ilgili notaya verilecek cevap kararlastirildiktan sonra, Bakanlar Kurulu Ankara'ya döndü. Fakat bu cevabi vermeye vakit kalmadan, Paris'te toplanan Disisleri Bakanlari Konferansi'nin 26 Mart 1922 tarihli ikinci bir notasi alindi. Bu nota Itilâf Devletleri'nin, baris esaslari ile ilgili tekliflerini içine aliyordu. Bu tekliflerin ana çizgileri sunlardi :
Gerek Türkiye'de gerek Yunanistan'da azinliklarin haklarinin korunmasina ve bu maksatla konulacak kurallarin uygulanmasina Milletler Cemiyeti'nin de katilmasi. Doguda bir Ermeni yurdunun kurulmasi ve bu ise de Milletler Cemiyeti'nin katilmasi.
Bogazlarin serbestligini saglamak üzere Gelibolu yarimadasinda ve Bogazlar'in çevresinde askerden arinmis bir bölgenin olusturulmasi.
Trakya sinirinin Tekirdag'i bize, Kirklareli, Babaeski ve Edirne'yi Yunanlilar'a birakacak sekilde tespiti.
Bizde kalacak olan Izmir'in Rumlarina ve Yunanistan'da kalacak olan Edirne'nin Türklerine, bu sehirlerin yönetimine adaletli bir sekilde katilabilmelerini saglamak üzere uygun bir yöntemin kararlastirilmasi.
Baris yapilir yapilmaz Istanbul'un Itilâf Devletleri'nce bosaltilmasi. Serves projesi ile elli bin kisi olarak tespit edilen Türk silâhli kuvvetlerinin seksen bes bine çikarilmasi ve Sevres projesinde oldugu gibi askerlerimizin ücretli asker olmasi.
Sevres projesindeki malî komisyonun kaldirilmasi disinda, Itilaf Devletleri'nin iktisadî çikarlarinin gözetilmesi, dis borçlarin ve bize yükletilecek savas tazminatinin ödenmesinin saglanmasi için Türk hakimiyeti ile bagdasabilecek bir yöntemin tayini.
Adlî ve iktisadî kapitülasyonlarda degisiklik yapilmak üzere bir komisyonun kurulmasi.
Efendiler, Itilâf Devletleri'nin ateskes anlasmasi teklifi ile ilgili ilk notalari iyice incelendikten ve ikinci ayrintili notalarinin tasidigi sartlar da görüldükten sonra, bu devletlerin Istanbul Hükûmeti ile birlik olarak bizi yoketme maksadina dayanan çalismalarla yeni bir safha açtiklari yargisina varmak pek tabiî idi. Buna karsi, durumun çok ciddî oldugunu düsünerek esasli ve büyük bir savasa hazirlanmak gerekiyordu.
Önce, bize teklif edilen sartlarin ne oldugunu millete ve dünya kamuoyuna açiklamak yerinde olurdu. Bu konudaki düsüncelerimi Bakanlar Kurulu'na bildirdim.
Her iki notaya, 5 Nisan 1922 tarihinde verilen cevabimizin ana nok- talarini hatirlatayim :
Ateskes anlasmasini ilke olarak kabul ettik. Fakat temel sart olarak, ateskes anlasmasiyla birlikte Anadolu'nun bosaltilmasi isine hemen baslanmasini da zarurî bulduk. Ateskes süresinin Anadolu'nun bosaltilma süresi olan dört aydan ibaret olmasini teklif ettik. Bosaltma isi bittigi zaman barisla ilgili ön görüsmeler sonuçlanmamis olursa, ateskesin kendiliginden üç ay daha uzamasini kabul ettik.
Bosaltma isinin nasil yapilacagi konusundaki teklifimiz de suydu :
Ateskes anlasmasinin yürürlüge girisinden baslayarak ilk on bes gün içinde Eskisehir - Kütahya - Afyonkarahisar kesimi ve anlasma süresi olan dört ay içinde, Izmir de dahil olmak üzere, isgal altindaki bütün topraklaniniz bosaltilacaktir.
Ateskes anlasmasi ile ilgili tekliflerimiz Itilâf Devletleri'nce kabul edildigi takdirde, baris tekliflerini incelemek üzere, üç hafta içinde delegelerimizi kararlastirilacak sehre göndermeye hazir oldugumuzii bildirdik.
Bu notamiza 15 Nisan 1922'de cevap verdiler. Elbette olumsuzdu. Biz de 22 Nisan'da buna cevap verdik. Bu cevabimizin sonunda, ateskes konusunda anlasmaya varilmasa bile, baris görüsmelerini geciktirmenin uygun olmayacagini bildirdik. Izmit'te bir konferans toplanmasini teklif ettik. Bu yazismalar da sonuçsuz kaldi. Beykoz'da veya Venedik'te bir konferansin toplanmasi birçok defa söz konusu oldu. Fakat, son zaferimizin kazanildigi ana kadar, bunlarin hiçbiri gerçeklesmedi.
BASKOMUTANLIK KANUNUN TARIHÇESI
Saygideger Efendiler, bizim Baskomutanligimiz ile ilgili 5 Agustos 1921 tarihli kanunun ayrica bir tarihçesi vardir. Arzu buyurursaniz, bu konuda yüksek kurulunuzu biraz aydinlatayim.
Baskomutanlik Kanunu'nun süresi birinci defa 31 Ekim l921'de ikinci defa 4 Subat 1922'de; üçüncü defa 6 Mavis 1922'de uzatildi. Her defasinda muhaliflerin türlü türlü elestiri ve hücumlarina ugradi. Özellikle üçüncü defa uzatilisi oldukça önemli bir olay haline geldi.
6 Mayis 1922 gününden önceki günlerde, zamani geldigi için, kanunun süresinin uzatilmasi Meclis'te söz konusu edilmis; ben, rahatsizligim dolayisiyla Meclis'te bulunamamistim. 5 Mayis aksami evime gelen Hükûmet üyeleri durumu söyle anlattilar :
Meclis'teki muhalifler benim Baskomutanlikta kalmami istemiyorlar. Birçak tartismali görüsmelerden sonra, teklif oya konmus fakat çogunluk saglanamamis; yani Baskomutanlik Kanunu'nun süresinin uzatilmasi kabul edilmemis, Bakanlar Kurulu üyeleri ve özellikle askerî durumu yakindan izleyen kimseler durumunda olan Genelkurmay Baskani ve Millî Savunma Bakani pek çok üzülmüsler. Meclis'in gösterdigi bu tutum karsisinda kendilerinin de göreve devamlarinda bir yarar olmayacagini ileri sürerek, istifaya kalkistilar.
MEMLEKETIN YÜKSEK ÇIKARLARI UGRUNA BASKOMUTANLIK GÖREVINE DEVAM KARARI VERDIM
Meclis'in oyunu belli ettigi dakikadan baslayarak ordu komutansiz kalmisti. Genelkurmay Baskani ve Bakanlar Kurulu da istifa ettigi takdirde, memleketin genel yönetiminde, üzerinde durup düsünülmeye deger agir bir bunalimin dogmasi kaçinilmazdi.Onun için gerek Genelkurmay Baskani'na gerek Bakanlar Kurulu'na daha yirmi dört saat sabretmelerini ve beklemelerini rica ettim. Memleketinve millî gayenin yüksek çikarlari adina, ben de Baskamutanlik göreviniyürütmeye devam kararini verdim ve bunu Bakanlar Kurulu'na da bildirdim.
Ertesi günü, yani 6 Mayis 1922'de yapilan bir gizli oturumda Meclis'e açiklama yapacagimi bildirdim. Açiklamadan önce, Baskomutanlikaleyhinde söz söylemis olan kimselerin düsüncelerini Meclis zabitlarinigetirterek, birer birer incelemis bulunuyordum.
Efendiler, sizleri fazla yormamak için arz ettigim gizli oturumdakikonusmami özetlemekle yetinecegim :
Efendiler, dedim; Baskomutanlik ve Baskomutanlik Kanunu konusunda, baslangiçta oldugu gibi bugün de kanunun gereksizliginden veyahut degistirilmesi gereginden söz eden ve Baskomutanligin varligindansikâyetçi olan kimseler vardir. Bu sikâyetçilerin hep ayni kimseler oldugu görülmektedir. Ben gereksiz bir mevkiin, bir makamin mutlaka devam ettirilmesi taraflisi degilim. Herhangi bir makama sinirsiz yetkilerverilmesini saglayacak kanunlarin da taraflisi degilim. Ancak, Baskomutanlik makaminin ve bu makama yetki veren kanunun gerekli olup olmadigina karar verebilmek için, genel durumun, askerî durumun iyice gözden geçirilmesi ve incelenmesi gerekir. Bu nokta ile ilgili düsüncelerimiarz etmeden önce, Baskomutanligin ve kanunun gereksizligi üzerine sözsöylemis olan kimselerin, bazi ifadelerini hep birlikte gözden geçirelim.
Örnek olarak, Salih Efendi(Erzurum Milletvekili), benim,Meclis'in hakkini zorla ele geçirdigimi, zorla ele geçirmek istedigimi söyleyerek, çok açik olan hakkimizi vermeyiz diye feryat etmis.
Efendiler, açik konusacagim, beni bagislayiniz; her birinizin olaganüstü yetki ile seçilmesine ve olaganüstü yetkiye sahip bir Meclis'in kurulmasina ve bu Meclis'in memleketin kaderini ele alacak bir nitelik kazanmasina çalisan benim ! Bunda basari saglamak için en yakin arkadaslarimla görüs ayriligina ve çatismaya düstüm. Bütün hayatimi, varligimi,bütün seref ve haysiyetimi tehlikeye attim. Demek oluyor ki, bu benimeserimdir. Ben eserimi alçaltmakla degil yükseltmekle görevliyim. Salih Efendi'den hiç olmazsa, beni de kendisi kadar olsun, bu Meclis'inhaklariyla ilgili saymasini rica ederim. Fazla bir sey istemem. Bu sözlerden sonra, Meclis'in hakkini zorla ele geçirmek sözünü reddeder ve oldugu gibi Salih Efendi'ye iade ederim. Böyle bir sey söz konusudegildir ve olamaz.
Efendiler, Baskomutanlik konusunun gizli oturumda görüsülmesinin uygun olacagi yolunda bir önerge verilmis. Bu da türlü sekillerde yanlis yoruma ugramis. Konunun açik oturumda görüsülmesi istenmis. Afyonkarahisar Milletvekili Mehmet Sükrü Bey, gizli oturumlarlagerçegin milletten gizlenmek istendigini söylemis. Bir defa Türkiye Büyük Millet Meelisi, yalniz yasama görevi olan bir meclis degildir. Yürütme yetkisine de sahip bulunuyor. Böyle olmasa bile, memleketin, devletinher türlü isleriyle ilgili kararlari, vaktinden önce açikca söz konusu etmek ve herkese duyurmak dünyanin neresinde görülmüstür? Özelliklesöz konusu edilen durum, düsman karsisinda bulunan bir ordunun Baskomutani ile ilgili olursa, bunu açik oturumda görüserek, lehte oldugugibi aleyhte söylenen sözleri de düsmana isittirmekte, memleketin birçikari var midir? Baskomutanin ordu üzerindeki, özellikle düsman üzerindeki etki ve nüfuzunun çok büyük olmasi gerekir. Hattâ, HüseyinAvni Bey'in burada söz konusu ettigi rahatsizligimin bile, düsmantarafindan isitilmesi sakincalidir. Buna ne gerek vardi. Görüyorsuniiz ki,konunun gizli oturumda görüsülmesinden maksat, Mehmet SükrüBey'in dedigi gibi, hiçbir vakit gerçekleri milletten gizlemek düsüncesine dayanmamaktadir. Keske açik oturumda bir sakinca olmasaydi da,Mehmet Sükrü Bey, kürsüden istediklerini bagira bagira söyleseydi. Ben de Mehmet Sükrü Bey'in sözlerindeki anlami ve gizlimaksadi millete açiklasam ve yorumlasaydim. Sükrü Efendi bilsin ki, millet onun gibi düsünmüyor. Sükrü Efendi bilsin ki, onundedigi gibi komedya oynamiyoruz. Biz, buraya komedya oynatmak içintoplanmadik. Efendiler, komedya oynayan ve oynatan Sükrü Efendi'nin kendisidir. Fakat emin olsun ki, biz o komedyaya kapilmayacagiz.Sükrü Efendi oynamak ve oynatmak istedigi komedya sonunda,yakalandigi kanun pençesinden ne kadar büyük bir alçalma ile kurtuldugunu, unutacak kadar çok zaman geçmemistir.
Efendiler, Hüseyin Avni Bey, Baskomutanlik Kanunu aleyhinde konusurken birtakim sözler sarfetmis. Yüksek Meclis'e bu tutumla milleti rezil edeceksiniz! demis. Miskinler sözünü kullanmis. Görevler sahislara bagli degildir; sahis yoktur, millet vardir gibi kurallarortaya atmis.
Gerçi asil olan millettir, toplumdur. Onun da genel iradesi Meclis'tekendini gösterir. Bu her yerde böyledir. Fakat, fertler de vardir. Meclis, memleket ve devlet islerini fertlerle sahislarla yapmaktadir. Her devletinislerini yürüten sahis ve sahislar meydandadir. Gerçegi, anlamsiz birtakim düsüncelerle inkârin yeri degildir.
Efendiler, Hüseyin Avni Bey, ikide bir de, birtakim anlamsiz sözlerle konusmami kesiyordu. Kendisine agir uyarida bulundum. Meclis'in mahalle kahvesi olmadigini söyledim. Kendisinden, milletin kâbesiolan kürsüye saygili olmasini istedim.
Efendiler, konusanlardan biri de Salâhattin Bey'dir. Salahattin Bey, bize taarruz edip edemeyecegimizi sormus imis. . .Biz de edecegiz demisiz... Kendisi de edemeyeceksiniz! demis. Veen sonunda edememisiz!.. Kendi dedigi çikmis.
Halbuki, taarruzun ertelenme sebeplerini yeri geldikçe yeterinceaçikladigimizi saniyorum. Tekrar edeyim ki, taarruz edecegiz. Düsmanivatanimizdan kovacak ve uzaklastiracagiz. Bu kararimizdan dönmeyecegiz. Kararsizligi gerektiren hiçbir sebep düsünülemez. Bundan baska, Salahattin Bey demis ki, ordu güç bakimindan en yüksek seviyeyegelmistir. Evet, ordumuz mükemmeldir; fakat, istenilen seviyeye gelmemistir. Kendisi gibi bir asker arkadasin, yüksek kurulumuzda böylekonusabilmesi için, ordunun içyüzünü bilmesi gerekir. Halbuki, Salâhattin Bey, bundan çok uzaktir. Ordu ile yakindan ilgilenenlerinsözü, yalniz benim sözüm degil, bütün komutanlarin sözü, kendisini yalanlamaktadir. Fakat hiç süphe yok ki, ordumuzu lâyik oldugu seviyeyegetirecegiz. Salâhattin Bey'in en önemli sözlerinden biri de, bizim baslica görevimiz siyaset yapmaktir seklindeki düsüncesidir. HayirEfendiler, bizim önemli ve asil olan görevimiz siyaset yapmak degildir.Bizim, bütün memleketin ve bütün milletin bugün için tek görevi, topraklanmizda bulunan düsmani süngülerimizle kovmaktir. Bunu yapamadikça, siyaset anlamsiz bir sözden ibaret kalir. Bununla birlikte, bir dakika için, Salâhattin Bey'in sözlerini kabul edelim ! Buna benengel miyim? Baskomutan engel midir? Bu sözün Baskomutanlik Kanunuile ne ilgisi vardir? Anlasiliyor ki bir engelleme ve bir zitlasma düsünülmektedir. Ben millî hedefe ulasilabilmesi için tek çikar yolun savas vesavasta basari oldugunu söylüyorum. Bütün gücümüzü, bütün kaynaklanmizi ve bütün varligimizi orduya verecegiz. Kudretimizi dünyaya tanitacagiz ve ancak ondan sonra milleti insan gibi yasatmak mümkün olacaktir ! diyorum.
Salahattin Bey, iste bu anlayisi, aklinca siyaset yapmayaengel saniyor ve konunun siyasetle çözüme baglanabilecegini zannediyor.Bir de Salahattin Bey diyor ki, bugünkü askerî durumun gerektirdigi masraflari incelemek için, Baskomutanligin varligi bir engeldir.
Efendiler, bu dogru degildir. Baskomutan, Meclis'in, malî kaynaklarin incelemesine ne zaman engel olmustur? Gelir kaynaklarimizla neyapabilecegimiz konusundaki endise belki herkesten çok beni mesgul etmektedir. Yalniz, ben, ordumuzun varlik ve kuvvetini paramiza göreayarlama görüsünü kabul edenlerden degilim. Paramiz vardir, orduyukurariz; paramiz bitti, ordu dagilsin.. Benim için böyle bir mesele yoktur. Efendiler, para vardir veya yoktur; ister olsun ister olmasin, orduvardir ve olacaktir. Bu konuda bir hatirami da aktarayim. Ben ilk defabu ise basladigim zaman en akilli ve düsünür geçinen birtakim kimselerbana sordular :
Paramiz var midir? Silâhimiz var midir? Yokturdedim. O zaman: O halde ne yapacaksin? dediler. Para olacak, orduolacak ve bu millet istiklâlini kurtaracaktir dedim. Görüyorsunuz ki,hepsi oldu ve olacaktir.
Birtakim Efendiler de, Baskomutan millete angarya yaptiriyordemisler. Halbuki kanunun memlekette angaryayi yasakladigini söylemisler. Bu dogrudur Efendiler; fakat, ihtiyaç, tehlike bize her seyi mesru göstermektedir. Ordunun ihtiyaçlari, millete angarya yaptirmayi gerektiriyorsa, bunu yapiyoruz ve en dogru kanun budur. Milletin ve ordunun yenilmemesi için, kanun buna engeldir diye, gerekli gördügüm tedbiri almaktan çekinmeyecegim.
Efendim, Kara Vasif Bey de demisler ki, her yerde Baskomutan vardir. Fakat Baskomutanlik için ayrica bir kanun yoktur. Eldeki askerî kanunlar, her komutanin oldugu gibi baskomutanin da görevve yetkilerini belirtir ve sinirlandirir. Bunu da ilim tayin ve tespit eder.
