mahkeme ve icra vekalet ücreti iş sahibine mi yoksa avukata mı aittir?Yargıtay kararları iş sahibinin ,Av. Kanunu avukatın diyor....
Printable View
mahkeme ve icra vekalet ücreti iş sahibine mi yoksa avukata mı aittir?Yargıtay kararları iş sahibinin ,Av. Kanunu avukatın diyor....
Adı üzerinde, vekalet ücreti.Yani vekalet eden vekile ödenir.
Vekil= Avukat
Yargıtay kararları kanunlardan üstün olamayacağı gibi kanunlara aykırı da olamaz!
Vekalet ücreti avukatlarındır!
şirkette çalışan bir avukatın durumu nedir nasıl vekalet ücretlerini alabilir
Ya bu emeğin karşılığını daha dava başlamadan, emek verecek olana ödemişseniz..Alıntı:
Ücreti hakedenindir. KArşılığında bir emek harcayanındır.
O zaman kime ait oluyor?
Yani şöylemi yapmalı;
Avukatla pazarlığa oturup; Siz dava sonucunda, zaten bir kısım vekalet ücretini resmi ücret tablosu üzerinden hak ediceksiniz, dolayısıyla bu bakiyeyi peşin ücretinizden düşebilirmiyiz mi? denmeli ?
Bu soruyu soran insanlarda zaten bu vicdanla hareket ederek soruyorlar diye düşünüyorum...
Ama belli ki bir zamanlar kanun yapılırken ve hatta şimdilerde bu durum anayasa mahkemesine dahi gitmiş olmasına rağmen, devletteki uzun kollar bunu çözümlemek istemiyor!
Neden acaba, hak yerini bulacağı, herkes kendi pozisyonunu daha iyi anlayacağı için mi?
Adalet miş, insan haklarıy mış mış mış...biz ancak konuşur afedersiniz atar tutururuz ama ancak o kadar...
Ben de aynen bu şekilde bu konuyu sorgulayan bir ileti açmıştım burda...
Konuyu adalet bakanlığı hukuk işlerine bile danıştım..
Hatta konu hakkında bana kanun maddelerini tekrarlayan yazı göndermemelerini ancak eksik bildiğim bir durum varsa iletmelerini talep ettim..
Karşılığında beklenen cevap şöyle oldu:
Başvurunuz içeriğinden, karşı tarafın kusuru nedeniyle açmış olduğunuz davada vekilinize ödediğiniz ücretin karşı taraftan alınıp alınmayacağını, alınamıyor ise bunun haksız tarafı suça teşvik edip etmediğini sorduğunuz anlaşılmaktadır.
2992 sayılı Adalet bakanlığının Teşkilat ve görevleri hakkındaki kanun hükmündeki kararnamenin 10. maddesinin (d) bendi uyarınca, kişilerin özel nitelikteki başvuruları üzerine bakanlığımızca inceleme yapılması ve görüş bildirilmesi mümkün değildir...
(kimsenin cevabını vicdanen tam kestiremediği ancak cevabını bildiği soruyu, birilerininde yargıtay kararları var dediği soruyu, ben devlete sormayacamda kime soracam, demokrasi cumhuriyetinde değilde, nerde, muz cumhuriyetinde mi yaşıyoruz?)
Diğer yandan hukuki konularda avukatlardan görüş alabilirsiniz.
Avukat tutamayacak durumdaysanız, adli yardım yolu ile temin edilecek bir avukat tarafından davanız takip edilebilmesi için 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 178-179. maddeleri uyarınca Baro Başkanlığına yada adli yardım bürolarına başvurabilirsiniz. -Son.(buldum yolunu bundan sonra adli yardım alıcam:))
Yani bu cevapları yazan, adı bende saklı hakim bürokrat, bana hasbünallah demesini becertti, pes vallahi dedim yani.. Sanki ben ona parasızım, sanki ben adli yardıma ihtiyacım olduğundan bahsediyordum..
Anlıyorsunuz değilmi avukat arkadaşlar, devlet pası size, sizde devlete atıyorsunuz...
Çıkın bakalım işin içinden, verin bakalım cevaplarınızı..(emir yüce yerden geldi görüyorsunuz :) )
Sizmi daha çok biliyorsunuz, yoksa devlet mi? anlayamadım!... döktürün bakalım vicdanlarınızı...
Saygılarımla,
Prof. Dr. Baki KURU'nun Medeni Usul Hukuku adlı ders kitabından alıntıdır. (773. sayfa sonu)
Avukatlık K. m. 164 V'e göre ; "Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı karafa yükletilecek avukatlık ücreti avukata aittir".
Bu hükmün adil olmadığı ve genel yargılama giderleri sistemimize aykırı düştüğü kanısındayız.
Sn. Karavelioğlu, bir harikasınız..iyi ki kitabın sayfalarını kopyalayıp buraya eklediniz..
Şimdi ben benim merak ettiğim sorunun cevaplarına biraz daha yaklaşıyorum gibi;
Mahkemenin dava sonunda hükmettiği vekalet ücretinin avukatlara ait olduğunu anladım.
Ama aslında benim dahada çok öğrenmek istediğim, Avukatlık ücret tarifesi üzerinden anlaştığımız daha büyük bedeli, davalı taraftan tahsil edip edemeyeceğimiz noktasındaydı..
Şimdi kitabınızın ikinci sayfasının "fakat, istisani olarak..." diye başlayan kısmında, benim bahsettiğim ücretin, karşı tarafın kötü niyetli olması ve kanun maddelerini ihlal ederek suç işlemesi durumunda HUMK m.421 göre tahsil edilebileceği şeklinde yazıyor? doğru mu anladım?
Paragrafın bu kısmı açıklarken, söze "fakat, istisnai olarak... diye başlaması, aslında bu ücretin talep edilemiyeceği, yada mahkemenin genelde hükmetmeyeceği anlamına mı geliyor?
HUMK 421 e göre, avukatın vekilinden aldığı bu ücreti, davalı taraftan talep edebilme hakkına sahip olabilmesi için, dava dilekçesinde özellikle bunu talep etmesi,miktarını belirtmesi gerekiyormu? yoksa avukatın hiçbirşey yapmadığı durumda hakim kendi kendine de hükmedebiliyor mu?
Eğer avukat talep etmemişse, hakimde hükmetmemişse, giderlerin davalıdan tahsilatı esnasında, avukat kendisine ödediğimiz bu ücreti, otomatikmen karşı taraftan isteyebilir mi?
HUMK 421,maddesi, işlenen suç(kötü niyetin oluşma)itibariyle ilgili olduğu tüm kanunlar nezdindeki davalarda uygulanabilir mi? Yani uygulanmadığı istisnai kanun varmıdır?
Çok özür diliyorum biraz uzun oldu, ama inanın çok kişiye iyiliğiniz olacaktır...
Saygılarımla,
Mahkeme davada haksız çıkan tarafı kendiliğinden vakelet ücreti ödemeye mahkum eder; bunun için, haklı çıkan tarafın bir talepte bulunmuş olmasına gerek yoktur. (Prof Dr. Baki KURU, Medeni Usul Hukuku-sayfa 774 başı)
Sanırım sorularınızın yanıtını verebilmişimdir. Daha fazlası için kitabı temin etmeniz gerekecek galiba:)
Mahkemenin belirlediği vekalet ücreti ile sizin avukatınızla anlaştığınız sözleşmede belirtilen ücret farklıdır.
Kendinizi avukatla temsil ettirdi iseniz, avukatınız olduğu için hakim vekalet ücretinin ödenmesine karar verir.Avukatınızla anlaştığınız miktar ,asgari ücret tarifesinde belirtilenden az olmamak üzere herhangi bir rakam olabilir.Avukatınızla anlaştığınız bu miktarı sizden almaktan avukatınızın vazgeçme hakkı dahi olmadığı gibi, sizin de bu ödediğiniz avukatlık ücretini karşı taraftan veya başka bir yerden talep etme hakkınız yoktur.
Sn. Karavelioğlu, Sn. Erdoğan bey çok teşekkür ederim..Sn. Luca yıda unutmamalı onada teşekkürler, yazdığı tanımlamanın aynısını kitap sayfasında gördüm...
Ancak tam emin olmadığım, yada biraz emin olduğum ama beni güldüren bir kısmı var..
Konusu para olmayan bir davayı örnek alalım. Başıma geldiği içinde iş mahkemesi davası olsun..
Bu durumda Avukatım, yargılama gideri olan vekalet ücretini kendisi alıyor(anlaşıldı)..
Mahkeme banada avukatlık ücreti olarak avukatıma ödediğim ücrete karşılık, bana ödenecek miktarı davanın konusu para olmadığı için "maktu vekalet tarifesi" üzerinden belirliyor, buda 450TL idi. İyide ben avukatıma bu miktarın çok fazlasını ücret olarak ödedim..Kaldıki bu rakam çok afedersiniz istanbul gibi bir yerde acayip komik bir rakam..
Aslen ödediğim ücretle, tayin edilen bu maktu vekalet ücreti arasındaki farkı nerden alıcam?
Kitabın sayfalarında, konusu para olmayan davalarda avukatların müvekkilerinden tarifeye göre ücret almaları gerektiği gibi bir şey yazıyordu eğer yanlış anlamadıysam..çok güldürdü beni...
Doğru mudur? Sonra bu durum başka bir kanunda yumuşatılmış gibi birşeyler yazıyordu..
Yinede bu aradaki farkı bir şekilde tahsil etme imkanımız varsa izah edebilirmisiniz? Çünkü beni dava açmak durumunda bırakan kişi, davanın konusu para olmasa dahi, iş hukuku kanun maddelerini açık açık ihlal etmiş ve dava süresince kötü niyetini göstermiş idi. Dava açmaya mecbur bırakıldığım halde yinede yaptığım masrafları adil olarak tam tahsil edemediğim için yine mağdur durumda kalmış olduk.. Yok mu bunun bir çözümü? Hep yapanın yaptığı yanına kar mı kalacak?
Bu ülkede ne zaman dayatmadan çıkıp, realiteye döneceğiz?
Saygılarımla,
Sayın Humble,
Sanırım hala anlaşılamayan şeyler var:
Avukat ile karşılıklı sözleşme yapıyor ve dava takibi için vekalet ücretini ödüyorsunuz. Bu miktar Avukatlık Kanununa göre asgari ücret tarifesinden daha aşağıda belirlenemiyor.
