Uyarma ve kınama cezasında yargı yolu
Burada sorulan sorular karşısında kısa kısa olarak size verilen disiplin cezaları hakkında aydınlatıcı bilgiler vermek isterim.
YARGI YOLU SORUNU
İlk sorunumuz Uyarma ve kınama cezalarında yargı yolu açık mı kapalı mı?İdare kendisine verilen bu yetkinin sınırsız ve mahkeme yolu da kapalı olduğu için sorumsuz olduğunu düşünüp keyfi cezalar verebilir.Ancak uyarma ve kınama cezalarında aşağıdaki hallerde yargı yoluna gidilebilecektir.
1-Şekil eksikliği.
Disiplin cezalarında çeşitli şekil şartları vardır.Bu şekil şartları bazen uyarma ve kınama cezasını hukuken geçersiz hale getirir.Bu durumda yargı yolu kapalı olursa kişinin bir kaybı olacaktır.Şekil eksikliği yönünden aklıma gelenleri burada sayacağım.
a) Savunmayı alan amir ile cezayı veren amir aynı kişi olamaz.
b)Bir suça iki ceza verilemez (örneğin kanundan dolayı uyarma cezası verilmişse, ek olarak yönetmelikle ek ödemenin kesilmesi gibi bir ceza verilemez)
c)Ceza kanundan değil de yönetmelikten doğmuşsa yargı yolu açıktır.
d)uyarma, kınama, aylıktan kesme ve kademe ilerlemesinin durdurulmasında olaydan bir ay geçtikten sonra soruşturma başlamışsa ceza verilemez.Verilirse yargı yolu açıktır.
e) Devlet memurluğundan çıkarmada soruşturma süresi 6 aydır.
f) Bağlı bulunduğunuz sendika tarafından önceden kurumunuza bildirilen temsilci ceza kurulunda olmalıdır.Olmaması o cezanın şekil yönünden eksikliğidir.
g) uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezalarında disiplin soruşturması tamamlandıktan sonra disiplin kurulu 15 gün içinde karar almak zorundadır.Kademe ilerlemesinin durdurulmasında ise disiplin kuruluna 15 gün içinde gönderilir.Kurulda 30 gün içinde karar almak zorundadır.Devlet memurluğundan çıkarmada bu süre yüksek disiplin kuruluna gönderilmesinden sonra 6 aydır.
h)Sicil dosyası incelemesi yeni çıkan bilgi edinme yasası ile mümkün hale gelmiştir.Savunma hakkınız vardır ve bunu bir vekille de kullanabilirsiniz.Savunmanız alınmadan disiplin cezası verilemez.7 gün içerisinde savunma yapmazsanız bu hakkınızdan vazgeçilmiş sayılır.Savunma yapmadığınız için ceza verilemez.
ı) son olarak bu gibi durumlardda yargı yoluna gidebileceğiniz gibi tüm cezalarda 7 gün içinde üst kurula itiraz da edebilirsiniz.7 gün içinde itiraz edilmeyen kararlar idarece kesinleşir.aylıktan çıkarma, kademe ilerlemesinin durdurulması ve memurluktan çıkarma cezalarında da her şekilde idari yargı yolu açıktır.
Re: Uyarma ve kınama cezasında yargı yolu
sn.alisinkay 657 sayıla Dev.Memurları kanuna göre;UYARMA VE KINAMA CEZALARI "RE'SEN(VALİ,KAYMAKAM VEYA BİRİM MÜDÜR'Ü" tarafından verilir bunda yargı yolu kapalı ancak,kim vermiş ise bu cezayı o makama itiraz(7) gün icerisinde yapılır,tahikat neticesin de verilmiş ise normal itiraz prosüdür uygulanır.
Re: Uyarma ve kınama cezasında yargı yolu
merhaba
yeni forum nerden açılır bulamadım bu nedenle sorumu buraya sormayı uygun gördüm...dilerim yanlış yapmadım
sorum şudur.
memur disiplin cezası alıyor.aynı suçu bi daha işliyor..bi daha işliyor ve bi daha işliyor...diyelimki aynı suçu değişik zamanlarda en az 8-10 kez tekrarlıyor..disiplin suçu açısından bu memurun sonu ne olacaktır..
saygılarımla
Re: Uyarma ve kınama cezasında yargı yolu
Uyarma ve kınama cezalarınıda yapılan anayasa değişikliği ile yargıya taşınabileceğine dair idare mahkemesinin verdiği karar..
saygılarımla..
T.C.
A N K A R A
5. İDARE MAHKEMESİ
Esas No: 2003-1796
Karar No: 2004-1212
DAVACI :
DAVALI :Milli Eğitim Bakanlığı-ANKARA
DAVANIN ÖZETİ :Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Eğitim Araştırmaları Merkezi ve Akşam Sanat Okulu Matematik öğretmeni olarak görev yapmakta iken düzenlediği inceleme ve değerlendirme raporlarındaki görüşlerinden dolayı 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/B-a maddesi uyarınca “kınama” cezası ile cezalandırılan davacı; usul ve zamanaşımı hükümlerine aykırı olarak verilen kınama cezalarına karşı yargı yolunun kapalı olmadığını, cezanın gerekçesini oluşturan suçlama ile buna ilişkin bildirimlerin savunma hakkını ortadan kaldırabilecek ölçüde genel, soyut, belirsiz ve dayanaksız olduğunu, soruşturulmaya başlanıldığının kendisine açık ve yazılı olarak bildirilmesi zorunluluğuna uyulmaması suretiyle savunma hakkının engellendiğini, soruşturmayı açan ve cezayı veren makamın aynı olması nedeniyle yok hükmünde olduğu ileri sürülerek “kınama” cezasına ilişkin 20.08.2003 günlü ve 4666/73034 sayılı işlemin iptaline karar verilmesi istenilmektedir.
SAVUNMANIN ÖZETİ :657 sayılı Kanunun 135. maddesi hükmüne göre davacı hakkında verilen cezaya karşı itiraz edilebileceği, dava açma olanağı bulunmayan disiplin cezasına karşı açılan davanın öncelikle incelenmeksizin reddi gerektiği, esas yönünden ise; halen Ankara ilinde öğretmen olarak görev yapan davacının daha önce Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Eğitim Araştırmaları Merkezi ve Akşam Sanat Okulu öğretmeni iken hakkında Bakanlık Müfettişlerince düzenlenen 16.06.2003 gün ve 8847/33, 34, 27 sayılı soruşturma raporunda; düzenlediği inceleme ve değerlendirme raporlarında bir çok hatalarını tespit ettiği eğitim araçları için eğitim ve öğrenim açısından uygun olduğu yönünde görüş bildirmek suretiyle ilgili öğretim araçlarının öğretim kurumlarına tavsiye edilmesine sebep vermesi nedeniyle idari yönden teklifi ile birlikte disiplin yönünden de 657 sayılı Kanunun 125/B-a maddesi uyarınca kınama cezası ile cezalandırılması önerisi doğrultusunda verilen cezanın yasal olduğu iddiasıyla davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Ankara 5. İdare Mahkemesi’nce işin gereği görüşüldü;
Dava, Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Eğitim Araştırmaları Merkezi ve Akşam Sanat Okulunda görev yapmakta iken düzenlediği inceleme ve değerlendirme raporlarındaki görüşlerinden dolayı davacının 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/B-a maddesi uyarınca “kınama “ cezası ile cezalandırılmasına ilişkin 20.08.2003 günlü ve 4666/73034 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
T.C. Anayasasının 129/3. maddesinde; uyarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin kararlarının yargı denetimi dışında bırakılamayacağı belirtilmiştir.
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 135. maddesinde; disiplin amirleri tarafından verilen uyarma ve kınama cezalarına karşı itirazın varsa bir üst disiplin amirine yoksa disiplin kurullarına yapılabileceği; aylıktan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması ve Devlet Memurluğundan çıkarma cezalarına kaşı idari yargı yoluna başvurabileceği,136/3. maddesinde de;itiraz edilmeyen kararlar ile itiraz üzerine verilen kararların kesin olup, bu kararlar aleyhine idari yargı yoluna başvurulamayacağı hükmüne yer verilmiştir.
Davacının da aralarında bulunduğu Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı görevlileri hakkında yapılan soruşturma sonucu düzenlenen 16.06.2003 günlü ve 8847/33, 34, 27 sayılı rapor doğrultusunda, davacıdan savunmasının istenilmesi, disiplin cezasının verilmesi 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine göre yürütülmüştür.
