Ergenekon'da yeni tutuklamaların;
Emniyet Müdürleri,
Yeraltı dünyasından,
ve çok büyük olmayan medya kuruluşlarından olacağını düşünüyorum.
Ne dersiniz varmısınız bahise ? :)
Printable View
Ergenekon'da yeni tutuklamaların;
Emniyet Müdürleri,
Yeraltı dünyasından,
ve çok büyük olmayan medya kuruluşlarından olacağını düşünüyorum.
Ne dersiniz varmısınız bahise ? :)
Efendiler nereye? (Engin Ardıç yazısı)
Ziyafet bitti, fakat ağzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir de acı kahvemizi içmeden efendiler nereye?
Yaz başlangıcında sırtı karnına yapışmış, sarı, sıska, cansız birtakım tahtakuruları çıkar, iğne gibi vücudumuza batarlar, derimizi haşlarlar, kanımızı emerler, sonra sabaha karşı etli canlı, iri yarı şuraya buraya kaçarlar... Galiba şafak attı, güneş doğuyor, tahtakuruları nereye?
Kedisiz evlerde fareler vardır, kilerlere girerler, dolapları delerler, şunu bunu kemirip, sağa sola koşuşup baş köşede gezerler, bir pıtırtı olunca deliklere girerler... Galiba koku aldınız, kedi geliyor, koca fareler nereye?
Dul anaların haylaz çocukları vardır, sandıkları kırarlar, paraları çalarlar, bohçaları aşırıp eskiciye satarlar ve sonra korkup sokak sokak kaçarlar... Galiba foyanız meydana çıktı, yakanız ele geçecek, ziyankâr evlatlar nereye?
Yukarıda bir bölümünü okuduğunuz yazı, duru Türkçe'nin büyük ustası Refik Halit (Karay) tarafından, 5 Kasım 1918 günü Zaman gazetesinde yayınlanmıştı... Evet, taa doksan yıl önce... Dili de taptaze...
Refik Halit, o gün, üç gece önce Kuruçeşme açıklarında bir Alman denizaltısına binerek kaçan İttihat ve Terakki "kocabaşlarını" anlatıyordu... "Efelere taş çıkardınız, zorbalara parmak ısırttınız" diyordu... "Ne oluyordunuz? Bu kanlı işgüzarlıklar, bu canavar akını, bu fitne ve fesat siyaseti ne fayda verecekti?" diye soruyordu... "Anamıza sövdüler, babamızı dövdüler, hulasa bacağımızdan yakalayıp bu devleti yerden yere vurdular, paçavraya çevirdiler"...
Bir süredir ülkemizde bazı kişilerin yaşadığı "sağlık sorunlarını" görünce bu yazıyı hatırladım.
Ayılanlar bayılanlar, merdivenden kayanlar, yurt içinde ya da yurt dışında kalbi sıkışanlar, mermiye kafa atanlar...
Efendiler, hesabı ödemeden nereye?
Yazının başka bölümleri de var. Son derece çarpıcı.
Umarım denk düşmez de hatırlamak ve zikretmek zorunda kalmam.
Arkadaşlar tekrar söylüyorum.
1. Emniyet amirleri ve üst düzey müdürler,
2. Anap partisinden eski milletvekilleri
3. En son dalgada yapacaklarını düşündüğüm medya operasyonu.
( Gerçi bugün bir tanesi yapıldı ama devamı gelecektir.)
Kahve falında çıktı :)
İşimiz fallara kaldı zaten artık.
Benim karşı çıktığım ve rahatsız eden asıl şu. Karşıt fikirlerin söylenebildiği medya araçları sustukça halkın tek yanlı bilgi alması söz konusu olacak. Bu demokrasilerde kabul edilir bir şey değildir.
İçerik suç ergenekon her ne ise. Hukuk çözsün, bizim işimiz bu değil. Ancak bir siyasi sitemde toplumun tüm güç kaynakları temsil edilmiyorsa gerilimin rejime kayacağını siyaset bilimciler iyi bilir. Gücün dağılımındaki denge bozuldukça da sistem gerilmeye başlar. Şu an bunu çok net görebiliyoruz. Güç dengeleri olarak kaymalar söz konusu ve temsil edilmeyen güç merkezleri var. Medya bu konuda kamuoyu oluşturma ve propoganda yoluyla çatışmaları uzlaştırma araçlarından biri olarak hizmet edebilmek için tarafsız olmalı ve çok sesliliğe yer verebilmeli. Medya üzerindeki baskılar arttıkça halka yanlış ve taraflı bilgi gidecektir. Bu da sağlıklı bir demokrasiyi engelleyecektir.
Engin Ardıç da alıntı yaptığı Refik Halit Karay'ın izinden gidiyor anlaşılan. :rolleyes:
İttihat ve Terakki'nin ileri gelenlerinden Talat Paşa, Enver Paşa ve Cemal Paşa'nın (Hasan Cemal'in dedesi), özellikle Enver Paşa'nın gayreti ile Almanların yanında savaşa soktukları Osmanlı İmparatorluğu'nun 1. Dünya Savaşı'ndan yenik ayrılması üzerine imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan birkaç gün sonra savaşta müttefik oldukları Almanya'ya kaçmaları üzerine kaleme alınmış bir yazının bugün ile nasıl bir bağı vardır?
Tarihten bihaber okur "duru Türkçe'nin büyük ustası" Refik Halit Karay'ı bilmez , sanır ki pek makbul bir adamdır. O Refik Halit Karay, Mütareke Basını'nın önemli simalarındandır. Padişah yanlısı Alemdar ve Sabah (ne benzerlik:) ) Gazeteleri'nde yazan, işgal altındaki İstanbul'da Ali Kemal İçişleri Bakanlığı yaparken, kendisi Posta-Telgraf Bakanlığı yapmış bulunan, Amerikan mandacısı Wilson Prensipleri Derneği'nin kurucusu olan, Kuvayi Milliye hareketine keskin muhalefeti ile tanınan bir zat-ı muhteremdir kendisi.
150'likler listesinde yer alıp yurtdışına sürülmüş Refik Halit Karay'dan alıntı, "tarih tekerrürden ibarettir" e iyi bir örnek olmuş. Afferim ardıç kuşu...
O yazıda çarpıtılmış bir hikaye ve görüş bildirilirken üç kelime var ki, çıkar ilişkileri insanı insanlıktan da çıkarıyor, hiçbir manevi değer bir anlam ifade etmiyor demek ki diyor insan...
"Mermiye kafa atanlar"
Kim olursa olsun, bir ölünün ardından söylenecek en son sözdür bana göre ama bunu yapan ardıç kuşu olunca eski sabıkalarından bu yaptığını ilk kez yapmadığını da bilir normal karşılarız. Madem yazarlardan alıntılarla gidiyor ben de bir alıntı yapayım bari...
Kan ağlamaktan yüreğim kurudu
Öyle sanıyorum ki medyada Ergenekon hakkında çıkmış en ağır yazıyı ben yazmışımdır.
Henüz davası sürüyor, neyin ne olduğunu tam bilmiyoruz ama Ergenekon ve Susurluk türündeki örgütlenmeler, bir ülkede masum insanların hayatı ile oynayarak karışıklık çıkarmak için vardırlar.
Kendilerinden tiksindiğimi anlattığım o yazıyı yazdım çünkü:
Ergenekon-Susurluk türü örgütler benim için iktidar ve sistem filan değil.
'Haydi hocam pazartesi görüşürüz' diye odamdan çıkan, 5 dakika sonra gelen silah sesi üzerine sokağa fırladığımda cansız vücudunu kucağıma aldığım arkadaşım/öğrencimdi.