Aradaki farkı nereden alırım diye soruyorsunuz. Hangi farkı? Avukatınız hem sizin ödediğiniz ücreti hem de dava kazanıldığı takdirde karşı tarafın ödemeye mahkum edildiği avukat vekalet ücretini alıyor. Yani hiç bir durumda siz avukatınıza ödediğiniz ücreti geri alamıyorsunuz. Dava kaybedilirse avukat yalnızca sizin ödediğiniz ücreti, kazanılırsa hem sizin ödediğiniz ücreti hem de karşı karafın ödeyeceği avukat vekalet ücretini alacaktır. Saygılar..
Devrim Sinan KARAVELİOĞLU
Sn.humble,
örneğin 500TL lik bir ücret alacağınız için açacağınız davada sizi temsil etmesi için avukatınızla 1000TL ye anlaştınız, sözleşmenizi yaptınız.
Dava açıldı, bu arada 300TL masraf yaptınız,davayı kazandınız.Hakim yaptığınız harcamanın karşı taraftan alınıp size verilmesine ve kendinizi avukatla temsil ettirdiğiniz için avukatınıza 450TL vekalet ücreti ödenmesine karar verdi,karşı taraf ta itiraz etmedi ,karar kesinleşti.
Karşı tarafın SİZE yapacağı ödemeler:
500TL size olan borcu+mahkemece belirlenmiş olan faizi +
300TL yaptığınız masraf = 800TL olacaktır.
Karşı tarafın avukatınıza yapacağı ödeme,mahkemece karar verilmiş olan 450TL vekalet ücretidir.Bu ücretin adı ücret olsa da aslında, karşı tarafa verilmiş olan bir cezadır.
Bu durumda karşı tarafın yapacağı toplam ödeme:
500+300+450= 1250TL.
Sizin alacak olduğunuz toplam miktar:300+faizli 500TL.( ortalama 800 diyelim)
Sizin ödeyecek olduğunuz toplam miktar: 1000TL avukatınızla anlaştığınız ücret
Avukatınızın alacak olduğu toplam miktar:1000TL sözleşmeden kaynaklanan sizden alacağı + 450TL hakim tarafından karşı tarafa kesilen ceza miktarı= 1450TL.
Ben neden böyle dönüp dönüp bantı başa sarıyorum anlayamadım, normalde akıllı insanımdır hani söylemesi ayıp..ama artık aklımdan da şüphe etirmeye başladı şu nizamlarımız..:)
Yani bir kitabı okuyup okuyupta yanlış anlamak ancak bu kadar olur.
Yazılanları anlıyordum da aslında hani..Avukatın hem vekalet ücreti, hemde avukatlık ücreti olmak üzere iki ücret aldığını yazıyordu aslında..Ama sonra sizin son yazdıklarınızdan sonra bir daha alıcı gözüyle okuyunca bir baktım ki, yazarın hiçbiryerde, avukatımıza ödediğimiz avukatlık ücretinin, davalıdan alınıp- davacıya ödendiği hakkında hiçbirşey yazmamış.:)...Hep avukatların kendilerinin ne alacağı yazıyormuş meğerse? Hay aksi..
Şimdi bu kadar yaz yaz.."I came- back to square one-again"...yani başlangıçta zaten bildiğim kadarından farklı bir durumda değilim arkadaşlar...
Hani avukat olmayan benim gibi gariplere şöyle özetleyeyim tekrar...
Yine konusu para olmayan bir davadan devam edersek;
Mesela;
Avukatımla "İstanbul barosunun tavsiye niteliğindeki avukatlık ücreti" üzerinden sözleşme yapıyorum. (yani yüksek ücretlerden, aksi mümkün değil yoksa anlaşamayız.:)
3000 TL civarında ödüyorum diyelim.
Davam sonuçlanıyor. Davayı kazanıyorum:
Avukatım davalıdan karşı tarafa yükletilen ve yargılama gideri olarak kabul edilen bir ücreti(vekalet ücreti) deniyor, karşı taraftan tahsil ediyor.Bu miktar "resmi ücret tarifesi" üzerinden tahsil edilebilir, bu durumda tarifedeki miktarı yaklaşık 500YTL civarında. Bu ücretin müvekkille yani bizimle alakası olmadığı için, Avukatlık kanununun 164. maddesine göre avukata kalıyor.
Bu 500TL nin avukata kalmasına itirazım yok aslında(zaten çok küçük bir rakam)..ama şu 3000 TL yi hiçbir zaman davalıdan tahsil edemiyoruz..olmama çooook ama çok canım sıkılıyor, itirazım var..
Allah aşkına avukat arkadaşlar, hangi kanuna muhalefet edersiniz, nasıl lobi yaparız bilmiyorum ama bunun acilen değişmesi lazım..
Ben ki çok yufka yürekliyim, o kadar çok bozuluyorum ki bu duruma, kör şeytan, git sende başkalarının haklarını gasp et diyor.. Nasılsa sana öbür taraf için fazla ödettirmezler dedirttiriyor..
Bundan sonra kurtulsun adli yardım kurumları benden kurtulabilirlerse..Bankalardaki hesaplarımıda boşaltıcam, maaşıma el koyamıyorlarmış diye birşeylerde duymuştum zaten ama gerekirse işimden istifa etmeyide düşünebilirim hani :)... sırf bu adaletsiz duruma muhalefet olup bela olabilmek için.:)
Çok üzgünüm arkadaşlar çoook.. Gerçekten acınıyorum bu ülkede asgari ücretle geçinmek zorunda olup, hakkını aramak isteyenlerin ancak parası yüzünden ve çaresizlikten bu şekilde mağdur olabilmelerinden ve haklarından vazgeçiyor olmalarına çok sıkılıyorum.
Saygılarımla,
Bu sıkıntınıza ortak olmaktan başka bir şey elimden gelmiyor sn.humble.
Baki Kuru Hoca Çok değerli bir hukukçudur. Görüşleri Bilimsel içtihatlar dediğimiz tali hukuk kaynaklarından biridir.
Ancak her görüşünün doğru olduğu gibi bir fikre kapılmak yanlış olur. Nitekim Baki Kuru'nun görüşlerinin aksine bir çok yargıtay uygulaması mevcuttur.
İcra İflas yasası ile Avukatlık Yasasının düzenlediği alanlar çakıştığında (çatıştığında değil) korunmak istenen hukuki yararın hangisi olduğu iyi tespit edilmelidir.
Avukatlık K. m. 164 V'e göre ; "Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı karafa yükletilecek avukatlık ücreti avukata aittir".
Davacı A'nın avukatı bu hükme göre hem müvekkili olan A'dan hem de davayı kazandığı takdirde B'den ayrı ayrı ücret almaktadır. Yani bir iş ikin iki ayrı ücret alınması söz konusudur.
Konuya karşı taraf olan davalı B açısından bakıldığında:
Ülkemizde meri mevzuata göre bir davada kendisini bir avkat aracılığı ile temsil ettirme zorunluluğu bulunmamaktadır. Davacı A'nın avukat tutması tamamen kendi hür iradesinden kaynaklanmaktadır. Eğer A avukat tutmamış olsaydı, B, A'nın avukat vekalet üretini ödemek zorunda kalmayacaktı.
A'nın kendi hür iradesinden kaynaklanan bu durum karşısında B'nin avukat vekalet ücreti ödemek zorunda kalması yine hakkaniyetle bağdaşmamaktadır.
Açıkladığım gerekçelerle üstat Prof. Dr. Baki KURU'nun bu hükmün adil olmadığı şeklindeki görüşüne katılıyorum.
Korunmak istenen hukuki yarar'ın ne olduğu, hangisini üstün tutulması gerektiği hususu, asıl tartışılması veya tespit edilmesi gereken bir husus olduğunu tekra etmek istiyorum
Bir iş için bir kere ücret alınacağına dair bir kural mı var? Bir aracı, acente, komisyoncu veyahut basit olarak herkesin tanıdığı emlakçılar, tapu daireleri (alım-satım harcı), kira kontratlarındaki damga resmi vs. bir çok ücret her 2 taraftan da alınmaktadır. Üstelik karşı tarafa yüklenen avukatlık ücreti bir avukatın gerçek emeğini karşılamaya yetmeyecek ancak prim olabilecek nitelikte bir ücrettir. Adının vekalet ücreti olması ile yanılıyor olabilirsiniz. Zaten karışıklığın nedeni de bu ad.
En basit plasiyerde veya mümessilde dahi maaş+prim usulü çalışılırken, bir çok firmada 12 maaş değil, 16 maaş üzerinden ödeme (aralarda çift maaş) yapılırken avukatın 1,1 kere (2 kere değil) avukatlık ücreti alması neyinizi rahatsız ediyor?
Bir hakim keşfe giderken yolluk kazanıyor. Niye verelim canım, nasılsa maaş alıyor. Hadi canım bırakın devede kulak ücretleri. Hiç de gayri adil değil.
Bilir misiniz? Roma hukukunda avukatlar para istemezdi, ancak görgü kurallarına göre "şeref hakkı" adı altında ödenirdi.
Yok biz avukatın karşı taraftan alacağı ücreti istiyoruz diyorsanız onun da kolayı var. Barolar asgari (en az) ücret tarifelerine %10 luk ek bir zam yaparlar ve bu para kazandığınızda değil, her zaman ödeyeceğiniz avukatlık ücreti olur. Nasıl böyle mi daha iyi?
Neyinizi rahatsız ediyor derken sözüm size değil, bu foruma yazan bazı kişilere idi. Ancak sizden alıntı yaptığım için öyle algılamış olabilirsiniz. Kırdıysam özür dilerim. Ancak emek ve bilgiye verilen o ucuz değerin aslında tüm mesleklere verilen değerin düşmesine neden olduğunu göremeyenlere tepkiliyim. Doktorsun 2 satır reçete yazdın aldın 100 tl, aman mimarsın 2 resim yaptın aldın x tl. gibi söylemler aslında toplumumuzun gelişmemesine ve hep birlikte ucuz (dünyaya nazaran) iş gücüne neden olduğunu görmek gerek.
Saygılar.
Bir kısmınız konuyu şuna getiriyorsunuz; "Beni avukat tutmaya zorlayan taraf bedelini de üstlensin"...
Peki ülkemizde avukat tutma zorunluluğu var mı? YOK. Kendi davanızı da yürütebilir ve açabilirsiniz. Ne zaman dava takibi için avukat tutma zorunluluğu gelir işte o zaman sizi avukata vekalet ücreti ödemeye zorlayan neden yüzünden uğradığınız zararları karşı tarafa ödetebilirsiniz. Ayrımını yapamadığınız konu budur.