Bilinmektedir ki, devletler, biribirinden farkli hükûmet sekilleriyleidare edilirler. Sekillerine göre, baslarinda krallar, imparatorlar, padisahlar bulunur. Bazilarinin baslarinda cumhurbaskanlari vardir. Böyle memleketlerde, baskomutan, devletin basinda bulunan kimsedir. Bu kimsebaskamutanlik görevini ya kendisi yapar yahut birini vekil tayin eder.Bizim bugünkü hükûmet seklimize göre, baskomutanlik yetkisi Meclis'inmanevî sahsiyetinde toplanmistir. Bunun için, Meclis, falan veya filânkimseyi baskomutan seçtigini ifade edince, bu ifadeye kanun derler.Kral, padisah ve imparatorun buyurduguna irade dendigi gibi, Meclis'ten çikan millî iradeye de kanun adi verilir. O halde kanun vardir. Birmeclisin olaganüstü bir zamanda kendisine olaganüstü görev verdigi Baskomutan, Kara Vasif Bey'in komutanlarin görev ve yetkilerinibelirterek sinirlandirdigini isaret ettigi Askerî Ceza Kanunu ile Iç HizmetYönetimcligi çerçevesinde kalmasi gereken bir komutan degildir. KaraVasif Bey 'in ilim tayin ve tespit eder dedigi sey, büsbütün baskadir. Askerlik ilim ve teknikleri, askerlik sifatini ve Baskomutan olacakkimsede bulunmasi gereken vasiflari siralar, açiklar ve ögretir. Yoksa,insanlari baskomutanliga getirme isi, komuta edilecek ordunun asil sahibi veya mesru vekilleri tarafindan yapilir. Baskomutanlik vasiflarinitasiyorum diyen bir kimsenin o mevkiye kendiliginden gelebilmesininanlami ise büsbütün baskadir.
Kara Vasif Bey, bir de demis ki; Baskomutan, cepheningerisindeki islerle ugrasmasin ! Bu düsünce yanlistir. Cephenin insan sayisiyla, yiyecegi, giyecegi, silâh ve cephanesi ve daha baska eksiklikleriyleilgili bulunan Baskomutan, elbette bütün bunlarin geride bulunan kaynaklariyla da ilgilidir. Kara Vasif Bey, bu ileri sürdügü düsünceyi hangi kitapta, hangi alanda, hangi yerde görmüs ! Gerçi, hem cepheile hem de gerideki birçok islerle ugrasmak güçtür. Bir adam hem cepheye komuta edecek, savas idare edecek, hem de bu islerle birlikte cephegerisinde birçok seylerin yapilmasini saglayacak. Bunu bir adam nasilyapabilir? Süphesiz yapar. Fakat yapar dedigim zaman, Baskomutan suan cepheye komuta eder, sonra kalkar oradan filân yere gider, yiyecekisini yoluna koyar; filân yere de gider ordunun ikmal isini yapar demekdegildir.
Üzerlerine büyük isler almamis olari insanlarin bu konudaki kararsizliklarini çok görmemelidir. Bakiniz, size bir örnek vereyim :
Bençok acemi komutanlar gördüm. Söz gelisi, bir alay komutani, yeni tümenkomutani olmus veya bir tümen komutani yeni kolordu komutani olmus;biraz da tecrübesiz! Daha tecrübe edinmeye zaman bulamadan, güç durumlar karsisinda kalmis. Görevi boyunca bir tümene alismis iken, düsman karsisinda iki veya üç tümene birden komuta etmek zorunda kalinca, kararsizliga düsmesi ve güçlüklere ugramasi olagandir. Bir tek tümene komuta ettigi zaman, tümenin bütün birliklerini elden geldtgi kadarayni anda görüp idare edebilen acemi komutan, gözden uzak mevzilerdeyer alan iki üç tümenin Muharebesini idare etmek zorunda kalinca, kendikendine : Ben hangi tümenin yaninda bulunayim, onun mu, bunun mu?Orada mi, burada mi? diye sorar...
Hayir! Ne orada bulunacaksin, ne de burada! Öyle bir yerde bulunacaksin ki, hepsini idare edeceksin. O zaman : Ben hiç birini gerektigigibi göremem! der. Tabiî göremezsin, elbette gözlerinle göremezsin! Akilve ferasetinle görmek gerekir.
ORDUNUN KIPIRDANAMAYACAGINI IDDIA EDEN BIR GAFILI ALKISLAYANLAR
Vasif Bey, bir konusmasinda demis ki : Biz Sakarya Muharebesi'nden sonra, iste hâlâ kipirdayamadik, kipirdayamiyoruz. Bu söz, bazilarinin bravo sesleriyle ve alkislariyla karsilanmis.
Efendiler, buna pek üzüldüm ve kahroldum, çok utanç duydum. Ordunun kipirdamamasini ve kipirdamayacagini iddia eden bir gafilin sözlerini alkislamak, cidden çok gariptir. Rica ederim, bunu burada gömelim, kimse isitmesin !
Iste Efendiler, Baskomutanligin gereksizligini ispatlamak için söylenen sözlerin belli baslilari bunlardan ibaretti. Benim de bu sözlere verebilecegim karsiliklar dinlendi. Bundan sonra düsünüp karar vermek Meclis'e düser. Yalniz bir gerçegi gözler önüne sermek zorundayim. YüceMeclis'in, Baskomutanligin geregine inandigina süphe olmamakla birlikte, muhalefetin, hiç bir temele dayanmayan tutumu, Meclis kararinin istenilmeyen bir sekilde çikmasina yol açti. Bunun sonucu ne oldu, Efendiler, biliyor musunuz? Baskomutanlik iki gündür belirsiz bir durumdave bosluktadir. Su dakikada ordu komutansizdir. Eger ben orduya komuta etmekte devam ediyorsam, kanunsuz olarak komuta ediyorum. Meclis'te beliren oy sonuçlarina göre, hemen komutadan el çekmek isterdim.
Baskomutanligimin sona erdigini hükümete bildirdim. Fakat, önlenmesiimkânsiz bir felâkete meydan vermeme mecburiyeti ile karsi karsiya geldim. Düsman karsisinda bulunan ordumuz bassiz birakilamazdi. Bununiçin birakmadim, birakamam ve birakmayacagim.
Saygideger Efendiler, bu gizli oturumda, muhaliflerin hükûmetive orduyu yikmak için öteden beri kurcaladiklari daha birtakim noktalar üzerinde hemen hemen düelloyu andiran tartismalar oldu. Sonunda geregi gibi aydinlanmis olan Meclis, oyunu su yolda belirtti :
11 red,15 çekimsere karsi 177 oyla Baskomutanlik Kanunu'nun süresi uzatildi.
ORDUNUN MADDI VE MANEVI GÜCÜ, MILLI GAYEYI TAM BIR GÜVENLE GERÇEKLESTIRECEK DÜZEYE YÜKSELMISTI
Efendiler, üç ay sonra, yani 20 Temmuz 1922 tarihinde, Baskomutanlik Kanunu, süresi bittigi için yeniden görüsme konusu oldu. Bu defa Meclis'te yaptigim genel konusmanin bir kismini oldugu gibi bilginize sunmama müsaadenizi rica ederim. Demistim ki :
Artik ordumuzun maddi ve manevi gücü, olaganüstü hiçbir tedbire ihtiyaç duyurmaksizin, milli gayeyi tam bir güvenle gerçeklestirecek düzeye ulasmistir. Bu bakimdan, olaganüstü yetkilerin devam ettirilmesine gerek ve ihtiyaç kalmadigi görüsündeyim.
Bugün ortadan kalktigini görmekle sevindigimiz bu ihtiyacin, bundan sonra da dogdugunu görmemekle mutlu olacagiz. Baskomutanlik görevinin süresi, olsa olsa Misak-i Millî'mizin özüne uygun kesin bir sonuca ulasacagimiz güne kadar uzar. Mutlu sonuca güvenle ulasacagimiza süphe yoktur. O gün, degerli Izmir'imiz, güzel Bursa'miz, Istanbul'umuz, Trakya'miz ana vatana katilmis olacaktir. O mutlu gün gelince, bütün milletle birlikte, en büyük mutluluklara erismekle seref duyacagiz.
Benim bundan baska ikinci bir mutlulugum daha olacaktir ki, o da kutsal dâvâmiza basladigimiz gün bulundugum duruma dönebilmekligim imkânidir. Dünyada, milletin bagrinda serbest bir fert olabilmek kadar büyük bir mutluluk var midir? Gerçekleri bilen, kalbinde ve vicdaninda manevi ve kutsal hazlardan baska zevk tasimayan insanlar için, ne kadar yüksek olursa olsun, maddi makamlarin hiçbir degeri yoktur.
Efendiler, bu görüsmelerin sonunda, Baskomutanligin süresiz olarak bana verilmesi kararina varildi.
MUHALIF GURUBUN MECLISTE'KI FAALIYETI
Saygideger Efendiler, muhalif grubun Meclis'teki faaliyeti, bizi kendisiyle biraz daha ugrastiracaktir. Ikinci Grup adini alan muhalifler, olumsuz yoldaki direnmelerini uzun süre denediler. Bakanlar Kurulu'nun seçim seklini düzenleyen 8 Temmuz 1922 tarihli kanunla, Bakanlarin ve Bakanlar Kurulu Baskani'nin dogrudan dogruya Meclis'çe ve gizli oyla seçilmeleri saglandi. Böylece, Bakanlar Kurulu Baskanligi'ndan fiilen uzaklastirilmis oldugum gibi, Bakanlarin da benim gösterecegim adaylar arasindan seçilmesi ile ilgili hüküm kaldirilmis oldu.
RAUF BEY BAKANLAR KURULU BASKANI OLDU
Muhalif grup, bundan sonra saldiriya geçti. Rauf Bey'i Bakanlar Kurulu Baskanligi'na getirmeye çalisti. Bunda basari da sagladi. Muhaliflerin gizli niyetlerini anliyordum. Bununla birlikte Rauf Bey' i yanima davet ettim. Meclis'teki çogunlugun kendisini BakanlarKurulu Baskani olarak seçme egiliminde oldugunu, bunun bence de uygun görüldügünü söyledim. Rauf Bey, kararsiz bir tavir takindi.Bakanlar Kurulu Baskanligi'nin bir görevi yoktur dedi. Rauf Beydemek istiyordu ki, Büyük Millet Meclisi'nin Baskani, Bakanlar Kurulu'nun da tabiî baskanidir. Bakanlar Kurulu'nun aldigi kararlar onun tarafindan onaylanmadikça yürürlüge girmez. Buna göre, Bakanlar KuruluBaskani'nin bir yetkisi ve serbestligi yoktur. Gerçekten de Teskilât-iEsasiye Kanunu geregince durum böyleydi. Bununla birlikte, sonundaBakanlar Kurulu Baskanligi'ni kabul etti. Rauf Bey, 12 Temmuz1922 tarihinden 4 Agustos 1923 tarihine kadar bu görevde kaldi.
Efendiler, bir nokta dikkatinizi çekmistir. Kara Vasif Bey'leRauf Bey, muhalefetin dogusunda, desteklenmesinde ve yönetiminde, daha ilk günden birlik olmuslar ve liderligini yapmislardir. FakatRauf Bey, açiktan açiga Ikinci Grup'a geçmeyerek, bizim içimizdekalma durumunu tercih ediyor. Bu durum üç yil sürdü. Rauf Bey'e sonunda kendi ifadesiyle :
Bizimle birlikte imis gibi görünmeye artik imkân kalmadigi zaman ayriligini ilân etmek zorunda kaldi.
Efendiler, muhaliflerin, Meclis'te ordu aleyhine baslattiklari hava devam ediyordu. Sürekli ve atesli bir sekilde ordunun taarruz kabiliyeti olmadigindan ve artik konuyu siyasî tedbirlerle bir çözüme baglayarak sonuçlandirinanin kaçinilmaz oldugundan etkili bir sekilde söz ediyorlardi.
-
Sakarya meydan muharebesi ve müteakip gelismeler
SAKARYA MEYDAN MUHAREBESI
Saygideger Efendiler, olaylari Sakaiya Meydan Muharebesi'ne getirmek istiyorum. Fakat, bunun içinmüsaade buyurursaniz, ufak bir giris yapacagim. Ikinci Inönü Muharebesi'nden sonra, üç ay kadar bir zaman geçti. Ondan sonra 10 Tenzmuz 1921tarihinde, Yunan ordusu yeniden cephemize genel taarruza. giristi. Butarihten önceki günlerde taraflarin durumu söyleydi :
Bîzim ordumuz, baslica Eskisehir ve Eskisehir'in kuzeybatisindakiInönü mevzileri ile Kütahya - Altintas dolaylarinda yiginak yapmisti. Afyonkarahisar dolaylarinda iki tümenimiz vardi. Geyve ve Menderes dolaylarinda da birer tümenimiz bulunuyordu.
Yunan ordusu da, Bursa'da bir, Usak dogusunda iki kolordusunutoplu olarak bulunduruyordu. Menderes'te de bir tümeni vardi.
Yunanlilann bu taarruzu ile baslayan ve Kütahya - Eskisehir Muharebeleri adiyla anilan bir sira muharebeler vardir. Bunlar on bes günsürmüstür. Ordumuz 25 Temmuz 1921 aksami büyük kismiyla Sakarya'nin dogusuna çekilmisti. Ordumuzun çekilmesini zarurî kilan sebeplerinbaslicasina isaret edeyim :
Ikinci Inönü Muharebesi'nden sonra genel seferberlik yapmis olanYunan ordusu, insan, tüfek, makineli tüfek ve top sayisi bakimindan ordumuzdan önemli derecede üstündü. Temmuzda, Yunan ordusu taarruzageçtigi zaman millî hükûmetin durumu ve Millî Mücadele'nin gelismesi,bizim genel seferberlik ilân ederek, milletin bütün kaynak ve imkânlarini,baska bir sey düsünmeden düsman karsisinda toplamaya daha elverislive yeterli görülmemisti. Iki ordu arasindaki kuvvet, vasita ve sartlar bakimindan kendini gösteren nispetsizligin elle tutulur baslica sebebi budur.Bunun sonucu olarak, biz, daha tümenlerimizin tasit araçlarini bile tamamlayamadigimizdan, bunlarin hareket güçleri yoktu. Yunan milletinin bütün kuwetiyle yaptigi bu taarruz karsisinda, bizim askerlik bakimindan asil görevimiz, Millî Mücadele'nin basindan beri yürütegeldigimizgörev idi ki, o da, her Yunan taarruzu karsisinda kaldikça, bu taarruzudirenerek ve uygun hareketler yaparak durdurup etkisiz birakmak ve yeniorduyu kurmak için zaman kazanmak seklinde özetlenebilir. Son düsmantaarruzu karsisinda da, bu aslî görevi gözden uzak tutmamak sartti. Budüsünceyle, 18 Temmuz 1921 tarihinde, Ismet Pasa'nin Eskisehir'ingünebatisinda, Karacahisar'da bulunan karargâhina giderek, durumuyakindan inceledikten sonra, Ismet Pasa'ya genel olarak su direktifivermistim :"Orduyu, Eskisehir'in kuzey ve güneyinde topladiktan sonra,düsman ordusuyla aramizda büyük bir açiklik birakmak gerekir ki, orduyu derleyip toparlamak ve güçlendirmek mümkün olabilsin. Bunun içinSakarya'nin dogusuna kadar çekilmek yerindedir. Düsman hiç durmadantakip ederse, hareket üssünden uzaklasacak ve yeniden menzil hatlari kurmaya mecbur olacak; herhalde bekleinedigi birçok güçlüklerle karsilasacak; buna karsilik bizim ordumuz toplu bulunacak ve daha elverisli sartlara sahip olacaktir. Bu sekildeki çekilisimizin en büyük sakincasi, Eskisehir gibi önemli yerlerimizi ve birçok topraklarimizi düsmana birakmaktan dolayi kamuoyunda dogabilecek manevî sarsintidir. Fakat kisazamanda elde edebilecegimiz basarili sonuçlarla, bu sakincalar kendiliginden ortadan kalkacaktir. Askerligin geregini kararsizliga düsmedenuygulayalim. Baska türden sakincalara karsi koyabiliriz. "
ORDUNUN BASINA GEÇMEMI ISTEYENLER
Efendiler, gerçekten de tahmin ettigim manevi sakincalar hemen kendini gösterdi. Ilk duyarlik Meclis'te belirdi. Özellikle muhalifler, kötüm'ser nutuklarla feryada basladilar :ss En sonunda, Mersin Milletvekili Salâhattin Bey, kürsüden benim adimi söyleyerek : "Ordunun basina geçsin!" dedi. Bu teklifekatilanlar çogaLdi. Buna karsi olanlar da vardi.
Efendiler, bu görüs ayriliklarinin sebepleri üzerinde biraz açiklamada bulunmak uygun olur. Bir defa, benim dogrudan dogruya ordununbasina geçmem teklifinde bulunanlarin düsünce ve maksatlarini ikiyeayirmak mümkündür. Benim ve benimle birlikte birçoklarinin o zamananladigimiza göre, birtakim kimseler, artik ordunun büsbütün yenildigine,durumun iadesine imkân kalmadigina, bundan dolayi da dâvânin, güttügümüz millî dâvânin kaybedildigi yargisina varmislardi. Bu sebeplerleduyduklari öfke ve hincin acisini benden almak istiyorlardi. Istiyorlardiki, kendi zanlarina göre bozguna ugramis ve bozgunu devam edecek olanordunun basinda benim de sahsiyetim bozguna ugrasin! Diger birtakimkimseler, diyebilirim ki çogunluk, bana karsi duyduklari güven dolayisiyla, samimî olarak ordunun basina geçmemi arzu ediyorlardi.
Simdilik komutanligi fiilî olarak üzerime almami sakincali görenlerin de düsüncesi suydu :
Ordunun bundan sonraki herhangi bir savasta basari kazanamayipyeniden geri çekilmesi, uzak bir ihtimal degildir. Bu durumlarda ben,fiilen ordunun basinda bulunursam, genel kanaate göre son ümidin deyitirilmis oldugu gibi bir inanç dogabilir. Oysa, genel durum, daha sontedbir, son çare ve son kuvvetlerin feda edilmesini gerektirecek bir nitelikte degildir. Bundan dolayi, kamuoyunda son ümidin korunabilmesiiçin benim askerî harekâti sahsen yürütme zamanim gelmemistir.
BASKOMUTANLIGI KABUL EDIYORUM
Ben, görüsmeler ve tartismalarla ortaya çikan bu görüsleri, gerektigi kadar gözönünde tutuyor ve inceliyordum. Son görüsü savunanlar, mantiga dayanan kuvvetli sebepler ileri sürüyorlardi. Samimiyetsiz isteklerde bulunanlarin yaygaralari, baskomutanligi üzerime almami içtenlikle teklif edenlerde, derin ve kaygi verici etkiler yapmaya basladi. Benim fiilen baskomutanligi üzerime almam, bütün Meclis'te son çare ve son tedbir olarak görüldü.
Meclis'in bu görüsü çabucak Meclis disinda da yayildi. Benim ses çikarmayisim ve komutayi fiilen üzerime almaya yanasmayisim, adeta felâketin kesin ve yakin olacagi düsünce ve inancini yaygin bir duruma getirdi. Bunu anlar anlamaz derhal kürsüye çiktim.