Gözaltına alındıktan aylar sonra tekrar sınıfta gördüğümde bana bile ürkerek bakan kızdı. Utandığımdan ona 'Ne oldu?' bile diyemedim. Feci işkence gördüğünü biliyordum çünkü. O yaştaki kızın ruhunu dağlamışlar alçaklar.
Neredeyse her gün gelen yeni ölüm haberleriydi. Her sabah 'Acaba bugün hangi arkadaşım gidecek yoksa sıra bana mı geldi?' korkusuyla uyanmaktı.
Ardı arkası gelmeyen cenaze törenleriydi. Yaşı henüz 20'lerde insanların o yaşta o kadar fazla cenazeye katılmak zorunda kalması iğrençti.
Ve sakat bırakılan ve hatta işkenceden delirmiş arkadaşlarım/yoldaşlarım.
Biz 'Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu?' marşını söyler, buna inanırdık. Ama oyunları gereği bizi birbirimize vuruşturdular, geri kalanların da hepsini birlikte hapse tıkıp aynı işkenceden geçirdiler.
Hayatta kalanlar ölmediklerine üzülecek hale geldiler. Türkiye'de bir tek işkencede demokrasi vardı. Her insana eşit uygulanıyordu.
Birtakım katiller bize bunu yaptılar, yaşadım bunları.
Hepsine lanet olsun, amaçları her neydiyse Allah o amacın da belasını versin.
Yıllar boyu yüreğim kan ağladı.
Yaşadıklarımdan yüreğimin artık kuruyup tükendiğini sanıyordum.
Ama yine ağlıyor yüreğim. Ben kişisel olarak neredeyse tükendim, bu ülkenin belası bir türlü tükenemedi.
Allah belalarını versin diyorum, lanet olsun diyorum da birçok insanın haksız yere damgalandığını biliyorum. Ben Allah'tan korkarım. Hiç alakası olmadığı halde bu işlere karıştığı söylenen herkes bu dediklerimin dışındadır. Masum insanlar üstüne alınmasın.
Yüreğim tekrar kanamaya başladı çünkü...
Vatan için kurşun atan her insana siz potansiyel suçlu ve katil olarak bakarsanız...
Vatan için sakat kalmış olan bir eski askerin sadece onuruyla yaşıyor olabileceğini düşünmeden ona suikast silahı olan elinizdeki gazete ile öldürücü darbe vurursanız....
Devletten kahramanlık madalyası almış olan insanı öldürdünüz.
Peki ya cenazesinde, çatışmada sakat kalmış olan onlarca gencin komutanlarının arkasında tekerlekli sandalye ile yaptıkları yürüyüş de utandırmadı mı sizi?
Katillerin bile haysiyeti vardır. Biz onun için onlara 'Kader mahkumu' diyebiliyoruz.
O zaman Allah sizin de belanızı versin, lanet olsun size.
Şerefsiz medyacılar.
Şimdi anladınız mı; benim neden uzun süre, sızdırılan haberleri gazetede kullandırmadığımı? Çünkü sızdırılan haberin bir onurlu insanı öldürebileceğini biliyordum.
Basmadım haberi, yine de bıkmadılar... Sızdıranı afişe ettim. Askeri binanın önünde onlardan sızdırılmış görüntüsü vermek için başkaları tarafından belge teslim edildi. Bunu da yazdırdım.
Baktılar bizden yarar yok, bu pis işi yapmak için heyecanla bekleyen leş kargalarını buldular. Gazete silahını onlara ateşlettiler.
Sonra gördünüz mü olanları?..
Belki de ailesi ve onurundan başka hiçbir şeyi olmayan adam, dayadı silahı kafasına ve onuruyla birlikte cennete gitti.
Çünkü onun onurunu ayaklar altına almaya çalışanlar kesin cehenneme gidecek.
Dindar olduğunu söyleyen insanlarda Allah korkusu nasıl olmaz anlayamıyorum.
Kime sorsan dindar olduğunu söyleyen insanların bol bulunduğu bu ülkede Allah korkusunun bu kadar az olması çok trajik, çok.
Yeter artık. Orada bela, şurada bela yetti artık.
Yüreğim kan ağlamaktan kurumuş sanıyordum.
Biraz daha kan kalmış meğerse. Cenazeye katılan sakat gençlere ve o subayın ailesine baktığımda yüreğimdeki son kan da aktı gitti.
Yüreğim kurudu kaldı.
(Kişisel bir not: Old soldiers don't die they just fade away. Yani: Eski askerler ölmez sadece sessizce göz önünden çekilirler.)
Serdar TURGUT / Akşam
Ardıç kuşu yiyip pislemekten vazgeçmez de, ne oldu bu foruma pisleyenler?
Aşı kampanyamıza hoşşgeldiniz efendim!
Sizi şöyle alalım.
Aşılarımız yüzdeyüz abd labarotuvarlarında uzun araştırmalar sonucu üstün emek ve gayretle elde edilen anti sosyal ve anti bağımsızlık içeren f tipi bir ajandır.
Tamamen İslami teamüllere uygun helal olarak üretilmiştir.
coğrafyamızın bulaşıcı bağımsızlık hastalığına karşı üstün direnme gücü sağlayan bu aşının teknik özellikleri sonderece kusursuzdur.
Terkibi::
Bir doz islam
İki doz Hıristiyanlık
Üç doz siyonizm
Bir miktar kapitalizm
Bir miktar emperyalizm
Ve çok miktarda İslamın kullanılmayan ögeleri
beher ampul çok miktarda dolar içerir.
Endikasyonları:
Aşı vücuda girdikten kısa bir süre sonra bir miktar yüksek ateş yapar.
Hatta uzun bir süre hasta kendini tanıyamıyarak çevresindekileri telaşlandırabilmesine rağmen ateş düştüğünde vücut; artık bağımsızlık özgürlük demokrasi gibi şımartılmış virüslere karşı bağışıklık kazandığı gibi vatan millet bayrak gibi haslet içeren bakterileride duraganlaştırır.
Kontradikasiyonları:
Depresyon tehlikesi nedeniyle Dincilik sendromu içinde olanlara kesinlikle yapılmaz.
Kullanış tarzı.
Aç karına bir defada yüksek bir doz. Yeterlidir.
Yanetkileri:
karın ağrısı bulanık görme kabızlık paranoyak belirtiler..yoğun suçluluk duyguları.
Histerik ağlamalar.
Not:
Beklenmeyen durumlarda ulemaya başvurunuz.
ayazoglum
Bu yazı karşılığında aldığı paranın faturasını görmek isterim. Ucuza gitmemiş olsa bari...Alıntı:
Efendiler, hesabı ödemeden nereye?
sdt23 de bu tür yazıları aktarırken, okuyucularının tepkisini gözünün önüne getirip gevşedikten sonra gusül abdesti de alıyor mudur dersiniz????
Gusül de yapar teyemmüm de yapar. Ama abdest tek başına aklar mı onu ve düşüncelerini onu Allah bilir...
.....................
Baştan suçlu ilan edilen insanların hangi sebepler ile tutuklandığı yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Hurşit Tolon un 8 ay boş yere tutuklandığı bizzat mahkemenin gerekçesi ile sabit. Peki baştan suçlu ilan eden aymazlar iki satır yazıp pardon demeyi akıl edemiyor mu?
Vicdanları hala susuyor mu?
8 Ay bu dile kolay yaşayan bilir.
Ve şimdi bu tutuklamanın gereksiz yeterli delil olmadığını mahkeme söylüyor.
Bende bekledim ki iki satır yazarlar ve en azından utanırlar dedim.
Ama niyetiamacı fikri belli adamlardan çok şey beklediğimin de farkındayım.