Buna göre, uyuşmazlığın esasına girmeden önce Anayasa ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun yukarıda yer alan hükümlerini adil yargılanma hakkı, hak arama özgürlüğü ve Anayasanın 90. maddesinde yapılan değişiklikle birlikte ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı kimliğiyle sav ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Sav ve savunma hakkı birbirini tamamlayan ve birbirinden ayrılması olanaksız niteliğiyle hak arama özgürlüğünün temelini oluşturur. Önemi nedeniyle hak arama özgürlüğü yalnız toplumsal barışı güçlendiren dayanaklardan biri değil aynı zamanda bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Bu hakkın kullanılması, yerine getirilmesi olabildiğince kolaylaştırılmalı, olumlu ya da olumsuz sonuç almayı geciktiren, güçleştiren engeller kaldırılmalıdır.
Adil yargılanma hakkı, temel insan haklarından biri olması dolayısıyla 1948 yılında dünya devletlerince kabul edilen ve bir başlangıç teşkil eden İnsan Hakları Evrensel Bildirisinde tanınmış ve uygulanabilir evrensel bir ilke olarak kendine yer bulmuştur. 1948’den bu yana uluslararası bir gelenek haline gelmiş olan bu hak, takip eden yıllarda Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi ve diğer sözleşmelerle yaygınlık kazanmıştır.
Çeşitli sözleşmelerle zamanla ayrıntılı düzenlemelere gidilen bağlılığı artan bu hak, ulusal alanlarda da etkisini göstermiş ve devletlerin bu yapı içinde muhakemenin ulusal yasalara uygun olup olmadığı, ulusal yasaların uluslararası adil yargılanma güvenceleriyle uyumlu olup olmadığı ve yasaların uygulanma biçiminin uluslararası standartlara aykırılık taşıyıp taşımadığı noktalarında yasaların uluslararası uzlaşmaya uyumlaştırma çabalarını getirmiştir.
Türkiye’de de adil yargılanma hakkının içerdiği pek çok ilke ve hak, Anayasa’nın 36, 38, 125, 138 ve 142. maddesinde yer almasına rağmen, 2001 yılında Anayasa’da yapılan değişiklikle kavram olarak 36. maddede yer verilmek suretiyle Anayasa’nın bir parçası haline getirilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’de idarenin eylem ve işlemlerinin yargı denetimi dışında tutulmasının adil yargılanma hakkının ihlali olarak kabul etmektedir.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi “Hakansson ve Sturesson-İsveç” davası ile ilgili olarak; uyuşmazlık konusunun sadece hükümet tarafından karara bağlanmasının, ne olağan mahkemeler ne idare mahkemeleri ne de 6. madde açısından mahkeme olarak kabul edilebilecek bir kurul tarafından hukukiliğin denetiminin mümkün olmamasının mahkemeye başvurma hakkının ihlali olduğu, “Pudos-İsveç” davasında da; başvurucunun taşımacılık ruhsatının Bölge İdare Kurulu tarafında iptal edilmesi sonrasında, son itiraz mercii ve bu uyuşmazlığı karara bağlayan makam olan İletişim ve Ulaştırma Bakanlığının kararına karşı bir mahkemeye veya mahkeme olarak kabul edilebilecek herhangi bir kurula başvurma imkanının olmamasının, ihlal olduğuna karar vermiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi benzer şekilde “Zander-İsveç” davasında da; başvurucunun arazisinin bitişiğinde yer alan ve çöplük olarak kullanılan arazi nedeniyle içme suyunun kirlendiği iddiasıyla çöp boşaltan şirketin ruhsatının yenilenmesi ve faaliyetlerinin genişletilmesine yönelik olarak ilkin Ruhsat Kuruluna başvurmuş ve bu Kurulun ret kararına karşı da hükümete yaptığı itirazın reddine karşı yargı denetimi tanınmadığı için adil yargılanma hakkına aykırılık olduğu belirtilmiştir.
Özetle, tarafsızlığı ve bağımsızlığından kuşku duyulmayacak şekilde oluşturulmuş bir mahkemeye başvuru olanağının tanınmadığı bir idari rejimin adil yargılanmaya uygun olmadığı ilkesinin kabul edildiği görülmektedir.
Disiplin cezalarına karşı yargı yolunun kapalı olmasının adil yargılanma hakkına aykırılığı ile ilgili yapılan bu açıklamalardan sonra “hak arama özgürlüğü” ve Anayasa’nın 90. maddesinde yapılan değişiklikle uyumlu olup olmadığı ortaya konulmalıdır.Anayasa’nın 90. maddesinin, “usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz” biçimindeki son fıkrasına “usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” cümlesinin eklenmesi nedeniyle “hak arama özgürlüğü” açısından bu konunun değerlendirilmesi gerekmektedir.Uluslararası Sözleşmelerin Türk hukukundaki yerini doğrudan doğruya düzenleyen hüküm Anayasa’nın 90. maddesinin yukarıda yer verilen son fıkrasıdır.Bu hükümle birlikte,Anayasanın 15, 16, 42 ve 92. maddelerinde de uluslararası hukuka, dolayısıyla uluslararası sözleşmelere göndermede bulunulmuştur.Bu nedenle, öncelikle uluslararası sözleşmelerin Türk hukukundaki yeri belirlenmelidir.
Anayasanın 15. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin kullanımı konusunda alınacak tedbirlerin uluslararası hukuk karşısındaki konumu,16. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin yabancılar için kullanımlarının uluslararası sözleşmeler karşısındaki yeri, 92. maddesinde de,savaş ilanı ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verme yetkisinde uluslararası sözleşmelerle ilgili atıflar bulunmaktadır.
Anayasanın yukarıda yer verilen hükümleri ile uluslararası hukuk kuralları,dolayısıyla sözleşmeler ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır.Bu maddelerde belirtilen konulara ilişkin kurallar getiren sözleşme hükümlerini garanti altına alarak bunlara anayasal bir değer yüklenmiştir.
Uluslararası sözleşmeler konusunda yukarıda yer aldığı üzere, özel hükümler getiren maddeler ile birlikte, genel olarak sözleşmelerin Türk hukukundaki hiyerarşik yerini 90. madde düzenlemiştir.Fıkranın birinci cümlesine göre, usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası sözleşmeler kanun hükmündedir. Uluslararası sözleşmenin kanun hükmünde olması nedeniyle Türk Hukuk düzeninde doğrudan hüküm doğurucudur. Fıkranın ikinci cümlesine göre, andlaşmalar hakkında Anayasa Mahkemesine başvurulamayacaktır. Buna göre, uluslararası sözleşmelerin Anayasaya aykırı olduğunun ileri sürülememesi uluslararası hukukun üstünlüğünün teyidi olduğu, uluslararası sözleşmeler ile Anayasa arasında bir uyuşmazlık olması durumunda uluslararası sözleşmelerin üstünlüğü doktrinde de kabul görmüştür.
Kaldı ki;Anayasanın 129/3. maddesinde yer alan “uyarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin kararlarının yargı denetimi dışında bırakılamayacağına” ilişkin düzenlemeden de, uyarma ve kınama cezalarına karşı mahkemeye başvurma hakkını tanıyan iç hukuk kurallarının da Anayasa’ya aykırı olmadığının da yasa koyucu tarafından amaçlandığının anlaşılması gerekir.
Uluslararası sözleşmelerin iç hukukta geçerliliği ve Anayasa’da önceden de yer alan düzenlemeler ile ilgili bu açıklamalardan sonra son Anayasa değişiklikleri ile yeni oluşan hukuksal durum ve iç hukuk kurallarına etkisi üzerinde değerlendirmede bulunulması şarttır. 2001 yılında gerçekleştirilen Anayasa değişiklikleri öncesinde hazırlanan 37 maddelik Anayasa değişiklikleri paketinde onaylanmış uluslararası sözleşmelerin iç hukuktaki yeri ve değeri konusunda yer alan “kanunlar ile milletlerarası antlaşmaların çatışması halinde milletlerarası anlaşmalar esas alınır” şeklindeki düzenlemeden son anda vazgeçilmiştir.Anayasanın 90. maddesinde yapılması düşünülen bu değişiklik yukarıda yer verilen haliyle 22.05.2004 günlü ve 25449 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
5170 sayılı Yasa’nın 7. maddesi ile yapılan değişikliğin Anayasa Komisyonu’nda yapılan görüşmeler neticesinde gerekçesi; “uygulamada usulüne göre yürürlüğe konulmuş insan haklarına ilişkin milletlerarası antlaşmalar ile kanun hükümlerinin çelişmesi halinde ortaya çıkacak bir uyuşmazlığın hallinde hangisine öncelik verileceği konusundaki tereddütlerin giderilmesi amacıyla 90. maddenin son fıkrasına hüküm eklenmektedir.” şeklindedir.