Efendiler, bu anlattigim durum, 4 Agustos 1921 günü bir gizli oturumda geçiyordu. Üyelerin bana karsi gösterdikleri yakinlik ve güvene tesekkür ettikten sonra, Baskanlik makamina söyle bir önerge verdim :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Yüce Baskanligina
Meclisin pek sayin üyelerinin genel olarak beliren istek ve talepleri üzerine, Baskomutanligi kabul ediyorum. Bu görevi sahsen üzerime almaktan dogacak yararlari azamÎ çabuklukla elde edebilmek, ordunun maddî ve manevî gücünü en kisa zamanda artirip en yüksek seviyeye çikarmak, sevk ve idaresini bir kat daha kuvvetlendirmek için, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin sahip oldugu yetkileri, fiilen kullanmak sartiyla üzerime aliyorum. Ömrüm boyunca, millî hâkimiyetin en sadik bir kulu oldugumu millete bir defa daha gösterebilmek için, bu yetkinin üç ay gibi kisa bir süreyle sinirlandirilmasini ayrica rica ederim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Baskani Mustafa Kemal
BASKOMUTANLIGIMA YAPILAN ITIRAZLAR
Efendiler, bu önergem, dogruluktan yanaymis gibi görünerek tekliflerde bulunanlarin gizli düsüncelerini açiga vurnialarina yol açti. Derhal itirazlar basladi. dediler. 0, Büyük Millet Meclisi'ninmanevî sahsiyeti içindedir. Baskomutan Vekili denilmelidir.
Ikinci olarak, "Meclis'in yetkilerini kullanmak gibi bir imtiyazin verilmesi asla söz konusu olamaz" düsüncesini ileri sürdüler. Ben, padisah ve halifeler tarafindan verilegelmis eski bir ünvani takinamayacagimi; yerine getirecegim görev, fiilen baskomutanlik olduguna göre, bu ünvani oldugu gibi vermekten kaçinmanin yersizligini ilerisürerek görüsümde direndim. Durum, Meclis'in degerlendirdigi ve belirttigi gibi olaganüstü olduguna göre, benim de alacagim kararlarin ve yapacagim islerin olaganüstü olmasi gerekecegine süphe yoktu. Düsünceve kararlarimi çabuk ve sert bir sekilde yürütmek ve uygulamak zarureti vardi. Hükûmetten ve Meclis'ten izin istemekle dogacak gecikmeleredurum elverisli olmayabilirdi. Bütün memleketi ve memleketin bütünkaynaklarimi ilgilendiren emir ve tebliglerim için, her isin ilgili bakanindan veya Bakanlar Kurulu'ndan olur ve izin almak, benim yapacagimBaskomutanliktan beklenen yararlari saglayamazdi. Onun için kayitsiz vesartsiz emir verebilmeliydim. Bunun için de Büyük Millet Meclisi'ninyetkisi benim kisiligimde belirmeliydi. Bunu, basari için zarurî görüyordum. Onun için bu noktada israr ettim.
Salâhattin Bey, Hulûsi Bey gibibirtakimmilletvekilleri, Meclis'in, kendi yetkisini bir baskasina vermekle isleyemez duruma geleceginden, milletten aldigi vekâleti baskasina devretme hakki bulunmadigini ve aslinda orduya komuta edecek bir kimseye Meclis'e aityetkilerin verilmesinin söz konusu olamayacagini, buna gerek de olmadigini belirttiler. Meclis'in yetkisini kullanabilecek bir kimseye, milletvekillerinin sahsen güvenemeyecekleri ihtimalinden söz edenler de oldu.
Ben bu düsüncelerin iiiçbirine karsi çikmadim. Hepsini dogru buldugumu belirttim. Meclis'in bu noktayi çok dikkatle ve önemle düsünüpincelemesini söyledim. Yalniz, sahislarindan korkanlarin, telâslarina yerolmadigini söyledim. 4 Agustosta bu konu bir karara baglanamadi. Görüsme, 5 Agustos 1921 günü de devam etti. Bugün bazi milletvekillerindeki karar sizligin iki noktada toplandigi anlasildi. Birincisi : Meclis'invarliginin herhangi bir sekilde is göremez duruma getirilmesi; ikincisi deüyelerden herhangi biri için keyfî ve kanunsuz islem yapilmasi...
Bu süphe ve kararsizliklari giderecek sekilde konustuktan ve açikIamalar yaptiktan sonra, yapilacak kanuna da bu hususlarla ilgili baglayici hükümler konmasinin yerinde oldugunu belirttim ve vermis oldugum önergeyi buna göre bazi maddeler haline getirerek bir tasari seklinde Meclis'e sundum. Iste bu tasari maddeleri üzerinde yapilan görüsmeler sonunda, bana Baskomutanlik ünvaninin verilmesiyle ilgili, 5 Agustos192l tarihli kanun çikti. Bu kanunun ikinci maddesine göre bana verilmisolan yetki suydu : "Baskomutan, ordunun maddî ve manevî gücünü büyük ölçüde artirmak, sevk ve idaresini bir kat daha saglamlastirmak için Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bununla ilgili yetkisini Meclis adina fiilen kullanabilir."
Bu maddeye göre benim verecegim emirler kanun olacakti. Efendiler, bu ünvanin verilisinden dolayi, "Meclis'in bana karsi gösterdigi güvene layik oldugumu az zamanda ispatlamayi basaracagim"dedikten sonra, Meclis'ten bazi ricalarda bulundum : Örnek olarak, MillîSavunma Bakanligi ve Genelkurmay Baskanligi görevlerini yapmakta olan
Fevzi Pasa Hazretleri'nin alniz Genelkurmay in isleri ileugrasabilmesi için, Içisleri Bakanligi görevinde bulunan Refet Pasa'nin Milli Savunma Bakanligi'na getirilmesi ve onun yerine bir baskasinin seçilmesi gibi...
Özellikle, Meclis'in ve Bakanlar Kurulu'nun içeriye ve disariya karsisükûnet içinde ve çok güçlü bir durum ve göri.inüste kalmasinin önemlioldugunu, ufak tefek sebeplerle Bakanlar Kurulu'nu sarsmanin dogru olmadigini arz ettim. Kanun teklifi, o gi.in açik oturumda okundu. Öncelikle görüsüldü ve ad okunarak oylandi. Oy birligiyle kabul edildi.
Bu münasebetle yaptigim kisa bir konusmanin bir iki cümlesini,tekrar etmeme müsaade buyurmanizi rica ederim. O cümleler sunlardi : "Efendiler, zavalli inilletimizi esir etmek isteyen düsmanlari mutlaka yenecegimize olan güven ve inancim bir dakika olsun sarsilmamistir. Su dakikada, bu kesin iiiancimi yüksek hey'etinize karsi, bütün millete karsi bütüin dünyaya karsi ilân ederim."
BASKOMUTANLIGI FIILI OLARAK ÜZERIME ALDIM
Saygideger Efendiler, Baskomutanligi fiilî olarak üzerime aldiktan sonra birkaç gün Ankara'da çalistim.
Genelkurmay Baskariligi'nin ve Millî Savunma Bakanligi'nin bütünkadrosu ile Baskomutanlik karargâhini kurdum. Bu iki makamin ortakçalismalarini Baskomutanlikta uyumlu bir sekilde birlestirmek; bundanbaska orduyu ilgilendiren ve Baskomutanlik yoluyla çözümü gerekenöteki bakanliklara ait isleri yürütebilmek için de yanimda küçük bir bürokurdum.
Ankara'daki çalismalarim, yalniz, ordunun insan ve tasit araçlaribakimindan gücünün artirilmasi, yiyecek ve giyeceginin saglanip düzenekonmasiyla ilgili tedbirler almak ve hazirliklar yapmakla geçti.
Bu sözünü ettigim hususlari gerçeklestirmek için ikigün içinde, 7, 8 Agustos 1921 tarihlerinde, Tekâlif-i Milliye Emri adialtinda yaptigim genel tebliglerden her biri için kisaca bilgi vereyim. Birsavasin kazanilmasinda en küçük seylerin bile dikkate alinmasi gerektigini gösterebilmek için bunlari bilginize sunmayi yararli bulurum :
1 sayili emrimle heT ilçede bir Tekâlif-i Milliye Komisyonu kurdurdum. Bu komisyonlarca toplanan malzemenin, ordunun çesitlibölümlerine dagitimi seklini düzenledim.
2 sayilip emrime göre, vatanin her ailesi birer kat çamasir, birerçift çorap ve çarik hazirlayip Tekâlif-i Milliye Komisyonu'na teslim edecekti.
3 sayili emrimle, tüccarin ve halkin elinde bulunan çamasirlikbez, amerikan, patiska, pamuk, yikanmis ve yikanmamis yün ve tiftik,erkek elbisesi dikmeye yarayan her türlü kislik ve yazlik kumas, kalinbez, kösele, vaketa, taban astarligi sari ve siyah mesin, sahtiyan,dikilmis ve dikilmemis çarik, potin, demir kundura çivisi, tel çivi, kundura ve saraç ipligi, nallik demir ve yapilmis nal, mih, yem torbasi, yular,belleme, kolan, kasagi, gebre, semer ve urgan stoklarindan yüzde kirkina, bedeli sonradan ödenmek üzere el koydum.
4 sayili emrimle, eldeki bugday, saman, un, arpa, fasulye, bulgur,nohut, mercimek, kasaplik hayvan, seker, gaz, pirinç, sabun, yag, tuz, zeytinyagi, çay, mum stoklarindan yine yüzde kirkina, bedeli sonradan ödenmek üzere el koydum.
5 sayili emrimle, ordu ihtiyaci için alinan tasit araçlari disinda,halkin elinde kalan tasit araçlariyla, yüz kilometrelik bir uzakliga kadar,ayda bir defa olmak üzere, parasiz askerî ulasim yapilmasini mecburtuttum.
6 Sayili emrimle, ordunun giyimine ve beslenmesine yarayan bütün sahipsiz mallara el koydum.
7 sayili emrimle, halkin elinde bulunan savasta ise yarar bütünsilâh ve cephânenin üç gün içinde teslimini istedim.
8 sayili emirle, benzin, vakum, gres, makine, don, saatçi ve tabanyaglari, vazelin, otomobil ve kamyon lâstigi, solisyon, buji, soguk tutkal,Fransiz tutkali, telefon makinesi, kablo, pil, çiplak tel, yalitkan maddelerve bunlar türünden malzeme ve asit sülfi,irik stoklarinin yüzde kirkinael koydum.
9 sayili emirle demirci, marangoz, dökümcü, tesviyeci, saraç, ;arabaci esnaflari ve imalâthaneleriyle, bu esnaf ve imalâthanelerin is çikarabilme güçleri ve kasatura, kiliç, mizrak ve eyer yapabilecek ustalarinadlariyla birlikte sayilarini ve durumlarini tespit ettirdim.
10 sayili emirle, halkin elinde bulunan dört tekerlekli yayli araba,dört tekerlekli at ve öküz arabalariyla, kagni arabalarinin bütün takimve hayvanlariyla birIikte binek ve topçeker hayvanlarinin, katir ve yükhayvanlarinin, deve ve esek sayisinin yüzde yirmisine el koydurdum.
Efendiler, emirlerimin ve tebliglerimin yerine getirilmesi için kurdugum Istiklâl Mahkemeleri'ni Kastamonu, Samsun, Konya, Eskisehirbölgelerine gönderdim. Ankara'da da bir mahkeme bulundurdum.
MILLI VERGILER EMRI
Ondan sonra Efendiler, 12 Agustos 1921 günü, Ge nelkurmay Baskani Fevzi Pasa Hazretleriy'lebirlikte Polatli'ya cephe karargâhina gittim.
Düsman ordusunun cephemize yüklenerek sol kanadimizdan kusatacagi yargisina varmistik. Bu görüse dayanarak tam bir cesaretle gerekliitedbirleri aldirdim ve yapilacak hazirliklari yaptirdim. Olaylar görüsümüzü dogruladi. Düsman ordusu, 23 Agustos 1921'de ciddî olarak cephemizodogru ilerlemeye basladi ve taaruza geçti. Birçok kanli, bunalimli safhalarve dalgalar oldu. Düsman ordusunun üstün gruplari, savunma hattimizinbirçok parçalarini kirdilar. Bu ilerleyen düsman birliklerinin karsisinakuvvetlerimizi yetistirdik.
Meydan muharebesi yüz kilometrelik eephe üzerinde oluyordu. Solkanadimiz, Ankara'nin elli kilometre güneyine kadar çekilmisti. Ordumuzun yönü batiya iken güneye döndü. Arkasi Ankara'ya iken kuzeye çevrildi. Cephenin yönü degistirilmis oldu. Bunda hiçbir sakinca görmedik.Savunma hatlarimiz kisim kisim kiriliyordu. Fakat kirilan her kisminyerine en yakin bir yerde hemen yeni bir savunma hatti kuruluyordu. Savunma hattina çok ümit baglamak ve onun kirilmasiyla, ordunun büyüklügii ölçüsünde çok gerilere çekilmek gerektigi teorisini çürütmek içinmemleket savunmasini baska türlü ifade etmeyi ve bu ifademde direnerek siddet göstermeyi yararli ve etkili buldum. Dedim ki :
CEPHE KARARGAHINA HARAEKET
Düsman ordusunun cephemize yüklenerek sol kanadimizdan kusatacagi yargisina varmistik. Bu görüse dayanarak tam bir cesaretle gereklitedbirleri aldirdim yapilacak hazirliklari yaptirdim. Olaylar görüsümüzü dogruladi. Düsman ordusu, 23 Agustos 1921'de ciddî olarak cephemizedogru ilerlemeye basladi ve taaruza geçti. Birçok kanli, bunalimli safhalarve dalgalar oldu. Düsman ordusunun üstün gruplari, savunma hattimizinbirçok parçalarini kirdilar. Bu ilerleyen düsman birliklerinin karsisinakuvvetlerimizi yetistirdik.
Meydan muharebesi yüz kilometrelik cephe üzerinde oluyordu. Solkanadimiz, Ankara'nin elli kilometre güneyine kadar çekilmisti. Ordumuzun yönü batiya iken güneye döndü. Arkasi Ankara'ya iken kuzeye çevrildi. Cephenin yönü degistirilmis oldu. Bunda hiçbir sakinca görmedik.Savunma hatlarimiz kisim kisim kiriliyordu. Fakat kirilan her kisminyerine en yakin bir yerde hemen yeni bir savunma hatti kuruluyordu. Savunma hattina çok ümit baglamak ve onun kirilmasiyla, ordunun büyüklügü ölçüsünde çok gerilere çekilmek gerektigi teorisini çürütmek içinmemleket savunmasini baska türlü ifade etmeyi ve bu ifademde direnerek siddet göstermeyi yararli ve etkili buldum. Dedim ki :
SAVUNMA HATTI YOKTUR, SAVUNMAZ HATTI VARDIR
Savunma hatti yoktur, savunma sathi vardir. O satih bütün vatandir. Vatanin her karis topragi
Vatandasin kaniyla islanmadikça terk olunamaz.Onun için küçük büyük her birlik bulundugu msvziden atilabilir. Fakatküçük büyük her birlik, ilk durabildigi noktada yeniden düsmana cephekurup savasa devam eder. Yanindaki birligin çekilmeye mecbur oldugunu gören birlikler ona tâbi olamaz. Bulundugu mevzide sonuna kadar dayanmaya ve karsi koymaya mecburdur.
Iste ordumuzun her ferdi, bu sistem içinde her adimda en büyükfedakârligini göstererek ve düsmanin üstün kuvvetlerini yipratip yokederek, sonunda onu, taarruzuna deiram güç ve kudretinden yoksun birduruma getirdi.
Muharebe durumunun bu safhasini sezer sezmez hemen özelliklesag kanadimizla Sakarya irmagi dogusunda düsman ordusunun sol kanadina ve daha sonra cephenin önemli yerlerinde karsi taarruza geçtik.Yunan ordusu yenildi ve geri çekilmeye mecbur oldu.13 Eylül 1921 günüSakarya irmaginin dogusunda düsman ordusundan eser kalmadi. Böylece23 Agustos gününden 13 Eylül gününe kadar, bu günler de dahil olmaküzere, yirmi iki gün yirmi iki gece araliksiz devam eden büyük ve kanliSakarya Meydan Muharebesi yeni Türk devletinin tarihine, dünyatarihinde pek az rastlanan büyük bir meydan muharebesi örnegi kaydetti.
Saygideger Efendiler, Baskomutanlik görevini fiilen üzerime aldigim zaman, Meclis'e ve millete mutlaka basaracagimiz yolundaki kesininancimi arz ve ilân etmekle ve bu inancimi, varligimin bütün haysiyetiniortaya atarak gerçeklestirmekle ilk manevî görevimi yapmis oldugumusanirim. Ondan sonra, önemli maddî görevlerim de vardi. Onlardan biri,savas ve muharebe karsisinda millete aldirmaya mecbur oldugum durumidi.
BÜTÜN TÜRK MILLETINI CEPHEDE BULUNA ORDU KADAR, DUYGU,
Bildiginiz gibi savas ve muharebe demek; iki milletin, yalniz iki ordunun degil, iki milletin bütün varliklariyla bütün maddî ve manevî kuvvetleriyle, biri biriyle karsi karsiya gelmesi ve biribiriyle vurusmasi demektir. Bunun içindir ki,bütün Türk milletini cephede bulunan ordu kadar duygu, düsünce ve hareket bakimindan savasla ilgilendirmeliydim. Yalniz düsman karsisindabulunanlar degil köyünde, evinde, tarlasinda bulunan herkes, milletinher ferdi silâhla vurusan savasçi gibi kendini görevli sayarak bütün varligini yalniz mücadeleye verecekti. Bütün maddî ve manevî varligini vatan savunmasina vermekte agir davranan ve titizlik göstermeyen milletler, savas ve muharebeyi gerçekten göze almis ve basarabileceklerineinanmis sayilmazlar.
Gelecekteki harplerin tek basari sarti da en çok bu arz ettigimnoktaya bagli olacaktir. Avrupa'nin askerlik bakimindan ileri durumdaolan büyük milletleri, daha simdiden bu tutumu kanun haline getirmeyebaslamislardir. Biz, Baskomutan oldugumuz zaman, Meclis'ten bir vatanisavunma kanunu istemedik. Fakat, Meclis'ten aldigimiz yetkiye dayanarak bu amaci kanun niteligiideki belirli emirlerle saglamaya çalistik.Millet, bundan sonra, bugüne kadar olan tecri.ibeleri de dikkatle gözdengeçirerek aziz vatana taarruzu imkânsiz kilan sebep ve sartlan daha açikve daha kesin olarak tespit eder.
BÜYÜK MILLET MECLISI'NCE BANA "MARESAL" RÜTBESIYLE "GAZI" ÜNVANININ VERILMESI
Efendiler, diger bir görevim de, ordu içinde, muharebe saflari arasinda bizzat muharebeye katilmak ve savasi bizzat yönetmekti. Bunu da gücümün yettigi ölçüde, hattâ bir kaza sonucu sol kaburga kemiklerimden birinin kirilmis olmasina ragmen, bütün varligimla en iyi sekilde yapmaya çalistigimi sanirim. Sakarya Muharebesi'nin sonuna kadar askerî bir rütbem yoktu. Ondan sonra, Büyük Millet Meclisi'nce bana Maresal rütbesiyle Gazi ünvani verildi.Osmanli Devleti'nin rütbesinin, yine o devlet tarafindan geri alinmis oldugunu biliyorsunuz.