Hüseyin Üzmez'i hatırlar mısınız? Kamu vicdanında mahkum olan bir kişi olsa da adli tıp raporuyla serbest kalmıştı. Yargılaması hala devam ediyor. Tekrar tutuklandı mı bilmiyorum. Basında yakın zamanda haber çıkmadı. Beraat etmedi, ama bildiğim kadarıyla serbest.
Hurşit Tolon da birkaç kez adli tıp raporuyla serbest kalmanın yollarını denedi, sonunda GATA'ya sevk edildi ve sonunda esas mahkeme (13. ağır ceza)tarafından reddedilen, nöbetçi mahkeme (12. ağır ceza) tarafından ilk seferinde ret, ikinci seferinde kabul "delil yetersizliği"ne dayanan bir mahkeme kararıyla "yurt dışına çıkma yasağı" konarak serbest bırakıldı. Henüz hakkında açıklanan iddianame de yok, dolayısıyla beraat kararı da yok. Ancak Tolon "Silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme'' suçundan dolayı tutuklanmıştı.
İşin ilginç yanı Ergenekon'un çok daha aktif, hareketli ismi Şener Eruygur hapisteyken "susturuldu", durumu Tolon'dan çok daha ciddi olsa da tutukluluğu devam ediyor. Onun için Tolon'unkine benzer bir tahliye de söz konusu değil.
Bu konunun gerizekalılığı yüzünden yazmak istemiyorum bu konuda. Amma gerizekalılığın savunulup durmasıda ağrıma gidiyor hemde çok fazla.
Saçmalamanın doruklarını artık burada görebiliyoruz açık ve net. Aynı zamanda hukuka saygısızlığı vede bilgisizliğide görüyoruz. Sadece bu cümleyle ilgili olarakAlıntı:
İşin ilginç yanı Ergenekon'un çok daha aktif, hareketli ismi Şener Eruygur hapisteyken "susturuldu", durumu Tolon'dan çok daha ciddi olsa da tutukluluğu devam ediyor. Onun için Tolon'unkine benzer bir tahliye de söz konusu değil.
1. İddianamesi bile olmayan bir orgeneralin çok daha aktif ve hareketli ismi olduğunu nasıl söyleyebiliriz ? Bu ne had bilmezlik bu ne densizliktir.
2. Tahliye edilen bir kişinin ki burada Emekli orgeneral Şener Eruygurdan bahsediyoruz; tutukluluk halinin devam etmesi ne demektir ? Bu ne bilgisizliktir ? Bu ne nefrettir ? Bu ne cehaletten doğan cesarettir ?
3. Hapisteyken ''susturuldu'' ne demektir ? Kim ve nasıl susturmuştur ? Tutuklanan yada mahkum olan bir kişi kim olursa olsun devletin kontrolü ve güvencesi altında değil midir ? Hapiste burnu bile kanasa hesabını verecek devlet değil midir ? Bu kişiyi devlet mi ''susturmuştur''? Bu kadar büyük bir iddia araya sıkıştırılıp sonra geçip gitmek nasıl bir zihniyetin tezahürüdür? Sağlıklı bir düşünce yapısı mıdır? Bu sözcükleri yazabilen zihniyet sahipleri net olarak açıklama yapmak zorundadır. Yoksa sadece AKP yi seviyorum diye önüne gelene iftira atmanın ağırlığı altında ezilirler ve ne bu dünyada nede öbür dünyada yerleri olmaz !
Hüseyin Üzmez gibi bir sapığın bu konuyla benzerliğinide nasıl kurulduğunu anlayabilmiş değilim. Din yoluyla kişileri kandırarak 12 yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüz eden aşağılık bir yaratık ile tamamen psikolojik bir rapor veren ama psikiyatristi olmayan dandik bir kurulun kararının bu konuyla ilgisi nedir ? Aynı daireden aynı akla zarar raporu alan bazı kişilerin 22,5 sene ve 30 sene hapis cezası aldıklarıda malumdur. Dolayısı ile konunun benzemezliği bir yana aşağılık kişilerle ilgi kurulması bile zihniyetin bozukluğunun en güzel göstergesidir.
Her ne kadar başkalarıda bunu dillendirsede ''TC hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs etme'' ne menem bir suçtur ? Hangi ceza kanununa göre nasıl bir suç sayılmaktadır ? Bu suçu çok partili döneme geçtiğimizden bu yana tum muhalefet partileri işlemiyor mu? Bu suçsa mevcut hükümete karşı oy vermekte onu yok etmek için atılmış bir adım değil mi? Örneğin ben AKP den kurtulmak istiyorum. Çankaya ya çıkardıkları adam dahil tamamının yargılanmasını istiyorum gerçek anlamda bir vatana nasıl ihanet edilir nasıl satılır savılır ulusal değerler yok edilir tek tek hesabının sorulmasını istiyorum şimdi bu suç mu? Faşizm geldi de haberimiz mi yok ?
Bilmeden boş boş laga luga konuşmaktansa birileri artık sussa çok daha evla olacaktır.
Şu forumun ismini "Ergenekon'da Yeni Tahliyeler" olarak değiştirsek mi, ne dersiniz?:o
Bende ona bakıyorum kim acaba gözaltına alınmış diye haberim olmadı dedim kendi kendime :D
Dedikodu özgürlüğü istiyorum...http://haber.gazetevatan.com/pics/yazarlar/136.jpgElbette Türkiye’nin bir suç cenneti olmasını istemiyorum...
Elbette, hırlı hırsız, uğurlu uğursuz, her önüne gelenin bir suç çetesi oluşturmasını arzu etmiyorum...
Salak değilim devletin istihbaratı için, telefon dinleyeceğini, adam takip edeceğini, ortam dinleyebileceğini, evleri gözetleyeceğini de biliyorum...
Saftirik davranmıyorum, Türk istihbaratı, Yunan istihbaratı, kimbilir belki alakasız görünen Amerikan, İngiliz, Rus istihbaratları, askeri, jandarması, polisi her kimse ve neyse bir sürü istihbari telefon dinlemeye takılmanın mümkün olabileceğini de biliyorum...
***
Paranoya yapmadım, paranoya yapmıyorum, paranoya yapmayacağım...
Amma velakin,
Son yıllarda, dinlenen telefonlardaki artışın, insanlarda huzur, keyif, sohbet, barışçı muhabbet ve en önemlisi hayatımıza keyif veren dedikodu olanağı bırakmadığının farkındayım...
Biliyorum ki, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın “Yanlış işiniz, yasal olmayan faaliyetiniz yoksa, dinlenmekten korkmayın... Dinlenmek istemiyorsanız konuşmayın...” yollu sözleri hayatı berbat etmekte, anlamsız korkular, ürpertiler yaratmakta, korku imparatorluğunu tetiklemekte, insanlar ‘baskı, tehdit, şantaj mı yapılacak acep’ korkusuyla karabasan görmektedir...
Çünkü “dinlenmek istemiyorsanız konuşmayın” demek, yaşamayın ölün demektir...(Fasist bir yaklaşımdır)
Özgür insanlar, konuşur...
Özgür insanlar adam çekiştirir...
Özgür insanlar, ona buna verir veriştirir...
Özgür insanlar gelene geçene sallar, sallarken keyiflenir...
Özgür insanlar, telefonda ağlar, zırlar, güler, bela okur, aşık olur, zıvanadan çıkar, seksi muhabbetler yapar, elalemin iciğini cıcığını, dedikodunun canını çıkartır...
***
“Dinlenmek istemiyorsanız konuşmayın” demek şu Akdeniz güneşinin ısıttığı ülkede, en temel insani keyiften vazgeçin demektir...
Anayasa Mahkemesi iptal etmişse helal olsun o Anayasa Mahkemesi’ne...