Yasa koyucu temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklar demek suretiyle yargı yetkisini Türk milleti adına kullanan “adli, idari ve askeri yargı” yerleri ile birlikte yasama ve yürütme organının da yeni kural çerçevesinde hareket etmeleri gerektiğini belirtmiştir. Yargı yetkisini kullanan mahkemelerin yetkilerinin kullanımı ile ilgili düzenlemeler Anayasa’nın 9. ve 138. maddelerinde yer almaktadır. Anayasanın 9. maddesinde, yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı, 138. maddesinde de, yargıçların görevlerinde bağımsız olduklarını, Anayasa, yasa ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm vereceklerini, hiçbir organ, makam, merci ve kişinin, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve yargıçlara emir ve talimat veremeyeceklerini ve genelge gönderemeyeceklerini, tavsiye ve telkinde bulunulamayacağını kesin bir dille kurala bağlamaktadır.
Anayasanın 138. maddesinde yer alan “hukuka” uygun karar vermenin iç hukuk yanında uluslararası hukuk da dahil olarak anlamak gerekir. Ulusal üstü hukuk herhangi bir şekilde ulusal hukuka dahil olmuşsa yargı yetkisini kullanan hakimlerin bunu göz önünde bulundurması zorunludur.
Yeni metinde yer alan “temel hak ve özgürlüklerin” iç hukukta yer alan temel hak ve özgürlüklerle sınırlı olmaması gerekir. Usulüne uygun yürürlüğe giren tüm uluslararası sözleşmelerde yer alan temel hak ve özgürlüklerin kapsam içinde bulunduğu anlaşılmaktadır.Uluslararası insan hakları hukukunun anlaşma, sözleşme, şart, pakt gibi belgelerce tanıdığı ve güvenceye aldığı tüm insan hakları bu güvence altındadır.
Re: Uyarma ve kınama cezasında yargı yolu
karakter sayısı fazla olduğundan kararın devamı aşağıya alınmak zorunda kalınmıştır...
kararın devamı şöyledir:
Yapılan bu açıklamalar ışığında Uluslararası İnsan Hakları Hukukunun temel belgelerinden olan ve Türkiye tarafından da kabul edilerek onaylanan Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesinin ilgili hükümlerinin Anayasamızda ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun disipline ilişkin hükümler içeren maddelerindeki “uyarma ve kınama" cezalarına ilişkin kuralların aynı konuda farklı düzenlemeler içerip içermediğinin belirlenmesi gerekmektedir.
Türkiye tarafından 15 Ağustos 2000 tarihinde imzalanan ve 4 Haziran 2003 tarihinde TBMM’de onaylanan Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi 4868 sayılı Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanunun 18 Haziran 2003 günlü ve 25142 sayılı Resmi Gazetede yayınlanmasıyla yürürlüğe girmiştir. Sözleşmenin Başlangıç bölümünde; “bu sözleşmeye taraf devletlerin Birleşmiş Milletler Şartı’nda ilan edilen prensiplere göre insanlık ailesinin bütün üyelerinin doğuştan sahip oldukları insanlık onurunu ve eşit ve vazgeçilmez haklarını tanımanın yeryüzündeki özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu dikkate alarak, bu hakların insanın doğuştan sahip olduğu insanlık onurundan türediğini kabul ederek, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ne uygun bir biçimde korkudan ve yoksulluktan kurtulma özgürlüğünü kullanabilen özgür insan idealinin ekonomik ve sosyal ve kültürel hakları ile birlikte kişisel ve siyasal haklarını da kullanabildiği şartların yaratılması halinde gerçekleşebileceğini kabul ederek Birleşmiş Milletler Şartı’na göre devletlerin insan haklarına ve özgürlüklerine her yerde saygı gösterilmesini sağlama ve bu haklara ve özgürlüklere uygun davranma yükümlülüğünü dikkate alarak, içinde yaşadıkları topluma ve diğer bireylere karşı ödevleri bulunan bireylerin, bu sözleşmede tanınmış olan hakları ilerletme ve bu haklara uyulmasını sağlamak için çaba gösterme sorumluluğu bulunduğunun farkında olarak, aşağıdaki hükümlerde anlaşmışlardır” hükmüne yer verilmiştir.
Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesinin III. Bölümünde yer alan “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 14. maddesinde ise; herkesin mahkemeler ve yargı yerleri önünde eşit oldukları, herkesin hakkındaki bir suç isnadının veya hak ve yükümlülükleri ile ilgili bir hukuki uyuşmazlığın karara bağlanmasında, hukuken kurulmuş yetkili, bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından adil ve aleni olarak yargılanma hakkına sahip oldukları belirtilmiştir.
Sözleşmenin yukarıda yer verilen maddesi ile “hak arama özgürlüğü” güvenceye alınmıştır.Temel insan haklarından olan bu hakkın kullanılabilmesi için hiçbir kısıtlamaya tabi olmaması gerekir.Mahkemeye başvurma hakkını engelleyen tüm yasaklamaların Sözleşme’ye de aykırı olacağı tartışmasızdır. Adil yargılanma hakkının tam ve koşulsuz gerçekleşmesi ve mahkemeye başvurma hakkının güvenceye alınması konularında sınırsız hükümler içermesi nedeniyle birçok ulusal ve uluslararası kurallara göre ileri durumda bulunan Sözleşmenin kısıtlayıcı hükümler içeren kurallara göre öncelikli kabul edilerek uyuşmazlıkların çözümünde uygulanması çağdaş hukuk anlayışının doğal bir sonucudur.
Buna göre, hak arama özgürlüğüne yönelik temel hükümler içeren ve uluslararası ölçekli insan hakları hukukunun kaynağı olan ve Türkiye tarafından da imzalanarak yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesinin “adil yargılanma hakkı” başlıklı 14. maddesinin mahkemeye başvurma hakkının hiçbir şekilde kısıtlanmamasını öngören hükümleri ile “uyarma” ve “kınama” cezalarına karşı yargı yolunu kapayan iç hukuk düzenlemelerinin aynı konu hakkında farklı hükümler içermesi nedeniyle, Anayasa’nın 90. maddesinde yargı organlarını da bağlayıcı şekilde yapılan değişiklik sonrasında oluşan son hukuki durum karşısında, BM Siyasi ve Medeni Haklar Uluslar arası Sözleşmesinin 14/1. maddesinin bu uyuşmazlıkta esas alınması gereken hukuk kuralı olduğu sonucuna varılmıştır.
Buna göre, “uyarma” ve “kınama” cezalarına karşı yargı yolunu kapayan iç hukuk kuralları yerine, “adil yargılanma hakkı”, “hak arama özgürlüğü” ve “mahkemeye başvurma hakkı” ilkeleri doğrultusunda dava açılması gerektiğini kurala bağlayan Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesinin 14. maddesinin uyuşmazlıkta esas alınması suretiyle davacıya 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 125/B-a maddesi uyarınca verilen “kınama” cezasına karşı dava açılabileceği kanaatiyle davanın esas yönünden çözümlenmesi yapılacaktır.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunun “Kınama cezasını gerektiren fiil ve haller” başlıklı 125/B-a fıkrasında; verilen emir ve görevlerin tam ve zamanında yapılmasında, görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasların yerine getirilmesinde,görevle ilgili resmi belge, araç ve gereçlerin korunması, kullanılması ve bakımından kusurlu davranmanın kınama cezasını gerektirdiği hüküm altına alınmıştır.
Dava dosyasının incelenmesinden, “Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Yayın ve Kültür Dairesi bünyesinde oluşturulan Eğitim Araçlarının İnceleme ve Rapor Değerlendirme Komisyonunda” görev yapan bir kısım kamu görevlisinin eylem ve işlemleriyle ilgili olarak yapılan soruşturma sonucunda düzenlenen 16.6.2003 günlü, 8847/33, 34, 27 sayılı soruşturma raporunda, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Yayın ve Kültür Dairesi Bünyesinde oluşturulan eğitim araçlarını inceleme ve rapor değerlendirme komisyonlarında görev yapan ve kadroları Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Eğitim Araştırmaları Merkezi ve ASO Müdürlüğünde bulunan, aralarında davacının da bulunduğu öğretmenlerin inceledikleri eğitim araçları için, bu araçlarda önemli hatalar tespit etmelerine ve bu hataları raporlarında belirtmelerine rağmen “uygun bulunmuştur” yönünde görüş belirtmek suretiyle, eğitim araçlarının hatalı olarak okul ve kurumlara girmesine neden oldukları, eğitim araçlarını incelerken Eğitim Araçları İnceleme Yönetmeliği hükümlerine uymadıkları, kendilerine verilen görevleri iyi, doğru ve itina ile yapmadıkları ve bu eylemin 657 sayılı Yasanın 125 (B-a) maddesindeki disiplin suçunu oluşturduğu” sonucuna varılarak disiplin yönünden anılan madde uyarınca kınama cezasıyla cezalandırılmaları, idari yönden ise inceledikleri eğitim araçlarında birçok hata tespit etmelerine rağmen “uygun bulunmuştur” şeklinde rapor tanzim ettikleri, bu davranışları ile kurumun yıpratılmasına neden oldukları, bu nedenle Eğitim Araştırmaları Merkezi ve ASO öğretmenliğinden alınarak Ankara İli içerisindeki okullarda öğretmen olarak görevlendirilmelerinin önerildiği, izleyen süreçte de belirtilen görüş doğrultusunda atama işlemi ile birlikte davacı hakkında 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 125/B-a maddesi uyarınca dava konusu “kınama” cezasının verildiği anlaşılmaktadır.