-
FRANSIZ HÜKÜMETI ILE YAPILAN GÖRÜSMELER VE ANKARA ANTLASMASI
Efendiler, Sakarya Zaferinden sonra, Bati ile yaptigimiz olumlu ve verimli temas ve görüsmeler Ankara antlasmasi ile sonuçlanmistir. Bu anlasma Ankara'da, 20 Ekim 1921'de imza edilmistir. Bu konuda özet halinde bir bilgi vermek için, kisa bir açiklamada bulunayim :
Bekir Sami Bey'in baskanligindaki delegeler hey'etinin gittigi Londra Konferansi'ndan sonra, bildiginiz üzere, Ikinci Inönü Zaferiyle sonuçlanan Yunan taarruzu geri püskürtülmüstü. Bir zaman için, askerî durum sakinlesti. Rusya ile, Moskova Anlasmasi imzalanmis ve dogudaki durumumuz açiklik kazanmisti. Itilâf Devletleri'nden de millî ilkelerimize saygili olabileceklerle anlasmanin yararli olacagi düsünülmekteydi. Adana, Antep ve dolaylarini yabanci isgalinden kurtarmak, bizce önemli görülmekteydi.
Çesitli sebeplerle, Suriye'den baska, bu adi geçen illeri isgalleri altinda bulunduran Fransizlarin da, bizimle anlasma egiliminde olduklari anlasiliyordu. Gerçi, Bekir Sami Bey'in, Mösyö Briand (Briyan)'la yaptigi fakat millî olmayan anlasma reddedilmis idiyse de, ne Fransizlar ne de biz çarpismalari sürdürmeye istekli degildik. Bu yüzden her iki taraf biribiriyle görüsme yollarini aramaya basladi. Fransiz hükumeti, eski bakanlardan Mösyö Franklin Bouillon (Franklen Buyon)'u önce gayri resmî olarak Ankara'ya göndermisti. 9 Haziran 1921 tarihinde Ankara'ya gelen Mösyö Franklin Bouillon ile Disisleri Bakani Yusuf Kemal Bey ve Fevzi Pasa Hazretleri'nin de katilmasiyla, bizzat iki hafta süren görüsmeler yaptim.
Biribirimizi tanimakla geçen özel bir bulusmadan sonra, 13 Haziran 1921 Pazartesi günü, Ankara istasyonundaki bana ait dairede yaptigimiz ilk toplantida görüsmelerimizin hareket noktasini belirtmek gerektiginden söz ederek konusmaya basladik. Ben, bizim için hareket noktasinin Misak-i Millî'de tespit edilen ilkeler oldugunu ortaya attim.
Mösyö Franklin Bouillon, ilkeler üzerindeki tartismanin güçlüklerini ileri sürerek, Sevres Antlasmasi'nin bir oldubitti olarak ortada bulundugunu söyledikten sonra, Londra'da Bekir Sami Bey'le Mösyö Briand'in yaptiklari anlasmayi temel almanin ve bu anlasmanin Misak-i Millî'ye aykiri olan noktalari üzerinde tartismanin yerinde olacagi görüsünü savundu. Bu teklifinde hakli oldugunu göstermek için, Londra'ya giden delegelerimizin Misak-i Millî'den söz etmediklerini, Misak-i Millî'nin ve Millî Mücadele'nin, degil Avrupa'da, daha Istanbul'da bile degeri anlasilamamis oldugunu söyledi.
Ben verdigim cevaplarda dedim ki : "Eski Osmanli Imparatorlugu'ndan yeni bir Türk Devleti dogmustu. Bunu tanimak gerekir. Bu yeni Türkiye, her bagimsiz devlet gibi haklarini tanitacaktir. Sevres Antlasmasi Türk milleti için öylesine ugursuz bir idam kararnâmesidir ki onun bir dost agzindan çikmamasini dileriz. Bu konusmamiz sirasinda bile Sevres Antlasmasini agzima almak istemem. Sevres Antlasmasi'ni kafasindan çikarmayan milletlerle güven temeline dayanan iliskilere girisemeyiz. Bize göre böyle bir antlasma yoktur. Londra'ya giden delege hey'etimizin baskani eger bundan bahsetmemisse, verdigimiz talimat ve yetki çerçevesinde hareket etmemis demektir. Yanlis is görmüstiir. Bu yanlislik yüzünden Avrupa ve özellikle Fransiz kamuoyunda ters etkiler dogdugu görülüyor. Bekir Sami Bey'in gittigi yoldan hareket dersek, biz de ayni yanlisligi yapmis oluruz. Avrupa'nin Misak-i Millî'den haberdar olmamasina imkân yoktur. Avrupa Misak-i Millî deyimini ögrenmemis olabilir. Fakat, yillardan beri kan döktügümüzü gören Avrupa ve bütün dünya, su kanli mücadelelerin neden ileri geldigini elbette düsünmektedir. Istanbul'un Misak-i Millî'den ve Millî Mücadele'den haberi olmadigi yolundaki sözler dogru degildir. Istanbul halki, bütün Türk milleti gibi, Millî Mücadele'yi bilmektedir ve ondan yanadir. Bu mücadeleyi bilmezlikten gelen ve ona karsi görünen kimselerle bunlarin yardakçilari azdir ve milletçe de taninmaktadir."
Franklin Bouillon, Bekir Sami Bey'in kendisine verilen talimat ve yetki disina çikarak hareket etmis oldugu yolundaki sözlerim üzerine dediler ki, "bunu açiklayabilir miyim?" Sözlerimi istedigi yerlere bildirip anlatabilecegini söyledim. Mösyö Franklin Bouillon, Bekir Sami Bey'le yapilan anlasmadan ayrilmamak için mazeret ileri sürerken, Bekir Sami Bey'in bir Misak-i Millî oldugundan ve onun sinirlari disina çikamayacagindan söz etmedigini, eger bundan söz etmis olsaydi, o zaman ona böre görüsülüp gerektigi sekilde hareket edilebilecegini; ancak, simdi durumun güçlestigini tekrarladi. Batidaki kamuoyu, bu Türkler, delegeleri vasitasiyla bunu niçin dile getirmemisler de simdi yeni veni meseleler çikariyorlar" diyeceklerdir.
Nihayet, uzun görüsme ve tartismalardan sonra, Mösyö Franklin Bouillon, Misak-i Millî'yi okuyup anladiktan sonra yeniden görüsmek üzere, toplantinin ertelenmesini teklif etti. Ondan sonra Misak-i Millî'nin maddeleri bastan sona kadar birer birer okunarak görüsüldü ve tartismaya devam edildi. Üzerinde en çok durulan nokta, kapitülasyonlarin kaldirilmasi ve istiklâlimizin tam olarak saglanmasini isteyen madde oldu. Mösyö Franklin Bouillon, bu meselelerin incelenmesi ve üzerinde durulmasi gerektigini bildirdi. Ben bu noktaya cevap verdim. Söylediklerimin özeti suydu : "Tam istiklal, bizim bugün üzerimize aldigimiz görevin can damaridir. Bu görev, bütün millete ve tarihe karsi yüklenilmistir. Bu görevi yüklenirken, ne ölçüde basarilabilecegi üzerinde hiç süphe yok ki çok düsündük. Fakat sonunda vardigimiz kanaat ve inanç, bunda basarili olabilecegimizdir. Biz, böyle ise baslamis adamlariz. Bizden öncekilerin yaptiklari yanlisliklar yüzünden, milletimiz sözde var sanilan istiklâline gerçekte sahip degildi. Simdiye kadar Türkiye'yi medeniyet dünyasinda kusurlu gösteren neler düsünülebilirse, hep bu yanlisliktan ve bu yanlisliga boyun egmekten ileri gelmektedir. Bu yanlisliga boyun egmenin sonucu, mutlaka, memleket ve milletin bütün haysiyetini ve bütün yasama kabiliyetini kaybetmesine ve ondan yoksun kalmasina yal açabiliriz. Biz, yasamak isteyen, haysiyet ve serefiyle yasamak isteyen bir milletiz. Bir yanlisliga boyun egme yüzünden bu vasiflardan yoksun kalmaya katlanamayiz. Aydin olsun cahil olsun, istisnasiz milletimizin bütün fertleri, belki isin içindeki güçlügü iyice kavramamis olsalar bile, bugün yalniz tek bir nokta etrafinda toplanmis ve fakat sonuna kadar kanini akitmaya karar vermistir. O nokta, istiklâlimizin tam olarak kazanilmasi ve devam ettirilmesidir.
Tam istiklâl demek, elbette, siyasî, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel v.b. her alanda tam bir bagimsizliga ve hürriyete kavusmak demektir. Bu saydiklarimin herhangi birinde istiklâlden yoksun kalmak, millet ve memleketin gerçek anlamiyla bütün istiklâlinden yoksun kalmasi demektir.
Biz, bunu elde etmeden baris ve huzura kavusacagimiz inancinda degiliz. Sekil ve usullere uyarak baris yapabiliriz, anlasma yapabiliriz. Ancak, istiklâlimizi tam olarak saglamayacak olan bu gibi barislar, uyusma ve anlasmalarla, milletimiz hiçbir vakit varligina ve huzura kavusamayacaktir. Belki de silâhli mücadelesini birakarak, yikima sürüklenmeye razi olacaktir. Eger milletimiz buna razi olsaydi, bunu kabul edebilecek yaratilista bulunsaydi, iki yildan beri mücadele etmeye hiç de gerek kalmazdi. Daha ateskes anlasmasinin ertesinde har ekete geçmemek olabilirdi.
Mösyö Franklin Bouillon, bu sözlerim karsisinda, ciddî ve samimî olarak bazi görüsler ileri sürdü ve en sonunda da bunun zaman meselesi oldugu görüsünü belirtti.
Efendiler, Mösyö Franklin Bouillon ile önemli ve ikinci derecede kalan sorunlar üzerinde günlerce ve günlerce görüstük. Sonuç olarak biribirimizi, düsüncelerimizle, duygularimizla ve tutumlarimizla anlayabildik sanirim. Fakat Fransiz Hükumetiyle Türk Millî Hükumeti arasinda, kesin anlasma noktalarinin tespit edilebilmesi için biraz daha zaman geçmesi zarurî oldu. Ne bekleniyordu? Belki de, Türk millî varliginin Birinci ve Ikinci Inönü Muharebesi'nden sonra daha büyücek bir eserle ispatlanmis olmasi! . . Gerçekten de, Mösyö Franklin Bouillon'un kesin karara vararak imza ettigi Ankara Anlasmasi, büyük ve kanli Sakarya Meydan Muhabei-esi'nden otuz yedi gün sonra, arz etmis oldugum gibi, 20 Ekim 1921'de dogmus olan bir belgedir.
Bu anlasma ile, siyasî, iktisadî, askerî v.b. hiçbir alanda bagimsizlimizdan hiçbir sey feda etmeksizin, vatan topraklarimizin degerli parçalarini isgalden kurtarmis olduk. Bu anlasma ile millî davamiz ilk defa olarak Bati devletlerinden biri tarafindan onaylanmis ve açiklanmis oldu.
Mösyö Franklin Bouillon, bundan sonrada birkaç kere Türkiye'ye gelmis, Ankara'da ilk günlerde aramizda kurulan dostluk duygularini belirtme yollari aramistir.
PONTUS MESELESI
Saygideger Efendiler, genel konusmamin basinda bir Pontus meselesinden söz etmistim. Bu mesele belgeleriyle herkesçe bilinmektedir. Ancak, bizi de çok ugrastirdigindan, burada, onunla ilgili bazi noktalara dokunacagim.
1840 yilindan beri; yani üç çeyrek yüzyildan beri, Anadolu'nunRize'den Istanbul Bogazi'na kadar uzanan Karadeniz bölgesinde, eskiYunanliligin diriltilmesi için çalisan bir Rum toplulugu vardi. AmerikaliRum göçmenlerden Rahip Klematios adinda biri, ilk Pontustoplanti yerini simdi halkin Manastir dedigi bir tepede Inebolu'da kurmustu. Bu teskilâta bagli olanlar, zaman zaman biribiriilden ayri eskiyaçeteleri kurarak faaliyet gösteriyorlardi. Birinci Dünya Savasi sirasindada, disaridan gönderilip dagitilan silâh, cephâne, bomba ve makineli tüfeklerle, Samsun, Çarsamba, Bafra ve Erbaa Rum köyleri sanki bir silâhdeposu durumuna gelmisti.
Ateskes Anlasmasindan sonra, bütün Rumlar Yunanlilik millî davasi ile her tarafta simardigi gibi, Ethniki Hetairia (Etniki Eterya) Cemiyeti'nin propagandacilari ile Merzifon'daki Amerikan kuruluslarininmanevî destekleri ile egitüp yetistirilen, maddî bakimdan da yabancihükumetlerin silâhlariyla güçlendirilip cesaret verilen bu bölgedeki Rumlar da, bagimsiz bir Pontus hükumeti kurma emeline düstü. Bu maksatlagenel bir ayaklanma hazirladilar. Daglara çekildiler; Amasya, Samsun vedolaylari Rum Metropolit'i Yermanos' un idaresinde düzenli birprogramla çalismaya basladilar. Bir yandan da, Samsun'daki Rum komitecilerinin baskani olan Reji Fabrikasi Müdürü Tokomanidis,Iç Anadolu ile haberlesme saglamaya çalisiyordu. Bazi yabanci hükumetler, Pontus hükumetinin kurulmasi için yardimci olacaklarina söz verdiler. Samsun ve dolaylarindaki Rum nüfusunu arttirmak için de, Rusya'daki Rum ve Ermenileri Batum'da topladilar. Onlari, Türk Kafkas ordularindan alinip Batum'da depo edilen silâhlarla donatarak, sahillerimizeçikarmaya baSladilar. Çetecilik etmek üzere, sahillerimize çikarilabilecekbirkaç bin Rum'u Sohum'da Haralambos adinda bir adamin basina topladilar. Batum'da toplananlarin da Haralambos'un etrafindatoplananlara katilmalari saglaniyordu. Bunlar, memleketimiz içinde,Samsun'daki bazi yabanci devlet temsilcileri tarafindan korunuyor vesilâhlandiriliyordu. Kiyilarimiza çikan bu çeteler, göçmenleri besleme maskesi altinda, yabanci hükumetler tarafindan yedirilip giydiriliyordu. Yabancilarin Kizilhaç hey'etleri arasinda gelen subaylarin da örgüt kurniak, çetelerin askerî ögretim ve egitimi ile ugrasmak ve gelecekteki Pontus hükumetinin temelini atmakla görevlendirildikleri anlasiliyordu.
4 Mart 1919 tarihinde, Istanbul'da Ponius adiyla yayinlanmayabaslayan bir gazetenin basmakalesinde Trabzon ilinde Rum cumhuriyetinin kurulmasina çalismak maksadiyla yayinlandigi ilân adilmisti.
Yunanistan'in bagimsizligini kazanma gününe rastlayan 7 Nisan1919 günü, her yerde ve özellikle Samsun'da gösteriler yapildi. Yermanos'un küstahça davranislari Rumlarin düsünce ve emellerini açigavurdu. Bafra ve Çarsamba dolaylarindaki yerli Rumlar, sik sik kiliselerdetoplaniyor, örgütlenmelerini ve donatimlarini artiriyorlardi. 23 Ekim 1919tarihinde, Dogu Trakya ve Pontus için merkez olarak Istanbul kabul edilmisti.
Venizelos, Istanbul'un merkez olarak kabul edilme konusunun daha sonraki bir tarihe ertelenerek, bunun yerine Pontus hükûmetikurulmasi düsüncesini ortaya atmis ve Istanbul Patrikhanesi'ne bunagöre talimat vermisti. Ayni zamanda, Istanbul'da gizli bir Yunan polisteskilâti kurmakla görevlendirilen Albay Alexandros Zimbrakakis tarafindan Pontus jandarma teskilâtini düzene sokmak üzereEiffel (Eyfel) adli Yunan torpidosuyla, bir subaylar hey'eti de gönderilmisti. Türkiye'de bu türlü isler olurken Batum'da da 18 Aralik 1919'daPontus Rum Hükûmeti adiyla bir hükûmet kurulmus ve teskilâtlanmayabaslamisti.19 Temmuz 1920'de de Batiim'da, Karadeniz, Kafkas ve GüneyRusya Rumlari tarafindan Pontus meselesi ile ilgili bir kongre toplandi.Bu kongrenin raporu üyelerden biri vasitasiyla Istanbul'da Rum Patrikligi'ne gönderildi. Pontusçular 1920 yilinin sanlarina dogru çalismalarinibüsbütün artirarak iyiden iyiye or taya çiktilar. Bizi, ciddî tedbir almayamecbur ettiler.
Daglarda kurulan Pontus teskilâti söyleydi :
a) Birtakim çetebaslaririin emrinde silâhli ve savasçi kuvvetler,
b) Buularin beslenmesine hizmet eden üretici Pontus halki,
c) Yönetim ve güvenlik kuvvetleri ile sehirlerden ve köylerden yiyecek saglamakla görevli ulastirma kollari.
Çetelerin çalisma bölgeleri biribirinden ayrilmisti. Pontus eskiyasinin kuvveti baslangiçta 6.000 - 7.000 silâhli idi. Daha sonra her taraftan katilanlarla 25.000'e yaklasti. Bu kuwet yeterli küçük 'birliklere ayrilarakçesitli yerlerde bariniyordu. Pontus çetelerinin bütün isleri, Islâm köylerini yakmak, Müslüman halka karsi akil ve hayale sigmaz zulümleryapmak, cinayetler islemek gibi kan içici bir sürünün yaptiklarindan baska bir sey degildi.
Biz, Anadolu'ya çikar çikmaz, Türk halkini dikkat ve uyanikliga davet ettik. Dogabilecek tehlikelere karsi tedbirler almaya basladik. Merkezi Sivas'ta bulunan 3' üncü Kolordu, yalniz, çesitli bölgelerdegözüken çeteleri takip ve ortadan kaldirmakla ugrasti. Trabzon bölgesinde dolasan Köroglu adindaki Rum çetesiyle, Eftalidi çetesi ve öteki çeteler, merkezi Erzurum'da bulunan 15' inci Kolordu tarafindan takip edilerek ortadan kaldiriliyordu. Bir taraftan da Pontus eskiyasinin dönüpdolastigi yerlerde, halk silâhlandirilarak millî teskilât kuruldu.