Çeteleri takip etmekle, konuşmayı takip etmek aynı şeyler değildir...
Hayatın mahremine devletin bu derece girmesi hayra alamet değildir...
Üstelik her “bela okuyan konuşma, her küfür içeren samimi tezahürat” suç da değildir...
İnsanın telefonda dedikodu etme hakkımı “kamusal bir adabın içine” sokamazsınız...
Kamusal adap, kamusal alanda geçerlidir...
Telefon kamusal bir alan değildir...
Her telefon konuşmasını, “ona niye sövdün yoksa gizli örgüt müsün, darbe mi hazırlıyordun, irtica mı yapıyordun, bölücü müydün, yoksa yeminli vatan haini misin?” türü yakıştırmalarla yaftalamak hayatı ve insanı bozar...
Adı üstünde telefon konuşması iki kişi arasındaki özel bir konuşmadır...
Gerektiğinde söver, gerektiğinde över, gerektiğinde dalga geçer...
Her özel telefon konuşmasından adap yaratmaya kalkarsanız, herkesi adap bilmeyen edepsiz yerine koyarsınız...
***
Edepsizlikten suç isnat etmeye kalkarsanız, hepimizi koskoca bir hapishanenin içindeki mahkumlar yaparsanız...
Telefon konuşmalarından kamu adabı yaratamazsınız...
Özel konuşmaların edepsizliğinden suçlu çıkartamazsınız...
Selçuk Ural’ın aşık olduğu kadın için söylediği çok eskilerde kalan bir pop şarkısı vardı...
“Saçların parmaklık, gözlerin gardiyan oldu...
İçinde ben ziyan oldum...” derdi o şarkı...
Telefon konuşmalarından, hareketlere “biri bizi gözetliyor” gibi gözetlenen bir toplum ziyan bir toplumdur...
Akıllara da ziyan, insanlığa da ziyan...
***
ERKAN MUMCU, İSMAİL HAKKI KARADAYI’YA DAVA AÇABİLİR Mİ?..
Dün bir internet sitesine eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın, eski ANAP Başkanı Erkan Mumcu hakkında kimliği belirsiz bir milletvekiliyle yaptığı konuşmanın ses kaydı düştü...
Karadayı o konuşmada, Cumhurbaşkanlığı siçimi için Meclis’e girmeyi düşünen Erkan Mumcu için, p.... diye küfür ediyor...
***
Dün Erkan Mumcu’nun sözlerine baktım, “Karadayı’ya dava açacağım” diyor...
Telefon dinlemenin yol açtığı komik bir durum...
Nasıl dava açacak Erkan Mumcu?..
Kime dava açacak?..
Diyelim ki konuşmayı yapan gerçekten eski Genelkurmay Karadayı’dır... Karadayı demeyecek mi ki “Kardeşim ben telefonda muhatabımla özel dedikodu yapıyorum... dedikodu yaparken p.... deme hakkım yok mu?.. Ben bunu kamuoyunun önünde hakaret niyetine söylemiyorum ki... İki kişi arasında muhatabının haberinin olmadığı, kimseyi bağlamayan en fazla bel altı bir sohbettir bu... Telefon konuşmasında sana Sayın Erkan Mumcu demek zorunda mıyım?..”
***
Bu durumda artık şöyle konuşacağız... “Bu Sayın Ahmet’in Allah (suskunluk).... iyiliğini versin kardeşim...
P...... bak yaa...
Pardon yani kimseye söylemedim, ortadan konuşuyorum ha...
İb.... lere bak ya...
Hayır onlar değil, hani öylesine havaya söylüyorum...”
Erkan Mumcu’nun hakaret davası böylesine ortada bir mevzuu...
Davayı açacak ama kime açacağı meçhul...
Sayın Karadayı’ya mı, sayın dinleyene mi, sayın yayınlayana mı, yoksa sayın yasayı çıkarana mı?..
Merak ediyorum kim bu sayın meçhul acaba?..30/01/2009 Vatan G.Z.T.
Susmak bir erdemdir. Susmak bazen haddini bilmektir.
Aptal ve salak görünmektense susarsın seni adam sanırlar.
İnsan yediği haltı biliyor amacı belli ise böyye yırtık dondan fırlar gibi çıkıyor.
Şener Eruyğur un tahliye olduğundan haberi olmayan bir zavallı bu insanlar hakkında yazı yazabiliyor. İnternet böyle birşey işte. Beş para etmez insanlar burada yazabiliyor. Adam sanıp ona yanıt veriliyor. Sanal dünyanın kahramanının hayata olaylara bakışıda sanal oluyor elbette.
Kim Hurşit Tolon beraaat etti diye yazdıki?
Hurşit Tolon un iddianamesi bile ortada yok. Mahkeme harika gerekçeler ile her yerde yayınlanan herkesin bildiği okuduğu vede edinebileceği belge müsvettesi fotokipilerinin hiçbir şuç isnat edemeyeceğini yazıyor. Mahkeme bu fotokopiler dışında emare olmadığını söylüyor. Teknik takip konuşma kayıtlarında da bir suç unsuru bulunmadığını söylüyor. O zaman bu adam 8 ay boşuna tutuklanmış olmuyor mu?
Üstelik dün Yargıtay 8. Ceza dairesi tek başına telefon kayıtlarının yeterli olmadığına dair yeni bir karar vermişken bu salaklık tam kendini ele vermiş.
BU dava tam tahmin ettiğim gibi sürüp gidiyor. Bir takım belli adamlar ceza alacak. Onlara eklenmek istenen bazı insanlar uzun işkence dönemi sonrası beraat edecekler. Bundan ötesi sadece masal.
Sayın commodore1tr; "ABD askerlerinin sırt çantalarıyla getirdikleri, hukuk ve özgürlükleri bize iyi diye yutturmaya çalışanların" olduğu ve OBAMANIN Şu Sözlerinden ilham alanları tarih affetmiyecektir.
Barack Obama'nın Demokrat parti başkan adayı gösterilmesinden sonra yaptığı konuşmadan :
Siyaset yaparken/konuşurken yapmamız gereken ilk değişim birbirimizin karakterini, vatanseverliğini, şerefini sorgulamaktan vazgeçmek olmalı.
Din sömürüsüne dayalı siyasetin, av sahası olarak kullanmaktan vazgeçmediği ılımlı islam rejimi türü önlemler uygulamalara söylemlere, Atatürk'ü TSK'yı hedef alan nankörlere karşı uyanık olmak atalarımıza minnet, coçuklarımıza namus borcumuzdur.
Din kardesi toplumlardan bizi ayıran en önemli fark Atatürk gibi lider ve bıraktığı LAİK CUMHURİYET'tir. Saygılarımla (Alıntı)
Ergenekoncu çıkmamak için alınacak önlemler!
http://haber.gazetevatan.com/pics/yazarlar/102.jpg
Ergenekon davasının 1909 sayfadan oluşan ikinci iddianamesi İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi.
Bir “müzmin muhalif” olarak bu iddianameden çıkardığım dersler şunlar:
***
SAPTAMA 1: Telefon bir iletişim aracı değil, sadece sahibini vuran bir silahmış. Söyleyebileceğiniz abuk sabuk sözler yüzünden, üç kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmanız işten bile değilmiş.
ÖNLEM 1: Kimseyle telefonda konuşulmayacak, cep telefonları çöpe atılacak, sabit telefon abonelikleri iptal ettirilecek. Çok ihtiyaç duyulursa dumanla haberleşilecek.
***
SAPTAMA 2: Bugünün üst düzey devlet görevlileri, siyasetçileri, komutanları; yarının “azılı teröristi” olabilirmiş.
ÖNLEM 2: Bu tabakadan herhangi birisiyle karşılaşıldığında selam bile verilmeyecek.