Davacının imzasının bulunduğu inceleme raporlarında, incelenen eğitim aracındaki eksiklikler açık olarak yazılmış, değerlendirme kısmında ise şekil ve muhteva yönünden uygun bulunduğu belirtilmiş, dolayısıyla inceleme ve değerlendirme raporları, bu konuda asıl kararı verecek olanların nesnel bir değerlendirme yapabilmelerine olanak verecek şekilde hazırlanmıştır. Öte yandan, Yönetmeliğin bu gibi bir değerlendirmeye imkan tanımadığı belirtilmiş ise de, idarenin günlük ve gelişen ihtiyaçları dikkate alınarak uzun bir süredir devam ettirilen uygulamanın kamu görevlileri tarafından usul kabul edilerek aynı yönde işlem yapılması da idari faaliyetin doğal akışına uygundur. Nitekim anılan soruşturma sonucunda yönetmelik ve genel uygulamadan kaynaklanan aksaklıklar tespit edilerek bu yönde yönetmelik değişikliğine gidilmiştir.
Bu durumda; davacının görevini, görev mahallinde oluşmuş olan usullere uygun olarak yerine getirdiği ve hizmetin yürütülmesiyle ilgili genel aksaklıklar var ise, görevi itibariyle bu durumda sorumlu tutulamayacağı sonucuna ulaşıldığından; aksi yöndeki değerlendirmeye dayanılarak 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 125/B-a maddesi uyarınca verilen cezada hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle dava konusu işlemin İPTALİNE, aşağıda dökümü yapılan 31.910.000 lira yargılama giderinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, artan posta avansının istemi halinde davacıya iadesine, 29.06.2004 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
BAŞKAN ÜYE ÜYE
Hayrettin ÖZDEMİR Mustafa GENÇ M. Önder TEKİN
Re: Uyarma ve kınama cezasında yargı yolu
Sn.Alisinkay,Re'sen olsun,savunma naticesi olsun (Uyarma ve kınama cezalarına)
yargı yolu kapalıdır.Ancak,hangi Amir veya disiplin kurulu cezayı vermiş ise oraya itiraz etme hakkı vardır.
Re: Uyarma ve kınama cezasında yargı yolu
sayın ekremyican...
bi önceki mesajımda verdiğim kararı okudunuzmu baştan sona...
saygılarımla
Re: Uyarma ve kınama cezasında yargı yolu
işyerine gitmemek ten uyarı veya kınama cezası alırmıyım sucum cumartesi pazar işyerine gitmemek orman muhafaza memuruyum seminerim oldugu için gec kaldım mazeretim kabul edil medi ne yapmam gerekliii. teşekürler
Re: Uyarma ve kınama cezasında yargı yolu
sormak istediğim bir konu var. 4.sınıf üniversite öğrencisiyim. hocayı bulamadığım bir zaman hocanın imza atması gereken kağıda ben imza attım ve farkedildi. imza attığım kağıt öğrenci not karnesiydi. başka bir resmiyeti yoktu not değeri olark da önemsizdi. hakkımda soruşturma açıldı önceden hiç böle bir şey yok ilk soruşturma. ne olacağı konusunda bana fikir verebilir misniz?
Re: Uyarma ve kınama cezasında yargı yolu
Arkadaslar burada disiplin cezaları hakkında bilgi vermektesiniz. Bana da aşağıda izah edeceğim konu hakkında bilgi verebilirseniz cok memnun olurum.
--------------------------------------------------------------------------------
İdarenin 657 DMK 125/C'ye göre vermiş olduğu brüt maaşın 1/4'ü oranında maaş kesim cezası neticesinde, memurun brüt maaşını hangi kalemler oluşturacatır? İdare Memurun maaşında hangi kalemlerden kesinti yapabilecektir? Bu konuda sanıyorum herhangi bir açıklık yok. Konu ile ilgili elinde herhangi bir karar-görüş vs. olan arkadaşlarımın konu ile ilgili yardımlarını bekliyorum. ilginiz için şimdiden teşekkür ederim...
Re: Uyarma ve kınama cezasında yargı yolu
Alıntı:
yamtar_yamtar rumuzlu üyeden alıntı
Arkadaslar burada disiplin cezaları hakkında bilgi vermektesiniz. Bana da aşağıda izah edeceğim konu hakkında bilgi verebilirseniz cok memnun olurum.
--------------------------------------------------------------------------------
İdarenin 657 DMK 125/C'ye göre vermiş olduğu brüt maaşın 1/4'ü oranında maaş kesim cezası neticesinde, memurun brüt maaşını hangi kalemler oluşturacatır? İdare Memurun maaşında hangi kalemlerden kesinti yapabilecektir? Bu konuda sanıyorum herhangi bir açıklık yok. Konu ile ilgili elinde herhangi bir karar-görüş vs. olan arkadaşlarımın konu ile ilgili yardımlarını bekliyorum. ilginiz için şimdiden teşekkür ederim...
1/8'den daha ağır Aylıktan Kesme cezası yoktur... Verilmişse, yasaya açık aykırılık oluşturur...
Madde metni:
125/C - Aylıktan kesme : Memurun, brüt aylığından 1/30 - 1/8 arasında kesinti
yapılmasıdır.
Re: Uyarma ve kınama cezasında yargı yolu
Alıntı:
Kantaroncu rumuzlu üyeden alıntı
1/8'den daha ağır Aylıktan Kesme cezası yoktur... Verilmişse, yasaya açık aykırılık oluşturur...
Madde metni:
125/C - Aylıktan kesme : Memurun, brüt aylığından 1/30 - 1/8 arasında kesinti
yapılmasıdır.
özür dilerim,soru yanlıs olmus. 1/8 oranında olarak aynen soruyu tekrarlıyorum.
Re: Uyarma ve kınama cezasında yargı yolu
Merhabalar
Bir üniversitede öğretim üyesi olarak çalışmaktayım. Dekanlık, yapılan soruşturma gereği 2 ocak 2008 tarihinde tarafıma Kınama cezası verdi. 8 ocak 2008 tarinde rektörlüğe cezaya itiraz ettiğime dair dilekçemi verdim. Eğer rektörlük cezayı kaldırmaz ise idari yargıya ne zaman gitmem gerekmektedir. Dekanlığın bana cezayı tebliğ ettiği günden itibaren mi, yoksa Rektörlüğün itiraz dilekçeme cevabından sonramı.
selamlar
Re: Uyarma ve kınama cezasında yargı yolu
1-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), disiplin cezasına mahkûm edilen memura kararın iptali amacıyla dava açma hakkı tanımadığı gerekçesiyle Türkiye'yi tazminata mahkûm etti. Kararda, disiplin cezalarına karşı yargı yolunun açık olmamasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) "etkili başvuru hakkı" maddesinin ihlali anlamına geldiği vurgulandı. (Memurlar.net)
2-Uyarma ve kınama cezalarına karşı yargı yoluna başvurulup başvurulamayacağına ilişkin olarak idare mahkemeleri ve Danıştay olumlu görüş bildirirken Anayasa Mahkemesi olumsuz görüş bildirdi. Anayasa Mahkemesinin 19 Şubat 2008 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan kararı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye'yi bu nedenden dolayı tazminata mahkûm eden kararı karşısında oldukça ilginç durmaktadır.
Özetme memurlar açısından daha doğrusunu 657 sayılı yasaya tabi olanlar açısından yasama kısıntısı halen geçerli. Ama yinide dava açıp iç hukuk yollarını tüketip AİHM sine başvurmak sanırım açık olan tek kapı.
saygılar
Önder özlem
Re: Uyarma ve kınama cezasında yargı yolu
Bilgi Vermek Amacıyla şunları yazayım:
Müvekkile uyarı cezası verilmiş. Müvekkilin disiplin soruşturmasını aday memur yapmış.
Aday memurun displin soruşturma yetkisi yoktur diye savunmamıza rağmen mahkeme bu konuda bir gerekçe göstermeden davayı reddeti temyiz edeceğiz.
Sizce aday memur displin soruşturması yapabilir mi?
Re: Uyarma ve kınama cezasında yargı yolu
Alıntı:
kartograf rumuzlu üyeden alıntı
Bilgi Vermek Amacıyla şunları yazayım:
Müvekkile uyarı cezası verilmiş. Müvekkilin disiplin soruşturmasını aday memur yapmış.