Avukat tutmak zorunlu olmayıp, keyfiyete bağlı olduğundan, lüks harcamaları karşı tarafa yüklemek doğru değildir. Ama ben sizlerin yerinde olsam avukatlık ücretleri yerine hukuk sigortasını konuşurdum...
Humble isimli üye admin tarafından uyarılmasına rağmen site üyelerine karşı kullandığı çirkin ifadeler nedeniyle siteden uzaklaştırılmıştır. Bu site haksız dahi olsa hiçbir üyeye hakaret etmeye hak tanımaz. Bir hukukçuyu mesleği veya kişiliği açısından saygısızlık, eğitimsizlik, ukalalık, kaypaklık gibi çirkin şeylerle itham etme hakkını size vermiyoruz.
Diğer taraftan sayın litigation ve sayın Av.Basri Güngören... Haklı olabilirsiniz, ancak siz de tahriklere kapılarak kendi seviyenizi ve site seviyesini düşürmemekle mükellefsiniz. Ağır tahrik de olsa tahriklere kapılmamanızı aksi takdirde üyeliklerinizin sonlandırılacağını bildiriyorum.
Lütfen konuyu amacından ve hukuki boyutundan çıkarmayınız...
Not: Okumanız için mesajlar yerinde bırakılmış olup, bilahare uygunsuz tüm yazışmalar bu forumdan kaldırılacaktır.
Saygılarımla.
Korunmak istenen hukuki Yararın Ne olduğu hususunu tekrar etmekte fayda var
Anayasanın 36. Maddesi, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
Demek suretiyle savunma hakkı Anayasal bir teminat altına alınmıştır. Buna göre gerçek veya tüzel kişiler kendilerini herhangi sınırlamaya veya kısıtlamaya ihtiyaç duymaksızın
kendilerini temsil etmelerine imkan tanınmıştır.
Burada korunan hak arama özgürlüğüdür.
Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder. Avukatlık yasasının bu hükmü ile esasen yukarıda anayasa hükmü ile güvenceye alınan hak arama özgürlüğünün somut hali olarak izah edilebilir.
Avukatın mesleğini yerine getirirken başka bir deyişle Anayasa ile güvence altına alınmış hak arama özgürlüğünün bir avukat aracılığı ile yerine getirilmesi halinde bu mesleğini yerine getirirken , fiziki, manevi veya ekonomik her hangi bir baskı ile karşılaşmamasının güvence altına alınması gerekir ki esasen BAĞIMSIZ YARGI diye adlandırılacak bir üst başlığın altında kendine yer bulan Savunma bağımsızlığının güvenceye alınması icap etmektedir.
Tarafsız ve bağımsız Yargı kuvvetler ayrılığı prensibinin ve demokrasinin teminatıdır. Bağımsız savunma da Yargı’nın kurucu unsuru olması sebebiyle demokrasinin; insanların adil yargılanma hakkının ve dolayısıyla hukuk devleti ilkesi ve hukukun üstünlüğünün teminatıdır.
Hukuk Devleti ve demokrasi etle tırnak gibi birbirine bağlıdır. Hukuk olmadan demokrasinin, demokrasi olmadan da hukukun bir anlamı olmaz, ikisinin de bir arada ve sürekli olması toplumları ileriye götürür.
Bağımsız yargı ve bağımsız savunma gücünü bizzat niteliğinden ve fonksiyonundan alır. Avukatlar ve barolar tarafından talep edilen haklar ve ileri sürülen düşünceler bağımsız ve güçlü yargı adınadır.
Adalet Devletin; savunma da adaletin temelidir. Savunma olmadan adalet ve adil karardan söz edilemez.
Savunmanın bağımsız olması demektir ?
1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun genel gerekçesinde de; 1938 yılından bu yana memleketin sosyal, ekonomik ve kültürel yaşamındaki büyük gelişmelere koşut olarak adalet alanında, dolayısıyla Avukatlık mesleğinin biçim ve içeriğinde de geniş değişiklikler olduğu belirtildikten sonra, avukatlığın bir kamu hizmeti olduğunun yasada açıklıkla yer alması gereğine, avukatın bir kamu hizmetlisi olarak sahip bulunması gereken hak ve sorumluluklarına değinilmiş ve devlet memurlarına, daha çok Cumhuriyet Savcılarına olabildiğince yakın bir konuma getirildikleri üzerinde durulmuştur. Tasarının TBMM. görüşmeleri evresinde “.... Hâkimlik gibi şerefli olan, hattâ birçok milletlerde hâkimler de bunlar arasından seçilen ...... yargı organı içinde adaletin bulunup ortaya çıkarılmasında görev alan, âdil ölçülerin insanı. . . ., .... toplumun menfaatlerini koruyan ve kalabalıklara millet olma vasfını veren değerleri titiz bir itina ile haddeden geçirerek meslek haline inkılâbettiren kimse ..” olarak nitelenen avukatın, mesleğinin, istenildiği gibi yapılan bir meslek olmadığı, mesleğin gereği olarak birçok kayıtlamalara bağlı tutulmasının zorunluluğu, hâkimlerin yanında hakkın tecellisi bakımından halka yardımcı olanların haysiyetlerinin ve sosyal yaşamlarının düzen içinde bulunmasına yardım edici hükümlerin beğeniyle karşılandığı vurgulanmıştır
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası yargı bölümünde adil yargılanma hakkını düzenlemiştir. 138. Madde mahkemelerin bağımsızlığını, 139. Madde hakimlik ve savcılık teminatını, 141. Madde ise duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması esasını incelemiştir. Hiç şüphesiz bu sayılanlar olmaksızın adil bir yargılanma söz konusu olamaz. Fakat bu sayılanlar da adil bir yargılanma için yeterli olmayacaktır. Bilgili ve bağımsız avukatlar da adil bir yargılanma için göz ardı edilemeyecek bir öneme sahiptir çünkü bir hakimin gerek mevzuat ve doktrin, gerekse somut olay hakkında her şeyi bilmesi beklenemez. Bu noktada avukat hakimin adil bir karar verebilmesi için onu aydınlatmalıdır.2 Adliye Bakanlığı’nın 07.03.1938 Tarih ve 6/283 Sayılı yazıyla hazırladığı ve o dönemin başbakanı Celal Bayar tarafından TBMM’ye sunulan avukatlık kanunu gerekçelerinde şöyle denmektedir: “…Memleket adliyesinde hakkı hak olduğu için izhar eden faziletli bir hakimler kitlesine ne derece ihtiyaç varsa, hakimin faaliyetini tenvir eden ve yalnız bilgi ve doğruluğu kendine rehber tanıyan bir avukatlar topluluğuna da o mertebe lüzum vardır…”3
Ülkemizdeki sistemde avukat tutma zorunluluğu yoktur.4 Ancak bu hiçbir şekilde avukatın önemli olmadığı anlamına gelmez. Yargılama sürecinin kusursuz işleyebilmesi için bir avukat ne kadar gerekliyse o avukatın bağımsızlığı da en az o kadar gereklidir. Buna paralel olarak 4667 sayılı kanunla değişik 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun birinci maddesinde kanun koyucu avukatın bağımsızlığını düzenlemiştir:
Avukat bağımsızlığı kullanıldığı ilişkiye göre şu alt başlıklar altında incelenebilir:
• Devlete karşı (Özellikle yürütme ve yargı kuvvetlerine karşı)
• Müvekkiline karşı
• Baroya karşı
• Topluma karşı
• Ekonomik özgürlüğü
Demek oluyor ki anayasa ile güvence altına alınan hak arama özgürlüğü , savunma hakkının teminatı Avukatın devlete karşı, baroya karşı, topluma karşı hatta müvekkiline karşı bağımsız olmasını gerektirmektedir. Avukatın anayasa ve kanunlar kendisine verilen bu kutsal görevi de yerine getirirken ekonomik olarak da bağımsız olması zorunluluğu en az diğer bağımsızlık halleri kadar önemli ve gereklidir.
AVUKATIN EKONOMİK ÖZGÜRLÜĞÜ
Şüphe yoktur ki bir gerek bir ulusun gerekse bir bireyin veya herhangi bir topluluğun, kısacası insanın bağımsızlığından bahsederken ekonomik bağımsızlık göz ardı edilemeyecek bir unsurdur. Yukarıda sayılanların hiçbiri ekonomik bağımsızlıklarını sağlamadan gerçek anlamda bağımsız sayılamaz. Avukatları da bu çerçeve de değerlendirmekte bir sakınca yoktur. Ekonomik açıdan bağımsız olmayan bir avukat müvekkiline karşı da bağımsız olamayacaktır çünkü deyim yerindeyse müvekkilinin eline bakıyor olacaktır ki böyle bir durumun ne bağımsızlıkla ne de onur ve haysiyetle bağdaştırılabilmesinin imkanı yoktur. Bu yüzden avukat mutlaka ekonomik bağımsızlığa sahip olmalıdır.
Avukatın ekonomik bağımsızlığına ulaşabilmek için kullanabileceği en kuvvetli silah kuşkusuz avukatlık ücretidir . Avukatlık ücretinin belirlenmesinde müvekkilin insafına kalmış veya hakkaniyete aykırı düzenlemelere kurban gitmiş çoğu avukatın sonu eninde sonunda angarya olacaktır. İşte bu yüzden avukatlar avukatlık ücretini belirleme konusunda sözleşme serbestisi ilkesi çerçevesinde özgür bırakılmışlardır. Ancak elbette ki bu mutlak bir özgürlük değildir. Borçlar Kanunu genel hükümleri özgürlüğün sınırlarını çizmekte kullanılacaktır. Örneğin ücret sözleşmesi gabin, hile, ikrah, hata gibi sebeplerle hükümsüz kılınabilecektir. Bunun dışında meslek hukuku çerçevesinde bu ücreti belirleme de aşılmaması gereken bazı yukarı ve aşağı sınırlar da söz konusudur. Bu sınırlar AK m.164 ve m.47’de çizilmiştir.
AK m. 47 hasılı davaya iştirak yasağını düzenlemiştir. Bu maddeye göre “avukat el koyduğu işlere ait çekişmeli hakları edinmekten veya bunların edinilmesine aracılıktan yasaklıdır”. Bu madde uyarınca bu yasak işin sona ermesinden itibaren bir yıl sürer ve avukatın ortaklarını ve yanında çalıştırdığı diğer avukatları da kapsar. Maddeye sonradan eklenen 3. fıkra ise AK m.164 madde hükmünü saklı tutmaktadır. Hasılı davaya iştirak yasağının son derece basit bir mantığı vardır: müvekkilinin ortağı haline gelen avukat objektifliğini kaybedecektir. Bu da avukatlığın adaletin sağlanmasındaki rolüyle çelişir.