***
SAPTAMA 3: Günlük siyasete kafa yormak, “Sen de bir parti kur be abi, yanındayım” diye geyik yapmak, “mevcut partileri bölme planı”ymış ve kesinlikle ağır cezayı gerektiren bir suçmuş.
ÖNLEM 3: Siyaset geyiği yapılmayacak, parti isimlerini andıran kısaltmalar ve parti logolarına benzer ürünler kullanılmayacak. Ampul yerine floresan lamba tercih edilecek. Okçuluk sporuyla uğraşanlar, tenise başlayacak.
***
SAPTAMA 4: Cumhuriyet mitingleri, terör örgütünün ülkeyi kaosa sürüklemek için kurguladığı bir tezgâhmış!
ÖNLEM 4: Bu saptamaya itiraz edilmeyecek, o mitinglere katılan milyonlarca kişinin kendiliklerinden koşup geldikleri asla söylenmeyecek! Üç kişiden fazla kalabalığa rastlandığında ortadan toz olunacak.
***
SAPTAMA 5: Atatürkçü düşünceyi savunan derneği desteklemek suçmuş çünkü bu örgüt “cumhuriyet mitingleri”ni düzenlemiş.
ÖNLEM 5: Tabelasında “Atatürk”, “düşünce” ve “cumhuriyet” yazan hiçbir binanın kapısından bile girilmeyecek. Bayraklar, Atatürk fotoğrafları ve laikliği simgeleyen her türlü nesne imha edilecek.
***
SAPTAMA 6: “Laikliğe karşı eylemlerin odağı olmak”tan hüküm giyen bir parti asla eleştirilemezmiş.
ÖNLEM 6: Hemen o partinin mensupları gibi badem bıyık bırakılacak. Bu parti dahil, kimse protesto edilmeyecek, hatta protestoya verdiğiniz senetler bile geri çekilecek.
***
SAPTAMA 7: Mesleki amaçla bile olsa, herhangi bir kamu görevlisine ait bilgi, belge buldurmak, “kamu görevlilerini fişlemek” anlamına gelirmiş.
ÖNLEM 7: Ağabeyiniz bile olsa bir devlet memuruyla çekilmiş fotoğraflar yırtılacak. Kitap yazmak ya da araştırma yapmak gibi projelere asla girişilmeyecek. Evdeki biyografi kitapları yok edilecek.
***
SAPTAMA 8: Askerdeki oğlunuzu ziyaret ederken bile, “Şu hayat pahalılığı da artık iyice can sıktı, hükümet bir türlü çare bulamıyor” gibi cümleler kurmayacakmışsınız... Bu, “askeri itaatsizliğe teşvik etme” suçuymuş!
ÖNLEM 8: Ağızlara kocaman bir bant yapıştırılacak!
***
SAPTAMA 9: Eğer elinize bir “gizli belge” ulaştıysa, bunları asla açıklamayacakmışsınız... Bu hüküm sadece, Ergenekon sanıklarıyla ilgili en gizli iddiaları her gün çarşaf çarşaf yayınlayan iktidar medyasını bağlamazmış...
ÖNLEM 9: Hemen AKP Yayın Holding’e bağlı bir gazetede iş aranacak.
***
SAPTAMA 10: Meclis asla eleştirilmeyecek, iş takipçiliği yapan, Genel Kurul’a dört senede bir gün, o da yemin etmek için uğrayan milletvekillerine saygısızlık edilmeyecekmiş.
ÖNLEM 10: Meclis’in yakınından bile geçilmeyecek.
***
Önemli not: Bu yazı kesinlikle bir hiciv yazısı değildir!
*****
GÜNÜN SORUSU
Bugüne kadar seçmene kömür, kuru gıda, alışveriş çeki, ayakkabı, giysi, beyaz eşya dağıtan AKP, son günlerde üzerinde “AK Parti” yazılı paketler içinde Türk kahvesi dağıtmaya başlamış...
Yoksa artık, kahvenin 40 yıllık hatırından medet umacak hale mi geldiler?
*****
Bana diplomanı anlat Satıcı!
Aydın Ayaydın günlerdir AKP’nin Bakırköy Belediye Başkanı Adayı Oğuz Satıcı’nın ABD’den aldığını söylediği üniversite diplomasının “çakma” çıktığını, söz konusu diplomaların internette 5 bin dolara pazarlandığını yazıyor!
Eski Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Satıcı ise bu ağır iddiaya bir türlü yanıt vermiyor!
Konuş, Satıcı:
Diploman ne kadar gerçek?
Yoksa hem partini, hem de Bakırköylü seçmenleri kandırıyor musun?
26/03/2006 Vatan G.Z.T
Ergenekon'da 12'nci dalga
Ergenekon’un 12'nci dalgası Ankara, İstanbul, Diyarbakır, Samsun, Şanlıurfa, Bursa, Trabzon, Antalya, Mersin, Van, İzmir, Giresun, Kars ve Adana'da devam ediyor. Operasyon ÇYDD, ÇEV ve eski rektörleri kapsıyor. Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal ile Giresun Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Osman Metin Öztürk ve 3 eski rektör gözaltına alındı. ÇYDD Başkanı Türkan Saylan'ın evi arandı. Prof. Dr. Erol Manisalı gözaltına alındı. Günün en ilginç gelişmelerinden biri de Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in sorgulanmak üzere İstanbul'a götürülen Haberal’ı havaalanından yolcu etmesi oldu. Gözaltı listesinde çok sayıda kişinin isminin olduğu ve bu sayının 62’ye ulaşacağı öne sürülüyor.
Devamı: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/11419713.asp?gid=229
DTP'liler ve Öcalan'ın avukatları gözaltında
13 ilde bu sabah yapılan terör operasyonlarında DTP Genel Başkan Yardımcılarının aralarında bulunduğu 40'tan fazla kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında Öcalan'ın avukatları da var.
Devamı: http://www.ntvmsnbc.com/id/24956609/
12. Dalga hakkında hakim medyada yapılan yayınlarda Türkan Saylan'ın evinde yapılan arama Mehmet Haberal'ın tutuklanmasından daha geniş yer aldı.
Haberlerin vurgusu ise bu kişilerin masumiyetlerinden çok, "bu arama yüzünden binlerce öğrencinin burs alamayacağı" veya "bu tutuklanma yüzünden organ nakli bekleyen hastaların mağdur olacağı üzerineydi.
Eğer bu kişilerin masumiyetlerini savunuyorsak, sadece ve sadece bunu yüksek sesle söylemek yeter. Dolambaçlı yollardan başka duygu sömürülerine hiç gerek yok.
Örneğin pek çok yayın organında "Türkan Saylan'ın evinde arama yapan polisin burs alan öğrencilerin listesini götürdüğü, bu yüzden 55 bin öğrencinin bursunun tehlikeye girdiği" yazdı.
Türkan Saylan'ın evinde burs alan öğrencilerin listesinin ne işi var? Dernek şubesinde böyle bir liste varsa ve her ay bu listeye dayanarak burs ödemesi yapılıyorsa bir ayda 43200 dakikanın olduğunu hatırlamak lazım. Her gün bankalar 8 saat, ayda 14400 dakika mesai yapıyorsa, bir banka memurunun bu burs ödemelerini yapmak için (herbirine 15 saniye ayırarak-başka bir iş yapmadan) aralıksız çalışması lazım.
Yani "Türkan Saylan'ın evinde olan ve başka kopyası bulunmayan burs alan öğrencilerin listesi" hikayesini uyduranlar belki birkaç saf duygusal insanı kandırabilir ama uzun vadede Türkan Saylan'ın masumiyetine dair inanca zarar verecektir.