Aday memurun displin soruşturma yetkisi yoktur diye savunmamıza rağmen mahkeme bu konuda bir gerekçe göstermeden davayı reddeti temyiz edeceğiz.
Sizce aday memur displin soruşturması yapabilir mi?
Soruşturma yapacak memurun, soruşturulacak memurdan üst, hiç olmazsa denk konumda olması gerekir.
Uyarma ve Kınama cezaları yargı kısıtlamasına tabi olduğundan davanız incelenmeksizin ret edilmiştir muhtemelen... Temyizden sonra karar düzeltme ve arkasından AİHM... Yol uzun gurbet ırak... İç hukuk yolları tükenip AİHM'e varıncaya kadar 5 yıllık süre zaten dolacak ve söz konusu ceza kendiliğinden ortadan kalkacaktır...
AİHM ücret-i vekalet de vermiyor ki, oradan birşeyler koparsanız... Sonunda dostane çözüm adı altında, 500 Euro tazminat teklif ederler, sulh olursunuz...
Bu durumda en etkili tazmin yeniden yargılama ise de, 5 yıl sonunda ceza kendiliğinden ortadan kalkacağı için, İdare Mahkemesi, ortada kesin ve yürütülmekte olan bir işlem olmadığından davayı yine incelenmeksizin ret edecektir, muhtemelen...
Kolay gele...
Re: Uyarma ve kınama cezasında yargı yolu
Soruşturmacının memurluk derecesi ile ilgili karar....
Dairesi Karar Yılı Karar No Esas Yılı Esas No Karar Tarihi
İDARİ DAVA DAİRELERİ 1986 18 1985 141 14/03/1986
KARAR METNİ
İLKÖĞRETİM MÜFETTİŞLERİNİN, DAHA YÜKSEK DERECELİ BİR ÖĞRETİM KADROSUN-
DAKİ LİSE MÜDÜR YARDIMCILARI HAKKINDA SORUŞTURMA YAPAMAYACAKLARI VE BU
SORUŞTURMA ESAS ALINARAK DİSİPLİN CEZASI VERİLEMEYECEĞİ HK.<
Lise Müdür Yardımcısı olan davacıya, 16 ay uzun süreli durdurma cezası
verilmesine ilişkin İl Milli Eğitim Disiplin Kurulu kararının iptali
istemiyle açılan dava sonunda, ortaokul öğretmeni olan davacıya disip-
lin cezası verilmesine esas teşkil eden soruşturmayı, kanunen yetkili
kılmayan ilköğretim müfettişinin yapmış olmasının hukuka aykırı olduğu
gerekçesiyle işlemin iptali yolunda verilen İdare Mahkemesi kararı,
Danıştay Onuncu Dairesince bozulmuş ise de; mahkeme bozmaya uymayarak
ilk kararında ısrar etmiştir.
Davalı idare bu kez bu kararın temyizen incelenerek bozulmasını iste-
mektedir.
İdare Mahkemesince verilen karar davacı lehine olup, uyuşmazlığı sürdü
ren ve temyiz isteminde bulunan davalı idare olduğu için, yayınlanan
3249 sayılı kanunun 4.maddesinin uyuşmazlığın esasına girmeye engel
teşkil etmediğine karar verilerek esasın incelenmesine geçildi.
Dava dosyasının incelenmesinden, lise öğretmeni ve Müdür Yardımcısı
olan davacının, 1980 yılında yapılan sınavlarda bazı öğrencilere yar-
dım etmiş olduğu iddiasıyla hakkında soruşturma açıldığı, Vali tarafın
dan 5442 sayılı Kanunun 9.maddesine göre soruşturmacı olarak ilköğre-
tim müfettişinin görevlendirildiği ve soruşturma sonucu davacıya 16 ay
uzun süreli durdurma cezasının verildiği anlaşılmaktadır.
5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 9.maddesinin (d) fıkrasında Valile-
rin, Bakanlıkların il teşkilatında yer alan daire ve kurumların ayrı
ayrı denetimve teftişlerini yapabileceklerini veya memurları vasıtasıy
la yaptırabilecekleri belirtilmiş ise de; valilere tanınan bu yetkinin
hakkında soruşturma yapılacak memurun görevi, ünvanı, soruşturma yapı-
lan olayın ve mesleğin özellikle dikkate alınarak kullanılması zorunlu
dur. Vali tarafından görevlendirilen soruşturmacıların memurluk görev
ve derecelerinin, haklarında soruşturma yapacakları memurlardan üst ya
da hiç olmazsa aynı düzeyde olmasının idare hukuku ilkeleri bakımından
ve memuriyet güvencesi yönünden önem taşıyacağı kuşkusuzdur.
Gördüğü öğrenim, mesleki bilgisi, uzmanlaştığı alan ve 222 sayılı İlk-
öğretim ve Eğitim Kanunu ve İlköğretim Müfettişleri Yönetmeliği ile
verilen görev ve yetkileri nedeniyle ilöğretim müfettişleri daha yük-
sek dereceli bir öğretim kadrosundaki elemanlar hakkında soruşturma ya
pabilecek düzeyde bulunmadığından, ilköğretim müfettişinin lise müdür
yardımcısı olan davacı hakkında soruşturma yapması ve bu soruşturma
esas alınarak davacıya 16 ay uzun süreli durdurma cezası verilmesi iş-
leminde hukuka uyarlık bulunmamıştır.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin reddine, İdare
Mahkemesi kararının onanmasına karar verildi.
KARŞI OY
3.1.1986 gün ve 18977 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe gi-
ren, Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının
Affı Hakkında 3249 sayılı Kanunun 4.maddesinde, bu yasa kapsamına gi-
ren disiplin cezalarına karşı, yasanın yürürlüğe girdiği tarihten iti-
baren 30 gün içinde dosyanın bulunduğu yargı merciine başvurup, davaya
devam etmek istediklerini bildirmeyenlerin davaları hakkında, davayı
gören mahkemece, karar temyiz edilmiş ise Danıştayca, "karar verilme-
sine yer olmadığına" karar verileceği açıkca belirtilmiştir.
Davalı idarenin İdare Mahkemesinin 1.5.1985 günlü ve 1985/183 sayılı
kararına karşı temyiz isteminde bulunduğu ve davacının da yukarıda sö-
zü edilen yasada belirtilen 30 günlük süre içinde, davaya devam etmek
istediği yolunda herhangi bir müracaatının bulunmadığı anlaşıldığın-
dan, 3249 sayılı yasanın 4.maddesi uyarınca temyiz istemi hakkında "ka
rar verilmesine yer olmadığına" karar verilmesi gerekirken, dosyanın
esastan incelenmesi gerektiği yolundaki çoğunluk kararına karşıyız.
(BŞ/SE)
Re: Uyarma ve kınama cezasında yargı yolu
TC.
ANKARA
5. İDARE MAHKEMESİ
ESAS NO:2006-935
KARAR NO: 2006-951
DAVACI: Mehmet Mutlu Hoşdere Cad No:78/8 Yukarı Ayrancı-ANKARA
DAVALI: Milli Eğitim Bakanlığı-ANKARA
DAVANIN ÖZETİ: Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Eğitim Araştırmaları Merkezi ve Akşam Sanat Okulu Matematik öğretmeni olarak görev yapmakta iken düzenlediği inceleme ve değerlendirme raporlarındaki görüşlerinden dolayı 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/B-a maddesi uyarınca 'kınama" cezası ile cezalandırılan davacı, usul ve zamanaşımı hükümlerine aykırı olarak verilen kınama cezalarına karşı yargı yolunun kapalı olmadığını, cezanın gerekçesini oluşturan suçlama ile buna ilişkin bildirimlerin savunma hakkını ortadan kaldırabilecek ölçüde genel, soyut, belirsiz ve dayanaksız olduğunu, soruşturulmaya başlanıldığının kendisine açık ve yazılı olarak bildirilmesi zorunluluğuna uyulmaması suretiyle savunma hakkının engellendiğini, soruşturmayı açan ve cezayı veren makamın aynı olması nedeniyle yok hükmünde olduğu ileri sürülerek 'kınama" cezasına ilişkin 20.08 2003 günlü ve 4666/73034 sayılı işlemin iptaline karar verilmesi istenilmektedir.