AK m.164/2 , dava veya hükmolunacak şeyin değeri veya paranın belli bir yüzdesinin avukatlık ücreti olarak belirlenmesine imkan tanımıştır. Aynı fıkra uyarınca bu oran %25’ten fazla olarak belirlenemeyecektir. Örneğin dava konusu değeri 80 milyar olan 200 dönümlük bir arsa ise hasılı davaya iştirak yasağı gereği avukatlık ücreti arsanın 50 dönümlük bir kısmı olarak belirlenemeyecektir. Bu durumda avukatlık ücretinin dava konusu arsanın değeri olan 80 milyarın %25’i olarak belirlenebilir. Bu noktada yukarıda yapılan avukatlık ücretinin sözleşme serbestisi ilkesi ışığında serbestçe belirlenebilmesine dair açıklamalarla çelişki söz konusudur: avukatlık ücreti yukarıdaki örnekte maktu olarak 50 milyar olarak belirlenebilecek ama 80 milyarın %25’i olarak belirlenemeyecektir. Dava konusu şeyin değerinin veya paranın yüzdesi olarak belirlenen avukatlık ücreti %25’in üzerindeyse – örneğin % 30 olarak belirlenmişse – durum ne olacaktır? 4667 sayılı kanunla AK m.163’te yapılan değişiklik öncesi bu sözleşmede böyle bir hüküm olduğunda sözleşmenin akıbeti tartışmalıydı. Bazı yazarlar bu durumda sözleşmenin butlanını ileri sürerken[74] bazıları ise miktarın üst sınır olan %25’e çekilmesi gerektiğini savunmuştur. Değişiklik sonrası ise madde metni tartışmaya gerek kalmayacak kadar açıktı: “Avukatlık ücret tavanını aşan sözleşmeler, bu Kanunda belirtilen tavan miktarında geçerlidir. İfa edilmiş sözleşmenin geçersizliği ileri sürülemez. Yokluk halleri hariç, avukatlık sözleşmesinin bir hükmünün geçersizliği, bu sözleşmenin tümünü geçersiz kılmaz.”
Avukatlık ücreti konusundaki bir başka sınırlama ise AK m.164/4 zikredilen avukatlık asgari ücret tarifesi altında ücret kararlaştırılamamasıdır.
Yararlanılan Kaynaklar
Av. Eren Kurşun ( Avukatların Bağımsızlığı)
KONYA BAROSU 5 NİSAN AVUKATLAR GÜNÜ BASIN BİLDİRİSİ
Av. Necmettin AYDIN AVUKATIN HAK VE SORUMLULUKLARI
Her ne kadar Avukatlık Kanunu 164/son ''Avukatındır'' dese de. Yargıtay bunu ''avukatın ancak yasa avukata verileceğini söylememektedir'' şeklinde yorumlamayan kararları bulunmaktadır.
Müvekkil vekaletten azletmesi halinde müvekkilin bu haksız azil nedeniyle hakkı olan alacağı tahsil edemez hale geldiğinden bahisle söz konusu bedelin müvekkilden istenebileceği kanaatindeyim.
Haksız azillerde Yargıtay' ın karşı vekalet ücreti tahsil edilmiş veya edilebilir ise müvekkilinden isteyebilir aksi halde isteyemez kararını buraya aynen uygulayabileceğimiz kanaatindeyim.
Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır. Avukatlık ücreti vergisini kim ödüyorsa ona aittir. Alıp cebe indirilen hiç bir makbuz kesilmeyen vergisi ödenmeyen bir ücret sözkonusu ise o tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan bir paradır. Son yıllarda özellikle bu Maliye Bakanı döneminde sanki avukatlar hiç vergi ödemiyor ve de vergi kaçırıyorlarmış gibi bir hava yayıldı. Hatta vergi daireleri özellikle Ankara'dakiler avukatları dosyanızla ilgli olarak önemli bir şey konuşmamız gerekiyor diyerek vergi dairesine çağırdılar. Konuşma özeti ya daha fazla beyan ver yada sana öyle bir ceza keseriz ki kendine gelemezsin. Şeklinde bir aba altından spoa gösterme uygulaması. Sonuç korkup beyanını yükseltene vergi var yükseltmeye bir şey yok...
S.M.Mali Müşavir
Selçuk GÜLTEN
Selam
ben bu yazılanlardan pek birşey anlamadım. Örneklersek bir davada avukatım benden 500 ytl vekalet ücreti aldı ve icra davasını kazandı ama gitmiş karşı taraftanda icra masrafları ve avukatlık ücretini istemiş.
Şimdi o karşı taraftan istediğini bana yani müvekkiline verme durumunda mı?
Veya ben ödediğim 500 ytl vekalet ücretini davayı kazandığım için karşı tafatan tahsil edebilir miyim.
bu şekilde çok açıklayıcı olacaktır.
Avukatlık ücreti iki taraflıdır. Siz bir avukata vekalet vererek bir davanızın görülmesini veya icra takibinizin sonuçlanması sağlarsanız ona aranızda kararlaştırdığınız ve Avukatlık Asgari Ücret tarifesinde yazılan miktarlardan aşağı olmamak üzere bir ücret ödersiniz. Bu ücret avukat ile aranıuzdaki vekalet sözleşmesinin bir sonucudur.
Avukatınmızın davanızı sizin lehinize kısmen veya tamamen sonuçlandırması ve alacağınzı icra yoluyla tahsil etmesi halinde ise karşı taraf avukatınıza Hukuk Usulü Muhakemeleri kanunu ve Avukatlık kanunu gereğince yine asgari ücret tarifesinde yazılı bir meblağı ödemek zorundadır.
Bu iki ücretin hukuki dayanağı farklı olup, sizin ödeyeceğiniz ücret vekalet sözleşmesinden, karşı tarafın ödeyeceği ücret ise yasadan doğmaktadır.
Karşı tarafın ödeyeceği ücretin sizinle bir ilgisi yoktur, o ücret doğrudan avukata aittir. Karşı taraftan ücret aldı diye o ücrete ortak veya sahip olamayacağınız gibi, avukatınıza ödemek durumunda kaldığınız ücreti de karşı taraftan talep edemezsiniz.
Avukatınıza ANLAŞMANIZ GEREĞİ SİZİN ödediğiniz 500 TL avukatlık ücreti avukatındır.
Avukatınıza MAHKEMECE TAKDİR OLUNAN ve KARŞI TARAFÇA ÖDENMESİ GEREKEN avukatlık ücreti YİNE avukatınızındır.
Dolayısıyle siz avukatınıza kendi iç anlaşmanız ile ödediğiniz 500 YTL'yi karşı taraftan isteyemezsiniz.
teşekkürler.
mantık olarak düşünürsek
peki o zaman "davayı kaybeden taraf" yani karşı taraf. iki kere avukatlık ücreti ödemiş olmayacak mı. (hem kendi avukatının ücreti hemde benim avukatımın ücreti. )
Zira davayı kaybeden taraf benim avukatımın bir avukatlık hizmetinden faydalanmadı ki onun ücretini ödesin?
Ayrıca karşı tarafın temerrüde düşmesi benim bir maliyete katlanmama neden oluyor (avukatlık ücreti) neden ben bu zararımı karşı taraftan istemeyeyim ki?
o zaman davayı kazanan avukat 2 ücret Kaybeden avukatta 1 ücret mi alıyor.
Burada bir mantık kopukluğu ve sorun var.
sorun, hukuk mantığı ile düz mantığın farklı işlemesinde sayın efedrin.
Avukatlık ücretinin avukata ait olduğuna dair Anayasa Mahkemesi kararı...
ANAYASA MAHKEMESİ
Esas Numarası: 2017/154
Karar Numarası: 2019/18
Karar Tarihi: 10.04.2019
Resmi Gazete Sayısı: 30776
Resmi Gazete Tarihi: 16.05.2019
1136 SAYILI AVUKATLIK KANUNUNUN 164. MADDESİNİN BEŞİNCİ FIKRASININ “DAVA SONUNDA, KARARLA TARİFEYE DAYANILARAK KARŞI TARAFA YÜKLENECEK VEKÂLET ÜCRETİ AVUKATA AİTTİR.” ŞEKLİNDEKİ BİRİNCİ CÜMLESİNİN İPTALİ İSTEMİ
1136k/164
4667k/77
ÖZETİ: 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 2/5/2001 tarihli ve 4667 sayılı Kanun’un 77. maddesiyle değiştirilen 164. maddesinin beşinci fıkrasının birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİ Hakkında.
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Söke 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 2/5/2001 tarihli ve 4667 sayılı Kanun’un 77. maddesiyle değiştirilen 164. maddesinin beşinci fıkrasının birinci cümlesinin Anayasa’nın 10., 36. ve 48. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY: Davacılar tarafından vekâlet ücretinin tahsili amacıyla başlatılan icra takibine yapılan itirazın iptali ve takibin devamı talebiyle açılan davada, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN VE İLGİLİ GÖRÜLEN KANUN HÜKÜMLERİ
A. İptali İstenen Kanun Hükmü
Kanun’un itiraz konusu kuralın da yer aldığı 164. maddesi şöyledir:
“Avukatlık ücreti
Madde 164- (Değişik: 2/5/2001 - 4661/17 md.)
Avukatlık ücreti, avukatın hukukî yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder.
Yüzde yirmibeşi aşmamak üzere, dava veya hükmolunacak şeyin değeri yahut paranın belli bir yüzdesi avukatlık ücreti olarak kararlaştırılabilir.
İkinci fıkraya göre yapılacak sözleşmeler, dava konusu para dışındaki mal ve haklardan bir kısmının aynen avukata ait olacağı hükmünü taşıyamaz.
Avukatlık asgarî ücret tarifesi altında vekâlet ücreti kararlaştırılamaz. Ücretsiz dava alınması halinde, durum baro yönetim kuruluna bildirilir. (Değişik üçüncü ve dördüncü cümle: 13/1/2004 - 5043/5 md.) Avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış olduğu veya taraflar arasında yazılı ücret sözleşmesinin bulunmadığı yahut ücret sözleşmesinin belirgin olmadığı veya tartışmalı olduğu veya ücret sözleşmesinin ücrete ilişkin hükmünün geçersiz sayıldığı hallerde; değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde asgari ücret tarifelerinin altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını incelemeye yetkili merci tarafından davanın kazanılan bölümü için avukatın emeğine göre ilâmın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değerinin yüzde onu ile yüzde yirmisi arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir. Değeri para ile ölçülemeyen dava ve işlerde ise avukatlık asgari ücret tarifesi uygulanır.
Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez.”
B. İlgili Görülen Kanun Hükmü
Kanun’un ilgili görülen 163. maddesi şöyledir:
“Avukatlık sözleşmesinin kapsamı
Madde 163 - (Değişik: 2/5/2001 - 4667/76 md)
Avukatlık sözleşmesi serbestçe düzenlenir. Avukatlık sözleşmesinin belli bir hukukî yardımı ve meblâğı yahut değeri kapsaması gerekir. Yazılı olmayan anlaşmalar, genel hükümlere göre ispatlanır. Yasaya aykırı olmayan şarta bağlı sözleşmeler geçerlidir.
Avukatlık ücret tavanını aşan sözleşmeler, bu Kanunda belirtilen tavan miktarında geçerlidir. İfa edilmiş sözleşmenin geçersizliği ileri sürülemez. Yokluk halleri hariç, avukatlık sözleşmesinin bir hükmünün geçersizliği, bu sözleşmenin tümünü geçersiz kılmaz. ”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Kadir ÖZKAYA, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ’in katılımlarıyla 7/9/2017 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Berrak YILMAZ tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu ve ilgili görülen kanun hükümleri, dayanılan Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri ve diğer yasama belgeleri okunup incelendikten ve 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av. Metin FEYZÎOĞLU ile Genel Sekreter Av. Sabiha TEKİN’in 10/4/2019 tarihinde yaptıkları sözlü açıklamaları dinlendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Genel Açıklama
3. Avukatlar yaptıkları hizmetin karşılığı olarak ücret alırlar. Avukatın alacağı ücret, avukatlık ücret sözleşmesine bağlanan avukatlık ücreti ve mahkemece Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’ne dayanılarak hükmedilen vekâlet ücreti olmak üzere iki türdür. Avukatlık ücreti avukat ile müvekkil arasındaki özel ilişkiye dayanan, tarafların kendi aralarında düzenleyecekleri bir sözleşme ile saptanan ücret olup mahkeme tarafından hükmedilen vekâlet ücretinden farklı bir ücrettir. İtiraz konusu kuraldaki vekâlet ücreti ise mahkeme kararıyla Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’ne göre hükmedilen yargılama gideri niteliğindedir. Bu ücretlerle ilgili hükümler 1136 sayılı Kanun’un 163. ve 164. maddelerinde düzenlenmiştir.
4. 1136 sayılı Kanun’un 163. maddesine göre belirlenen avukatlık ücreti vekil ile müvekkil arasında sözleşmeyle serbestçe düzenlenir ve belli bir hukuki yardımı ve meblağı yahut değeri kapsar. Yazılı olmayan anlaşmalar, genel hükümlere göre ispatlanır. Kanuna aykırı olmayan şarta bağlı sözleşmeler geçerlidir. Avukatlık ücret tavanını aşan sözleşmeler, Kanun’da belirtilen tavan miktarında geçerlidir. İfa edilmiş sözleşmenin geçersizliği ileri sürülemez. Yokluk hâlleri hariç, avukatlık sözleşmesinin bir hükmünün geçersizliği, bu sözleşmenin tümünü geçersiz kılmaz. Kanun’un 164. maddesinin birinci fıkrasına göre avukatlık ücreti, avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblağı veya değeri ifade eder ve yüzde yirmi beşi aşmamak üzere dava veya hükmolunacak şeyin değeri yahut paranın belli bir yüzdesi olarak kararlaştırılabilir. Bu sözleşmeler, dava konusu para dışındaki mal ve haklardan bir kısmının aynen avukata ait olacağı hükmünü taşıyamaz.
5. Kanun’un 164. maddesinin dördüncü fıkrasına göre vekâlet ücreti avukatlık asgari ücret tarifesinin altında kararlaştırılamaz. Ücretsiz dava alınması hâlinde, durum baro yönetim kuruluna bildirilir. Avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış olduğu veya taraflar arasında yazılı ücret sözleşmesinin bulunmadığı yahut ücret sözleşmesinin belirgin olmadığı veya tartışmalı olduğu veya ücret sözleşmesinin ücrete ilişkin hükmünün geçersiz sayıldığı hâllerde; değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde asgari ücret tarifelerinin altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını incelemeye yetkili merci tarafından davanın kazanılan bölümü için avukatın emeğine göre ilâmın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değerinin yüzde onu ile yüzde yirmisi arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir. Değeri para ile ölçülemeyen dava ve işlerde ise avukatlık asgari ücret tarifesi uygulanır.
B. İtirazın Gerekçesi
6. Başvuru kararında özetle; mahkemeler tarafından dava sonunda hükmedilen vekâlet ücretinin yargılama gideri kapsamında olduğu ve haksız çıkan taraftan alınarak haklı çıkan tarafa verildiği, bu suretle diğer yargılama giderlerinde olduğu gibi dava sonucu haklı çıkan tarafın ödediği avukatlık ücretinin karşılanmasının amaçlandığı, avukatın vereceği emek ve zamanın karşılığı olan ücretin ise avukatlık sözleşmesiyle belirlendiği ve bu ücretin sözleşmenin tarafı olan müvekkilden tahsil edildiği, davanın tarafı olarak müvekkilin avukatlık ücreti ödemesine rağmen mahkemece müvekkil lehine belirlenen ücretin doğrudan avukata ait olacağını düzenleyen kuralın taraflara bu konuda farklı bir anlaşma yapma imkânı tanımadığı, bu nedenle avukat ile müvekkili arasındaki eşitliğin bozulduğu, avukatlık mesleğine herhangi bir haklı gerekçe olmaksızın ayrıcalık tanındığı, davasını avukat aracılığıyla takip etmek isteyen kişilerin dava sonunda haklı çıksalar bile avukata hizmeti karşılığı ödedikleri ücretleri hiçbir şekilde karşı taraftan alamayacakları ve ödedikleri ücretlerin üzerlerinde kalacağı, bu durumun kişinin avukat tutmaktan kaçınmasına ve davasını kendi başına takip etmek istemesine neden olabileceği, bu suretle kişilerin avukat aracılığıyla davalarını takip etmelerinin dolaylı olarak engellendiği, hak arama özgürlüğü ile adil yargılanma ilkelerinin ihlal edildiği belirtilerek kuralın Anayasa’nın 10., 36. ve 48. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
C. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
7. Anayasa’nın 10. maddesinde “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir./Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz./ Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz./ Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz./ Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar ” denilmek suretiyle kanun önünde eşitlik ilkesine yer verilmiştir.
8. Anayasa’nın anılan maddesinde belirtilen kanun önünde eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı; aynı durumda bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.
9. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında ‘Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” hükmüne yer verilmiştir. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir.
10. Anayasa’nın “Çalışma ve sözleşme hürriyeti” kenar başlıklı 48. maddesinin birinci fıkrasında ‘Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir” denilmek suretiyle sözleşme özgürlüğü güvenceye bağlanmıştır.
11. Sözleşme özgürlüğü devletin, kişilerin istedikleri hukuki sonuçlara ulaşmalarını sağlaması ve bu bağlamda kişilerin belli hukuki sonuçlara yönelen iradelerini geçerli olarak tanıması, onların iradelerinin yöneldiği hukuki sonuçların doğacağını ilke olarak benimsemesi ve koruması anlamına gelmektedir. Sözleşme özgürlüğü uyarınca kişiler, hukuksal ilişkilerini özgür iradeleriyle ve sözleşmelerle düzenlemekte serbesttir. Anayasa’nın 48. maddesinde koruma altına alınan sözleşme özgürlüğü, sözleşme yapma serbestisinin yanı sıra yapılan sözleşmelere dışarıdan müdahale yasağını da içerir.
12. Kanun’un 164. maddesinin beşinci fıkrasında yer alan itiraz konusu kuralla ise dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücretinin avukata ait olduğu belirtilmektedir. Bu suretle vekâlet ücretinin kural olarak davayı takip eden avukata ait olacağı hüküm altına alınmaktadır.
13. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 324. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “Harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hâzinesinden yapılan her türlü harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama giderleridir” hükmü gereğince vekâlet ücreti yargılama giderlerinden sayılmaktadır. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yargılama giderlerinin kapsamının belirtildiği 323. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ğ) bendinde de vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücretinin yargılama gideri niteliğinde olduğu hükme bağlanmaktadır.
14. 6100 sayılı Kanun’un 330. maddesinde yer alan “Vekil ile takip edilen davalarda mahkemece, kanuna göre takdir olunacak vekâlet ücreti, taraf lehine hükmedilir” hükmü gereğince vekâlet ücreti davada haklı çıkan taraf lehine hükmedilmektedir. Anılan maddenin gerekçesi “Maddede, davayı kazanan taraf kendisini vekille temsil ettirmiş ise onun lehine Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca hesaplanan vekâlet ücretine karar verilmesi hususu düzenlenmiştir. 1136 sayılı Avukatlık Kanununun Avukatlık ücreti’ kenar başlıklı 164 üncü maddesinin son fıkrasında Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir.’ hükmü, kararın taraflar için oluşturulacağı, onların leh ve aleyhlerine sonuç yaratacağı prensibinin uygulanmasına engel değildir. Avukatlık Kanunundaki bu hüküm, avukat ile müvekkili arasındaki hukukî ilişkide geçerlilik gösterir. Bu düzenlemede geçen ücret ise avukat ile müvekkil arasında yapılan sözleşmeden kaynaklanan avukatlık ücreti olmayıp, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca hükmedilen vekâlet ücretidir. Dolayısıyla bu ücretin, davayı kazanan taraf lehine yargılama gideri kapsamında hükmedilmesi gerekir ” şeklindedir. Bu bağlamda maddede yer alan düzenlemenin, maddenin gerekçesinde de ifade edildiği üzere 1136 sayılı Kanun’un 164. maddesinde yer alan itiraz konusu kuralla çelişki arz etmediğinde ve kuralın avukat ile müvekkili arasındaki hukuki ilişkide geçerlilik gösterdiğinde şüphe bulunmamaktadır. Zira yargılama giderlerinden olan vekâlet ücretinin avukatın taraf olmadığı, sadece taraflardan birini hukuki yardım amacıyla temsil ettiği davada, avukat yararına değil, bizzat taraf yararına hükmedilebilmesi usul hukuku kurallarından kaynaklanan bir zorunluluğa dayanmaktadır. Bununla birlikte 1136 sayılı Kanun’un 164. maddesinde yer alan itiraz konusu kural, avukat ile müvekkili arasındaki hukuki ilişkide geçerlilik gösterecek, mahkeme tarafından davada taraf yararına hükmedilen kanuni vekâlet ücreti avukata ait olacak ve avukat bu ücreti müvekkilinden talep edebilecektir.