Oysa yine hakim medyada haberlerin detaylarında okuyoruz ki eğer burs ödemesinde bir aksama olduysa bu ancak ÇYDD'nin hesaplarının bloke edilmesiyle/hesaplara tedbir konmasıyla vs. mümkün olabilir.
Saylan hakkındaki haberlerde cüzzamla savaş ve eğitimdeki çalışmaları, Haberal hakkındaki haberlerde organ nakli ve Başkent Üniversitesi gibi ikisinin de en CV'sindeki en başarılı olaylar ön plana çıktı.
Gerçekten de ikisi de alanlarında dünyaca önemli başarılara imza atmış kişiler.
Ancak bu başarıları onların suça karışmayacaklarının karinesi değil ki. Gerçekten de masum olabilirler. Ancak bu tip başarı hikayelerini ve "çağdaş yaşama darbe" manşetlerini gördükçe ister istemez farklı şeyler düşünüyorum.
"Haberal gözaltına alınınca organ nakli bekleyen onlarca hastası ne olacakmış" şeklinde haberler de aynı şeyleri düşündürüyor. Hastaların durumunu merak edenlere söyleyeyim. Eğer gözaltı süresi sonunda Cuma günü Haberal serbest bırakılmazsa, hastanedeki diğer doktorlar yapacak.
Suçun küçüğü büyüğü olmaz. Suçun cezası kişiye göre verilmez. Eğer bir katil önemli bir cerrah ise serbest kalır, sokaktaki dilenci ise idam edilirse adalete güven kalmaz.
Temenni edelim ki Saylan ve Haberal'ın durumu daha önce gözaltına alınan "saygın" kişilere benzemesin.
Mehmet Haberal enteresan bir kişilik.
Daha önce hastanesinde tedavi gören Ecevit'in giderek daha kötüye gitmesi ve hastaneden çıkıp doktorunu değiştiğinde iyileşmesi çeşitli söylentilere neden olmuştu.
Fakat daha enteresanı Rizeli oluşu ve Tayyip Erdoğan'la aralarındaki özel ilişki:
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=77606
Radikal'de çıkan bu habere göre Başbakanla Haberal bir açılışta el ele diz dize oturmuşlar. Haber şöyle başlıyor:
*ALINTIDIR*
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Bülent Ecevit'in hastalığı döneminde tedavisini üstlenen, ancak daha sonra el çektirilen Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal'ı himayesine aldı. Başkent Üniversitesi Hastanesi'ni açmak için Konya'ya giden Erdoğan, Haberal'ın kendisine İhsan Doğramacı'nın 'emaneti' olduğunu belirterek "İktidarda kaldığım sürece ona sahip çıkacağım" şeklinde söz verdi.
*ALINTI BİTTİ*
Haberde ayrıca şöyle deniyor:
*ALINTIDIR*
Haberal, 2000'deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer önerilmeden önce, dönemin Başbakanı Ecevit'in cumhurbaşkanı adayıydı.
*ALINTI BİTTİ*
Daha da ilginci Adalet Bakanı, "MenderesTüreleSeçimleriKaybettirenAdam" Mehmet Ali Şahin'in eşi de Haberal'ın hastası ve gözaltından çıkmasını bekliyor.
Kusura bakmayın ama ben bu oyunları taaa lise yıllarımdan biliyorum.
Bazı sınıf arkadaşlarını disipline vermeye karar verdiklerinde, Suçlu olduğunu düşündükleri çocukların yanına bir o kadar da olaylardan haberi dahi olmayanları eklerlerdi. Ardından masumlar beraat, suçlular disiplin cezası alırdı.
Mesaj şu idi bakın, adiliz, bakın biz suçsuzlara dokunmuyoruz + hey uslular bakın siz de yanarsınız gözdağı idi. Bir taşla 2 kuş. Nasıl taktik?
Tayyip Erdoğan Haberal'ı Doğramacı'nın emaneti olduğu için himayesi altına alırken Ecevit'in koruma müdürü ve şimdinin DSP milletvekili Recai Birgün Sabah gazetesine şöyle konuşuyor:
http://www.sabah.com.tr/haber,05E820...15918C9E2.html
Başkent Üniversitesi'nin kurucusu ve Rektörü Mehmet Haberal'ın da gözaltına alındığı son dalga Ergenekon operasyonu, eski başbakanlardan merhum Bülent Ecevit'in 2002 yılında "sivil bir darbe ile iktidardan uzaklaştırıldığı" iddialarını yeniden gündeme getirdi. Ecevit'in ölümüne kadar en yakınındaki isim olan ve 'Ecevitlerin manevi oğlu" diye bilinen DSP İzmir Milletvekili Recai Birgün, çok tartışılacak bir sırrı açıkladı. Bir dönem Ecevit'in korumu müdürü olarak çalışan Birgün, "2001'in başlarında Ecevit'e suikast duyumu aldık. Tedirgin olduk. Ecevit'i 24 saat sakladık. 57. Hükümet zamanında Ecevit'in başına gelenlere, bilerek veya bilmeyerek katkı sağlayanlardan hesap sorulmalı" dedi.
(...)
SAVCIYA ANLATACAĞIM: Savcının ne soracağını bilmiyorum. Sadece Haberal ile ilgili değil, emekli emniyet müdürü olduğum için başka konularda da bilgime başvurabilirler. Ancak, rahmetli Ecevit'in tedavisi için gittiği hastanede kötüleştiği, kemik yapısını bozan ilaçların verildiği iddiaları var. Savcıya gördüklerimi bildiklerimi yaşadıklarımı anlatacağım. Asla doktorları suçlamak amacında değilim. Ben bir durum tespiti yapıyorum. Bence son gözaltılar 2002'den sonrası ile ilgili. Ancak 1999-2002 arasında yapılanlar da mercek altına alınmalı.
ECEVİT'E DARBE YAPILDI: 57 hükümet döneminde Ecevit'i siyasetten uzaklaştırma operasyonları yapıldı. DSP ikiye bölünmüş, iktidar devrilmiştir. Darbe yapıldığını 2002'den bu yana iddia ediyorum.
ECEVİT'İ 24 SAAT SAKLADIK: 2001'in başında bizi epey korkutan, kuvvetli bir duyum aldık. Bize ulaşan bilgiye göre suikastı planlayanlar Ecevit'in Cumhurbaşkanlığı'nda bir resepsiyona gideceğini biliyorlardı. Halbuki bu resepsiyon programı önceden belirlenmiş bir program değildi. Doğrusu bu bizi ürküttü. Tüm basının gözü önünde Başbakanı kaçırdık. Gazeteciler Ecevit'in içinde olmadığı bir aracı takip ettiler. Ecevit'i 24 saat sakladık. Mihrakla ilgili bilgi edinemedik.
HASTANEDE OLANLAR: Ben değil, kamuoyu 'Ecevit hastaneye gitti sonra günden güne kötüleşti' diyor. Biz evde 3 ay nekahat dönemi geçirdik. Hastaneye kati raporu için gideceğimizde eğer gidersek 'İş görmez' raporu alacağımız yönünde bilgiler, duyumlar geldi. Kendisini siyasetten uzaklaştırma operasyonunda bilerek ya da bilmeyerek çok kişi katkıda bulundu. Bunlardan hesap sorulmalı.
BAŞBAKAN MI HASTA MI: Haberal ve ekibi Ecevit'in Başbakan olduğunu unuttular ve sadece hasta olarak baktılar. Uzun süre evde kalması gerektiğini değerlendirdiler. Oysa biz, Ecevit'in başbakan olduğunu ve toplantılara katılması gerektiğini söylediğimizde önce 'Tamam katılabilir' diyorlardı ancak sonra 'Katılırsa ölebilir felç olabilir' açıklamaları yapıldı. Şüphelerimiz arttı.