SAVUNMANIN ÖZETİ: 657 sayılı Kanunun 135 maddesi hükmüne göre davacı hakkında verilen cezaya karşı itiraz edilebileceği, dava açma olanağı bulunmayan disiplin cezasına karşı açılan davanın öncelikle incelenmemizin reddi gerektiği, esas yönünden ise halen Ankara ilinde öğretmen olarak görev yapan davacının daha önce Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Eğitim Araştırmaları Merkezi ve Akşam Sanat Okulu öğretmeni iken hakkında Bakanlık Müfettişlerince düzenlenen 16.06.2003 gün ve 8847/33. 34, 27 sayılı soruşturma raporunda; düzenlediği inceleme ve değerlendirme raporlarında bir çok hatalarını tespit ettiği eğitim araçları için eğitim ve öğrenim açısından uygun olduğu yönünde görüş bildirmek suretiyle ilgili öğretim araçlarının öğretim kurumlarına tavsiye edilmesine sebep vermesi nedeniyle idari yönden teklifi ile birlikte disiplin yönünden de 657 sayılı Kanunun 125/B-a maddesi uyarınca kınama cezası ile cezalandırılması önerisi doğrultusunda verilen cezanın yasal olduğu iddiasıyla davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Ankara 5 idare Mahkemesince verilen 29.06.2004 gün ve E:2003/1796 K:2OO4/1212 sayılı kararının Danıştay 12 Dairesinin 18.10.2005 gün ve E:2004/4584, K:2005/3520 sayılı kararıyla bozulması üzerine dosyadaki belgeler yeniden incelendikten sonra işin gereği görüşüldü.
Dava, Milli Eğilim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Eğitim Araştırmaları Merkezi ve Akşam Sanat Okulunda görev yapmakta iken düzenlediği inceleme ve değerlendirme raporlarındaki görüşlerinden dolayı davacının S57 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/B-a maddesi uyarınca 'kınama " cezası ile cezalandırılmasına ilişkin 20.08.2003 günlü ve 4666/73034 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
T.C. Anayasasının 129/3. maddesinde; uyarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin kararlarının yargı denetimi dışında bırakılamayacağı belirtilmiştir.
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 135. maddesinde; disiplin amirleri tarafından verilen uyarma ve kınama cezalarına karşı itirazın varsa bir ust disiplin amirine yoksa disiplin kurullarına yapılabileceği, aylıktan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması ve Devlet Memurluğundan çıkarma cezalarına kaşı idari yargı yoluna başvurabileceği.136/3 maddesinde de.itiraz edilmeyen kararlar ile itiraz üzerine verilen kararların kesin olup.bu kararlar aleyhine idari yargı yoluna başvuaılamayacağı hükmüne yer verilmiştir.
Davacının da aralarında bulunduğu Milli Eğilim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı görevlileri hakkında yapılan soruşturma sonucu düzenlenen 16.06 2003 günlü ve 8847/33, 34. 27 sayılı rapor doğrultusunda, davacıdan savunmasının istenilmesi, disiplin cezasının verilmesi 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine göre yürütülmüştür.
Buna göre, uyuşmazlığın esasına girmeden önce Anayasa ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun yukarıda yer alan hükümlerini adıl yargılanma hakkı, hak arama özgürlüğü ve Anayasanın 90 maddesinde yapılan değişiklikle birlikte ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anayasanın "Hak Arama Hürriyeti" başlıklı 36 maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı kimliğiyle sav ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Sav ve savunma hakkı birbirini tamamlayan ve birbirinden ayrılması olanaksız niteliğiyle hak arama özgürlüğünün lemelını oluşturur. Ünemı nedeniyle hak arama özgürlüğü yalnız toplumsal barışı güçlendiren dayanaklardan biri değil aynı zamanda bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı ünleme uğraşının da aracıdır. Bu hakkın kullanılması, yerine getirilmesi olabildiğince kolaylaştırılmalı, olumlu ya da olumsuz sonuç almayı gecıklıren, güçleştiren engeller kaldırılmalıdır.
Adıl yargılanma hakkı, temel insan haklarından biri olması dolayısıyla 1948 yılında dünya devletlerince kabul edilen ve bir başlangıç teşkil eden İnsan Hakları Evrensel Bildirisinde tanınmış ve uygulanabilir evrensel bir ilke olarak kendine yer bulmuştur 1948den bu yana uluslararası bir gelenek haline gelmiş olan bu hak. takıp eden yıllarda Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi ve diğer sözleşmelerle yaygınlık kazanmıştır.
Çeşitli sözleşmelerle zamanla ayrıntılı düzenlemelere gidilen bağlılığı artan bu hak. ulusal alanlarda da etkisini göstermiş ve devletlerin bu yapı içinde muhakemenin ulusal yasalara uygun olup olmadığı, ulusal yasaların uluslararası adıl yargılanma güvenceleriyim uyumlu olup olmadığı ye yasaların uygulanma biçiminin uluslararası standartlara aykırılık taşıyıp taşımadığı noktalarında yasaların uluslararası uzlaşmaya uyum I aştırma çabalarını getirmiştir
Türkiye'de de adıl yargılanma hakkının içerdiği pek çok ilke ve hak. Anayasanın 36. 38, 125 138 VE 142. maddesinde yer almasına rağmen, 2001 yılında Anayasada yapılan değişiklikle kavram olarak 36 maddede yer verilmek suretiyle Anayasanın bir parçası haline getirilmiştir
Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi de idarenin eylem ve işlemlerinin yargı . denetimi dışında tutulmasının adıl yargılanma hakkının ihlali olarak kabul etmektedir.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Hakansson ve Sturessuıı-İsveç" davası ile ilgili olarak, uyuşmazlık konusunun sadece hükümet tarafından karara bağlanmasının, ne olağan mahkemeler ne idare mahkemeleri ne de 6. madde açısından mahkeme olarak kabul edilebilecek bir kurul tarafından hukukiliği denetiminin mümkün olmamasının mahkemeye başvurma hakkının ihlali olduğu, "Pudos-lsveç" davasında da, başvurucunun taşımacılık ruhsatının Bölge İdare Kurulu tarafında iptal edilmesi sonrasında, son itiraz mercii ve bu uyuşmazlığı karara bağlayan makam olan İletişim ve Ulaştırma Bakanlığının kararına karşı bir mahkemeye veya mahkeme olarak kabul edilebilecek herhangi bir kurula başvurma imkanının olmamasının hak ihlali olduğuna karar vermiştir
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi benzer şekilde "Zan d er-İsveç" davasında da; başvurucunun arazisinin bitişiğinde yer alan ve copluk olarak kullanılan arazi nedeniyle içme suyunun kirlendiği iddiasıyla çöp boşaltan sirkelin ruhsalının yenilenmesi ve faaliyetlerinin genişletilmesine yönelik olarak ilkin Ruhsat Kuruluna başvurmuş ve bu Kurulun ret kararma karşı da hükümete yaptığı itirazın reddine karşı yargı denetimi tanınmadığı için adıl yargılanma hakkına aykırılık olduğu belirtilmiştir.
Özetle, tarafsızlığı ve bağımsızlığından kuşku duyulmayacak şekilde oluşturulmuş bir mahkemeye başvuru olanağının tanınmadığı bir idari rejimin adil yargılanmaya uygun olmadığı ilkesinin kabul edildiği görülmektedir
Disiplin cezalarına karşı yargı yolunun kapalı olmasının adil yargılanma hakkına aykırılığı ile ilgili yapılan bu açıklamalardan sonra 'hak arama özgürlüğü1' ve Anayasanın 90 maddesinde yapılan değişiklikle uyumlu olup olmadığı ortaya konulmalıdır.Anayasanın 90. maddesinin, "usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz" biçimindeki son fıkrasına "usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır " cümlesinin eklenmesi nedeniyle "hak arama özgürlüğü' açısından bu konunun değerlendirilmesi gerekmektedir.Uluslararası Sözleşmelerin Türk hukukundaki yerini doğrudan doğruya düzenleyen hüküm Anayasa'nın 90. maddesinin yukarıda yer verilen son fıkrasıdır.Bu hükümle birlikte.Anayasanın 15,16.42 ve 92. maddelerinde de uluslararası hukuka.dolayısıyla uluslararası sözleşmelere göndermede bulunulmuştur Bu nedenle, ön çelikle uluslararası sözleşmelerin Türk hukukundaki yen belirlenmelidir.
Anayasanın 15. maddesinde.temeI hak ve özgürlüklerin kullanımı konusunda alınacak tedbirlerin uluslararası hukuk Karşısındaki konumu,16 maddesinde.temel hak ve özgürlüklerin yabancılar için kullanımlarının uluslararası sözleşmeler karşısındaki yeri,92. maddesinde de,savaş ilanı ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunmasına izin verme yetkisinde uluslararası sözleşmelerle ilgili atıflar bulunmaktadır.
Anayasanın yukarıda yer verilen hükümleri ile uluslararası hukuk kuralları dolayısıyla sözleşmeler ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır.Bu maddelerde belirtilen konulara ilişkin kurallar getiren sözleşme hükümlerini garanti altına alarak bunlara anayasal bir değer yüklenmiştir.