ANADOLU'NUN ORTASINDA YENIDEN ÇIKAN BIRAKIM IÇISYANLAR
Efendiler, Sivas'in kuzeyinde ve Yozgat'ta çikan ve Sizlerce de bilinen iç isyan olaylarindan baska,1920 yili sonlarinda, yeniden Anadolu'nun ortasinda, Ziletaraflarinda, Küçük Aga, Deli Haci Aynaci ogullari,Erbaa yakinlarinda Kara Nâzim, Çopur Yusuf; baska yerlerdeDeli Hasan, Küçük Hasan gibi birtakim serserilerle YozgatÇayözü Çerkezlerinden kurulu çeteler;1921 yili baslarinda da Koçkiri asiretinin beylerinden Haydar Bey; Istanbul'da Seyit Abdülkadir'den aldigi talimat üzerine Alisan ve akrabasindan Naki, Alisir ve daha baskalari ile birlikte isyan hareketlerine basladilar. Birçokkuvvetimiz bir taraftan Pontusçulari diger taraftan da bu âsîleri izleyiportadan kaldirmakla ugrasiyorlardi
MERKEZ ORDUSUNUN KURULMASI VE NURETTIN PASANIN KOMUTANLIGA GEÇMESI
Efendiler, hatirlarsiniz ki, Nurettin Pasa, Yunan ordusunun ilk defa taarruz eder gibi görünmesi karsisinda, birtakim bos ve iaiantiksiz düsünceler ileri sürdügü için, kendisine görev verilmemis oldugundan, bir mektupla, bizimle çalisamayacagini bildirerek ve izin alarâk Tasköprü'ye gitmisti. O tarihten bes ay sonra, bazikimseler,Nurettin Pasa adina gerek Fevzi Pasa Hazretleri'ne gerek bana, kendisine bir görev verilirse, bunu ciddiyet ve samimiyetle yapacagini söyleyerek aracilik ettiler. Biz de Anadolu'nun orta kesiminde güvenligi sagIamakla görevli bulunan kuvvetlerimizi büyücek bir komuta altinda birlestirmekte yarar gördügümüzden, 9 Aralik 1920'de, Sivas'taki .3' üncü Kolordu'vu kaldirarak, onun görevirii yeni kurdugumuz Merkez Ordusu'na verdik. Bu ordunun komiitanligina da Nurettin Pasa'yigetirdik.
Nurettin Pasa, merkez bölgesinde bir yila yakin görev yapti. Fakat milletvekillerinin, kendi yetkisi disina tasarak bazi yurttaslarin haklarina el uzattigi yolundaki sikâyetleri ve Içisleri Bakanligi'na soru önergeleri vermeleri, Bakanligin da sikâyetleri hakli bulmasi üzerine Meclis'in istegi ile Kasim 1921 baslarinda görevden alindi. Meclis, Nurettin Pasa'nin yargilanmasina karar verdi. Bu durum benimle Bakanlar Kurulu arasinda da bir anlasmazligin çikmasina yol açti. Fen, Nurettin Pasa için uygulanmasi istenen isleme katilmadim. Fevzi Pasa Hazretleri de benim görüsüme katildi. Ikimizle Bakanlar Kurulu arasinda dogan anlasmazlik Meclis'çe çözüldü. Meclis'te Nurettin Pasa'yi savundum. Kendisi için agir bir islem uygulanmasini önledim.
Nurettin Pasa'yi bundan sekiz ay kadar sonra, 1' inci Ordu Komutanligi'nda görecegiz.
MALTA'DAN YENI DÖNEN BAYINDIRLIK BAKANI RAUF BEY'LE KARA VASIF BEY
GÜDÜLEN ASKERI SIYASETI ÖGRENMEK ISTIYORLARDI Rauf Bey, 15 Kasim 1921'de Ankara'ya gelmisti. Rauf Bey'i, 17 Kasim 1921'de, bosalan Bayindirlik Bakanligi na seçtirdik.
Rauf Bey 'den sonra Ankara'ya gelen Kara Vasif Bey'i de Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu'nun Yönetim Kurulu üyeligine seçtirdim. Bu iki zatin birinden hükûmette digerinden grupta yararlanmayi düsünmüstüm. Çok geçmedi, bir gün RaufBey'in Bakanlar Kurulu'nda bir konunun açiklanrriasini istedigi haberverildi. liyni günde, Kara Vasif Bey'in de grup hey'etinde ayni konuyu ögrenmek istedigi bildirildi. Bu iki zatin aralarinda önceden kararlastirdiklari anlasilan konu suydu : "Güdülen askerî politika nedir?" Busorudan nasil bir anlam çikarilabilirdi? Neyi anlamak istiyorlardi? Bizimyürütmekte oldugumuz siyasî ve askerî politika belli olmustu. Istiklâlimiz tam olarak saglanincaya kadar, düsmanlarla vurusmak ve onlari yenecegimize olan kesin bir inançla savasa devam etmek... Iste ortaya atilan soru ile demek isteniliyordu ki, ne olursa olsun muharebeye devametmekle sonuç almak mümkün müdür? Mümkün olmadigi ihtimalini hesaba katarak daha simdiden daha baska tedbir ve çarelere anlatmakistediklerine göre siyasî çarelerdir basvurarak içinde bulundugumuztehlikeli duruma son vermek yerinde olmaz mi?
Elbette, ne Bakanlar Kurulu'nda ne de Grup Yönetim Kurulu'ndaböyle bir konunun görüsme ve tartisma konusu edilmesine müsaade etmedim. Bunun üzerine Rauf Bey Bakanliktan, Kara Vasif Beyde Grup Yönetim Kurulu'ndan çekildiler. 13 Ocak 1921 tarihinde Meclis'te Rauf Bey'in Istifasi okunurken, ayni tarihli bir istifa yazisi daha okunmustu. Bu istifa yazisi, Milli Savunma Bakani olan Refet Pasa'nindi.
Efendiler, Refet Pasa'nin istifa sebebini birkaç kelime ile açiklayayim : 4 Ocak 1922 günü, Meclis'in bu gizli oturumunda söyle bir konunun tartismasi yapilmisti. Baskomutanlik ve Genelkurmay BaskanligiAnkara'da oturuyormus. Cepheden uzak bulunuyormus. Bundan su sonuççikarilmis ki, benim hem Baskomutan hem de Meclis Baskani olmam sakincali imis. Ordu isleri iyi gitmiyormus. Meclis bir savas komisyonu kurarak, ardunun durumunu incelemeliymis. Genelkurmay Baskani, aynizamanda Bakanlar Kurulu Baskani oldugundan, Genelkurmay isleri deiyi gitmiyormus. Fevzi Pasa Hazretleri yalniz Bakanlar Kurulu Baskanligi'nda kalsin, Genelkurmay Baskanligi iIe Millî Savunma Bakanligibirlestirilsinmis.
Millî Savunma Bakani olan Refet Pasa, bu tezi kürsüden bizzat savunuyordu. Bu görüslere su yolda cevap verdim :
BENIM SAHSEN ANKARA'DAN UZAKLASMAM ISTENIYORDU
Baskomutanlik ve Genelkurmay Baskanligi pek yerinde olarak Ankara'yi karargâh edinmistir. Görevini en iyi bir sekilde buradan yürütmektedir. Gerektiginde ne vakit nereye gidecegine kendisi karar verir. Cephe ile bizzat ugrasan cephe komutani vardir. Gereksiz yere, benim sahsen Ankara'danuzaklasmami istemenin anlami yoktur. Genelkurmay Baskanligi ile MillîSavunma Bakanligi, Baskomutanin emri altinda, Baskomutanlik Karargâhi'ni olusturur. Ayn avri degildir. Genelkurmay Baskani olan FevziPasa Hazretleri'nin, Ankara'da bulundukça Bakanlar Kurulu Baskanligini da yapmasi, bugün için bir zarurettir. Çünkü, onun yoklugunda,Refet Pasa ona vekâleten, Bakanlar Kurulu Baskanligi görevini deyapmisti. Basaramamisti. Bakanlar Kurulu'nda karisiklik basladi. Bakanlar toplanmaz oldular. Fevzi Pasa Hazretleri'nin dönüsü, bakanlarin sikâyeti üzerine oldu. Ordu ile ilgili olarak yaptigimiz islerin denetlenmesi için, Meclis'in bir komisyon kurmasini sakincali görmem. Ancakbu komisyon benim baskanligim altinda olur.
Gerçekten, bu komisyon, dedigim sekilde kuruldu. Eski HarbiyeNâzin Cemal Pasa da komisyona üye olarak seçildi. Öteki hususlarda Refet Pasa ve digerlerinin görüsleri benimsenmisti. Iste bundan dolayi istifaya hazirlanan Refet Pasa istifasini Rauf Bey'inistifasiyla ayni günde vermis oluyor.
IKINCI GRUP KURULUYOR
Efendiler, yeri düsünce bilginize sunmustum ki, Meclis'te kurdugumuz Müdafaa-i Hukuk Grubu,Meclis görüsmelerinin iyi gitmesini ve Bakanlar Kurulu çalismalarininaksamadan yol almasini saglama bakimindan sonuna kadar yardimci oIdu. Fakat bir taraftan da muhalif duygu ve düsüncede olanlar, her günbiraz daha taraftar buldukça, Grup'un çalismasini güçlestirmeye basladilar. Muhalefet düsüncesinin ana kaynagi, Müdafa-i Hukuk Grubu tüzügünün temel maddesindeki ikinci noktaydi. Yani hükumet kurulusununTeskilât-i Esasiye Kanunu'na uygun olarak yapilmasi meselesi...
Programin ilk maddesinin son fikrasi, duygu ve düsüncelerde tambir uvusma saglanmasina sürekli bir engel olarak kaldi. Bu sebeple grupiçinde de görüS aynliklari ve disiplinsizlik basgösterdi. Birtakim kimseler gruptan ayrildi. Aynlanlar disaridakilerle birleserek grubu yikmayaçok çalistilar. Alinari tedbirler buna engel oldu. Sonunda Ikinci Grupadiyla yeni bir grup olustu. Bu grubu olusturanlar, memleketteki Anadoluve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nden ayrilmadiklarini, onun kongrelerde tespit edilen gayelerinin takipçisi bulunduklarini iddia ediyorlardi.Ikinci Gruba önayak olanlar görünüste Salâhattin ve HüseyinAvni Bey'lerdi. Birinci derecede faaliyet gösteren ve kiskirtanlarin iseRauf ve Kara Vasif Bey'ler oldugu anlasiliyordu.
Bu grubun faal ve inatçi üyelerinden olan Samsun milletvekiliEmin Bey, son zamanlarda bir vesileyle Ankara'ya gelmisti. Bütüngerçekleri anlamisti; kiskirtici ve bozgunculari lânetliyordu. Bu zat banasunu anlatti : Rauf Bey, Ikinci Grubu kiskirtiyor ve asiri davranislarasürüklüyormus... Emin Bey, Rauf Bey'e demis ki : Rauf Bey, su cevabi vermis :
Efendiler, bildiginiz üzere, o zaman yürürlükte olan kanuna göre,Bakanliklar için, ben Meclis'e aday gösterirdim. Milletvekilleri gösterdigim adaya olumlu veya olumsuz oy verirler yahut da çekimser kalirlardi.Ikinci Grup, benim adaylarimi dikkate almadan, kendi gruplari adina ortaya attiklari adaylara, kanuna aykiri olarak oy vermek suretiyle, hükûmetin kurulmasini engellemeye basladilar.
Efendiler, Meclis'te ordu aleyhine de bir hareket yaratilmisti. Diyorlardi ki, Sakarya Muharebesi'nden sonra aylar geçtigi halde, ordu niçintaarruza geçmiyor? Mutlaka taarruz etmelidir. Hiç olmazsa sinirli, belirlibir cephede taar ruz yapilmalidir ki, ordumuzun taarruz kabiliyeti olupolmadigi anlasilsin' Bu harekete karsi direndik. Maksadimiz, bütün hazirliklarimizi tamamlayarak genel ve kesin sonuca götürücü bir taarruzyapmak oldugu için, sinirli bir cephede taarruz görüsünü benimseyemezdik; bunda bir yarar yoktu.
Muhaliflerde uyanan kanaat, ordumuzun taarruz gücünü kazanamayacagi noktasinda toplandi. Bunun üzerine, ordunun taarruza geçirilmesiyolundaki hücumlarini durdurdular. Hücum sistemini degistirer ek baska bir görüs ortaya attilar. Bu defa dediler ki, bizim asil düsmanimiz Yunanlilar, Yunan ordusu degildir. Zaten Yunan ordusunu tamamen yenmisolsak da is bununla bitmez. Itilâf Devletleri'ni, özellikle Ingilizleri savasla yenmek gerekir. Bunun için Yunan ordusuna karsi bir perde hatti birakmak, asil orduyu Irak'in kuzey sinirina yigip, Ingilizlere taarruz etmek gerekir. Davamizin savasla halledilmesi görüsü benimseniyorsa yapilacak is budur.
ORDU SAFLARINA KADAR YAYILAN BOZGUNCULUK TELKINLERI
Efendiler, bu kadar anlamsiz ve mantiksiz olan dü süncelere iltifat etmedik. Bunun üzerine muhaliflerin elebasilari yeni bir propaganda çikardilar : Nereye gidiyoruz? Bizi kim nereye sürüklüyor? Meçhullere?.. Koskoca bir millet, belirsiz, karanlik hedeflere akilsizca sürüklenir mi? Bu propaganda, Meclis binasindan, Ankara çevrelerinden ordusaflarina kadar yaydirildi. Orduya her vasita ile bu bozguncu telkinleryapilmaya çalisiliyordu.
Rauf Bey, sik sik gizlice diyordu ki : "Hiç olmazsa gerçek durumu bana söyle, ordu ne durumdadir? Gerçekten taarruz edemeyecek mi?"
4 Mart 1922 günü aksami, cepheyi teftis etmek üzere, Ankara'danayrilmaya karar vermistim. Dolayisivla, o gün Meclis'teki gizli oturumda,bazi açiklamalarda ve ricalarda bulundum. Kendilerine anlattim ki, Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra, düsman ordusunu Eskisehir - Seyitgazi - Afyonkarahisar kesimine kadar kovalayan kuwetlerimiz, bütün ordu olmayip yalniz süvarilerimiz ve süvari birliklerimize destek olmak üzere ileri sürülen bazi tümenlerimizdi.
ORDUMUZUN KARARI TAARRUZDUR
Ordumuzun karan taarruzdur. Ama bu taarruzu erteliyoruz. Sebebi, hazirligimizi iyice tamamlamakiçin biraz daha zaman gerekmektedir. Yarim hazirlikla, yarim tedbirle yapilacak taarruz, hiç taarruz etmemekten çok daha kötüdür. Bekleyisimizi,taarruz karanndan vazgeçtigimiz veya bunu basarmaktan ümidimizi kestigimiz seklinde anlamak ve yorumlamak yersizdir.
Bundan sonra Su görüsleri dile getirdim : Osmanlilar, yapacaklariaskerî harekâtin genisligi ölçüsünde hazirlikli ve tedbirli davranmadiklanve daha çok duygu ve hirslannin etkisi altinda hareket ettikleri için, Viyana'ya kadar gittikleri halde, geri çekilmeye mecbur olmuslardir. Ondan sonra Budapeste'de de duramadilar, geri çekildiler. Belgrat'ta da yenilerek geri çekilmeye mecbur edildiler. Balkanlan terk ettiler. Rumeli'den çikardilar. Bize, içinde daha düsman bulunan bu vatani miras biraktilar. Bu son vatan parçasini kurtarirken olsun, hirslarimizi, hislerimizibir yana birakarak ihtiyatli olalim. Kurtulus için... istiklâl için, enindesonunda düsmanla bütün varligimizla vurusarak onu yeiimekten baskakarar ve çare yoktur ve olamaz.
Sinir gevsetici sözlere, telkinlere önem verilmemeli ve güvenilmemelidir. Osmanli yönetim ve siyasetinin yarattigi bu türlü zihniyetler reddedilmelidir. "Ordu ile, savasla, inatla bu isin içinden çikilmaz" seklindeki dis kaynakli ögütlere uymakla, bir vatan, bir millet istiklâli kurtulamaz. Tarih böyle bir olay kaydetmemistir. Bunun aksini düsünerek hareket edeceklerin çok aci sonuçlarla karsilasacaklarina süphe yoktur.Türkiye iste bu yoldaki yanlis yoktur. düsüncelere... yanlis zihniyetlere sahip olanlar yuzunden her saat biraz daha gerilemis, biraz daha çökmüstür. Ne yazik ki, çöküs yalniz maddi alanda olsaydi, hiçbir önemi yoktu. Hiç süphe yok ki ahlâki ve manevi degerleri de içine almis görünüyor. Hiç süphe yok ki bu büyük memleketi bu koca milleti dagilip yok olmanin uçurumuna sürükleyen baslica sebep bu olmustur.
Efendiler, bilirsiniz ki, Meclis'te bu anlattigim dönemde en çok olumsuz ve karamsar rol oynayanlar, vaktiyle, Türk milletinin kendi kendinebagimsizligini elde edemeyecegi görüsünü ileri sürmüs olan kimselerdi.Sunun bunun mandasini istemekte direnenlerdi. Onun için görüslerimesunlari da ekledim ve dedim ki : "Efendiler, maddi ve özellikle manevîçöküs korku ile... güçsüzlükle baslar."
Güçsüz ve korkak insanlar, herhangi bir felâket karsisinda millletin de uyusukluga düsmesine ve çekingen bir duruma gelmesine yol açarlar.Güçsüzlük ve kararsizlikta o kadar ileri giderler ki, âdeta kendi kendilerine hakaret ederler. Derler ki, biz adam degiliz ve olamayiz! Kendi kendimize adam olmamiza imkân oktur. Biz kayitsiz ve sartsiz olarak varligimizi bir yabanciya teslim edelim. Balkan Savasi'ndan sonra milletin ve ozellikle ordunun basinda bulunanlarda baska turlu , fakat yine ayni zihniyeti beninimsemislerdi.
Türkiye'yi, böyle yanlis yollarda çökme ve yok olma uçurumuna sürükleyenlerin elinden kurtarmak lâzimdir. Bunun için bulunmus bir gerçek vardir. O gerçek sudur: Türkiye'nin düsünen kafalarini yepyeni bir imanla doiiatmak. . . Bütün millete taptaze bir manevi güç vermek.
YETERINCE HAZIRLANMIS OLMASI GEREKEN ÜÇ VASITA, IÇ VE DIS CEPHELERIMIZ
Simdi Efendiler, düsmana taarruz için verilmis olan kesin kararimizi uygulamaya baslamadan önce, hazirlamak ve tamamlamak zorunda bulundugumuz savas vasitalarinin ne oldugunu arz edeyim : Tam üç vasitanin hazirliginin yeterli oldugunu görmek geregini duyuyorum. Birincisi, en önemlisi ve asil olani dogrudan dogruya milletin kendisidir. Milletin varligi ve istiklâli için gönlünde, vicdaninda belirmis, gelismis olan istek ve emelleriii saglamligidir. Millet, içindeki bu istegi ne kadar güçlü bir sekilde ortaya koyarsa, bu istek ve emelinin gerçeklesmesi için ne kadar çok azim ve iman gösterirse, düsmanlara kar si basari saglamak için o kadar güçlü bir vasitaya sahip oldugumuza ina nirim. Ikinci vasita, milleti temsil eden Meclis'in millî istegi ortaya koy makta ve bunun gereklerini inanarak uygulamakta gösterecegi kararlilik ve yigitliktir. Meclis, millî istegi ne kadar büyük bir dayanisma ve birlik içinde aksettirebilirse, düsmana karsi o kadar güçlü bir üstünlük vasita sina sahip oluruz :
Üçüncü vasita, milletin silâhli evlâtlarindan ibaret olup düsman kar sisinda toplanmis bulunan ordumuzdur.