TEDAVİ KESİLİNCE DÜZELDİ: Beyefendinin tedavi kesilince iyileştiğini gözlemledim. Herkes diyor ki 'Ecevit birden hastalandı, birden düzeldi nasıl oldu bu?" Biz de bunun cevabını arıyoruz.
HABERAL BANA DAVA AÇTI: Doğrudan Haberal ile ilgili bir iddiam söz konusu olamaz. Ancak mahkemeliğiz. Haberal ve ekibi bana 365 milyar liralık dava açtı. Mahkeme reddetti. Dosya şimdi Yargıtay aşamasında. Ecevit'in uzaklaştırılması operasyonuna bilerek ya da bilmeyerek doktorlar da katkıda bulundu. Ecevit'in artık başbakanlık yapamayacağı gibi imaj oluşturdular. Haberal ile 2003 yılından bu yana görüşmüyorum.
BAS BAS BAĞIRDIM: Bazı şeylerin belgesi olmaz. Biz bazıları 'bilerek ya da bilmeyerek Ecevit'i tasfiye sürecine dahil oldu' diyoruz. Ben bas bas bağırıyorum, bu süreçle bir savcı ilgilensin diyorum. Savcıya bildiklerimi anlatacağım ve soracağı her soruya memnuniyetle cevap vereceğim.
Deniz Seki uyuşturucu nedeniyle tutuklandığı zaman kimse "Pop müziğe darbe" diye manşet atmadı. Kimse "Hüsnü Şenlendirici'nin yuvasını yıktığı için cezalandırılıyor." demedi. "Deniz Seki'nin on binlerce hayranı onsuz ne yapacak? " diye isyan eden de olmadı.
Demek ki, Deniz Seki bu kadar "saygın" biri değilmiş. :(
Zaten "saygın" olsaydı, rahatsızlanıp çoktan hastaneye kaldırılırdı. :p
Benzetme olmamış...
Eski rektörler, akademisyenler, ÇYDD yöneticileri, gönüllüleri neden göz altına alındılar? Haklarındaki somut suçlamalar nelerdir? Bilen var mı?
İddianameler bir terör örgütünü işaret ediyor. O zaman bu adamlar ve kadınlar demek ki terör örgütü üyesi...
Suç aletleri; makaleler, konferanslar, basına verdikleri demeçler, okuttukları ve belki okutmasalardı, dağda askere kurşun sıkacak veya cehaletinden her seçimde gidip AKP'ye oy verecek kızlar, erkekler, tarikatların elinden kurtardıkları Türkiye'nin aydınlık geleceğini kuracak çocuklar.
Büyük suç işlemişler, asın bunları...
Bütün polis ve adliye muhabirleri bunları biliyor.
Sadece "yandaş basın" buna yer veriyor.
"Kartel medya" ise hala "somut hiçbir delil yok" havasında.
8 kişi tutuklandı, diğer kişilerin konuyla ilgili ifadeleri alındı.
Şener Eruygur hakkındaki suçlamalar ikinci iddianameyle açıkça ortaya kondu.
12. dalga ise Şener Eruygur'la bağlantılı bir gruba yapıldı.
Ergenekon soruşturmasını yürüten cumhuriyet savcılarının iletişim problemleri var.
Türkan Saylan'ın evinin aranması AK Parti'ye fayda mı zarar mı sağlar ona bakmak lazım.
Basında çıkan birbiriyle çelişkili haberler arasından görebildiğim kadarıyla (bu da yanlış olabilir, Harun Bey de bu yanlışımı ileride kafama defalarca vurur.) bir kısmı lise, diğer kısmı üniversite öğrencisi yaklaşık 55 bin öğrenci burs almış.
Kanal D (yoksa Star mı?) kampanyası sonrasında da Türkan Saylan 41 bin öğrenciye burs verilecek kadar para toplandığını açıkladı. İnsanlar ÇYDD'nin etrafında kenetlendi. Demek ki ÇYDD ve bursiyerleri bu işten karlı çıktı.
22 Temmuz seçimlerinden sonra ilk kez geniş katılımlı bir Anıtkabir ziyareti oldu.
Bütün bunları alt alta yazdığımızda eğer bilmediğimiz bir suçu yoksa Türkan Saylan ve ÇYDD bu işten karlı çıktı. Ancak bazı ÇYDD elemanları Şener Eruygur'la bağlantılı olarak bir takım kanunun suç saydığı eylemlere karışmış olabilir. Bundan dolayı tutuklanmaları ve ceza almaları söz konusu olabilir.
Haberal'ın durumu ise farklı. Bir türlü çözemiyorum. Ama bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim: Demirel, Anasol Me'nin Rasputin'i Hüsamettin Özkan ve bakanı Koray Aydın.
İstek Vakfı kazısında 4'ü subay 10 gözaltı
Ergenekon soruşturmasında Beykoz'da Bedrettin Dalan'ın başkanlığını yaptığı İstek Vakfı'na ait arazideki kazıda çok sayıda silah ve mühimmat bulundu. Kazı sonrası 4'ü muvazzaf subay, 10 kişi gözaltına alındı.
Devamı: http://www.ntvmsnbc.com/id/24959169/
Gazi Serdar Öztürk isyan etti: Hem kahraman hem terörist olunmaz.Teröristsem madalyamı alın!
Silopi’de 1994 yılında, henüz üsteğmenken PKK ile çatışmada yüzüne şarapnel parçaları isabet etti. Sol gözünü kaybetti, gazi oldu. Bakanlar Kurulu kararı ile Cumhurbaşkanı tarafından Devlet Övünç Madalyası ve beratı ile ödüllendirildi. İki yıl hastanede yattı. Malulen emekli olan Serdar Öztürk, Hukuk Fakültesi’ni kazandı. Avukat oldu.
Göktaş’ın avukatı
Ergenekon son dalga operasyonları sırasında önceki gün emekli Albay Levent Göktaş’ın avukatı Serdar Öztürk, Ankara’da gözaltına alındı. Ergenekon terör örgütü üyesi olduğu iddiası ile gözaltına alınan Serdar Öztürk, önceki gün akşam saatlerinde Vatan Caddesi’ndeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’ne getirildi.
Öztürk, gözaltında bulunduğu Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde de Cumhurbaşkanlığı makamına iletilmek üzere şu dilekçeyi yazdı:
"1985 yılında binlerce Kara Harp Okulu subayı gibi gerekirse vatan uğrunda canımı feda etmeye yemin ederek askerlik mesleğine adım attım. Askerlik hayatım boyunca yeminime sadık kaldım. 1993-1994 tarihleri arasında Şırnak ili Silopi İlçesi Çalışkan köyü bölgesinde konuşlu Eren bölüğünde bölük komutanı olarak görev yaptım. Bu görevim esnasında 13 Ekim 1994 tarihinde Kuzey Irak sınırında icra edilen operasyon sırasında bubi tuzağına basmak suretiyle ağır yaralandım. İki hafta komada kaldım. İki yıl tedavi gördüm. Bir gözümü ve bazı iç organlarımı tamamen ''kaybettim. Bu nedenle devletim tarafından şahsıma devlet övünç madalyası verilmiştir. 3 Haziran 2009’da İstanbul Özel yetkili 11’inci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından hakkımda terör örgütü üyeliği iddiası ile yakalama kararı verilmiştir.
Bir insan, hem devletinin övüncüne mazhar olmuş bir kahraman, hem de terör örgütü üyesi olamaz. Yaptığım hizmet, feda ettiğim gençliğim ve sağlığım. Devletime helaldir. Ancak bu çelişkinin giderilmesi maksadıyla Sayın Cumhurbaşkanlığı’nca tarafıma verilen devlet övünç madalyasını makamınıza iade etmek zorunluğu doğmuştur."