15. 6100 sayılı Kanun’un 71. maddesine göre dava ehliyeti bulunan herkes, davasını kendisi veya tayin ettiği vekil aracılığıyla açabilir ve takip edebilir, 1136 sayılı Kanun’un 35. maddesinin üçüncü fıkrasına göre de dava ehliyeti olan herkes kendi davasına ait evrakı düzenleyebilir, davasını bizzat açabilir ve işini takip edebilir. Bu kapsamda dava ehliyeti olan davalı da avukat aracılığı olmadan kendisini savunabilir. Davacı veya davalının davayı vekil aracılığıyla takip etmeleri kendi iradelerine bağlıdır. Bu bağlamda kişilerin kendi iradeleriyle avukatın hukuki yardımından yararlanmak ve davalarını vekil aracılığıyla takip etmek istemeleri hâlinde bu yardımın karşılığı olan meblağı veya değeri karşılamaları gerekir. Nitekim avukatların hukuksal bilgi ve tecrübelerinden yararlanma, hak arama ve savunmada başvurulacak meşru yol ve vasıtaların başında gelir. Vekâlet ücreti savunma hakkının en önemli parçası olan hukuki danışmanlık görevinin, konunun uzmanı hukukçular tarafından yapılmasının doğal bir sonucudur. Dolayısıyla kişilerin bizzat dava açma veya davalarını avukatla takip etme imkânını ortadan kaldırmayan itiraz konusu kuralın hak arama özgürlüğüne aykırı olduğundan söz edilemez.
16. Öte yandan itiraz konusu kuralın avukatlık ücretinin vekil ile müvekkil arasındaki bir hukuki ilişkiden doğma niteliğini ve kişisel hak olma özelliğini değiştirdiği söylenemez. Nitekim dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücretinin avukata ait olacağını öngören itiraz konusu kuralın emredici hukuk kuralı olmayıp tamamlayıcı bir hukuk kuralı olduğunda kuşku yoktur. Bu bağlamda itiraz konusu kuralın tarafların özgür iradeleri ile düzenleyecekleri avukatlık sözleşmelerinde ücret kararlaştırılırken dava sonunda karşı tarafa yüklenecek vekalet ücretinin avukatlık ücretine, dâhil edilip edilmeyeceği hususunu gözeterek düzenleme yapmalarını engellemediği açıktır. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesinin, 3/3/2004 tarihinde bu yönde verdiği E.2002/126, K.2004/27 sayılı ve E.2004/8, K.2004/28 sayılı kararlardan sonra uygulama da bu şekilde gelişmiş, çıkan uyuşmazlıklar hakkında Yargıtay tarafından verilen kararlarda bu husus açıkça benimsenerek içtihat niteliğini kazanmıştır. Bu bağlamda tarafların eşit koşullarda özgür iradeleri ile düzenleyecekleri avukatlık sözleşmelerinin hukuki geçerliliği ve kapsamına müdahale teşkil etmeyen kuralın Anayasa’da koruma altına alınan sözleşme özgürlüğüne ve eşitlik ilkesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
17. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 10., 36. ve 48. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir.
Haşan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe ek gerekçeyle katılmışlardır.
Zühtü ARSLAN bu görüşe katılmamıştır.
IV. HÜKÜM
19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 2/5/2001 tarihli ve 4667 sayılı Kanun’un 77. maddesiyle değiştirilen 164. maddesinin beşinci fıkrasının birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Zühtü ARSLAN’ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA 10/4/2019 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 164. maddesinin beşinci fıkrasının “Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenilecek vekâlet ücreti, avukata aittir.” şeklindeki birinci cümlesinin iptali talebi Mahkememiz çoğunluğunca reddedilmiştir.
2. Öncelikle iptali istenen kuralın yasalaşma sürecine kısaca değinmek gerekir. 27/6/1938 tarihli ve 3499 sayılı Avukatlık Kanunu’nda vekâlet ücretinin avukata ait olduğuna dair herhangi bir hüküm bulunmamaktaydı. Düzenleme ilk kez 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu ile hukuk sistemine girmiştir. 1967 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’ne sevk edilen 1/313 sayılı tasarıda bu düzenleme “Avukatla müvekkil arasında aksine yazılı sözleşme bulunmadıkça tarifeye müsteniden hasma tahmil olunacak avukatlık ücreti müvekkile aittir” şeklindeydi. Düzenlemenin gerekçesinde de “Son fıkra, kaideten müvekkile aidolması gereken bir meblağ için bu kaidenin teyidinden başka, aksine yazılı sözleşmenin de caiz bulunduğuna işaret etmektedir” denmekteydi. Geçici Komisyon’da Avukatlık Kanunu’nun 164. maddesinin son fıkrası “Avukatla iş sahibi arasında aksine yazılı sözleşme bulunmadıkça tarifeye dayanarak karşı tarafa yüklenecek avukatlık ücreti avukata aittir” şeklinde değiştirilmiştir. Komisyon Raporunda bu değişiklik “Tasarının... dili Türkçeleştirilmiş ve yeniden radaksiyona tabi tutulmuştur” şeklinde gerekçelendirilmiştir. Düzenlemede geçen “müvekkil” kelimelerinden ilkinin “iş sahibi”, İkincisinin ise “avukat” olarak Türkçeleştirilmesi dünya yasama tarihine geçmeye namzet, ilginç olaylardan biridir! Bu durumu daha da ilginç kılan, kanun tasarısındakinin tam zıttına dönüştürülen bu düzenlemenin TBMM’nin her iki kanadında da tartışılmadan kabul edilmiş olmasıdır. Ancak belirtmek gerekir ki, Millet Meclisindeki görüşme sırasında 164. maddenin son fıkrasına eklenmek üzere, hükümden sonra avukatın kusur ve ihmali olmaksızın azli veya tarafların haricen sulh olması halinde karşı tarafa yüklenen vekâlet ücretinin avukatın müvekkili tarafından ödenmesini öngören önerge reddedilmiştir (Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem: 2, Cilt: 32, Toplantı: 4, Birleşim: 46, Oturum: 3, 7/2/1969, ss. 385-386; Cumhuriyet Senatosu Tutanak Dergisi, Cilt: 52, Toplantı: 8, Birleşim: 41, Oturum: 2, 19/3/1969, s. 135).
3. 1136 sayılı Kanun’da 2/5/2001 tarihli ve 4667 sayılı Kanun’un 77. maddesiyle 164. maddenin beşinci fıkrasının birinci cümlesi “Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenilecek vekâlet ücreti, avukata aittir.” şeklinde değiştirilmiştir. Böylece “aksine sözleşme bulunmadıkça” ibaresi metinden çıkarılmış, “avukatlık ücreti” ibaresi de “vekâlet ücreti” olarak ifade edilmiştir. Ayrıca son fıkraya bir cümle daha eklenerek söz konusu vekâlet ücretinin iş sahibinin borcu nedeniyle takas, mahsup ve haczedilemeyeceği belirtilmiştir. Değişiklik gerekçesinde “uygulamada ortaya çıkan sorunların giderilmesi amacıyla avukatlık ücretine ilişkin hükümler(in) yeniden düzenlenmiş” olduğu belirtilmiştir.
4. Uygulamada ortaya çıkan sorunların önemli ölçüde iptali istenen kuraldan kaynaklandığı belirtilmelidir. Gerçekten de Avukatlık Kanunu’nun 164. maddesinin son fıkrası, dava sonunda karşı tarafa yüklenecek olan yargılama giderleri arasında bulunan vekâlet ücretinin kime ait olduğu konusunda yargı kararlarında, özellikle de Yargıtay’ın hukuk ve ceza daireleri arasında tartışmalara ve belirsizliklere sebep olmuştur.
5. Uygulamadaki bu belirsizliğin, özellikle 1/5/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 330. maddesiyle belli ölçüde giderildiği söylenebilir. Bu maddeye göre “Vekil ile takip edilen davalarda mahkemece, kanuna göre takdir edilecek vekâlet ücreti, taraf lehine hükmedilir”. Kanun koyucu bu maddenin gerekçesinde söz konusu düzenlemenin Avukatlık Kanunu’nun 164. maddesinin son fıkrası hükmünü ortadan kaldırmadığını, zira bu hükmün “avukat ile müvekkili arasındaki hukukî ilişki”yi düzenlediğini belirtmiştir. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da itiraz konusu kuralı aynı yönde yorumlayarak, “bu hükmün vekil müvekkil arasında çıkacak ve iç ilişkiden kaynaklanan uyuşmazlıkları düzenlemek amacıyla öngörüldüğümü, kuralın vekalet ücretini doğrudan avukata ödemeyi gerektirmediğini, fıkranın ikinci cümlesinde yer alan bu ücrete yönelik takas, mahsup ve haciz yasağının da müvekkile ödenecek fakat avukata ait olan vekalet ücretini güvenceye aldığını ifade etmiştir (Yargıtay HGK, E.2013/12-2065, K.2015/1291, K.T.29/4/2015). Kısacası, dava sonunda karşı tarafa yüklenecek olan vekâlet ücreti, avukata verilmek üzere müvekkil lehine hükmedilecektir.
6. Bir an için HMK’nın 330. maddesiyle iptali istenen kural arasındaki çelişkinin bu şekilde giderildiği kabul edilse bile, bu durum kuralın birçok açıdan Anayasa’ya aykırı olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin adalet anlayışı içinde insan haklarına saygılı bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devletinde kanunların amacı adaletin tecellisine hizmet etmektir. Bu anlamda hukuk devleti ilkesi kanunların adalet ve hakkaniyetle bağdaşmayan hükümlere yer vermemesini gerektirmektedir.