Efendiler, dedim, bu üç vasita veya gücün düsmana karsi olustur dugu cepheler iki sekilde düsünülebilir. Kolay anlasilmasi için söyle di yeyim : Iç ve görünürdeki cephe. . . Asil olan iç cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin meydana getirdigi bir cephedir. Görünürdeki cephe, dogrudan dogruya ordunun düsman karsisindaki silâhli cephe sidir. Bu cephe sarsilabilir, degisebilir, yenilebilir. Fakat bu durum hiç bir zaman bir memleketi, bir milleti yok edemez. Önemli olan, memle keti temelinden yikan, milleti esir ettiren iç cephenin çöküsüdür. Bu ger çegi bizden çok daha iyi bilen düsmanlar, bu cephemizi yikmak için yüz yillarca çalismislar ve çalismaktadirlar. Bugüne kadar basari da sagla mislardir. Gerçekten, kaleyi içinden almakp disindan zorlamaktan çok kolaydir. Bu maksadi gerçeklestirmek için içimize kadar sokulahilen boz guncu mikroplarin ve ajanlarin varligini iddia etmek yerindedir.
Meclis'in zihniyeti, çalismalari ve dunimu düsmana ümit verici ol madikça iç ve dis cephelerimizin yerinden oynamasina imkân ve ihtimal yoktur. Meclis'te bir veya birkaç üyenin karamsarlik telkin eden sözlerin den bile aleyhimizde yararlanma çareleri aranmakta olduguna süphe edil inemelidir. Disisleri Bakanligi'nin dosyalari bununla ilgili belgelerle dolu dur. Kesinlikle arz ederim ki, istemeyerek de olsa, düsmanlara ümit ve recek en iifak belirtilerden kaçinilmadikça, millî dâvânin sonuçlanmasi gecikir.
Efendiler, bu sözlerden sonra, cephede bulunacagim siralarda, or dunun duygu ve düsünceleri üzerinde ümitsizlik yaratacak açik tartisma lardan vazgeçilmesini Meclis'ten özellikle rica ettim. Bu konusmamdan sonra, muhaliflerin de sözlerini dinledim. Muhaliflerden biri, düsünce ve ricalarimi, emir veriyorum seklinde yorumladi. Diger biri, Meclis'in duy gularindaki temizlikten süphe ettigimi ileri sürdü. Bir baskasi uygulama imkani olmayan bir sey yapilamaz; orduyu bozguna ugratirsin efendim, dedi.
DOGU CEPHESI KOMUTANI'NIN BIR GÖRÜSÜ
Saygideger Efendiler, yüce hey'etinizi muhaliflerin sözleriyte isgal etmek istemem. Çünkü, bu sözler bir kaç kisinin saskin ve cahil kafalarinin akislerindenbaska bir sey degildi. Genel Kurul, sundugum görüsleri anlayiSla karsilamisti. Yalniz, Dogu Cephesi Komutani'nin bir görüsüne, bes on gündenberi veremedigim cevabi, cepheye gitmeden önce, o nün yani 4 Mart 1922'de yazmistim. Onu bilginize sunacagim. Cevabin anlasilmasi için, müsaade buyurursaniz, önce gelen görüsü okuyalim :
Kisiye özel
Baskomutan Mustafa Kemal Pasa Hazretleri'ne
Yönetim islerimizin yürütülmesi ile ilgili tartismalar bize daha yeni ulasmaktadir. Barisin saglanmasindan sonraki seçimlerde birçok degerli kimselerinyerine birtakim muhafazakârlarin toplanmasina karsi simdiden alinacak tedbiripek önemli sayarim. Millî Meclis, degerli sahsiyetlerden kurulmazsa, iki büyüksakinca memleketi bugünkü perisanligindan kurtaramayacaktir. Birincisi, düsüncede yenilikler olmayacak. Ikincisi, en önemli tasarilar herhangi bir duyguya kapilarak tartismaya dahi lüzum görülmeden reddediverilecektir. Böyle bir meclisekarsi, üyelerini büyük uzmanlarin olusturdugu ikinci bir meclisin bulunmasiniyararli görüyorum. Bu ikinci meclis, Millî Meclis'e yön verecegi ve onu ileriye götürecegi gibi, memleketin varligi ile ilgili kararlar Millet Meclisi'nde heyecanla redveya kabul edilse bile, bu meclisin uyarmasi ve yol göstermesiyle kararir: degistirilmesi ve zararin önlenmesi mümkün olur. Bu meclise "Âyan" diyerek eskidevrin köhne hayatini hatirlamamak için "Büyük Uzmanlar Meclisi" denebilir veya daha uygun bir ad verilebilir. Üyelerini birtakim kayit ve sartlar altinda,tipki milletvekilleri seçiminde oldugu gibi millet seçebilir. Bu üyeler için, herhangibir meslegin en yüksek ögrenimini görmek, Türkiye Hükümeti'nin bakanhgini, valiligini veya ordu komutanligini yapmis olmak gibi önemli sartlar ayrintili olaraktespit edilebilir. Konunun ayrintilari, mevcut hükiimet sekillerinin de incelenmesiyle her türlü sakincadan uzak olarak ortaya konabilir. <> kabul edilirse, her bakanligin surâsi da bunlar arasindan seçilir. Örnek olarak, Askerî Sura, Bayindirlik Sürasi v.b. gibi. Iki meclisin onayindan geçerekbir süre için uygulanniasi kabul edilecek olan herhangi bir programa sonuna kadar bagli kalmak ve bunun yürütülmesinde, güdülen hedef ve gayeden ayrilmamak için, bu suralann varligini pek gerekli sayiyorum. Aksi halde, bakanliklardasahislar degistikçe, program ve bunu yürütecek kimseler de azçok degismekten kurtulamayacaktir. Bundan baska, kabul edilen herhangi bir sey, uzmanlarincakabul edilmezse tenkide yol açar. Millet buna gerektigi gibi sarilinalidir. MilletMeclisi'nin, millet adina bir seyi red veya kabul ve kontrol hakkidir. Fakat, bubaska, uzmanlasmis kisilerin yapacagi ve bundan sonra kabul edilecek sey debaska olur. Olagan sartlara dönülmesinden sonraki ditrumlarla ilgili endise vegörüslerimi arz ediyorum. Yüksek düsüncelerinizin bildirilmesini istirham ederim.
l9/19.2.1922, sayisizdir.
Kâzim Karabekir
Dogu Cephesi Komutani
Özel 4.3.1922
Dogu Cephesi Komutani Kâzim Karabekir
Pasa Hazretleri'ne
Ilgi : 18/19.2.1922 tarihli sayisiz sifre.
Memleketin genel idaresini eline almis tek yüce kiivvet olan Büylik MilletMeclisi'nin alacagi kararlarin, uzmanlardan kurulu baska bir meclis tarafindanincelenmemesinden dogacak sakincalarla ilgili yüksek görüsünüz aslinda pek yerindedir.
Ancak, adi ve ünvani "Âyan" olmasa bile, Milletin bütün hak ve yetkilerinikullanmak üzere seçilmis ve seçilecek olan Büyük Millet Meclisi'nin temel kararlarini diger bir meclisin kararlariyla baglamak, genel yönetimde takip ettigimiz ilkelerin ruhuyla bagdasamayacaktir. Yüksek düsüncelerinize göre, bu Uzmanlar Meclisi de milletvekilleri gibi milletçe seçilirse, o zaman, ayni kaynaktanayni yetkiyi almis iki büyük kuvvet, milletin genel yönetiminde söz sahibi olacakdemektir. Bu da hukuk bakimindan oldugu kadar uygulama bakimindan da karisikliga yol açan bir ikilik yaratacaktir. Böyle bir durumun doguracagi dengesizligi gidermek için de milletin hayat ve haklari üzerinde etkili üçüncü bir kuvvetin varligini kabul etmek gerekecektir.
Benim düsünceme göre, akliniza gelen sakincalari giderecek tek çikar yol,Millet Meclisi üyelerinin degerli ve uzman kisilerden seçilmesini sagiamak; Meclis'in iç teskilatinda, komisyonlarin kurulmasinda, Bakanlar Kurulu'nun seçilmesinde ilim ve ihtisasa son derece önem vermek hususlarindan ibarettir. Geçirdigimiz çok aci tecrübelerin sonuçlarindan dogmus bulunan ve milletlerin idaresinileen dogru bir yol, temel haklar bakimindan da en begenilen bir sekil demek olansimdiki idaremizin daha da güçlendirilmesi ve seçim islerinde uyanik davranilmasisayesinde bugün için de gelecekteki gelismeler için de basarili bir idare makinesikurulmus olacagini bilgilerinize sunarim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Baskani
Mustafa Kemal
-
ÇESITLI DEVLETLERLE YAPILAN RESMI VE ÖZEL TEMASLAR
Saygideger Efendiler, 1921 yili içinde, çesitli devletlerle resmî ve özel bir takim temaslar kuruluyordu. Türk - Rus temas ve iliskileri olumlu bir yönde gelisiyordu. Fransizlardan baska, Italyanlar ve Ingilizlerle de temaslar kurulmustu.1921 yili Haziraninda yanlis anlasilmaya yol açmis bulunan birkonuyu açiklayacagim.13 Haziran 1921'de Itilâf Kuvvetleri BaskomutaniGeneral H a r r i n g t o n'un yakinlarindan oldugunu söyleyen BinbasiH e n r y ( Henri ) ve S t u r t o n ( Störton ) adlarindaki iki subay motorla Inebolu'ya geldiler. Bu subaylar, G e n e r a l H a r r i n g t o n (Harington) adina sunlari bildirdiler : Ben, bir torpido ile Inebolu'dan Istanbul'a H a r r i n g t o n 'un Bogaziçi'ndeki yalisina gideyim. Orada generallebaris esaslari üzerinde anlasayim. Ayrica, Ingiltere'nin bagimsizligimizitam olarak kabul ettigini, Yunalilarin topraklarimizdan çikarilacaklarinive daha baska konular üzerinde de tartismanin mümkün oldugunu söylemisler. Bu subaylara verilen cevapta, benim Istanbul'a gitmeyecegimve General H a r r i n g t o n 'un Inebolu'ya gelip o sirada orada bulunan R e f e t P a s a ile görüsmesinin uygun olacagi bildirilmistir. 18 Haziran 1921 tarihli bir telgrafta Istanbul'da H a m i t B e y'dengeldi. Bu telgrafta bildirilenler asagi yukari söyleydi : Burada resmî göreviolan bir Ingiliz, Ingiltere'nin Istanbul'daki en büyük makami adina bugün bana basvurarak hemen bir baris anlasmasi için görüsmeye hazir bulunduklarini, M u s t a f a K e m a l P a s a H a z r e t l e r i 'yle derhaliliski kurmak istediklerini ve acele cevap beklediklerini size bildirmeküzere araci olmami rica etti.
H a m i t B e y'e verilen cevapta, görüsmelere hazir oldugumuz bildirilmisti. 5 Temmuz 1921'de Zongiildak'a gelen bir Ingiliz torpidosu G e n e r a l H a r r i n g t o n 'dan bana bir mektup getirmisti. Tercümesi Ankara'ya telgrafla bildirilen bu mektup suydu : Komutan H e n r y vasitasiyla aldigim habere göre; siz, bana, bir askerinbir askerle görüsmesi tarzinda bazi düsünceler bildirmek isteginde bulunuyorsunuz. Böyle oldugu takdirde, sizce uygun görülecek bir günde Inebolu'da veya Izmit'te sizinle bulusmak üzere Ajax zirhlisiyla gelmeme Britanya Hükümeti'nce izin verilmistir. Arzu buyuruldugu takdirde, durum üzerinde son derece açik ve serbest olarak görüsmelere hazirim. Düsüncelerinizi dinlemek vebunlari Ingiliz Hükümeti'ne bildirmekle görevliyim. Ingiliz Hükümeti adina ne görüsmeler yapmak ne de konusmak için hiç bir resmi yetkim yoktur. Görüsmenin Ingiliz zirhlisinda yapilmasi gerekir. Zirhlida, yüksek sahsiniz kendilerine layik bir biçimde kabul edilecektir. Karaya dönüslerine kadar tam bir hürriyetiçinde bulunacaklardir. Böyle bir bulusma kabul edildigi takdirde, size uygun düsen tarih ve saatlerin bildirilmesini rica ederim.
Bu mektupta yazilanlara göre, G e n e r a l H a r r i n g t o n iletemasa geçmek ve görüsmek isteyenin ben oldugum anlasiliyor. Halbuki,gerçek böyle degildir. Onun için G e n e r a 1 H a r r i n g t o n 'a su cevabiverdim :
Zonguldak'a göndermis oldugunuz mektubun tercümesini, bugün Ankara'yabildirdiler. Aramizda yapilacak görüsmelerin bir yanlis anlama temeline dayandirilmamasi için asagidaki noktalara dikkatinizi çekmeye mecburum. 13 Hazirantarihinde Binbasi H e n r y ve arkadaslan Inebolu'ya gelerek, zâtiâlîlerinin, Binbasi H e n r y araciligi ile R e f e t P a s a ' ya teklif edilmis olan esaslar üzerinde benimle görüsmek istediginizi bildirmislerdir. Nitekim, bu noktalar BinbasiH e n r y tarafindan size yazilan ve imzali bir sureti de bize birakilmis olan mektupta bildirilmistir. Aramizda dogrudan dogruya yapilan haberlesmenin baslangici bundan ibarettir. Millî isteklerimiz sizce bilinmektedir. Millî topraklarimizin düsmanlardan tamamiyla kurtarilmasi millî siiiirlarimiz içinde siyasî, malî, iktisadî,askeri ve kültürel alanlarda tam istiklâl ilkesi kabul edildigi takdirde, görüsmelere baslamaya hazir oldugumuzu bildiririm. Size, Binbasi H e n r y tarafindan açiklanan sebepler dolayisiyla, görüsmelerin, sizin çok iyi karsilanacaginiz Inebolu kasabasinda ve karada yapilmasi bizce uygun görülmüstür. Bu noktalardaaramizda görüs birligi olup olmadigini belirtecek cevabinizi bekliyorum. Yüksekmaksadiniz, sadece durum hakkinda bilgi almak ise, bunun için arkadaslarimizdanbirini görevlendirebiliriz.
Bu mektuba bir karsilik gelmedi. Ancak, Temmuzun yedinci günüIstanbul'da H â m i t B e y'i gören Ingiliz maslahatgüzari M ö s y ö R a t t i g a n (Retigin), bir tüccar olarak Anadolu'ya gelen Binbasi H e n r y'ye, G e n e r a l H a r r i n g t o n 'un, oradaki Ingiliz esirlerinin yerlerini ve saglik durumlarini ögrenmeye çalismasini ve mümkünse, millîordularin Istanbul'a dogru ilerlemeye devam edip etmeyeceklerini M u s t a f a K e m a l P a s a ' dan sormasini istedigini, B i n b a s i H e n r y'nin bundan baska tesebbüslere girismek için bir yetkisinin bulunmadigini bildirmis.
Efendiler,1922 yilinin Agustosuna kadar da Bati devletleriyle olumluanlamda ciddi iliskiler kurulamadi. Memleketimizde bulunan düsmanlarisilâh gücüyle çikarmadikça, gösterebilecegimiz millî varlik ve kudretimizifiilen ispat etmedikçe, diplomasi alaninda ümide kapilmanin dogru olmadigi yolundaki inancimiz kesin ve sürekli idi. En dogru görüsün bu oldugunu, bu olacagini tabiî olarak kabul etmek gerekir. Gerçekten de bugünün hayat sartlari içinde bir tek fert için oldugu gibi, bir millet için de kudret ve kabiliyetini fiilî eserlerle gösterip ispatlamadikça kendisine deger verilmesini ve saygi gösterilmesini beklemek bosunadir. Kudret vekabiliyetten yoksun olanlara deger verilmez. Insanlik, adalet ve cömertligingereklerinin yerine getirilmesini, bütün bu vasiflara sahip oldugunu gösterenler isteyebilir.
DÜNYA ÖNÜNDE VERECEGIMIZ IMTIHANA HAZIRLANIRKEN
Efendiler, dünya imtihan meydanidir. Türk milleti, bunca yüzyillardan sonra yine bir imtihan, hem bu defa en çetin bir imtihan karsisinda bulunduruluyordu. Imtihanda basari saglamadan bize karsi lûtufkârca davranilmasinibeklemek dogru olabilir miydi?
Biz büyük bir ciddiyetle dünya önünde verecegimiz imtihana hazirlanirken, bir yandan da yabanci gözlemcilerin durumlarini ve bizim içinneler duyup düsündüklerini gözden uzak tutmamayi her zaman yararlibuluyorduk. Bu maksatladir ki, bildiginiz gibi, önce Disisleri Bakani Yusuf Kemal Bey'i daha sonra da Içisleri Bakani olan Fethi Bey'iAvrupa'ya göndermistik. Istanbul üzerinden Avrupa'ya gidecek olan Yusuf Kemal Bey'e, Istanbul'la ilgili bazi özel görevler verilmisti. Yusuf Kemal Bey, Izzet Pasa ve arkadaslariyla ve eger gerçekbir istek ve dilek olursa Vahdettin ile de görüsecekti. Vahdettin'in, Büyük Millet Meclisi'ni tanimasi, Izzet Pasa ve arkadaslarinin bizim çizdigimiz hedefe dogru yürümeleri geregini teklif edecekti. YusufKemal Bey, Istanbul'da aldigi talimat çerçevesinde hareket etti. Fakat, ne yazik ki, Izzet Pasa ve arkadaslari kendisini oyalayip aldatarak Padisah'a bir müracaatçi imis gibi götürdüler. Izzet Pasa vearkadaslari bununla da yetinmeyerek, Yusuf Kemal Bey'in Avrupa'daki tesebbüslerini karistirmak ve güçlestirmek için, Izzet Pasa'yiYunan isgali altinda bulunan yerlerden geçirerek, Yusuf KemalBey'den önce Paris'e ve Londra'ya gönderdiler. Izzet Pasa, bu yolculugunu son dakikaya kadar gizlemistir.
Yusuf Kemal Bey'in Paris ve Londra'da yaptigi görüsmelerden bir sonuç çikmadi. Yalniz su anlasildi ki, Itilâf Devletleri'nin DisisleriBakanlari yakin bir zamanda toplanacaklar ve bize baris tekliflerinde bulunacaklarmis. Anadolu'nun bosaltilmasi ilke olarak kabul edilmis ise de konferans görüsmeleri sirasinda savas baslarsa, baris tesebbüsleri sonuçsuz kalacagi için Yunanlilarla bir ateskes anlasmasi yapmamiz gerekirmis. Bu hususu Yusuf Kemal Bey'e söyleyen Lord Curzon (Lord Kürzon)'a Yusuf Kemal Bey, konferansin önce Anadolu'nunbosaltilmasina karar verip, bize ve Yunanlilara bildirmemesinin ateskesanlasmasindan daha etkili olacagini söylemis. Lord Curzon, ateskesüzerinde direnmis ve bunun hükûmetimize bildirilerek alinacak cevabinkendisine verilmesini istemis.