HABERİN TAMAMI:http://www.hurriyetport.com/news/117...009-06-07.html
Sayın Serdar Öztürk'ün gözaltına alınmasına hiç şaşırmadım. Sanırım kendisi de bekliyordu bunu. Düşünün ki askerden çürük raporu alıp gayet sağlam bir şekilde evlenen birisinin babası başbakanlık yapıyorsa, PKK ile mücadele eden bir kahraman subayın ülkesini seviyor diye nedeni belli olmayan, sadece kötü niyetli ve görevini kötüye kullanan bir grup savcı tarafından gözaltına alınması, hatta bunun devamında tutuklanma ihtimali bile artık bizi hiç şaşırtmayacak. Artık biz bu memlekette ne zaman dürüst bir savcı çıkacak da bu kanunsuzluklara dur diyecek diye merak ediyoruz. Yoksa Adalet kavramının A'sını AKePe'ye mi kurban ettiler?
Orduya karşı darbe mi?
BİR gazetede, Genelkurmay Harekat Başkanlığı'nda görevli bir Albayın imzası ile hazırlandığı iddia edilen bir belge yayınlandı.
Bu belgede, cemaate, AKP'ye karşı yapılacak eylemler tadat edilmiş. Bu belgenin, Ergenekon sanığı üstün hizmet ödüllü eski bir askerin avukatlık bürosunda bulunduğu iddia ediliyor.
Bu haber üzerinde Genelkurmay, kapsamlı bir soruşturmaya başladığını açıkladı.
Belgeyi yayınlayan gazete bütün yayın çizgisini Ordu'nun pasifize edilmesi üzerine kurgulamış durumda... Bu belgenin halen tutuklu olan eski asker şimdi avukat kişinin ofisinde nasıl ele geçirildiği ortaya konulmak durumunda.
Ceza yargılama usulü kanunu (madde 130), avukat bürolarında arama ve el koymanın nasıl yapılacağını düzenlemiştir. Arama için mahkeme kararı gerekir. Kararın uygulanmasında savcı denetimi ve Baro Başkanı veya bir temsilcisinin bulunması şarttır. Bu belgenin bulunması ve zabıt altına alınmasında bütün imza sahiplerinin açıklanması önem taşımaktadır. Ergenekon tutuklu sanığı avukatın gıyabında yapılan bu aramanın bütün ayrıntıları kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
Genelkurmay 2003 tarihindeki Süleymaniye 'çuval operasyonu' ile başlayan bir dizi operasyona maruz bırakılıyor. Şemdinli, Büyükanıt'ın AKP'nin ekmeğine ballı kaymak süren şahsi muhtırası, Dolmabahçe tuhaflığı vs.
Genelkurmay, ilgili belge konusunda gerekli açıklamayı bir an önce yapmak durumundadır. S.Ö.
Yazarlarhttp://www.hurriyet.com.tr/images/spacer.gif14 Haziran 2009 http://www.hurriyet.com.tr/images/siyah_ok.jpg Yalçın BAYER
Bu belgenin altındaki imzanın anılan albaya ait olup olmadığı belli oldu mu?
23.06.2009 Salı 17:11 Emniyet'teki belge de fotokopi çıktı
İçişleri Bakanı Beşir Atalay, İrticayla Mücadele Planı ile ilgili Emniyet'teki belgenin de fotokopi olduğunu söyledi...
Hale GÖNÜLTAŞ - VATAN :http://haber.gazetevatan.com/Emniyet...44965/1/Gundem
Mustafa Mutlu Dağlıca baskınını Sinan Aygün yaptı, mayınları Tuncay Özkan döşedi!
http://foto.gazetevatan.com/pics/yazarlar/102.jpg
Ellerini kollarını sallaya sallaya ülkeye giren 34 PKK’lının 29’u 10’ar dakikalık savcılık sorgusunun ardından, 5’i de çıkarıldıkları “seyyar” mahkeme tarafından “suçsuz” bulundular.
Bunların hiçbiri PKK üyesi olduklarını inkâr etmediler.
İfadelerinde bölücübaşından “önder” diye söz ettiler, onun verdiği talimatla geldiklerini itiraf ettiler.
“Dağa çıkmaktan, devlete karşı faaliyetler göstermekten dolayı pişmanız” falan da demediler.
Türk Ceza Kanunu’nun 307, 309, 311, 312, 313 ve 314’üncü maddesine muhalefet ettiklerini kabul ettiler.
Devleti, hükümeti yıkmak ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne zarar vermek için kurulan örgütün üyesi olduklarını göğüslerini gere gere açıkladılar...
Ama sonuçta...
Defalarca ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yargılanmaları gerekirken, serbest bırakıldılar!
***
Gelelim Silivri’deki duruşmaya:
Önce çeşitli suçlara karıştıkları belirlenen bazı “mimli” isimler tutuklandı.
Sonra bunlara emekli komutanlar, rektörler, öğretim üyeleri, hukukçular, sendikacılar, iş adamları, gazeteciler eklendi.
Çoğu birbirlerinden “bir kaşık suda boğabilecek” kadar nefret eden bu “karma topluluk”tan “Ergenekon Terör Örgütü” isimli bir örgüt ortaya çıkarıldı.
100’ü aşkın şüpheli tutuklandı, özgürlükleri ellerinden alındı.
Sorgulamaları PKK’lılar gibi 10’ar dakika değil, aylarca sürdü.
Evleri, iş yerleri hallaç pamuğu gibi atıldı.
Yine de doğru dürüst bir delile ulaşılamadı.
Bunca insanın yargılanmasına gerekçe olan iddialar, çoğu PKK üyesi “gizli tanıklar”ın verdiği ifadelerle sınırlı kaldı.
***
Kısacası; açıkça “Ben terör örgütü üyesiyim” diyenin serbest bırakıldığı bu ülkede...
“Ben öğretim üyesiyim, bu örgütün adını bile ilk kez duyuyorum”, “Ben emekli askerim, hayatım PKK’yla mücadeleyle geçti” , “Ben gazeteciyim, tek suçum iktidar yandaşı olmamak” diyen insanlar hâlâ cezaevinde...
***
PKK’lılar “suçsuz” olduklarına göre; demek ki neymiş?
Bu ülkede 30 yıldır işlenen bütün cinayetlerin arkasında Ergenekon varmış!
Dağlıca baskınını terörist Sinan Aygün’ün başında olduğu tim gerçekleştirmiş...
Aktütün’ü terörist Mustafa Balbay ve arkadaşları basmış...
Üzümlü’yü basanların başında terörist Prof. Dr. Mehmet Haberal varmış...
Mayınları terörist Tuncay Özkan döşemiş...
Öğretmenleri terörist İlhan Selçuk öldürmüş...
Mühendisleri terörist Hurşit Tolon kaçırıp, kurşuna dizmiş...
***
Hukukun üstünlüğüne, hukuk devletine ve adalete güvenmek istiyorum...
Ne olur... Benim gibi “saf”ları daha fazla zorlamayın!
*****21-10-2009 Vatan G.Z.T
m.e.sezen NOTU: Ayaklarına gidilip seyyar Mahkeme kuruluncaya kadar o katiller geldikleri gibi yetkili mahkemeye gidemezlermidi Cumhurriyet Savcıları ayaklarına gitti neden..?
Katil sürüleri itler bağırıp çagıracak zilğıt çekecek serbeşt
Ama Şehidime son son görev yerine getirilirken ağlamak bile yaşak
Yafta hazır "Terörden nemalananlar" yazıklar olsun
Tüm Şehit'lerimizin laneti bunların üzerinde ebedi olur.