7. İptali istenen kural hukuk devletinin gerektirdiği adalet ve hakkaniyet anlayışını zedeleyici bir özelliğe sahiptir. Öncelikle belirtmek gerekir ki, vekâlet ücretinin yargılama gideri olarak sayılmasının nedeni, haksız çıkan tarafın diğer tarafın zararına sebep olmasıdır. 6100 sayılı Kanun’dan önce yürürlükte olan 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu da yargılama giderleri arasında sayılan vekâlet ücretinin davayı kaybeden tarafa yükleneceğini öngörmüştü. Burada amaç, haksız olarak verilen zararın bu zarara yol açan tarafından giderilmesini sağlamaktır. Nitekim Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’na göre, “Masarifi muhakeme ve bu meyanda vekâlet ücretinin haksız tarafa tahmilini emreden Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 417 nci maddesi, haksız olarak diğer tarafın zararına sebebiyet verilmesine ve esas itibariyle Borçlar Kanununun gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlikle haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur, diye yazılı hükümlerine istinat eder” (Yargıtay İBGK, E. 1941/1, K. 1949/6,13/4/1949).
8. Yargı organları önünde kendisini avukatla temsil ettiren kişi, avukat ile yaptığı vekâlet akdi gereği söz konusu avukata Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin altında olmamak kaydıyla avukatlık ücreti ödeyecektir. Bu kişinin yargılama gideri olarak ödediği avukatlık ücretinin en azından bir kısmının davayı kazanması durumunda karşı tarafça kendisine ödenmesi, yapılan haksızlığın giderilmesi ve adaletin tecellisi anlamına gelecektir. Hâlbuki Avukatlık Kanunu’nun 164. maddesinin iptali istenen hükmü bunu engelleyici bir düzenlemedir. Kişinin haklı olduğu ve haklılığının tescil edildiği bir davada avukata ödediği ücreti kısmen de olsa alamaması hakkaniyetle bağdaşmamaktadır. Unutmamak gerekir ki, yargılama gideri o gideri yapana aittir. Bu anlamda 6100 sayılı Kanun’un 323. maddesi uyarınca yargılama gideri kapsamında olan vekâlet ücretinin de, bu ücreti avukata ödeyen ve dava sonunda haklı çıkan müvekkile ait olması doğaldır.
9. Nitekim doktrinde de tarafa ait olması gereken vekâlet ücretinin avukata ait olduğunu belirten kural bu yönüyle eleştirilmiştir. Bazı akademisyenler bu düzenlemenin “âdil olmadığı ve genel yargılama giderleri sistemimize aykırı düştüğü kanısındadır (Baki Kuru, Ramazan Arslan ve Ejder Yılmaz, Medenî Usul Hukuku, 23. Baskı, Ankara, 2012, s. 724). Benzer şekilde “tarafa ait olması gereken yargılama gideri olan bu ücretin avukata ait olacağına ilişkin hüküm, genel prensiplere ve Hukuk Muhakemeleri Kanunu’ndaki yargılama gideri ve bunun kime ait olacağı ilkesine aykırı” görülmüştür (Hakan Pekcanıtez, Oğuz Atalay, Muhammed Özekes, Medenî Usul Hukuku- Temel Bilgiler, 12. Bası, İstanbul, 2018, s. 400). Diğer yandan “Türk hukukuna özel” böyle bir düzenlemenin “çağdaş hukuk sistemlerinde uygulanan genel kural”a uymadığı ve başka hiçbir hukuk sisteminde bulunmadığı belirtilmiştir (Acun Papakçı, 6100 Saydı Hukuk Muhakemeleri Kanunu Uyarınca Yargılama Gideri Olan Vekalet Ücreti, Ankara, 2016, s. 90).
10. İptali istenen kural müvekkilin sözleşme hürriyetini sınırlayıcı niteliktedir. Anayasa’nın 48. maddesine göre herkes sözleşme hürriyetine sahiptir. Bu hürriyet her şeyden önce kişilerin sözleşme yapma ve sözleşmenin şartlarını belirleme konusunda özgür iradeye sahip olmalarını gerektirmektedir. Kararda da vurgulandığı üzere sözleşme özgürlüğü sözleşme yapma serbestisinin yanı sıra yapılan sözleşmelere dışarıdan müdahale yasağını da içerir (§ 11).
11. Bu noktada kuralın “emredici” niteliğe sahip olup olmadığı önem kazanmaktadır. Anayasa Mahkemesi gerek 3/3/2004 tarihli iki kararında (E.2002/126 ve E.2004/8) gerekse mevcut itiraz başvurusu üzerine verdiği kararda (§ 16) iptali istenen kuralın “emredici” değil, “tamamlayıcı” nitelikte olduğu gerekçesiyle Anayasa’ya aykırı olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Bir anlamda “yorumlu red” niteliğinde olan bu kararlara katılmak mümkün değildir.
12. Her şeyden önce kuralın “tamamlayıcı” olduğu, başka bir ifadeyle müvekkil ve avukatın kurala rağmen vekâlet ücretinin davayı kazanan tarafa bırakılması konusunda sözleşme yapmalarına engel olmadığı görüşü, kanun koyucunun amacıyla ve kuralın lafzıyla bağdaşmamaktadır (Aynı yönde bkz. Deniz Küzeci ve Kemal Vuraldoğan, “Avukata ait olan vekalet ücreti kimin lehine hükmedilmelidir?”, Ankara Barosu Dergisi, 2006/1: 145-164, s. 147). Bu görüşün benimsenmesi, kanun koyucunun kuralda yer alan “aksine yazılı sözleşme bulunmadıkça” ibaresini çıkarmasının “abesle iştigal” anlamına geldiğini kabule zorlamaktadır. Hâlbuki kanun koyucunun bu ibareyi metinden çıkarmak suretiyle daha önce müvekkil ve avukatı arasında aksine bir anlaşma olmadığı takdirde vekâlet ücretinin avukata ait olacağı yönündeki “tamamlayıcı” kuralı, her durumda vekâlet ücretinin avukata ait olacağı şekilde “emredici” niteliğe kavuşturduğu görülmektedir. Öte yandan iptali istenen cümlenin de içinde bulunduğu 164. maddenin beşinci fıkrasına eklenen ikinci cümle de kuralın “düzenleyici” olmadığını teyit etmektedir. Buna göre davanın sonunda karşı tarafa yükletilecek ve avukata ait olan vekâlet ücretinin “iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez” olması, vekâlet ücreti üzerinde müvekkilin herhangi bir tasarrufta bulunmasını engellemeye yöneliktir. Başka bir ifadeyle, kanun koyucu “aksine yazılı sözleşme bulunmadıkça” ibaresini kaldırarak vekâlet ücretinin mutlak surette avukata ait olduğunu belirtmekle yetinmemiş, bir adım daha atarak avukatın bu ücrete ulaşmasını sağlamak amacıyla takas, mahsup ve haciz yasağı getirmiştir. Başka bir ifadeyle, kanun koyucu avukata ait olduğunu söylediği vekâlet ücretini müvekkilden ve başkalarından korumak için adeta etrafında bir zırh oluşturmuştur.
13. Bu durumda kuralın emredici hükmüne aykırı bir şekilde yapılacak olan aksi yöndeki sözleşmelerin 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 27. maddesi uyarınca hükümsüz olacağı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Mahkememiz çoğunluğunun kuralın müvekkil ile avukatın vekâlet ücreti konusunda aralarında anlaşma yapmalarına engel olmadığı yönündeki yorumunun isabetli olduğunu söylemek zordur. Bu nedenle müvekkil ile avukatı arasında serbest iradelerine dayalı olarak sözleşme yapmalarını engelleyen, başka bir ifadeyle yapılan sözleşmeye dışarıdan müdahaleye izin veren kuralın Anayasa’nın 48. maddesinde korunan sözleşme hürriyetine yönelik bir sınırlama teşkil ettiği açıktır.
14. Diğer yandan kural, bu haliyle, müvekkilin Anayasa’nın 35. maddesinde korunan mülkiyet hakkına yönelik bir sınırlamadır. Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtildiği üzere mülkiyet hakkı ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü malvarlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda dava sonunda tarifeye dayanılarak karşı tarafa yükletilecek vekâlet ücretinin avukata ait olacağını öngören kuralla müvekkilin mülkiyetine müdahalede bulunulduğu anlaşılmaktadır. Müvekkil davasını bir avukatla takip etmek istediğinde avukata bir ücret ödemesi gerekecektir. Yargılama giderleri arasında olan bu ücretin ödenmesi müvekkilin malvarlığında bir eksilmeye tekabül etmektedir. Dolayısıyla, yargılama sonucunda haklı olan tarafın diğer yargılama giderleri gibi avukatına ödediği vekâlet ücretinin de söz konusu giderin yapılmasına sebep olan karşı tarafça karşılanması gerekir. Oysa itiraz konusu kural, vekâlet ücretinin avukata ait olduğunu belirtmek suretiyle, kendisini avukatla temsil ettiren kişiyi malvarlığında meydana gelen azalışa katlanmak zorunda bırakmaktadır.
15. Aynı şekilde kural Anayasa’nın 36. maddesinde korunan hak arama hürriyetine de bir müdahale niteliğindedir. Davayı kazanması halinde karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücretinin avukata ait olacağını bilen kişi, haklı olduğundan emin olsa bile dava açma yoluna gitmeyebilecek ya da avukat yardımından yararlanmadan dava açabilecektir. Bu da kuralın kişinin hak arama hürriyetine yönelik bir sınırlama niteliğine sahip olduğunu göstermektedir.
16. Hiç kuşkusuz kişinin mülkiyet hakkı, hak arama hürriyeti ve sözleşme hürriyeti mutlak değildir. Anayasa’nın 13. maddesi, temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla ve “Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak” sınırlanabileceğini, bu sınırlamaların temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunamayacağını, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağını öngörmektedir.
17. Bu kapsamda iptali talep edilen kuralın 13. maddeye uygunluğu denetlenirken evvela sınırlamayı haklı kılan sebeplerin ortaya konması gerekmektedir. Dolayısıyla kuralla ilgili cevabı aranması gereken ilk soru şudur: Müvekkilin mülkiyet hakkını, hak arama hürriyetini ve sözleşme hürriyetini sınırlayan söz konusu düzenlemenin meşru amacı nedir? Kuralın Anayasa’nın anılan hükümlerine aykırı olmadığının söylenebilmesi için öncelikle ne tür bir meşru amacı olduğunun, sözgelimi müvekkilin mülkü kapsamında kaldığı hususunda bir tereddüt bulunmayan yargılama gideri olarak vekâlet ücretinin müvekkil yerine avukata ait olmasında ne tür bir kamu yararının bulunduğunun ortaya konulması gerekmektedir.