22 MART 1922 TARIHLI ATESKES ANLASMASI TEKLIFI
Yusuf Kemal Bey daha Türkiye'ye dönmeden Itilâf Devletleri, Disisleri Bakanlari Konferansi 22 Mart 1922 tarihinde Türkiye ve Yunan hükûmetlerine ateskes anlasmasi teklifinde bulundu.
Bu sirada ben cephede bulunuyordum. Ateskes anlasmasi teklifi bana Disisleri Bakani Vekili Celâl Bey tarafindan bildirildi. Bu teklifinana çizgileri sunlardi : Her iki tarafin birlikleri arasinda on kilometrelik, asker bulunmayan bir bölge meydana getirilecek, birlikler, insan ve cephane bakimindan takviye edilmeyecek. Birliklerin durumunda degisiklik yapilmayacak. Bir yerden bir yere malzeme de götürülmeyecek. Ordumuzu ve askerî durumumuzu, Itilâf Devletleri'nin askerî komisyonlarikontrol edip denetleyebilecekler. Bu komisyonlarin hakemligini samimiyetle kabul edecegiz. Çarpismalar üç ay süre ile durdurulacak ve bu durum, baris için yapilacak ön görüsmeler taraflarca kabul edilinceye kadar, üçer aylik sürelerle kendiliginden yenilenecektir. Taraflardan biriyeniden savasa baslamak isterse, ateskes süresinin bitiminden hiç olmazsa on bes gün önce karsi tarafa ve Itilâf Devletleri temsilcilerine durumubildirecek.
Efendiler, Yunanlilar bu teklifi hemen kabul ettiler. Yunan ordusuSakarya'da maddî ve manevî bakimdan yenilmisti. Bu ordunun yenidengenis çapta bir taarruza geçerek bir daha talihini denemeye kalkismasigüçtü. Bunu, bu gerçegi anlamak elbette herkesçe mümkün olmustu. Yunan ordusunu yeniden kesin sonuç verecek bir harekâta yöneltmek imkâni olmayinca, bizim de bir yila yakin bir zamandan beri hazirligi ileugrastigimiz ordumuzu uyusukluga düsürmek, millî hükûmete ümitlervererek bekleyis içinde birakmak ve böylece geçecek zaman içinde millîhükûmeti ve orduyu gevsetmek dogrusu önemli bir tedbirdi. Bu bakimdan Itilâf Devletleri'nin Anadolu'yu bosaltma ve Yakin Dogu sorununuçözme maksadina dayandigini ifade ettikleri bu ateskes sartlarini ciddiyetle inceledik.
Önce, Ankara'da bulunan Bakanlar Kurulu ile makine basinda telgraf görüsmesi yaptik. Istanbul'daki memurumuz vasitasiyla Disisleri Bakanligi'ndan Itilâf Devletleri temsilcilerine verilmesini uygun buldugumuzilk karsilik suydu :
Ateskes anlasmasi teklifinin yapildigi notayi 23/24 Mart 1922 tarihli telgrafiniza ek olarak bugün 24 Mart 1922 günü saat...'de aldim. Bu nota metni ordunun durumuyla ilgili oldugundan, Bakanlar Kurulu'nda ve gerektiginde Meclis'tegörüsülmeden önce, düsüncesini bildirmesi için, cephede bulunan Baskomutan'ayazdim. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti'nin verecegi cevabi, temsilcilerinistekleri üzere mümkün olan en kisa zamanda bildirecegimi kendilerine duyurunuz,efendim.
24 Mart 1922 tarihinde Bakanlar Kurulu Baskanligi'na su düsüncemibildirdim :
Esas itibariyle, Itilâf Devletleri disisleri bakanlarinin ortaklasa yaptiklanateskes teklifini kabul etmemek veya herhangi bir sekilde bu teklife yanasiliniyorve güven gösterilmiyor hissini verecek gibi davranmak dogru degildir. Aksine, ateskes teklifini iyi karsilamak gerekir. Bundan dolayi verecegimiz karsilik olumsuzdegil olumlu olacaktir. Itilâf Devletleri'nde iyiniyet yoksa, olumsuz davranis onlardan gelmelidir. Yalniz, biz, onlarin ileri sürdügü sartlari kabul edemeyecegimizden, karsi sartlar ileri sürecegiz.
Ertesi gün, ajans ve telgraflar da notadan söz ederek su haberleriyayinliyorlardi :
. . . . . . . Yakin Dogu'da barisi yeniden kurmak ve yeniden can ve mal kaybina yol açmadan, Küçük Asya'yi bosaltmak gayesini güttügü sanilan bu teklifin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'nce olumlu karsilandigi ve Itilâf Devletleri'nin iyiniyet ve tarafsizligina güvenerek hükûmetçe olumlu karsilik verilmesininkuvvetle ümit edildigi hükûmet çevrelerince ifade edilmektedir. Bu teklifin aklayatkin, uygulamaya elverisli sartlan içine almasini ve barisin bir an önce yapilmasini saglayacak sekilde kisa süreli olmasini dileriz.
Bakanlar Kurulu'nun, verilecek cevabin Avrupa'da bulunan DisisleriBakanimizin dönüsüne birakilmasi yolundaki düsüncesine karsi da, beklemenin gerekli olmadigini bildirerek, verilecek cevapla llgili genel kararimi söyle özetledim :
Ateskes anlasmasi teklifini prensip olarak kabul ediyoruz. Ancak, ordununeksiklerinin ve hazirliklarinin tamamlanmasindan bir an geri kalinmayacaktir.Ordumuzun içine yabanci denetleme hey'etleri sokmayacagiz. Bu teklifi, Anadolu'nun bosaltilmasi için kabul etmekle birlikte, uygulanabilir ve gerçeklestirilebilirsartlar ileri sürecegiz. Ateskes anlasmasiyla birlikte, bosaltma isinin baslamasi, enönemli sartimiz olacaktir.
Martin 24' üncü günü makine basinda, ben notaya verilecek karsiligiBakanlar Kurulu'na bildirdim. Bakanlar Kurulu da Ankara'da hazirladiklari bir cevap suretini bana bildirmisti. Iki cevap metinleri arasinda baziayriliklar görüldü. Nihayet 24/25 Mart gecesi Bakanlar Kurulu ile Sivrihisar'da birleserek, verilecek karsiligin son seklini görüsüp tespit etmeyekarar verdik.
Efendiler, Istanbul'daki özel memurumuzun Disisleri Bakanligi'naçektigi 25 Mart tarihli sifreli telgrafina göre, bu memurumuz TevfikPasa ile görüsmüs. Tevfik Pasa, temsilcilerin Istanbul Hükûmeti'ne de verdikleri ayni notayi Ankara'ya göndererek, alinacak cevabin kendilerine bildirilmesini rica ettiklerini söylemis. Memurumuz, TevfikPasa'ya söz hakkinin yalniz ateskes anlasmasi teklifi üzerinde mi, yoksa bütün islerde mi Ankara'ya ait oldugunu sormus. Tevfik Pasabu soruya cevap vermemis. Memurumuz, Izzet Pasa'dan ne gibihaberler aldigi sorusuna, Tevfik Pasa su karsiligi vermis : IzzetPasa yakinda konferansin toplanacagini ve ne olursa olsun asiriligakaçilmamasini bildiriyor.
ATESKES ANLASMASI TEKLIFINE CEVAP VERMEYE HAZIRLANIRKEN ALINAN BARIS TEKLIFI
Efendiler, Sivrihisar'da ateskes anlasmasi teklifi ile ilgili notaya verilecek cevap kararlastirildiktan sonra, Bakanlar Kurulu Ankara'ya döndü. Fakat bu cevabi vermeye vakit kalmadan, Paris'te toplanan Disisleri Bakanlari Konferansi'nin 26 Mart 1922 tarihli ikinci bir notasi alindi. Bu nota Itilâf Devletleri'nin, baris esaslari ile ilgili tekliflerini içine aliyordu. Bu tekliflerin ana çizgileri sunlardi :
Gerek Türkiye'de gerek Yunanistan'da azinliklarin haklarinin korunmasina ve bu maksatla konulacak kurallarin uygulanmasina Milletler Cemiyeti'nin de katilmasi. Doguda bir Ermeni yurdunun kurulmasi ve bu ise de Milletler Cemiyeti'nin katilmasi.
Bogazlarin serbestligini saglamak üzere Gelibolu yarimadasinda ve Bogazlar'in çevresinde askerden arinmis bir bölgenin olusturulmasi.
Trakya sinirinin Tekirdag'i bize, Kirklareli, Babaeski ve Edirne'yi Yunanlilar'a birakacak sekilde tespiti.
Bizde kalacak olan Izmir'in Rumlarina ve Yunanistan'da kalacak olan Edirne'nin Türklerine, bu sehirlerin yönetimine adaletli bir sekilde katilabilmelerini saglamak üzere uygun bir yöntemin kararlastirilmasi.
Baris yapilir yapilmaz Istanbul'un Itilâf Devletleri'nce bosaltilmasi. Serves projesi ile elli bin kisi olarak tespit edilen Türk silâhli kuvvetlerinin seksen bes bine çikarilmasi ve Sevres projesinde oldugu gibi askerlerimizin ücretli asker olmasi.
Sevres projesindeki malî komisyonun kaldirilmasi disinda, Itilaf Devletleri'nin iktisadî çikarlarinin gözetilmesi, dis borçlarin ve bize yükletilecek savas tazminatinin ödenmesinin saglanmasi için Türk hakimiyeti ile bagdasabilecek bir yöntemin tayini.
Adlî ve iktisadî kapitülasyonlarda degisiklik yapilmak üzere bir komisyonun kurulmasi.
Efendiler, Itilâf Devletleri'nin ateskes anlasmasi teklifi ile ilgili ilk notalari iyice incelendikten ve ikinci ayrintili notalarinin tasidigi sartlar da görüldükten sonra, bu devletlerin Istanbul Hükûmeti ile birlik olarak bizi yoketme maksadina dayanan çalismalarla yeni bir safha açtiklari yargisina varmak pek tabiî idi. Buna karsi, durumun çok ciddî oldugunu düsünerek esasli ve büyük bir savasa hazirlanmak gerekiyordu.
Önce, bize teklif edilen sartlarin ne oldugunu millete ve dünya kamuoyuna açiklamak yerinde olurdu. Bu konudaki düsüncelerimi Bakanlar Kurulu'na bildirdim.
Her iki notaya, 5 Nisan 1922 tarihinde verilen cevabimizin ana nok- talarini hatirlatayim :
Ateskes anlasmasini ilke olarak kabul ettik. Fakat temel sart olarak, ateskes anlasmasiyla birlikte Anadolu'nun bosaltilmasi isine hemen baslanmasini da zarurî bulduk. Ateskes süresinin Anadolu'nun bosaltilma süresi olan dört aydan ibaret olmasini teklif ettik. Bosaltma isi bittigi zaman barisla ilgili ön görüsmeler sonuçlanmamis olursa, ateskesin kendiliginden üç ay daha uzamasini kabul ettik.
Bosaltma isinin nasil yapilacagi konusundaki teklifimiz de suydu :
Ateskes anlasmasinin yürürlüge girisinden baslayarak ilk on bes gün içinde Eskisehir - Kütahya - Afyonkarahisar kesimi ve anlasma süresi olan dört ay içinde, Izmir de dahil olmak üzere, isgal altindaki bütün topraklaniniz bosaltilacaktir.
Ateskes anlasmasi ile ilgili tekliflerimiz Itilâf Devletleri'nce kabul edildigi takdirde, baris tekliflerini incelemek üzere, üç hafta içinde delegelerimizi kararlastirilacak sehre göndermeye hazir oldugumuzii bildirdik.
Bu notamiza 15 Nisan 1922'de cevap verdiler. Elbette olumsuzdu. Biz de 22 Nisan'da buna cevap verdik. Bu cevabimizin sonunda, ateskes konusunda anlasmaya varilmasa bile, baris görüsmelerini geciktirmenin uygun olmayacagini bildirdik. Izmit'te bir konferans toplanmasini teklif ettik. Bu yazismalar da sonuçsuz kaldi. Beykoz'da veya Venedik'te bir konferansin toplanmasi birçok defa söz konusu oldu. Fakat, son zaferimizin kazanildigi ana kadar, bunlarin hiçbiri gerçeklesmedi.
BASKOMUTANLIK KANUNUN TARIHÇESI
Saygideger Efendiler, bizim Baskomutanligimiz ile ilgili 5 Agustos 1921 tarihli kanunun ayrica bir tarihçesi vardir. Arzu buyurursaniz, bu konuda yüksek kurulunuzu biraz aydinlatayim.
Baskomutanlik Kanunu'nun süresi birinci defa 31 Ekim l921'de ikinci defa 4 Subat 1922'de; üçüncü defa 6 Mavis 1922'de uzatildi. Her defasinda muhaliflerin türlü türlü elestiri ve hücumlarina ugradi. Özellikle üçüncü defa uzatilisi oldukça önemli bir olay haline geldi.
6 Mayis 1922 gününden önceki günlerde, zamani geldigi için, kanunun süresinin uzatilmasi Meclis'te söz konusu edilmis; ben, rahatsizligim dolayisiyla Meclis'te bulunamamistim. 5 Mayis aksami evime gelen Hükûmet üyeleri durumu söyle anlattilar :
Meclis'teki muhalifler benim Baskomutanlikta kalmami istemiyorlar. Birçak tartismali görüsmelerden sonra, teklif oya konmus fakat çogunluk saglanamamis; yani Baskomutanlik Kanunu'nun süresinin uzatilmasi kabul edilmemis, Bakanlar Kurulu üyeleri ve özellikle askerî durumu yakindan izleyen kimseler durumunda olan Genelkurmay Baskani ve Millî Savunma Bakani pek çok üzülmüsler. Meclis'in gösterdigi bu tutum karsisinda kendilerinin de göreve devamlarinda bir yarar olmayacagini ileri sürerek, istifaya kalkistilar.
MEMLEKETIN YÜKSEK ÇIKARLARI UGRUNA BASKOMUTANLIK GÖREVINE DEVAM KARARI VERDIM
Meclis'in oyunu belli ettigi dakikadan baslayarak ordu komutansiz kalmisti. Genelkurmay Baskani ve Bakanlar Kurulu da istifa ettigi takdirde, memleketin genel yönetiminde, üzerinde durup düsünülmeye deger agir bir bunalimin dogmasi kaçinilmazdi.Onun için gerek Genelkurmay Baskani'na gerek Bakanlar Kurulu'na daha yirmi dört saat sabretmelerini ve beklemelerini rica ettim. Memleketinve millî gayenin yüksek çikarlari adina, ben de Baskamutanlik göreviniyürütmeye devam kararini verdim ve bunu Bakanlar Kurulu'na da bildirdim.
Ertesi günü, yani 6 Mayis 1922'de yapilan bir gizli oturumda Meclis'e açiklama yapacagimi bildirdim. Açiklamadan önce, Baskomutanlikaleyhinde söz söylemis olan kimselerin düsüncelerini Meclis zabitlarinigetirterek, birer birer incelemis bulunuyordum.
Efendiler, sizleri fazla yormamak için arz ettigim gizli oturumdakikonusmami özetlemekle yetinecegim :
Efendiler, dedim; Baskomutanlik ve Baskomutanlik Kanunu konusunda, baslangiçta oldugu gibi bugün de kanunun gereksizliginden veyahut degistirilmesi gereginden söz eden ve Baskomutanligin varligindansikâyetçi olan kimseler vardir. Bu sikâyetçilerin hep ayni kimseler oldugu görülmektedir. Ben gereksiz bir mevkiin, bir makamin mutlaka devam ettirilmesi taraflisi degilim. Herhangi bir makama sinirsiz yetkilerverilmesini saglayacak kanunlarin da taraflisi degilim. Ancak, Baskomutanlik makaminin ve bu makama yetki veren kanunun gerekli olup olmadigina karar verebilmek için, genel durumun, askerî durumun iyice gözden geçirilmesi ve incelenmesi gerekir. Bu nokta ile ilgili düsüncelerimiarz etmeden önce, Baskomutanligin ve kanunun gereksizligi üzerine sözsöylemis olan kimselerin, bazi ifadelerini hep birlikte gözden geçirelim.
Örnek olarak, Salih Efendi(Erzurum Milletvekili), benim,Meclis'in hakkini zorla ele geçirdigimi, zorla ele geçirmek istedigimi söyleyerek, çok açik olan hakkimizi vermeyiz diye feryat etmis.
Efendiler, açik konusacagim, beni bagislayiniz; her birinizin olaganüstü yetki ile seçilmesine ve olaganüstü yetkiye sahip bir Meclis'in kurulmasina ve bu Meclis'in memleketin kaderini ele alacak bir nitelik kazanmasina çalisan benim ! Bunda basari saglamak için en yakin arkadaslarimla görüs ayriligina ve çatismaya düstüm. Bütün hayatimi, varligimi,bütün seref ve haysiyetimi tehlikeye attim. Demek oluyor ki, bu benimeserimdir. Ben eserimi alçaltmakla degil yükseltmekle görevliyim. Salih Efendi'den hiç olmazsa, beni de kendisi kadar olsun, bu Meclis'inhaklariyla ilgili saymasini rica ederim. Fazla bir sey istemem. Bu sözlerden sonra, Meclis'in hakkini zorla ele geçirmek sözünü reddeder ve oldugu gibi Salih Efendi'ye iade ederim. Böyle bir sey söz konusudegildir ve olamaz.