Uluslararası sözleşmeler konusunda yukarıda yer aldığı üzere, özel hükümler getiren maddeler ile birlikte.genel olarak s tizleşmeler in Türk hukukundaki hiyerarşik yerini 90 madde düzenlemiştir.Fıkranın birinci cümlesine göre,usulüne uygun yürürlüğe konulmuş uluslararası sözleşmeler kanun hükmündedir.Uluslararası sözleşmenin kanun hükmünde olması nedeniyle Türk Hukuk düzeninde doğrudan hüküm doğurucudur.Fıkranın ikinci cümlesine göre antlaşmalar hakkında Anayasa Mahkemesine başvurulamayacaktır.Buna göre.uluslararası sözleşmelerin Anayasaya aykırı olduğunun ileri sürülememesi uluslararası hukukun üstünlüğünün teyidi olduğu, uluslararası sözleşmeler ile Anayasa arasında bir uyuşmazlık olması durumunda uluslararası sözleşmelerin üstünlüğü doktrinde de kabul görmüştür.
Uluslararası sözleşmelerin iç hukukta geçerliliği ve Anayasa'da önceden de yer alan düzenlemeler ile ilgili bu açıklamalardan sonra son Anayasa değişiklikleri ile yeni oluşan hukuksal durum ve iç hukuk kurallarına etkisi üzerinde değerlendirmede bulunulması şarttır. 2001 yılında gerçekleştirilen Anayasa değişiklikleri öncesinde hazırlanan 37 maddelik Anayasa değişiklikten paketinde onaylanmış uluslararası sözleşmelerin iç hukuktaki yen ve değeri konusunda yer alan "kanunlar ile milletlerarası antlaşmaların çatışması halinde milletlerarası anlaşmalar esas alınır" şeklindeki düzenlemeden son anda vazgeçilmiştir. Ancak Anayasanın 90. maddesinde yapılması düşünülen bu değişiklik yukarıda yer verilen haliyle 22 05 2004 günlü ve 25449 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir
5170 sayılı Yasanın 7 maddesi ile yapılan değişikliğin Anayasa Komisyonu'nda yapılan görüşmeler neticesinde gerekçesi; "uygulamada usulüne göre yürürlüğe konulmuş insan haklarına ilişkin milletlerarası antlaşmalar ile kanun hükümlerinin çelişmesi halinde ortaya çıkacak bir uyuşmazlığın halinde hangisine öncelik verileceği konusundaki tereddütlerin giderilmesi amacıyla 90 maddenin son fıkrasına hüküm eklenmektedir." şeklindedir.
Yasa koyucu temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklar demek suretiyle yargı yetkisini Türk milleti adına kullanan 'adlı. idari ve askeri yargı" yerleri ite birlikte yasama ve yürütme organının da yeni kural çerçevesinde hareket etmeleri gerektiğini belirtmiştir.
Yargı yetkisini kullanan mahkemelerin yetkilerinin kullanımı ile ilgili düzenlemeler Anayasanın 9. ve 138. maddelerinde yer almaktadır. Anayasanın 9, maddesinde, yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı, 138. maddesinde de, yargıçların görevlerinde bağımsız olduklarını. Anayasa yasa ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm vereceklerini, hiçbir organ, makam, merci ve kişinin, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve yargıçlara emir ve talimat veremeyeceklerini ve genelge göndermeyeceklerin i, tavsiye ve telkinde bulunulmayacağını kesin bir dille kurala bağlanmaktadır
Anayasanın 138. maddesinde yer alan "hukuka" uygun karar vermenin iç hukuk yanında uluslararası hukuku da dahil olarak anlamak gerekir. Ulusalüstü hukuk herhangi bir şekilde ulusal hukukuna dahil olmuşsa yargı yetkisini kullanan hakimlerin bunu göz önünde bulundurması sorunludur
Yem metinde yer alan "temel hak ve özgürlüklerin" iç hukukta yer alan temel hak ve özgürlüklerle sınırlı olmaması gerekir Usulüne uygun yürürlüğe giren tüm uluslararası sözleşmelerde yer alan temel hak ve özgürlüklerin kapsam içinde bulunduğu anlaşılmakladır Uluslararası insan hakları hukukunun anlaşma, sözleşme, şart, pakt gibi belgelerce tanıdığı ve güvenceye aldığı tüm insan haklan bu güvence altındadır.
Yapılan bu açıklamalar ışığında Uluslararası İnsan Hakları Hukukunun temel belgelerinden olan ve Türkiye tarafından da kabul edilerek onaylanan Birleşmiş Milletler Siyası ve Medeni Haklar Sözleşmesinin ilgili hükümlerinin Anayasamızca ve 657 sayılı Devle! Memurları Kanununun disipline ilişkin hükümler içeren maddelerindeki" uyarma ve kınama cezalarına ilişkin kuralların aynı konuda farklı düzenlemeler içerip içermediğinin belirlenmesi gerekmektedir.
Türkiye tarafından 15 Ağustos 2000 tarihinde imzalanan ve 4 Haziran 2003 tarihinde TBMM'de onaylanan Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi 4868 sayılı Medeni ve Si/asi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanunun 18 Haziran 2003 günlü ve 25142 sayılı Resmi Gazetede yayınlanmasıyla yürürlüğe girmiştir. Sözleşmenin Başlangıç bölümünde "bu sözleşmeye taraf devletlerin Birleşmiş Milletler Şartında ilan edilen prensiplere göre insanlık ailesinin bütün üyelerinin doğuştan sahip oldukları insanlık ?nurunu ve eşit ve vazgeçilmez haklarını tanımanın yeryüzündeki özgürlük adalet ve barışın temeli olduğunu dikkate alarak, bu hakların insanın doğuştan sahip olduğu insanlık onurundan türediğini kabul ederek, İnsan Haklan Evrensel Bildirisi'ne uygun bir biçimde korkudan ve yoksulluktan kurtulma özgürlüğünü kullanabilen özgür insan idealinin ekonomik ve sosyal ve kültürel hakları ile birlikte kişisel ve siyasal haklarını da kullanabildiği şartların yaratılması halinde gerçekleşebileceğini kabul ederek Birleşmiş Milletler Şartı'na göre devletlerin insan haklarına ve özgürlüklerine her yerde saygı gösterilmesini sağlama ve bu haklara ve özgürlüklere uygun davranma yükümlülüğünü dikkate alarak, içinde yaşadıkları topluma ve diğer bireylere karşı ödevleri bulunan bireylerin, bu sözleşmede tanınmış olan hakları ilerletme ve bu haklara uyulmasını sağlamak için çaba gösterme sorumluluğu bulunduğunun farkında olarak, aşağıdaki hükümlerde anlaşmışlardır" hükmüne yer verilmiştir.
Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesinin III Bölümünde yer alan Adıl yargılanma hakkı" başlıklı 14. maddesinde ise. herkesin mahkemeler ve yargı yerleri önünde eşit oldukları, herkesin hakkındaki bir suç isnadının veya hak ve yükümlülükleri ile ilgili bir hukuki uyuşmazlığın karara bağlanmasında, hukuken kurulmuş yetkili, bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından adil ve aleni olarak yargılanma hakkına sahip oldukları belirtilmiştir.
Sözleşmenin yukarıda yer verilen maddesi ile "hak arama özgürlüğü" güvenceye alınmıştır Temel insan haklarından olan bu hakkın kullanılabilmesi için hiçbir kısıtlamaya tabı olmaması gerekir Mahkemeye başvurma hakkını engelleyen tüm yasaklamaların Sözleşmeye de aykırı olacağı tartışmasızdır Ad il yargılanma hakkının tam ve koşulsuz gerçekleşmesi ve mahkemeye başvurma hakkının güvenceye alınması konularında sınırsız hükümler içermesi nedeniyle birçok ulusal ve uluslararası kurallara göre ileri durumda bulunan Sözleşmenin
kısıtlayıcı hükümler içeren kurallara göre öncelikli kabul edilerek uyuşmazlıkların çözümünde uygulanması çağdaş hukuk anlayışının doğal bir sonucudur.
Buna göre, hak arama özgürlüğüne yönelik temel hükümler içeren ve uluslararası ölçekli insan hakları hukukunun kaynağı olan ve Türkiye tarafından da
imzalanarak yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesinin 'adıl yargılanma hakkı" başlıklı 14 maddesinin mahkemeye başvurma hakkının hiçbir şekilde kısıtlanmamasını öngören hükümleri ile "uyarma" ve "kınama'1 cezalarına karşı yargı yolunu kapayan iç hukuk düzenlemelerinin aynı konu hakkında farklı hükümler içermesi nedeniyle, Anayasa'nın 90 maddesinde yargı organlarını da bağlayıcı şekilde yapılan değişiklik sonrasında oluşan son hukuki durum karşısında. BM Siyası ve Medeni Haklar Uluslar arası Sözleşmesinin 14/1. maddesinin bu uyuşmazlıkta esas alınması gereken hukuk kuralı olduğu sonucuna varılmıştır.