18. Mahkememiz çoğunluğu itiraz konusu kuralın eşitlik ilkesi, hak arama özgürlüğü ve sözleşme özgürlüğüne aykırı olmadığını belirtirken kuralla izlenen amaca yönelik herhangi bir açıklamaya yer vermemiştir. Anayasa Mahkemesinin 2004 yılında verdiği kararlarda kuralın amacı “taraflar arasında ücret kararlaştırılmadığı durumlarda, avukatın sunduğu hizmetin karşılıksız kalmamasını sağlama ve vekil ile müvekkil arasında çıkacak ücret uyuşmazlıklarına engel olma” şeklinde belirtilmiştir.
19. Mahkememizin bu görüşü zımnen benimsediği düşünülebilir ise de anılan görüşün isabetli olduğunu söylemek zordur. Zira 1136 sayılı Avukatlık Kanunu, avukatlık ücretinin asgari ve azami sınırlarını belirlemiş, konuya ilişkin hemen her türlü olasılığı dikkate alarak ayrıntılı düzenlemelere yer vermiştir. Bu kapsamda iptali istenen hükmün de içinde bulunduğu Avukatlık Kanunu’nun 164. maddesinin dördüncü fıkrasında “Avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış olduğu veya taraflar arasında yazılı hizmet sözleşmesinin bulunmadığı yahut ücret sözleşmesinin belirgin olmadığı veya tartışmalı olduğu veya ücret sözleşmesinin ücrete ilişkin hükmünün geçersiz sayıldığı hallerde” avukatlık ücretinin değeri para ile ölçülebilen ve ölçülemeyen dava ve işlerde nasıl belirleneceği hususu düzenlenmiştir. Dolayısıyla “avukatın sunduğu hizmetin karşılıksız kalmamasını sağlama ve vekil ile müvekkil arasında çıkacak ücret uyuşmazlıklarına engel olma” bakımından itiraz konusu kurala ihtiyaç olduğu söylenemez.
20. İtiraz konusu kuralın, diğer meslek gruplarından farklı olarak, avukatlara bazı avantajlar ve güvenceler sağlamak suretiyle avukatlık mesleğini teşvik etme amacına yönelik olduğu söylenebilir. Kural, Avukatlık Kanunu’nun belirlediği çerçeve içinde davasını avukat yardımıyla takip etmek isteyen kişilerle avukatlar arasında serbest iradeleriyle belirleyecekleri “akdi avukatlık ücreti” dışında, avukatlara tarifeye dayanılarak doğrudan kanun tarafından belirlenen “yasal vekâlet ücreti” ödenmesini sağlamaktadır. Ancak Kanun’un avukatlara yönelik sağladığı bu avantajın hangi yönde bir meşru amacı, örneğin nasıl bir kamu yararını gerçekleştirmeye yönelik olduğu izaha muhtaçtır. 1136 sayılı Kanun’un 1. maddesinde “kamu hizmeti ve serbest bir meslek” olarak nitelenen avukatlık, diğer serbest mesleklerden farklı olarak, sözleşme yaptıkları kişiler karşısında özel olarak korunmayı gerektiren bir meslek değildir. Bu anlamda hukuki yardım ve danışmanlık görevini meslek olarak icra eden avukatların müvekkiller karşısında güçsüz olduğu, dolayısıyla bunların sözleşme hukuku güvenceleriyle korunmasının mümkün olmadığını ileri sürmek zordur. Bu nedenle itiraz konusu kuralla avukatlara yönelik bir avantajın sağlanmasının Anayasa’nın 13. maddesi kapsamında temel hak ve hürriyetleri sınırlamak için bir meşru amaç olduğu söylenemez. Anayasa’nın ilgili maddelerinden veya korunan hak ve hürriyetlerin doğasından böyle bir sınırlama sebebi çıkarmak mümkün değildir. Dolayısıyla müvekkilin mülkiyet hakkını, hak arama hürriyetini ve sözleşme hürriyetini sınırlayan kural, Anayasa’nın 13. maddesine de aykırıdır.
21. Öte yandan, belirtmek gerekir ki, avukat yardımından yararlanmak suretiyle kişilerin yargılama makamları önünde kendilerini avukatla temsil ettirmeleri hak arama hürriyetinden etkili şekilde yararlanılmasının gereklerinden biridir. Mahkememiz çoğunluğu red kararında davada avukatla temsilin yasal zorunluluk olmadığı, bu nedenle kuralın hak arama hürriyetini engellemediği görüşüne de dayanmaktadır (§ 15). Bu görüşün günümüz şartlarında çok gerçekçi olmadığı açıktır. Gerçekten de modern toplumun karmaşık hukuki meseleleri karşısında kişilerin avukat yardımından yararlanmaları ve kendilerini avukatla temsil ettirmeleri davalarını kazanmaları açısından adeta zorunluluk haline gelmiştir. Kişilerin haklı olduklarından emin oldukları davaları avukat yardımından yararlanmadan bizzat açmaları durumunda teknik hukuki bilgilere sahip olmadıklarından dolayı davaları kaybetmeleri muhtemeldir. Bu bağlamda kural, özellikle dava konusu miktarın avukata ödeyeceği ücretten daha az olduğu ya da çok fazla olmadığı durumlarda, kişilerin haklı olduklarından emin olsalar bile dava açmalarını veya her durumda kendilerini avukatla temsil ettirmelerini engelleyici bir etkiye sahiptir. Bu nedenle itiraz konusu kural, kişilerin kendilerini avukatla temsil ettirme iradesini sınırlayan, son tahlilde hak arama hürriyetine yönelik meşru amacı olmayan bir müdahale niteliğindedir.
22. Açıklanan gerekçelerle itiraz konusu kuralın Anayasa’nın 2., 13., 35., 36. ve 48. maddelerine aykırı olduğunu düşündüğümden çoğunluğun red yönündeki görüşüne katılmıyorum.
EK GEREKÇE
Mahkememiz çoğunluk gerekçesinde kuralın Anayasanın 10, 36 ve 48. maddelerine aykırı bulunmadığı kabul edilerek iptal isteminin reddine karar verilmiştir. Çoğunluğun anılan gerekçelerine katılmakla birlikte, aşağıda belirtilen gerekçenin de karara eklenmesi gerektiği düşüncesindeyiz.
Mahkememizin bir kararında belirtildiği üzere “avukatın hukuki bilgisinden yararlanma, hak aramada meşru yol ve vasıtalardan” kabul edilmekte (AYM 3.3.2004, 2004/8 E. - 2004/28 K.) ve dolayısıyla vekalet ücretleri de mahkemeye erişim hakkının kapsamı içerisinde görülmektedir. Kanun koyucu, iddia ve savunmada bulunma hakkı kapsamında uyuşmazlığın taraflarının hukuki yardımdan yararlanma haklarına verdiği önem ve bu faaliyetlerin düzenlenmesi ihtiyacı kapsamında Avukatlık Kanununa dava konusu düzenlemeyi dahil etmiş bulunmaktadır.
Kuralda dava sonunda karşı taraf aleyhine hükmedilecek avukatlık ücretinin avukata ait olduğu belirtilmekle birlikte, HMK (m. 330) uyarınca bu ücretin davayı kazanan taraf yararına hükmedilmesi gerektiğinden, kuralın varlığı vekalet ücretinin taraf yönünden kişisel hak niteliğine engel teşkil etmemektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesinin bir kararında açıklandığı üzere, “Avukatlık Kanununun 164/son maddesinde yer alan, vekalet ücretinin davayı takip eden avukata ait olduğu kuralı ücretin vekil ile müvekkil arasında bir iç sorun olma niteliğini ve avukatlık ücretinin kişisel hak olma özelliğini” değiştirmemektedir (AYM 3.3.2004,2004/8 E. - 2004/28 K.)
Kural, hukuki yardımın karşılığını oluşturan kanuni vekalet ücretini kapsamakta ve bir yönüyle mahkeme kararıyla belirlenen bir alacak hakkını oluşturması nedeniyle avukatın mülkiyet hakkını ilgilendirmektedir. Kuralın diğer yönü ise karşı yan aleyhine ve fakat müvekkil lehine hükmedilen vekalet ücretinin aslında yargılama giderleri kapsamında müvekkilin mülkiyet hakkına bir sınırlama getiriyor olmasıdır. Bu bakımdan konunun Anayasanın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı yönünden de incelenmesi gerekmektedir.
Anayasada kişi hakları arasında yer alan mülkiyet hakkının kanunla sınırlanabileceği kabul edilmiştir. Fakat Anayasanın 13. maddesi uyarınca bu sınırlamanın da Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaması zorunludur.
Kuralın meşru amacının, hak arama hürriyeti bağlamında tarafların hukuki yardım almalarını güvence altına almayı amaçlayan bir meslek grubunu oluşturan avukatların vekalet ücretlerini disiplin altına alma ve bu yönüyle hak arama hürriyetinin gerçekleştirilmesine katkı sağlanması olduğu anlaşılmaktadır. Dava konusu kuralla karşı taraf aleyhine hükmedilen vekalet ücretinin avukata ait olduğunun öngörülmesi her ne kadar yaptığı sözleşme karşılığı avukattan yardım alan kişinin (müvekkilin) mülkiyet hakkına müdahale ediyor ise de, burada profesyonel olarak verilen hukuki desteğin karşılığı olan vekalet ücretinin avukata ait olduğunun kabul edilmiş olması, avukatın hukuki desteğinden faydalanan kişinin mülkiyet hakkının sınırlandırılmasının meşru amacı olarak görülmektedir.
Çoğunluk gerekçesinde açıklandığı üzere istikrar kazanan uygulaması ile birlikte kural anlam ve kapsamı itibariyle sözleşme özgürlüğüne aykırılık oluşturmamaktadır. Hukuki yardım alanla avukat arasındaki vekalet ücretine ilişkin sözleşmede kuralın aksi kararlaştırılabilmektedir. Bu nedenle aksine sözleşme olmadığı takdirde hak arama hürriyetinin etkinliğinin artırılması amacıyla karşı yan avukatlık ücretinin avukata ait olduğunu ifade eden düzenlemenin, belirttiğimiz meşru amacın gerçekleştirilmesi bakımından gereksiz ve elverişsiz olduğu değerlendirilemez. Aynı şekilde sözleşme özgürlüğünü ortadan kaldırmaması nedeniyle kural ile mülkiyet hakkına yönelen bu sınırlamanın ölçüsüz olduğu da söylenemez.
Açıklanan nedenlerle, kuralın Anayasanın 35. maddesine de aykırı bulunmadığı düşüncesindeyiz.