Efendiler, Baskomutanlik konusunun gizli oturumda görüsülmesinin uygun olacagi yolunda bir önerge verilmis. Bu da türlü sekillerde yanlis yoruma ugramis. Konunun açik oturumda görüsülmesi istenmis. Afyonkarahisar Milletvekili Mehmet Sükrü Bey, gizli oturumlarlagerçegin milletten gizlenmek istendigini söylemis. Bir defa Türkiye Büyük Millet Meelisi, yalniz yasama görevi olan bir meclis degildir. Yürütme yetkisine de sahip bulunuyor. Böyle olmasa bile, memleketin, devletinher türlü isleriyle ilgili kararlari, vaktinden önce açikca söz konusu etmek ve herkese duyurmak dünyanin neresinde görülmüstür? Özelliklesöz konusu edilen durum, düsman karsisinda bulunan bir ordunun Baskomutani ile ilgili olursa, bunu açik oturumda görüserek, lehte oldugugibi aleyhte söylenen sözleri de düsmana isittirmekte, memleketin birçikari var midir? Baskomutanin ordu üzerindeki, özellikle düsman üzerindeki etki ve nüfuzunun çok büyük olmasi gerekir. Hattâ, HüseyinAvni Bey'in burada söz konusu ettigi rahatsizligimin bile, düsmantarafindan isitilmesi sakincalidir. Buna ne gerek vardi. Görüyorsuniiz ki,konunun gizli oturumda görüsülmesinden maksat, Mehmet SükrüBey'in dedigi gibi, hiçbir vakit gerçekleri milletten gizlemek düsüncesine dayanmamaktadir. Keske açik oturumda bir sakinca olmasaydi da,Mehmet Sükrü Bey, kürsüden istediklerini bagira bagira söyleseydi. Ben de Mehmet Sükrü Bey'in sözlerindeki anlami ve gizlimaksadi millete açiklasam ve yorumlasaydim. Sükrü Efendi bilsin ki, millet onun gibi düsünmüyor. Sükrü Efendi bilsin ki, onundedigi gibi komedya oynamiyoruz. Biz, buraya komedya oynatmak içintoplanmadik. Efendiler, komedya oynayan ve oynatan Sükrü Efendi'nin kendisidir. Fakat emin olsun ki, biz o komedyaya kapilmayacagiz.Sükrü Efendi oynamak ve oynatmak istedigi komedya sonunda,yakalandigi kanun pençesinden ne kadar büyük bir alçalma ile kurtuldugunu, unutacak kadar çok zaman geçmemistir.
Efendiler, Hüseyin Avni Bey, Baskomutanlik Kanunu aleyhinde konusurken birtakim sözler sarfetmis. Yüksek Meclis'e bu tutumla milleti rezil edeceksiniz! demis. Miskinler sözünü kullanmis. Görevler sahislara bagli degildir; sahis yoktur, millet vardir gibi kurallarortaya atmis.
Gerçi asil olan millettir, toplumdur. Onun da genel iradesi Meclis'tekendini gösterir. Bu her yerde böyledir. Fakat, fertler de vardir. Meclis, memleket ve devlet islerini fertlerle sahislarla yapmaktadir. Her devletinislerini yürüten sahis ve sahislar meydandadir. Gerçegi, anlamsiz birtakim düsüncelerle inkârin yeri degildir.
Efendiler, Hüseyin Avni Bey, ikide bir de, birtakim anlamsiz sözlerle konusmami kesiyordu. Kendisine agir uyarida bulundum. Meclis'in mahalle kahvesi olmadigini söyledim. Kendisinden, milletin kâbesiolan kürsüye saygili olmasini istedim.
Efendiler, konusanlardan biri de Salâhattin Bey'dir. Salahattin Bey, bize taarruz edip edemeyecegimizi sormus imis. . .Biz de edecegiz demisiz... Kendisi de edemeyeceksiniz! demis. Veen sonunda edememisiz!.. Kendi dedigi çikmis.
Halbuki, taarruzun ertelenme sebeplerini yeri geldikçe yeterinceaçikladigimizi saniyorum. Tekrar edeyim ki, taarruz edecegiz. Düsmanivatanimizdan kovacak ve uzaklastiracagiz. Bu kararimizdan dönmeyecegiz. Kararsizligi gerektiren hiçbir sebep düsünülemez. Bundan baska, Salahattin Bey demis ki, ordu güç bakimindan en yüksek seviyeyegelmistir. Evet, ordumuz mükemmeldir; fakat, istenilen seviyeye gelmemistir. Kendisi gibi bir asker arkadasin, yüksek kurulumuzda böylekonusabilmesi için, ordunun içyüzünü bilmesi gerekir. Halbuki, Salâhattin Bey, bundan çok uzaktir. Ordu ile yakindan ilgilenenlerinsözü, yalniz benim sözüm degil, bütün komutanlarin sözü, kendisini yalanlamaktadir. Fakat hiç süphe yok ki, ordumuzu lâyik oldugu seviyeyegetirecegiz. Salâhattin Bey'in en önemli sözlerinden biri de, bizim baslica görevimiz siyaset yapmaktir seklindeki düsüncesidir. HayirEfendiler, bizim önemli ve asil olan görevimiz siyaset yapmak degildir.Bizim, bütün memleketin ve bütün milletin bugün için tek görevi, topraklanmizda bulunan düsmani süngülerimizle kovmaktir. Bunu yapamadikça, siyaset anlamsiz bir sözden ibaret kalir. Bununla birlikte, bir dakika için, Salâhattin Bey'in sözlerini kabul edelim ! Buna benengel miyim? Baskomutan engel midir? Bu sözün Baskomutanlik Kanunuile ne ilgisi vardir? Anlasiliyor ki bir engelleme ve bir zitlasma düsünülmektedir. Ben millî hedefe ulasilabilmesi için tek çikar yolun savas vesavasta basari oldugunu söylüyorum. Bütün gücümüzü, bütün kaynaklanmizi ve bütün varligimizi orduya verecegiz. Kudretimizi dünyaya tanitacagiz ve ancak ondan sonra milleti insan gibi yasatmak mümkün olacaktir ! diyorum.
Salahattin Bey, iste bu anlayisi, aklinca siyaset yapmayaengel saniyor ve konunun siyasetle çözüme baglanabilecegini zannediyor.Bir de Salahattin Bey diyor ki, bugünkü askerî durumun gerektirdigi masraflari incelemek için, Baskomutanligin varligi bir engeldir.
Efendiler, bu dogru degildir. Baskomutan, Meclis'in, malî kaynaklarin incelemesine ne zaman engel olmustur? Gelir kaynaklarimizla neyapabilecegimiz konusundaki endise belki herkesten çok beni mesgul etmektedir. Yalniz, ben, ordumuzun varlik ve kuvvetini paramiza göreayarlama görüsünü kabul edenlerden degilim. Paramiz vardir, orduyukurariz; paramiz bitti, ordu dagilsin.. Benim için böyle bir mesele yoktur. Efendiler, para vardir veya yoktur; ister olsun ister olmasin, orduvardir ve olacaktir. Bu konuda bir hatirami da aktarayim. Ben ilk defabu ise basladigim zaman en akilli ve düsünür geçinen birtakim kimselerbana sordular :
Paramiz var midir? Silâhimiz var midir? Yokturdedim. O zaman: O halde ne yapacaksin? dediler. Para olacak, orduolacak ve bu millet istiklâlini kurtaracaktir dedim. Görüyorsunuz ki,hepsi oldu ve olacaktir.
Birtakim Efendiler de, Baskomutan millete angarya yaptiriyordemisler. Halbuki kanunun memlekette angaryayi yasakladigini söylemisler. Bu dogrudur Efendiler; fakat, ihtiyaç, tehlike bize her seyi mesru göstermektedir. Ordunun ihtiyaçlari, millete angarya yaptirmayi gerektiriyorsa, bunu yapiyoruz ve en dogru kanun budur. Milletin ve ordunun yenilmemesi için, kanun buna engeldir diye, gerekli gördügüm tedbiri almaktan çekinmeyecegim.
Efendim, Kara Vasif Bey de demisler ki, her yerde Baskomutan vardir. Fakat Baskomutanlik için ayrica bir kanun yoktur. Eldeki askerî kanunlar, her komutanin oldugu gibi baskomutanin da görevve yetkilerini belirtir ve sinirlandirir. Bunu da ilim tayin ve tespit eder.
Bilinmektedir ki, devletler, biribirinden farkli hükûmet sekilleriyleidare edilirler. Sekillerine göre, baslarinda krallar, imparatorlar, padisahlar bulunur. Bazilarinin baslarinda cumhurbaskanlari vardir. Böyle memleketlerde, baskomutan, devletin basinda bulunan kimsedir. Bu kimsebaskamutanlik görevini ya kendisi yapar yahut birini vekil tayin eder.Bizim bugünkü hükûmet seklimize göre, baskomutanlik yetkisi Meclis'inmanevî sahsiyetinde toplanmistir. Bunun için, Meclis, falan veya filânkimseyi baskomutan seçtigini ifade edince, bu ifadeye kanun derler.Kral, padisah ve imparatorun buyurduguna irade dendigi gibi, Meclis'ten çikan millî iradeye de kanun adi verilir. O halde kanun vardir. Birmeclisin olaganüstü bir zamanda kendisine olaganüstü görev verdigi Baskomutan, Kara Vasif Bey'in komutanlarin görev ve yetkilerinibelirterek sinirlandirdigini isaret ettigi Askerî Ceza Kanunu ile Iç HizmetYönetimcligi çerçevesinde kalmasi gereken bir komutan degildir. KaraVasif Bey 'in ilim tayin ve tespit eder dedigi sey, büsbütün baskadir. Askerlik ilim ve teknikleri, askerlik sifatini ve Baskomutan olacakkimsede bulunmasi gereken vasiflari siralar, açiklar ve ögretir. Yoksa,insanlari baskomutanliga getirme isi, komuta edilecek ordunun asil sahibi veya mesru vekilleri tarafindan yapilir. Baskomutanlik vasiflarinitasiyorum diyen bir kimsenin o mevkiye kendiliginden gelebilmesininanlami ise büsbütün baskadir.
Kara Vasif Bey, bir de demis ki; Baskomutan, cepheningerisindeki islerle ugrasmasin ! Bu düsünce yanlistir. Cephenin insan sayisiyla, yiyecegi, giyecegi, silâh ve cephanesi ve daha baska eksiklikleriyleilgili bulunan Baskomutan, elbette bütün bunlarin geride bulunan kaynaklariyla da ilgilidir. Kara Vasif Bey, bu ileri sürdügü düsünceyi hangi kitapta, hangi alanda, hangi yerde görmüs ! Gerçi, hem cepheile hem de gerideki birçok islerle ugrasmak güçtür. Bir adam hem cepheye komuta edecek, savas idare edecek, hem de bu islerle birlikte cephegerisinde birçok seylerin yapilmasini saglayacak. Bunu bir adam nasilyapabilir? Süphesiz yapar. Fakat yapar dedigim zaman, Baskomutan suan cepheye komuta eder, sonra kalkar oradan filân yere gider, yiyecekisini yoluna koyar; filân yere de gider ordunun ikmal isini yapar demekdegildir.
Üzerlerine büyük isler almamis olari insanlarin bu konudaki kararsizliklarini çok görmemelidir. Bakiniz, size bir örnek vereyim :
Bençok acemi komutanlar gördüm. Söz gelisi, bir alay komutani, yeni tümenkomutani olmus veya bir tümen komutani yeni kolordu komutani olmus;biraz da tecrübesiz! Daha tecrübe edinmeye zaman bulamadan, güç durumlar karsisinda kalmis. Görevi boyunca bir tümene alismis iken, düsman karsisinda iki veya üç tümene birden komuta etmek zorunda kalinca, kararsizliga düsmesi ve güçlüklere ugramasi olagandir. Bir tek tümene komuta ettigi zaman, tümenin bütün birliklerini elden geldtgi kadarayni anda görüp idare edebilen acemi komutan, gözden uzak mevzilerdeyer alan iki üç tümenin Muharebesini idare etmek zorunda kalinca, kendikendine : Ben hangi tümenin yaninda bulunayim, onun mu, bunun mu?Orada mi, burada mi? diye sorar...
Hayir! Ne orada bulunacaksin, ne de burada! Öyle bir yerde bulunacaksin ki, hepsini idare edeceksin. O zaman : Ben hiç birini gerektigigibi göremem! der. Tabiî göremezsin, elbette gözlerinle göremezsin! Akilve ferasetinle görmek gerekir.
ORDUNUN KIPIRDANAMAYACAGINI IDDIA EDEN BIR GAFILI ALKISLAYANLAR
Vasif Bey, bir konusmasinda demis ki : Biz Sakarya Muharebesi'nden sonra, iste hâlâ kipirdayamadik, kipirdayamiyoruz. Bu söz, bazilarinin bravo sesleriyle ve alkislariyla karsilanmis.
Efendiler, buna pek üzüldüm ve kahroldum, çok utanç duydum. Ordunun kipirdamamasini ve kipirdamayacagini iddia eden bir gafilin sözlerini alkislamak, cidden çok gariptir. Rica ederim, bunu burada gömelim, kimse isitmesin !
Iste Efendiler, Baskomutanligin gereksizligini ispatlamak için söylenen sözlerin belli baslilari bunlardan ibaretti. Benim de bu sözlere verebilecegim karsiliklar dinlendi. Bundan sonra düsünüp karar vermek Meclis'e düser. Yalniz bir gerçegi gözler önüne sermek zorundayim. YüceMeclis'in, Baskomutanligin geregine inandigina süphe olmamakla birlikte, muhalefetin, hiç bir temele dayanmayan tutumu, Meclis kararinin istenilmeyen bir sekilde çikmasina yol açti. Bunun sonucu ne oldu, Efendiler, biliyor musunuz? Baskomutanlik iki gündür belirsiz bir durumdave bosluktadir. Su dakikada ordu komutansizdir. Eger ben orduya komuta etmekte devam ediyorsam, kanunsuz olarak komuta ediyorum. Meclis'te beliren oy sonuçlarina göre, hemen komutadan el çekmek isterdim.
Baskomutanligimin sona erdigini hükümete bildirdim. Fakat, önlenmesiimkânsiz bir felâkete meydan vermeme mecburiyeti ile karsi karsiya geldim. Düsman karsisinda bulunan ordumuz bassiz birakilamazdi. Bununiçin birakmadim, birakamam ve birakmayacagim.
Saygideger Efendiler, bu gizli oturumda, muhaliflerin hükûmetive orduyu yikmak için öteden beri kurcaladiklari daha birtakim noktalar üzerinde hemen hemen düelloyu andiran tartismalar oldu. Sonunda geregi gibi aydinlanmis olan Meclis, oyunu su yolda belirtti :
11 red,15 çekimsere karsi 177 oyla Baskomutanlik Kanunu'nun süresi uzatildi.
ORDUNUN MADDI VE MANEVI GÜCÜ, MILLI GAYEYI TAM BIR GÜVENLE GERÇEKLESTIRECEK DÜZEYE YÜKSELMISTI
Efendiler, üç ay sonra, yani 20 Temmuz 1922 tarihinde, Baskomutanlik Kanunu, süresi bittigi için yeniden görüsme konusu oldu. Bu defa Meclis'te yaptigim genel konusmanin bir kismini oldugu gibi bilginize sunmama müsaadenizi rica ederim. Demistim ki :
Artik ordumuzun maddi ve manevi gücü, olaganüstü hiçbir tedbire ihtiyaç duyurmaksizin, milli gayeyi tam bir güvenle gerçeklestirecek düzeye ulasmistir. Bu bakimdan, olaganüstü yetkilerin devam ettirilmesine gerek ve ihtiyaç kalmadigi görüsündeyim.
Bugün ortadan kalktigini görmekle sevindigimiz bu ihtiyacin, bundan sonra da dogdugunu görmemekle mutlu olacagiz. Baskomutanlik görevinin süresi, olsa olsa Misak-i Millî'mizin özüne uygun kesin bir sonuca ulasacagimiz güne kadar uzar. Mutlu sonuca güvenle ulasacagimiza süphe yoktur. O gün, degerli Izmir'imiz, güzel Bursa'miz, Istanbul'umuz, Trakya'miz ana vatana katilmis olacaktir. O mutlu gün gelince, bütün milletle birlikte, en büyük mutluluklara erismekle seref duyacagiz.
Benim bundan baska ikinci bir mutlulugum daha olacaktir ki, o da kutsal dâvâmiza basladigimiz gün bulundugum duruma dönebilmekligim imkânidir. Dünyada, milletin bagrinda serbest bir fert olabilmek kadar büyük bir mutluluk var midir? Gerçekleri bilen, kalbinde ve vicdaninda manevi ve kutsal hazlardan baska zevk tasimayan insanlar için, ne kadar yüksek olursa olsun, maddi makamlarin hiçbir degeri yoktur.
Efendiler, bu görüsmelerin sonunda, Baskomutanligin süresiz olarak bana verilmesi kararina varildi.
MUHALIF GURUBUN MECLISTE'KI FAALIYETI
Saygideger Efendiler, muhalif grubun Meclis'teki faaliyeti, bizi kendisiyle biraz daha ugrastiracaktir. Ikinci Grup adini alan muhalifler, olumsuz yoldaki direnmelerini uzun süre denediler. Bakanlar Kurulu'nun seçim seklini düzenleyen 8 Temmuz 1922 tarihli kanunla, Bakanlarin ve Bakanlar Kurulu Baskani'nin dogrudan dogruya Meclis'çe ve gizli oyla seçilmeleri saglandi. Böylece, Bakanlar Kurulu Baskanligi'ndan fiilen uzaklastirilmis oldugum gibi, Bakanlarin da benim gösterecegim adaylar arasindan seçilmesi ile ilgili hüküm kaldirilmis oldu.
RAUF BEY BAKANLAR KURULU BASKANI OLDU
Muhalif grup, bundan sonra saldiriya geçti. Rauf Bey'i Bakanlar Kurulu Baskanligi'na getirmeye çalisti. Bunda basari da sagladi. Muhaliflerin gizli niyetlerini anliyordum. Bununla birlikte Rauf Bey' i yanima davet ettim. Meclis'teki çogunlugun kendisini BakanlarKurulu Baskani olarak seçme egiliminde oldugunu, bunun bence de uygun görüldügünü söyledim. Rauf Bey, kararsiz bir tavir takindi.Bakanlar Kurulu Baskanligi'nin bir görevi yoktur dedi. Rauf Beydemek istiyordu ki, Büyük Millet Meclisi'nin Baskani, Bakanlar Kurulu'nun da tabiî baskanidir. Bakanlar Kurulu'nun aldigi kararlar onun tarafindan onaylanmadikça yürürlüge girmez. Buna göre, Bakanlar KuruluBaskani'nin bir yetkisi ve serbestligi yoktur. Gerçekten de Teskilât-iEsasiye Kanunu geregince durum böyleydi. Bununla birlikte, sonundaBakanlar Kurulu Baskanligi'ni kabul etti. Rauf Bey, 12 Temmuz1922 tarihinden 4 Agustos 1923 tarihine kadar bu görevde kaldi.
Efendiler, bir nokta dikkatinizi çekmistir. Kara Vasif Bey'leRauf Bey, muhalefetin dogusunda, desteklenmesinde ve yönetiminde, daha ilk günden birlik olmuslar ve liderligini yapmislardir. FakatRauf Bey, açiktan açiga Ikinci Grup'a geçmeyerek, bizim içimizdekalma durumunu tercih ediyor. Bu durum üç yil sürdü. Rauf Bey'e sonunda kendi ifadesiyle :
Bizimle birlikte imis gibi görünmeye artik imkân kalmadigi zaman ayriligini ilân etmek zorunda kaldi.
Efendiler, muhaliflerin, Meclis'te ordu aleyhine baslattiklari havadevam ediyordu. Sürekli ve atesli bir sekilde ordunun taarruz kabiliyetiolmadigindan ve artik konuyu siyasî tedbirlerle bir çözüme baglayarak sonuçlandirmanin kaçinilmaz oldugundan etkili bir sekilde söz ediyorlardi.