Buna göre, "uyarma" ve "kınama" cezalarına karşı yargı yolunu kapayan iç hukuk kuralları yerine, 'adıl yargılanma hakkı" "hak arama özgürlüğü" ve "mahkemeye başvurma hakkı" ilkeleri doğrultusunda dava açılması gerektiğini kurala bağlayan Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklat Uluslararası Sözleşmesinin 14. maddesinin uyuşmazlıkta esas alınması suretiyle davacıya 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 125/B-a maddesi uyarınca verilen "kınama" cezasına karşı dava açılabileceği kanaatiyle davanın esas yönünden çözümlenmesi yapılacaktır.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunun "Kınama cezasını gerektiren fiil ve haller" başlıklı 125/B-a fıkrasında, verilen emir ve görevlerin tam ve zamanında yapılmasında, görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasların yerine getirilmesinde,görevle ilgili resmi belge, araç ve gereçlerin korunması, kullanılması ve bakımından kusurlu davranmanın kınama cezasını gerektirdiği hüküm altına alınmıştır.
Dava dosyasının incelenmesinden, "Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Yayın ve Kültür Dairesi bünyesinde oluşturulan Eğitim Araçlarının İnceleme ve Rapor
Değerlendirme Komisyonunda" görev yapan bir kısım kamu görevlisinin eylem ve işlemleriyle ilgili olarak yapılan soruşturma sonucunda düzenlenen 16 6.2003 günlü 8847/33, 34. 27 sayılı soruşturma raporunda, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Yayın ve Kültür Dairesi Bünyesinde oluşturulan eğitim araçlarını inceleme ve rapor değerlendirme komisyonlarında görev yapan ve kadroları Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Eğitim Araştırmaları Merkezi ve ASO Müdürlüğünde bulunan, aralarında davacının da bulunduğu öğretmenlerin inceledikleri eğitim araçları için. bu araçlarda önemli hatalar tespit etmelerine ve bu hataları raporlarında belirtmelerine rağmen "uygun bulunmuştur" yönünde görüş belirtmek suretiyle, eğitim araçlarının hatalı olarak okul ve kurumlara girmesine neden oldukları, eğitim araçlarını incelerken Eğitim Araçları İnceleme Yönetmeliği hükümlerine uymadıkları, kendilerine verilen görevleri iyi. doğru ve itina ile yapmadıkları ve bu eylemin 657 sayılı Yasanın 125 (B- a) maddesindeki disiplin suçunu oluşturduğu" sonucuna varılarak disiplin yönünden anılan madde uyarınca kınama cezasıyla cezalandırılmaları, idari yönden ise inceledikleri eğilim araçlarında birçok hata tespit etmelerine rağmen "uygun
bulunmuştur" şeklinde rapor tanzim ettikleri, bu davranışları ile kurumun yıpratılmasına neden oldukları, bu nedenle Eğitim Araştırmaları Merkezi ve ASO öğretmenliğinden alınarak Ankara İli içerisindeki okullarda öğretmen olarak görevlendirilmelerinin önerildiği, izleyen süreçle de belirtilen görüş doğrultusunda alama işlemi ile birlikle davacı hakkında 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 125/B-a maddesi uyarınca dava konusu "kınama" cezasının verildiği anlaşılmaktadır.
Davacının imzasının bulunduğu inceleme raporlarında, incelenen eğitim aracındaki eksiklikler açık olarak yazılmış, değerlendirme kısmında ise şekil ve muhteva yönünden uygun bulunduğu belirtilmiş, dolayısıyla inceleme ve değerlendirme raporları, bu konuda asıl kararı verecek olanların nesnel bir değerlendirme yapabilmelerine olanak verecek şekilde hazırlanmıştır Öte yandan, Yönetmeliğin bu gibi bir değerlendirmeye imkan tanımadığı belirtilmiş ise de, idarenin günlük ve gelişen ihtiyaçları dikkate alınarak uzun bir suredir devam ettirilen uygulamanın kamu görevlileri tarafından usul kabul edilerek aynı yönde işlem yapılması da idari faaliyetin doğal akışına uygundur. Nitekim anılan soruşturma sonucunda yönetmelik ve genel uygulamadan kaynaklanan aksaklıklar tespit edilerek bu yönde yönetmelik değişikliğine gidilmiştir.
Bu durumda; davacının görevini, görev mahallinde oluşmuş olan usullere uygun olarak yerine getirdiği ve hizmetin yürütülmesiyle ilgili genel aksaklıklar var ise. görevi itibariyle bu durumda sorumlu tutulamayacağı sonucuna ulaşıldığından; aksi yöndeki değerlendirmeye dayanılarak 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 125/B-a maddesi uyarınca verilen cezada hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle mahkememizin yukarıda anılan ilk kararında ısrar edilmesine, dava konusu işlemin İPTALİNE, aşağıda dökümü yapılan 31.91 YTL yargılama giderinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, temyiz aşamasında davalı idarece yapılan temyiz posta giderinin davalı idare üzerinde bırakılmasına, artan posta avansının istemi halinde davacıya iadesine, işbu karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde Danıştay'a temyiz yolu açık olmak üzere 06.04.2006 tarihinde oybirliği ile karar verildi
BAŞKAN
Emine AKTEPE
27053
ÜYE
Seher KOLCU
32797
ÜYE
Mustafa GENÇ
33805
YARGILAMA GİDERLERİ
Başvurma Harcı 7,88 YTL
Karar Harcı 7,88 YTL
Posta Gideri 16,15
TOPLAM 31,91
ÖY 28.04 2006
ÖY 04.05.2006
Re: Uyarma ve kınama cezasında yargı yolu
SAYIN YETKİLİLER ,
01/12/2005 YILINDA İŞLENİLMİŞ BİR SUÇ İÇİN 25/08/2007 TARİHİNDE SORUŞTURMA BAŞLATILIYOR VE BU SORUŞTURMA 28/07/2008 TARİHİNDE KINAMA CEZASI OLARAK SONUÇLANDIRILIYOR.
SORMAK İSTEDİĞİM SORU ŞU
Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve
Memurları Disiplin Yönetmeliği NİN 19. MADDESİ ŞU ŞEKİLDE
Zaman Aşımı
MADDE 19. Bu Yönetmelikte sayılan disiplin suçu niteliğindeki fiil ve halleri işleyenler hakkında bu fiil ve hallerin işlenildiğinin soruşturmaya yetkili amirlerce öğrenildiği tarihten itibaren;
a) Uyarma, kınama, aylıktan kesme ve kademe ilerlemesinin durdurulması cezalarında bir ay içinde disiplin soruşturmasına,
b) Memurluktan çıkarma cezasında altı ay içinde disiplin kovuşturmasına,
başlanmadığı takdirde disiplin cezası verme yetkisi zaman aşımına uğrar.
Disiplin cezasını gerektiren fiil ve hallerin işlendiği tarihten itibaren nihayet iki yıl içinde disiplin cezası verilmediği takdirde ceza verme yetkisi zaman aşımına uğrar.
BU MADDEYE GÖRE CEZANIN VERİLİ TARİHİ SORUŞTURMAYA BAŞLADIĞI TARİHTEN İTİBAREN NEREDEYSE 1 YIL BU HUKUKİ Mİ? AYRICA SUÇUN İŞLENDİĞİ TARİHTEN İTİBAREN 3 YIL 4 AY SONRA CEZA VERİLİYOR BU HUKUKİ Mİ TEŞEKKÜR EDERİM
Re: Uyarma ve kınama cezasında yargı yolu
konu ile ilgili olarak başaka bir başlı açtım konu kapanmıştır teşekkürler
Re: Uyarma ve kınama cezasında yargı yolu
Arkadaşlar madem Konu Soruşturmadan Açılmış kendimle ilgili bir sey sorayım, Umarım yardımcı olursunuz.
Ben .... İcra müdürlüğünde Katip olarak calısıyorken Disiplin amirim olan kisi Adalet komisyonluğunu arayarak yada sifaen hakkımda asılsız iddialarda bulunmus, bunun neticesindede İcradan alınıp baska mahkemeye verildim, Bu sıradad sorusturma acıldı ama sonuçlamamıstı....
Arkadaslar sorum su.
1- Hakkımda Asılsız ihbar ve sikayette bululnan müdür, Sorusturma sonucunda disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar veren kisi.
2- sorusturma nedeniyle görev yerimin değistirilmesine neden olup ve değiştirildikten sonra Disiplin cezası verilmesine yer olmadığı kararı çeliski değilmidir.
3- Müdür hakkında Savcılığa sikayette bulunsam her hangi bir inceleme yada bir dava açılma durumu olurmu.??
Simdiden tesekkür ederim.